Öğrenmeyi öğrenmek için öğrenmem gerektiğini öğrendim.
İlişkilerdeki dinamiği ve akışı kesen önemli etmenlerden biri de "Ama" faktörüdür.
Bu ifade ilk olarak 1990 yılında ortaya atılmış ve Tanım olarakta; çocuklarına aşırı derecede odaklanan, yine aşırı koruyucu ve başarısız olmalarından ölesiye korkan ebeveynler olarak tarifi yapılmıştır.
Kıskançlık; hayatınızı paylaştığınız ve onların sadece sizin yörüngenizde kalmasını istediğiniz kişilere dair olabileceği...
Her bir bireyin kendi öznel dünyasını düşündüğümüzde zaman ve mekân algımızın ne kadar değişken olduğu fikri hiçbirimize farklı gelmiyor olsa gerek…
Hiperaktivite; ‘'Hiper'' (aşırı) kavramının aktivite (etkinlik) ile birleşmesi sonucu oluşan ve dünyadaki çocukların %5-7'sini dikkatini verememe ve dürtüsellikle bireyin öğrenme ve yaşam şeklini etkileyen sinirbilimsel (beynin büyüme ve gelişme şekliyle ilgili) bir bozukluktur.
Bilindiği üzere “philo” eski Yunancada sevmek, “sophos” ise bilgi, bilgin, üstat anlamlarına gelmektedir.(1). Bununla birlikte Platon'un Devlet kitabının 5. bölümünde Sokrates'in tanımını yaptığı “philodoxa” terimi yine “philo” kelimesi sevmek anlamına gelirken “doxa” sahte bilgi diye tanımlanmaktadır. Ve hatta aynı kitapta filodoksun tanımını yaparken “Ebedî ve değişmez olan kavramların bizzat kendilerine bakanların durumu salt o kavramın bütününü görüp oluş halini kavrayabilen kişiler bilginin tüm güzelliğini, rengini, sesini ve onu o yapan bütün özelliklerini görebilenler bilgiye gerçek değeri veren filozoflardır. Tam tersi ise işte bunlardır” Yani bu tanımın tam tersi filodoks diye anlatmaya çalıştığı kişilerdir.
Retorik, Platon'un (M.Ö 427- 347) yaşadığı dönemde çevresini saran sofistler yüzünden tanımladığı gibi bir “göz boyama” yöntemi mi? Yoksa bir dönem öğrenciliğini yapan, sonrasında bazı fikir ayrılıkları yüzünden yanından ayrılan Aristoteles'in (M.Ö 384- 327) ifade ettiği gibi “diyalektiğin eşteşi” mi?
Bir işi yapabileceğinizi düşünseniz de yapamayacağınızı düşünseniz de, her seferinde haklı olan yine siz olursunuz.
Sahip olduğumuz şeyler başta doğa yasasıyla belirlenmiş olan şeylerdir ve yine sahip olacaklarımızda bu yasayla belirlenecektir.
(X) bir bilinmezlik değildir. Aslında (X) tekrar bulunmayı bekleyen bilinenin zaman içerisinde bilinmezmiş gibi kabul görmesidir. (X) bir belirsizlik değildir. Gerçekte (X) belli bir olasılığın her an ortaya çıkma potansiyelidir.
Amerikalı filozof ve psikolog William James (1842-1910) benlik kavramını üç aşamada açıklamıştır: Maddesel benlik, Sosyal benlik ve Ruhsal benlik.
Tuzlu kahve, Pencereden görülenler, Azim, Acele karar vermek
Nikolay Vasilyeviç Gogol, Ukrayna asıllı Rus roman ve oyun yazarı. (1809-1852)
Depresif bir totem dikiyoruz çoğu zaman hayatımızın tam orta yerine, etrafında dönüp nefretimizden devşirdiğimiz, öfkemizden coşarak kendimizden geçtiğimiz, korkularımızın esiri olup, endişelerimizle sessizleşip tılsımlı sözler uydurarak gerçekleştirdiğimiz ritüellerimiz var bizim.
Kaç gecenin uyanık geçen kaçıncı saatine kaç peri kurban ettiğimi henüz hesaplamış değilim. Zira çoğu zaman saatin kaç olduğundan haberim bile olmuyor.
Nikolay Vasilyeviç Gogol, Ukrayna asıllı Rus roman ve oyun yazarı.
O. Henry Amerikalı yazar William Sydney Porter'ın takma adıdır. Yazar özellikle yazdığı öykülerin şaşırtıcı sonları ile ünlüdür.
Geleceğim, bekle dedi gitti… Ben beklemedim, o da gelmedi. Ölüm gibi bir şey oldu… Ama kimse ölmedi.
Bildiklerinize ya da bu bilgilerin depolandığı zihninize ne kadar güvenirsiniz? Hiç doğru bildiğinizi zannettiğiniz, hatta sizinle birlikte doğru söylediğinizi destekleyen kişilerle konuştuğunuz oldu mu?
Dünyanın bir elma olduğunu varsayalım ve bu elmanın da tatlı veya ekşi olduğunu… Bu elmanın ekşi mi yoksa tatlı mı olduğunu öğrenebilmek için o elmadan bir ısırık almamız gerekmez mi?
Plasebo etkili insanlar masmavi gökyüzünde peşi sıra yüzen bembeyaz sirüs bulutları gibidir, her zaman güzel havaların geleceğini fısıldar. Nosebo etkili insanlar ise nimbüs bulutlarına benzer fırtınanın kopması an meselesidir.
Çok konuşmak, anlamın ruhunu dile kaptırmaktır. Sözcüklerle birlikte birer bedene bürünen anlamlar; her ne kadar iletişim denilen sosyal yapılaşmayı güçlendirse ve bir duyguyu, oluşu veya sahiplenilmiş bir somutu sembollerle anlatma işine yarasa da, kişinin asıl anlatmak istediğinin ruhunu çoğunlukla tam olarak veremez.
Hepimiz zaman zaman zamansız kayıplar yaşarız. Özellikle kayıp dendiğinde çok sevdiğimiz bir canlı gelir aklımıza. Bizi yetiştiren anne babamız, hayat arkadaşımız, canımızdan çok sevdiğimiz çocuklarımız, bakımını sağladığımız evcil hayvanlarımız, çok değer verdiğimiz yakınlarımız...
Çocuklar gördüklerini yapma konusunda müthişlerdir. Neredeyse bire bir taklit ederek bizler gibi davranmaya şartlanırlar.
"Kendisini açıklayamayan ve farkında olamayan kişi sevemez. Sevemeyen kişi de dünyanın en mutsuz insanıdır."
Bir trajedinin ürünü olan ve zaman zaman birçoğumuzun dilinde yer bulan bir cümledir: “Hayatımı yazsam roman olur”.
Sosyal medya hemen hemen her gün bir şey kutlama ya da farkındalık yaratma günü olarak paylaşılan postlarla dolu!
Sağlıklı bir iletişim ortamının gerçekleşebilmesi için karşılıklı bir diyalog ortamının da oluşması gerekir. Karşılıklılık ilkesi de denilebilecek bu durum için öncelikli olarak; iletişimi gerçekleştirecek özneler, bir iletişim konusu ve bu iletilerin ilgili taraflara aktarılma biçiminin ne olduğuna karar verilmesi gerekir.
Cevapları arayan insanların hayatla ilgili hep bir varoluş girdabına girmesi kaçınılmazdır. “Anlam aramaya gittim bulup hemen döneceğim” gibi bir notla ayrılamıyor insan bağlı bulunduğu gerçekliğinden ne de olsa. Zira arayış bir ömür sürebildiği gibi bulunuş hiç olmayabiliyor da.
“Derler ki, Fantom evrende on kaplan gücündedir.”
Şimdi bir tatil planı yaptığınızı düşünün ve gideceğiniz tatil mekanının bir yer değil bir zaman olduğunu hayal edin.
Bir alan yaratmak için öncelikle bir boşluğa sahip olmak gerekir. Düzenin içinde uygun ve müsait bir boşluk…
Bir aşkın başlangıcına dair yazılabilecek sonsuz sayıda önsöz vardır. Çünkü her deneyim başka bir olaylar döngüsüne olduğu gibi, her ilişki de kendi içinde yeni bir dünya yaratmaya muktedirdir.
Sıradanlık; Bir bakıma alışkanlıkların esiri olmak anlamına gelse de, kanıksanmış bir davranışın otomatik olarak gerçekleştirilmesidir. Bu anlamda edimi gerçekleştirilen davranışa bilinçsiz bir yeterlilik te denilebilir. Günlük hayatta rutin kelimesiyle vücut bulmuş bir hâline de rastlamak mümkündür.
Yaşamak bir bütünü anlatır fakat bu bütün parçalardan oluşturduğumuz yap-boz bölümleri gibidir. Her bir parça kendi olma durumunda değerli olsa da yüklenen anlamlar, anlamlı rastlantılar ve tekil bakış açıları nedeniyle bireyselleşir.
...İnançlar onlara yüklediğimiz anlamlarla değer bulur...
Güncel olarak dünyada yedi milyar insan yaşamakta, yedi binden fazla dil konuşulmakta ve bütün bu insanlar dünyanın yedi farklı kıtasında yaşamaktadır. Elbette ki bu kadar çok insanı tanımak ve ne söylediklerini anlamak zordur.
Ama herkes yapıyor, söylüyor, giyiyor, okuyor, seyrediyor...
Sıradan şeyleri sıra dışı yapma konusunda harika bir düşünce yapımız var. Tarih boyunca açıklanamayan ne kadar çok durumla karşılaştığımızı düşünürsek batıl dediğimiz itikatların aslında ne kadar batıl ama bir o kadar da ihtiyaç olduğunu da görebiliriz.
“Bildiğim birşey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir.” Sokrates büyük bir ihtimalle hiçbir şeyden çekmedi çevresindeki çok bilmişlerden çektiği kadar. Bunun içindir ki yukarıdaki cümleyi söylediğinde, insanın kendini bilmesi adına önce hiçbir şey bilmediğine dair bir ön kabule sahip olması gerektiğini savunmuş olmalı.
Her insanın başından geçen sorunları vardır. Bu sorunlar elbette ki yaşayanları açısından büyük ve zahmetlidir. Bunun içindir ki herkes için problemli zamanlar olarak adlandırılanlar en zor geçen ve bir başkası tarafından algılanamayacağının düşünüldüğü anlardır.
Mutluluğunuz kadar mutsuzluğunuza da bir şans verin. Çünkü mutsuzluk, kişinin kendisinde öncelikli fark etmesi gereken yegane gerçektir. Zira, mutsuzluğunu tanımlayabilenlerdir gerçekte mutlu olmayı başarabilenler...
Tarihin ilk bilindik düellosu semavi dinlerin kitapları aracılığı ile bizlere kadar gelmiş ve bu karşılaşmanın tarafları olan Habil ile Kabil kardeşlerden başkası değildi. İkisi arasındaki bu düelloyu gerçekleştirebilmek için seçtikleri alet ise tarihe, medeniyetin ilk nesnesi olarak öğrendiğimiz taş olarak geçecekti.
Hayatımıza giren olumsuz duygular etrafımıza neşe saçan birisi olsak dahi bizi birden bire 180 derece ters bir çıkmaza sokabilir. Bu duygulara sebep olan bir kişi olabileceği gibi, bir olay veya geçmişten bugüne çağırdığımız bir anı da olabilir. Çağırdığımız bu anılar şimdilik algımıza temas ederken, bizleri de o zaman boyutuna götürerek geçmişin tam ortasına bırakabilir. Etrafımızdaki insanlar tarafından da anlaşılan bu duygu durumu değişikliği, “Çok düşünceli görünüyorsun. Neyin var? Yoksa kötü bir şey mi oldu?”, “Sana bir haller olmuş.”, “Sende iyi gitmeyen bir şeyler var. Birisi bir şey mi dedi?” gibi soruların da muhatabı olmamıza neden olur.
Gökyüzüne her baktığımızda değişik duygular içinde olmamız mıdır bizleri farklı düşünmeye sevk eden? Yoksa gökyüzünün kendisi midir bu değişkenliğe sebebiyet veren? Her sabah uyandığımızda neşeli ya da karamsar olmamıza neyin sebep olduğunu biliyor muyuz? Hiç tanımadığımız birisine sadece mimikleri veya üzerindeki herhangi bir aksesuarı yüzünden sinir olabilir miyiz? Hangi duygu durumlarına aşinayız? Hangilerinden nefret etmekteyiz? Bazı sinsi niyetleri neden sadece biz anlarız? Niçin yeni tanıdığımız bir arkadaşımızın ona göre sıradan bir davranışı bizi pimpiriklendirir? Peki, neden bazen bazı insanların bize karşı olduğunu, hakkımızda kötücül düşüncelere sahip olduğunu, sırf sadece bizleri sinir etmek için böyle davrandığını ve düşmanca davranışlar sergilediğini düşünürüz?
Keşke bunları daha önce duysaydım dememek için bir dinle istersen.