POPULARITY
1923 yılının Kasım ayında fiilen başlayan nüfus mübadelesi ile 1 milyon 200 binden fazla Ortodoks, Anadolu'dan Yunanistan'a, yarım milyona yakın Müslüman da Yunanistan'dan Anadolu'ya göç etmek zorunda kaldı. Mübadelenin özünde aslında etnik köken değil, dine dayalı bir homojenleştirme isteği yatıyor. Zira mübadiller arasında hiç Türkçe bilmeyen Müslüman ya da hiç Rumca bilmeyen Ortodokslar da vardı. Mübadele tarihçiler için de adeta bir gayya kuyusu. Hangi tarafını çeksen diğer tarafı eksik kalıyor. Tek bir tarafı aydınlatanlar tarihin diğer yanını karanlıkta bırakıyorlar. Mübadeleye dair tarih yazımı uzun bir süre kendini devlet politikalarından bağımsız kılamıyor. Bu nedenle de diyor tarihçi Prof. Dr. Elçin Macar: Tarih yanlış yazılıyor.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
"Uzak, çok uzakta kalmış, Girit'teki evlerinde annesinin gece vakti söylediği Rumca ninnisini dinliyor."
Balat bir dönem İstanbul'un Müslüman, Hıristiyan (Rum ve Ermeni) ve Musevi topluluklarının bir arada yaşadığı en renkli semtlerinden biridir. Balat adının kökeni konusunda çeşitli görüşler mevcuttur. Bazı araştırmacılar bu ismin Rumca saray anlamına gelen “Palation” kelimesinden türetildiğini, bu semtin hemen gerisinde yer alan yamaçta bulunan Blaherna Sarayı'na yakınlığı dolayısıyla bu adla anıldığını söylemektedir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Balat” kelimesinin dilimize Fransızcadan geçtiği ve Orta Çağ'da, üç bölümden oluşan bir şiiri türü olarak açıklanmaktadır. Ancak Osmanlı coğrafyasında biri Didim'e bağlı bir köy diğeri ise Balıkesir'in Dursunbey ilçesinin eski adı olan iki adet Balat yerleşmesi bulunduğunu da unutmamak gerekir. Bu nedenle, ismin kökeni konusunda daha geniş bir araştırma yapılması gerekir. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message
“Her yandan yükselip birbirine karışan serviler, minareler, gemi serenleri, ağaçların yeşilliği, beyaz, kırmızı evlerin renkleri, bunların altına mavi örtüsünü seren denizle, yukarıda başka bir mavi ova açan gökyüzü, hayranlığımı uyandırıyordu. İstanbul, dünyanın en güzel yeridir, diyenler hiç de abartmıyorlar.” Bu sözler 19. yüzyılda İstanbul'u ziyaret eden Fransız yazar François Rene De Chateaubriand'a ait. Paris İstanbul Kudüs, Bir Seyyahın Günlüğüisimli kitabında yazdığı bu satırlarda haksız olduğunu kim söyleyebilir ki! İstanbul her döneminde kendi güzelliğini misafirleriyle paylaşmış bir kent. Ben de bugün deniz yoluyla Balat ve Ayvansaray hattına gelerek, bu bölgenin güzelliklerini keşfetmeye çalışacağım. Tarihin farklı dönemlerinde İstanbul'un önemli giriş noktalarından biri olan Balat Kapısı'nı düşleyerek vapurdan inerek bölgeye doğru yürümeye başlıyorum. Burası Bizans devrinde şehrin Haliç surları üzerinde bulunan en önemli girişlerindendi. Bizans sarayı olan Vlaherna'ya (Blachernae) yakın bulunması bölgenin önemini de arttırıyordu. Bu nedenle bu kapıya Vasiliki Pili yani “imparator kapısı” da deniyordu. “Balat” ne demek derseniz, biraz sözlük karıştırdığımızda kelimenin Rumca “saray” anlamına kullanılan “palation”dan geldiğini görüyoruz. Özetle bu bölge İstanbul'un her döneminde önemli bir yerleşim yeriydi. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message
Meyhane patronu anlamına gelmektedir. Sözcük Rumca kökenli olup aslında “amca” anlamı taşımaktadır. Barbalar genelde yaşlı olurdu fakat meyhane ruhsatı, miras yoluyla geçtiği için bazen genç barbalara da rastlanırdı. Barbalar hizmetin kusursuz verilmesini sağlarken; aynı zamanda mekândaki huzurlu ortamın korunmasından da sorumluydu. Yeni müşteriye önce bir bakılır sonrasında söz sınavına dâhil edilir, eğer barba yeni gelen müşteriyi beğenmezse, isteksiz hizmet edilirdi, para kaygısı ikinci planda kalırdı.
Genellilkle cam ya da kristalden yapılan küçük rakı sürahisi diyebiliriz. Karafaki sözcüğü Fransızcadan dilimize giren ve “şarap veya su maşrapası” anlamına gelen karaf (carafe) sözcüğünün Rumca türetilerek “küçük, ufak, minik” anlamı kazanmasıyla ortaya çıkmıştır. Karafçık demektir.
Kıbrıs'tan Avrupa Parlamentosu'na seçilen ilk Türk Milletvekili olan Niyazi Kızılyürek, Agora'da kendine gelen eleştirilere yanıt verdi.Kıbrıslı türkler ile Kıbrıs'a Türkeye'den gelenler arasında iki topluluk oluşuyor. Türkiye'den adaya gelenler Kıbrıslı Türklerin çok çok üstünde. Toplumsal mühendislik yapılmasına karşıyım. Niyazi Kızılyürek Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıs'a Türkeye'den gelenler arasında iki topluluk oluşuyor.Niyazi Kızılyürek: Türkiye'den adaya gelenler Kıbrıslı Türklerin çok üstünde. Toplumsal mühendislik yapılmasına karşıyımNiyazi Kızılyürek: Doğu Akdeniz'deki enerji rekabetinde Türkiye'yi dışlayarak bir ittifak yapılması yanlıştırNiyazi Kızılyürek: Biz herhangi bir devletin kimlik dayatmasına karşıyızNiyazi Kızılyürek: Kıbrıs Ortodoks Kilisesi'nin dayatmaya çalıştığı din kimliğine de her zaman itiraz ettikNiyazi Kızılyürek: Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türkiye'yi dışlayarak İsrail ile işbirliği yapması yanlıştır. Filler kapıştığı zaman çimenler ezilirNiyazi Kızılyürek: Kıbrıs Türkleri Mustafa Kemal Atattürk'ün reformalarını ilk benimseyen topluluklardandırNiyazi Kızılyürek: Türkiye'nin yapması gereken şey Kıbrıs'ın kuzeyine nüfus yığmak değildirNiyazi Kızılyürek: Din ile sorunumuz yok ancak Kıbrıslı Türklerin dini bütün olmadığından bahseden Türkiyeli siyasetçiler varNiyazi Kızılyürek: Kıbrıslı Türklerin seküler ortamına karşı Türkiye'den gelen bir kültür savaşı yapılıyorNiyazi Kızılyürek: Kıbrıs Türk toplumu ancak federal bir devlet ile varlığını koruyabilirNiyazi Kızılyürek: Ekonomik olarak Kıbrıs Türk toplumu yolun souna geldiNiyazi Kızılyürek:Kıbrıslı Türklerin kurumları özelleştirilerek Türkiye sermasinin eline geçti
⚖️Karakutu Adalet Arayışı Seminerleri - 19⚖️ Hafıza Yolculuğu Programı kapsamında düzenlediğimiz Adalet Arayışı Seminerleri yeni konu ve konuklarla yoluna devam ediyor. 18 Aralık Çarşamba günü saat 18:30'da, Hatırlamak ve Anlatmak için Şehre BAK Programı 3. dönem katılımcılarından Felat Erkozan ve Öznur Uşaklılar, War (Ev) ve Pergaminos isimli kısa filmlerinin gösterimiyle bizimle olacaklar. Etkinlikte ayrıca Soner Akalın'ın Di Bîra Min De Ye (Hatırımda) isimli kısa filmi de gösterilecektir. WAR (EV) - Kısa Belgesel Film, 14’18’’, Şubat 2018 Diyarbakır 20 yıl boyunca her bir köşesine emek verdiği Sur’daki evini terk etmek istemeyen Rana teyzenin hikâyesiyle tanıştırıyor bizi War. Ev, bu geniş aile için uzun bir zaman önce köyden göçle gelip yeniden kurdukları, yakın zamanda Sur’daki çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları sırasında kuytu köşelerine sığındıkları, şimdi de kentsel dönüşüm alanı mahallelerinde belirsizlik içinde bekledikleri bir yer. Felat Erkozan kimdir? 1993’te Diyarbakır’da doğdu ve büyüdü. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü’nde öğrenimine devam ediyor. 2013 yılından beri film çalışmalarına devam eden Felat, özellikle senaryo yazımı üzerine yoğunlaştığı çalışmalarıyla çeşitli destekler ve burslar kazandı. Yönetmenliğini yaptığı ilk kısa metraj belgesel olan Ev (2018) filmiyle birçok festivale katıldı ve 13. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali'nde Sami Yılmaztürk Özel Ödülü'nü kazandı. Pergaminos, Kısa Belgesel Film, 14’, Şubat 2018 Bergama Pergaminos’ta, evleriyle birlikte kimliklerinden de bir parçayı arkalarında bırakarak göç etmek zorunda kalan Bergamalı Rumların hikâyesine konuk oluyoruz. Stratis Balaskas'ın gözünden tanık olduğumuz bu hikâye, aslında onun köklerine yaptığı bir yolculuk. Stratis evini, memleketini her ziyaret edişinde Bergama’yı ve kendini yeniden keşfediyor; bir hayır sahibinin yaptırdığı çeşmeye kazınmış Rumca sözler, gömülü bir kilise, geride kalan bir ev, bir meydan ve mahalle... Stratis'in bilinmeyen ve dile gelmeyenlerle yüklü aile tarihine kulak veriyor, boşlukları doldurmaya çalışıyoruz. Hikâyeleri kadar sessizlikleri ve tanıklıklarıyla da filmin karakterleri haline dönüşen evlerin şimdiki sahipleriyle başka bir tarih de görünür olmaya başlıyor. Pergaminos, kayıp bir tarihin izlerini taşıyan bir mekânı sahiplenen iki farklı kimliğin yan yana gelişine tanıklık ederken karşılaşma ve birbirini anlama imkânını sorguluyor. Öznur Uşaklılar kimdir? Bergama'da doğdu ve büyüdü. İzmir Ekonomi Üniversitesi, Medya ve İletişim Bölümü'nden mezun oldu. Lisansı boyunca toplumsal hafıza, mekân ve göç ilişkisi üzerine çalıştı. "lamekân" adlı bloğunda bu ilişkiyi İzmir’de, çeşitli mekânlarda yaşayan kişilerle yaptığı röportajlar aracılığıyla aktardı. Şu an, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Programı'nda yüksek lisans yapıyor. Mekân üzerine yaptığı çalışmaları toplumsal cinsiyet üzerinden anlamlandırmayı ve sürdürmeyi planlıyor. Di Bîra Min De Ye (Hatırımda), Kısa Belgesel Film Birbirine uzak iki ülkede yaşayan ve bir araya gelemeyen iki çocukluk arkadaşının diyaloğu üzerine kurulu bir film. Biri siyasi mülteci olarak Fransa’ya giden ve orada inşaat işçiliği yapan, diğeri onun hikâyesini telefon konuşmalarıyla kayıt altına alan, geçmişi hatırda kalanlarla ve bu konuşmalarla örmeye çalışan iki arkadaş. Filmde, tüm mahremiyeti ve özgünlüğü içinde bu iki kişinin hikâyesiyle karşılaşıyor olsak da, aslında biliyoruz ki, duyduklarımız kimlik mücadelesi içinde büyüyen bir neslin ortak geçmişi. İki arkadaşın telefon konuşmaları, bir yandan siyasi sebeplerle ülkesinden ayrılmak zorunda kalan bir gencin mülteciliğe uzanan yolculuğuna ışık tutarken, hayatının farklı dönemlerinde benzer baskılar ve varoluşa yönelik tehditlerle yaşamak durumunda kalmış başka insanların hikâyesini de duymamızı sağlıyor.
Batı Trakya'nın Bilinmeyen Tarihi adlı programın 7'inci bölümünde psikiyatri uzmanı doktor İbram Onsunoğlu, Gümülcine Hastanesi'nde yatan çoban Hasan Ali'nin 27 Ocak 1990 tarihinde aynı revirde yatan bir başka hasta Angelos Solakidis'e saldırdığı ve öldürdüğü iddia edilen olayların bilinmeyen gerçeklerini anlattı. Çoban Hasan Ali, gümrük memuru Angelos Solakidis'i öldürdü mü? Onsunoğlu'nun o döneme ışık tutan açıklamalarını kaçırmayın.
Batı Trakya'nın Bilinmeyen Tarihi adlı programın 6'ıncı bölümünde psikiyatri uzmanı doktor İbram Onsunoğlu, Trakya Üniversitesi'ne verilmesi gerekçesiyle zorla kamulaştırılan Yaka tarlaları nedeniyle başlatılan Yaka Direnişi'nin nasıl sonlandırıldığını anlattı. Batı Trakya'da Yaka Direnişi'nde son perde...Onsunoğlu: Adım adım Yönetimin maskesini düşürmeye gidiyorduk Onsunoğlu: Eşekçili'den çekilip Gümülcine'ye yürüyüş yapacaktıkOnsunoğlu: Beni asfalyaya çağırıp tehdit ettiler. General senin ayaklarını kıracağım dediOnsunoğlu: Hatipoğlu yağcılık çekerek müftüyü parmaklarında oynatıyorduOnsunoğlu: Eşekçili'de üç polis otobüsü ağaçların arasında gizliydiOnsunoğlu: Gümülcine'de valiliğin önünde bağıracaktık: Kamulaştırılan topraklarımızı geri istiyoruz!Onsunoğlu: Azınlık köylüsünün karşısına coplu polisleri diktiler ve önlerinde beni tehdit eden general...Onsunoğlu: Hatipoğlu "provokasyon, provokasyon..." diye bağırıyordu, şu nedenle...Onsunoğlu: Yasayı Yunan polisi çiğniyordu, azınlık köylüleri değil...Onsunoğlu: Ben duvara çıkarken arkamdan general polislere emretti: Vurun, ateş edin!Onsunoğlu: Yaka Direnişi, "takım" söz verdiği halde hiçbir yerde tartışılmadıOnsunoğlu: Gittik Atina'ya Dışişleri Bakanıyla görüştük. Bakan Kapsis "Siz ne arıyorsunuz burada" diye rol yaptıOnsunoğlu: Ben bir tütün koçanı için Atina'da Dışişleri Bakanı ile görüşüldüğünü bilirimOnsunoğlu: Batı Trakya'da azınlık köylerinin yollarına asfalt yapılmıyorduOnsunoğlu: Azınlıktan birileri Atina'da garanti vermiş, "Yaka Direnişi yürüyüş yapılmadan bitecek" diye...Onsunoğlu: Baskılar karşısında azınlık köylüsü Yunan devletine üniversite için 500 dönüm hibe etmeye karar vermişti, 3500 dönüm gasp ettilerOnsunoğlu: Batı Trakya'da bir Türkün bir Rumu öldürmesi olayı neydi? Neler yaşandı?