POPULARITY
Ecem, benim yıllardır gerçekten severek takip ettiğim, samimi bulduğum ve çevresine hayatına gösterdiği özene çok saygı duyduğum bir influencer. Youtube, Instagram, podcast mecraları hepsinde var. Üreten bir Yengeç kendisi... Yani renklere, yemeğe, hayvanlara düşkünlüğü ve paylaşma isteği bir yana içe dönük bir tavrı da var hayata karşı...Ecem inanılmaz samimi bir yerden içini açtı bence bu bölümde... Dinlerken de editlerken de çok keyif aldım. Kendine ait bir oda inşa ederken iki kural var benim için: 1. Kendimize karşı dürüst olmak.2. Etrafımıza karşı kendimiz olmak.Ecem'in kendi hikayesinden yola çıkarak hayata, evliliğe, sosyal medyada üretmeye dair derinleştiğimiz bu bölüm bence sizlere de iyi gelecek.#reklam
Gazze'de soykırım boyutuna ulaşan saldırılarını devam ettiren İsrail, Lübnan ve Suriye'ye sataşmayı da sürdürüyor. Yaşanan süreç, neredeyse yüz yıldır coğrafyamızda sürekli tekrarlanan bir döngünün tekrarından ve teyidinden başka bir şey değil: İşgal devleti, kaostan ve istikrarsızlıktan besleniyor. Etrafında azıcık toparlanan hangi devlet veya odak varsa oraya saldıran İsrail, bu sayede kendi bekasını korumayı hedefliyor. Ortadoğu'daki karmaşa, düzensizlik ve anarşi, her hâlükârda İsrail'e yarıyor. İslâm coğrafyasındaki iç rekabet ve düşmanlıkların tek kazananı da daima İsrail.
Etrafınızdaki insanlar sizi nasıl görüyor? Kendinizi değerlendirdiğinizden çok daha çekici olabilirsiniz! Peki, bunu nasıl anlayabilirsiniz? Bu bölümde, düşündüğünüzden daha çekici olduğunuzu gösteren 6 bilimsel işareti konuşuyoruz. Çevrenizdekilerin davranışları, ilgi gösterme şekilleri ve hatta sizi eleştirenler bile bunun bir göstergesi olabilir! Hazırsanız, etkileyiciliğinizi keşfetmeye başlıyoruz.
Selamlar,Bu bölümde psikolojide yeni yeni araştırlmaya başlanan bir insan arketipini, "Dark Empath" yani Karanlık Empatikleri anlattım. Bu insanlardan etrafımızda çok var: İş yerimizde, okulumuzda, evimizde. Sevgili, mesai arkadaşı, sınıf arkadaşı olarak bizlere hayatı dar edebiliyorlar.Psikopati, narsisizm ve Makyavellicilik gibi karanlık özellikleri taşıdıkları gibi aynı zamanda empati yetenekleri de gelişmiş olduğundan çok tehlikeli olabiliyorlar. Bizi ustalıkla manipüle edebiliyorlar.Dinleyince mutlaka sizin de çevrenizde böyle tiplerden olduğunu göreceksiniz.Bölüm başında birazcık dertleştim sizinle, Yeni Haller'e dair hayallerimi paylaştım. Yani aslında bir yandan bir Yeni Haller'de neler yapıyorum bölümü de oldu.Buyurun...Biliyorsunuz Yeni Haller sizlerin desteğiyle yayın hayatına devam eden bir podcast kanalı.Beni aşağıdaki link'lerden destekleyebilirsiniz:www.patreon.com/yenihallerYeni Haller'in bir de Buy Me A Coffee hesabı var artık. Buradan destek olmak çoook daha kolay. Patreon'da sorun yaşayanlar için açtım efendim. Buyurun:https://www.buymeacoffee.com/yenihallerBölümde bahsi geçen Yeni Haller'in T24 Youtube kanalındaki özel içeriklerine şuradan ulaşabilirsiniz:T24 Youtube Yeni Haller ListesiBana ulaşmak için:https://www.instagram.com/eray_ozerhttps://twitter.com/ErayOzeryenihallerpodcast@gmail.com
Tarih boyunca Müslüman Türk, köpeğe, kedi kadar itibar etmemiştir. Kedi evin içinde rahatça gezerken, köpeğin yaladığı yer bile pis olur. Hatta bazı âlimlere göre biri topraklı suyla olmak üzere yedi defa yıkanması icab eder. Bu sebeple köpek, cemiyette ürkülen ve uzak durulan bir hayvan olmuştur. Hadîs-i şeriflerde, “Hiçbir ev halkı yok ki, evde köpek bağlasın da her gün sevabından bir kırat eksilmesin. Ancak av, bekçi veya koyun köpekleri hariç” buyuruldu. (Tirmizî) Bir ara vahiy kesilmişti. Bunun sebebi sorulduğunda Cebrail (a.s.), “Biz, suret ve köpek bulunan eve girmeyiz” dedi. Sonra küçük yaştaki Hz. Hasan (r.a.)'in oynadığı köpek yavrusunu eve getirdiği anlaşıldı. (Ebu Davud) Hadis-i şerifte, “Hayvanlardan zararlı olan şu beşi Harem-i Şerif'te bile öldürülebilir: Karga, çaylak, fare, akrep ve saldırgan köpek” buyuruluyor. Anlaşılıyor ki, çoğu zaman zarar veren köpekleri öldürmek câiz, hatta müstehap oluyor. Zararı kesin ise vacip oluyor. Nitekim İbn Ömer ve Cabir anlatır: “Resûlullâh (s.a.v.)'in talimatı üzerine Medine ve civarındaki başıboş köpekler itlâf edildi. Etraf temizlendikten sonra Resûlullâh artık bu işe lüzum kalmadığını bildirdi. Av, çoban ve bekçi köpekleri istisna edildi.” (Buhari, Müslim) Bütün mahlukât insanların istifadesi için yaratılmıştır. Hayvanların hayat hakkı insanların istifadesi ve emniyeti ile sınırlandırılmıştır. Etinden, yününden, derisinden istifade için nasıl hayvanlar boğazlanıyorsa, zarar sebebiyle de öldürülmesi dinen meşru kılınmıştır. Bu itlafın sebebi de hem insanların emniyetini hem de şehrin sıhhat ve temizliğini temindir. (Ekrem Buğra Ekinci, Türkiye Gazetesi, 2024)
Etrafınızdaki insanların duygularının sizi etkilediğini fark ettiniz mi daha önce? Enerjik girdiğiniz bir ortamın olumsuz havası nedeniyle modunuzun düştüğü, iş yerindeki bir arkadaşınızın neşeli tavrıyla bozuk moralinizi düzelttiği ya da bir arkadaşınızın ortamdaki herkesi sorunlarıyla esir aldığı... Yakın İlişkiler'in bu bölümünde tüm bu durumları ve daha fazlasını tanımlamak için kullanılan "duygusal bulaşıcılık" kavramı konuşuluyor. Duygusal bulaşıcılık nedir, bunun etkilerinden nasıl kaçınabiliriz gibi soruları Psikolog Dr. Gizem Sürenkök bölümde yanıtlıyor.------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir50pod kodumuzla Hiwell'de ilk seansınıza özel %50 indirimi kullanmak için Hiwell'i şimdi indirin 1600'den fazla uzman klinik psikolog arasından ücretsiz ön görüşmelerle size en uygun terapisti seçebilir, terapi yolculuğunuza kolay ve güvenilir bir şekilde başlayabilirsiniz.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Bugün her şeyiyle yaşayan ve tarihteki vasıflarını taşıyan bir İslâm şehri var mı?” diye sorulsa, hiç tereddüt etmeden “Fes!” derim. Etrafını çepeçevre saran surlarıyla, odak noktalarını teşkil eden camileriyle, camileri dört bir yandan kuşatan çarşılarıyla, medrese ve zaviyeleriyle, motorlu taşıtlar yerine binek hayvanlarıyla ulaşımın sağlandığı daracık sokaklarıyla, Fes sanki yüzlerce yıl öncesinden fırlayıp gelmiş ve zamanda donup kalmıştır.
Muhakkak kabullenmek zor, hoş gelmeyecek ama tartışmasız gerçek şu: En büyük İsrail. İstediği yeri bombalıyor, istediği gibi yüzbinleri acımadan katlediyor. Dünyanın gözü önünde soykırım yapıyor. Binaları yakıp yıkıyor. Etrafındaki ülkelere füzeler uçaklar gönderip ateş altına alıyor, gözüne kestirdiği yeri işgal ediyor. Zulmettiklerine götürülen yardımları engelliyor, açlığa susuzluğa mahkûm ediyor. Fırınları, hastaneleri, okulları, ibadethaneleri havaya uçuruyor.
Yetmişlerinde, modern görünümlü, başı saçları önden hafif görünecek şekilde örtülü bir kadın Tevrat'tan bölümler okuyor: “Tanrı İbrahim'e, İshak'a ve Yakup'a ‘Bir tepeye çıkın' dedi.” Bu esnada Yahudi gençler beliriyor. Bir havradalar. Huşu içinde ibadet ediyorlar. Ayaktalar, Tevrat okuyorlar. Kadının konuşması devam ediyor: “Tepenin gençleri” anlamındaki ‘Hiltop Youth' ismi buradan gelir.” Tevrat'tan bir alıntı daha yapıyor: “Etrafınıza bakın. Size verdiğim topraklar işte burası.” Kadın, yine Tevrat'tan “Sonra da yürüyün” aktarımını yaparken parmaklarıyla nasıl yürüdüklerini canlandırıyor. Heyecanlı ve kendinden fazlasıyla emin. Büyük bir gururla ifade ediyor: “Böylece biz de tepeye çıktık. Etrafımıza baktık ve çevremizi tanıdık.” *** İşte o tepelerden biri. Kayalıklar ve çalılarla kaplı. Bir karavan ve yanında daha küçük bir baraka görülüyor. İki haneli tepede yürüyen adam beyaz bir kipa takmış. Bir saniye sonra ise belinden aşağı uzun namlulu tüfek sarkan, yirmili yaşlarda sivil bir Yahudi görünüyor. Bu esnada yaşlı kadın anlatmaya devam ediyor: “Sonra da buraya yerleştik.” *** Burası işgal altındaki Batı Şeria. Yani Filistinlilere ait, işgal edilmiş topraklardaki tepelerden sadece biri. Küçük bir noktası. Aslında ileri karakol. Yakında, kalan son Filistin köylerinden birinin daha ele geçirileceğinin işareti aynı zamanda.
İran Devleti ABD'ye rağmen kurulmuş bir devlet olarak 79 devriminden sonra tarih sahnesine yeniden çıkmıştır. Yeni kurulan İran Devleti'nin kurucu ideolojisi ABD karşıtlığı üzerinden temellendirilmişti. Ancak İran resmi ideolojisine daha yakından bakıldığında belli başlı konulara daha yakından bakmak gerekiyor. İran resmi ideolojisinin dayandığı argümanlardan ilki herkesin dillendirdiği yaygın kanaat ABD karşıtlığıdır. İran rejimi kurulduğundan beri ABD bu sistemi ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Birbirinin ötekisi olması ABD ve İran'ı bölge politikaları itibariyle söylemsel düzeyde yakınlaştırmaktadır. En temelde ABD İran'ın düşmanıdır. Bu düşmana karşı mücadele halinde olunması İran resmi ideolojisinin ana taşıyıcı unsularından birisidir. İkincisi bir Şii devlet olarak İran, İsrail'e karşı mücadele etmek ve Kudüs'ü kurtarmak gibi bir misyona sahip. Bu misyon, Müslüman sorumluluğunun ötesinde politik ve teo-politik amaca hizmet etmektedir. İsrail'in kuşatmasına karşı Müslümanların hamiliğini üstlenmek istemesi ve ayrıca Sünnilere karşı üstünlük tesis etmek gibi bir amaca matuftur. Üçüncüsü ABD ve İsrail karşıtlığı İran iç siyasetinde reformculara karşı üstünlük sağlamak için kullanılan önemli bir argümandır. İçerideki reformcuların özgürlükler ile ilgili çıkışını ABD ve İsrail karşıtlığı üzerinden bastırmak resmi ideolojinin varlığını ve sürdürülebilirliği için zaruri görülmektedir. Diğer taraftan 79'da yaşanan devrim ve bu devrimi civara ihraç etmek de İran resmi ideolojisinin dayanaklarından bir tanesidir. Bugün ise bu ideolojik motivasyon İran'ın Irak, Suriye ve Yemen'deki vekil güçlerini motive etmek için kullanılan bir araç niteliğine tekabül etmektedir. İran bölgede diğer ülkelerin istikrarsızlığını kendi istikrarı için bir dayanak olarak görmüştür. Etrafındaki ülkelerin kaos içerisinde olması bir yönüyle İran'ın istikrarını teminat altına almaktaydı. Fakat gelinen noktada durum şu ki; bölge ülkelerindeki kaosun devam etmesi aynı zamanda İran'ı da kaos süreçlerine dahil edecek gibi duruyor. Pakistan'da, Irak'ta, Suriye'de birçok ülkede istikrarsızlığın hatta kaosun olması bir zaman sonra İran'ı da bu kaosun içerisine çekme ihtimali yüksek. Bu zamana kadar “Düşmanlarımızla Huzistan'da savaşmaktansa (İran toprağı) Suriye, Irak veya Lübnan'da savaşmayı tercih ederiz” mottosu artık geçerliliğini yitiriyor.
Halep Kalesi'nden kuzeydoğu yönüne doğru baktığınızda, yan yana iki yeşil kubbe dikkatinizi çeker. Bunlardan bir tanesi, Mescid-i Nebevî'nin Kubbe-i Hadrâ'sı biçiminde inşa edilmiştir. Etrafından hemen ayırt edilen bu kubbeler, Kiltâviyye Külliyesi ve mescidine aittir. Külliyenin tarihî kısımları, Memlûk dönemi Halep naiplerinden Emir Seyfuddîn Toktemir el- Kiltâvî'in hatırasıdır. Savaş öncesinde Halep'in en önemli geleneksel eğitim kurumlarından biri olan Kiltâviyye Külliyesi, 1964 yılında Şeyh Muhammed en-Nebhân (1902-1974) tarafından kurulmuş. Aynı zamanda Nakşibendî tarikatına mensubiyeti bulunan Nebhân, anne tarafından “seyyid” olmasının etkisiyle, Halep'te büyük üne sahipmiş. Şeyh'in Halep kırsalında yaşayan Hudayrât aşiretinden oluşu da, kendisine halkın teveccühünü sağlamış. Tıpkı Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu gibi babasının zenginliğini bir kenara bırakıp, rızkını kendi el emeğiyle kazanmayı önemseyen Şeyh Nebhân, özellikle kadınların eğitimine önem verirmiş. Kendisine yetişenlerin anlattığına göre, çarşamba ve cumartesi günleri öğle namazından önce yalnızca kadınların iştirak ettiği dersler yaparmış. Suriye'de hiçbir bakanlığa tabi olmadan, kendine has bir statüyle faaliyet gösteren Kiltâviyye Külliyesi'nin yöneticiliğini, 1983'te Şeyh Mahmûd Nâsır el-Hût üstlenmiş. Muhammed en-Nebhân'ın en yakın müritlerinden biri olan Hût, Halepli tüccar ve sanayicilerle kurduğu son derece iyi ilişkiler sayesinde, Kiltâviyye'nin imkânlarını epey genişletmiş. 1985-1995 arasında Halep Emevî Camii'nin imam-hatipliğini de yürüten Hût'un riyasetinde, Kiltâviyye Külliyesi, Suriye'nin dört bir yanına imam, hatip ve vaiz yetiştiren saygın ve ciddi bir eğitim kurumuna dönüşmüş. İri beyaz sarıklar sarıp, tülbentlerinin ucunu iki omuz arasına sarkıtan Kiltâviyye mensupları, 2011 öncesinde Suriye rejimiyle barışık ancak siyasetten uzak bir portre çiziyordu. Son derece etkili bir hitabet gücüne sahip olan Şeyh Hût'un şahsî karizması ve ülke içindeki bağlantıları da Kiltâviyye'nin müstakil duruşunu korumasına yardımcı oluyordu.
AYŞEGÜL KARAHAN ERTUĞRUL #hayatınısenseç #eniyihalineyolculuk
"Etrafımızdan Adığımız Negatiflikler" 24. Mayıs 2024 (Bölüm 80) Enerjinizi yükseltmek, hayata umutla bakmak, farkındalığınızı arttırmak, bol bol saf sevgiyle enerjinizi dönüştürmek isterseniz Instagram'da canlı yayında, ücretli/ücretsiz grup şifa çalışmalarında, ücretsiz telegram grubumda, Spotify ve YouTube'da buluşuyoruz. Buyrun gelin, gönlümüz açık
Abdurrahmanoviç, Abidoviç, Ademoviç, Agiç, Ahmedoviç, Ayşiç, Alibaşiç, Aliç, Aliefendiç, Alihociç, Bayraktareviç, Bayramoviç, Beşiroviç, Begoviç, Cananoviç, Caniç, Çelebiç, Davutbaşiç, Davutoviç, Dervişeviç, Dizdareviç, Efendiç, Feyziç, Ferhatoviç, Habiboviç, Haciç, Hafızoviç, Haydareviç, Haliloviç, Hamzabegoviç, Hasanoviç, Hasiç, Hociç, Huremoviç, Hüseyinoviç, İbişeviç, İbrahimoviç, İsakoviç, İzmirliç, Yakuboviç, Yaşareviç, Yusufoviç, Kadriç, Kardaşeviç, Korkutoviç, Mahmutoviç, Mehmedoviç, Memişeviç, Muharremoviç, Muminoviç, Muratoviç, Mustafiç, Numanoviç, Ömeroviç, Osmanoviç, Paşiç, Rizvanoviç, Salihoviç, Selimoviç, Sinanoviç, İsmailoviç, Subaşiç, Süleymanoviç, Şahinoviç, Tabakoviç, Turkoviç, Tursunoviç, Uzunoviç, Zahiroviç… Srebrenitsa'da şehadet parmağı gibi yükselen bembeyaz mezar taşları arasında yürüyorum. Etraf, cennet bahçeleri gibi yemyeşil. Bir yandan, gördüğüm soy isimlerini zihnimde Türkçeye tercüme ediyorum: Abdurrahmanoğlu, Abidoğlu, Ağaoğlu, Ahmedoğlu, Alibaşoğlu, Canoğlu, Dervişoğlu, Haliloğlu, Feyzioğlu, Korkutoğlu, Mahmutoğlu, Müminoğlu, Kadrioğlu, Paşaoğlu, Şahinoğlu, Dizdaroğlu, İzmirlioğlu, Ömeroğlu, Sinanoğlu, Selimoğlu, Türkoğlu, Dursunoğlu, Zahiroğlu, İshakoğlu, Muratoğlu… Kiminin aile büyüklerine, kiminin mesleklerine, kiminin de göçüp geldiği şehre atıflar taşıyan sülale adları… İsimler de çok tanıdık: Mehmet, İdris, Fehim, Asım, Tayyib, Hamid, Fadıl, Muammer, Muhammed, Cemil, Nezir, Salih, Şaban, Eyüp, Mevlüt, Ramazan, Zahid, Hasib, Yusuf, Selim, Yunus, Niyaz, İzzet, Hamza, Adil, Ziyad, Fuad, Şemseddin, Mustafa, Kasım… “Tek suçları Müslüman olmaktı” diye mırıldanıyorum, mezar taşlarına ve üzerlerindeki doğum tarihlerine bakarken. Ölüm tarihi zaten hep aynı: 1995. Ne kadar yaşadıklarını ve kaç yaşında katledildiklerini hesaplıyorum. Yan yana yatanlar arasındaki akrabalık ilişkilerine dikkat kesiliyorum. Dede-oğul-torun görüyorum sık sık. “Modern” dünyanın gözleri önünde, Hollandalı askerlerin gözetimi altında, sözde “güvenli bölge” ilân edilen Srebrenitsa'da katledilen 8372 kişi, şimdi Potoçari Şehitliği'nde yekpare bir ibret abidesi haline gelmiş, yaşadıklarını haykırıyor, sağır kulaklara hakikatleri duyurmaya çalışıyor. Şehitliğe gelirken, Bratunac'tan Potoçari'ye kadar yol boyunca Bosna Savaşı'nda ölen Sırp milliyetçilerin siyah-beyaz fotoğrafları sıralanmıştı. Soykırımın yıldönümünde Potoçari'ye gelecek olan binlerce insan bu yolu kullanacağı için, Sırplar kendilerince şu mesajı vermek istiyordu: “Onlar da bizi öldürdü!” Hatta “Kendimizi savunduk!” Bu tezler Ermeni komitacılardan Siyonistlere, bütün katil sürüleri tarafından hunharca kullanıldığı için çok tanıdık. Sırpların Müslüman Boşnaklara reva gördüğü mezalim ise, öyle yol kenarına fotoğraf dizmekle örtülebilecek kadar basit ve sıradan değil. Potoçari Şehitliği'nde saatler geçirebilirsiniz. Sadece mezar taşlarını okumak bile, insanı derin tefekkürlere ve muhasebelere sürüklüyor. Mekân öylesine yoğun. Tüylerinizi diken diken eden somut bir gerilim yüklü havada.
Abdullah ibni Ömer (r.a.)'dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hepiniz bir tür çobansınız; hepiniz hangi görevi üstlenmişseniz, ondan sorumlusunuz. Devlet reisi de bir tür çobandır ve yönettiklerinden sorumludur. Erkek ailesinin çobanı sayılır ve onlardan sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının çobanı durumundadır; o da koruması gereken maldan sorumludur. Netice itibâriyle hepiniz bir tür çobansınız ve hepiniz üstlendiğiniz görevden sorumlusunuz.” Ashâb-ı Kirâm (r.a.)'den Ebû Süleyman Mâlik İbni Huveyris (r.a.) şöyle dedi: “Biz aynı yaşlardaki birkaç genç, Resûlullâh (s.a.v.)'e gelmiştik. Yirmi gün boyunca onun yanında kaldık. Bizim yakınlarımızı özlediğimizi anlayınca, geride ailemizden kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de kendisine söyledik. Allâh'ın Resûlü (s.a.v.) çok merhametli ve şefkât dolu bir insandı. O zaman şöyle buyurdu: “Haydi ailenizin yanına dönün, öğrendiklerinizi onlara öğretin, yapmaları gerekenleri kendilerine bildirin. Ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de öyle kılın. Namaz vakti girince içinizden biri ezân okusun, en yaşlınız da size imam olsun.” Birilerini yönetenler, onlarla yakından ilgilenmeli, ihtiyaçlarını öğrenmeli ve onlara yardımcı olmalıdır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Ashâbı (r.a.e.)'in imamıydı. Bu sebeple onlarla yakından ilgilenir, ibâdet başta olmak üzere, bilmeleri ve yapmaları gereken her şeyi kendilerine öğretirdi. Etrafındakilere derin bir şefkat beslediği için, onlar da Allâh'ın Resûlü (s.a.v.)'i çok severdi. Bir müslüman namazı önemsemeli ve onu Peygamber (s.a.v.)'in Efendimiz kıldığı ve Ashâbı (r.a.e.)'e öğrettiği gibi kılmaya gayret etmeli ve bunu diğer insanlara da öğretmelidir. (İmâm Buhârî, Edebü'l-Müfred, c.1, s.236-237)
Kentleşme, yaşam tarzımızı ve çevremizi dönüştürürken, geleceğe dair endişeleri de beraberinde getiriyor. Etrafımız hızla betonlaşırken, çocuklarımıza sağlıklı ve yaşanabilir bir dünya bırakmak en büyük sorumluluklarımızdan biri. Bu noktada, sürdürülebilir yaşam kavramı sadece çevreyi korumak için değil, aynı zamanda çocuk yetiştirme açısından da önem taşıyor. Gelin, podcast'imizin bu bölümünde çocukları doğayla iç içe büyütmenin sağladığı avantajları, sürdürülebilir yaşam alanlarının nasıl yaratılabileceğini ve tüm bu çabaların etkilerini inceleyelim.
Tacikistan diktatörü İmamali Rahman başörtüsü ve İslâmî bayramları yasakladı! Yasağa önce ismini değiştirerek başlamalıydı komünist KGB artığı, Çin uydusu bu adam! Tacikistan'da başörtüsü ve İslâmî bayramların yasaklanmasına sevinen ve Türkiye'de de yasaklanmalı diyen tiplere rastladım. Araştırın bakın, bunların köken itibariyle Türk de, Müslüman da olmadıklarını görürseniz şaşırmayın! İSLÂM'DAN NEFRET EDEN TÜRK OLAMAZ! İslâm'dan nefret eden kişiler köken itibariyle Türk olamaz. Türk, İslâm'dan nefret etmez. Aslâ! Türk, nankör değildir çünkü! Türkler, İslâm'la şereflendikten sonra üç kıtada bin yıl dünya tarihini yapmış, insanlığa adaletin, merhametin ve farklı dinlerle, inançlarla, kültürlerle, düşünce gelenekleriyle bir arada, barış içinde nasıl yaşanabileceğinin en mükemmel formülünü ve modelini geliştirmiş ama trajikomik olan şu ki, önce kendi çocukları tarafından hakkıyla anlaşılamamış ve dünya ölçeğinde de henüz aşılamamış aziz ve leziz, nefis ve nezih büyük bir medeniyet inşa etmeyi başarabilmiştir. Türkler, insanlık tarihine bilim, düşünce, sanat, ahlâk, siyaset ve estetikte Müslüman olduktan sonra büyük katkılar sunmuştur. Müslüman olmadan önce insanlık tarihine yaptıkları katkılar sınırlıdır. Bugün insanlığın önünü açacak, herkese hayat hakkı tanıyan, herkesin adalet, hukuk ve merhamet düzeni içinde huzur içinde yaşamasını sağlayacak medeniyet mefkûresini dünyaya sunacak potansiyele, tarihî tecrübeye, birikime ve ufka biz sahibiz. Türkiye'nin beklenen olduğu, umut olarak görüldüğü bir zaman diliminde bu umudu yok etmeye, bu ufku karartmaya dönük bütün girişimler ya basiretsizliktir ya da büyük bir operasyonun bir parçasıdır. Şunu herkes zihnine iyi kazısın: Bu toprakları biz İslâm'la vatan yaptık. İslâm'a yapılan her saldırı, bu ülkenin birliğine, dirliğine ve kardeşliğine yapılmış bir saldırıdır. İslâm'a yapılan her saldırı, bu ülkenin dünyanın umudu ve ufku olduğu gerçeğini baltalamaya dönük aşağılık ve hâince bir saldırıdır. İSLÂM'I TERKEDEN, ÜLKEYİ DE TERKEDER KOLAYCA… İslâmî inançlarını yitiren insanlar bu ülkeyi kolaylıkla terkedecek, ülkeyi kurda kuşa, leş kargalarına, emperyalistlere yem etmekten çekinmeyecek steril, duyarsız insanlardır. Kısa bir araştırma yapın, göreceksiniz bu gerçeği ve ürpereceksiniz! Bana İngilizler pasaport verdiler ama ben suratlarına çarptım. Türkiye'de İngilizlerin veya Amerikalıların filan verdiği pasaportu suratlarına çarpan bir laik / Kemalist görmedim, bilmiyorum; varsa öne çıksın, alnından öpeceğim. Bu ülkede İslâm'a saldıran kişilerin kökenini araştırın, bu kişilerin Türk de, Kürt de olmadıklarını göreceksiniz büyük bir ihtimalle. Ayrıca şunu da artık çok iyi biliyoruz: İslâm'ı yitirirseniz Türklüğünüzü de yitirmeniz kaçınılmazdır. Etrafınıza bakın göreceksiniz bu yakıcı gerçeği: Bulgarlar, Macarlar, Romenler Türk mü şimdi; Türklüklerini neden koruyamadılar, iyi düşünün.
14 Ocak 2018 sabaha karşı 5.49. Perris Kaliforniya'da bir güvenlik kamerası kaydı. Etraf sessiz, sakin bir mahalle. Ancak bir anda kamerada karşı caddedeki evin camının yavaşça açıldığı görülüyor. Ve ardından biri camdan dışarı çıkıp sokağa doğru ilerliyor, etrafına tereddütle bakıyor ve sonra koşmaya başlıyor. Elindeki eski telefonla 911'i arıyor. 911 görevlisine şöyle diyor: Evden kaçtım çünkü 15 kişilik bir ailede yaşıyorum ve ebeveynlerimizin istismarına uğruyoruz. Ve karşınızda Turpin ailesi vakası.
14 Ocak 2018 sabaha karşı 5.49. Perris Kaliforniya'da bir güvenlik kamerası kaydı. Etraf sessiz, sakin bir mahalle. Ancak bir anda kamerada karşı caddedeki evin camının yavaşça açıldığı görülüyor. Ve ardından biri camdan dışarı çıkıp sokağa doğru ilerliyor, etrafına tereddütle bakıyor ve sonra koşmaya başlıyor. Elindeki eski telefonla 911'i arıyor. 911 görevlisine şöyle diyor: Evden kaçtım çünkü 15 kişilik bir ailede yaşıyorum ve ebeveynlerimizin istismarına uğruyoruz. Ve karşınızda Turpin ailesi vakası.
Etrafımızdaki olaylara bakıp sizinde kriterlerinizin olmadığını fark ettiğiniz o an! #filistin #savaş #sabah#sohbet#günaydın --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/cmctn/message
Acemi garson, elinde tepsi, tepside iki bardak çay, müşterilere doğru bahçede ilerlemeye çalışıyor. Gözü bardaklarda. Tepsiyi iki eliyle sımsıkı tutmuş. Tepsiyi sarsmamak, bardakları devirmemek, çayları dökmemek için gayret gösteriyor ama onca dikkate rağmen birkaç defa tökezliyor. Babasıyla ağabeyine yardım için gelmiş. Pek hevesli olsa da tecrübesi yok. Tepsiyi salladıkça bardaklardaki çay taşıp duruyor, yanındaki şekerleri ıslatıyor. * Usta garson olan ağabeyinin uyarısı hep aynı. O kulak asmasa da, ağabeyi şöyle söylüyor: “Elindeki bardaklara bakma, ileriye bak. Gideceğin yöne doğru. Etrafı kontrol et. O zaman dökmezsin.” Küçük garsona pek mantıklı gelmiyor bu sözler. Koruması, dikkat etmesi gereken bardaklara bakmadan onları nasıl koruyacak? Ağabeyinin söylediği sözler onun mantığıyla çelişiyor. Fakat aynı zamanda biliyor ve görüyor ki usta garsonlar, bardak dolu tepsiyle elinde tepsi yokmuş gibi hızlı yürüyebiliyorlar. “Ben dökülmesin diye bardaklara bakıyorum” savunmasını yapan ufaklık öğrenecek ama şimdilik böyle. Bu da bir aşama işte. Günü gelince geçilecek. Gözünü cep telefonundan ayırmayanların yürürken direklere ve başkalarına çarpması hiç şaşırtıcı değil. * Gözünü sadece cüzdanına çevirenler de acemi garson gibi, telefona odaklanmışlar gibi başka bir şeyi görmüyor. Etrafta neler oluyor, bütün mesele bizim cüzdanımız, hesabımız mı? Güneyde, kuzeyde, doğuda ve batıda neler yaşanıyor? Bütün mesele bizim kazancımız ve ihtiyaçlarımızdan ibaret olmasa gerek. Ne kazandık, ne kadar harcadık, ne kaldı, daha ne kadara ihtiyaç var. Maaşlara zam gelecek mi? Haberler ne ölçüde doğru? Artış olacaksa, ne zaman? Kiralar, sebze meyve fiyatları, et ve süt fiyatları, faizler, döviz, altın, cüzdan… Bu konulara fazla mı kafayı takar olduk? Kimseyi suçlamak niyetinde değiliz. Elbette ihtiyaçlar öncelikli. Yalnız biraz abartıyoruz gibi. Düze çıkalım, sonra da koşmaya başlayalım.
Psikolog Dr. Gizem Sürenkök bu bölümde son zamanların "moda" kavramı narsisizm hakkında konuşuyor, çokça konuşulan, bazen içi boşaltılan, çoğunlukla da yanlış anlaşılan "Narsisizm" konusuna giriş yapıyor. "Narsisizm nedir ve nasıl oluşur? Narsist insanların özellikleri nelerdir? Bu özellikler bize nasıl yansır? Narsist insanları nasıl tanırız?" gibi sorulara cevap veriyor.Etrafınızda narsist insanların olduğunu düşünüyor ama emin olamıyorsanız, gerçekten narsisizm nedir öğrenmek istiyorsanız bu bölümü dinleyerek kafanızdaki sorulara cevap bulabilirsiniz.Modern Aşkı Ben Nerden Bileyim?: https://open.spotify.com/episode/4nNcTkN6SmzRtCdEoSeKtK?si=55f65f025b964f4cModern Aşkı Ben Nerden Bileyim?: Kısım 2: https://open.spotify.com/episode/6RStEEGoO9B1g41dBoavLo?si=2f45e656ac6741df------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir.Hiwell'i indirmek ve pod10 koduyla size özel indirimden faydalanmak içintıklayınız.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Tek başına hazırlanmak, felaketler için önlem almak yetmeyecek. Etrafındaki herkesi kurtaramazsın, tek başına kurtaramazsın. Hazırlık alışkanlığını etrafına yayman, onlarıda eğitmen, onlarla beraber plan program yapmak lazım. Bu sohbete ilham olan video: https://www.youtube.com/@Distopya1/videos altında, "Ailenizi Hayatta Kalmaya Hazırlanmaya Başlamaya İkna Etmenin 7 Yolu" izleyebilirsiniz. Abone olmayı unutmayın. İyi seyirler. | Bana Kahve Ismarlamak İster Misin?: https://bit.ly/kahveismarla | Podcast: https://bit.ly/tonguccast İletişim: https://t.me/tonguc "İnsanın tüm evrende kesin olarak düzeltebileceği tek bir şey vardır: Kendisi." —Aldous Huxley #filmstüdyosu #antalyastüdyo #artrestudios Yedek Kanal İçin : https://odysee.com/@tongucakarca:4 İçeriklerimize destek olmak için beğen butonuna basmayı ve abone olup zil butonunu açmayı unutmayın. Fotoğraf Portfolyo ➤ http://tonguc.net/ Video Portfolyo ➤ https://vimeo.com/tonguc YouTube2 ➤ https://bit.ly/realtonguc Twitter ➤ https://bit.ly/tonguc_twitter FaceBook ➤https://www.facebook.com/realtonguc Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: https://www.youtube.com/channel/UCe0wgp5nNW9WEC0OE6O8vUA/join --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/tonguc/message
Daha önceki bir yazımızda, sağduyularımızın Dünya ve uzay konusunda bizi köklü bir şekilde yanılttığını anlatmıştık. Bu yanılgılardan birisinin, Dünya'nın Güneş etrafındaki hareketi olduğunu da söylemiştik: Her ne kadar Güneş bizim etrafımızda dönüyor gibi gözükse de, dikkatli bir inceleme ile Dünya'nın… Seslendiren: Gülfem Akdemir
ABD, Irak'ı terk mi ediyor? ABD, Irak'ı terk ediyor mu? ABD, Irak'ı mı terk ediyor? ABD mi Irak'ı terk ediyor? * ABD Irak'a demokrasi getirme iddiasıyla girmişti. Dediği gibi olmadı. Geldiklerinde baktık ki yanında demokrasi yok. Yolda düşmüştü herhâlde. Demokrasi bu. Düşer mi düşer! İRAN'IN FÜZELERİ İran, etrafındaki Müslüman ülkeleri vurdu. İsrail'e kaşlarını çattı ve füzeleri komşularına gönderdi. ABD'ye parmak salladı ve füzeleri ateşledi. Füzeler sinek gibi uçuşuyor. Ne var ki füzelerin düştüğü yerdeki etkisi, sinek gibi değil. Füze dediğimiz bomba. Bomba dediğimiz ateş. Ateş dediğimiz ölüm. ATEŞİN DÜŞTÜĞÜ YERLER İsrail'in Gazze'de yaptıklarını bütün dünya canlı yayında izliyor. Baskı, şiddet, katliam, soykırım. Batı Şeria da İsrail'in elinden payına düşeni alıyor. Başka nereler ateş altında? Lübnan, Suriye, Irak, İran, Pakistan, Yemen… Her gün biri diğerine bomba yağdırıyor. Hava durumu verir gibi, deniz suyu sıcaklığı, hava kalitesi veya rüzgâr durumunu bildirir gibi “bomba durumu” rapor ediliyor ekranlarda. Maalesef, kanıksamaya başlayanlar var artık. Sıradan görünüyor kimi gözlere. Ateşin düştüğü yerler, Müslüman ülkeler. Etrafımızdaki coğrafya. Kimlerin eli var oralarda? Baş aktör İsrail, diğerleri yardımcı oyuncu, senarist, yönetmen. ABD, İngiltere, Çin, Rusya, Fransa… İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya'ya atılan bombalardan fazlası, İsrail tarafından Gazze'ye atıldı. Bir gün mutlaka bitecek. İlelebet devam edemez. O gün çok uzak değildir inşallah.
Soru: “Cennet çepeçevre mekârihle sarılmış, cehennem de şehevâtla kuşatılmıştır.” mealindeki hadis-i şerifte nazara verilen “mekârih” ne demektir? Mekârihe neler dahildir? -Mekârih, “mekruh” kelimesinin çoğuludur; nefsin hoşuna gitmeyen şeyler; dertler, sıkıntılar ve meşakkatler demektir. Şehevât ise, “şehvet” kelimesinin cem'idir; nefsin aşırı istekleri ve cismanî arzular manasına gelmektedir. (00.15) -Cennet, aklın zahirî nazarına göre nahoş ve nefse ağır gelen şeylerle kuşatılmıştır. Abdest almak, namaz kılmak, hacca gitmek, zekat vermek, mücahede etmek, Allah yolunda zorluklara katlanmak, yer yer cemiyet içinde bir parya muamelesine tâbi tutulmak, her türlü insanî haklardan mahrum bırakılmak… işte Cennet bunlarla kuşatmıştır. (02.23) -Dinin bazı emirlerinde zâhiren bir meşakkat görünse bile, onlar da aslında hakiki meşakkat değildir; hikmetleri açısından ya bizzat güzeldir ya da neticeleri itibarıyla hayırlıdır. Onlar, uzun bir yolculuğa çıkmış bulunan insanın hedefine sağ-salim varabilmesi için yol azığı mesabesindedir; ileride çıkması muhtemel tehlike ve engellere karşı birer korunma vesilesidir. (04.00) -Cihad da mekârihin bir şubesidir; İslam'da harbin bazı esasları ve hiçbir dinde olmayan kaideleri vardır. Günümüzdeki canlı bombaların İslam'ın dırahşan çehresini karartmaya matuf olduğu âşikârdır. (06.40) -Cehennem, cismanî hevesleri ve şehevî arzuları kendisine tuzak yapmış bir cadıdır. Çoğu kimseler, biraz sonra hayatına mâl olacağından habersiz, tıpkı sineklerin bala koşması gibi, o cadının elindeki zehire koşmaktadırlar. (10.24) -Rehber-i Ekmel Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) bize ibadet ü taati tabiatın bir yanı haline getirmeyi öğrettiği gibi, şehevanî duygulardan kaçınmayı da tabiatın bir derinliği kılmayı talim buyurmuştur. (11.11) -Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in, “Evlenin, çoğalın; zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” hadis-i şerifindeki “iftihar” ifadesi hangi manaya gelmektedir? (13.08)
MÜDDESSİR SURESİ 1-13 N004 M074 Mekke'de ilk nâzil olan sûrelerdendir. 56 âyettir. Kıyama kalkan bir insanın; en büyük olarak Rabbini tanıması, temizliğe dikkat etmesi, pisliklerden uzak durması, istenmekte. Çatık kaşlı, asık suratlı, kibirli kâfirlerin planlarının boşa gideceği ve cehennemi boylayacağı bildirilir. Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1 Ey bürünen (peygamber) 2 Kalk ve uyar. 3 Rabbini yücelt. 4 Elbiseni temizle. 5 Pislikten uzaklaş. 6 Yaptığını çok görerek, menn etme. (iyiliği kesme, başa kakma) 7 Rabbin için sabret. 8 Sûr'a üfürüldüğünde 9 İşte o gün, zor bir gündür. 10 Kâfirlere kolay değildir. 11 Beni, tek yarattığımla (baş başa) bırak. 12 Ona bol mal verdiğimi, 13 (Etrafında) Hazır oğullar (verdiğimi) https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/muddessir-suresi-1-13-tefsiri
Yine bir yüksek kâr, yüksek getiri vaadi ile manipüle edilmiş yıldızlar geçidi. Bu geçidin bu kezki misafirleri kamuoyuna mal olmuş yıldız futbolcular. Bir banka müdiresinin güvene dayalı bankada gizli fon vaadi ile kurduğu sistem ve hayalete dönüşen milyon dolarlar. Türkiye'de son yıllarda nerede ise ortalama yılda iki defa fazla para kazanma hırsının yol açtığı hüsran dolu bir hikaye. Üye getir para kazan mı dersiniz, hayali tanker mi. Rus saadet zincirinden Solucan bank'a, Çiftlikbank'tan süper fon hikayesine. 1919 yılında Charles Ponzi ile başlayan kendini pek de geliştirmeden aynı motivasyonla farklı yüzlerle günümüze gelen bir dolandırıcılık hikayesi. Dün yan komşumuzun, bugün kamuoyu tarafından tanınan yıldız futbolcuların yarın da belki bizim hikayemiz. Ders almadan koşar adımlarla gittiğimiz daha fazla kazanma hırsına yenildiğimiz bir başarısızlık hikayesi. KİM SUÇLU? Basına yansıdığı kadarıyla 46 gün vaadede %253 getiri vaat eden süper bir fon. Buhar olmuş yaklaşık 17 milyon dolar. Sizce kim suçlu diye sorsalar, hepimiz ilk olarak futbolcuları muhtemelen sorumlu tutarız, hatta zekasından ötürü banka müdiresine ödül bile vermeyi teklif edebiliriz. Aynı şey bizim başımıza gelse muhtemeldir ki önce banka müdiresini suçlar sonra biraz da olsa kendimizde suçu ararız. Kimse kusura bakmasın ama asıl suçlu bunca örnek, deneyim, dolandırıcılık hikayesi varken bundan ders almayıp yüksek ve düzenli getiri vaadi peşinde koşan kim varsa o. NEDEN HAYALİ FONLAR PEŞİNE KOŞUYORUZ? Kolay para kazanma hırsı özellikle son yıllarda finansal okuryazarlığı düşük kesimi esir almış durumda. Ya saadet zinciri/titan zinciri kurbanı oluyorlar, ya BİST 100'de kayboluyorlar ya da kripto piyasasında boğuluyorlar. Etrafında bir şekilde bu araçlardan zengin olmayı başarmış sınırlı sayıda kişiyi örnek alıyorlar ve hazin bir hikayenin figüranı olmaktan öteye gidemiyorlar. Ve günün sonunda bu hikayede yanan ne ilk ne de son oluyorlar. PEKİ NE YAPMALI? Yıldızlar futbolcuların “mağdur” olduğu süper fon, hayali fon, sihirli fon davası kamuoyuna açık bir şekilde canlı yayınlanmalı. Vatandaş ya da tasarruf sahipleri en iyiyi aramak yerine yeterince iyiyi arama aşamasının kendileri için bir mutlu son olduğuna ikna edilmeli. Tüm bu acı deneyimlere rağmen birikimlerini benzer saadet ve titan zincirlerine kaptırma potansiyeline sahip tasarruf sahipleri kamu otoritesi kontrolünde mega projeler bazlı getiri sağlayan bir sisteme dahil edilmeli.
Eylül Görmüş ve Tuğçe Arslan Üçer, bu hafta yeni yıl arifesinde "kararlar" konusuna eğiliyor. Etrafımız yeni yıl ve yeni kararlarla kuşatılmışken karar vermenin dinamiklerine dair kişisel deneyimlerimizi aktarıyor, karar vermenin durmakla ilişkisini konuşuyoruz. Elbette ki kitapların ve filmlerin yardımıyla yapıyoruz bu sohbeti ve karar meselesinin sanattaki izini sürüyoruz.Bu bölümde bir de destekçimiz var, kişisel sağlık uygulaması Salus.@salusbenimleKlinik psikologlar, diyetisyenler ve fizyoterapistlerle online görüşme yapmanızı sağlayan bir app olan Salus ile henüz tanışmadıysanız, 1kitap1film10 kodunu kullanarak, 3 ay boyunca Salus üzerinden yapacağınız her görüşmede size özel %10 indirimden faydalanabilirsiniz.Salus'u indirmek ve daha detaylı bilgi almak için bu linki ziyaret edebilirsiniz.
Yükselen bir kariyer, harika bir ses ve pırlanta gibi bir karakter. Christina Grimmie'yi anlatmak için bu üç tanım yeterli. Christina'nın daha küçük yaşlarda başlayan müzik hayatı, YouTube'u kullanmasıyla adeta uçuşa geçti. Kısa sürede tanındı, kitlesini büyüttü, albümler ve konserler peşi sıra geldi. Christina zirveye giden yolda basamakları hızla tırmanıyordu. O artık genç bir yıldızdı. Etrafı sevenlerle çevriliydi. Ancak hayranlar her zaman zararsız insanlar olmayabiliyor. Takıntılı ve saplantılı bireyler sevdikleri sanatçılara kötülük yapabiliyor. Yaşamının ve kariyerinin baharındaki Christina Grimmie de maalesef böyle bir hayrana sahipti. İşler hayal ettiği gibi gitmedi. Bu bölümde onun trajik hikayesine ortak oluyoruz. İyi dinlemeler...Burada dinlediğiniz vakalar üzerine hazırladığım belgeselleri izlemek için YouTube'a gelin.Cem'den Dinle YouTube: https://www.youtube.com/c/CemdenDinleInstagram: cemdendinleİletişim & İşbirliği: cemdendinle@gmail.comFon Müziği / Music:Myuu https://www.youtube.com/user/myuujiMusic from https://filmmusic.io "Undaunted" by Kevin MacLeod (https://incompetech.com) License: CC BY (http://creativecommons.org/licenses/by/4.0/)
Etrafımızda bizi seven bu kadar iyi kalpli insan varken nasıl olur da değerimizi bilmeyecek saçma kişilerin peşinden koşar dururuz? Ya da bazı fikirlerin öne sürdüğü gibi, bu yaklaşım terkedilenlerin ya da seçilmeyenlerin kendilerini iyi hissetmek için uydurduğu bir bahane mi? Kayıt: Serkan Karaismailoğlu Müzik: Not Without the Rest - Twin Musicom Video: You Tube Ortapia kanalı (Kayıt tarihi: 14 Aralık 2022) Video linki: https://youtu.be/S_yIMUDkpfg?si=QmIoEcgNO4byqYjD
Yemen türküsü, “Havada bulut yok bu ne dumandır / Mahlede ölen yok bu ne figandır” sözleriyle başlar. Çanakkale Türküsü ise “Çanakkale içinde vurdular beni / Ölmeden mezara koydular beni” diyerek. Şanlı komutan Gazi Osman Paşa'nın dillere destan Plevne savunması “Tuna nehri akmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor” sözleriyle tarihe tanıklık eder. Balkanlar'da düşman ordularına karşı koymakta zorlanan dedelerimiz, İstanbul'dan yardım bekler fakat yedi cephede yedi düvelle çarpışmalar devam ettiğinden, beklenen yardım bir türlü gelmez. Balkan halkı ve orada toprağını korumaya çalışan askerler şöyle sitem gönderirler: “Aman padişahım yesir düştüm bağrın taş mıdır? / İmdadınız yetişmedi, yollar kış mıdır?” Başka örnekler de mevcut. İsteyen kolayca ulaşabilir. Sanatçının görevi halka hoşça vakit geçirmek, eğlendirmekten ibaret değil. Aynı zamanda çağa tanıklık etmek var. Diyebiliriz ki bu daha önce gelir. Yaşadığımız acıları da mutlulukları da eserlerine yansıtanlar, yarına bırakanlar olmalı. Yavuz Bingöl'ün şu günlerde yaşanan Gazze meselesine eğilmesi ve bir eserle seslenmesi bu bakımdan çok önemli. “Gazzeli annenin gördüğü düş: Barış...” Ortak acılar ve sevinçler eserlerde yer bulacak ki millet olmanın gereği kabul edilen tasada ve kederde birlik görülebilsin. Yoksa bir araya toplanmış bir kalabalık olmaktan öteye gidemeyiz. Gazze'deki katliamı, soykırımı, vahşeti görüp de acısını yüreğinde hisseden sanatçıların eserlerini görmek, duymak isteriz. Notalar, yerini bulmak için torbada bekliyor, sözler klavyede gizli. VER ELİNİ DEMİŞLER Galata Köprüsü civarında olsa gerek, sivri sakallı bir adam suya düşmüş, çırpınıp duruyor. Yüzme bilmediği için boğulmak üzere. Görenler telâş ve panik içinde bağrışırken bir kişi yaklaşıp elini uzatıyor hemen. “Ver elini...” Sudaki adam çırpınmaya devam ediyor. İyi niyetli kurtarıcı tekrar “Ver elini” dese de öteki oralı değil. Çırpınıp duruyor. Bir başkası geliyor, “Al elimi” deyince adamı çekip kurtarıyor. Etraftakiler hayret içinde, nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Kurtaran kişi izah ediyor. “Ben bunu tanırım. Siyonistin önde gidenidir. Anlayış gereği hiçbir şey vermezler. O yüzden al elimi dedim de kurtarabildim.” Öyledir. El alırlar, ev alırlar, para alırlar, altın alırlar, toprak alırlar, ülke alırlar fakat ölmek pahasına da olsa bir şey vermezler.
Etrafımızdaki kişilerin bizim için yaptığı fedakarlıkların ne kadar farkındayız? Farkındaysak biz onlar için ne yapıyoruz? Keyifli dinlemeler... organikbeyinlerpodcast@gmail.com https://www.instagram.com/organikbeyinlerpodcast/
16 yıldır insanlık dışı bir kuşatma altında bulunan Gazze'nin yiğit erleri, 7 gün önce başlattıkları operasyonda İsrail'i tarihinde görebileceği en rezil yenilgiyi yaşattılar. İsrail'i, ordadoğunun kalbine bir bıçak gibi saplanmış, kendilerini dünyanın en üstün, en ayrıcalıklı, en asil kanlı kavmi sayanların devleti İsrail. Kurulduğu günden itibaren başta ABD olmak üzere uluslararası düzenin bahşettiği imtiyazlarla, desteklerle dünyanın ulaşabildiği en yüksek savunma ve saldırı teknolojileriyle her zaman donanımı güncellenen İsrail. Yenilme ihtimali, savunmasının delinmesi veya bir saldırıya maruz kalma riski akla bile getirilemeyecek süper savunma ve savaş makinası İsrail. Etrafı yangınlarla yanıp bitip kül olsa bin kıvılcım bile topraklarına ulaşamayacak kadar güvende olan İsrail. Bu güven algısını dünyanın her tarafından toplayıp getirdiği yerleşimcilere satıyordu İsrail. Yerleşimciler, zaten yaşadıkları ülkelerde hiçbir güvenlik veya geçim sorunları olmayan Yahudilerden oluşuyor. Kimse bunların tavuğuna zaten kış diyemiyor bugünkü dünyada. Yaşadıkları ülkelerde bile imtiyazlarla yaşıyorlar. Bu imtiyazlar yetmiyormuş gibi şimdi işgal edilmiş topraklarda yaşayan Filistinlileri zorla evlerinden çıkarıp yerlerini gasp eden yerleşimcilerden bahsediyoruz. Bir cümlede geçiştirilemeyecek bir durumdur bu. Siz hiçbir gece yarası çoluk çocuğunuzla yaşadığınız evi basıp bu ev artık bizim, pılınızı pırtınızı toplayın ve defolun gidin diyen bir baskına muhatap oldunuz mu? Allah etmesin, ya bunu hiçbir an için düşünebilir misiniz? İsrail'deki yerleşimcilik terörü böylesine 1948'den beri sistematik olarak devam ediyor. Gazze evlerinden yurtlarından zorla çıkarılmış insanların toplandıkları kamplardan oluşuyor. Asıl yerlilerinin sayısı toplam nüfusunun çok azını oluşturuyor şimdi. Bir gün zorla çıkarıldıkları topraklarına, evlerine kavuşmayı diliyorlar, ama zaten Gazze'den de gidecekleri başka bir yerleri yok. Ama işgalci terör devleti onlara Gazze'de de rahat yüzü vermedi. 16 yıldır yaşanan kuşatma İsrail'in Gazze halkından korkusunun da ifadesi ama korktuğunu sürekli zor ve baskı altında tutarak bu korkusunun eceline fayda edeceğini hesaplıyor. Korkağın terörü çok daha korkunç, çok daha insanlık dışı oluyor nitekim. Korktuğu için kuşatıyor, hapsediyor, korktuğu için öldürüyor, eninde sonunda büyüyünce karşısına dikileceğini hesaplayarak çoluk çocuğu da, kundaktaki bebeği de, hatta anne karnındaki bebeği de öldürmekten geri durmuyor. Oysa mensubiyet iddia ettikleri Musa'nın hayatından zerre ibret almış değiller. Musa Firavun'un korkusuydu, eceli oldu. Musa'nın geleceğini kehanetle haber alan Firavun İsrailoğullarının erkek çocuklarını katlederek ecelinden kaçabileceğini zannetti. Oysa Musa Allah'ın Firavun üzerine inecek sopasıydı, inmesi mukadder hale geldiğinde Musa'nın sarayının içinden çıkıp inecekti başına.
Farzedelim ki eşinizin dostunuzun terkettiği bir mahallede tek kat bahçeli bir eviniz var, orada tek bir hane olarak kalmışsınız. Etrafınız sizi sevmeyen, orada istemeyen kötü niyetli, saldırgan, düşmanca davranan muhteris komşularla çevrili... Sizi sevmiyorlar, çünkü onlardan değilsiniz. Orada istemiyorlar çünkü evinizin yerinde gözleri var. Oysa bu ev, bu bahçe size atalarınızdan miras, bir avuç toprak da olsa, orası sizin yurdunuz... Siz onlardan sadece varlığınıza saygılı olmalarını istiyorsunuz ama onlar sizden her şeyinizden vazgeçerek bu mahalleyi terketmenizi istiyor. Ya da bu toprağın üstünde değil, altında olmanızı... Yıllar yılı bu kötü niyetli komşuların toplu ya da tek tek tacizine uğruyorsunuz. Aralıksız olarak... Neredeyse evinizden başınızı çıkaramayacak kadar üstünüze geliyorlar. Dışarı çıkıp alışveriş yapamadığınız için çocuklarınız bazı geceler aç yatıyor. Hasta olsalar ilaç bulamıyorsunuz. Ellerine ne gelirse evinize atıyorlar, camlarınızı kırıyor, evinize, bahçenize zarar veriyorlar. Attıkları koca koca taşlar sizi, ailenizi, çocuklarınızı yaralıyor sık sık. Belki çocuklarınızdan birini, birkaçını da bu saldırılar neticesinde kaybedip toprağa veriyorsunuz. Sizin acılarınıza gülüp geçiyor, saldırılarını arttırarak devam ediyorlar. Onların bu kötülüklerine, bu vahşetlerine karşı bütün şehir sus pus... Arada onların bu yaptıklarına cılız da olsa ses çıkarmaya yeltenenlerse, en alttan alan edalarla onlara yüzlerini çevirmeden önce size parmak sallamayı ihmal etmiyor. Yardımınıza gelen yok, imdadınızı duyan yok, akrabalarınızdan bazıları arada bir ufak tefek erzak gönderiyor sadece. Onların da çoğuna el koyuyorlar. Bu hikaye bu şekilde seksen seneden fazla devam ediyor. Siz insan üstü bir dirençle, her türlü zulmü, kötülüğü, acıyı sineye çekerek haklı davanızı savunuyor, evinizi, yurdunuzu terketmiyorsunuz. Evinizin bulunduğu sokağa yaklaşamayan yakınlarınız, zalim komşularınızın dikkatini çekmekten çekinip etrafı kollayarak uzaktan yanınızda olduklarına dair birtakım işaretler yapıyor. Bundan bir memnuniyet duyuyor olsanız bile bu ürkek destekler dertlerinizi çözmüyor. Aç açıkta, yoksul ve yoksun, kendi evinizde mahpus, bütün düşmanlarınıza karşı yapayalnız, uğradığınız düşmanlığa karşı tek kalkanınız sadrınız olmak üzere her gün değil, her an bir sabır imtihanından, bir mukavemet tecrübesinden geçiyorsunuz. Düşmanınız çok şımarık, çok şımartılmış... Çünkü evinizde, yurdunuzda onların da gözü var, onlar da sizi istemiyor. Size saldıranları bir öncü vurucu güç gibi görüyor, öne sürüyor. Arkada laf çevirerek onların yaptıkları zulme kılıf hazırlıyorlar. Utanmaları yok, insafları yok, insanlıkları yok. Bu vahşi kumpanyanın, bu zulüm tezgahının seksen senedir aralıksız sürmesinin asıl sebebi, kötülüğün asıl hamisi bu karanlık zihinli bezirganlar, güç madrabazları... Bazen artık bıçak kemiğe dayanıyor, isyan ediyorsunuz, öfkenizi haykırarak bahçenize attıkları taşlardan elinize geçirdiklerinizi onlara geri atıyorsunuz. Seksen senedir bu kötülük için kalkmayan parmaklar hemen havaya kalkıyor, size doğru sallanıyor. Büyük bir yaygara koparılarak bu haklı isyanınızın kabul edilemez, çok kötü olduğu hep bir ağızdan söylenmeye başlanıyor. Sizi haksız duruma düşürmek için bin bir türlü yalan ve iftira dillendiriliyor. Yapacak bir şeyiniz yok; ne kendinizi savunmak için söylediklerinizi duyuracak gücünüz ne bu haykırışınızı duymaya hazır gerçek, cesaretli, mert dostlarınız var. Şehrin bazı yerlerinde sizin davanızı savunanlar yok değil ama namert düşmanlarınız onların seslerini boğmak için de her türlü imkana sahipler ve bunları büyük bir ihtirasla kullanıyorlar.
Sen bir ağaç ol, etrafına gölgeler sal; o gölgeye sığınmayan sığınmasın!.. *Sen toprak ol, bağrına tohum atmayan atmasın. Sen su ol, ak mecranda; içmeyen içmesin. Sen güneş ol, şualarınla başları okşa; ondan istifade etmeyenler etmesin. Sen bir ağaç ol, etrafına gölgeler sal; o gölgeye sığınmayan sığınmasın. Asıl mesele, olmaktır, senin olmandır; sen öyle olunca, esas kazanmış sayılırsın. Bugün olmazsa yarın, bir kısım kadirşinas insanlar, o çağlayana dudaklarını uzattıkları, o ağacın gölgesinde oturdukları zaman “Allah sizden razı olsun!” derler. *Bu ufuk, peygamberlerin ve Raşit Halifeler'in ufkudur. O ufka yönelmeyen insanlar kazanma yolunda hep kaybetmişlerdir. Öyleyse insan neye ne ölçüde teveccüh edeceğini iyi belirlemelidir. *Dünyaya dünya kadar, ukbaya ukba kadar teveccüh etmeli. Birazı çocuklukta, bir miktarı uykuda geçen; bir kısmı da yaşlılıkta geçen mi, yoksa insanı sürüm sürüm eden mi, işte böyle bir dünya! Bu kaç para eder? Bunun karşısında öbür tarafı düşünün, ebediyet. Rakamlara sığmayan bir süre. Aslında süre sözü ifade etmez onu, belki ona süresizlik demek lazım. Evvel, âhir, zâhir, bâtın orada iç içe… Şu halde, dünyaya dünya kadar, ukbaya da ukba kadar… Şahsımıza nefsaniyet itibarıyla, şahsımız kadar; Kendisiyle şahısların mukayese edilemeyeceği o Zât'a karşı da namütenâhîliğine göre teveccüh içinde bulunmak lazım. Bu video 09/08/2015 tarihinde yayınlanan “Sen Tohum At Git” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
Görmek ve Bakmak Etrafımızda olanları gözlerimizle, bir problem yoksa görürüz; fakat bunlara bakmayabiliriz. Onun için "görmek" ile "bakmak" arasında fark vardır. Görmek, bilinç dışı bir hâl ya da harekettir. Göz açık bulunduğu zaman dıştaki nesneler, ister istemez ona çarpar. Hiçbir şey düşünmeyerek gezdiğimiz zaman, gökyüzünü, ağaçları, akarsuyu görürüz; evleri, insanları görürüz; yağmur ya da kar yağdığını görürüz. Bunların izleri birbiri ardınca gelir, birbirini silerek geçer. Biraz sonra bu görmüş olduklarımızı zar zor, eksik gedik hatırlarız. Bakmak, iradeli ve düşünceli bir eylemdir. Bir anıt, güzel bir yapı önünde dururuz, eğer kendimizi ona bakmaya zorlarsak, onun güzel taraflarını çıkartırız; üslûbuna, organlarına bakarız. Bir bahçeden geçerken, bir asker geçişini seyrederken, eğer onlara bakacak olursak, öteki bahçeden, başka askerlerden onları ayırt eden noktaları buluruz. Bir şeye bakan, yani gözünün önünde yayılmış şeyleri düşünceli bir bakışla görmeye çalışan bir kimse, onları tanımaya, ilerisi için karşılaştırma noktaları çıkarmaya, az çok, açık ve sürekli bir izlenim elde etmeye çalışan kimse demektir. Görmek, organlarımızdan birinin doğal bir işidir. Nefes almayı nasıl öğrenmiyorsak, görmeyi de öğrenmek zorunda değiliz. Bakmak ise görüşümüzün eğitimi ile olur. Gayet sade, normal olan bu eğitim, çok defa önem verilmemek yüzünden yapılmıyor ve insanların çoğu bakmayı bilmiyorlar. Öğretmenlerden çoğu, ödev düzeltirken tasvirlerin bayağılığından, örneklerin kuruluğundan bezmiş hâlde bulunurlar. Sanki öğrenci anadan kördür ya da sanki çölde yaşamış bir kimse gibi hiçbir şey görmemiş, hiçbir şey duymamıştır. Bir yazma ödevinde: "O gün bahçedeydik..." diye başlayan öğrencilere sorunuz. Hiç bahçe görmüşler mi? Görmüşlerdir elbet. Fakat bu bahçe nasıldır? Etrafı ne ile çevrilmiştir? İçinde hangi ağaçlar, ne gibi çiçekler vardır? Bahçeyi hangi mevsimde görmüşlerdir? Size belli belirsiz cevaplar vereceklerdir; çünkü "alıcı gözüyle" bakmamışlardır, bu yüzden de hatırlarında kalan "basmakalıp bir bahçe"dir. Bir yolda gidiyorlar, ana yol mu, sade bir yol mu olduğunun farkında mıdırlar? Manzarayı birkaç gerekli ayrıntıyla, açıkça anlatabiliyorlar mı? Hayır. Bu onlar için sadece bir yoldur; oradan arabalar geçer, gürültü yapar ve toz çıkarır, o kadar! Belki yüz kere bir çay, bir dere, bir havuz görmüşlerdir. Fakat onların içinde sadece bir şey olduğunun farkındadırlar, o da yalnız su. Hele anıtlar, eskiden kalma değerli yapılar, eski bir yıkıntı ya da çiftlik olursa bu berbatlık kendini daha açık gösterir. Belki bunu, çok yakından incelemedikleri bir konu şeklinde olduğu için verirsiniz; bu çeşit resimler görmüşlerdir; bu resimlere bir göz atıp geçmişler, akıllarında tutmaya değer bir nokta bulamamışlardır. Bakmaya ve baktığı şeyleri incelemeye alışmak, yeni bir dünya bulmak, yeni zevkler verecek şeylerle karşılaşmak demektir. Çevremize dikkatle bakar incelersek, onu daha çok ve anlayarak severiz. Mustafa Nihat ÖZÖN
Levent Kavas ile birlikte ortaçağ felsefesini tanımlayan soru ve sorunları tartışıyoruz.
Bahane Kimi zaman beceremiyorum demenin bir başka ifadesidir bahane. Canımız bir şey yapmak istemediğinde mantıklı mantıksız sıralar dururuz. Daha çok da başarısız olduğumuzda ya da başarısız olacağımız anlaşıldığında başlarız bahane uydurmaya. “Öğretmenim ödevimi yapacaktım; ama akşam elektrikler kesildi.” İlköğretimde uydurulan en baba bahanedir. Bir de “Ödevimi yapacaktım; ama akşam misafir geldi.” Diye de uydurulan versiyonu vardır. Lise de ise “Annem hastaydı dün o nedenle gelemedim hocam.” olur. Sınavdan istenen notu alamayınca, “Hoca zor sordu.”, “Anlatmadığı yerden soru geldi.” diye sıralanır sonra. ÖSS'de ise en baba bahane, “Hocam optik formda kaydırmışım.” ya da “Zamanım yetmedi hocam.” şeklindedir. Bahane, yaş ilerledikçe “Başım ağrıyor bugün akşam misafir kabul edemeyeceğim.” şeklini alır. Telefona cevap verilmek istenmediğinde ise “Şarjım bitti.” en çok tutandır. Karşıdaki, aslında olayı anlamıştır; ama çoğu zaman olumsuz tepki vermez. Bir de masum bahaneler vardır. “Geçiyordum uğradım.” diye gösterir kendini ya da “Sen burada mıydın? Ne hoş bir sürpriz bu!” diyerek farkında olmadan karşılaşılmış gibi yapılır. Bazen de, bir arada olmak için bahaneler vardır: “Nereye gidiyorsun, çarşıya mı? Seni bırakayım. Ben de o tarafa gidiyorum.” şeklinde ortaya çıkabilir. Peki, neden bahane uydurmak zorunda kalır insanlar? Gerçeği söylemek bu kadar da zor mudur? Bahane, aslında yalanın kılık değiştirmiş şeklidir. Çoğu zaman cezalandırılmamak ya da karşıdakini kırmamak için söylenir. Etrafımız doğruları hazmedememe sorunu yaşayan insanlarla doludur. Çocuk annesine: “Devamsızlık yaptığım için dersi kaçırdım, sınavda da sorular o konulardan çıktı, bu nedenle düşük not aldım.” dediğinde acaba annenin tepkisi ne olur? Kaç anne ya da baba, olumlu yaklaşıp: “Olsun mutlaka geçerli bir nedenin vardır, o nedenle devamsızlık yapmışsındır, ikinci sınavda işi sıkı tutar notunu yükseltirsin.” diyebilmektedir. Mutlaka bu tür yaklaşan anne ve babalar vardır; ancak genel olan hemen hesap sorma şeklindedir. Çocuk, okul dönüşünde daha kapıdan içeri girer girmez: “Sınavın nasıl geçti?”, “Komşunun oğlu kaç aldı?”, “Haylazlık yapacağına oturup ders çalışsaydın!” tarzında hesap sormak neredeyse ailelerde gelenek hâline geldi. Bilmeden, istemeden, tamamen iyi niyetle çocuklarımızı kendi elimizle bahane üreten, hatta daha kötüsü yalan söyleyen bireyler hâline getiriyoruz. Her anne-baba, çocuklarına karşı, hatta eşler birbirlerine karşı tutum ve davranışlarını kontrol etmelidir. Anne babalar, çocuklarını doğru söylemeye teşvik etmelidir. Eğer bir yerde bahane varsa bilinmelidir ki orada yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. O yerde bulunan herkes, anne-babalar, karı-kocalar, yöneticiler, bölüm şefleri, kendi davranışlarını dürüstçe gözden geçirmelidir. Bahanenin temelinde yatan unsurlar tespit edilerek çözüm yoluna gidilmelidir. Ahmet GÜNAY
Yalnızlık az sayıda arkadaşı olması değildir sadece insanın. Etrafındakilere anlamlı ilişkilerle bağlanamamamaktır.
Ekrem Dumanlı | Etraf çamurdan geçilmiyor | 29.08.2022 by Tr724
Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer, bu hafta Biri Bir Gün'de Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerinin (k.s) merkad-i şeriflerinden sesleniyor... Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları anlattı; Cüneyd-i Bağdâdî (k.s) vefatına yakın hasta yatağında yatmaktadır... Çok muzdariptir, acı içindedir... Etrafında talebeleri, sevenleri, müridân onun bu halini görünce derler ki; Efendim, bizim umut ve niyazımız ahirette sizin şefaatiniz bereketiyle kurtulmaktır oysa şimdi sizi görüyoruz ki çok ızdırap içindesiniz bu haliniz bizi korkutuyor... Diyecektir ki Seyyidü'l Taife Hazreti Cüneyd (k.s); Dostlarım! Ben şu anda 70 senelik amelimi, bütün kazancım varsa hepsini bir kıl kadar ucuna bağlanmış şekilde görüyorum ve bir rüzgar esiyor, bu esen rüzgar red rüzgarı mı yoksa kabul rüzgarımı bunu bilmiyorum onun için mahzunum der ve Allah deyip ruhunu teslim eder... Rivayet o ki vefat ettiğinde 91 yaşındaymış. Rabbim derecâtını âlî eylesin, bizleri de şefaatlerine nail eylesin... Selamın aleyküm erenlere gönül verenler, onları sevenler, laf ettirmeyenler. Bağdat'tayız. Şu yaslandığım merkad-i şerif Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerinin (k.s) merkadleri ve hemen arka çaprazda duran kabr-i şerif Hazreti Cüneyd'in dayısı ve mürşidi Serî es-Sakatî'nin (k.s) kabr-i şerifi... Dünyadayken birbirine muhabbet eden bu iki güzel gönül kabirlerini de talebeyi üstadın ayak ucuna defnettirmek üzere bir eylemişler... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Etrafımız dört bir yandan krizlerle çevriliyken kendimizi yine yeniden eski dizileri izlerken buluyorsak bir sebebi var elbette. Bu nostaljinin bizi rahatlatan ve güven veren bir tarafı var. Bilindik kollara kendimizi bırakıyoruz… Üstüne üstlük her şeyin şurup şeker olduğu Gilmore Girls ise ciddi bir antidepresan etkisi yaratıyor. Peki bu nostaljinin bir noktadan sonra toksik bir hal alması söz konusu olabilir mi? Sinema ve televizyon dünyası bu nostalji hevesinin ekmeğini neden bu kadar yiyor? Gilmore Girls sevdası sırf nostaljiden mi yoksa onun bize sunduklarına mı sevdalıyız? Dadanizm ekibinden Seden Mestan ve Ilgaz Gökırmaklı kafa kafaya veriyor ve Stars Hollow'a doğru bir kere daha yola çıkmadan önce soruyor: TESELLİYİ GILMORE GIRLS'TE BULMAK ZORUNDA MIYIM? dadanizm.com
Zirvelere Yürüyüş ve Kur'an'ın Etrafındaki Surlar 22/08/2005 by
#TürkKahvesi'nde bu hafta konuğumuz Dumlupınar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Altay Tayfun Özcan ◾ Tarihsel dönemleri çalışırken hangi konulara dikkat edilmeli? ◾ #Hazar Kağanlığı nasıl kuruldu? ◾ Hazar Kağanlı'nın Araplarla ilişkisi ◾ Hazarlar ve #Selçuklular ilişkisi ◾ Doğu Avrupa Türk tarihi ve Hazarlar ◾ #Moğol İmparatorluğu nasıl kuruldu? Ayşe Böhürler ile #TürkKahvesi her Pazar 11.10'da #TVNET'te
Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Zalim Padişahı Kabirde Yutan Yılan" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer'in Biri Bir Gün'de anlattığı hikaye; Evvelki zamanlarda bir padişah vardı. Dünyaca gayet ulu bir padişah idi. Bir gün şiddetli bir hastalığa müptela oldu. Tebaasını çağırdı. Vasiyet etti. Dedi ki: -Ey benim vezirlerim! Ey yarenlerim! Oğullarım ve kullarım! Beni görün ve benim halime bakın, ibret alın. Bu fani yalancı beyliğe aldanmayın. Bu fani lezzetlere gönül vermeyin, ahiret amellerine fırsat elde iken çalışıp gayret edin. Yoksa benim gibi olur, nedametler edersiniz. Ölüm insana aniden gelir. Ölüm gelince insan şaşırır. Ölüm arslanı insanı pençesine alır, hiç aman vermez. Tövbeyi hiç elden bırakmamak gerekir. Bu padişah ölürken nasihat etti ve dedi ki: -Ben öldükten sonra beni kabire koymayın. Zira ben kabirden ve kabir azabından korkarım. Ben başkalarına çok zulmettim. Başkalarını çok incittim. Etrafında bulunanlar dediler ki: -Ne yapmamızı istersin? Cevaben dedi ki: -Sarayımdaki odalardan birine koyun beni. Büyükçe de bir tabut yapın, beni o tabutun içinde odaya bırakın. Tabuta su girmeyecek şekilde muntazam yapın. Bir kaç gün geçtikten sonra tabutu sağlam bir iple evin ortasına asın. Sonra ruhunu teslim etti. Padişahın dediğini yerine getirdiler. Sağlam bir ağaçtan büyücek bir tabut hazırlayıp o ulu padişahı tabutun içine soktular. Evlerden birinin içine bıraktılar. Bir müddet sonra da evin içine tabutla beraber astılar. Bir gün akşam oldu, herkes uykuya vardıktan sonra bir avaz işitildi. Gayet heybetli idi. Hep saraydakiler kalkıp korku ile sesin geldiği tarafa koştular. Varıp tabuta sarıldılar, tabutu indirip açtılar. Gördüler ki padişahın başını büyük bir kara yılan kapıp yutmuş. Bu yılan öyle bir yılan idi ki bunun gibi yılanı o havalide o vakte kadar kimse görmemiştir. O ulu padişahın başını o yılanın ağzından zorla çıkardılar, yılanı öldürdüler. Başı eski şekliyle gövdeye bitiştirdiler. Tabutu güzelce kapatıp yine eskisi gibi yerine güzelce astılar. Lakin ertesi gece tekrar aynı şekilde bir avaz ve çığlık duyuldu. Tekrar tabutu indirdiler. Bu sefer o yılan o padişahı yarı beline kadar yutmuş. Yine padişahı yılanın ağzından çıkardılar. Yılanı telef ettiler, tepelediler. Tekrar padişahı eski haline koydular. Tabutu evin ortasına astılar. Ertesi gün oldu, yine geceleyin bir çığlık işitildi. Herkes uykudan kalkıp koştular. Bu sefer yılan padişahı bütün bütün yutmuş. Yılanı tepelediler, padişahı çıkardılar ki kapkara kömür gibi oluvermiş. Sabahleyin varıp zamanın alimlerine bu halleri anlattılar... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Enerjini korumanın çok önemli olduğunu biliyorsun ve etrafındaki insanlar senin enerji seviyeni etkiliyor. Peki kimlerin sana enerji verdiğini biliyor musun? Etrafında sana enerji veren insanların bazı temel ortak özellikleri var. Dinleyeceğin bu podcastte kimlerin sana enerji verdiğinden bahsediyorum ve senin için yararlı olabileceğini düşündüğüm bazı bilgiler paylaşıyorum.