POPULARITY
Categories
Uzun bir süreden bu yana devam eden dezenflasyon programında artık sabırların zorlanmaya başladığı noktaya doğru geliyoruz. Bunun nedeni yüksek faiz ve finansal olarak sıkı koşullara rağmen enflasyonun bir türlü istenilen yere düşmemesi ve hatta dezenflasyonun yavaşlamasına ek olarak enflasyon beklentilerinin yeniden yönünü yukarı çevirmesi.
Harama bakmaktan kendini kurtarâbilmek için yoğun bir mücadeleye girmek gerekir. Şunu bilmelisin ki, insan üstün bir himmet ve zahmet olmadan sıradan bir şeyi bile elde edemez. Meselâ, bedensel bir hastalığa düştüğün zaman tatsız ilaçlar içmeye rıza gösteriyorsun. Neden? Hedefin iyileşmek olduğu için bu tatsızlığa katlanıyorsun. Ruhsal bir hastalıktan kurtulmak için daha fazla zorluğa katlanmanın gerekli olduğunu bilmelisin.Bu bilinci kazandıktan sonra harama bakmaktan kurtulmanın ilacı olarak şunlar söylenebilir:1. Harama bakma gibi bir durumla karşılaşırsan ilk önce şunu düşün: Bakacağın kadının, anne ve babası, senin bu durumundan haberdar olursa halin ne olur? Bunun için biraz korku veya utanmaya kapılacak olursan o zaman her şeyi hakkıyla bilen Râbbinin seni gördüğünü düşün! Sen, O (c.c.)'un verdiği nimetleri kullanarak onun huzurunda haram işlemektesin, utanman gerekmiyor mu?2. Cehennemin elim azabını hatırla!3. Eğer başka biri benim karıma veya kızıma böyle şehvet ve kem gözle bakarsa ve ben bunu fark edersem ne yaparım?4. Allâh (c.c.)'un bizi gördüğünü ve kıyâmet gününde herkesin önünde bunun hesabını soracağını tasavvur etmektir.5. Kalbinde günâha bir meyil hissettiğin zaman abdest alıp iki rekât namaz kıl, Allâh (c.c.)'dan af dile ve bu hastalıktan kurtulmak için duâ et. Kalbin günâha tekrar meylederse yine bunları yap. Bir günde birkaç defa aynı şeyleri yapmak zorunda kalabilirsin. Ancak sonraki gün mutlaka nefsinin zayıfladığını hissedeceksin. Üçüncü gün belki o harama karşı hiçbir istek oluşmayacaktır. Böylece yavaş yavaş harama bakma hastalığından kurtulacaksın. Çünkü namaz nefse ağır gelir.6. Harama göz diktiğin zaman şunu düşün: Bir hocan veya mürşidin seni bu hâlde görse yüzünü başka tarafa çevirmez misin? O hâlde Allâh (c.c.)'un gözetimi altında iken nasıl böyle bir harama düşebiliyorsun!(Misvâk Neşryat, Eşref Ali et-Tehanevî, Tehzibu'l Ahlâk, s.37-40)
Demokrasi, insanların özgürce konuşabildiği, hakkını arayabildiği, yönetime katılabildiği bir düzen. Demokrasinin beşiği olarak gösterilen Avrupa'da durum gerçekten böyle mi? Almanya'da yapılan son araştırmalar toplumun demokrasiye olan güveninin giderek sarsıldığını ortaya koyuyor. Friedrich Ebert Vakfı'nın araştırmasına göre, vatandaşların sadece yüzde 52'si demokrasinin iyi işlediğini düşünüyor. Özellikle siyasi partilere güven giderek azalıyor. Bunun sebepleri neler? Bu durum toplumu nereye sürükleyebilir? Siyaset bilimci Dr. Yaşar Aydın ve eski federal milletvekili Dr. Lale Akgün'ün görüşlerine başvurduk. Mikrofonda Aydın Işık ve Eren M. Gençer var. Von Aydın Işık und Eren Mahir Gençer.
Herkese merhaba,Down Cemetery Road'un 5. bölümüyle karşınızdayız. Her dakikası dolu geçen, seyircinin aklındaki pek çok konunun altını dolduran, sebep- sonuç ilişkisini iyi kurgulayan bir bölümdü. Bunun yanı sıra Sarah & Downey arasında bir bağ kuruldu, Amos ve Zoe de İskoçya yolunda, bakalım önümüzdeki bölümler hangi gelişmelere gebe?!Keyifli dinlemeler,Eda & Mert
167. Bu mektûb, Herdîram-ı Hinde yazılmışdır. Allahü teâlâya ibâdet etmeği ve kendi yapdığı tanrılara tapınmakdan sakınmağı dilemekdedir: İki mektûbunuz geldi. İkisinde de, bu fakîrleri sevdiğiniz, bunlara sığındığınız yazılı idi. Bir kimseye bu devleti ihsân ederlerse ne büyük ni'met olur. Fârisî beyt tercemesi: Bildirmesi lâzım olanı söyledim sana! İster kıymetini bil, istersen darıl bana. İyi dinle ve iyi anla ki, bizim ve sizin ve hattâ herşeyin, yerlerin, göklerin, yüksekliklerin, alçaklıkların yaratanı, varlıkda durduranı birdir. Nasıl olduğu anlaşılamaz. Benzeri ve ortağı yokdur. Şekli ve görünüşü olmaz. Baba, çocuk değildir. Onun gibi, Ona benzer birşey düşünülemez. Onun birşey ile birleşmesi, bir şeyde bulunmasını düşünmek çok çirkin olur. Bir yerde bulunması, bir yerde görünmesi olamaz. Onda zemân yokdur. Zemânı O yaratmışdır. Bir yerde değildir. Heryeri O yaratmışdır. Hep var idi. Varlığının başlangıcı yokdur. Hep vardır. Varlığının sonu olmaz. Her iyilik ve yükseklik Onda vardır. Hiçbir kusûr ve aşağılık Onda olamaz. İşte bunun için, ma'bûd olmağa, tapınmağa hakkı olan yalnız Odur. Tapınmağa lâyık olan ancak Odur. Hindûların Râm ve Kerşen denilen putları, Onun yaratdığı şeylerden zevallı iki dânesidir. Her ikisinin de anası ve babası var idi. Râm, Ceretin oğlu ve Leknenin kardeşi idi. Sîtanın kocası idi. Râm, kendi çoluk çocuğunu koruyamamışdı. Başkalarını nasıl koruyabilir? İyi düşünmek lâzımdır. Câhillere uymamalıdır. Yerleri gökleri yaratana, Râm ve Kerşen gibi ismler takanlara milyonlarca yazıklar olsun! Bunların hâli, büyük bir pâdişâha, aşağı bir çöpçünün ismini takanlara benzemekdedir. Râm ile Rahmanı aynı şey sanmak, ne aklsızlıkdır? Yaratan, yaratdığı ile bir olur mu? Anlaşılamayan birşey, bilinen şeylere benzetilemez. Onlarla birleşemez. Râm ve Kerşen yaratılmadan önce, âlemlerin yaratanına Râm ve Kerşen denilmiyordu. Bunlar yaratıldıkdan sonra, ne oldu ki, o eşsiz olan ulu Allaha, Râm ve Kerşen denildi? Râm ve Kerşenin ismleri, yerlerin, göklerin sâhibinin adı sanıldı! Olamaz, olamaz, hiç olamaz! Gelip geçmiş olan, yüzyirmidörtbine yakın Peygamberlerin hepsi “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” insanları, yalnız bir yaratana ibâdet etmeğe çağırdılar. Ondan başkasına tapınmağı yasak etdiler. Bütün Peygamberler, kendilerinin âciz birer mahlûk olduklarını söylediler. Allahü teâlânın büyüklüğünden, kuvvetinden korkarlar ve titrerlerdi. Hindûların tapındıkları kimseler ise, herkesin, kendilerine tapınmasını istediler. Kendilerini ma'bûd olarak tanıtdılar. Bir yaratanın varlığına inanıyorlardı. Fekat, Onu kendilerine hulûl etmiş, kendileri ile birleşmiş sanıyorlardı. Bunun için, herkesin kendilerine tapınmasını istiyorlardı. Kendilerine tanrı diyorlardı. Her kötülüğü yapıyorlardı. Tanrı, her istediğini yapar ve yaratdığı şeyleri istediği gibi kullanır diyorlardı. Bunlar gibi, dahâ nice bozuk ve saçma sözleri vardı. Kendileri sapıtmış, başkalarını da sapdırmışlardı. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” böyle değildiler. Başkalarına yasak etdikleri kötülüklerden kendileri de ençok sakınırlardı. Kendilerinin de, herkes gibi insan olduklarını söylerlerdi. Fârisî mısra' tercemesi: Yollardaki ayrılığı gör! Nerden nereye? 170Bu mektûb, şeyh Nûra yazılmışdır. Allahü teâlânın emrlerini yapmak ve yasaklarından sakınmak lâzım olduğu gibi, insanların haklarını gözetmek ve onlarla iyi geçinmek de lâzım olduğu bildirilmekdedir: Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği, sevdiği kullarına selâmlar olsun! Ey akllı kardeşim! Allahü teâlânın emrlerini yapmak ve yasaklarından kaçmak lâzım olduğu gibi, insanların haklarını ödemek ve onlarla iyi geçinmek de lâzımdır. (Allahü teâlânın emrlerini büyük bilmek ve Onun yaratdıklarına acımak lâzımdır) hadîs-i şerîfi, bu iki hakkı yerine getirmek lâzım olduğunu göstermekdedir. Bu iki hakdan yalnız birini gözetmek kusûr olur. Bir bütünün, bir parçası, onun hepsi demek değildir. Bundan anlaşılıyor ki, insanlardan gelen sıkıntılara dayanmak lâzımdır.
Trump'ın dayattığı Gazze mütarekesi Batı Asya'ya barış getirmedi. İsrail sürekli bu sözde ateşkesi bozuyor, yeni katliamlar yapmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Trump Türkiye, Mısır ve Katar'ı taşeronlaştırarak direnişi zapturapt altına almaya çalışırken, savaşmadan iktidarda kalması mümkün olmayan Netanyahu, İran'a karşı ABD ve Avrupa ile birlikte yeni bir cephe açmak için kolları sıvıyor. Aslında bu cephede yan yana gelenler El Aksa Tûfanı öncesinde iyice belli olmuştu, şimdi sözde ateşkes, İran'a karşı emperyalistler ve Siyonistlerle aynı safta olanları yeniden görünür kılıyor.Emperyalizm-Siyonizm cephesi ve karşısındakilerİran, İsrail'e karşı silahlı olarak Filistin halkının yanında durdu. Bunun karşılığı Ekim 2024'ten itibaren Siyonistlerin ve son olarak da ABD emperyalizminin İran'a yönelik onlarca saldırısı oldu. Yakın zamanda İsrail ve ABD İran'a yeniden saldırabilir. Yemen, Filistin halkını bir dakika bile yalnız bırakmadı. Tel Aviv'i yüzlerce kilometre uzaktan defalarca vurdu. Kızıldeniz'i emperyalist ve Siyonistlerin gemilerine kapattı. Karşılığı, bir seferinde Yemen hükümet üyelerinin dahi katledildiği karşı saldırılar ve acımasız bir ambargo oldu. Hizbullah, Lübnan'ın güneyini Siyonistler için bir cehenneme çevirdi. İsrail'in kuzeyinde yaşayan yerleşimciler bir yıldan uzun bir süre evlerine yaklaşamadılar bile. Karşılığı, Hizbullah liderlerine ve komutanlarına yönelik suikastlar, güney Lübnan'a ABD ve İsrail'in yoğun saldırıları oldu. Özetle, El Aksa Tûfânı'nın ardından cesur bir şekilde Siyonizme kafa tutan kim varsa, ağır bedeller ödedi.Bunların karşısında, İsrail'i soykırım sürecinde bile destekleyenler var. Birleşik Arap Emirlikleri bu listenin başında. Karşılığında Emirlik tüccarları İsrail pazarına girdi ve ülke, ABD'den satışı ciddi kısıtlamalara bağlı yapay zekâ çipleri gibi malzemeler almayı başardı. Gazze'deki ablukanın destekçisi Mısır, soykırım boyunca Refah'ı açmaya yeltenmedi. Filistin halkını yalnız bıraktı. Karşılığında ABD askerî sanayii ürünlerinin Mısır'a satışına onay verildi. Elbette Mısır'da Sisi'yi başa getiren darbenin ABD destekli olduğunu söylemeye gerek bile yok. İngiliz ve Türk istihbaratı ortak yapımı olan, Suriye'nin tekfirci mezhepçi çeteleri, kravat takıp takım elbise giydikten sonra, İsrail'e dokunmayacaklarına yemin edince Şam'da bir devlete sahip oluverdiler. Son örnek Fas. İsrail ile kurduğu iyi ilişkilerin de sonucu olarak, yıllar önce sömürgeleştirdiği Batı Sahra'da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden kendi istediği bir kararı çıkarmayı başardı.Emperyalizme ve Siyonizme hizmet eninde sonunda kaybettirir!“İyi ya işte, İsrail ile işbirliği yaparsak kazanırız” mı dediniz? Yanıldınız. Fas gençliğinin sefalete karşı 27 Eylül'de başlattığı gösterileri geçen ayki gazetemizde sizlere aktarmıştık. Eylemler şimdilik duruldu, ama halkın sefaleti devam ediyor. Mısır halkı, Sisi'nin Siyonizmin dostu olmasından hiçbir şey kazanmıyor, yarısına yakını yoksulluk sınırı altında. Sisi ise kendisine yeni bir başkent inşa etmekle meşgul. İsrail HTŞ'cilere inat Suriye'yi bir atış poligonuna çevirmiş durumda.Trump'ın silahsızlandırma planı Batı Asya'yı soykırımcı Siyonistler ve emperyalistler için dikensiz gül bahçesine çevirmeyi amaçlıyorTrump'ın Gazze planı, öyle ucuz uyanıklıklarla lehe çevrilebilecek bir proje değil, sadece Filistin'i ilgilendiren bir plan hiç değil. Filistin direniş örgütlerinden başlayacak bir “Direniş Ekseni güçlerini silahsızlandırma” planının ilk adımı. ABD basıncı ve tehditleriyle Filistin örgütleri, ardından muhtemelen İsrail'in saldırılarıyla Hizbullah ve belki de son aşamada Ensarullah hedef alınacak. Bölge emperyalizm ve Siyonizm için dikensiz gül bahçesine dönüşecek. İran, yıkılmasa bile sınırlarına hapsedilecek. Sonra da anne çakal Trump, bölge ülkelerinden oluşan yavrularının önüne dolar ambalajına sarılmış yeni İbrahimî anlaşmaları atıp, buradan gelecek zenginliği bağıra çağıra aralarında paylaşmalarını izleyecek.
İsmi Hz.Abdullah bin Ravaha (r.a.) künyesi Ebu Muhammed olup, Ebu Ravaha ve Ebu Amr da denilmiştir. Hz. Abdullah b. Ravaha (r.a.) Ensar'ın ilk müslüman olanlarındandır. Akâbe gecesinde katılanlardan biridir. Peygamber (s.a.v.) için katiblik yapardı. Hz. Ebu Hureyre (r.a.)'ın rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (s.a.v.): “Abdullah b. Ravaha ne iyi birisidir” buyurmuştur. Bir başka hadisi şerifte ise Peygamber (s.a.v.) “Allâh İbn Ravaha'ya rahmet etsin. Zira o Meleklerin övündüğü meclisleri sever.” buyurdu. Peygamber (s.a.v.) hutbedeyken Hz. Abdullah bin Ravaha (r.a.) geldi. O sırada Peygamber (s.a.v.)'in “Oturun” dediğini işitti. Hz. Abdullah (r.a.) henüz mescidin dışında olmasına rağmen bulunduğu yerde oturuverdi. Hutbesini bitirince ona buyurdu ki: “Allâh, Allâh'a ve Resûlü'ne itaatini artırsın”Hz.Abdullah bin Ravaha (r.a.) hastalandı ve ona baygınlık geldi. Peygamber (s.a.v.) onu ziyaret ettiğinde şöyle buyurdu: “Allâh'ım! Onun eceli gelmişse bunu ona kolaylaştır. Eğer eceli gelmemişse ona şifa ver.” Bunun üzerine bir hafiflik hissetti. Hz. Enes (r.a.)'in rivayet ettiği bir hadiste: “Peygamber (s.a.v.) Umretu'l-Kaza'da Mekke'ye girerken Hz. Abdullah b. Ravaha (r.a.) onun önünde şu şiiri söylüyordu: “Çekilin kâfirler Nebi (s.a.v.)'in yolundan bugün, Vururuz yoksa boynunuzu inkâr etmiştiniz dün, Öyle bir vuruş ki ayırır gövdeden başı, Hatırlatmaz insana ne dost ne arkadaşı.” Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) ona: “Ey Abdullah! Harem'de Allâh Resûlü (s.a.v.)'in huzurunda mı bu şiiri söylüyorsun?” dedi. Peygamber (s.a.v.)'de: “Bırak onu ey Ömer! Söylesin. Nefsim elinde olana ye- min ederim ki, onun sözleri bu kâfirlere ok yarasından daha fazla tesir eder” buyurmuştur.(İbn Hacer el-Askalânî, el-İsabe (Seçkin Sahabeler), s.133)
Yılsonuna doğru yaklaşırken hem bütçe görüşmeleri başlıyor hem de asgari ücret tartışmaları ısınıyor. Bütçe görüşmeleri iktidarı ve muhalefeti ile patron partilerinin ezici çoğunluğunu oluşturduğu mecliste yapılacak. Asgari ücret tespit komisyonunda ise hükümet ve patron temsilcileri işçi sendikaları karşısında üçte ikilik çoğunluğa sahip. O halde meclisten de komisyondan da işçinin emekçinin yoksulun hayrına bir şey beklememek gerek.Ama yine de uyanık olmak gerek. Çünkü patron sınıfı iktidarla bir olarak işçi sınıfı ve emekçi halka büyük bedel ödetmenin hazırlıklarını yapıyor. Bu hazırlıkların bir de belgesi var. Adı: “Orta Vadeli Program”. Yazarı: “İngiliz Mehmet” (Yerli millî edebiyatını pek seven iktidarın ekonomiyi teslim ettiği Mehmet Şimşek resmen İngiliz vatandaşı olduğu için ona bu şekilde hitap ediyoruz.) İngiliz Mehmet'in işçi düşmanı Orta Vadeli Program'ı, enflasyonla mücadelenin tüm faturasını işçi sınıfına kesmek için ücret/maaş zamlarını gerçekleşen enflasyona göre değil hedeflenen enflasyona göre yapmayı vadediyor. Orta Vadeli Program'da 2026 hedefi yüzde 16! 2025 ise TÜİK'in kırpılmış rakamlarıyla dahi yüzde 32'lik enflasyonla kapanacak! Yani tam yarı yarıya!Ama işçi sınıfı için talep, gerçekleşen enflasyonu istemek de olamaz. Bunun iki sebebi var. Birincisi TÜİK'in enflasyon rakamları gerçek hayat pahalılığını yansıtmıyor. TÜİK rakamlarını esas almak demek baştan kaybetmek demek. İkincisi ise hedeflenen enflasyon ölümse gerçekleşen enflasyon sıtmadır. Gerçekleşen enflasyon oranında zam yapılsa, üstüne refah payı konsa dahi asgari ücret açlık sınırı olacak!İşte bu yüzden geçtiğimiz ay bir patron kulübü olan MÜSİAD'ın başkanı çıkıp asgari ücrete gerçekleşen enflasyon artı refah payı verilsin dedi. Hanehalkının morale ihtiyacı varmış! Kurnaza bak sen! Hemen ardından cömert patron, ağzındaki baklayı çıkarıyor: “Bölgesel asgari ücretin çok daha iyi yaklaşım sergileyeceğini düşünüyorum. Belki pilot olarak İstanbul'da uygulanabilir. İyi bir açılım olabilir.” Patronların asgari ücretten kurtulma çabasının kod adıdır bölgesel asgari ücret. Bölgesel asgari ücret bilhassa Anadolu'da ücretleri açlık sınırının da iyice altına çekme, hele de kadınları ve gençleri kölelik ücretlerinde çalıştırma hayalidir patronların.Bunlar ve daha fazlası İngiliz Mehmet'in işçi düşmanı Orta Vadeli Program'ında emek piyasasındaki “katılık”ları giderecek yasal düzenlemeler üst başlığı altında var. Bölgesel asgari ücret dışında, kıdem tazminatı hakkının gasbı ve tamamlayıcı emeklilik sistemi (TES) adı altında sosyal güvenlik sisteminin tamamen tasfiye edilip özelleştirilmesi de hedefleniyor. Bu işçi düşmanı politikanın zemini 2025'te önce asgari ücret zammının düşük ve tek seferli yapılması, ardından da devlet sektörü işçileri ile kamu emekçilerinin ve memur emeklilerinin zamlarını enflasyon altında bırakan sözleşmelerle döşendi. Niyetleri bozuk. İşçiye emekçiye bedel ödetmeye devam edecekler. İşte Gebze'de greve çıkan Smart Solar işçileri! Bu grev tek bir grev değil. Arkasında grev yasaklarını grev yaparak yırtan Grid Solution işçilerinin, grevlerini kazanımla taçlandıran Green Transfo işçilerinin, sendika ve sözleşme hakkını fabrika işgaliyle kazanan Omsa işçilerinin zaferleri var. Polonez işçilerinin Çatalca'dan Gebze'ye kadar uzanan sınıf mücadelesi destanı var. Nice mücadeleler var. Smart Solar'ın kendi tarihinde de sendika fabrika işgaliyle bu işletmeye girmiştir. Ve şimdi tüm mücadele birikiminin üzerinde Smart Solar işçileri geçinebilecek ücret için şalteri indirmiştir, emekçi kadınların en önde olduğu grevle tarih yazmaktadır! Bu grevin ve onun gibi her bir işçi mücadelesinin zaferi için kenetlenmeliyiz. Zaferlerin ve kazanımların üzerinde yükselerek sanayinin kalbinde, MESS'e karşı sadece 150 bin metal işçisi değil işçi sınıfının sektör, sendika ayırt etmeden milyonları birleştiren birleşik işçi cephesi çıkmalıdır.
Hz. Mahmud Sâmi (k.s.)'un hayatını manevi vazifelisi ve ihvâna kılavuzu Muhterem Ömer Muhammed Öztürk'ün kâleminden yayınlamaya devam ediyoruz: Hz. Sâmi (k.s.), sâlih dostların birbirlerine olan yardımlarının Kıyâmet günü de devâm edeceğinin tefsîrde beyân edildiğini sohbetlerinde sık sık anlatırlardı: Kıyâmet günü hesâba çekilen bir kulun seyyiâtı hasenâtına denk geliyor. Meselâ, 1000 seyyiesi (günâhı) varsa 1000 de hasenesi (sevâbı) var. Cenâb-ı Hâkk Azze ve Celle Hazretleri o kuluna “anne babana git bir hasene iste, verirlerse bana getir seni cennete dâhil edeyim” buyuruyor. O kul Mahşer gününün o sıkıntılı anında Allâh'ın lûtfu ile anne ve babasını bulup durumunu onlara anlatıyor. Onlar da “evlâdım bugünkü günde biz kendimizi kurtaramadık ki sana bir faydamız olsun; sana bir şey veremeyiz” diyorlar. O eli boş olarak, mahzûn bir hâlde Hâkk'ın huzûruna varıyor. “Annem babam bana bir şey vermediler yâ Rabbi” diye durumu arz ediyor. Bunun üzerine Hâkk Te'âlâ ve tekaddes hazretleri o kuluna:“Senin dünyâ hayatında benim rızâm için sevdiğin bir dostun yok mu idi?” diye soruyor. Cenâb-ı Hâkk kulunun o anda hâtırına getiriyor ve “evet yâ Rabbi, filân kulun ile biz dünyâ hayatında senin rızân için sevişirdik (birbirimizi karşılıklı severdik)” diyor. Allâh (c.c.)'un lûtfu ile o dostunu bulup durumunu ona anlatıyor. Kardeşi cevâben diyor ki: “Ey kardeşim, ne kadar hasene istersen alabilirsin. Ben kendimi kurtaramadım, bâri sen kendini kurtar” diyor. Hesâb veren kul, Cenâb-ı Hâkk'ın huzûruna sevinçle geliyor ve durumu arz ediyor. Bunun üzerine Sübhân olan Râbbimiz: “Yâ öyle mi; o böyle bir ızdırâblı gününde kardeşine acıyarak hasene veriyor; bense Cevvâdü Kerîmim, Erhâ-mü'r-Râhimînim, her ikinizi de affettim” buyuruyor. Ne büyük tebşîrât-ı ilâhî. El-hâmdü li'llâhi râbbî'l-'âlemîn. Allâh (c.c.) cümlemize rızâsı için birbirimizi sevmeyi nasîb etsin (Âmîn).(Ömer Muhammed Öztürk, www.ramazanoglumahmudsamiks.com)
Mürşid-i kâmilini bulan ve Zât-ı ‘Âlîlerinin onun ifâdesi ile “Eyyâm-ı şebâbını (gençlik günlerini) şerîat-ı mutahhare ve tarî-kat-ı ‘âliyye hizmetinde” geçiren Hazreti Sâmî Efendimiz ma'nevî mertebeleri hızla aşıyorlardı. Bu yolda kendi ifâdeleri ile ihlâs ve tam teslîmiyet şarttı. Ölünün yıkayıcısına teslîmiyeti gibi mürîd de mürşîdine teslîm olmalıydı ki bi-izni'llâh neticeye ulaşsın. Kendileri anlatıyorlar: “Allâme Taftadânî hazretlerinin talebelerinden biri bir şeyhe intisâb etmiş. Bu talebeden hocasının huzûrunda hikmetli kelâmlar sâdır olmuş. Hocası: “Evlâdım, bunları ben sana öğretmedim; sen bunları nereden öğrendin?” diye soruyor. Talebe: “Efendim ben bir şeyhe intisâb ettim; zikir çekiyorum, doğuş oluyor ve böylece hikmetli konuşuyorum.” diyor. Bunun üzerine ‘Allâme Taftadânî hazretleri: “Oğlum beni de şeyhine götür”; diyor. Kendileri de aynı şeyhe intisâb ediyorlar. Fakat ya teslîmiyet yok veyâ nasîbi yok aynı tecelliyâtlar kendilerinde zuhûr etmiyor, aynı istifâde olmuyor. Sâmî Efendimiz Hazretlerinin bu anlattığı kıssadan çıkan hükme göre nasîbi olan müsta'îd kişiler mürşid-i kâmili bulup ona tam olarak teslîm olurlarsa bi-izni'llâh neticeye ulaşır, ma'nevî mertebelerde hızla ilerleyerek kemâle ererler. Bunların hepsi kendilerinde bi-izni'llâh mevcûd olan Hazreti Sâmî (k.s.) kısa zamânda icâzet alırlar, irşâdla görevlendirilirler.Kelâmî Dergâhı'ndaki hizmet günlerine âid Adapazarlı Pehlivân Efendi şu hâtırayı anlatır: “Adapazarı'ndan on arkadaşımla berâber Es'ad Efendi Hazretlerinin ziyâretlerine gittik. Sohbet esnâsında tekkeye dâhil olmuştuk. İçerisi kalabalık olduğundan dışarıda oturuyor, Es'ad Efendi Hazretlerinin kendilerini göremiyor, sâdece seslerini işitiyorduk. İlk defa sohbetlerine gelmenin heyecânı içindeydik. Sohbet sırasında ihvân arasında genç bir zât dolaşıp hizmet ediyordu. “Bu genç orada dolaşmasa o zamân dikkatimiz dağılmaz, daha çok istifâde ederdik.” diye içimden geçirdim. Sohbet biter bitmez Es'ad Efendi Hazretleri: “Adapazarlı Pehlivân Efendi ve on arkadaşı buraya gelsin!” dediler. Hâlbuki bizi hiç tanımıyorlar ve geldiğimizi de görmemişlerdi. “Sâmî evlâdımız hakkında sû-i zan ettiniz, helâllık alın.” buyurdular. Affımızı taleb edip böylece bu iki Zâtı ve aralarındaki derûnî muhabbet ve bağı öğrenmiş olduk. El-hamdü li'llâh.(Ömer Muhammed Öztürk, www.ramazanoglumahmudsamiks.com)
“Terörsüz Türkiye, Terörsüz Bölge” sürecinde önemli bir viraja girildi. Türkiye, SDG'nin süreci zehirlemesinin önüne geçmek için adeta teyakkuz ilan etti. Bunun için gerekli tüm önlemler alınacak. Sürece ilişkin arazideki son durum ve Türkiye'nin tavrı şöyle:
Pek çok kaynak küreselleşmenin nevzuhûr bir gelişme olduğunu ifâde eder. Bu târih itibârıyla doğru bir değerlendirme değildir. Küreselleşmenin hikâyesi, çok gerilere gider. Bizzat sömürgeler ağının varlığı küresel bir niteliğe sâhiptir. Bunun arkasında da sermâyenin genişlemesi (expansion of capital) hâdisesi rol oynamıştır. Kapitalizmin birikim/yatırım süreçleri ile genişleme/dolaşım süreçlerinin birbirinden hayli farklı olduğunu düşünürüm. İlki, yâni birikim boyutu, tıpkı merkantilist tecrübede olduğu üzere ne kadar kıskanç ve kapalı bir mâhiyet taşıyorsa diğer en az o kadar açılımcıdır. Hâsılı kapitalizm tabiatı icâbı küreseldir.
#ŞehirKuşçuları
“Münafıkların durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der; insan inkâredince de, “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım” der. Haşr 16“Nihayet ikisinin de sonu, içinde ebedî kalacakları ateş olacaktır. İşte bu, zalimlerin cezasıdır.” 17Ayetteki "inkâr et" sözü, Bedir Savaşı günü iblisin: "Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur;şüphesiz ben de sizin yardimcinizım" demesinden ibarettir. Iblis'in onlardan uzak olduğunu söylemesi de,"Ben sizden uzağım; ben sizin göremediklerinizi görüyorum." (Enfâl 48) demesidır.Şeytan diye bir varlık var hayatımızda, bunu bilmemiz gerekiyor. Şeytanı insanın içerisinde varolan bellibelirsiz kötülüğe meyil duygusu gibi psikolojik bir vakaya indirgemek doğru bir yaklaşım değildir. Şeytanbizim dışımızda somut, manevi, metafizik bir şahsiyettir. Eğer insan ona kapı aralayıp yüz verirse şeytaninsanın yanına sokulup ona küfrü bile telkin etme cesareti gösterecek kadar tehlikeli bir düşmandır.Şeytan insana sokulur ve ona vesvese vermeye başlar. Eğer insan onun vesveselerine kulak verir, ona kapıyıaçar ve ona yakınlaşırsa en son demde şeytan ona der ki: "İnkâr et, kurtul. Artık bütün kulluk bağınıüzerinden at."İnsanlara hakikati olmayan şeyleri vaat edip onları yüzüstü bıraktığı için şeytanın bir ismi de “hazûl"dür.“Hazul"; hayırsız, vefasız, sadakatsiz, yüzüstü bırakan, arkadan vuran demektir.Peygamber Efendimiz, ashabından bazı zatlarla bir yere giderken kavga eden iki kişi gördü. Bunlardan birininyüzü öfkeden kıpkırmızı olmuş ve boynunun damarları çıkmıştı.Peygamberimiz o zatın hâlini görünce "Ben bir söz biliyorum, eğer bu kimse o sözü söylerse üzerineçökmüş olan bu hâlden kurtulur." buyurdu ve usulca "Eûzübillahimineşşeytanirracim" dedi. (Buhârî, Edeb,102, Müslim, Birr, 109)Öyle görünüyor ki şeytanın insanın duygu ve düşünceleri üzerinde güçlü bir etkisi var. Şeytan insandaki öfkeduygusunu kullanarak insana telafisi ve tamiri zor hatalar yaptırabilir.Tabiat boşluk kaldırmaz. Bu boşluk ağzınızdaki dişinizin düşen dolgusunun boşluğu bile olsa siz orayı hakdolgu ile doldurmazsanız batıl yemek artığı orayı işgal eder. Onun için Allah (cc) Kur'an'da pek çok ayetteşeytandan kendi zatına sığınılmasını emreder. Öyle ki Kur'an okumaya başlayacağı zaman bile şeytanınmümin üzerinde bir etkisi söz konusu olabilir. Allah'ın ayetlerini muradı ilahiye aykırı bir şekilde anlamasıiçin şeytan insanın aklını ve gönlünü, duygu ve düşünce dünyasını bulandırabilir. Bu sebeple yüce Allah (cc)müminlere Kur'an okumaya başlamadan evvel şeytanın şerrinden kendi Zât'ına sığınmalarını emretmiştir.Allah (cc), Peygamber Efendimizin şahsında bütün müminlere şöyle buyurur: "Eğer şeytandan bir kışkırtmaseni dürterse hemen Allah'a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." (Arâf, 200) Allah'aimanımızın farkında olacağız, O'na sığınacağız ve "Eûzübillahimineşşeytanirracim" diyeceğiz, sonra O'nadayanacağız. Çünkü Nahl Suresi'nin ilgili ayetinde Allah (cc) buyuruyor ki: "Gerçek șu ki; şeytanın, inanan veyalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur." (Nahl, 99)İblis Hz. Ådem'e secde etmediği için Allah'ın huzurundan kovulduğunda Allah'tan mühlet istedi. Allah (cc) daona kıyamet gününe kadar süre tanıdı. Bunun üzerine; "İblis,'Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlaslıkulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım'dedi." (Sad, 82-83)
Efendimiz (s.a.v.)'in bizlere vasiyetlerinden biri, kan akrâbalığı olan yakınlarımızla, ilişkimizin kopmamasına dikkat etmek, bu bağ kopmuş olsa da, Allâh (c.c.)'un rızası ve kendi iyiliğimiz için onlarla ilişkimizi yeniden sağlamlaştırmaya çalışmamız hakkındadır. Bunun büyük ecir ve sevâbı olduğu bilinmelidir. Yine, akrâba ve kan yakınlarıyla bağlantısını kesen bir kimse ile oturmamalıdır. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Hâkk Teâlâ diyor ki: “Ben, yüce Rahman olan Allâh'ım. Rahimi (kan bağı) yarattım, ona kendi adımdan ad verdim. Her kim buna sıkıca bağlanırsa, onu kendime bağlamış olurum. Bunu kesip koparanı da kesip koparmış olurum.” (Ebû Davud)Başka bir rivayette: “Diline ve irâdesine hâkim olmayan, herkese seninleyim diyen ve insanlar bize iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız, onlar kötülük yaparsa, biz de kötülük yaparız, diyen kimseler olmayınız. Kendinize hâkim olunuz. Halkın en iyileri, kötü muamele gördükleri halde, zulüm yapmayıp, ihsanda bulunanlarınızdır.” (Tirmizî) buyurulmuştur. Bir hadîs-i şerifte rivayet edilmiştir: “Allâh (c.c.)'un âhiretteki cezaları mahfuz kalmak şartıyla, dünya hayatında acele olarak sahibini cezalandıracağı günâhlar şunlardır: Zina, rahim bağını koparmak, hıyânet ve yalandır.” (İbn Mâce) Ebu Evfa oğlu Abdullah (r.a.)'den nâklen şu hadîs anlatılır: “Bizler, Efendimiz (s.a.v.)'in yanında oturuyorduk. Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular: “Rahim bağını koparıp kesenler aramızda oturmasın.” O halkanın içinden bir genç kalkarak dışarı çıkar, bir olaydan dolayı, araları açık olan teyzesine giderek, tevbe edip af diler. Teyzesi de onu affettikten sonra döner. Efendimiz (s.a.v.)'in meclisine gelir. Efendimiz (s.a.v.) durumu bildiği cihetle şöyle buyurur: “Allâh (c.c.)'un rahmeti, rahim bağını koparan bir toplumun üzerine inmez.” (Esbehanî) Allâh (c.c.) en doğrusunu bilir.(İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.937-939)
Ensârdan ilk şehîd olan kişi Hârise bin Süreka (r.a.)'dır. Hârise (r.a.)'ın annesi, daha sonra Nebî (s.a.v.) Efendimiz'in huzuruna gelerek: “Yâ Nebîyallâh! Bana Hârise'nin durmundan haber verir misiniz?” “Ona, Bedir günü serseri bir ok dokunarak öldürmüştü.” “Eğer oğlum cennette ise bu acıya sabrederim, cennette değilse gücüm yettiği kadar ağlamaya çalışırım.” demişti. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz de: “Ey Hârise'nin anası, Sana şanlı bir haber vereyim. Cennet'te birçok yüksek dereceler vardır. Oğlun muhakkak bunlardan Firdevs-i A'lâ denilen en yüksek dereceye erişti.” buyurmuştu. Bu cevap üzerine annesi: “İyi iyi, Hârise ne mutlu sana!” diyerek dönüp gitmiştir.Hârise (r.a.)'e bir kere Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz'in: “Yâ Harise! Bu gece sabaha nasıl çıktın?” diye vâki olan sorusuna ve iltifatına karşılık: “Allâh'ın varlığına ve birliğine gerçekten inanarak sabahladım.” diye ârifâne bir cevap vermişti. Sonra da Hârise (r.a.): “Yâ Resûlullâh! Hakkımda şehâdetle duâ buyurmanızı ve şehîd olmamı dilerim.” diye temennide bulunmuştu. Hârise (r.a.) Bedir Harbi'nde su içmek için havuz başına geldiğinde, Hıbban ibn-i Ârika tarfından atılan bir ok Hârise (r.a.)'in boğazına saplanarak onu şehîd etmişti. Medîneli Ebû Musa'nın bildirdiğine göre Hârise (r.a.), şehâdeti sırasında büluğ çağına gelmemişti. Bedir Harbi”ni seyre gelmiş bir çocuktu. Bunun için oku atan Hıbbân, Hârise (r.a.) öldürmek için atmamıştı. Bunun için ok “serseri” diye tasvir edilmiştir. Hârise (r.a.)'in annesi de şehîd olmak için okun düşman tarafından bilerek hedefe atıp öldürülmesini şehâdetin bir şartı zannediyordu. Bunun için oğlunun durumunu sormuştu.(Hz. Mahmud Sami Ramazanoğlu, Bedir Gazvesi ve Sure-i Enfâl Tefsiri, s.37)
HAYATIMIN EN ACI DERSİ İspanya'nın güneyinde Estepona isimli küçük bir kasabada büyüdüm. On altı yaşındayken bir sabah babam benden kendisini arabayla 30 kilometre uzaktaki bir köye götürmemi istedi. Ancak onu Mijas'a götürdükten sonra arabayı bakım için yakındaki bir tamirhaneye bırakmam gerekiyordu. Araba kullanmayı öğrenmiştim fakat pratik yapmak için pek de fırsatım olmamıştı. Onun için bu teklifi hemen kabul ettim. Babamı Mijas'a götürdüm. Onu öğleden sonra saat dörtte alacaktım. Sonra arabayı tamirhaneye bıraktım. Birkaç saat vaktim vardı. Ben de tamirhanenin yakınında bir sinemada film izlemeye karar verdim. Fakat sinemada çok vakit geçirdiğimin farkında değildim. Saat altı olmuştu. Dolayısıyla iki saat geç kalmıştım. Babam, sinemaya gittiğimi öğrenirse bana kızabilirdi. Bir daha arabayı kullanmama izin vermezdi. Ona tamirhanede arabanın işini uzun sürdüğünü söylemeye karar verdim. Buluşacağımız yere vardığımda babamın caddenin köşesinde umutla olduğunu gördüm. Geç kaldığım için özür diledikten sonra ona arabanın işinin uzadığını söyledim. Bunun üzerine babamın bana nasıl baktığını asla unutamam. Babam: – Bana yalan söylediğin için çok üzüldüm Jason, dedi. – Ne demek istiyorsun baba? Gerçeği söylüyorum, dedim. Babam, bana tekrar baktı. – Sen geç kalınca tamirhaneyi aradım ve bir problem olup olmadığını sordum. Bana senin henüz arabayı almaya gelmediğini söylediler. Yani araba ile ilgili bir problem olmadığını biliyorum. Birden ne kadar büyük bir suç işlediğimi anladım ve babama gerçeği itiraf ettim. Babam beni üzgün bir şekilde dinledi. – Kızgınım ama sana değil, kendime. Eğer sen bunca yıldan sonra bana yalan söyleyebiliyorsan demek ki ben iyi bir baba olamamışım. Kendi babasına bile yalan söyleyebilen bir çocuk yetiştirmişim. Eve yürüyerek döneceğim ve bu arada neyi yanlış yaptığımı düşüneceğim. – Ama baba... Eve 30 kilometre yol var ve hava da karardı. O kadar yolu yürüyemezsin, dedim. Babam, ne özür dilemelerime, ne itirazlarıma, ne de diğer söylediklerime kulak astı. Onu hayal kırıklığına uğratmıştım ve hayatımın en acı derslerinden birini almak üzereydim. Babam, tozlu yollarda yürümeye başladı. Ben de arkasından arab ile onu izliyordum. Ondan özür diliyor ve arabaya binmesini rica ediyordum. Maalesef beni duymazdan geliyor ve üzgün bir şekilde yürümeye devam ediyordu. 30 kilometre boyunca 10 kilometre süratle onu takip ettim. Babamın hem bedensel hem de duygusal olarak bu kadar sıkıntı çekmesine şahit olmak hayatımın en üzücü ve acı veren dersi olmuştur. Aldığım bu dersten sonra bir daha yalan söylemedim. Jason BOCARRO
Resûlullâh (s.a.v.)'e kadının en faziletli namazının nerede olduğu sorulduğunda: “Evinin en kuytu köşesinde kıldığı namazdır.” buyurmuştur. Yani kadının evinde kıldığı namaz, Kâbe'de kıldığı namazdan daha faziletli olmaktadır. Serahsî (r.âleyh)'in burada işaret ettiği Hadis-i Şeriflerden biri şöyledir: “Ümmü Humeyd (r.anhâ) isimli bir kadın Efendimiz (s.a.v.)'e gelerek: “Ya Rasûlallâh! Ben sizinle birlikte mescitte namaz kılmayı çok seviyorum.” demiş. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.): “Ben, benimle birlikte namaz kılmayı sevdiğini biliyorum; lakin evinin en kuytu köşesinde kıldığın namaz, senin için benim mescidimde kıldığın namazdan daha faziletlidir.” buyurmuştur. Bunun üzerine Ümmü Humeyd (r.anhâ) evinin kuytu köşesine mescid yer bina ettirip ölünceye kadar namazlarını burada kıldı.” İmamımız Ebû Hanîfe (r.a.) söz konusu rivayetlere atıfta bulunarak şöyle demiştir: “Kadınların bayram namazına çıkmalarına ruhsat verilmiştir; ancak bugün ben bunu mekruh görüyorum. Aynı şekilde kadınların cuma ve farz namazlarında cemaate katılmalarını da mekruh görüyorum.”Bugün özellikle Ramazan ve Kandil gecelerinde kadınlar camileri doldurmakta, hocalarımızın hususi sohbet programlarında “hanımlar da davetlidir” şeklinde ilanlar yapılmaktadır. Hatta camilerde gelinlikli düğün, nişan fotoğrafları çekilmekte, daha da ötesi mini etek ve şortla tarihi camilere giren kadın turistlere bile mani olan çıkmamaktadır. Hoca hanımlara yavaş yavaş camide seminerler verdirilir, ki zaman zaman verdiriliyor, sonra vaaz kürsüsünün yolu açılır, ardından minber ve mihrap zorlanır. Bu çıkışların altında hiç şüphesiz “cinsiyet eşitliği” denilen projeye direnen yegâne mekânlar olan camileri alet etme arzusu yatmaktadır.(Mesut Özbilir, 2023)
Siyonizm'in Doğu Akdeniz'de ve daha özel olarak tarihî Filistin topraklarında kök salması için Yahudi göçmenlerin yerleştikleri yerde toprakla uğraşmasına özel bir önem atfedilmişti. Bunun için Yahudi göçmenlerin çiftçilik yapması tasarlanmıştı. Zaten Filistin'in kolonizasyonu amacıyla kurulan Siyonist dernekler, Yahudi yerleşimcilerin tarımsal projelerine destek sağlamaya hevesliydiler. Bunun en önemli sebeplerinden biri yerleşimcilerde toprağa ait olma hissinin kuvvetlenmesini istemeleriydi.
164. Mektup Bu mektûb, hâfız Behâeddîn-i Serhendîye yazılmışdır. Allahü teâlânın feyz ve ni'metleri, her ân, herkese gelmekdedir. Bunları almak ve alamamak arasındaki ayrılık insanlarda olduğu bildirilmekdedir: Allahü teâlâ hepimizi, islâmiyyet yolunda bulundursun! Allahü teâlânın feyzleri, ni'metleri, ihsânları, ya'nî iyilikleri, her ân, insanların iyisine, kötüsüne herkese gelmekdedir. Herkese mal, evlâd, rızk, hidâyet, irşâd ve selâmet ve dahâ her iyiliği fark gözetmeksizin göndermekdedir. [Kullarının küfrlerini, günâhlarını yüzlerine vurmuyor. Kendisine karşı gelenlerin, inkâr edenlerin, günâh işliyenlerin rızklarını kesmiyor. Dünyâ için çalışanlara karşılıklarını, fark gözetmeksizin veriyor]. Fark, bunları kabûlde, alabilmekde ve ba'zılarını da alamamak sûretiyle, insanlardadır. [Allahü teâlâ, kullarına zulm etmez, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini azâba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile, kendilerine zulm ve işkence ediyorlar. Beyt: Hâşâ, zulm etmez kuluna, Hüdâsı, herkesin çekdiği, kendi cezâsı!] Nitekim güneş, hem çamaşır yıkayan adama, hem de çamaşırlara, aynı şeklde, parlamakda iken, adamın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyâzlatır. [Bunun gibi, elmaya ve bibere aynı şeklde parladığı hâlde, elmayı kızartınca tatlılaşdırır; biberi kızartınca acılaşdırır. Tatlılık ve acılık hep güneşin parlaması ile ise de, aralarındaki fark, güneşden değil, kendilerindendir.] İnsanların, Allahü teâlâdan gelen ni'metlere nâil olmamaları, Ondan yüz çevirdikleri içindir. Yüz çeviren, elbette birşey alamaz. Ağzı kapalı bir kap, Nisân yağmuruna elbette kavuşamaz. Evet, yüz çeviren birçok kimsenin, ni'metler içinde yaşadığı görülüp, mahrûm kalmadıkları zan olunuyor ise de, bunlarda ni'met olarak görülenler, hakîkatde azâb ve felâket tohumlarıdır. Mekr-i ilâhî ile, istidrâc olarak, ya'nî Allahü teâlânın aldatarak, ni'met şeklinde gösterdiği musîbetlerdir. O kimseleri harâb etmek için ve dahâ ziyâde azıp, sapıtmaları içindir. Nitekim, Mü'minûn sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (Kâfirler, mal ve çok evlâd gibi dünyâlıkları verdiğimiz için, kendilerine iyilik mi ediyoruz, yardım mı ediyoruz sanıyor. Peygamberime “sallallahü aleyhi ve sellem” inanmadıkları ve dîn-i islâmı beğenmedikleri için, onlara mükâfat mı ediyoruz, diyorlar? Hayır, öyle değildir. Aldanıyorlar. Bunların ni'met olmayıp, musîbet olduğunu anlamıyorlar) buyurulmuşdur. O hâlde, Hak teâlâdan yüz çevirenlere verilen dünyâlıklar, hep harâblıkdır, felâketdir. [Şeker hastasına verilen tatlılar, helvalar gibidir. Onu bir ân evvel helâke sürükler.] Allahü teâlâ, bizleri, böyle olmakdan korusun! Vesselâm. 166. Bu mektûb, molla Muhammed Emîne yazılmışdır. Dünyânın birkaç günlük hayâtına aldanmamağı ve bu kısa zemânda, çok zikr ederek, kalb hastalığını gidermeğe çalışmak lâzım olduğu bildirilmekdedir: Yavrum! Annenin yavrusuna karşı yapdığı gibi, dahâ ne zemâna kadar kendine böyle titreyeceksin? Dahâ ne güne kadar, nefsin için üzülecek, sıkıntılara düşeceksin? Yakında, elbet öleceksin! O hâlde! Kendini ve herkesi ölmüş bil! Duymaz, kımıldamaz bir taş gibi düşün! Zümer sûresi, otuzuncu âyetinde meâlen, (Sen elbette öleceksin! Onlar da elbette ölecekler!) buyuruldu. Bu kısa zemânda, yapılması gerekli en mühim şey, çok zikr yaparak, kalbi hastalıkdan kurtarmağı düşünmekdir. Çabuk biten bu zemânda, Allahü teâlâyı hâtırlayarak, ma'nevî hastalığa ilâc yapmak en büyük vazîfe olmalıdır. Allahdan başkasına düşkün olan bir gönülden hiç hayr umulur mu? Dünyâya eğilmiş olan rûhdan, nefs-i emmâre dahâ iyidir. Orada, hep kalbin selâmetini isterler. Rûhun, kurtulmuş olmasını ararlar. Biz, kısa görüşlüler ise, hiç durmadan rûhumuzu ve kalbimizi bu dünyâya bağlayacak sebebleri elde etmeği düşünmekdeyiz. Yazıklar olsun! Yazıklar olsun! Ne yapalım? Âl-i İmrân sûresi, yüzonyedinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ onlara zulm etmedi. Onlar, kendilerine zulm ediyorlar) buyuruldu.
Dilin vazifesi; rızâda da gazapta da doğru olmak (sıdk), gizlide ve açıkta ezâdan sakınmak, hayırda da şerde de sözü uzatmamak ve abartıya kaçmamaktır. Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurur: “Kim bana çeneleri ile bacakları arasındakiler husûsunda garanti verirse, ben de ona cennet husûsunda garanti veririm.” Resûlullâh (s.a.v.), Muâz b. Cebel (r.a.)'e de şöyle demiştir: “İnsanları yüzlerinin üstüne ateşe atan, dilleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?” Yine Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizi fuzûlî konuşma husûsunda uyarırım. Her birinize ihtiyâcını karşıladığı kadarıyla söz yeter. Çünkü kişiye fuzûlî maldan hesap sorulacağı gibi, fuzûlî konuşmalardan da hesâp sorulur.” “Allâh, her konuşan kişinin konuşmasında hazırdır. Öyleyse kişi, söylediği şeyi bilmesinden dolayı Allâh'tan sakınsın.”Kul için dilden sonra kulağından daha zararlı bir organ yoktur. Çünkü o kalbe giden en süratli elçidir. Fitne oluşumuna da yatkındır. Veki' b. el-Cerrâh (r.âleyh) diyor ki: “Bir bid'atçıdan bir söz duydum, yirmi seneden beri onu kulaklarımdan atamadım.” Tâvûs b. Keysân (r.âleyh) da, yanma bir bid'atçı gelince onun sözünü duymamak için kulaklarını kapatırdı. Burnun vazîfesine gelince; burun, kulağa ve göze tâbidir. Bakmanın ve dinlemenin helâl olduğu şeyi koklaman da câizdir. Ömer bin Abdülaziz (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, kendisine bir misk getirilmiş. Onu burnundan uzakta tutmuş. Kendisine sorulduğunda şöyle demiş: “Bunun ancak kokusundan faydalanılır, değil mi?(Haris el-Muhasibî, Ahlâk ve Arınma)
Ankara'nın kara bahtı: Ankara'yı parsel parsel satanların konserlerden para kaldıranlara karşı savaşı!CHP'ye yönelik belediye operasyonları Ankara'ya sıçradı. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin 2021-2024 yılları arasındaki konserleriyle ilgili “görevi kötüye kullanma” ve “ihaleye fesat karıştırma” suçlamalarıyla yürütülen soruşturmada 14 kişi gözaltına alındı. Bunlardan beşi 26 Eylül'de tutuklandı. Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB) tarafından düzenlenen konserlerde kamunun zarara uğratıldığı ve belirli kişilere menfaat sağlandığı yönünde önemli ve ciddi iddialar var. Ne var ki aynı, İstanbul'da Ekrem İmamoğlu'na yönelik iddialarda olduğu gibi burada da ne yolsuzluğa karşı mücadele ne de temiz eller operasyonu var. Öyle olsa bu operasyonun amigoluğunu AKP'li Bülent Arınç'ın Ankara'yı parsel parsel sattı dediği, Tayyip Erdoğan'ın fiilen görevden aldığı eski ABB Başkanı Melih Gökçek ve oğlu yapar mıydı?Ne yolsuzluğa karşı mücadele ne de temiz eller…Bunu istemelerinin sebebi sadece gelecek seçimi kaybetme korkusu değil. Esas niyetleri mevcut rejimi sağlamlaştıracak, petrol açılımını güvenceye alacak, sermayenin ve emperyalizmin taleplerine uygun bir anayasa yapmak. Bunun için erken seçim dayatmak yerine kendi seçimleriyle meşgul olan, davalarla kuşatılıp çıkış yolunu petrol açılımı komisyonlarında ve arka kapı diplomasisinde arayan bir CHP istiyorlar. Bu yüzden kurultay davasını çıkardılar. Bu davada eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nu kullandılar. Kılıçdaroğlu'nun adamları bunu beceremedi. TGRT gibi bir istibdad kanalının dışında kimseden kabul görmediler. Temmuz ayında mahkeme “mutlak butlan” kararı verir, CHP'nin son büyük kurultayını yok hükmünde ilan eder de Kılıçdaroğlu geri döner diye bekleyenler yanıldı. Dava Eylül'e ertelenirken belli ki istibdad rejimi bu işi biraz daha pişirmek gerek diye düşünmekteydi.
Gazze'de ateşkesin başlamasıyla birlikte Suriye'de terör örgütü SDG unsurları yine harekete geçti. Uzmanlara göre daha önce Dürzileri harekete geçirmeye çalışan İsrail, bu sefer de terör örgütü SDG üzerinden Şam'ın istikrarını bozacak 5'inci kol faaliyetleri ile SDG ile Şam güçleri arasında gerilim yaratacak dezenformatik algı operasyonlarına imza atıyor. 6 Ekim sabahında çatısını PKK/YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) unsurları Eşrefiyye ve Şeyh Maksud mahallelerinde, İçişleri Bakanlığı'na bağlı güvenlik güçlerinin kontrol noktalarını hedef aldı. Terör örgütü, onlarca ailenin yerinden edilmesine neden oldu. Bunun üzerine Şam güçleri devreye girdi ve çatışmalar yaşandı. İlerleyen saatlerde ateşkese varıldı. Uzmanlara göre Şam yönetimine dahil olmayı reddeden SDG, İsrail'in güdümünde hareket ediyor.
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu bölümde ekibimizden harika haberler var!
Dinin esaslarını öğrenmek iman, ibadet ve ahlâkın ana ilkelerini kavramak, abdest, namaz gibi dinî pratiklerin uygulamasını yapmak, kısaca farzları ve haramları tanımak zorunludur. Her müslüman bunları ergenlik çağına eriştiğinde öğrenmeli ve uygulayabilmelidir. Tekke eğitimi (tasavvufi eğitim) ise bu safhalardan sonra başlayan bir eğitim olup tabiri caizse zorunlu değil, seçmelidir. Ancak, belli bir yaşa geldiği halde, yukarıda sıralanan temel ilkeleri öğrenemeyen müridlere bu esaslar öğretilir, daha sonra tasavvufi derse geçilir. Dinin “olmazsa olmaz”ları bellidir. Bunlara dikkat ederek yürüyen bir müslüman hedeflediği noktaya ulaşabilir. Fakat söz konusu yolculuğu tasavvufî bir neşve ile yapmak isteyenlerin bir şey daha yapması gerekir: Bu yolda kendisine rehber olacak bir şahsı bulmak ve onunla yürümek. Yani tasavvufî yol, kendimizin icad ettiği usullerle veya kitaplar okuyarak, belgeseller seyrederek kat edilebilecek bir yol değildir.Tarikatte eve yakın olan tekkeye veya aile fertlerinin mensup olduğu şeyh efendiye bağlanmak diye bir esas yoktur. Aksine kişi kendisi araştıracak, tanışacak, görüşecek sonra karar verecektir. Çünkü bu eğitim bir gönül alışverişi olduğu için mizaç ve tabiatların uyumu da önemlidir. Mürşid müridlerle tek tek ilgilenir. Ruhî yapılarına ve kültürel düzeylerine göre, kendilerine “vazife” verir, onları takip eder. Umuma yönelik yapılan sohbette genel ilkeler anlatılır. Tek tek görüşmelerde ise müride daha çok eksik ve kusurları ile yanlış davranışları hatırlatılır, tashihi istenir. Müridlerin çok kalabalık olması, mürşidlerin istemediği bir şeydir. Bunun iki tehlikesi vardır: Birincisi tek tek ilgilenmenin zorlaşması, ikincisi ise şöhrettir. Yani müridi çok olan mürşidin meşhur olması. “Şöhret afettir” ifadesi tekke muhitlerinde çok yaygındır. Tekke eğitiminde “baş başa” esas olmakla beraber belli bir seviyeye gelen mürid bazen mektuplarla da eğitilebilir.(Prof. Mustafa Kara, Zuhur Dergisi)
Salih Merî (r.âleyh), cuma gecesi, cuma namazını kılmak üzere mescide gitmek için yola çıktı. Kabristana uğradı. Kendi kendine şöyle dedi: “Tanyeri ağarıncaya kadar kalayım.” Gözlerine uyku geldi. Şöyle bir rüya gördü: Kabirde yatanlar kabirlerinden çıkmışlar, halka halka olup oturmuş, konuşuyorlar. Bir de baktı ki, onlardan ayrı, kirli elbiseli bir genç, bir köşede, üzüntülü bir hâlde oturuyor. Oradakilerin hepsine tepsi tepsi, üzeri mendillerle örtülü hediyeler gelip dağıldı. Herkes kendi tabağını aldı; sonra kabrine girdi. En sona bu genç kaldı. “Hey Allâh (c.c.)'un kulu, sende gördüğüm bu üzüntü neden?” “O tabaklar, hayattakilerin ölülerine hediyeleridir. Onların adına verdikleri sadaka, yaptıkları duâ, cuma geceleri onlara gelir.” Daha sonra şöyle dedi: “Anam hacca gitmek istedi; berâber yola çıktık. Basra'ya gelince öldüm. Bundan sonra anam evlendi.Dünyaya daldı. Ölümümden sonra beni hatırlayan kimse olmayınca üzülmek bana haktır.” “Senin ananın evi nerede?” Onun yerini bana anlattı. Sabah oldu. Namazımı kıldım. Sonra gittim. O kadının evini sordum, buldum. Yanına gittim, izin istedim. Kendimi ona tanıttım, kapıdan: “Ben Sâlîh Merî'yim” dedim. İzin verdi, içeri girdim. Şöyle dedim: “Benim söyleyeceğim söz, senin söyleyeceğin söz, hiç kimse tarafından duyulmamalıdır. Böyle istiyorum.” Ona yaklaştım, aramızda bir perde kaldı. Şöyle sordum: “Sana Allâh (c.c.)'dan rahmet dilerim, çocuğun var mı?” “Benim bir genç oğlum vardı, öldü.” Bunun üzerine durumu ona anlattım. Ağlamaya başladı. Daha sonra çıkardı bana bin dirhem verdi. Ve şöyle dedi: “O sevdiğim göz nurum için bunları dağıt. Kalan ömrümde onu duâdan unutmayacağım. Onun için sadaka yereceğim.”(Ebu'l-Leys es-Semerkandi, Tenbihü'l-Gafilin, s.346-347)
Modern dünyânın zihnî dünyâsı hummalı bir nesneleştirme arzusu üzerinden şekillendi. Bunun maddî arkaplânında hiç şüphesiz, kapitalist iş ve işlemlerle işleyen kapitalist sermâye birikimin dinamikleri yatmaktadır. İnsanın duygularından tamâmen arındırılmış, dolayısıyla herhangi bir ahlâkî engelle çarpmayan bir dünyâdır bu. Burada herşey alabildiğine yalıtılmış; kendisine indirgenmiş, kendi kendisinin gâyesi hâline getirilmiştir. Meselâ ekonominin amacı sâdece kendisidir.
Müşteri Deneyiminde Kişiselleştirme ve Yapay ZekaMüşteri deneyimi artık sadece bir hizmet kalitesi konusu değil, markaların rekabet avantajı yaratmak için en güçlü silahlarından biri. Dijital pazarlamanın hızla değişen dünyasında kişiselleştirme, müşteri ile marka arasındaki bağı güçlendirmenin en etkili yollarından biri haline geldi. Peki bu kişiselleştirmeyi mümkün kılan teknoloji ne? Tabii ki yapay zeka.Kişiselleştirme Neden Bu Kadar ÖnemliHer müşteri markalardan kendisini özel hissettirmesini bekliyor. Tek tip mesajlar, herkese aynı e-mail ya da reklam gönderimleri artık işe yaramıyor. Bunun yerine her bir müşterinin davranışlarını, tercihlerini ve ihtiyaçlarını analiz ederek ona en uygun içerikleri sunmak gerekiyor.Yapay Zeka ile Davranış AnaliziYapay zeka, müşterilerin bıraktığı dijital izleri analiz ederek hangi ürünlere ilgi gösterdiğini, hangi içeriklerde daha fazla vakit geçirdiğini ya da hangi dönemde alışveriş yapma ihtimalinin yüksek olduğunu tahmin edebiliyor. Bu sayede markalar, tam da doğru zamanda doğru tekliflerle müşterilerinin karşısına çıkabiliyor.Dinamik ve Kişiye Özel İçeriklerBugün e-postalar, web siteleri ve mobil uygulamalar, yapay zekanın desteğiyle kişiye özel hale getirilebiliyor. Amazon'un öneri motoru, Netflix'in içerik tavsiyeleri ya da Spotify'ın haftalık keşif listeleri bu teknolojinin en bilinen örnekleri. Her müşteri kendisine özel bir deneyim yaşadığı için markayla olan bağı güçleniyor.Chatbotlar ve 7/24 DestekMüşteri hizmetlerinde yapay zeka destekli chatbotlar, kişiselleştirmenin önemli bir parçası. Artık sadece hızlı cevap veren basit botlar değil, müşteriyi tanıyan, geçmiş konuşmaları hatırlayan ve ihtiyaca göre yönlendirme yapan akıllı asistanlardan bahsediyoruz. Bu hem maliyetleri düşürüyor hem de müşteri memnuniyetini artırıyor.Öngörüsel Pazarlama StratejileriYapay zekanın en güçlü özelliklerinden biri, sadece mevcut verileri değil, gelecekteki davranışları da tahmin etmesi. Bir bankanın hangi müşterisinin hangi dönemde krediye ihtiyaç duyacağını öngörmesi ya da bir e-ticaret sitesinin hangi bölgede hangi ürünün daha çok satılacağını önceden bilmesi mümkün hale geliyor.Gerçek Hayattan ÖrneklerStarbucks, mobil uygulaması üzerinden kişiye özel kampanyalar sunuyor ve bu sayede satışlarını ciddi oranda artırıyor. Sephora, yapay zeka destekli yüz analiziyle müşterilere uygun ürünler öneriyor. Netflix ise sadece içerik önerisi yapmakla kalmıyor, hangi saatte hangi içeriğin sunulması gerektiğini dahi belirliyor.Veri Güvenliği ve Etik KonularKişiselleştirme için toplanan verilerin güvenliği büyük önem taşıyor. Müşteriler, markaların şeffaf olmasını ve verilerinin etik kurallara uygun şekilde kullanılmasını bekliyor. Güven sağlanmadığı takdirde kişiselleştirme fayda yerine zarar verebilir.SonuçKişiselleştirme artık lüks değil, markaların ayakta kalabilmesi için zorunlu bir strateji. Yapay zeka ise bu stratejiyi daha ölçeklenebilir, daha verimli ve daha etkili hale getiriyor. Gelecekte müşteriler markalara değil, markalar müşterilere uyum sağlayacak ve bu dönüşümde yapay zekanın rolü çok daha kritik olacak.
Evlilik insan hayatındaki en önemli dönemeçlerden biridir. Bu dönemeç düzgün bir şekilde dönülmediği takdirde sonradan düzeltmesi çok zor olur. Günümüzde evlâdların ana-babaları ile yaşadıkları en büyük sorunlardan bir tanesi evlilik konusunda ortaya çıkmaktadır. Evlenirken tâbiki ana-babaya sorulur, onların rızâsı alınır. İslâmi terbiye almış bir hanım bulurlarsa ne âlâ; ama evlâdlarını namazı, abdesti olmayan bir hanım ile evlenmeye zorluyorlarsa o zaman o da bunu kâbul etmek zorunda değildir. Bilindiği gibi Resûlullâh (s.a.v.)'in evlilik konusunda “Kadınlarla dört hasletleri için evlenilir: Malı için, asaleti için, güzelliği için ve dini için. Sen dindar olanı tercih et, mesud olursun.” (Buhari, Müslim) buyurmuşlardır.Burada günümüzde erkeklerin sıkça karşılaştıkları bir durumdan bahsetmekte fayda var. Kimi erkekler tesettüre riayet etmeyen kızlarla evlenmek istiyorlar ve şart olarak da tesettüre riayet etmelerini istiyorlar. Evlenilecek kızda evlendikten sonra buna riayet edeceğine söz veriyor. Eğer bir kimse “Ben evlendikten sonra tesettüre riayet edeceğim.” diyerek Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)'in emrini hemen tatbik etmeyip evlilik sonrasına tehir ediyorsa çok büyük ihtimalle evlendikten sonra da tatbik etmeyecektir. Bunun birçok örneği vardır. Eğer tesettüre Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)'in emri olduğu için riayet edecekse neden hemen tatbik etmiyor?(Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2, s.103-104
Soruldu: Mesafe almak için ne yapmak lazım gelir? Cevap verildi: Bir adam düşünün ki suyu arıyor. Bunun için de her önüne gelen toprağı biraz kazıp “burada su yok” diyerek başka bir yere yürüyor ve yeniden kazmaya başlıyor. O adamın su bulma ihtimali nasıl yoksa bu soruyu soran adamın mesafe alma ihtimali de o kadar yoktur.
LinkedIn'de B2B Pazarlamanın Altın ÇağıB2B pazarlama dünyasında yepyeni bir dönem başladı ve bu dönemin adı LinkedIn! Artık şirketlerin yeni müşteri bulmak, karar vericilere ulaşmak, marka bilinirliğini artırmak ve güven kazanmak için tercih ettiği ilk mecra LinkedIn oldu. Peki bu neden böyle? Ve bu platformda gerçekten neler yaparak rakiplerinden bir adım öne geçebilirsin? İşte bu bölümde hepsini konuşuyoruz.Bu bölümde sana LinkedIn'de B2B pazarlamanın neden altın çağını yaşadığını anlatıyorum. LinkedIn'in 1 milyarı aşan kullanıcı sayısı, içerik algoritmasının profesyonel içerikleri öne çıkarması, lead generation formlarının gücü ve account-based marketing fırsatları ile nasıl büyük bir fark yarattığını detaylarıyla öğreneceksin. Özellikle B2B karar alıcılarının LinkedIn'de aktif olduğunu düşünürsen, bu platformda varlık göstermek artık sadece bir seçenek değil, tam anlamıyla bir zorunluluk.Peki içerik tarafında ne yapılmalı? Hikaye anlatımıyla şirketinin başarılarını paylaşmak, thought leadership oluşturmak, eğitim içerikleriyle uzmanlığını göstermek, veri odaklı paylaşımlar yaparak güven kazanmak ve çalışanlarını işin içine katarak daha güçlü bir görünürlük elde etmek… Tüm bu stratejilerin LinkedIn'de nasıl bir etki yarattığını örneklerle aktarıyorum.Reklam tarafında ise LinkedIn'in sunduğu en büyük avantajlardan biri lead gen formları. Tek tıkla doldurulabilen formlar sayesinde sıcak lead'ler toplamak mümkün. Bunun yanında web sitesi ziyaretçilerini yeniden hedefleme, spesifik şirketlere yönelik account-based marketing kampanyaları ve doğrudan karar vericilerin inbox'ına düşen conversation ads gibi güçlü araçlar da işin içine giriyor. Bölümde bu reklam formatlarını nasıl kurgulaman gerektiğini ve hangi durumlarda daha yüksek dönüşüm elde edebileceğini de bulacaksın.Ayrıca sadece teknik anlatımla kalmıyor, gerçek senaryolara da değiniyorum:SaaS firmalarının webinar kayıtlarını LinkedIn üzerinden nasıl yüzlerce nitelikli müşteri adayına dönüştürdüğünü,Endüstriyel ürün satan şirketlerin global distribütörlere LinkedIn reklamlarıyla nasıl ulaştığını,Danışmanlık firmalarının thought leadership içerikleriyle nasıl güven kazanıp müşteri portföyünü büyüttüğünü dinleyeceksin.Bu bölümün sonunda LinkedIn'de B2B pazarlamanın sana nasıl yeni kapılar açabileceğini çok daha net göreceksin. Artık sadece reklam çıkmak değil, içerik üretmek, insanlarla bağ kurmak, güven kazanmak ve en önemlisi doğru kitleye ulaşmak gerekiyor. LinkedIn'in B2B pazarlama için altın çağı daha yeni başlıyor, bu fırsatı yakalayan şirketler önümüzdeki yıllarda ciddi bir fark yaratacak.Eğer B2B pazarlama alanında yeni stratejiler arıyorsan, müşterilerine ulaşmakta zorlanıyorsan veya LinkedIn'de içerik üretmek konusunda nereden başlaman gerektiğini bilmiyorsan, bu bölüm tam sana göre. Hazırsan gel, LinkedIn'de B2B pazarlamanın altın çağına birlikte adım atalım.
“Eğer tutuklanmamın sebeplerinden biri 19 Mart'a hazırlıktıysa o zaman ben bir sektör adına burada rehin tutuluyorum demektir. Her zaman apolitiktim, işimi de hiçbir zaman siyasi bir duruşun gölgesinde yapmadım. Keşke bir gün başıma gelenleri tüm açıklığıyla korkmadan anlatabilsem ama imkânsız sanki”Bu söyleşi yapay zekâ ile seslendirilmiştir. Söyleşiyi okumak için: https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/ayse-barim-sektor-bana-sahip-cikmadi-burada-bunun-yasini-da-tutuyorum-ve-bu-sessizlik-magduriyetime-yer-acmis-olabilir,51662
17 Eylül 2006 tarihinde yapımına başlanmış ve yaklaşık iki yılda tamamlanmıştır. Bânisi Hz. Sami (k.s.)'nun ma‘nevî evlâdı ve ihvâna kılavuzu Muhterem Ömer Muhammed Öztürk'tür.23.5 x 28.5 metre ebadında bir alana yerleşmiş, dört ana kolon üstüne tek ana kubbe ve etrafında dört yarım kubbe şeklinde inşâ edilmiştir. Câminin külliye haline getirilmesine devâm edilmektedir. İstanbul'un Pendik ilçesine bağlı Yenişehir mahallesinde bulunan cami; Yavuz Sultân Selîm Câmii gibi Osmanlı mîmârîsinin ince estetiğini açığa çıkaran bir eser olmuştur.Caminin kendi adına yapıldığı Zât hakkında Kitâbe'de şöyle denilmektedir: “Silsile-i Aliyye-i Nakşîbendiyye'nin otuz üçüncü postnişînleri olup Silsile-i Aliyye'nin otuz ikinci postnişîni Şeyhü'l-meşâyîh es-Seyyid Muhammed Es‘âd Erbilî kuddise sirrûh hazretlerinin hâlîfelerindendirler. Hazret-i Zât-ı Akdes'in şecere-i mübârekeleri, Ramazanoğlu Beyliği'nden Hz.Seyfullâh Hâlid bin Velîd (r.a.)'e uzanır. Hicrî 1308'de Adana'da dünyâyı teşrîf eden Zât-ı âli-kadrleri, 1404'te Medîne-i Münevvere'de irtihâl-i dâr-ı bekâ eylediler. Kabr-i şerîfleri Cennetü'l Bakî'de ziyâretgâhtır. Ulemâ-yı İslâm, “Bir asırlık mübârek ömürlerinin her ânında Sünnet-i Seniyye-i Resûl-i Kibriyâ (s.a.v.)'i ihyâ eylediklerinde ve nice yüksek makâmların sâhibi;Gavs, Müceddid, Sâhibü'z-zamân ve Câna yakın ülfet makâmının sâhibi ve asırların nâdir yetiştirdiği bir Zât-ı Akdes olduklarında” ittifâk-ı ârâ eylemişlerdir.”Allâhü Te‘âlâ yollarına ve şefâatlerine cümlemizi dâhil eylesin. Âmîn.Gavs: Yardım etmek, imdada yetişmek demektir.Bunun yerine “kutub” da kullanılır. En yüksek ma'nevî makâmdır. Allâh (c.c.) onların duası sebebiyle gelmesi muhtemel belâları def eder.Müceddid: Her asır başında geleceği Nebî (s.a.v.) tarafından müjdelenen, dinin yüksek hâdimleridir. Kendilerinden ve yeniden bir şey ortaya çıkarmazlar, yeni ahkâm getirmezler. İslâmî hükümlere harfiyen uyarak dinin aslını ortaya koyarlar ve ona karıştırılmak istenilen bid'atleri def ederler.Sâhibü'z-zamân: Zamanın etkisinden kurtulmuş; geçmiş, gelecek düşüncesinden sıyrılmış, ân-ı vâhidi yakalayan ve onu sürekli yaşayan kişidir. O, bu durumuyla zamanı aşmıştır.
Bugün 13 Eylül 2025 #doğatakvimi
ALIŞKANLIKLARIN HAYATIMIZDAKİ YERİ Alışkanlıklar; davranışlarımızı, düşüncelerimizi veya duygularımızı yönlendiren ve zamanla sıradanlaşan hareketlerdir. Doğuştan gelen bir özellik değildir. Alışkanlıklar karşımıza duygu, düşünce ve davranış olarak çıkar. Bazı insanlar, kaşlarını çatmayı ve öfkelenmeyi alışkanlık hâline getirmiştir. Buna karşılık bazılarının ürkeklik, düşünürlük, şüphecilik gibi birtakım alışkanlıkları vardır. Bazı kişiler ise huzur, korku ve korku veren olaylar karşısında farklı alışkanlıklar edinmiştir. Hayatımız boyunca birbirini izleyen başarı ya da başarısızlıklarımız hep alışkanlıklarla ilgilidir. Örneğin erken kalkmayı, planlı çalışmayı alışkanlık hâline getirmiş insanlar başarılıdırlar. Ama düzensizliği alışkanlık hâline getirmiş insanlar ise başarısızdırlar. Önce biz alışkanlıkları, oluştururuz sonra da alışkanlıklar bizi oluşturur. Değiştirmek istediğimiz bazı kötü alışkanlıklarımız vardır. Bu alışkanlıklar çoğu zaman kendimize ve çevremize zarar verir. Sınıfta yüksek sesle konuşmak, yalan söylemek, düzensiz olmak, saygısız olmak bunlardan bazılarıdır. Bunun yanında faydalı alışkanlıklar da vardır. Erken yatmak ve erken kalkmak, dişlerimizi fırçalamak, tabağımıza yiyebileceğimiz kadar yemek almak, spor yapmak, toplum kurallarına uymak ise faydalı alışkanlıklardandır. Faydalı alışkanlıklar; bazen yemek yerken bazen yürürken bazen bir iş yaparken bazen de toplumsal bir organizasyon içerisinde yer alırken ortaya çıkar. Bu alışkanlıkları günlük hayatımızda uygulamaksa bizim elimizdedir. Birçoğumuzun yapılması gereken işleri ertelemek gibi kötü bir alışkanlığı var. Ertelediğimiz her iş tembelleşmemize sebep olabilir. Eğer bir şeyler yapmaya çalıştığınız ama bir türlü başarılı olamadığınızı düşünüyorsanız, alışkanlıklarınızda bir yanlışlık var demektir. Gece geç yatmak, uzun süre bilgisayar başında oturmak, sağlıksız beslenmek, yapılacak işleri geciktirmek, plansız olmak bunlardan bazılarıdır. İnsan, güzel alışkanlıklarla olumsuz gördüğü kişilik özelliklerini düzeltmiş olur. Kazanılan bu güzel alışkanlıkların devam ettirilmesi ise kişiliğimizin bir parçası hâline gelir. Bu ise kendimizi duygusal, fiziksel ve manevi anlamda daha güçlü hissetmemizi sağlar. Böylece hem kendimiz hem de başkaları için daha faydalı işler yapabiliriz. Hayatta başarılı, mutlu ve güçlü olmanın anahtarı güzel alışkanlıklardır. Bu anahtarı elde etmek istiyorsak alışkanlıklarımızı bugünden itibaren gözden geçirmeliyiz. Gökkuşağı Türkçe
Almanya'yı tanımlayan en önemli sıfatlardan biri "sosyal devlet" ilkesi. Ancak Başbakan Friedrich Merz'e göre sosyal devletin reforme edilmesi gerekiyor. Hedefte "Bürgergeld" (Vatandaşlık Parası) var. Bunun yanı sıra kira yardımları, çocuk ve işsizlik paraları, sağlık ve bakım sigortası gibi yardımlar da kısıtlanabilir. SPD ve CDU/CSU'dan oluşan koalisyon ne istiyor? Almanya'da bilinen haliyle sosyal devlet bitiyor mu? Ekibimizden Elmas Topcu tartışmaları derledi. Almanya için sosyal devletin neden önemli olduğunu Alman Bilim ve Politika Vakfı'dan göç üzmanı Dr. Yaşar Aydın değerlendirdi. Bu bölümü Gökçe Göksu sunuyor. Von Gökçe Göksu und Elmas Topcu.
ÇİKOLATA Aşağıdaki metni okuyunuz. Bu yazıyı okurken canınız nefis bir çikolata çekebilir. Okumaya başlamadan önce, çikolatanızı yanınıza hazır edin. Yalnızca çikolatanın tadına varmakla yetinmeyin, o tadın nereden geldiğini de keşfedin. Çikolata, kakao ağacının çekirdeklerinden yapılmaktadır. Çikolatanın ilk olarak Orta Amerika Bölgesi'nde yaşayan Mayalar zamanında üretildiği sanılmaktadır. Kristof Kolomb ve Hernando Cortes gibi kâşifler 1500'lü yıllarda Amerika kıtasını keşfettikleri zaman burada olan birçok şeyi ülkeleri İspanya'ya götürmüşlerdi. Bunların arasında kakao çekirdekleri de vardı. Çikolatanın ana maddesi olan kakao çekirdekleri o zamanlar Avrupa'da yeniymiştir ve bilinmiyordu. Avrupalılar, önceleri kakao çekirdeklerini ne yapacaklarını bilememişler. Çünkü elde edilen içeceğin tadı çok acıymış. Sonunda çok parlak bir fikir bulunmuş: kakaonun içine şeker eklemek! Şeker eklendikten sonra bu karışım saraylarda içilmeye başlar hâline gelmiş. O dönemlerde kakao ve şeker kolay bulunamadığından çikolata yalnızca zenginlerin içebileceği bir içecekmiş. Daha sonra şeker üretiminin artması, çikolatanın tüketimini çok açmış. Fakat kakao üretimi arttıkça daha da ucuzlayarak yaygınlaşmaya başlamış. Çikolata, 1800'lü yıllara kadar sıvı olarak tüketilmiş. Daha sonra bugün tadına doyamadığımız şekilleri ortaya çıkmış. Çikolatanın tadı yıllar geçtikçe çeşitlenmiş. Ancak ham maddesinin elde ediliş yöntemi hiç değişmemiş. Çikolata yapmak için ilk olarak kakao çekirdekleri ayıklanır ve acılığının azalması için mayalanır. Ardından da kurutulur. Kurutulan çekirdekler fabrikalarda kavrulur. Kavurma işleminden sonra çekirdekler ezilir. Bunun sonucunda üç ayrı madde elde edilir: acı sıvı, kakao yağı ve kakao tozu. Biliyorsunuz, çikolataların birçok çeşidi var. Siyah çikolatada acı sıvı, kakao yağı ve şeker bulunur. Sütlü çikolataya bunların yanında bir de süt eklenir. Beyaz çikolata ise yalnızca şeker, süt ve kakao yağından yapılır. Bunun içine acı sıvı konulmaz. İşte, çok sevdiğiniz çikolata böyle yapılır. Fakat çok fazla çikolata yemek sağlık sorunlarına yol açabilir. Örneğin, çikolata diş çürüklerine yol açabilir. Çikolatanın doğrudan dişte çürüklerle neden olduğuna dair kesin bir kanıt yoktur ama çikolatanın içine konulan şeker, dişlerde çürümeye yol açabilir. Tıpkı içinde şeker bulunan diğer yiyecekler gibi. Aynı zamanda enerji deposu olan kakao, kalorisi yüksek olan bir yiyecektir. Bunun için sporcular genellikle enerji almak için çikolata yerler. Siz de sınavlardan ya da yapacağınız spor faaliyetlerinden önce çikolata yiyebilirsiniz. Ama çikolata yerken aşırıya kaçmamalısınız. Başka yiyeceklerden de enerji elde edebileceğinizi unutmamalısınız. Banu BİNBAŞARAN (Düzenlenmiştir.)
Bu bölümde işlenen ayetlerin mealleri:36-) Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi.37-) (Yusuf) dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkâr edenlerin kendileridir. 38-) Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.39-) Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?40-) Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
İSRAF, AÇLIK VE ÖLÜM İnsanoğlu, 21. yüzyılı yaşarken israf ve tüketimde sınır tanımaz hâle gelmektedir. Tüketim çılgınlığı, kör bir kuyu gibi insanları içine doğru çekmeye devam etmektedir. Yapılan aşırı tüketim ve savurganlık göz önüne alındığında, insanlık tarihi boyunca israfın bu derece aşırı yaşandığı bir dönem daha olmamıştır. Öyle ki artık bu davranış normal karşılanmaya başlanmıştır. “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz.” sözünü unutan bizler; boşa geçen zamanın, gereksiz yere yanan ışıkların, lüzumsuz çalışan aletlerin, çöpe giden ekmeklerin, fazladan alınan eşyaların, çizilip atılan kâğıtların, israf olduğunun farkına bile varamıyoruz. İşte bunların hepsi israf ve tüketim girdabının ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Hz. Muhammed'in “Nehir kenarında bile abdest alırken israf etmeyiniz.” sözünü unutuyor ve lüks hayat adına yeni yeni tüketimlere giriyoruz. İsraf önce insanı, sonra da devletleri yoksulluk içine düşürür ve iflas ettirir. Bir toplum, içtiği suyu israfla ne olur diye düşünmemeliyiz. Küçük zannedilen şeyler yan yana geldiğinde büyük rakamlar ortaya çıkar. Dakikada 10 damla su kaçıran musluğun ayda 170 litre su akıtmış olması bize bunun göstergesidir. Günlük hayatta değişik alanlarda kullandığımız suyun israf edilmesi, su en bilin tehlikeli boyutlara ulaşmasına sebep olur. Suya her zaman ihtiyaç duyduğumuz en önemli madde olduğunu unutmamalıyız. Susuzluktan ve susuzluğa bağlı nedenlerden dolayı 1 dakikada 15 kişi hayatını kaybetmektedir. Diğer bir ifadeyle yılda yaklaşık 8 milyon kişi, sudan kaynaklanan hastalıklar sonucu ölmektedir. Bir başka problem de ekmek israfıdır. Türkiye'de günlük 100–120 milyon ekmek üretilmektedir. Bunun da yaklaşık 10–12 milyonu çöpe gitmektedir. Çöpe giden ekmeklerin yıllık maliyeti ise 8,2 milyon lirayı bulmaktadır. İsrafla ilgili buna benzer başka örnekler verilebilir. Türkiye'de bu kadar ekmek israf edilirken dünyada 854 milyon insan açlık sınırındadır. Özellikle çocuklar açlıktan ve susuzluktan çok etkilenmektedir. Bu yüzden dünyada beslenme bozukluğu ve açlıktan dolayı her yıl 5 yaşın altında 11 milyon çocuk ölmektedir. Ne yazık ki israf, dünyanın birçok ülkesinde önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Yerinde ve faydalı kullanılmayan her şey israftır. Zamanı yerinde kullanmayıp vakti boşa harcamak, yiyeceklerimizin kıymetini bilmemek, kâğıdı mı yazı yerine boş çizgiler çizerek kullanmak, yemek yemede ölçüyü kaçırmak da israftır. Sonuçta, bir davranış hâline getirdiğimiz israfı engellemenin birinci yolu, onu fark etmektir. Günümüzde birçok insan, israfı dahi edemez hâle gelmiştir. İsrafı fark ettiğimiz anda ise hayatımızı yeniden gözden geçirmeli, kendi davranışlarımızı kontrol etmeli, israfın her çeşidinden uzak durmalıyız. Sonuç olarak israf, açlığı; açlık ise ölümü getirmektedir. Derleyen: Ahmet KAMALAK
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu bölüm kendini sürekli erteleyenler için içten bir davet! Bu bölümde “başlamak” neden bu kadar zor geliyor, gerçekten neyin korkusunu yaşıyoruz, bunu konuşuyoruz. Başarı mı korkutuyor bizi, yoksa yine o tanıdık mükemmeliyetçilik mi araya giriyor? Biraz dertleşiyoruz, biraz da cesaret toplamak isteyenlere yol arkadaşlığı yapıyoruz. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro 1- Emin: [0:22] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin. 2- Emine: [0:28] Ben Emine. 1- Emin: [0:29] Nasılsın Emine abla? 2- Emine: [0:30] İyiyim. Biraz yorgunum Emin. Sen nasılsın? 1- Emin: [0:33] Ben de iyiyim. Neden yorgunsun? 2- Emine: [0:35] Biraz ağır bir spor yaptım bugün. Ondan yoruldum. Bir de çok sıcaktı bugün hava. 1- Emin: [0:40] Evet. 2- Emine: [0:41] Sen de hissetmişsindir. 1- Emin: [0:42] Bu ara İstanbullular olarak, genel aslında Türkiye olarak, anormal sıcaklarla mücadele ediyoruz. 2- Emine: [0:48] Maalesef. 1- Emin: [0:48] Gün içerisinde 40 dereceler, 45 derecelere kadar çıkıyor hava sıcaklığı. Siz de dikkat edin özellikle bol sıvı tüketmeye. Çünkü gerçekten çok riskli bir durum da var ortada. 2- Emine: [1:00] Öyle maalesef ya. Bir de sadece sıcakla boğuşmuyoruz. Aynı zamanda bir sürü orman yangını vesaire de çıkıyor. Onlar da biraz can sıkıcı haberler oluyor. İnşallah bir an önce şu sıcaklar biter diyelim. 1- Emin: [1:15] Evet, umarız orman yangınları da gerçekten bir an önce son bulur. 2- Emine: [1:19] İnşallah. Başlamak istek değil, cesaret meselesi 1- Emin: [1:20] Evet, o zaman biz konumuza girelim. Günümüzde, ben de dahil birçok insanın yaşadığı bir durumdan bahsedeceğiz bugün. Bir şeyler yapmak istiyoruz ama ya ilk adımı ya son adımı atma konusunda yeterli cesareti gösteremiyoruz. Bununla ilgili biraz konuşmak istiyoruz. Yani bir şeyleri istemeyen bu dünyada hiç kimse yok. Kimileri başarıyor, kimileri başaramıyor, kimileri hiç denemiyor bile. Burada işin kilit noktası cesaret bence. Bir şeyleri yapmaya cesaret gösterebilmek. Bunun üzerine konuşalım istiyorum. Sen kendini nasıl tanımlarsın? Kendini nereye koyarsın böyle bir konuda? Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Bitcoin 14. yaşında ve hala tam anlaşılmıyor: Dijital para mı, elektronik altın mı, yoksa başka bir şey mi? Neden belirli özellikleri var ve neden 'mükemmel' özel değil? Bu yayın, Bitcoin'in neden şeffaf olduğunu ve bu şeffaflığın bir zorunluluk olup olmadığını derinlemesine inceliyor.Yazar, Bitcoin'in özünün ve varoluş nedeninin "bütünlük" (integrity) olduğunu vurguluyor. Satoshi'nin temel hedefi, sağlıklı paraya dönüş, yani paranın bütünlüğünü yeniden tesis etmekti. Kişisel bütünlük anonimlikle çelişse de, Bitcoin'deki bütünlük, verinin doğruluğu, tamlığı ve tutarlılığı anlamlarına gelir.Bitcoin'in getirdiği veri bütünlüğü, kullanıcıların özel anahtarlarının yanı sıra, kamusal bilgilerin tam, doğrulanabilir şekilde bozulmamış ve tamamen şeffaf olmasından kaynaklanır. Bu şeffaflık, doğrulanabilirliğin temelidir ve bu sayede başkalarına güvenmek zorunda kalmadan paraya sahip olabilir, sistemin bütünlüğünü kontrol edebiliriz. Örneğin, sistemde hile olup olmadığını, ne kadar Bitcoin olduğunu güven gerektirmeden doğrulayabiliriz. Güven gerektirmeyen bu kamusal veri bütünlüğü için enerji şarttır. Geleneksel bankacılık sistemleri veya yakında çıkacak CBDC'ler (Merkez Bankası Dijital Paraları) gibi diğer sistemler ise, veri bütünlüğünü sağlamak için güvenmek zorunda olduğumuz merkezi anahtarlara dayanır.Sistemin bütünlüğünü herkes için kolayca doğrulanabilir kılmak adına bir dereceye kadar şeffaflık şart olsa da, yazar net bir şekilde belirtiyor: Bitcoin daha özel olmalı ve olacak. Bunun en temel nedenlerinden biri, gözetimin özgürlüklerimizi kısıtlaması ve insan onuruna doğrudan bir saldırı olmasıdır. Gözetim, farkında olsak da olmasak da davranışlarımızı etkiler. İnternetteki HTTPS'ye geçiş gibi, Bitcoin için de mahremiyet katmanlarına acilen ihtiyacımız var. Lightning Network gibi üst katmanlar hız ve mahremiyet açısından şimdiden daha iyi ve gelecekteki sistemler (Hal Finney'nin bahsettiği Bitcoin destekli bankalar gibi) tasarımları gereği özel olacak.Özellikle, yakın zamanda hayatımıza girecek CBDC'ler total gözetim ve kontrol getirme potansiyeli taşıyor. Merkez bankaları, kimin ne zaman, ne kadar ve ne için harcama yapacağını merkezi ve otoriter bir şekilde belirleyebilecek. Bu dijital gözetim ve kontrol tehdidi karşısında Bitcoin bir sığınak sunuyor. Bu nedenle, otoriteler tarafından düzenleme ve yasaklama baskısı kaçınılmaz olacaktır; çünkü merkez bankacılarının bakış açısıyla, insanlar bu kontrollü sistemden kaçış yolu arayacaklardır ve otoriteler bu "kaçış kapılarını kapatmak" isteyecektir.Yazarın mesajı açık: Sağlıklı para tek başına yeterli değil, mahremiyet de şarttır. Özgür düşünce, özgür eylem, ifade özgürlüğü ve serbest ticaretin temelinde bu ikisi yatar. Bitcoin sistemi, işleyişinin temelinde çoğu insanın dürüst olduğuna dair bir güven barındırır. Bütünlük, takma adlar (pseudonymity) aracılığıyla sağlanır; bu, sistemin anahtarıdır. Bu bölüm, Bitcoin'in temel bütünlük prensibini, şeffaflığın gerekliliğini, mahremiyet arayışını ve dijital çağın getirdiği gözetim tehdidi karşısında Bitcoin'in konumunu derinlemesine ele alıyor.Kaynak
Bitcoin'in enerji kullanımı hakkındaki tartışmalar sık sık gündemde. Ancak ya bu tartışmanın temelinde yaygın bir yanılgı yatıyorsa? Çoğu kişi "madencilerin" enerji harcayarak "bitcoin ürettiğini" düşünüyor olabilir. Oysa gerçek şu ki, madenciler bitcoin yaratmazlar. Onlar, ağ üzerinde geçerli bloklar oluşturmak için çalışır ve bu süreçte başarılı olduklarında, ağın başlangıç aşamasında belirlenmiş yeni satoshi'lerle ödüllendirilirler. Bitcoin'in piyasaya sürülme programı, harcanan enerji miktarıyla tamamen ilgisizdir. Bu program sadece ve sadece zamana bağlıdır. Kaç tane makinenin "madencilik" yaptığı veya ne kadar enerji harcandığı önemli değil; toplam 21 milyon adetle sınırlı olan Bitcoin, yaklaşık 131 yıllık bir süre zarfında ve her 10 dakikada bir sabit bir hızda piyasaya sürülecektir. Bitcoin'in enerji kullanımı, daha fazla coin "üretmekle" ilgili değildir. Bunun yerine, ağın güvenliği ve coin'lerin tüm katılımcılar arasında adil bir şekilde dağıtılmasıyla ilişkilidir. Hatta, Bitcoin'in enerji kullanımı ne kadar yüksek olursa, coin'lerin ilk dağıtımı o kadar adil olur. Enerji kullanımındaki bir azalma, güvenliğin ve adil dağıtımın azalması, ağın merkezileşmesi ve dış müdahalelere karşı direncinin düşmesi anlamına gelir. Eğer Bitcoin'i faydasız olarak görüyorsanız, harcadığı herhangi bir enerji size israf gibi görünebilir. Ancak İş İspatı mekanizmasının gerekliliğini ve zorluk ayarlamasının arkasındaki deha gibi konuları anlamak, bu konuya farklı bir perspektif getirir. Bu bölümde, Bitcoin'in enerji tüketiminin gerçek nedenlerini, coin'lerin nasıl piyasaya sürüldüğünü ve "madencilik" teriminin neden yanıltıcı olduğunu derinlemesine inceleyeceğiz.Kaynak
“Ey Peygamber'in hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. Güzel (ve doğru) söz söyleyin.” Ahzap 32Hak Teâlâ'nın, "Siz diğer kadınlardan biri gibi değilsiniz" ifadesi de aynen böyle olup, "Sizlerde, diğerkadınlarda bulunmayan özellikler var. Meselâ siz, bütün mü'minlerin annelerisiniz ve seyyam beri erin enhayırlısının hanımlarısınız" demektir.Bu ifade sonraki kısımla ilgili olup, "Eğer ittikâ ediyorsanız, siz yabancı erkeklere yumuşak konuşmayın. Çünkü Allah, çirkin bir iş olan zinadan menedince, götüren öncü şeylerden de menetmektedir. Bu da kadınların erkeklerle îması ve konuşma şeklinde fâsık erkeğe uymaktır" demektir.Sözü maruf şekilde söyleyin. Yani, "Allah'ı zikir veya lüzumu kadar konuşma kabilinden söz edin" demektir.“Evlerinizde oturun ve daha önce Câhiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazı güzelce kılın, zekâtı verin, Allah'a ve resulüne itaat edin. Ey peygamber ailesi! Allah sizi sadece günah kirlerinden arındırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” 33Allah Teâlâ "Evvelki câhiliyyet yürüyüşü gibi yürümeyin" buyurmuştur. Bunun, "Kırıla döküle, kırıtarak yürümeyin" manasına olduğu söylenmiştir. Yine bundan muradın, "Süslerinizi ortaya koymayın, göstermeyin" manası olması da muhtemeldir.Kendini büyük gören zorbalara benzememe demek olan namazınızı kılın, kerîm ve rahîm olana benzemek demek olan zekâtınızı verin ve Allah'a itaat edin" buyurmuştur.Emirler Arındırmak İçindirDaha sonra Allah Teâlâ "Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler" yani "Size verilen mükellefiyetlerden istifâde edecek olan Allah değildir. Allah yaptıklarınızdan faydalanmaz. Bunun faydası size aittir. Allah'ın bu şeyleri size emretmesi, sizin menfaatiniz içindir" buyurmuştur.Bu ifadede şöyle bir incelik vardır: Bazan kirin-pisliğin bizzat kendisi ortadan kalkar, giderilir, ama o yeri tam temizlenmiş olmaz. O halde "Allah sizden ancak kiri gidermek... diler" ifadesi, "Günahlarınızı silip, giderir" manasına; "Sizi tertemiz yapmak diler" ifadesi de, "Size keramet (şeref) elbiselerini giydirir" manasınadır.“Kadın her şeyiyle olduğu gibi sesiyle de çekici, büyüleyici ve tahrik edicidir ve aslında bu onun çirkin olduğunu değil, güzel olduğunu gösterir. Birer nimet demek olan çekici yönlerini, bu arada sesini fitneye sebep olmak ve tahrik etmek için kullanırsa, yani konuşmasını kırıla döküle ve kadınsı biçimde yaparsa, ya da nağmeli sözlerle normal konuşurken zaten tahrik edici olan sesini daha da etkileyici hale getirirse, sesi avret olduğundan değil de, fitneye sebep olacağından haram olur. Vakarlı ve karşısındakine ümit kestirici edayla konuşursa haram olmaz."İslam dinamik bir dindir. Hristiyanlık gibi miskinlik dini değildir. Hristiyanlıkta sana bir tokat attılar mı karşılık verme diğer yanağını çevir der. Bu, zalimin zulmünü arttırmasına destek vermekdir. İslam'da biri sana tokat attı mı devlete şikayet edersin. İslam devleti o adamı yakalar ve ellerini bağlayıp senin karşına getirir. Sana kaç tokat attıysa hakkındır, aynı şiddette sen de vur der.Emîrü'l-Mü'minîn Hazreti Ali şöyle dedi: "Amellerin en faziletlisi iyiliği emrederek kötülükten alıkoymaktır.Fasığa buğzetmek bir çeşit iyiliği emretmektir. Böylesi mü'mini desteklemiş, ona arka çıkmış olur. Buna karşılık kötülükten alıkoyan kimse de münafığın burnunu yere sürtmüş olur."“Dünyaya muhabbet eden kimse başkaları için toplar. Kişi, bilmediği şeyin düşmanıdır.İnsanı vaktinden evvel yıpratan bir şey varsa o da tembelliktir.” Hazreti Ali r.a.
Bu podcast Allah'a atıfta bulunulurken neden genellikle eril zamirlerin kullanıldığına dair bir soruya yanıt sunmaktadır. Açıklama bu durumun Allah'ın bir cinsiyeti olduğu anlamına gelmediğini vurguluyor. Bunun yerine, bu dilsel eğilim dillerin oluştuğu tarihsel dönemlere dayanmaktadır, bu dönemlerde erkeklerin daha değerli kabul edildiği ve bu nedenle önemli kavramlar için eril zamirlerin kullanıldığı belirtilir. Ayrıca bazı dillerde eril çekimlerin genel anlamda kullanılabildiği ve saygının bu şekilde ifade edildiği de belirtiliyor. Binlerce yıldır var olan dillerde sırf bu nedenle değişiklik yapmanın pratik olmadığı da dile getiriliyor.
Ulusal Palyatif Bakım Haftası 30. yılında ve bu yılki teması: 'Planınız nedir?', yaşam sonu bakımı hakkında konuşmaları teşvik etmeyi amaçlıyor. Bunun bir parçası, sakinler ve aileleri için ölüm ve ölmeyle ilgili kültürel olarak uygun gelenek ve görenekleri tartışmak ve uygulamak olabilir, bu konu yeni bir online kurs aracılığıyla ele alınıyor.
Bu bölümde işlenen ayetler:30: Şehirde birtakım kadınlar, “Aziz'in karısı, (hizmetçisi olan) delikanlısından murad almak istemiş. Ona olan aşkı yüreğine işlemiş. Şüphesiz biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.31: Azizin karısı, onların gizliden gizliye dedikodu yaydıklarını işitince, onlara davetçi gönderdi ve onlara mükellef bir sofra hazırladı. Her birine bir bıçak verdi, beri taraftan da Yusuf'a "çık karşılarına" dedi. Görür görmez hepsi onu gözlerinde çok büyüttüler ve (şaşkınlıkla) ellerini kestiler. Dediler ki: "Hâşâ! Allah için, bu bir insan değil, olsa olsa yüce bir melektir."32: "İşte" dedi, "bu gördüğünüz, beni hakkında kınadığınız (gençtir). Yemin ederim ki, ben bunun nefsinden yararlanmak istedim de o, namuslu davrandı. Yine yemin ederim ki, emrimi yerine getirmezse, muhakkak zindana atılacak ve kesinlikle zelillerden olacaktır".33: Yusuf dedi ki: "Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer sen, bu kadınların tuzaklarını benden uzak tutmazsan, ben onların tuzağına düşerim ve cahillik edenlerden olurum".34: Bunun üzerine Rabbi, onun duasını kabul buyurdu da ondan onların tuzaklarını bertaraf etti. Muhakkak ki O, evet O, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.35: Bu kadar delili gördükleri halde, sonra yine de Yusuf'u bir süre için zindana atma düşüncesi ağır bastı.Kurantime olarak daha kaliteli çalışmalar yapabilmemize destek olmak isterseniz bize Gofundme üzerinden katkıda bulunabilirsiniz.https://www.gofundme.com/f/kuran-time...
Bu bölümü dinliyor olmanız, aslında düşündüğünüzden çok daha karmaşık bir tesadüfler zincirinin sonucu… Kontrolümüz dışında gelişen pek çok unsur bir araya gelip hayatımızın gidişatını oluşturuyor. Bu anlamda şansın gerçekten de kritik olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bazı insanlar şanslı olduklarına inanırken bazıları da her ne yaparlarsa yapsınlar kötü şanslarının dönmediğini düşünürler. Bunun bilimsel bir dayanağı var mı, ya da daha şanslı olmak mümkün mü? 111 Hz'in bu bölümünde, şanslı insanların ortak özelliklerini konuşuyoruz. Sunan: Barış ÖzcanHazırlayan: Gülşah DimSes Tasarım ve Kurgu: Metin BozkurtYapımcı: Podbee Media------- Podbee Sunar -------Bu podcast, getirfinans hakkında reklam içerir. getirfinans iyi faizi vade beklemeden günlük kazandırır. Kredi faiz oranı düşüktür. Aidatsız kredi kartı sunar. Para transferinden ücret almaz. Sen de getirfinanslı ol.Bu podcast, Garanti BBVA hakkında reklam içerir.Bonus Platinum Dinamik'le tanışın!Kendiliğinden saatte bir değişen güvenlik koduyla internet alışverişlerinin en yeni ve daha da güvenli ödeme yöntemi!See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Öncelikle özür dilerim.Neredeyse yirmi gündür buralarda yokum.T24 yazılarımı takip ediyorsanız, Sırrı Süreyya Önder'in hastaneye kaldırılmasıyla birlikte İstanbul'da olduğum her günü hastanede geçirdiğimi görmüş, okumuşsunuzdur."Hastane Günlükleri" adı altında oradan her gün yazılar kaleme aldım.Bunun dışında da dünyayla ilişkim tamamen kopmuş gibi oldu.Ve tabii size, Yeni Haller'in dinleyicilerine de hem bu yirmi günün hikayesini hem de biraz Sırrı Süreyya'yı anlatmak istedim.Biraz dertleşmiş olalım dedim.Artık hayat bize başka dert vermezse (vermesin lütfen) podcast'lere tam gaz devam!Bir de olur da "Hastane Günlükleri"ni okumak isterseniz diye, şuraya bir link bırakayım.
Selamlar,Bu bölüm biraz "flaş haber" gibi oldu.Şöyle ki; Gazete Duvar haber sitesi hafta ortasında kapanacağını açıkladı. Kapanma gerekçesi gelirlerin düşmesiydi ve en büyük neden de Google algoritmasının 2024 Eylül'ünde ve bu yılın başında bağımsız haber platformları için bazı ürünlerinden gelen trafiği neredeyse sıfırlaması olarak ifade edildi.Akabinde dokuz bağımsız medya platformu (Artı Gerçek, BirGün, Diken, Ekonomim, Gazete Pencere, ilketv.com.tr, Kısa Dalga, Medyascope, T24) Google algoritmasındaki değişimin kendileri için de hayati tehlike arz ettiğini duyurdu.Ve ben tam bu esnada Google Search (Arama) küresel sözcüsü Danny Sullivan'la bir röportaj yaptım.Bunun üzerine tüm gözler iki güne yayarak T24'te yayımladığımız bu röportaja çevrildi.Birkaç TV canlı yayınına katıldım vs...Sonra dedim ki; "E benim bunları Yeni Haller dinleyicilerine de anlatmam lazım. Ne oldu? Nasıl oldu? Neden oldu?..."İşte bu bölümde bunları anlatıyorum size.Röportajı da okumak isterseniz link'leri bırakıyorum buraya:BölümBölümİyi dinlemeler...Biliyorsunuz Yeni Haller sizlerin desteğiyle yayın hayatına devam eden bir podcast kanalı.Beni aşağıdaki link'lerden destekleyebilirsiniz:www.patreon.com/yenihallerYeni Haller'in bir de Buy Me A Coffee hesabı var artık. Buradan destek olmak çoook daha kolay. Patreon'da sorun yaşayanlar için açtım efendim. Buyurun:https://www.buymeacoffee.com/yenihallerBölümde bahsi geçen Yeni Haller'in T24 Youtube kanalındaki özel içeriklerine şuradan ulaşabilirsiniz:T24 Youtube Yeni Haller ListesiBana ulaşmak için:https://www.instagram.com/eray_ozerhttps://twitter.com/ErayOzeryenihallerpodcast@gmail.com