POPULARITY
Mehmet Efe Çaman | Bildiğimiz Türkiye'yi yıkan ekip | 15.01.2025 by Tr724
Üniversitede ders verdiğimiz yıllarda ‘kriz iletişimi yönetimi' bahsinde, güncel örnekler bulmakta hayli zorlanırdık… Kırk yılın başı bir kriz olacak da biz de onun iletişiminin nasıl yönetildiğine dair sınıfta çalışma yapacağız… Kolay iş değildi… Bildiğiniz üzere ‘krizin yönetimi' ile ‘krizin iletişiminin yönetimi' iki ayrı faaliyet ve uzmanlık alanıdır. O nedenle ‘farazi' olaylardan yola çıkarak analiz yapmak akıl kârı olmaz… Yıllarca iletişim kitaplarında dönüp dolaşıp sadece 1989'da Exxon Valdez adlı petrol yüklü geminin Alaska'da yer alan Bligh Kayalıklarına çarpması ve 120 milyon litreye yakın petrolün denize dökülerek bir çevre felâketine yol açmasıyla ortaya çıkan krizden söz edildi.
Podcastimizin 63. bölümünde başlığımız ‘'Hayata Dair Doğru Bildiğimiz Yanlışlar'' umarız dinlerken keyif alırsınız.
2024 - Batı'nın ve Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Yapay Zekanın "Take-off" Yılı
Hilmi Çeltikçioğlu ve Akın Türkmen... Isınma turları ve soğuk şakalar, riskçi Dan Campbell'ın Green Bay Packers zaferi, Miami Dolphins'in New York Jets karşısında galibiyeti uzatmada kurtarışı, Minnesota Vikings'in Kirk Cousins'tan intikamı, New Orleans Saints'in pahalı galibiyeti, Carolina Panthers'ın iyi oynayıp kaybettiği bir maç daha... Bildiğimiz Jameis Winston, bildiğimiz Baker Mayfield, Arizona savunmasının Seattle önünde tel tel dökülüşü, haftanın en iyi karşılaşması olan Buffalo Bills - Los Angeles Rams düellosu, San Francisco 49ers'ın Bears önünde hücumuna çektiği balans ayarı, Kansas City Chiefs'ten yine bir son saniye kahramanlığı, Dallas Cowboys'tan yine bir son saniye beyin teklemesi, Ja'Marr Chase'ten yine bir dev performans... Bunların yanı sıra önümüzdeki haftanın maçları, çeşitli istatistiklerde lider olan oyuncular ve dahası...
"Şəhər adamı"nda qonaq olan aktrisa Günəş Tegin ilə"Vətəndaş A"dan, teatr aktrisalığından, səyahət etdiyi ölkələrdən və digər maraqlı məqamlardan danışdı.
Birkaç ay önceydi. Gazeteci arkadaşlarla, Zeytinburnu'nda bir mekandaki buluşmamızdan ayrılırken kapıdaki güvenlik görevlisi yanımıza gelip, “Siz gazetecisiniz. Çok kimsenin bildiği ama konuşulmayan bir mesele var. Size aktarmak istiyorum” dedi. Ayaküstü konuşmaya başladık. İçini tek nefeste döktü: “Abi ben bulaşmadım. Kendimi korumak, nefsime yenilmemek için çok uğraştım. Fakat polis, bekçi ve güvenlikçiler arasında kumar bağımlısı çok arkadaşımız var. Bu bela virüs gibi yayılıyor. Haberlere çıkmıyor ancak intihar edenler var. Bildiğimiz, ettiğimiz, tanıdığımız gencecik insanlar kumar borcundan dolayı canlarına kıyıyorlar.”
Plüton'un Oğlak'tan çıkışına birkaç hafta kaldı. Bir daha 240 yıl geri dönmeyecek. Dolayısıyla bir sıkıştırılmış final dönemi yaşıyoruz. Bildiğiniz gibi gündem pek de sevecen ve mutlu değil! 16 yılda öğrendiklerimiz son bir sınava tabi tutuluyor. Bu geçiş döneminden sağlıklı ve evrimleşmiş çıkmak için ne yapmalıyız? Sezon 2 Bölüm 97 Dinlemek yerine okumak ya da enerjisi mesaja uygun, özenle seçilmiş görselleri görmek, bahsedilen bağlantılara ulaşmak için https://moralev.com/ Meditasyonlar, yöntemler ve zamansız makaleler için https://moralev.com/ Mor Alev'le bireysel olarak çalışmak içinse https://moralev.com/hizmetler/ Mor Alev'i Instagram'dan takip etmek için: @moralev1111
Altın Motor'u canlı kaydediyoruz! Adana Altın Koza Film Festivali'nden canlı yayınladığımız Adana Günlükleri'nin birinci bölümünde konuştuğumuz yapımlar;00:00 | Giriş09:45 | Bildiğin Gibi Değil (Yön: Vuslat Saraçoğlu)25:35 | Hêvî (Yön: Orhan İnce)37:40 | Ölü Mevsim (Yön: Doğuş Algün)53:12 | Döngü (Yön: Erkan Tahhuşoğlu)1:04:45 | Gecenin Kıyısı (Yön: Türker Süer)
Hahaaa! Bildiğiniz kuzu kulağı otu, 3 limon kabuğu rendesinden yapılan detoks değil tabi bahsettiğim. Hayatımızdaki fazlalıklardan, bize iyi gelmeyen kişi ve ortamlardan arınmayı konuşuyoruz bu bölümde. Sizi seviyorum, sağlıkla kalın.
Ömrü Avrupa'da geçmiş ABD'li yazar Gertrude Stein'ın, şeylerin kelime anlamlarından daha fazlasını ifade ettiklerini belirtmek için kullandığı sözdür: “Bir gül bir gül bir güldür...” Bu çok yalın bulduğum sözün, çok anlamlı, çok derin olduğunu da düşünmüşümdür hep... Hz. Mevlânâ'nın “Fihi Mah Fih” (Ne varsa içindedir), Türkçedeki en iyi karşılığıyla “İçindekinin içindeki” düşüncesini de çağrıştırır bizce... Ocak ayından bu yana 100. yaşını çeşitli etkinliklerle kutlayan İş Bankası, benim için çocukluğumdan bu yana pek çok şeyin simgesi olagelmiştir. Güç ve güven bunlardan en önemlileridir... Tabii bir de devlet meselesi var... Çocukluğumda para biriktirebildiğim söylenemez ama Banka'nın meşhur kumbarası ile çok oynadım... Vapur yapardım onu, halının üzerinde gezdirirdim... Yılbaşından bu yana yürüttükleri 100. yıl etkinliklerinde olduğu gibi İş Bankası'nı da her zaman beğenmişimdir. Ancak, aynı oranda sevdiğimi söyleyebilir miyim?.. Sanmıyorum... Bildiğiniz gibi beğenmek ile sevmek tamamen farklı kavramlardır... İkisinin aynı anda en yüksek seviyelerde hissedilmesinin maneviyatta karşılığı Allah sevgisi dışında neredeyse yoktur diyebiliriz... Olsaydı, İş Bankası'ndan başka bir banka iş yapamazdı... Yaptıkları her işi beğendiğimi söyleyebilirim. Aralık 2022 itibarıyla finans, cam, enerji, teknoloji ile sağlık ve hizmet ana gruplarında faaliyet gösteren 29 şirkette doğrudan ortaklığı olan Banka'nın, doğrudan ve dolaylı olarak kontrol ettiği şirket sayısı 113 iken, 136 şirkette ise doğrudan ve dolaylı ortaklığı varmış. Duyulan sevginin, beğeni düzeyine yükselmesini engelleyen faktörlerden biri işte biraz da bu ihtişam, hatta ciddi düzeyde ‘devlet devlet' duruşu olabilir mi?.. İş Bankası'nın Mayıs ayında düzenlediği, Plácido Domingo, Murat Karahan ve Elena Stikhina'nın sahnede ağırlandığı, şef Carlo Tenan yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nın performansını unutmak mümkün değil... O ne ihtişamdı! 6500 kişilik Volkswagen Arena yıkıldı!..
Bugün hem Türkiye ekonomisinin gidişatına yönelik beklentiler, hem de kişisel mali durumumuza ilişkin gerçekler tasarruf yapma gerekçelerimizi şekillendiriyor. Ekonominin ve bireysel finansal durumumuzun gidişatına yönelik kötümser beklentiler beklenmedik durumlara karşı zorluk yaşamamak için tasarruf motivasyonumuzu güçlendiriyor. Bizden önceki kuşakların bize karşı göstermiş olduğu koruyucu mirası bugün biz de göstermeyi sürdürüyoruz. Ebeveynlerimizin bizler için rahat bir gelecek hazırlama çabası bugün de varlığını sürdürüyor. TÜİK'in Yaşam Memnuniyet Araştırması bireylerin mutluluk kaynağının %69,9 ile aileleri, % 15 ile çocukları olduğuna dikkat çekiyor. Toplum olarak mutluluk kaynaklarımızı koruma alışkanlığımız tasarruf gerekçelerimize de yansımış durumda. Çocukların geleceği için tasarruf yapma motivasyonu kuşaklararası aktarım mekanizmasının bu manada işlediğine işaret ediyor. Bunun dışında olası sağlık problemleri, işsiz kalma riski, ev/otomobil alma seyahat ve eğlenceli aktivite motivasyonlu tali tasarruf yapma gerekçeleri de yok değil. Tüm bu gerekçelerle olur da tasarruf edecek kadar gelir elde edebilirsek bir maceraya atılırken buluyoruz kendimizi. Pandemi ile yaygınlaşan küçük yatırımcı tarafından bir oyun alanı olan Borsa İstanbul'un açık sularında yakalanıyoruz kramp atağına. NELER OLUYOR Cuma gününden bu yana Borsa İstanbul'da dedikodu ve istifa furyası ile başlayan av mevsimi haftanın ilk açılış gününde de sürdü. Talep azalınca enflasyon düşecek filmini izlerken birden kuru ve altını yukarı yönlü, Borsa İstanbul'u aşağı yönlü gören finansal bilgi düzeyi düşük yatırımcı ne ile karşılaştığına anlam veremezken manipülatif teknik analizlerin kurbanı olurken buluyordu kendini. Areda Piar ve Z raporu ortaklığında derginin Haziran 2024 sayısında aslında bugün fırtınaya kapılan küçük yatırımcının profilini ortaya koymuştuk. Kendimizi çevremizle kıyasladığımızda finansal konulara ilişkin bilgi düzeyimizi daha iyi buluyoruz. Yatırım yapmaya karar verirken her ikimizden biri kesinlikle öncesinde bilgi topluyor. Celladına aşık olmuş bir şekilde bilgi edinme yolu böylesine puslu havalarda gülü susuz sizi de aşksız bırakabiliyor. Düşük riskli sürekli kazanma motivasyonu da Borsa İstanbul'u küçük yatırımcı için bir oyun alanına çeviriyor. İki kişiyi bulunca minyatür kale futbol oynamaya eğilimli bir milletin iki tüyo alınca Borsa İstanbul'da aynısı denemesi kadar normal bir durum yok aslında. Ama maç tek kaleye dönünce alternatif stratejilerimiz var mı, bu ataklara ne kadar dayanabileceğiz, dayanamayıp hükmen mağlubiyet için sahadan mı çekileceğiz. İşin terminolojisinden ziyade günün sonunda elde ettiğimiz getiri bizi daha çok cezbettiği sürece daha çok “ayı” ile boğuşurken buluruz kendimizi. Dipnot: Borsada "ayı piyasası," hisse senetleri veya diğer finansal varlıkların fiyatlarının uzun bir süre boyunca düştüğü bir durumu ifade eder. Ayı piyasası sırasında, yatırımcılar genellikle varlıklarını satma eğiliminde olur ve bu da fiyatların daha da düşmesine yol açar. Piyasada genel bir güvensizlik ve korku hakimdir. Ayı piyasasının ne kadar süreceği ve ne zaman sona ereceği belirsizdir, bu da yatırımcılar için önemli bir belirsizlik kaynağıdır. NASIL DAVRANMALI
Sürpriz sayılır mı sayılmaz mı karar vermek zor ama Baydın adaylıktan çekildi. Pek çok kişinin “Nihayet” dediğini duyar gibi olmadık, bizzat duyduk. Şimdi Tramp düşünsün. Bütün plan program değişecek. Amerika'da veya başka bir ülkede, bir daha hiçbir başkan adayı, böyle bir rakip bulamaz. * Baydın'ın çekilme kararı vermesi kolay olmadı. Gözü giderken bile o koltuğa dönük ayrılacak. Ayrılırken koltuğu evine götürmesi için izin vermelerini rica edebilir. Hatta bundan sonrası için böyle bir gelenek oluşması maksadıyla bir kanun teklifi verebilir. Ne sakınca olabilir ki? Her giden başkan koltuğunu yanında götürsün, yeni gelen başkan, kendine yeni bir koltuk seçsin. Neyse, geçmiş olsun. Biz bugün ABD'deki güvenilir kaynaklarımızdan aldığımız bilgiyi paylaşalım. Baydın kararını açıklamak için uzunca bir mesaj yayınladı malûm. Biz o mesajın orijinalini bulduk. Kâğıt imha makinesine atmayı ihmal etmişler. Kâğıtları parça pinçik eden makineye uğramayan her belge bir şekilde birilerinin eline geçer. Danışmanları görmeden Baydın'ın eliyle yazdığı mesajın ilk hâli şu şekilde. * “Amerikan dostlarım, canlarım benim… Son üç buçuk yılda millet olarak büyük ilerleme kaydettik. Bugün Amerika dünyanın en güçlü ekonomisine sahiptir. Ulusumuzu yeniden inşa etmek, yaşlılar için reçeteli ilaç maliyetlerini düşürmek ve uygun fiyatlı sağlık hizmetlerini yaymak için tarihî yatırımlar yaptık. Bildiğiniz gibi, benden bile yaşlılar var ülkemizde. Onları ve akranlarımı düşünmem gerekliydi. Hepsinin oy hakkı var. Başka neler yaptık, kısaca bahsedeyim. Bir milyon gaziye kritik düzeyde ihtiyaç duyulan bakımı sağladık. 30 yıl aradan sonra ilk silah güvenliği yasasını çıkardık. İlk Afrikalı Amerikalı kadını Yüksek Mahkemeye atadık. Amerika hiçbir zaman liderlik konusunda bugünkünden daha iyi bir konuma sahip olmamıştı. Çünkü bu kadar tecrübeli bir başkan bulmak kolay değil yeryüzünde. Bunların hiçbirinin siz Amerikan halkı olmadan yapılamayacağını biliyorum. Birlikte, yüzyılda bir görülen bir salgının ve Büyük Buhran'dan bu yana görülen en kötü ekonomik krizin üstesinden geldik. Dünyadaki ittifaklarımızı canlandırdık ve güçlendirdik. Başkanınız olarak hizmet etmek, hayatımın en büyük onuru oldu. Honore de Balzak olsa, bu kadar onur duymazdı. Bazen merdivende tökezledim, bazen bisikletten düştüm fakat iktidardan düşmedim. Dalgınlıkla elimi boşluğa uzattığım da oldu benim. Alkışı duydum, ihaneti gördüm. Sesim de oldu sessizliğim de… Öyle böyle bugüne kadar geldik. Artık hepsini geride bıraktık. Her ne kadar tekrar seçilme niyetim olsa da, yaşlısın çekil dediler. Çok direndim ama gördüğünüz gibi bir işe yaramadı.
Kilis'te görev yapan doktor arkadaşım, Kayseri'de Suriyelilere linç girişimi olduğu gece hastanede nöbetçi olduğunu, çok sayıda Suriyelinin dövülmüş, yara bere içinde acile geldiğini, korku ya da ümitsizlikle hiçbirinin şikâyetçi olmadığını, “düştüm” diyerek olayı geçiştirdiğini söyledi. Kilis'teki gibi, Türkiye'nin başka il ve ilçelerinde o gece ve sonrasında Suriyelilere neler yapıldığını bilmiyoruz. Bildiğimiz şu: Toplum, Suriyeli misafirlere karşı kışkırtılmaya çok müsait bir noktaya geldi. Kayseri kıvılcımının sebep olduğu yangındaki hasarı bilmiyoruz ama yeni bir kıvılcımın gözlerini kan bürümüş caniler eliyle büyük bir cadı avına, korkunç bir katliama dönüştürülmesi an meselesi. Suriyeli misafirlerimizle ilgili hakikatin tersyüz edildiği bir algı cehenneminde yaşıyoruz. Ulusalcılar, Türk ve Kürt ırkçıları, mezhep taassubuyla Esed ve rejimini savunanlar, İrancılar, Esed ve İran'ınkiler başta olmak üzere ajan- provokatörler Suriyeli misafirlere kategorik olarak karşılar ve en başından beri aleyhte yoğun propaganda yapıyorlar. Toplumun geniş kesimleri de bu propagandanın etkisinde kalarak bir kıvılcımı yangına dönüştürecek öfke ve nefret biriktiriyorlar. Defalarca yazdım ve söyledim, tekrar edeyim: Suriyeli misafirler Türkiye'ye yük değil, tam tersine yük alıyorlar. Suriyeli misafirler, örneğin, Türkiye ekonomisine eşsiz katkı sağlıyorlar. Suriyelileri bugün toptan gönderseniz, sanayi, küçük ölçekli işletmeler, tarım ve hayvancılık ciddi işgücü krizine girer. Suriyeli misafirler asıl demografik yapımızda denge unsuru oluyorlar. Bakmayın Türk gibi, Türkçü gibi görünüp toplumu kışkırtanlara. Türklüğün; terörle desteklenen Kürt ırkçılığına, İran'ın Şii yayılmacılığına, Batılılaşma adı altındaki asimilasyona karşı muhafazasında Suriyeli misafirler yanımızda duruyorlar. Her Müslüman Türk değildir ama Türk, Müslümansa Türk'tür. Türk olduğunu iddia eden bir ateist, Şamanist, Tengrici vs karşısında, Müslüman bir Suriyeli, tıpkı Müslüman bir Kürt gibi bize daha yakındır, çok daha fazla bize benzer, çok daha fazla bizdendir. Vicdanınıza sorun: Türk olduğunu iddia eden, ateist, Şamanist ya da Tengrici, kalbi kararmış, kötülük hücrelerine işlemiş, zır cahil biriyle, dürüst ve Müslüman bir Suriyeliyi yan yana koysanız ve tercih yapmak zorunda olsanız hangisini seçerdiniz? Tercihte zorlanmayacağınıza eminim ama yine de zorlanan varsa, Selçuklu'ya, Osmanlı'ya bakabilir, ya da Cumhuriyet dönemi mübadele tercihlerini inceleyebilir.
Bildiğiniz üzere enflasyonla mücadele kapsamında para politikası tarafında sıkılaştırma programı zaman zaman yeni makroihtiyati uygulamaların devreye alınmasıyla beraber devam ediyor. Bu makroihtiyati tedbirlerden bir tanesi de Mayıs ayında uygulamaya konulan döviz cinsinden kredilere aylık %2'lik büyüme sınırı getirilmesiydi. Döviz kredi faizlerinin düştüğü, kurda istikrarın büyük ölçüde sağlandığı ve döviz kredi talebinin kendiliğinden yükseldiği bir dönemde kredilere getirilen sınırlama tartışma konusu olmuştu. Bu tartışmalardaki sorulara cevap verecek şekilde Merkez Bankası'nın blog sayfasında “Yabancı Para Kredilerde Son Dönem Eğilimler” başlıklı bir çalışma yayımlandı. 2018 yılının başlarında 200 milyar doların üzerine çıkan yabancı para (YP) krediler 2023 yılı sonunda 126 milyar dolara kadar gerilemişti. Ancak takip eden dönemde TL krediler ile YP kredilerin faizlerinin YP krediler lehine açılması ve iyileşen kur beklentileri, firmaların YP kredi talebini ciddi şekilde artırmıştı. YP likidite pozisyonu güçlenen bankalar da bu talebe güçlü bir şekilde cevap verince YP krediler son dönemde dikkat çekici bir hızda yükselmişti. Ancak YP kredi miktarındaki artışın bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ciddi riskleri de beraberinde getirdiğini ve hem vade yapısı hem de kredilerin kullanım alanları göz önünde bulundurulduğunda finansal istikrarı tehdit edebileceğini unutmamak gerekiyor. Merkez Bankası da bu riskleri tahlil ederek YP kredilerdeki dikkat çekici büyümü hızını yavaşlatacak makroihtiyati tedbirleri hayata geçirdi. Peki neden? İlk olarak son dönemde YP kredilerde gözlemlenen ciddi artışa rağmen kredi vadelerinin de belirgin bir şekilde azaldığı görülüyor. Merkez Bankası bu veriden yola çıkarak firmaların YP kredileri, yatırım yerine ağırlıklı işletme sermayesi olarak kullanmaya başladığı şeklinde yorumluyor. Bu riskli bir durum. Diğer yandan veriler; döviz likiditesi artan bankaların daha fazla ancak daha kısa vadeli döviz kredisi verme eğiliminde olduğuna işaret ediyor. Bankaların böyle bir uygulamayı alışkanlık haline getirmesi de sektör rasyoları açısından riskli bir durum. Bu kapsamda Merkez Bankası da yatırım amaçlı iki yıldan uzun vadeli YP kredileri kapsam dışı bırakarak finansal istikrarı destekleyici şekilde YP aylık kredi büyümesine sınırlama getirmiş durumda. Özetle alınan kararın teknik gerekçelerinin son derece yerinde ve zamanında olduğunu ifade etmek mümkün. Ancak yine de işletmelerin kısa vadede işletme kredisinde neden YP'yi tercih etmek zorunda kaldığını da düşünmek gerekiyor. Her fırsatta hatırlattığım konuyu yeniden hatırlatayım, faiz indirimleri başlayıncaya kadar TL ticari kredilerdeki aylık %2'lik büyüme sınırını yukarı yönlü revize etmekte fayda var.
Karar henüz açıklanmamışken Merih Demiral'a verilecek cezayı yazan Bild, Avrupa'nın en yüksek tirajlı gazetesi. Dünyanın da üçüncüsü. Öncesinde öyle yazıldığı için mi o ceza verildi yoksa bilgi mi sızdırıldı? O cezaya karar verenler, yaptıklarının büyük bir adaletsizlik olduğunu biliyor. O haberi erken açıklayan Bild gazetesi de durumun gayet iyi farkında. Türkiye'ye zarar vermek söz konusu olduktan sonra, adaletsizlik varmış yokmuş hiç bakmıyor şu Avrupalılar. BERLİN'DE YER GÖK İNLEDİ Maç günü Berlin'de yer gök kırmızı beyazdı. Avrupa'nın her ülkesinden, Almanya'nın her şehrinden ve Türkiye'den gelenler takıma destek için yüzlerce kilometre yol yapmıştı. Stadı dolduran Türklerin İstiklâl Marşımız söylenirken hepsinin yaptığı kurt işaretini Alman yönetmenler göstermedi. Caddeler mehter marşlarıyla ve Türkiye nidalarıyla inledi. Maç boyunca durum aynıydı. Millî takımımıza destek son saniyeye kadar devam etti. Ve Avrupalılar bu manzaralara bakarak şöyle söylediler: “İşte biz bunun için sizi içimize almak istemiyoruz. İşte bunun için serbest dolaşım hakkınızı tanımıyoruz, vizeleri kısıtlıyoruz.” Açıkça dile getirmediler tabii. İçlerinden geçirdiler. Ama biz o içlerinden geçeni duyduk, gördük, bildik. İLAHİ BAYDIN, SEN İNSANI GÜLDÜRÜRSÜN Çekil diyenlere meydan okuyan Baydın, her kürsüye çıktığında dinleyenleri hayretlere gark ediyor. Son hafta içinde bildiklerimiz ters yüz oldu. Biz Baydın'ı beyaz biliyorduk, siyahmış. Erkek biliyorduk, kadınmış. Başkan biliyorduk, başkan yardımcısıymış. Uydurma değil. Kendi ağzından duyduk. “İlk siyah kadın başkan yardımcısı olmaktan gurur duyuyorum” dedi. * Bu kadarla kalmadı tabii. Daha neler neler söyledi. Tramp'ı 2020'de yenecekmiş. Zamanda yolculuk yapıp dört yıl öncesine gidecek ve bir koşu yenip gelecek herhalde. * “Ben dünyayı yönetiyorum” demesi de hoş bir açıklama tabii. Ülkesini yönetemeyen, kendini bile yönetemeyen birinin dünyayı yönettiğini sanması ve bunu kameralar karşısında söylemesi, ABD'li komedyenlere ilham kaynağı olacaktır. * Bir iddiası daha var. “Ben Putin'i indiren adamım.” Putin'i ne zaman nereden indirmiş orasını anlayamadık. Öyle bir rüya görmüş olabilir. Putin'in yerinde olsam, şöyle bir cevap verirdim ona: “İlahi Baydın, sen insanı güldürürsün!” * Ya biz gözlerimizi kontrol ettirelim ve bildiklerimizi gözden geçirelim… Yahut Baydın tepeden tırnağa muayene edilsin. Belki heyet raporuyla çekilir. Gerçi bizim için mesele değil. İsterse kalsın, tekrar seçilsin veya seçilemesin. Bize ne! Orası Amerikalıların derdi.
Tarım Konseyi İcra Kurulu'nun açıklamasından haberdar oldunuz mu bilmiyorum. Kurul, neredeyse canhıraş şekilde “Ne olur anız yakmayın” açıklaması yaptı ve öyle az buz değil, sonuna kadar haklılar. Diyarbakır ve Mardin'de 15 vatandaşımızın ölümüne, binlerce hayvanın ve binlerce dönüm toprağın yok olmasına neden olan yangın biliyorsunuz bir anız yakımı ile başlamıştı. Gelen haberler, hem bölgede hem de Türkiye'nin dört bir yanında çiftçilerimizin “toprağın verimliliğini sağlamanın bir yolu” olarak gördüğü anız yakımına devam ettiği yolunda. Diyarbakır ve Mardin'deki facia yetmemiş anlaşılan. “Sadece Şanlıurfa'da son iki haftada 206 çiftçiye toplam 15 bin dekar arazide anız yaktıkları için 14 milyon TL ceza kesilmiş” diyeyim de tehlikenin farkına varalım. Şunun adını yerli yerince koyalım: Anız yakımı insani değildir, İslami hiç değildir, hele hele toprağın verimliliğini artıran bir uygulama hiç değildir. Anız, ekosistemi yok eden, tarımsal verimliliği ortadan kaldıran, dahası artık “insan da öldüren” bir olgu haline geldi ne yazık ki. Toprak verimliliğini sağlamanın çok daha iyi, çok daha etkili yöntemleri var ve Tarım Bakanlığı bu yöntemler konusunda çiftçiye her türlü desteği veriyor. Bildiğim kadarıyla malç yöntemi toprak verimliği sağlamak açısından hemen hemen en iyi yöntem ve “insanın, börtü böceğin, hayvanların öldüğü, toprağın bittiği” anıza göre çok daha makul. Üstelik kolay ve destek alınabilir bir uygulama. “Babam yakıyordu, ondan gördüm. Onun da babası yakıyormuş” denilerek halledilebilecek bir şey değil bu. Üstelik adını da yerli yerince koyalım, polisiye tedbirlerle de, nasıl yaparsanız yapın etkili denetimle de ortadan kalkmaz. Kesintisiz bir bilinçlendirme ve destekleme sürecine ihtiyacımız var. Anladığım kadarıyla tarım bakanlığı da hem denetim ve tedbir, hem de bilinçlendirme ve destekleme konularında önemli bir çaba sarf ediyor. Diyanetin kırsalda bir cuma hutbesi ile duruma destek vermesinin de etkili olacağını düşünüyorum bu arada. Geçtik insanı, hayvanların, börtü böceğin, ekosistemin öldürülmesinin ne büyük bir günah olduğu çiftçilerimize etkili şekilde anlatılmalı. Diğer yandan STK'lara da büyük ödevler düştüğünü düşünüyorum. STK işbirliklerine açık Tarım Bakanlığı ile hem bilinçlendirme hem de toprak verimliliği artırma konularında inisiyatif kullanabilirler. Toprak, her zamankinden kıymetli ve anızla mücadele bu kıymetin sürdürülebilmesi için çok ama çok önemli. Kutu… kutu.. Vefasızlığın lüzumu yok
PR House'dan Duygu Ersoy imzasıyla iletilen ‘basın bülteni' dikkatimizi hayli çekti: DE-CIX'in Türkiye'de yaptığı EURO 2024 izleme alışkanlıkları araştırmasının sonuçlarına göre; her 10 kişiden 8'i maçları kesinlikle izleyeceğini ifade ediyormuş. Erkeklerde yüzde 89 olan bu oran, kadınlarda yüzde 72'yi buluyormuş. Çok büyük rakamlardan, çok geniş bir kitleden söz ediyoruz… Ülkemizde futbolun takip edilme durumu malum… Yalnızca maçlar ve transferler değil, yönetimle ilgili gelişmelerden sporcuların özel hayatına kadar nefessiz takip ediliyor. Kadın voleybolundaki muhteşem başarılarımız sayesinde azımsanamayacak bir izleyici kitlesi de orada var. Peki, spor iletişimi konusunda uzmanlığımız, bu konuda yetişmiş eleman sayımız, stratejik planlarımız ne durumda?.. Kadınlar Voleybol Milletler Ligi, Erkek Voleybol Millî Takımı'nın katıldığı turnuvalar, EURO 2024, Paris Olimpiyatları ve dahası… Sponsorluk ve onunla sıklıkla karıştırılan Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) derken, firmaların milyarlarca lira harcadığı bu alana biraz daha ciddiyetle eğilmelerinin zamanını geldi de geçiyor bile… Bildiğiniz üzere millî takımların her düzeyde çok sayıda sponsoru (finansal destekçisi) bulunuyor. Bunların bazıları kendilerini bir şekilde reklam vasıtası ya da PR çalışmalarıyla duyurmak için gayret sarf ediyorlar. Ancak, sağladıkları finansal destek kadar iletişime 360 derece yatırım yapanlar markalarıyla ilgili ‘algılarını' yönetebiliyorlar. Gerisi, geri dönmeyen yatırım (Irrecoverable investment) olarak kayıtlara geçmektedir. Keşke şöyle bir araştırma yapılabilse: “Kadın Millî Voleybol Takımı denildiğinde aklınıza gelen markalar hangileridir? Bunlardan en çok hangilerini beğeniyorsunuz?” Aynı soru, diğer takımlar için de yöneltilebilir… Eğer, ilk üç ya da beş içinde yer almıyorsanız, hele de konu yönetimi bağlamında ‘kilit mesajınız' algılanmamışsa yatırımın tümünü iletişim süreçleriyle birlikte bir kez daha gözden geçirmenizde yarar var demektir. Günün sözü “İyi iletişim, sade kahve kadar uyarıcıdır ve ondan sonra uyumak zordur.” Anne Morrow Lindbergh, ABD'li yazar
“Geleneğin, tasavvuf âeminin tümüyle tarihe karıştığının, evliyaların, tarikatların masaldan ibaret sanıldığı bir çağda, çağdaş materyalizmin ve modern tüketim zihniyetinin doruğunu temsil eden bir toplumda, akıllara durgunluk veren inanılmaz bir güzelliktir zuhur eden. Gelenek tüm ihtişamıyla -pirleri, tekkeleri, şeyhleri, dervişleri, zikir meclisleriyle- gelir, yetişir ve mana âleminden bütünüyle kopmuş modern insana, olanca kapsayıcılığıyla el koyar. Gelenek, ezelden ebede değişmez cevheriyle, tüm hakikatiyle burada bizimledir. Burada ve her yerde, her yerde ve her zamandadır” Yukarıya iktibas ettiğim satırlar rahmetli Ayşe Şasa'nın, Muhyiddin Şekûr'un ‘Su Üstüne Yazı Yazmak' kitabına yazdığı sunuş yazısından. Bildiğim kadarıyla Ayşe Hanım'ın yaptığı birçok hayırlı iş arasında bu kitabın Türkçeye çevrilmesini teşvik etmek de vardı. Allah ondan razı olsun; fakir gibi pek çok susamış kimse de bu çeşmeden kana kana içti de ferahladı. Muhyiddin Şekûr'un hikmetler ve inceliklerle dolu kişisel yolculuğunu bir günlük kıvamında anlattığı bu eser ve sonrasında kaleme aldığı serinin ikinci kitabı ‘Gölgeler Koridoru' modern zamanların dağdağası içinde öz istikametini arayan, manevi tutamaklarını yitirmiş pek çok insana yol gösterdi. Ayşe Hanım'ın da vurguladığı gibi kadim geleneğin, modern zamanlar içinde kendini nasıl yenilediğini, arayanlar için aslında ne kadar yakında, hayatın ne kadar içinde olduğunu, nasıl nefes almaya ve vermeye devam ettiğini Şekûr'un satırlarında bulduk. Onun ayak izlerine basarak onun manevi yolculuğunun yoldaşı olduk adeta. Bu iki kitaba doyamamışlar olarak uzun zamandır serinin üçüncü kitabını, yani Muhyiddin Şekûr'un iç yolculuğunun sonraki adımlarını bekliyor, merak ediyorduk. Nihayet kavuştuk, Sufi Kitap geçen ay ‘Mercan Resiflerinin Ötesi'ni yayınladı. Yayınevindeki dostlar nezaket gösterip kitabı bendenize de ulaştırdılar, hem de üstadın imzasıyla… Hemen okumaya başladım tabii ama kıyamadığım için hızlı gitmemeye özen gösteriyorum. Her zamanki yumuşacık Muhyiddin Şekûr ifadeleri, içtenlikli bir anlatım… Derin bir maneviyatsızlık ağrısı çekmekte olan çağa hikmetle bakan dervişçe gözler…
Dünyada kedi ve köpek beslemek için harcanan para 260 milyarı doları buldu. Kedi-köpek maması, bakımı, barınağı, veterineri, sağlığı, kuaförü ile ekonomide dev bir evcil hayvan ve mama sektörü oluştu. Bu sektör oluşurken kedi ve köpeklerin beslenme tarzı da değişti. Eskiden kedi köpekler evin artıkları ile beslenirlerdi. Köpek bahçede güvenlik için, kediler de bazen evde bazen bahçede böcek haşerat, fare gibi zararlılardan ev halkını korumak için bulunduruldu. Bugün sahipsiz köpek ve kediler ne evlerde biriken artıkları yiyorlar ne de verdiğiniz simit ve ekmek tarzı besinleri. Küresel şirketlerin mamalarına alıştırılan günümüz kedileri artık bildiğiniz kedi değil, köpekleri de bildiğiniz köpek değil. İnsan eğlendiren ve bıkınca sokağa terk edilen başka bir canlıya dönüştürüldüler. Psikiyatr Mustafa Merter hocanın teşhisi doğrudur. Bugün artan kedi köpek sevgisi, Gazze'de “Çocukları öldür destek bizden” diyen küresel şirketler tarafından çocuk sevgisinin hayvan sevgisine dönüştürülmeye çalışıldığı kaydırılmış merhamet projesidir. ** ABD'nin Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) tarafından yayımlanan “Kuduz Riski Yüksek Ülkelerden Amerika Birleşik Devletleri'ne Köpek Girişinin Askıya Alınması Bildirimi”nde Türkiye de yüksek riskli ülkeler arasına alındı. CDC bu bildirimle 14 Temmuz 2021 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere söz konusu ülkelerden köpek girişini geçici olarak durduğunu açıkladı. 3 yıl önce ABD Türkiye'yi kuduz riski yüksek ülkeler arasına almış. 3 yıl içinde ilgili kurumlar ne yapmış bilmiyoruz? ** Bildiğimiz şu; 3 yıl içinde sokaklarda sahipsiz köpek sayısı kuduz riskine rağmen azalmamış aksine katlanarak artmış. Son 2 yılda Türkiye'de 50'si çocuk, 107 kişinin köpek saldırılarında hayatını kaybettiği ifade ediliyor. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü verilerine göre de Türkiye'de kuduz riskli temas sayısı 2023'te 438 bine ulaştı.
20 Mayıs 2024 tarihli köşe yazımda Ankara Emniyet Müdürü Engin Dinç'ten emeklilik dilekçesi istenildiğini yazmıştım. Engin Dinç'in ise görevine devam etmek istediğine yönelik talebinin kabul edildiği iddiasının şüphesiz devlet bürokrasisinde çok az rastlanan bir duruma işaret etmesi nedeniyle beklemede kalıp bu konuyu bilahare yazmayı da hedeflemiştim. Ankara Emniyetinde yaratılmak istenen kaos, kargaşa ve bazı bakanlarımıza ve milletvekillerine kurulmak istenen kumpas iddiaları ile ilgili olarak TVNET'te bazı değerlendirmelerde bulundum. İl Emniyet Müdürlerinin emrindeki öncelikle rütbeli personel başta olmak üzere tüm personelin sıralı amirler tarafından denetlenmesi ve kontrol altında tutulması zorunluluğunu dile getirerek 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminde İstanbul'da Emniyet Müdürü H.Ç'nın darbe teşebbüsü başladığı sabahın erken saatlerinden darbenin önlendiği geç saatlere kadar görevine gelmediği, darbe önlendikten sonra göreve gelmesi sonrasında açığa alındığına dikkat çekmiştim. FETÖ'cü emniyet müdür yardımcıları ve şube müdürlerinin aylarca yaptıkları darbe toplantılarından haberi olup olmadığı sorgulanmış kısaca zor günler yaşamış kısa bir süre cezaevine kalarak emekli olmuş veya edilmişti. Ancak Ankara Emniyet Müdürlüğünde yaşanan kumpas ve kargaşanın arkasında Ayhan Bora Kaplan suç örgütünün Ankara Emniyet Müdürü üzerinden Cumhur İttifakı'nı, bakanları hedef alması aslında Ankara Emniyet Müdürü Engin Dinç'i etkisiz kılma operasyonu muydu? Konunun bir mafya örgütü üzerinden birkaç polis müdürünün işgüzarlığından çok öte olduğu da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AK Parti Grup Toplantısı'ndaki konuşmasından anlaşılıyordu.
Bildiğimiz bir Romeo&Juliet hikayesi, ama bu kez komedi olarak sahnede. Romeo ve Juliet'in 3 günlük aşkını müzikli bir komedi şeklinde sahneye taşıyan Verona Çıkmazı oyunu izleyenlere eğlenceli dakikalar yaşatıyor. Oyunu yazan, yöneten ve aynı zamanda oyunun Juliet'i Esra Bağışgil ve Romeo'su Ozan Varol Pencere'ye konuk oluyor.
Bu hafta Türkiye Genç İş İnsanları Derneği'nin (TÜGİAD) Birleşik Krallık'ın başkenti Londra'ya gerçekleştirdiği ticari heyet ziyaretine eşlik ettim. TÜGİAD Başkanı Gürkan Yıldırım ve beraberindeki heyet ile çok sayıda finansal kuruluş, ekonomist ve iş insanı ile oldukça verimli toplantılar gerçekleştirdik. Görüşmelerde sıklıkla gündeme gelen iki konu var. İlki sizlerin de tahmin edeceğiniz gibi Türkiye'ye olan yoğun ilgi. Özellikle finans kuruluşlarının ilgisinin medyaya ve raporlara yansıyanlardan çok daha yoğun olduğunun altını çizmek istiyorum. İkinci önemli konu ise Birleşik Krallık ile Türkiye arasındaki İkili Ticaret Anlaşması'nın yenilenmesi. Bu konuda da geçtiğimiz haftalarda Londra'ya gelen Ticaret Bakanı Ömer Bolat'ın ziyaretinin oldukça olumlu sonuçlar ürettiğini gözlemledim. Birleşik Krallık'taki iş insanlarının ana gündemi Türkiye ile daha fazla iş yapmak ve buna ilave olarak üçüncü ülkelerle yapılacak olan ticarette Türkiye ile işbirliği içinde olmak. Bu konu son derece önemli ve neredeyse tüm toplantılarda gündemde tutuldu. Öte yandan ikili ticaret anlaşmasının yenilenmesi konusunda oldukça istekliler ve anlaşmanın her iki tarafın menfaatlerine uygun bir şekilde güncellemesi konusunda İngiliz iş insanları sürece katkı sağlamaya devam ediyor. Bildiğiniz üzere Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden ayrılması sonucunda aramızda yeni bir ikili ticaret anlaşması yapmamız gereği ortaya çıkmıştı. Hali hazırda Avrupa Birliği ile devam eden Gümrük Birliği Anlaşması'nın da bir süredir sonuçları itibariyle aleyhimize işlemesi nedeni ile güncellemesi gerektiğini yeniden hatırlatmış olayım.
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Nelerin esprisi yapılmaz? İzahı olmayan şeyin mizahı olur mu? Bazı zor soruları değerlendirdiğimiz bu bölümümüzde Emin ve Onur günümüzün en hassas konularından olan kara mizahı ele aldılar. Kara mizahın yeri, zamanı, faydaları ve zararlarına dikkat çekerek kendi görüşlerini paylaştılar. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Emin: [0:23] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin, bugün Onur'la beraberiz. Nasılsın Onur? Onur: [0:30] İyiyim Emin, teşekkür ederim. Sen nasılsın? Emin: [0:33] Ben de iyiyim, teşekkür ederim. Bu bölümümüzde Onur'la beraber mizah hakkında ama daha çok kara mizah hakkında konuşacağız. Onur, öncelikle kara mizah nedir? Açıklamak ister misin bize? Kara mizah nedir? Onur: [0:44] Bildiğim kadarıyla açıklamaya çalışayım. Çok bilimsel bir açıklama olmayacak tabii ki ama... Ya kara mizah genel olarak bazı insanları rahatsız edebilecek konularda şaka yapmak veya normalde günlük hayatta konuşmayacağımız, konuşmaktan çekineceğimiz konular hakkında şakalar yapmak. Ne bileyim ölüm gibi ya da siyasi olaylar, trajik olaylar... Bu konular hakkında olumsuz, ırkçılık gibi, cinsiyetçilik gibi konularda şakalar yapmak. Bu birazcık kara mizaha giriyor bence. Benim görüşüm bu yönde. Emin: [1:17] Evet yani genelde ciddiyetle anılan, yaklaşılan şeyler hakkında espri yapabilme cesareti sanki. Onur: [1:25] Gibi, aynen. Emin: [1:26] Peki senin tercih ettiğin bir yöntem mi? Kara mizah yapıyor muyuz? Onur: [1:28] Ya benim birazcık nabza göre şerbet diyebilirim Emin. Yani bulunduğum ortama bağlı. Bulunduğum ortamda bu tarz espriler patlatılıyorsa dahil oluyorum genelde ama... Kesinlikle uzak durulduğundan eminsem ben de uzak durmaya çalışıyorum. Yani tamamen şey benimkisi... Ortamına göre karakter belirlemek. Emin: [1:49] Evet ben de itiraf edeyim. Böyle çok yakın arkadaş çevremle yaparım ama bunun o çemberden dışarı çıkmasına da hiç müsaade etmem. Çünkü gerçekten yanlış anlaşılabilecek şeyler var. Aslında hiçbir şekilde onu kastetmiyorsun, onu düşünmüyorsun ama sadece onun o şekilde gerçekleşmesi, o şekilde düşünmek bile komik olabiliyor bazen. Benim de tercih ettiğim bir yöntem ama çok sınırlı insanla yapabiliyorum bunu. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
“Ey evlâd! Âhireti dünyadan öne al; böyle yap, ikisini birden kazanırsın. Dünyayı âhiretten öne alacak olursan ikisini de kaybedersin. Ve bu, sana bir ceza olur. Emir almadan nasıl dünya ile uğraşırsın?.. Dünya ile kalbini meşgul etmezsen, Allah sana yardımcı olur. Başarı ihsanı sana gelir. Bir şey alacak olursan içinde bereket bulunur. İman sahibi hem dünyası hem de âhireti için çalışır; dünyası ile yalnız sözle olur. İhtiyacı kadar bağlanır ve o kadar alır. Kanaat sahibidir. Bir yolcu ne kadar azık alabilirse, o da o kadar alır. Çok almaz, çünkü yolculuğa mâni olacağına inanır. Cahilin, bilgi yoksulu adamın, bütün derdi dünyadır. Bilgi sahibinin, bütün cehdi öbür âlemdir; sonra Mevlâ... ama bu hepsinden üstün... Önünde bulunan bir parça ekmek, nasıl yeniyor ve nereden geliyor? Nefsin, ona nasıl bakıyor?.. Onu almak için gayret sarf ediyor mu?.. Vermeyecek olsan seni yıkıyor mu? Bunlara dikkat et. Nefsini kırmaya güçlü olmalısın. Hak canibine onu böyle vardırman kabil olur. Şah birdir; güçlüğü bir olan verir, fayda yine O'ndan gelir; hareket ettiren ve durduran O'dur. Sana sataşacak biri varsa yine O'ndan gelir. Emrinde çalışana O gönderir; veren, alan yine O varlıktır. Yaratan ve doyuran Allah, Azizdir, Celildir. O ezelî ve ebedî bir varlıktır. Yaratılmışlardan önce O'nun varlığı vardı. Babanızdan ve ananızdan, güvendiğiniz zenginlerin varlığından önce O gelir. Yer ve semanın, ayrıca onların üstünde ve boşluğunda olan her şeyin yaratanı O'dur. «O'na benzeyen yoktur; bizzat gören ve işiten O'dur.» (Şura/11) Ey okuyucu, yalnız beni oku, yer ve gök ehlini bir yana at. Yalnız beni gör, böylece bilgini almış olursun. Bildiği ile amel edene Hak tarafından kapı açılır. Bu kapı kalp yönünden açılır; Hakk'a oradan varılır. Bu, bildiği ile iş tutanın hâlidir. Dedikodu ile gününü gün eden, bu hâlden mahrumdur. Sen böyle yaptıkça, bilgini dünya uğruna harcadıkça, eline bir şey girmez. Dıştan iyi görünse bile, içi bozuk olur. Allah, kullarından herhangi birine hayır dilerse bilgi verir; bu bilgiden sonra amel ve ihlâs nasib eder; iyilik verir, kendine yaklaştırır, irfan nasib eder, kalp bilgilerini öğretir, sırları çözdürür. Bunu yalnız o kula yapar. Bu hâlde başkasının iştiraki yoktur. Artık o kul sevilmiştir. Musa peygamber gibi yalnız Hak varlığın malı olur. Hak Teâlâ, Musa peygambere şöyle buyurdu: «Seni zatım için seçtim.» (Taha/41) Yâni, benden başkası seni meşgul edemez. Şehvet duyguları, geçici tatlar ve zevkler seni benden alamaz. Yer ve gök benim katımda söz sahibi olamazlar. Cennet seni doyuramaz; ateş seni korkutamaz. Mülkün sende kıymeti yoktur; yokluk seni düşündüremez. Hiçbir bağ seni, benden çekemez. Benden başkası seni meşgul edemez. Herhangi bir şekil seni eğlendiremez ve bana perde olamaz. Hiçbir yaratığın bende hakkı yoktur. Tabiî istek ve şahsî duygular burada yer alamaz.
Zihnimin içinde bir ses hep bana bu küfrü sallıyor: Yetersiz! Namussuz, şerefsiz, hadsiz dese, böyle koymaz hiçbiri. Bu bölümde yetersiz olduğuma duyduğum inanç yüzünden hayatımı nasıl işkenceye çevirdiğimi çeşitli itiraflarla anlatıyorum. Hiwell Online Terapi Uygulaması'nda geçerli yüzde 10 indirim kodunuz: merdiven10 Uygulamayı indirmek için: https://hiwell.app/merdivenaltiterapi
Emeklilik yıllarını sahasında kaleme aldığı birbirinden kıymetli eserlerle değerlendiren akademisyenlerimizden biri de hiç şüphesiz ki, Prof. Dr. Mustafa Kara hocamızdır. Bu Ramazan onun üç kitabını daha ilgiyle ve merakla okudum. “Bir Aşk Kütüğü Yaktık”, “Yedi İklim Dört Köşe”, “Bu Son Fasıldır Ey Ömrüm” isimlerini taşıyan araştırmalarından ve incelemelerinden – itiraf edeyim ki – epeyce istifade ettim. Bildiğim konuların yanı sıra bilmediğim, duymadığım bazı mevzuları da öğrenmiş oldum. Öyleyse ismiyle âhiret seferinin yaklaştığını hatırlatıp “Bu Son Fasıldır Ey Ömrüm”ün muhteviyatından birkaç cümleyle de olsa bahsedelim. İlk önce vefatının kırkıncı yılında kırk cümleyle Nureddin Topçu ve dostları anlatılıyor. Daha sonra ise Ali Nihat Tarlan, Ali Fuad Başgil, Hasan Basri Çantay, Elmalılı Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen, Hüseyin Vassaf, Abdülaziz Mecdi Tolun gibi ulemanın, üdebanın ve ehl-i irfanın az bilinen veya hiç bilinmeyen özellikleri öne çıkarılıyor. Bu büyük zatlar hakkında bilgi verilirken satırların arasına şiirler ve anekdotlar serpiştirilerek mevzu daha cazip hale getiriliyor. Benim ilgimi çeken bahislerden birinin de “Türkçe Ezan Doksan Yaşında” başlıklı bölüm olduğunu söyleyebilirim. Ünlü yazarlarımızdan Çetin Altan'ın dedesinin bir tekke şeyhi olduğunu ben de böylece öğrenmiş oldum. Yine bu yazının dipnotunda Nazım Hikmet'in dedesi Selanik Valisi Nazım Paşa'nın da Mevlevi Tarikatine müntesip olduğu ayrıca belirtiliyor. Nazım Hikmet'in gerek Ağa Camii için, gerekse “Dergâh Kuyusu” hakkında güzel şiirler yazdığını biliyordum ama dedesinin Mevleviliğinden haberdar değildim. Dede torun, hatta baba oğul arasındaki kopukluklara, çarpıcı ayrılıklara, dünya görüşü farklılıklarına daha başka örnekler de vermek mümkündür. Bu bahis de hayli uzun ve şaşırtıcı tespitlerle doludur, anlatılması için hacimli kitapların yazılması gerekir. Yine Çetin Altan konusuna dönecek olursak, ben bu yazarımızın birçok köşe yazısını okumuşumdur. Yazılarını daha önceki yıllarda “Taş” başlığıyla Akşam gazetesinde, “Şeytanın Gör Dediği” ifadesiyle de Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde yayımlıyordu. İnanç ve dünya görüşü itibariyle zıt kutuplarda olmamamıza rağmen köşesinde bizim kültür dünyamıza dair doğru tespitlere de yer veriyordu. Hürriyet'te çalıştığım yıllarda kendisiyle daha yakından tanıştım. Bir konuşmasında İslam hukukunun şaheser maddelerinden oluşan “Mecelle”den sitayişle bahsettiğine şahit olunca çok şaşırmıştım. Ramazan'la ilgili olduğu için kesip sakladığım iki köşe yazısında da gençliğinde nasıl bir manevi ortamda yaşadığını dile getiriyor. Mesela 9.12.1999 tarihli ve “Geçmiş Ramazanlar, Gelecek Ramazanlar” başlıklı yazısına şu satırlarla başlıyor:
TÜİK, hafta içinde Mart ayına ilişkin enflasyon oranlarını açıkladı. Bildiğiniz üzere ekonomi yönetimi enflasyonu düşürmeye odaklandığı için her veriyi yakından takip ediyor ve yansımalarını öngörmeye çalışıyoruz. Bu bağlamda Ocak ve Şubat aylarında beklenti üstü gelen veriler nedeni ile Merkez Bankası'nın adımlarının ne olacağı konusu giderek daha fazla önem kazanıyor. Zira sıkılaştırma sürecinde ilave parasal sıkılaştırma olup olmayacağını öngörebilmek için enflasyondaki gelişmeler ana unsur haline gelmiş durumda. Enflasyon gelişmelerinin bu denli dikkatle takip edildiği bir dönemde Mart ayı enflasyon verisi aylık bazda %3,16 olarak gerçekleşti. Aylık enflasyondaki bu gelişme bizi yıllıkta %68,50'lik bir enflasyona götürdü. Hemen belirtelim %3,16'lık veri piyasa beklentilerinin altında gerçekleştiği için pozitif algılanmış durumda. Piyasadaki beklentilerin medyanı Mart ayında enflasyonun %3,76 olacağı yönündeydi. Ana harcama gruplarına baktığımızda Mart ayında hem yıllık hem de aylık bazda en yüksek artış eğitim grubunda gerçekleşmiş görünüyor. Eğitim grubundaki artış aylık %13,08 olurken yıllık artış %104,7. Ancak Mart ayındaki gelişmeleri sadece eğitime endekslemek çok doğru değil. Zira eğitimin TÜFE sepetindeki ağırlığı sadece 1,8. Dolayısıyla Mart ayındaki %3,16'lık enflasyonda eğitimin katkısı 0,24 puan. %68,50'lik yıllık enflasyondaki etki ise sadece 1,79 puan. Ayrıca özel okul ücretleri yılda bir kez belirlendiği için eğitim grubundaki fiyat artışlarının enflasyon içerisindeki etkisi önümüzdeki aylarda daha da azalacaktır.
Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Mariya Zaharova, ABD'ye pek manidar bir laf çaktı: “Belki Kennedy'yi de DEAŞ öldürmüştür!” *** Haydutlardan müteşekkil Beyaz Saray… İki gün bekledikten sonra, Moskova'daki kanlı saldırıyı yasak savma kabilinden kınadı. *** Taşeron örgütlerinden biri olan DEAŞ'a (IŞİD) yaptırdıkları hunhar terör saldırısını “kınıyorlar!” -Barbarlığın kahrolası konforu, işte böyle bir şeydir! *** Riyakâr Washington “Rusya'daki ölümcül saldırının arkasında İslam devletinin (IŞİD'in) bir kolu olduğuna inanıyoruz” diyerek terörün faturasını bir kez daha İslam'a çıkarıverdi. -Nedir? -Gerçeğin, süper elverişli IŞİD hikâyesini “bozmasına izin vermiyorlar!” *** Bir “Sam Amca” klasiğidir: -Maşalarını organize et, saldırt ve de suçu Müslümanlara yükle! *** Ezberledik, artık: ABD büyükelçilikleri, vatandaşlarını ne zaman uyarsa, o ülkede kan gövdeyi götürüyor. İTİRAFLARIN RESMİGEÇİDİ Trump, 2016'daki seçim kampanyasında “Başkan Obama ve Hillary Clinton IŞİD'in kurucularıdır” demişti. *** ABD Ulusal Güvenlik Dairesi'nin (NSA) eski çalışanı Edward Snowden, IŞİD'in inşa edilmesi sürecinde şu üç istihbarat örgütünü işaretlemişti: -CIA, MOSSAD ve MI6... *** İngiliz “Independent” gazetesinin yazarı Robert Fisk, “Bu DEAŞ, neden hiç İsrail'e saldırmıyor?” diye sormuştu. (24.08.2015) -Cevabı üzerinde bir sualdi!
Önce Barbie filmi hakkında bir monolog, sonra da toplumsal cinsiyet eşitliği üstüne (sponsorlu) bir sohbetle normal yayın akışımıza kısa bir ara veriyoruz.Bildiğiniz gibi Türkiye, kadınların ekonomiye katılımında 156 ülke arasında 140. sırada. Orta düzey yönetici kadın oranı %16, üst düzey yönetici kadın olan şirketlerin oranı ise %3,9. Başlangıç noktamız bu. (WEF 2021).Konuğum QNB Finansbank Genel Müdür Yardımcısı Cenk Akıncılar. Kendisi insan kaynaklarından sorumlu. Kadir Has Üniversitesi Kadın Çalışmaları Bölümü ile birlikte Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Rehberi'ni çıkarmışlar, onu konuştuk, ne anlatıyor bu rehber. Yani odakta şirket yok, bu rehber var. Ayrıyeten kritik temsiliyet eşiğini, kota politikalarını, hamilelik ve babalık izinlerini, İK mülakatlarını konuştuk. Umarım bir faydası dokunur.Bu arada, bu konularla ilgilenen ama önceki bölümleri atlamış olanlar için geçen seneden "Erkek Krizi" üçlemesini önereyim. Bunlar sohbet değil, düz monolog:Eğitimsizlik, İşsizlik ve Babasızlık (spotify)Yalnızlık, Evlilik ve Kayıp Kadınlar (spotify)Feminizm ve Erkek Hakları Hareketi (spotify).Konu Başlıkları:(00:04) Barbie Filmi(04:44) Cenk Akıncılar ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Rehberi(05:40) Hedef: Farkındalık(08:05) Cinsiyet kavramlarını insanlar biliyor mu(09:20) Kalıp yargılar(11:25) %30 kritik eşik(13:25) Kota uygulamaları(14:20) Hamilelik(17:20) Kadınlar ne istiyor(18:45) Rol modeller(20:45) Erkeklerden ne duydular(23:20) Bu konuya bakış zamanla nasıl değişti(25:05) Babalık izni(27:00) İK mülakatları(28:50) Gelecek.------ Podbee Sunar -------Bu podcast, QNB Finansbank hakkında reklam içerir.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Pick N Pod Discord kanalına katılın, sohbetimizin parçası olun! / discord @Pick N Pod Youtube kanalına abone olursanız ve videolarımızı beğenirseniz çok seviniriz. Ayrıca Spotify, Apple Podcasts, Amazon Podcasts, Google Podcasts ve Overcast'ten takip edip Podcast olarak da dinleyebilirsiniz! Discord'umuza üye olmayı unutmayın, Keyifli seyirler. Twitter: @picknpod Instagram: @pick_n_pod #nba #picknpod --- Support this podcast: https://podcasters.spotify.com/pod/show/picknpod/support
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu bölümde Emine ve Feyza'yla yemek için mi yaşıyoruz yaşamak için mi yemek yiyoruz sorusu üzerine konuştuk. Bildiğiniz gibi Türk mutfağı oldukça geniş bir mutfak ve Türkler de yemek yemeyi çok seviyor. Bol bol yemek hakkında konuştuğumuz bu bölümde bakalım Easy Turkish ekibinin üç üyesinin bu soruya cevapları ne olmuş? Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro Müzik Emin: [0:22] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast in yeni bölümüne hepiniz hoşgeldiniz. Ben Emin. Bu bölümümüzde Feyza ve Emine ablam bizimle. Birkaç önceki podcast bölümümüzde Berkin ile yurt dışına seyahat hakkında bir konu konuşurken, Berkin ve benim önceliğimiz genelde yemek üzerineydi. Buradan hani Türklerin yemeği ne kadar önemsediğini anlayabilirsiniz. Belki bu konuda bir ufak bir fikir edinmişsinizdir. Şimdi bu bölümümüzde de daha genel bir soru üzerine konuşacağız. Evet. Konumuz yemek için mi yaşıyoruz. Yoksa yaşamak için mi yiyoruz. Evet, Feyza. Bu konu senin fikrindi. O yüzden seninle başlamak istiyorum. Neler söylemek istersin bu konu hakkında. Feyza: [1:02] Yani ben de aslında senin dediğin gibi Türkiye de bence insanların yemekle ayrı bir bağı var. Çok seviyoruz çoğumuz yemek yemeği. Bu da çok sorulan bir sorudur. Aslında hepimiz böyle bir konuşmanın içerisinde bulunmuşuzdur bence daha önce. O yüzden konuşulabilecek bir konu olduğunu düşündüm. Ben kendi yemekle olan ilişkimden biraz bahsetmek istersem yemek yemeyi tabii ki çok çok severim. Ama yemek için mi yaşarız? Yaşamak için mi yeriz? Biraz hayatımı yaşamak için yemek yemeye doğru evirmeye çalışıyorum. Ama önceden böyle gerçekten kendimi tatmin etmek için yiyordum. Bunu kabul edebilirim. Siz ne düşünüyorsunuz? Emine: [1:48] Ben açıkçası yemek için yaşıyorum. Gerçekten yemek yemeyi seviyorum. Yemek yapmayı da seviyorum. O yüzden böyle yemek için yaşıyorum. Hatta yaşamak için yiyenleri de çok anlayamıyorum. Genel olarak hani nasıl sadece bu gözle bakabiliyorsunuz bu kadar güzel lezzetlere diye düşünüyorum. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Special Guests: Emine and Feyza.
Men-E-Men Stüdyo tarafından hazırlanan yüz kırk ikinci bölüm sizlerle. Ana konularımıza geçmeden önce Ortadoğu'da devam eden acımasız savaşı konuştuk ve ardından Cumhuriyetimizin 100. yılını kutladık. Bildiğiniz ve yakından takip ettiğiniz gibi popüler kültür konularını bu podcast'e taşıyoruz. Biraz gecikmiş olsak da, bir süredir popüler kültür gündeminde yeralan “Do Not Disturb” filminden bahsettik bu bölümümüzde. Cem Yılmaz'ı, Cem Yılmaz'ın sinema geçmişini ve son filmi hakkında düşüncelerimizi paylaştık. Sonrasında, yazdıkları kitaplarla gündeme gelen ünlüleri konuştuk. Özellikle bu aralar kitaplarıyla manşetlerde yer alan Jada Pinkett Smith ve Britney Spears'ı değerlendirdik. Onlardan yola çıkarak kitap yazan Türk ünlüleri sıraladık
Bu bölümde ilk bakışta çerçevemizin dışında görünen bir konumuz var; Serebral Palsi. Birçok kişi için yeterince anlaşılmamış veya yanlış anlaşılmış bir nörolojik bozukluk.Tabii bu konuyu şimdi ele almamızın bir nedeni yaklaşan 6 Ekim Dünya Serebral Palsi günü.Bildiğiniz gibi bu podcast toplumumuzun daha kapsayıcı, anlayışlı ve adil hale gelmesine nasıl katkıda bulunabileceğimizi de ele alıyor. Sivil toplum kuruluşları ve liderleri de, engelli bireylerin haklarını savunma ve onların yaşamlarını iyileştirme konusunda önemli bir rol oynuyorlar.Konuğum bu liderlerden, Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı Genel Direktörü Nigar Evgin.Kendisiyle bu alanda 20 yılı aşkın deneyimine dayalı sivil toplumun gücüne ve engellilikle ilgili farkındalığı artırmanın önemine ilişkin bir sohbet gerçekleştirdik.Amacımız, sadece serebral palsi ve engellilik hakkında daha fazla bilgi sunmak değil, aynı zamanda bu konunun toplumsal değişimdeki rolünü ve her birimizin nasıl bir fark yaratabileceğini keşfetmek. Empati ve anlayışın gelişmesine katkı sunmak. (02:35) Serebral palsi nedir? (04:05) Erken teşhisin önemi (07:34) Farkındalık oluşturma ve bilinçlendirme faaliyetleri (12:25) Çabaların etki ölçümü (14:28) STK'larda inovasyon mümkün mü? (19:05) STK'lar arasında iş birlikleri (22:42) Türkiye'de bağış yapma anlayışı (26:23) Türkiye'de sivil topluma katılım (28:39) Gelecek planları (31:16) Nigar Evgin'in değer yaratma formülü Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı hakkında bilgi edinmek ve bağış yapmak isterseniz:https://www.tscv.org.tr/PageContent/tr/sertifika-bagisi/1900Nigar Evgin'in Linkedin profilihttps://www.linkedin.com/in/nigar-evgin-b9119547/Support the show
Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyuruyor: «Allah sevdiği kimseyi üzmez; ama tecrübe için bazı belâ verir.» İman sahibi odur ki, bu belâ geldiği zaman sabreder... Allah yararsız hiçbir belâ indirmez. Her belâ bir iyiliğin öncüsüdür. Bu iyilik ya dünya için veya âhiret için olur. İmanlı kimse belâya sabırla karşı koyar. Allah gönderdiği için razı olur. Rabbini itham etmez. Niçin geldi, diye çıkışmaz. Mü'min inandığı ile uğraşır. Bu uğraşmak, imanlıya belâyı hatırlatmaz. Ey dünya ile uğraşanlar, onu bırakın. Söz etmeyin. Yalnız dille konuşuyorsunuz, kalbinizle konuşmuyorsunuz. Allah'tan kaçmaktasınız. O'nun yüce kelâmını dinlemek işinize gelmiyor. Peygamberin sözleri hoşunuza gitmiyor. Peygambere uyanları da tanımıyorsunuz. Halbuki, bunlar Allah'ın halifesi ve Peygamberin vârisleridir; sizi hiçbir şey ikna edemiyor. Nedir bu hâliniz?.. Kadere de inanmıyorsunuz. O kaderi yapanla da niza çıkarıyorsunuz. Kulların verdiği ile yetinmektesiniz. Hakk'ın vergisi sizi ilgilendirmiyor. Bu durumda Hak katında sizin bir sözünüz bile işitilmez. İyiler de sizi dinlemez. Tâ ki tevbe edesiniz ve bu tevbenizde de ihlâs sahibi olasınız. Yapmamayı kararlaştırdığınız yanlış işi bir daha yapmadığınız takdirde sözünüz dinlenir, hatanız bağışlanır. Bundan sonra kadere uymalısınız. Allah'ın vermiş olduğu hükümlere boyun eğmelisiniz. Bu hükümler aleyhinize bile çıksa, yine hoş karşılamanız gerekir. Gerekirse, zillete atılırsınız, aziz de olabilirsiniz. Zengin olmanız da mukadder olabilir, fakir de olabilirsiniz. Afiyet de gelir, hastalık da... Hepsi O'nun emri ile olur. Allah, yaptığının hesabını vermek zorunda değildir. Sana sevimsiz olan, O'nun için sevimli olabilir. Ey cemaat! Uyunuz, size de uyan olur. Kaza ve kadere boyun eğin, hizmetinizi eksik etmeyin. Hükümlere razı olursanız, öyle olursunuz. Nasıl olursanız, öyle de idareciler bulursunuz. Nasıl çalışırsanız, öyle karşılık görürsünüz. Hak Azizdir. Celildir. Kullara zulmetmez... Az iyiliğe çok mükâfat verir. Temiz ve doğru olan, kötü olarak anılmaz. Doğruya hiçbir zaman, yalancı ismi verilmez. Ey evlâd! Hizmet edersen, sana hizmet edilir. Uysal olursan, kafa tutanın olmaz. Aziz ve Celil olana, hizmetçi ol. Şu dünyanın sahte sultanlarına hizmet etmekle eline ne girer? Onlar ne fayda verir ne de zarar getirir. Şimdiye kadar, sana ne verdiler?.. Kendi yararları için ne yaptılar? Hangisi ölümü geri çevirebildi? Kısmetinde olmayanı, bir tanesi sana verebiliyor mu? Hakk'ın sana nasib etmediği şeyi sana vermeye kimin gücü yeter? Ellerinden çıkan bir iyiliği çevirmek onların haddi mi? Yapabiliyorlar dersen, iman sahibi olmadığın meydana çıkar. Bilmiyor musun, veren, yoktur, alan olmaz, zarar getiren olmaz, iyilik veren bulunmaz, sonu öne, önü de sona alan yoktur, ancak bunları Allah yapabilir. Bunları bildiğini söylersen, sana sorarım: Bildiğin hâlde nasıl başkasını Mevlâ'ya tercih ediyorsun?.. Yazık sana, âhireti dünya ile nasıl kirlettin? Mevlâ'nın tâatını nefsin tâatı ile nasıl karıştırdın? Halkı Hakk'a nasıl kattın? Bir yandan takva dâvası, bir yandan da Hakk'ı kullara şekva!.. Olur mu, yaptığını sen de beğenmedin değil mi?.. Bilmez misin, Allah müttakileri esirger. Onlara yardım eder. Kötülükleri onlardan def eder. Çeşitli bilgiler öğretir. Nefislerini tanıtır. Onların kalplerine bakar, bilmedikleri taraftan rızıklar verir. Allahü Teâlâ bâzı kitaplarında şöyle buyurmuştur: «Ey Âdemoğlu, iyi komşundan utandığın kadar, bendende utan.» Peygamber (S.A.) efendimiz de buna benzer bir Hadîs-i Şerif beyan eylemiştir: «Bir kul hata işleyeceği zaman, kapılarını kapar, perdelerini çeker, kullardan saklar; ama ona şöyle hitap edilir: Ey Âdemoğlu, Beni görenlerin en küçüğü yaptın! Halbuki hepsinden önce Beni düşünmeliydin.» İnanç dediğimiz şey bazı fikir ve düşüncelere olan bağımlılıktır. Onları kesin doğrularımız olarak görürüz. Annemiz bize geçmişte bir şey söylemiştir; "sobayı elleme, elin yanar" denemiş veya denememiş ama deneyen birisini gözlemlemişizdir ve gerçekten de eli yanmıştır.
Bu bölümde konuştuğumuz konulara ait bağlantılar: Podcast'inizin Tamamını Yapay Zekayla Üretmek İster Misiniz?Dünyanın En Güçlü Roketi Starship Neden Patladı?Havuz sandalyesiSivrisinek iğnesi geçirmeyen kumaşYapay zekadan neden korkmalıyız?Youtube'da şöhret olmak isterken 20 yılla yargılanıyor
Gazeteciler Ayşe Yıldırım ve Sedat Bozkurt, CHP'deki kurultay hazırlıklarını ve Yeşil Sol Parti çatısı altında oy kaybı yaşayan HDP'nin atacağını adımları konuştu... 5.00 HDP'NİN YENİ BİR LİDERİ OLUR MU? 11.00 HDP'DEKİ SAVRULMA DURULUR MU? 14.00 CHP'DE İPLER KOPTU MU? 19.00 MUHALEFETİN 'KAYBETME' STRATEJİSİ VAR MIYDI? 23.00 YEREL SEÇİMLER YENİ FATURA ÇIKARIR MI? 27.30 İMAMOĞLU 'DEĞİŞİM' TALEBİNİ NEDEN AÇMIYOR?
Meltem Suat ve Cem Özen kabinenin yenilerini ve CHP'yi yorumluyor
Bildiğiniz üzere seçimleri geride bıraktık ve kazanan yine Erdoğan oldu. Herkesin şu ya da bu düzeyde aklındaki soru ise şu: Erdoğan nasıl oluyor da bunca yolunda gitmeyen şeye rağmen seçilebiliyor? Ekonomi bu denli kötüyken, deprem felaketinin yarattığı yıkım ortadayken, tüm demokratik süreçler askıya alınmışken insanların önemli bir kısmı neden Erdoğan'ı desteklemeye devam ediyor. Tabii bu soru sadece Erdoğan'la ilgili değil! Dünyanın birçok yerinde sağcı, milliyetçi ve popülist liderlerin yükseldiğine tanık oluyoruz. Her ne kadar geçen haftaki seçimleri anlamaya çalışıyor olsak da soru aslında daha büyük. Bu soruya herhangi bir disiplinin tek başına cevap verebileceğini sanmıyorum. Bu çok katmanlı bir soru. Psikanalizin ise meselenin küçük de olsa bir kısmına ışık tutabileceğini düşünüyorum ve size bu bölümde mümkün olduğunca anlaşılır bir düzeyde bu bakış açısını aktarmayı planlıyorum. Instagram: https://www.instagram.com/psikanalizsohbetleri/ Twitter: https://twitter.com/PsikanalizS https://www.oguzhannacak.com/
Yetkinliğin dört aşaması modeli, insanların bir beceriyi edinirken nasıl daha yetkin hale geldiklerini açıklayan bir psikoloji modelidir. Bu modele göre insanlar bir beceri edinirken bilinçsiz yetersizlik, bilinçli yetersizlik, bilinçli yeterlilik ve bilinçsiz yeterlilik olmak üzere dört aşamalı bir…
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Hayırlı iftarlar! Ramazan ayının Türk kültüründe ve hayatımızda nasıl bir yere sahip olduğunu inceliyoruz. Oruç, sahur, iftar gibi Ramazan ayında yapılması gerekenleri konuşuyoruz. Ramazan bayramının yapı taşlarını tartışıyoruz. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro Müzik Emin: [0:26] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin. Bugün her zaman olduğu gibi Cihat'la beraberiz. Nasılsın Cihat? Cihat: [0:36] İyiyim Emin teşekkür ederim. Sen nasılsın? Emin: [0:39] Ben de iyiyim. Teşekkür ederim. Bugün, bildiğin üzere, ramazan ayının kaçıncı günü oluyor? Bildiğin üzere dedim ama ben de bilmiyormuşum. (Dördüncü günü galiba.) Evet, dördüncü günü galiba. Ramazan ayı aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin kullanmış olduğu miladi takvimde bulunmayan bir ay. Hicri takvimde bulunan bir ay. Ramazan ayının bize öneminden bahseder misin? Türkiye için neden ramazan ayının önemi var? Ramazan ayında neler yapılıyor bize anlatır mısın? Cihat: [1:14] Tabii. Yani aslında şöyle başlamak lazım diye düşünüyorum: Bizim iki tane önemli dini bayramımız var. Biri Ramazan Bayramı, biri de Kurban Bayramı. Şu an ramazan ayı içerisindeyiz. Otuz gün sürecek bu. Tam olarak otuz gün oluyor mu emin değilim ama bir ay sürüyor diyelim. (Yirmi dokuz gün.) Aynen. Sonrasında da bayramını kutlayacağız. Şeker Bayramı diye de geçiyor yanlış bilmiyorsam. Bu ayın bizim için önemi şu, bizim en önemli kültürel etkinliğimiz, tüm toplumun ortak olarak paylaştığı şey bu ayda bizim oruç tutuyor olmamız. Ne demek istiyorum? Sabah ezanıyla yani Güneş doğmadan hemen önce ile Güneş batana kadar arasında yemek yemediğin ama bunun dışında akşam boyunca yemek yiyebildiğin bir dönem. Bu böyle çok inançlı olmayan insanların bile yaptığı bir şeydir oruç tutmak. Çünkü dediğim gibi, kültürel bayağı önemli bir yanı var bence. Hem onu paylaşıyoruz toplum olarak genellikle bu ay içerisinde hem de camilerin üzerine asılan yazılar olur ya... Neydi adı? Anımsamıyorum. Bir ismi var onların. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Elmalı tarif sanılsa da, aslında içindekiler pırıl pırıl elmasa benzediği için bu isim verilmiş. İçinde farklı meyveler olan bir tatlı. Aylin Öney Tan'dan dinleyin #acıtatlımayhoş Et suyu ve tavuk suyu soğuyunca jölelenir dedik. Haftayı tatlılarla sonlandıralım. Tatlılarda, jölelerde kullanılan jelatin de böyle hayvan kemiklerinden elde ediliyor. Hatta eskiden balık kılçıklarından yapıldığını ve balık tutkalı diye adlandırıldığını da söylemiştik. Peki eskiden jöleye ne denirmiş? Osmanlı mutfağının billur gibi tatlısı elmasiye, adını elmadan değil, elmas gibi parıldamasından alıyor. Bildiğimiz bir nevi jöle olan elmasiyenin içine doğranmış meyve parçaları da konabiliyor. Tarifimiz ise Melceü't Tabbahin kitabından Özge Samancı'nın uyarladığı limon elmasiyesi. Özgan tarifte balık tutkalı kullanılmış, uyarlanmış tarifte ise yaprak jelatin var. Bol limonlu ferah lezzet.
Bu video 16/10/2016 tarihinde yayınlanan " MEHDÎ, MESÎH VE KÂİNAT İMAMI (!)" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Bakmayın aleyhinizde atıp tutanlara; siz kendi yolunuza, Kitab'a, Sünnet'e, Siyer felsefesine, Usulüddin'e bakın!.. Evet… Kıtmîr size sonsuz selam söylüyor. Tekrar ediyorum, âhirette Kıtmîr'i unutmayın!.. Biliyor musunuz, çok defa kendimi nasıl görüyorum? Böyle Efendimiz'in yanına gitmeye de cesaret edemiyorum. Ebu Bekir efendimiz, Ömer efendimiz, Osman efendimiz ve Ali efendimizin yanlarında kuyruğumu sallıyor, ayaklarına dolaşıyorum. Sonra onlar da, işte o Ashâb-ı Kehf'in köpeği gibi hani, “Yâ Rabbi, bu da bizden hiç ayrılmıyordu! Cami kürsülerinden bizi anlatıyordu, hayatü's-sahabe'yi anlatıyordu, Efendimiz'i anlatıyordu. Samimiyetini bilemeyiz fakat dili bu idi, heyecanları bu idi, gözyaşları da bu idi. Ne olur, bunu da bağışla!..” diyorlar. Hep kendimi öyle gördüm. Hep kendimi öyle gördüm, hep öyle göreceğim; öyle görmem, her gün biraz daha muzaaf hale, mük'ab hale geliyor, her gün… Esved b. Yezid en-Nehâî gibi… Kıldığım namazları bile -belki yirmi yaşına kadar- kaza ettim. Hiç yok yere, böyle, “Aman orucum tam olmamıştır!” diye kaza ettim onları. Dediğim gibi, bir arpa kadar haram, ağzıma koymadım. Dünyada bir dikili taşım olmadı. Bana dünyevî câzibedarlıkları teklif ettiklerinde, “Sizin dininizden şüphe ediyorum!” dedim, en yakınlarıma karşı. “İçinde evladım, imanım tutuşmuş yanıyorken, bana dünyevî bir şey teklif etmek ne demek!” falan dedim. Hep böyle yaşadım fakat Esved b. Yezid en-Nehâî gibi, her zaman imansız gitmekten korktum, yüreğim ağzıma geldi, “Allah'ım!” dedim. Evet, akıbetinden emin olanın, akıbetinden endişe edilir; hep akıbetimden endişe ettim. Bildiğiniz Esved b. Yezid'i bir kere daha söyleyeyim; Nehâî ailesinin serkârı, Alkame'nin, İbrahim en-Nehâî'nin de içinde bulunduğu Ebu Hanife mektebinin üstadları, Ebu Hanife'yi yetiştiren insanlar. Tâbiînden, tebe-i tâbiînden insanlar. Esved, öyle dâhî bir insan ki o mevzuda; onun “sened”de bulunduğu hadis-i şeriflere, hangi kitapta olursa olsun, şimdiye kadar “Bunda şüphemiz var!” diyen insana rastlamadım. Biraz “ricâl”i bilenler, anlarlar bunu; hadis metnini bilenler, anlarlar. Arkadaşlarımızla müzakeremizde onlar da biliyorlar bunu. Ruhunun ufkuna yürürken, akrabası Alkame, yanına geliyor. Alkame en-Nehâî, aynı aileden. Yüzü ekşi, gayet ızdırap içinde kıvranıp duruyor. “Ne o Esved! Günahlarından mı korkuyorsun?” deyince, “Ne günahı?” Esved'in günahı mı olur? Acı tebessüm ediyor. “Yahu Alkame, ne günahı?” diyor, “kâfir olarak gitmekten korkuyorum!” Hep onun düşüncesini taşıdım..
Kaçık Prens Podcast: Psikoloji ve Günlük Hayat Üzerine Söyleşiler
Yeni sezon öncesi bir ısınma bölümü daha: Bildiğiniz bir şeyin size çok aşikâr geldiği ve karşınızdakine anlattığınızda anlamamasına şaşırıp kızdığınız oluyor ya… Sorun karşınızdakinde değil maalesef. Çiğdemle Baş Başa'da bu bölümün konusu bilginin laneti. Önemli not: Emre'nin çok önemli bir eseri masaya vurarak icra edişi Zoom'un azizliğine uğradı, yoksa şarkıyı çok güzel çalmıştı; hepiniz tak diye bilecektiniz hangi şarkı olduğunu :)
Bu video 11/12/2016 tarihinde yayınlanan " KALBE OKLAR SAPLANIRKEN" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... “Rabbim, bu dert bana iyice dokundu (ve Sana gerektiği gibi ibadet edemez hale geldim). Sen, Merhametlilerin En Merhametlisisin!..” Bir zaman gelir ki, Hazreti Eyyûb'un tepeden tırnağa vücudu da yara-bere ve hastalıklar içinde kalır. Hazreti Pîr, menkıbeye bağlı keyfiyetiyle ifade ederken, esasen önemli iki unsuru nazara verir: Biri, inanma mahalli olan “kalb”i; ona da o isabet etti. Diğeri de O'nu (celle celâluhu) dillendirme unsuru olan dili-dudağı, ona da isabet etti. Bundan dolayı buyuruluyor ki: وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ “Bu arada, önderler içinde Eyyûb'u da an, hatırla. Hani O, ‘Rabbim, bu dert bana iyice dokundu (ve Sana gerektiği gibi ibadet edemez hale geldim). Sen, Merhametlilerin En Merhametlisisin!' diye yalvarmıştı.” (Enbiyâ, 21/83) Şikâyet değil. “Gider!..” demek değil. Arz-ı hâl. Üns makamının gerektirdiği “temkîn”. “Rabbim, bana musibet isabet etti. Sen, Erhamü'r-râhimînsin!” Bakın bu sözde şikâyet yok. عِلْمُكَ بِحَالِي، يُغْنِينِي عَنْ سُؤَالِي “Sen'in benim halimi bilmen; benim Sen'den bir şey istememden beni müstağni kılıyor!” Yine bir Hak dostu şâirin dediği gibi: قَدْ كَفَانِي عِلْمُ رَبِّي عَنْ سُؤَالِي وَاخْتِيَارِي “Rabbimin benim her şeyimi bilmesi, beni O'dan bir şey istemeden de, bir şey dilemeden de, ihtiyardan da alıkoyuyor!” O bildiğine göre, bana düşen şey, bir dilekçe ile -bir yönüyle, kalbin kompoze ettiği ve dilin de okuduğu bir dilekçe ile- halimi arz etmekten ibaret kalıyor. عِلْمُكَ بِحَالِي، يُغْنِينِي عَنْ سُؤَالِي Zannediyorum, bunu başta Hazreti Şâh-ı Geylânî söylüyor, sonra da bir-iki Hak dostu, ondan mülhem tekrar edip duruyorlar: عِلْمُكَ بِحَالِي، يُغْنِينِي عَنْ سُؤَالِي “Halimi bilmen, Sen'den bir şey istememden beni alıkoyuyor!” Biliyorsun, Sana derdimi şerh etmemin manası yok!.. İşte Hazreti Eyyûb aleyhisselam, ihtimal, bu mülahazalarla halini arz ediyor ve her meselede اَلْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَعْطَى فَأَخَذَ “Hamdolsun o Allah'a ki, O vermişti, O aldı!” diyor. Îsâr kahramanları, kendileri de muhtaç olsalar bile diğer mü'minleri nefislerine tercih ederler; bu tercihin tek istisnası ihlas, rıza, aşk u iştiyak konusunda olabilir. Evet, siz İmam Şâfiî hazretlerinin civanmertliğinden hareketle, cömertlik ile zühd münasebetini sormuştunuz. Şimdi bir insan, kalben dünyadan alakasını kesmiş ise, aynı zamanda o, çok cömerttir. Bazı yerlerde, bunun karşılığı/zıddı olarak Arapça “buhl” (البُخْل) tabirini kullanırlar; “bahîl insan” (رجلٌ بَخِيل) derler cömert olmayan kimselere. Zât-ı Ulûhiyete nispet edilen “Cevâd” ism-i şerifi var. Belki bizim bildiğimiz esmâ-i İlahiye içinde olmadığı halde, Ehlullah'tan bazıları mübalağa kipi ile de ifade eder, “Cevvâd” derler. Bu adeta, “Bildiğiniz gibi değil, çok cömert! O'nun vermesinin hadd ü hududu, sınırı yok! O, öyle biri!..” demektir.
Program Adı: Bundesliga 101 Bölüm: 1 Program İçeriği: 22/23 Sezonu 1.Hafta Maçlarının Değerlendirmeleri Ana Başlık: Bundesliga 101 22/23 Sezonu 1.Hafta | Bayern'den Gol Şov | Frankfurt'un Hataları | Dortmund İyi Başladı | Union Berlin Bildiğiniz Gibi | Leipzig'in A Plan Sorunu Program Detayı: -Haftanın önemli maçlarını değerlendirdik. -Dortmund ile Leverkusen maçındaki taktik savaşını masaya yatırdık. -Leipzig'in düzenli bir ilk onbir seçiminin olmamasının getirdiği sorunları konuştuk. -Union Berlin'in süreklilik konusundaki başarısından bahsettik. Konuşmacılar: Öner Tavtay - Gencer Konur #Bundesliga101 #Bundesliga #BayernMünih #Frankfurt #Dortmund #UnionBerlin #RBLeipzig #JamalMusiala #MarcoReus #ChristopherNkunku
Bu video 08/01/2017 tarihinde yayınlanan " TÜRKİYE PERSPEKTİFİNDEN İÇTİMÂÎ RUH" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Soru: Muhterem Efendim! Cuma hutbesinde, “içtimâî ruh” tabiri geçti. Bir makalenizde ona “vicdan genişliği veya inkişâfı” da denebileceğini ifade buyuruyorsunuz. “İçtimâî ruh” nasıl anlaşılmalıdır? Onun önündeki engeller nelerdir ve inkişâfı hangi hususlara bağlıdır? Bir toplumda genişlik ve kuşatıcılık fertten başlar; fert, engin ruhlu ve geniş vicdanlı ise, toplum da aynıyla o mükemmeliyeti aksettirir. Bildiğiniz gibi, “ictimâ” Arapça bir kelime. Türkçe'de “toplanma” sözcüğüyle karşılıyoruz onu. Tam ifade eder mi, etmez mi? Çünkü o kelime Arapça'da esasen “bir ve beraber olma”yı ifade ediyor; Ebu Davud'un, Sünen'inin mebdeinde namazı anlatırken dediği gibi, “topuk topuğa, diz dize, omuz omuza, birbirini zorlarcasına, kubbedeki taşlar gibi kenetlenmiş bir yapı”yı işaretliyor. Sonra kelimenin geldiği kip/bab itibariyle meseleyi ele aldığınız zaman da o “bir araya gelme”yi ve “bir toplum olma”yı tabiatlarının bir derinliği haline getirmiş kimselere imada bulunuyor. Efendim, “ce-me-a” (جمع) değil, “icmâ” (إجماع) değil, “ictimâ” (اجتماع) deniyor: Bu, “toplu yaşama”yı, bir yönüyle “birbirine dayanma”yı ve aynı zamanda “birbiri için olma”yı tabiatlarının bir derinliği haline getirmişler demektir. Böyle bir ruh hâleti vurgulanıyor. Böyle bir ruh hâletini kazanma, bir yönüyle hayvaniyetten çıkmaya, cismâniyeti bırakmaya, kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselmeye bağlıdır; orada ifade edildiği gibi, “vicdan enginliği”ne bağlıdır. Bu da herkese açık olma demektir. Ama “alâ merâtibihim”; herkese kendi konumuna göre bir alaka göstermektir. Mesela, sizinle beraber usulü/ümmühâtı paylaşan insanlarla münasebetiniz, kenetlenmeniz ve alakanızda, birbiriyle imtizaç etme ve yan yana geldiği zaman âdeta mıknatıs gibi birbirini çekme şekli söz konusudur. Bir de kendinizi zorlayarak birileriyle bir araya gelme vardır. Onlarla, bütün değerleri paylaşmıyor olabilirsiniz ama paylaşabileceğiniz ortak bir kısım değerler de vardır; bu defa onların etrafında bir araya gelirsiniz. Ama önceki çok farklıdır; orada Uhuvvet Risalesi'nde bahsedildiği gibi, “Allah bir, Peygamber bir, din bir, diyanet bir, mefkûre bir, gaye-i hayal bir, bine kadar bir, bir…” Onu çoğaltabilirsiniz. O, “bin” tane fasl-ı müşterek etrafında bir araya gelme, kenetlenme, bir çeşit kenetlenmedir. Bir de diğer bir şey diyor: İşte millî mefkûre bir, vatan bir; aynı zamanda belki bir düşman birliği var; ülkenize gözlerini dikmişler ve siz onlara karşı bir ve beraber olma mecburiyetindesiniz. Bu türden şeyleri de “yüze kadar bir, bir…” diyebilirsiniz. Bir fasla gelir ki, “ona kadar bir, bir…” diyebilirsiniz. Bir fasla gelir ki, “onda iki” filan fasl-ı müşterek vardır. Şimdi bunların hepsi çok farklı bir daire içinde, başkalarıyla beraber olma, bir şeyleri paylaşma demektir. Şimdilerdeki sade ifadesiyle “ortak paydalar” sözcüğüyle ifade edebilirsiniz onu. “İctimâî ruh” dediğimiz zaman da, Frenkçe ifadesiyle, “sosyal ruh” falan diyebilirsiniz. Dolayısıyla psiko-sosyolojiye giren bir konu olur bu. Belki çok üzerinde durulmamış bunun ama Uhuvvet Risalesi açısından bu meseleye bakabilirsiniz. Bir de kendi duygularınızdan sıyrılarak, daha ziyade Cenâb-ı Hakk'ın muradını hedeflemek suretiyle İhlas Risalesi açısından meselenin üzerinde durabilirsiniz. Yani, Allah için işler, Allah için başlar, Allah için görüşür, Allah için konuşur ve Allah için düşünürseniz şayet, böyle bir kenetlenme olur. İçtimâî ruha, insanın yuva, sokak, mâbed ve mektep kurnalarından geçerek her türlü bencilce tavırdan sıyrılıp isminin özündeki ünsiyete yönelmesi de denebilir.
Medyascope Podcast'ten herkese merhaba. Hafta Sonu Yazıları köşemizde yayınlanan yazılarımızın seslendirmesiyle karşınızdayız. Ayşe Çavdar'ın "Hubris sendromu ya da iyi bildiğimiz felaketler" başlıklı yazısını Kaya Heyse sizler için seslendirdi. Beğenerek dinlemenizi umuyoruz.
Ukrayna savaşının küresel ekonomi ve siyaset üzerindeki etkisi hissedilmeye devam ediyor. Savaş içinde yaşadığımız sisteme dair ne söylüyor? Dünya ekonomisi neden sarpa sardı? İklim krizi gündemden düştü mü? Bildiğimiz dünyanın sonuna mı geliyoruz? Türkiye'yi ne bekliyor? Dünyanın ve Türkiye'nin halini Kısa Dalga Ekonomi Sohbetleri'nde Prof. Dr. Erinç Yeldan ile konuştuk.