1999 studio album by Candan Erçetin
POPULARITY
Ben Okurum, bu kez de bir psikoloji kitabıyla geliyor dinleyenlerin kulaklarına. Vücudunuz Hayır Diyorsa, Duygusal Stresin Bedelleri, yazarı Gabor Mate'nin beden-zihin birlikteliğinin göz ardı edildiği çağımızda hastalıklara bakış açımızı genişletmeyi, şifalandırmayı hedefleyen şefkatli yaklaşımıyla müthiş bir okuma zevki sunan bir çalışma. Başarır, bu zevki psikolog arkadaşı, Işığın Yolu kitabının yazarı Nilüfer Devecigil ile paylaşıyor ve sağlığımıza, çocukluğumuzu, travmalarımıza, stres kaynaklarımıza dair dolu dolu bir sohbet çıkıyor ortaya. Elbette kitaptan etkili satırlar da bu bölümde de yine Başarır'ın sesinden dinleyenlere ulaşıyor.
Başkan Trump'ın Körfez seyahatinin öncesine veya sonrasına İsrail ziyareti eklememiş olması Amerika'nın İsrail'le ilişkilerinin ‘sarsılmaz' imajının altını oyar nitelikte. Elbette mesele sadece ziyaret değil, Trump'ın Netanyahu'yla muhatap olmak istemediği şeklinde basına yansıyan haberler meselenin arkasında daha geniş bir hoşnutsuzluğun varlığına işaret ediyor.
Hafta başı itibariyle Türkiye yeni bir sürece girdi. PKK'nın kendisini feshetmesinin sağlanması ile beraber terörsüz Türkiye yolunda çok ciddi bir aşama da geçilmiş oldu. Elbette bu bir süreç yönetimi gerektiren uzun ve meşakkatli bir iş. Henüz her şey tamamen bitmiş değil. Son derece titiz ve dikkatli yönetilmesi gereken bir dönemdeyiz. Ancak gelinen noktanın son derece kıymetli olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Deniz Yüce Başarır, edebiyatımızın son dönem en sevilen yazarlarından biri olan Melisa Kesmez ile birlikte Arnavutluk'a uzanıyor bu kez de. Siyaset teorisyeni, akademisyen Lea Ypi'nin komünist rejim hüküm sürerken doğduğu ülkesi Arnavutluk'un, çok partili sisteme geçerken ve sonrasında yaşadığı çalkantıları “özgürlük” kavramını merkeze alarak anlattığı Özgür, Her Şey Parçalanırken Büyümek, roman gibi de okunabilecek çok zihin açıcı bir anı kitabı. Kesmez ile Başarır, kitapta anlatılanların ışığında ülkemizdeki çalkantıların çocuklar üzerindeki etkisini de tartışıyorlar. Bu edebi, insani, siyasi sohbeti kaçırmayın deriz. Elbette, metinden çarpıcı bölümler de yine seslendiriliyor.
Barış bir ürkek güvercin. Kırılgan! Sayın Bahçeli'nin ve Sayın Erdoğan'ın uzattığı barış elinin cevap bulması Türkiye'nin ve bölge halklarının geleceği için büyük bir şans. İllâki her savaş biter, her terör biter. Geride büyük acılar, kin bırakarak. Elbette bunlar bir kalemde mümkün olmaz ancak imkânsız değildir. Savaştan beslenen bütün iç-dış mihraklar çatışmayı körüklese de biyofil olmayı; yaşatan fikirlerin, tavırların, eylemlerin yanında durmayı bir Müslüman ve kadın olarak en büyük vazife sayıyorum. Terörsüz Türkiye projesiyle yaşatan tarafta olmak için kadınlara çok vazife düştüğü inancındayım.
Bu bölümde 23 Nisan vesilesiyle çocukluktan yola çıkarak "ilkler"i konuşuyoruz - çünkü çocukluk biraz da bu demek: her şeyi ilk kez yapıyor olmanın eşsiz büyüsü. Elbette yetişkinliğe dair de konuşuyoruz, yetişkinler olarak ilkleri nasıl deneyimlediğimizi, ilk takıntısının tehlikelerini anlamaya çalışıyoruz. Tabii ki sevdiğimiz kitapların ve filmlerin rehberliğinde.Bölümde adı geçen tüm kitap ve filmlerin listesini @1kitap1film.us instagram hesabımızda bulabileceğinizi hatırlatalım.Bu bölüme sponsor olarak bizi destekleyen vitruta'ya katkılarından ötürü çok teşekkür ederiz. vitruta.com'dan yapacağınız alışverişlerde, 1kitap1film kodu ile indirimsiz ürünlerde %20 indirim avantajından faydalanabilirsiniz. vitruta.com'dan yapacağınız alışverişlerde geçerli olacak 1kitap1film özel avantaj kodunu, ürünü sepete ekledikten sonra çıkan sayfadaki “hediye kartı veya indirim kodu” alanına ödeme işlemi öncesinde tanımlayabilirsiniz.Kapak görseli: Joyce Norwood, Best Friends (2012)
Sandıktan çıkan bir iradeyi “cunta” diye ilan etmek, cehaletin eseri değil bilinçli bir düşmanlığın eseridir. Cumhurbaşkanı Erdoğan anayasamıza göre aynı zamanda devlet başkanıdır. Elbette devlet başkanları da eleştirilebilir. Cumhurbaşkanımızın aynı zamanda AK Parti'nin Genel Başkanı olması hasebiyle daha fazla siyasi eleştirilere muhatap olması kaçınılmazdır.
Umut Sûresi: Rabbin seni asla yalnız bırakmaz. Umudunu asla yitirme. Geleceğe umut ve azimle yürü “Kuşluk vaktine ve iyice kararıp sakinleştiğinde geceye yemin olsun ki; Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı. Elbette işin sonu senin için öncesinden daha hayırlı olacaktır. Rabbin sana mutlaka lütuflarda bulunacak, sen de memnun olacaksın. Hani O, bir zamanlar seni yetim bulup barındırmamış mıydı? Seni şaşkın bir halde bulup sana yol göstermemiş miydi? Ve seni yoksul bulup zengin etmemiş miydi? O hâlde sakın yetimi ezme! Sana el açıp isteyeni de sakın boş çevirme! Rabbinin lütuflarını şükranla an” (Duhâ Sûresi).
Ortada kesinleşmiş bir mahkeme kararı yok. Elbette masumiyet karinesi her sanık için geçerli. İspat edilene kadar sadece iddialar üzerinden bakmak mecburi. Masumiyetin bir de müzesi var. Pek alakalı gibi görünmese de insan belirtmek ihtiyacı duyuyor. Kesin olan bir şey var ki ülkenin vakti ve enerjisi çalınıyor şu günlerde. Bunun için mahkeme kararı gerekmez. Açıkça görülüyor.
Fıtratın rubûbiyete tanıklığı: bezm-i elest “Hani Rabbin Âdemoğulları'nın bellerinden zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Buna şahitlik ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz. Yahut “Bizden önceki atalarımız Allah'a ortak koşmuştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesildik. Şimdi o bâtılı başlatanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin!” demeye kalkışmayasınız.” (A'râf 7/172-173).
Bu yıl yazı hayatımın 57. senesi. Bir hikâyeci olarak günümüz toplumuna hitap ederken “nasıl yazılmalı” meselesini göz ardı etmedim. Başta dil olmak üzere açık sözlü, anlaşılır ve samimi ifadeyi benimsedim. Aynı şekilde “ne yazmalı” konusunda kendi derdim kadar halkın derdini göz önünde bulundurdum. Her toplumcu yazarın meşrebi uyarınca bu tavırda olacağına inanıyorum. Başlangıçtan beri üzerinde durduğum konu “toplumsal değişme”dir. Elbette ki ben bir bilim adamı, sosyolog, tarihçi vb. değilim. Ancak en az onlar kadar “yaşanan hayat” ile ilgilendim. Türkiye nereden nereye gidiyor?
Bu kadarını beklemediğimi itiraf etmeliyim. Trump'ın ikinci devrinde ABD içindeki dengeleri kavramış olarak iktidâra geleceğini, daha itidalli bir siyâset yürüteceğini tahmin etmiştim. Elbette kendisinden radikal bâzı dönüşümler bekliyordum. Ama bunları zamâna yayacağını düşünüyordum.
Konumuz kaygı - zira kendisi tarafından kuşatılmış durumdayız, değil mi? Bu bölümde hem kaygıyla kendi ilişkimizi kurcalıyor, hem de kaygı ve korku arasındaki farkı anlamaya çalışıyoruz, bu müphem şeyi nasıl yöneteceğimize dair akıl yürütüyoruz. Elbette kitaplar ve filmlerin rehberliğinde.Bölümde adı geçen tüm kitap ve filmlerin listesini @1kitap1film.us instagram hesabımızda bulabileceğinizi hatırlatalım.Bu bölüme sponsor olarak bizi destekleyen vitruta'ya katkılarından ötürü çok teşekkür ederiz. Şubat ayı boyunca vitruta.com'dan yapacağınız alışverişlerde, 1kitap1film kodu ile indirimsiz ürünlerde %20 indirim avantajından faydalanabilirsiniz. vitruta.com'dan yapacağınız alışverişlerde geçerli olacak 1kitap1film özel avantaj kodunu, ürünü sepete ekledikten sonra çıkan sayfadaki “hediye kartı veya indirim kodu” alanına ödeme işlemi öncesinde tanımlayabilirsiniz.Kapak görseli: Eva Charkiewicz, Ghost Whisperer (2017)
Kendisini bazen çok güçlü görse de nihayetinde aciz bir varlık insanoğlu. Dedikodu, haset ve iftira gibi ahlâkî afetlere; hastalık ve yaşlılık gibi bedenî afetlere; deprem ve sel gibi tabiî afetlere maruz kalan ya da kalma riskiyle karşı karşıya olan bir varlık nasıl aciz olmasın ki! Peki, bu acziyeti karşısında onu dayanıklı ve dirençli kılacak en güçlü şey ne olabilir? Elbette ki Tanrı inancı. Zira O varsa, her şey anlamlıdır. O yoksa hiçbir şey anlamlı değildir. O varsa, meydana gelen her afetin ve her musibetin, künhünü tam olarak bilemediğimiz bir hikmeti vardır. Çünkü merhameti sonsuz olan bir Tanrı'nın, bunları kullarına acı çektirmek ve zarar vermek amacıyla yaratmış olması düşünülemeyeceğine göre, bunlar şimdilik idrak edemeyeceğimiz bazı hikmetlere binaen meydana gelmiş olmalıdır. İşte evreni yaratan ve yöneten bir Allah'a olan iman, insanın çare bulunmaz acziyetine metafizik bir anlam katarak onu rahatlatmaktadır.
Trump'ın resmen vazifesine başladığı devir teslim töreninde rakipleri olan sâbık Başkan Biden ve yardımcısı Kamala Harris de vardı. Trump bu toplantının resmi ve anenevî kod ve sınırlarını zorlayan bir konuşma yaptı. Taraftarları ve ekibi kendisini ayağa kalkarak coşkulu bir şekilde alkışladı. Biden ve Harris, bir iki yerde Biden'ın yüz hatlarında ufak tefek oynamaları ihmâl edecek olursak, bu anlarda hiçbir tepki vermediler. Elbette beklenen de buydu. İstisnâsı, bu ikilinin Trump'ın katıksız İsrâil taraftarı vurgularında tepkisiz duruşlarını bırakıp, ayağa kalkarak harâretli bir şekilde yeni Başkanı alkışlamalarıydı. O lâhza vaziyetin Ortadoğu, bilhassa da Filistin halkı için ne kadar ciddî olduğunu anlamıştım.
Ekrem İmamoğlu “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” diyerek Çağlayan'da mahkemeye ifade vereceği gün için herkesi eyleme çağırdı. Ümit Özdağ tutuklandıktan sonra taraftarları “kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet” sloganları atıyor, sosyal medyada sağa sola “haklıyız kazanacağız” yazıyor. Tersine dünya! Müteahhit Ekrem İmamoğlu, sosyalist şair Brecht'in dizelerinden esinlenerek kamu emekçilerinin eylemlerinde atılmaya başlanmış sonra tüm işçi sınıfına mal olmuş bir sloganı çalıyor. Karşı-devrimci Ümit Özdağ ise 1908 Hürriyet devriminin sloganına, Grup Yorum'un 1 Mayıs marşıyla dilden dile yayılan sözlere çökmeye çalışıyor. Bunların hepsi bizim sloganlarımız, işçi sınıfının, emekçilerin, devrimcilerin sloganları! Ne güzel işte sloganlarımız yayılıyor diye düşünemeyiz. Burjuvaların, gericilerin, faşistlerin sloganlarımızın içini boşaltmasından hoşnut olamayız.Biz pankartlarımıza “kahrolsun istibdad yaşasın hürriyet” yazdık, bu sloganı 1 Mayıs meydanlarında, sınıf mücadelesi meydanlarında haykırdık. Her zaman peşine kahrolsun emperyalizm ve Siyonizm diye ekledik! Başımıza geleceği biliyoruz çünkü… Ümit Özdağ, İttihat ve Terakki'ye sahip çıkıyor. Ama onun devrimci dönemine değil karşı-devrimci dönemine elbette. Yani İttiihat ve Terakki'nin Hürriyet devrimine yüz çevirip, işçi sınıfının grevlerini ve örgütlenmesini yasakladığı, Alman emperyalizminin himayesinde müstebit bir rejim kurduğu dönemine… Hakkını da veriyorlar doğrusu. Daha dün 2023 seçimlerinde istibdad rejiminin içişleri bakanı olmak için pazarlık eden o! Gazze'de soykırım sürerken İsrail Siyonizminin ekmeğine yağ süren Arap düşmanlığını pompalayan, her fırsatta iktidarı eleştiriyorum kisvesi altında Filistin davasını gözden düşürmeye çalışan o! Uğradığı haksızlığa karşı çıkarız ama bu adamı ve partisini asla hürriyet mücadelesinin bir bileşeni olarak görmeyiz. Sol içinde öyle görenlere de hayret ediyoruz.Ne yazık ki İmamoğlu işçi sınıfının ve solun sloganlarının içini boşaltmakta çok daha etkili. Kendisi hakkında istibdadın ısmarlamasıyla açılmış bir soruşturmaya karşı halkı ona destek vermeye çağırıyor. Görüntü bu. Ama içerik seçim mitingi! Kendi imzasıyla bir çağrı bildirisi yazıyor “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” diye söze başlayıp meseleyi, Cumhurbaşkanı adaylığındaki rakibini alt etmek için ortaya atılan ön seçime getiriyor. “Ya ben ya hiçbiriniz” demeye getiriyor. Elbette onun da uğradığı haksızlığın karşısındayız. Ama yüzüne taktığı maskeyle emekçi halkı kandırmasına da izin veremeyiz. O slogan kapitalizmin yaydığı bireysel kurtuluş hülyasını reddetmeyi anlatır.Peki onunla aynı kadraja gireceğim diye omuz omuza mücadeleye giren sosyalistlere ne demeli? Ekrem İmamoğlu'nun arkasına dizilen solcular en iyi niyetli yorumla bunu baskı rejimine karşı bir sorumluluk olarak görüyorlar. Oysa gerçekte CHP içindeki kavgada Mansur'un karşısında Ekrem'in safında dizilmiş oluyorlar. Aynı sosyalistlerin daha önce Ankara seçimlerinde de Mansur'un arkasında dizilmiş olmaları ise en hafif deyimle trajikomik. Yine itiraz edecekler biliyorum. “Tek adam” rejimine karşı, “faşizme” karşı diye başlayan aynı cümleleri duyacağız yine.Burjuvalar sloganlarımızın lafzını çalabilir, emekçi ve devrimci ruhunu asla! Biz alanlarda “kahrolsun istibdad yaşasın hürriyet” demeye devam edeceğiz. Arkasından Amerikan ve İngiliz emperyalizmine, Avrupa Birliği'ne lanet okuyacağız! Yıkılsın Siyonist İsrail diyeceğiz! Çünkü emperyalizmin gölgesinde bir hürriyet mücadelesi olmayacağını biliyoruz. Hürriyet işçilerle gelecek diyeceğiz. Çünkü işçi sınıfına güveniyoruz. İstibdada karşı “iş, aş, hürriyet” diyerek direnen Polonez işçisi, grev yasaklarını grevle yırtıp atan metal işçileri yüzümüzü kara çıkarmadı. Biz düzen muhalefetinin müteahhitleriyle değil geçmişte hangi partiye oy vermiş olursa olsun ekmeği için örgütlü mücadelede birleşen işçi ve emekçilerle birlikte haykıracağız: “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!”
Donald Trump, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanlık koltuğuna oturduğu 20 Ocak günü pek çok kararnameye imza attı. Kararnamelerden biri ABD'nin, Dünya Sağlık Örgütü'nden (DSÖ) ayrılmasını öngörüyordu. Trump'ın DSÖ'den ayrılma kararı, DSÖ'yü finansal açıdan zayıflatacağı ve böylece küresel sağlık göstergelerini olumsuz etkileyeceği gerekçesiyle pek çok örgüt ve yorumcu tarafından eleştirildi. Oysa ABD, sağlık alanında da dünya halklarına en büyük tehdit konumunda. Dolayısıyla Trump'ın bu hamlesini dünya halkları fırsata çevirmelidir.Sovyetler Birliği ve diğer işçi devletleri dağıldıktan sonra ABD, DSÖ'ye yön veren esas aktör haline gelmiştir. 2024-2025 bütçesinde ABD, yaklaşık 1 milyar dolar katkıyla en yakın rakibi ülke olan Almanya'yı üçe, sonraki ülke olan Çin'i ise beşe katlamaktadır. ABD'nin DSÖ içinde finansal liderliği ortadadır. Ama mesele bununla kalmaz. ABD sermayesinin sağlık alanında ana yönlendiricisi olan Gates Vakfı'nın (aşıda patent haklarının yılmaz savunucusu Gates Vakfı'nın kuruluşu GAVI ile birlikte) bağış miktarı ise 1,2 milyar dolardır. Buna Dünya Bankası, Rotary Vakfı gibi ABD politikasına destekçi kuruluşları da eklersek toplamın DSÖ'nün bütçesinin neredeyse yarısına tekabül ettiğini görürüz. Bu kuruluşların hiçbiri DSÖ'ye hayrına bağış yapmıyor. Amerikan sermayesinin, sağlığı kendine temel almış temsilcilerinin kârlarını arttırmak ve bu döngüyü sürdürmek için yapıyorlar.Çok geçmişe gitmeye gerek yok. Covid-19 pandemisi tüm gerçekliği bir kez daha gözler önüne serdi. Covid-19'a karşı olabildiğince hızlı, etkili ve patent hakları olmayan bir aşı geliştirmek için oluşturulan bilgi havuzuna ABD ve yandaşları tek bir bilgi aktarmadı. Aşı bulunduktan sonra da zengin ülkeler aşıları depoladığı ve aşılar çok pahalı olduğu için zengin olmayan ülkeler aşıya zamanında ve yeterince ulaşamadı. Tahminlere göre eğer aşıda patent olmasa ve dünyaya eşit şekilde dağıtılabilseydi Covid-19'dan ölen insanların en az 500 bini -muhtemelen çok daha fazlası- kurtarılabilecekti. İlaç şirketleri milyarlarca dolar kazanırken dünya kaybetti.Ancak Trump'ın DSÖ'den ayrılma hamlesini, yürüttüğü genel politikasından ayrı düşünmemeliyiz. Bunu, Çin'i dünyadan yalıtma politikasının sağlıktaki izdüşümü olarak görmek gerekir. Trump gerçekten DSÖ'den ayrılır mı bilinmez ama ABD, sağlığı piyasacı yönde yönlendirmekten geri duramaz. ABD burjuvazisi, Gatesgiller buna müsaade edemez. O nedenle yüksek ihtimalle Trump'ın bu hamlesi, DSÖ yönetimini ve DSÖ'nün yardımına şimdilik muhtaç ülkeleri Çin'in nüfuzundan uzaklaştırıp tehditle yanına çekme hamlesidir.ABD'nin yürüttüğü politikalardan hiçbir çıkarı olmayan dünya halkları Trump'ın DSÖ'den çıkma kararını fırsata çevirip patent anlaşmalarını yırtıp atarak, yüksek teknolojiye sahip Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerin başı çektiği, diğer yoksul ülkelerin destek vereceği bir dayanışma ağı/kuruluşu kurup aşı, ilaç vb. tıbbi malzemeleri üretmek için gerekli bilgi ve teknolojiyi en kısa zamanda elde edecekleri süreci başlatıp, ABD'den bağımsız olarak kendi kaderlerini çizmelidir. Elbette, zengin ülkelerin dışında kalan dünyanın kendi başına burjuvazinin iktidarı altında emperyalizmden kurtulma atılımı yapamayacağı açıktır. Yapılması gereken, işçi devletleri kurulması ve bunların dayanışma içinde kurtuluşa doğru yürümeleridir.
İyi Ki Podcast'in bu bölümünde "unutma" olgusunu konuşuyoruz birlikte. Elbette hatırlama çatısı ile birlikte. Hatırladığımız şeyler, unutmaya karar verdiklerimizle ve istem dışı unuttuklarımızla da şekilleniyor. Unutmak ve hatırlamak bir nehrin iki kıyısı gibi. “İnsan hatırlamak mı ister, yoksa unutmak mı?" Bu bölümü hazırlamak için aklıma düşen ve bölüme ilham olan soru buydu. Neden unutuyoruz? Neleri hatırlıyoruz? Hafızamız mesela hangi anıları saklıyor? Neye göre saklıyor? Hangilerini siliyor ve niye silmek istiyor?Hafıza araştırmacısı Elizabeth Loftus'un unutmanın neden meydana geldiğine ilişkin ortaya koyduğu dört temel teoriyi de inceliyoruz bu bölümde. Bir taraftan dikkatimizi ölçtüğümüz Türk lirası ve İsviçre frangı pratikleri yaparken, diğer taraftan Ebbinghaus Unutma Eğrisi'ni yatırıyoruz masaya.Hadi gelin birlikte düşünelim.İyi ki Podcast'in diğer bölümlerini de dinlemek için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz:https://open.spotify.com/playlist/5bHVefMy6JpOCm2sBbGZPP?si=203565b7bccd4d4d&nd=1&dlsi=583a0678adb146c1İyi Ki Podcast WhatsApp grubuna katılmak için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz:https://chat.whatsapp.com/BwOcT0MYeQM1m83fzaqEs1Benay Durmaz Günerwww.iyikipodcast.cominstagram.com/iyikipodcasthttps://www.linkedin.com/company/iyikipodcastDigiHead Media#unutmak #unutmateorisi #iyikipodcast #türkçepodcast #podcastdinle #digiheadmedia #yunusemre #isviçrefrangı #ebbinghaus #hermannebbinghaus #elizabethloftus
"İman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz. Onları işlediklerinin daha güzeliyle mükafatlandıracağız." (Ankebut 7) “Ayet, amellerin imandan maksûd olan, gaye edinilen şeye dâhil olduğunu gösterir. Çünkü günahların bağışlanması ve amellerin en güzeli ile mükâfaatlandırılması işi, Sâlih amellerin işlenmesi şartına bağlanmıştır. Çünkü ameller, imanın meyvesidir. Bunu şöyle bir misalle açıklayabiliriz: Bu, tıpkt meyve veren bir ağaca benzer. O ağacın damarlarının ve dallarının ağaçtan olduğunda şüphe yoktur. Fakat yerden çektiği su ve etrafını çevreleyen o toprak ağaca dahil değildir. Fakat meyvesi, ancak kendisine dahil olmayan bu su ve toprak sayesinde elde edilmiştir. İşte iman ile amel-i salih münasebeti de böyledir. Hem sonra o ağacın etrafını, işe yaramaz otlar, zararlı dikenler sararsa, meyve mutlaka az olur. Eğer bunlar büsbütün o ağaca hükümran olur, onu mağlub ederlerse, ağacın hiç meyvesi olmaz ve ağaç kurur. İşte günahlar da imana bu tesiri yapar. Amel-i sâlih, kendi kendine bakî kalamaz. Çünkü o bir arazdır, cevher değildir. O, âmili (yapanı) ile de kalamaz. Çünkü Cenâb-ı Hakk, onu yapanın (kulların) helak olacaklarını bildirmiştir ve "Allah´ın zâtı dışında herşey helak olacaktır" (k&mb, se) buyurmuştur. Binâenaleyh amel-i Salih´in bakî oluşunun, mutlaka bakî olan birseyden dolayı olması gerekir. Fakat bakî olan, sadece Allah´ın zâtıdır. Çünkü Cenâbn Hak, "Allah´ın zâtı dışında herşey helak olacakhr" buyurmuştur. Binâenaleyh o amelin bakî kalabilmesi ve sâlih olabilmesi için, Allah rızası uğrunda yapılmış olması gerekir. Allah rızası için olmayan şeyin ise, ne kendisi, ne yapanı ve ne de uğruna yapıldığı şey ile bakî kalamaz, dolayısıyla da sâlih amet olamaz, O halde amel-i sâlih, mükellefin, sırf Allah rızası için yaptığı şeylerdir. Sâlih ameller "yükseltilir". Çünkü Cenâb-ı Hak, "Amel-i sâlihi (hoş kelimeler) yükseltir" (Fâtır, 10) buyurmuştur. Fakat amel-i sâlih, kelime-i tayyibe (kelime-l tevhid, yani iman) ile yükselir. Mükelleflerin amelleri üç kısma ayrılır: Tefekkürü, inancı ve tasdiki demek olan, kalbinin amelleri; zikri ve şahadeti demek olan, dilinin amelleri; taatı ve ibadeti demek olan, uzuv ve bedenlerinin amelleri. Binâenaleyh bedenî ibadetler, kendi başlarına değil, ancak diğerleri sayesinde yükselebilirler. Doğru söz ise, ayette de beyan edildiği gibi, kendi kendine yükselebilir. Kalbin ameli demek olan tefekkür ise, ona İner. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah, en yakın semaya iner ve "Yok mu bir tevbe eden, tevbesini kabul edeyim" diye nida ecfer. "Tevbe eden", kalbi ile pişmanlık duyandır. Yine, Hz. Peygamber (s.a.s) "Allah Azze ve Celle, buyuruyor ki: "Ben, kalbi kırık ve mahzun olanların yanındayım” yani "Kendi aczini ve Benim kudretimi, kendi önemsizliğini ve Benim azametimi düşünenlerin yanındayım" demiştir. Bu, aklen de böyledir. Çünkü kim, Allah´ın nimetleri hususunda tefekkür ederse, Allah´ı bulur ve O´nu zihninde tutar. Burada bahsedilen "daha güzel mükâfaat", cennet dışında bir mükâfaattır Çünkü mü´min cennete imanı sayesinde girecektir. Çünkü cennet onun kötülüklerini örter. Kötülükleri örtülmüş olan kimse ise cennete girer. O halde "en güzel (daha güzel) mükâfaat" cennetten başka birşey olup, bu da hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir insanın aklına gelmeyen birşeydir. Bunun rü´yetullah (Allah´ı görme) olması, uzak bir ihtimal değildir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz diğer aylara göre şaban ayında daha çok ibâdet ve taatte bulunurlardı. “Şaban benim ayımdır.” ve “Şaban günahları temizleyendir” buyurarak bu ayın kadrini yüceltmişlerdir. (Keşfü'l Hafâ) Hz. Enes (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.)'in oruçların en üstünü hangisidir? sorusuna cevâb olarak: “Oruçların en üstünü Ramazan-ı şerîfe ta'zîm ve hürmet için Şa'ban ayında tutulan oruçtur” buyurduklarını beyân eylemiştir. Abdullah (r.a.)'in bildirdiği Hadîs-i Şerîf'te: “Şa'ban ayının son pazartesi günü oruç tutanın günahları mağfiret olunur.” buyurdu. Hz. Âişe (r.anhâ)'nın,; “Ben, Resûlullâh (s.a.v.)'i Şa'bân-ı şerîften daha çok, herhangi bir ayda oruç tuttuğunu görmedim” diye buyurmuştur Şa'ban kelimesinde beş harf vardır: Şın, Ayn, Be, Elif ve Nûn. Ş harfi şerefi, Ayn harfi ulviyyeti, yüksekliği, B harfi birri, ihsanı, Elif ülfeti, Nûn ise nuru göstermektedir. Bütün ihsanlar bu ayda, Allâhü Te'âlâ'dan kullara bahşedilmiştir. Şa'ban öyle bir aydır ki, onda hayırlar açılır, bereketler iner, hatâlar terk olunur, günâhlar örtülür.Bu ayda Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e çok salâvâtı şerîfe getirilir. Şa'ban ayı, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e salâvat ayıdır. Nitekim Allâhü Te'âlâ: “Elbette ki Allâhü Te'âlâ ve melekleri peygamberi üzerine salât ederler. Ey îmân edenler! Siz de ona salât ve selâm okuyun” (Ahzab s. 56) buyuruyor. Şa'bân-ı şerîfte okunacak duâ: Allâhümme bârik lenâ fî şa'bân ve belliğnâ ramazân vahtim lenâ bi'l-îmân ve yessir lenâ bi'l- kur'ân. (Bu duânın, sayı sınırı olmamakla beraber, Şa'bân-ı şerîf boyunca günde 100 defa okunmasında fazîlet vardır.)Şa'ban-ı şerîf duâları: İlk on (10) gün: “Yâ latîfü celle şânühü” İkinci on (10) gün: “Yâ rezzâku celle şânühü” Son on (10) gün: “Yâ azîzü celle şânühü” (Ömer Muhammed Öztürk, İbâdet Takvimi ve Duâlar, s.55)
Suriye kuzeyinde YPG/PKK için sadece iki seçenek olduğunu defalarca yazmıştık. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Türk yetkililer ve Suriyeli yetkililer de bu iki seçeneğin altını çizdiler: YPG/PKK ya silah bırakacak ve Şam'ın idaresi altına girecek, ya da Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye güçleri bölgeye operasyon başlatacak. Üçüncü bir yol yok mu? Elbette var: YPG/PKK devletinin kurulması, federasyon, özerklik, eyalet, kanton yapılanması, sorunun çözümsüzlüğe terkedilmesi ve daha birçok seçeneği “Üçüncü Yol” başlığı altında toplayabiliriz.
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “Onlar ellerindeki Tevrât ve İncîl'de özelliklerini yazılı buldukları o elçiye, okuma yazma bilmeyen o Peygamber'e uyarlar. Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten sakındırır; iyi ve temiz şeyleri onlara helâl, pis şeyleri ise haram kılar, daha önce üzerlerinde bulunan ağır yükleri indirir, sırtlarındaki zincirleri çözer. Ona îmân eden, onu destekleyen, düşmanlarına karşı ona yardım eden ve kendisine indirilen nûra uyan kimseler, kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir. Şöyle de: “Ey insanlar! Elbette ben, göklerin ve yerin sahibi olan, kendisinden başka ilâh bulunmayan, dirilten ve öldüren Allâh'ın hepinize birden gönderdiği elçisiyim. Öyleyse Allâh'a îmân edin, Allâh'a ve O'nun sözlerine îmân eden o ümmî Peygamber'e de îmân edin. Ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A'râf s. 157-158) Allâhü Teâlâ bir başka ayette de şöyle buyurdu:* “Allâh'ın, senin kalbine koyduğu rahmet sâyesinde onlara yumuşak davrandın. Şayet kaba, katı kalpli olsaydın, insanlar etrafından dağılıp giderlerdi. O hâlde onları affet, Allâh'ın onları bağışlamasını dile. Karara bağlanacak işlerde onlara danış. Kesin kararını verince de, yalnız Allâh'a tevekkül et. Çünkü Allâh kendisine tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân s. 159) Dahhâk ibni Müzâhim (r.a.)'in şöyle demiştir: “Bu ayette Allâhü Teâlâ, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'i mü'minlere merhametli, şefkâtli ve yumuşak huylu kıldığını söylemek suretiyle onlara olan iyiliğini hatırlatmaktadır. Şayet Peygamber (s.a.v.) Efendimiz kaba ve kırıcı biri olsaydı, etrafındaki insanlar dağılıp giderdi. Böyle bir şey olmaması için Cenâb-ı Hâkk, O (s.a.v.)'i hoşgörülü, yumuşak, güler yüzlü, nâzik ve şefkâtli bir insan olarak yarattı.” Yine Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “Böylece, siz bütün insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun diye sizi ölçülü ve dengeli bir ümmet yaptık.”* (Bakara s. 143) (Kâdı İyâz, Şifâ-i Şerîf, c.1, s.93-94)
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Hollanda Helsinki Komitesi tarafından yürütülen, Avrupa Birliği tarafından desteklenen "Ayrımcılığa Karşı Birlikte Projesi" kapsamında hazırlanan Gündem Eşitlik'in bu bölümünde Somalili Muhammed İsa konuğumuz oldu. Somalili Muhammed İsa dükkânının ismi yüzünden baskı gördü. Ankara Kızılay'da açtığı mekânının kapısından ayrılmayan kolluk kuvvetleri yüzünden kapattı. Türkiye'de tanıştığı Somalili eşini ve yine Türkiye'de doğan çocuklarını aldı Somali'ye kendi rızasıyla döndü. Elbette zorunda bırakılan bir gidişti, çünkü “başına bir şey gelmesinden” endişe etti. Muhammed Gündem Eşitlik'e Somali'den katıldı. Başına gelenleri akıcı Türkçesi'yle anlattı. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices
Belki kölelerinden biri olarak… Belki de o bayram günü meraklı gözlerle olanı biteni izlemeye gelmiş, alanı doldurmuş halktan biri olarak… O ana şahitlik etmeyi çok isterdim. “Ben Senin Allah'ından büyüğüm” diyen Firavun'un yüzünü görmek için mi? Hayır. Sihirbazların bütün hünerlerinin çöpe gittiğine şahitlik etmek için mi? Elbette hayır. Hz. Musa'nın “yazık size! Allah hakkında yalan uydurmayın! Sonra O, bir azap ile kökünüzü keser! İftira eden muhakkak perişan olur” diye haykırdığını kulaklarımla duymak için mi? Hayır. Allah'ın her şeye yeten gücünü ve her şeyi kapsayan kudretini iki kolumu iki yana açarak karşılamak ve “Sana güveniyorum, Senden başkasına güvenilmeyeceğini biliyorum, Senin kudretinin her şeye yeteceğini biliyorum” diyebilmek için.
Geçmişin mirasına sırtını dayayan on binlerce kişi var bu ülkede. Biz eskiden şöyle başarılı bir firmaydık, biz böyle şampiyon bir şirkettik diye anlatıp duruyorlar. İyi ama kocaman bir eee sorusu var burada. EEE işte şimdi bu işleri yapamıyoruz çünkü üzerimize komplolar kuruyorlar. Bu hafta geçmişin mirasına sırtını dayayanlar hakkında konuştuk. Kendi yolunda olan hiç kimsenin hangi kökenden gelirse gelsin bu tarz cümleler kuracağına ben inanmıyorum. Bizler her şeyi geride bırakmayı göze alabilen kişiler olarak geçmişin miraslarını, sorunlarını ve bize yaşattıklarını da geride bırakabiliyoruz. Elbette insanız düşüyoruz. Ama kalkıp ilerlemeyi de biliyoruz. Başarısızlık da bizim başarı da bizim. Düşürseler de bizi bu hayat yolunda toparlanmak zorundayız. Çünkü kendi yolunda olmak bu hayatın yalnızca kendinin olduğunu bilen olmaktır.
Bir süreden bu yana ana gündem maddesi enflasyon ve faizler olduğu için ben de sürekli olarak bu konulardaki gelişmeleri ve beklentileri köşeme taşıyorum. Dönem dönem de öngörülerde bulunarak ilgililere süreç hakkındaki görüşlerimi iletmeye çalışıyorum. Elbette olumlu-olumsuz eleştiriler ve itirazlar geliyor. Eleştirileri bir kazanım olarak gördüğümü samimiyetle belirtmek isterim. Ancak son dönemde eleştirilerin önemli bir kısmı yerini teşekkürlere bıraktı. Zira geçen yıl boyunca yazdığım tüm yazılarda hem döviz kuru ile ilgili hem TL'nin reel olarak değerli kalmaya devam etmesi süreci ile ilgili hem de faiz indirimlerinin zamanlaması ve oranı ile ilgili oldukça isabetli olduğu ifade edilen öngörülerim oldu.
Tüm dünyada bir edebiyat fenomeni haline gelen İrlandalı yazar Sally Rooney'nin mucizesini çözmenin peşinden giden bir bölümle karşınızda bu kez “ben okurum”. Deniz Yüce Başarır, youtube kanalındaki kitap ve film yorumlarıyla çok sevilen, stand-up'ı ve kitabıyla da tanınan Melikşah Altuntaş ile yazarın son romanı İntermezzo hakkında bir sohbete imza atıyor. Elbette bu sohbet, söz konusu Rooney olduğu için, edebiyattan fenomen olmaya, hayranlık duygusundan linç kültürüne de kadar da uzanıyor. Ve romanın can alıcı bölümleri de yine Başarır tarafından seslendiriliyor.
Uzun süredir beklediğimiz, Merkez Bankası'nın da yazılı ve sözlü yönlendirmelerle işaret ettiği Aralık ayı Para Politikası Kurulu (PPK) Toplantısı'nın kararını bugün 14.00'te göreceğiz. Hatırlayacağınız üzere bir süreden bu yana köşe yazılarımda ben de Aralık ayı PPK toplantısını işaret ederek beklediğimiz faiz indirimlerinin başlayabileceğini ifade ediyordum. Elbette piyasada böyle bir beklenti oluşmasının ana nedeni Merkez Bankası'nın Kasım ayındaki PPK'dan bu yana attığı adımlar. Kısaca süreci hatırlatayım.
Yeni yıl yaklaşırken bilmem içinizde bir heyecan var mı… Elbette yeni yılla birlikte dünya, güneşin etrafında olanca düzeniyle dönmeye devam ediyor; ancak şunu da biliyoruz ki insanoğlunun zamanı ölçümleyebilmek ve hayatı kolaylaştırabilmek için koyduğu bu zaman çizelgesi ile biten koca bir yıl ve de önümüzde yepyeni bir yıl var. Yeni olan her şey gibi haliyle yeni yılın da getirdiği bir heyecan ve bir umut var. Bu heyecanla oturduğumuz ve podcast kaydı boyunca bolca gülüştüğümüz 20. bölümümüzü huzurlarınıza sunarız. Hem ne demişler, 'yeni yıla nasıl girersen öyle geçermiş!'. Müsaade ederseniz biz buna biraz inanmak istiyoruz. :) Yeni yıl konulu podcast bölümümüzü dinlerken umarız ki keyif alırsınız. Unutmadan, şimdiden iyi seneler!✨ #podcast #yeniyıl #2024 #2025 #yılbaşı #newyear #iyiseneler #happynewyear
Manda sistemi 1919'da ortaya çıktı. Bu yeni yönetim tarzı, 19. yüzyılda nihaî aşamaya ulaşan müstemleke sisteminin yeni bir biçimidir fakat yeni sistemin farkları kâğıt üzerinde de olsa son derece önemlidir. 19. yüzyılda Avrupa ülkelerinin kolonilerde uyguladığı şiddet kötü bir şöhrete sahipti ve emperyal merkezler de dâhil olmak üzere, çoğunluk koloni sistemine nefretle yaklaşıyordu. Elbette çoğunluğun bu nefreti kendi başına belirleyici bir faktör değildi. Fakat nihayetinde Osmanlı coğrafyasında manda ve himaye rejimleri kuruldu. 1919'da hem İngiltere hem de Fransa Filistin ve Suriye'de manda sistemini tesis ettiler. Özellikle manda yönetiminde kolonyal hâkimiyetin eski biçimlerine yer verilmeyeceği taahhüt edilmişti. Yeni olan buydu.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'i en güzel tasvîr edenlerden biri Hz. Ali (r.a.) idi. Hz. Ali (r.a.), Resûl-i Kibriyâ (s.a.v.)'in yürürken ayaklarını yerden kuvvetlice kaldırdığını söylüyor. Fahr-i Cihân (s.a.v.) Efendimiz'in amcasının oğlu Abdullah ibni Abbâs (r.a.) de, onun güçlü kuvvetli olduğunu, bu sebeple hareketlerinin de son derece canlı olduğunu söylüyor; onun kesinlikle tembeller gibi gevşek, yorgun ve bitkin şekilde hareket etmediğini belirtiyor. Sultân-ı Enbiyâ (r.a.)'in yürüyüşünü tasvir edenlerden biri de Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)'den Ebû İnebe el-Havlânî (r.a.)'dir. Ebû İnebe (r.a.) İki Cihan Güneşi (s.a.v.)'in yürüyüşünü târif ederken âdetâ kayayı yerinden sökercesine sert bir edâ ile yürüdüğünü ifâde ediyor. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in yüce şahsında Allâh (c.c.) vergisi olan bir heybet, mehâbet ve vakâr vardı. Bundan dolayı onu ilk defa görenlerin kalbinde önce bir ürperti hâsıl olurdu. Fakat kendisiyle bir süre kalıp onu yakından tanıyanların gönlünde ona derin bir muhabbet uyanırdı. Böylece kendisini tanıyan her mü'min, onu kendi canından, anasından, babasından, çocuklarından, kısacası bütün insanlardan daha çok severdi. Fahr-i Cihân (s.a.v.) Efendimiz'in eşsiz güzelliğini anlatan, onun benzersiz ahlâkından söz edenler; kendisini tanımadan önce de, tanıdıktan sonra da gönülleri fetheden öyle bir güzel kişi, öylesine güzel ahlâklı birini görmediklerini anlatırlardı. Elbette bunda şaşılacak bir şey yoktur. Zira Allâhü Teâlâ onun kadar güzel bir kulu, onun kadar güzel ahlâklı bir insanı yaratmamıştır. (İmâm Tirmizî, Şemâil-i Şerîf, c.1, s.59-61)
*9 TEVBE SÛRESİ 60-70 MEALİ N113 M009 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile 60 Allah'tan bir farz olarak sadakalar, ancak fakirlere, düşkünlere, onun üzerinde çalışan (memur)lara, kalpleri ısındırılacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda (cihat edenlere) ve yolculara aittir. Allah her şeyi bilen hükmünde hikmet sahibi olandır. 61 Onlardan bazısı peygambere eziyet ederler ve "O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır" derler. De ki: "O sizin için hayırlı bir kulakdır. Allah'a iman eder, mü'minlere inanır ve sizden iman edenler için bir rahmettir. Allah'ın Rasülüne eziyet edenlere acıklı azap vardır. 62 Sizi hoşnut etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer iman ediyorlarsa Allah'ı ve Rasülü'nü hoşnut etmeleri daha doğrudur. 63 Bilmedilermi ki, kim Allah'a ve Rasülüne karşı gelirse, onun için, içinde ebedi kalacağı cehennem vardır. İşte bu büyük bir rüsvaylıktır. 64 Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin indirilmesinden korkarlar. De ki: "Siz alay edin. Allah sizin korktuğunuzu (ortaya) çıkaracaktır.” 65 Eğer onlara sorsan: "Elbette biz (söze) dalar ve şakalaşırız" derler. De ki: "Allah'la, onun ayetleri ile ve Rasülü ile mi eğleniyorsunuz?" 66 Özür dilemeyin. Siz, iman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz. Eğer sizden (tevbe eden) bir grubu afvetsek bile, suçlu olmaları sebebiyle diğer guruba azap edeceğiz. 67 Münafık erkeklerle, münafık kadınlar birbirlerindendirler. Kötülüğü emrederler, iyiliği yasaklarlar ve ellerini kapatırlar (cimrilik yaparlar) Onlar, Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu (unutulmuş muamelesi yaptı.) Şüphesiz münafıklar, fasıkların ta kendileridir. 68 Allah, münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere orada ebedi kalmak üzere cehennemi va'detti. Cehennem onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir ve onlar için devamlı azap vardır. 69 Sizden öncekiler gibisiniz; onlar, kuvvetçe sizden daha güçlü idiler. Mal ve evlat yönünden daha çok idiler. Onlar, nasipleri kadar faydalandılar. Sizden öncekilerin nasipleriyle faydalandıkları gibi siz de nasibinizden faydalandınız. (Batıla) dalanlar gibi siz de (batıla) daldınız. İşte onlar, amelleri dünyada ve âhirette boşa gidenlerdir. İşte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir. 70 Onlara kendilerinden öncekilerin, Nuh, Ad, Semud, İbrahim'in kavmi, Medyen halkı ve Mü'tefikat'ın (Lût'un darmadağın olan kavminin) haberi gelmedi mi? Onlara peygamberleri açık delillerle gelmişlerdi. Allah onlara zulmetmedi. Ancak onlar kendilerine zulmetmişlerdi. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/tevbe-suresi-60-70-tefsiri
Türkiye, bazı özel hastanelerin yenidoğan yoğun bakımlarında SGK'dan (Sosyal Güvenlik Kurumu) daha fazla para almak için bebeklerin canlarını hiçe sayan bir organize çetenin açığa çıkartılmasıyla çalkalandı. Sağlıkta özelleştirmenin halkın sağlığını nasıl gasbettiğini acı şekilde yaşamış olduk. Yorgan gitti, yani çete yakalandı ama kavga bitmiş değil. Çünkü kavganın esas muhatabı böyle bir vicdansızlığı yaptırabilecek ortamı yaratan, amacın yalnızca kâr etmek olduğu özelleşmiş sağlık ortamı. Türkiye'de sağlık alanında özel hastanelerin varlığı uzun zaman önceye dayanıyor. Ancak esas 1980'lerden itibaren sayıları artmaya başlıyor. Serpilip gelişmeleri ise 2000'lerin başında oluyor. AKP iktidar olduktan sonra, amacı sağlık emekçilerinin örgütsüzleştirilmesi ve sağlığın özelleştirilmesi olan “Sağlıkta Dönüşüm Programı”yla beraber özel hastanelerde yapılan işlemlere SGK ödeme yapmaya başladı. Yani kamunun parası, özellere aktarılmaya başlandı. Türkiye'de 2000'lerin başından günümüze özel hastane sayısı iki katından fazla arttı; hastane yataklarının beşte biri özelde ve çoğu nitelikli yataklar; yenidoğan yoğun bakım yataklarının yarısından fazlası özelde. Her yıl özel hastanelere aktarılan paralar da çığ gibi artıyor. Özel sağlık sektörü, devlete getirdiği mali yük ve halk sağlığına karşı tehdit olmasının yanında sağlık emekçilerinin kötü çalışma koşullarına sahip olduğu bir sektör. Doktorların bile bordrolu şekilde çalışamadığı, pek çok hak gasbına uğradığı; keza doktor olmayan sağlık emekçilerinin asgari ücret ve ona yakın ücretler aldığı, çalışma şartlarının çok ağır olduğu bir sektör. Ancak böyle gelmiş böyle gitmez diyen örnekler de yok değil. Özelleşmiş sağlığın panzehiri sağlıkta kamulaştırmadır. Kamulaştırmayı gündeme taşımanın yolu da emekçi halkın ücretsiz ve nitelikli sağlık hakkı için mücadele etmesi kadar, özel hastanelerde sendikal örgütlenmeden geçiyor. Bu yönde son yaşanan örnek olan Özel Lokman Hekim Van Hastanesi'nde çalışan sağlık emekçilerinin mücadelesi üzerinde özellikle durmak gerekli. Özel Lokman Hekim Van Hastanesi'nde çalışan sağlık emekçileri asgari ücret düzeyinde ücretler ve kötü çalışma koşullarına dur demek için Türk-İş'e bağlı Sağlık-İş sendikasında Ağustos ayı ortasında örgütlenmeye başlamış. Birkaç günde sendikaya üye sayısı yüzü aşmış. Bunu haber alan özel hastane patronu 7 öncü işçiyi “performans düşüklüğü” bahanesiyle işten atarak karşılık vermiş. Elbette atılan işçi kardeşlerimiz yılmamış, patrona karşı sendika aracılığıyla hukuki mücadele başlatmışlar. Aynı zamanda eylemlerinin görünür olması için hastane önüne sendika çadırı kurmak istemişler. Ancak çadır kurma girişimleri valilik tarafından engellenmiş. Bu süreçte patron üç işçiyi daha atmış. Patron, işçilere sendikal haklarından vazgeçmeleri için türlü teklifte bulunmuş ama işçiler bu teklifleri ellerinin tersiyle itmiş ve sendikaya üye olma hakkının ihlali nedeniyle açtıkları işe iade davalarından vazgeçmemiş. İşçilerin mücadelesi hâlen devam ediyor. Devlet, bakanlık, patron bir olmuş işçiyi, emekçiyi sefalete mahkûm ediyor, anayasada açıkça yazan hakkını gasbediyor. Bugün için sermaye tarafı güçlü, emek cephesi zayıf. Biz işçiler, emekçiler olarak mutlaka Birleşik İşçi Cephesi'ne yığınak yapmalıyız. Ama bu yalnızca işçilerle olmaz. Konfederasyonlar, Türk-İş, DİSK ve Hak-İş ortak hareket edeceklerini açıklamıştı. Bunun gereği özel sağlık alanında yapılmalı. Bu alanda örgütlenme yürüten sendikalar, Sağlık-İş, Dev Sağlık-İş ve hatta Öz-Sağlık-İş sendikalaşmayı en öncelikli mesele olarak görüp eylemde birliği esas almalı. Bunlara emek meslek örgütleri de destek vermeli. Mücadele alanlarında “Sendika haktır, engellenemez!” sloganının yanında mutlaka “Sağlıkta özelleştirme ölüm demektir!” ve bunun gereği olarak “Özel hastaneler kamulaştırılsın!” sloganları da eşlik etmeli
Deniz Yüce Başarır, Ben Okurum'un bu bölümünde dinleyicilerini Berlin'e doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Sanat eleştirmeni Kirsty Bell'in genel okura hitap eden ilk kitabı olan ve onu aniden bir edebiyat yıldızı haline getiren Dip Akıntıları'nın izinden giden bu yolculukta Başarır'a, yıllardır Berlin'de yaşayan edebiyat ajanı ve yazar Barbaros Altuğ eşlik ediyor. Bell'in yeni taşındığı apartman dairesindeki su sızıntısından yola çıkarak kurduğu anlatı, şehrin tarihine, travmalarına, yaşadığı tüm şiddete ve politik çalkantılara uzanıyor. Bir yanıyla kişisel, diğer yanıyla da gerçek bir araştırma kitabı olan Dip Akıntıları hakkındaki bu sohbet sayesinde hem birçok yeni bilgiye ulaşacak hem de kendi şehrinize başka bir gözle bakmaya başlayacaksınız. Elbette her zaman olduğu gibi Başarır'ın seslendirdiği bölümler de kitabı okuma isteği uyandıracak.
Kim haklı, kim suçlu?Öyle binlerce sene geriye gitmeye gerek yok, Hamas iktidara geldiğinde Filistin meselesi yaklaşık 60 senelikti. Bugün dört dönüm noktasından bahsedeceğim: İngiliz mandası, İsrail'in kuruluşu, İsrail'in sınırlarını genişletişi ve gerçekleşmeyen bir barış süreci. Elbette bu dönüm noktalarını ben seçtim ve kendime göre yorumladım. Birkaç farklı bakışla tanışıp kendinize göre bir sentez yaparsınız, aşağıda listelediğim kitaplara da bakıverin sevgili fularsızlar.Konular:(00:15) Milletle tartışmaya girmeyin(03:40) 1917: Balfour Açıklaması(09:05) 1948: Mülteci Krizi(12:05) 1967: Yerleşkeler(14:25) 1993: Barışa gidemeyen yol(16:30) Patreon teşekkürleriKaynaklar:AnketlerKitap: Redrawing the Middle East (2018)Kitap: The Balfour Declaration: The Origins of the Arab Israeli Conflict (2010)Kitap: A Peace to end all Peace: The Fall of the Ottoman Empire (1989)Kitap: The Israel Lobby and U.S. Foreign Policy (2006)------- Podbee Sunar -------Bu Podcast Parolapara hakkında reklam içerir.Parolapara'nın toplamda 2.600 TL kazanabileceğiniz tüm nakit iade avantajlarından faydalanmak için uygulamayı şimdi indirin. Ayrıntılı bilgi ve ek koşullar için; Parolapara.com'u ziyaret edin.Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir.Podbee50 kodumuzla Hiwell'de ilk seansınızda geçerli %50 indirimi kullanmak için Hiwell'i şimdi indirin. 1400'ü aşkın uzman klinik psikolog arasından size en uygun olanlarla terapi yolculuğunuza kolaylıkla başlayın.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Başkalarının zihnini okuyabilmek pek çoğumuzun sahip olmak isteyeceği bir güç. Aslına bakarsanız bunu Zihin Kuramı sayesinde yapabiliyoruz. Elbette böyle bir güç kötüye de kullanılabiliyor. Peki başkalarının düşünce sistemini çözüp onları belirli bir fikre yönlendirmek ne zaman stratejik bir hamle, ne zaman etik dışı bir eylem oluyor? 111 Hz'in bu bölümünde bu sorunun cevaplarını arıyoruz. Akıl oyunlarından girip aldatmacadan çıkıyor, rekabetin dorukta olduğu bir masaya konuk oluyoruz. Sunan: Barış ÖzcanHazırlayan: Gülşah DimSes Tasarım ve Kurgu: Metin BozkurtYapımcı: Podbee Media------- Podbee Sunar -------Bu Podcast Parolapara hakkında reklam içerir.Parolapara'nın toplamda 2.600 TL kazanabileceğiniz tüm nakit iade avantajlarından faydalanmak için uygulamayı şimdi indirin. Ayrıntılı bilgi ve ek koşullar için; Parolapara.com'u ziyaret edin.Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir.Podbee50 kodumuzla Hiwell'de ilk seansınızda geçerli %50 indirimi kullanmak için Hiwell'i şimdi indirin. 1400'ü aşkın uzman klinik psikolog arasından size en uygun olanlarla terapi yolculuğunuza kolaylıkla başlayın.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Herhalde kişileri konuşmayan hiç kimse yoktur. Elbette konuşacağız hepimiz insanız. Burada önemli olan kişilerden ziyade konulara odaklanarak konuşmak. Keyifli dinlemeler... organikbeyinlerpodcast@gmail.com https://www.instagram.com/organikbeyinlerpodcast/
Ben Okurum beşinci sezonunun finalini psikoterapist Agâh Aydın konuk oluyor. Ve Deniz Yüce Başarır ile birlikte meslektaşı İngiliz psikanalist Adam Phillips'in Yasak Olmayan Hazlar adlı kitabından yola çıkarak yasaklara, kurallara, hazlara, kısaca hayata dair derinlikli bir sohbete imza atıyor. Phillips'in kendine has üslubunun da bol bol konu edildiği bölüm hayat hakkında düşünmeyi sevenleri mest edecek. Elbette, Yasak Olmayan Hazlar'dan en düşündürücü bölümler eşliğinde.
İngiliz Edebiyatı'nın en önemli eserlerinden biri olan Middlemarch var ben okurum'un bu bölümünde. Asıl adı Mary Ann Evans olan George Eliot'un başyapıtı olarak kabul edilen eseri Virginia Woolf, “İngiliz edebiyatında yetişkinler için yazılmış tek roman” olarak tanımlamış. Deniz Yüce Başarır, konuğu Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Başak Demirhan ile birlikte bu sıra dışı yazarı ve onun bir kasabadan yola çıkarak tüm İngiliz toplumunun portresini çizdiği derinlikli romanını tüm detaylarıyla masaya yatırıyorlar. Elbette her zamanki gibi Başarır'ın seslendirdiği satırlar da onlara eşlik ediyor.
Eylül Görmüş ve Tuğçe Arslan Üçer, yeni bölümde ancak zamanla beliriveren, aslında gelecekten seslenen bir şeyi; pişmanlığı anlamaya çalışıyor. Yaptıklarımız ve yapmadıklarımız için duyduğumuz pişmanlıkları tanımlamayı deniyor, pişmanlığın insanı sağaltan, büyüten yanını didikliyor, bir yandan da nasıl bir tuzağa dönüşebileceğini keşfediyoruz beraberce. Elbette ki kitaplar ve filmlerin düşündürdükleri eşliğinde. Bölümde adı geçen tüm kitap ve filmlerin listesini @1kitap1film.us instagram hesabımızda bulabileceğinizi hatırlatalım. Bu bölüme sponsor olarak bizi destekleyen Doku Clinic'e katkılarından ötürü sonsuz teşekkür ederiz. Podcast kapağı için seçtiğimiz Tigran Tsitoghdzyan eserinin de kendilerinin koleksiyonundan olduğunu belirtelim.
### Duha Suresi'nin Ayetleri ve Tercümeleri #### Ayet 1: وَالضُّحَىٰ Kuşluk vaktine andolsun, **Duha:** Günün kuşluk vakti, güneşin doğmasından sonra öğleye kadar olan süre. #### Ayet 2: وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَىٰ Sükûna erdiği zaman geceye andolsun, **Leyl:** Gece. **Sajâ:** Sakinleşmek, sükûnet bulmak. #### Ayet 3: مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلَىٰ Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı. **Vedde‘a:** Terk etmek, bırakmak. **Qelâ:** Darılmak, hoşlanmamak. #### Ayet 4: وَلَلْآخِرَةُ خَيْرٌ لَّكَ مِنَ الْأُولَىٰ Elbette senin için sonu önünden daha hayırlıdır. **Âhirah:** Ahiret, öteki dünya. **Hayr:** İyilik, hayır. #### Ayet 5: وَلَسَوْفَ يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَىٰ Elbette Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın. **Yu'tî:** Vermek. **Rızâ:** Hoşnutluk, razı olmak. #### Ayet 6: أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًا فَآوَىٰ O, seni bir yetim bulup da barındırmadı mı? **Yetîm:** Yetim, anne veya babasından birini kaybetmiş çocuk. **Âwâ:** Barındırmak, korumak. #### Ayet 7: وَوَجَدَكَ ضَالًّا فَهَدَىٰ Seni yolunu kaybetmiş bulup da doğru yola iletmedi mi? **Dâll:** Yolunu kaybetmiş, şaşkın. **Hedâ:** Doğru yola iletmek. #### Ayet 8: وَوَجَدَكَ عَائِلًا فَأَغْنَىٰ Seni bir yoksul bulup da zengin etmedi mi? **Âil:** Yoksul, fakir. **Egnâ:** Zenginleştirmek, bolluk vermek. #### Ayet 9: فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلَا تَقْهَرْ Öyle ise, sakın yetime kahretme, **Qehr:** Kahretmek, ezmek, kötü davranmak. #### Ayet 10: وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ El açıp isteyeni de azarlama, **Sâil:** Dilenci, yardım isteyen. **Nehr:** Azarlamak, sert davranmak. #### Ayet 11: وَأَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ Ve Rabbinin nimetini durmaksızın anlat. **Nimet:** İyilik, lütuf, Allah'ın verdiği her türlü hayır. **Haddeth:** Anlatmak, söylemek. ### Duha Suresi'nin Faziletleri Duha Suresi'nin faziletleri arasında, Peygamberimiz'in (s.a.v.) sıkıntılı zamanlarında indirilen bir sure olması nedeniyle, Allah'ın rahmetini ve sevgisini hatırlatan önemli bir sure olarak kabul edilir. Sureyi okumanın, kişinin iç huzurunu artıracağı ve Allah'ın yardımını celbedeceği belirtilir. İslam geleneğinde, bu sureyi düzenli olarak okumanın büyük sevap olduğu kabul edilir ve Peygamberimizin (s.a.v.) sünnetinde de bu sureye özel bir önem verilmiştir. Duha Suresi'nin, özellikle sabah vakti namazdan sonra okunmasının büyük faziletleri olduğu ve kişinin ruh halini olumlu etkilediği birçok İslami kaynakta belirtilmiştir. Bu sure, Allah'ın peygamberlere ve dolayısıyla tüm insanlara olan sürekli desteğini ve sevgisini hatırlatarak, müminlerin moralini yükseltir ve onları Allah'a daha yakın olmaya teşvik eder.
Tuğçe Arslan Üçer ve Eylül Görmüş, bu bölümde "eller" üzerine konuşuyor. Ne söylüyor ellerimiz? Ne kadarını duyuyoruz? Ellerimizle ilişkimizin kopmakta olduğunun farkında mıyız? Ellere övgü bu bölüm - ve elleri hatırlamaya bir çağrı. Elbette ki kitapların ve filmlerin rehberliğinde yapılmış bir çağrı. Bölümde adı geçen tüm kitap ve filmlerin listesini @1kitap1film.us instagram hesabımızda bulabileceğinizi hatırlatalım. Bu bölüme sponsor olarak bizi destekleyen Doku Clinic'e katkılarından ötürü sonsuz teşekkür ederiz. Podcast kapağı için seçtiğimiz Tigran Tsitoghdzyan eserinin de kendilerinin koleksiyonundan olduğunu belirtelim.
Bu çağda, etki ajanlarına karşı önlem almak ve ülke yararına çalışanların eline mücadele etmek adına imkan vermek gibi konularda aksi düşünülebilir mi? Bu gerekli, ülke güvenliği açısından yerinde bir hamle. En azında caydırıcılık çok önemli. Ajanlar ve etki ajanları öyle cirit atmasınlar... Gerekli önlemleri ve bu kapsamda belli yasal düzenleme imkanlarını yaratalım. Her türlü tehdit var. Onları caydıralım, caydırıcı nitelikte ülkenin somut eylemleri olsun. Türkiye'de istihbarat hizmetleri 2014'dan itibaren iyi bir seyirle gelişiyor. İlk olarak operasyon yapma imkanı oldu. Kötü mü? Operasyonel İstihbarat gayet başarılı. Teröristler ve bölgemizdeki hasım ülkeler bunu görüyorlar, dikkatleri çekildi. Şimdi de bu tür ilave yasalar olsun isterim. Doğru adım! Elbette ben bu konuyu istihbarat açısından ele alacağım, uzmanlığım bu yönde. Hukuk konusu ayrı.
Almanya'nın savaş sonrası edebiyatının en güçlü isimlerinden biri ve onun en güçlü eseri var bu kez ben okurum'da. Siegfried Lenz ve Almanca Dersi. Deniz Yüce Başarır, görev tutkusu, sanat ve iktidar ile baba-oğul ilişkisine odaklanan, Nazi Almanyası'nın dar bir grupla büyük bir portresini çizen bu romanı, çevirmeni yazar Ayşe Sarısayın ile konuşuyor. Sohbetin ardından çok ciddi sorular doluşacak kafanıza. Çünkü hem roman hem de ikilinin konuşmaları sizi çok düşündürecek. Elbette yine kitaptan Başarır'ın okuduğu alıntılar eşliğinde…
Elbette herkesin hayatında rakip gördüğü, o veya bu sebepten "düşman" olarak adlandırdığı kişiler vardır. Peki bu tip insanlara karşı nasıl davranmalıyız? Onları sevmek için uğraşmalı mıyız? Keyifli dinlemeler... organikbeyinlerpodcast@gmail.com https://www.instagram.com/organikbeyinlerpodcast/
Deniz Yüce Başarır, Ben Okurum'un bu bölümünde yazar arkadaşı Gaye Boralıoğlu ile birlikte son yıllarda ülkemizde çok ilgi gören Macar asıllı yazar Agota Kristof'un peşine düşüyor. Yazarın, Fransızca kaleme aldığı ilk romanı Büyük Defter ile başlayıp, ikinci kitap Kanıt ve üçüncü kitap Üçüncü Yalan ile süren bu seri ülkemizde tek kitap halinde basılıyor. Yazarın göç, yalnızlık, kötülük gibi temaların çevresinde sade bir dille kurduğu tekinsiz bir masal bu üçleme. Kristof, eserlerini ‘düşman dil' diye tanımladığı Fransızca'da yazıyor, sadeliği biraz da buradan geliyor. Ama savaşta ve savaş sonrası Macaristan'da yaşananların ve göçün travmasını anlatmak için en uygun dil bu belki de, sade ve mesafeli. Elbette, sohbete her zamanki gibi romanlardan Başarır'ın seslendirdiği satırlar da eşlik ediyor.
Philips'in katkılarıyla hazırlanan Teras Noir'ın 76. bölümünde Meriç Aral ve Efe Tunçer'in konuğu, oyuncu Erdem Şenocak. Programda tiyatro ve oyunculuğa dair kapsamlı bir sohbete yer verilirken Erdem Şenocak'ın mühendislik yıllarından tiyatro sahnelerine uzanan kariyeri de mercek altına alınıyor. Sohbet, tiyatro eleştirmenliği ve güncel tiyatro kültürüne dair anekdotlarla derinleşirken ilerleyen anlarda direksiyon sinema evrenine doğru kırılıyor. Elbette kaçınılmaz olarak Kuru Otlar Üstüne filmine özel bir parantez açılıyor. Erdem Şenocak, Cannes'da yaşananları yadederken Nuri Bilge Ceylan ile çalışma tecrübesi hakkında detayları da paylaşmayı ihmal etmiyor. Program, alışılmış olduğu üzere Düz Sorular bölümüyle sona eriyor.
Ben Okurum'un bu bölümünde Türkçe'nin büyük ustası Yaşar Kemal ve onun unutulmaz roman serisi İnce Memed var. Deniz Yüce Başarır ile konuğu Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı doçentlerinden, edebiyat araştırmacısı Erol Köroğlu usta yazarın eserleri arasında dolaşırken, onun hayat ve edebiyat görüşüne, doğayla ilişkisine, dilinin ve anlatımının zenginliğine, insan sevgisine vurgu yapıyorlar. Yaşar Kemal'in her biri birer destan olan romanlarını sevenler için kaçırılmaması gereken bir ben okurum bölümü bu. Elbette her zaman olduğu gibi Başarır'ın seslendirdiği bölümlerle bu edebiyat lezzeti de pekişiyor.
Elbette herkes gül bahçesine gitmek ister ama bazen yolumuzu şaşırıp çöplüğe gidiyoruz. Keyifli dinlemeler... organikbeyinlerpodcast@gmail.com https://www.instagram.com/organikbeyinlerpodcast/
Podcastin sosyal hali Poddy'yi hemen denemelisin www.poddy.net/indir. Modern zamanlarda da (tıpkı eskiden de olduğu gibi), insanlar birbirlerine açılmak konusunda sorunlar yaşayabiliyorlar. Dahası, birbirine açılıp da romantik bir ilişkiye başlayan kişiler, partner tercihlerinin doğru olup olmadığından emin olamıyorlar. Elbette herkesin insanları değerlendirmek konusunda… Seslendiren: Selçuk Kandemir