POPULARITY
Categories
ÇİKOLATA Aşağıdaki metni okuyunuz. Bu yazıyı okurken canınız nefis bir çikolata çekebilir. Okumaya başlamadan önce, çikolatanızı yanınıza hazır edin. Yalnızca çikolatanın tadına varmakla yetinmeyin, o tadın nereden geldiğini de keşfedin. Çikolata, kakao ağacının çekirdeklerinden yapılmaktadır. Çikolatanın ilk olarak Orta Amerika Bölgesi'nde yaşayan Mayalar zamanında üretildiği sanılmaktadır. Kristof Kolomb ve Hernando Cortes gibi kâşifler 1500'lü yıllarda Amerika kıtasını keşfettikleri zaman burada olan birçok şeyi ülkeleri İspanya'ya götürmüşlerdi. Bunların arasında kakao çekirdekleri de vardı. Çikolatanın ana maddesi olan kakao çekirdekleri o zamanlar Avrupa'da yeniymiştir ve bilinmiyordu. Avrupalılar, önceleri kakao çekirdeklerini ne yapacaklarını bilememişler. Çünkü elde edilen içeceğin tadı çok acıymış. Sonunda çok parlak bir fikir bulunmuş: kakaonun içine şeker eklemek! Şeker eklendikten sonra bu karışım saraylarda içilmeye başlar hâline gelmiş. O dönemlerde kakao ve şeker kolay bulunamadığından çikolata yalnızca zenginlerin içebileceği bir içecekmiş. Daha sonra şeker üretiminin artması, çikolatanın tüketimini çok açmış. Fakat kakao üretimi arttıkça daha da ucuzlayarak yaygınlaşmaya başlamış. Çikolata, 1800'lü yıllara kadar sıvı olarak tüketilmiş. Daha sonra bugün tadına doyamadığımız şekilleri ortaya çıkmış. Çikolatanın tadı yıllar geçtikçe çeşitlenmiş. Ancak ham maddesinin elde ediliş yöntemi hiç değişmemiş. Çikolata yapmak için ilk olarak kakao çekirdekleri ayıklanır ve acılığının azalması için mayalanır. Ardından da kurutulur. Kurutulan çekirdekler fabrikalarda kavrulur. Kavurma işleminden sonra çekirdekler ezilir. Bunun sonucunda üç ayrı madde elde edilir: acı sıvı, kakao yağı ve kakao tozu. Biliyorsunuz, çikolataların birçok çeşidi var. Siyah çikolatada acı sıvı, kakao yağı ve şeker bulunur. Sütlü çikolataya bunların yanında bir de süt eklenir. Beyaz çikolata ise yalnızca şeker, süt ve kakao yağından yapılır. Bunun içine acı sıvı konulmaz. İşte, çok sevdiğiniz çikolata böyle yapılır. Fakat çok fazla çikolata yemek sağlık sorunlarına yol açabilir. Örneğin, çikolata diş çürüklerine yol açabilir. Çikolatanın doğrudan dişte çürüklerle neden olduğuna dair kesin bir kanıt yoktur ama çikolatanın içine konulan şeker, dişlerde çürümeye yol açabilir. Tıpkı içinde şeker bulunan diğer yiyecekler gibi. Aynı zamanda enerji deposu olan kakao, kalorisi yüksek olan bir yiyecektir. Bunun için sporcular genellikle enerji almak için çikolata yerler. Siz de sınavlardan ya da yapacağınız spor faaliyetlerinden önce çikolata yiyebilirsiniz. Ama çikolata yerken aşırıya kaçmamalısınız. Başka yiyeceklerden de enerji elde edebileceğinizi unutmamalısınız. Banu BİNBAŞARAN (Düzenlenmiştir.)
Trump ve Cumhûriyetçi Parti, finansal oligarşinin bir mânâda yüzüne gözüne bulaştırdığı Rusya-Ukrayna savaşını telâfî etmek misyonu ile iktidâra geldi. Arkasında enerji ve bilişim teknolojisine dayalı sermâye vardı. Trump, ABD'nin Ukrayna'ya verdiği desteği hemen kesti ve Avrupa'yı büyük bir boşluğa düşürdü. Bunu Putin ve Rusya sempatisi veyâ onun sulhperverliği ile açıklamak çok sığ bir değerlendirme olur. Avrupa'nın telaşla ekonomisini askerîleştirme karârı vermesi bir çıkış yolu değil. Bunun karşısında çok ciddî yapısal engeller var. Trump,Avrupa'nın eninde sonunda ABD'ye muhtaç olduğunu gâyet iyi biliyor. Artık savaşı elini kirletmeden yürütecek ve lüzumsuz bulduğu masraflardan kurtulacak; hattâ ABD'yi kâra geçirecek.
İnsanın taşıdığı vücut ve can aslında kendisine ait olmayıp, Allâhü Teâlâ'nın insanlara verdiği bir emânettir. Biz de Allâh'ın verdiği bu emâneti hakkıyla muhâfaza etmek zorundayız. Dikkat etmemiz gereken hususlar vücûdumuzun sıhhatini korumak, vücûdumuzun kuvvetini korumak ve vücûdumuzun huzur ve sükûnunu korumak yani fenâ işlerle meşgul olup onların vereceği sıkıntı ile vücûdumuzun rahat ve huzûrunu kaçırmamaktadır. Nitekim bu hususların korunmasında herhangi bir aksaklık meydana gelse o zaman işlerimizi yürütmemiz de imkânsızlaşır. Bundan başka diğer din kardeşlerimizin ve ihtiyaç sâhiplerinin yardımına koşamayız, yine bunun gibi nankörlük ve sabırsızlık gibi kötü alışkanlıklar kazanırız. Zira bu gibi karışık işlerle uğraşmak imânı zayıflatır ve yer bitirir.Huzeyfe (r.a.) rivayet ediyor: Resûlullâh (s.a.v.): “Mü'mine kendi nefsini rezil etmek yakışmaz.” buyurdu. Sahâbîler (r.a.e.) sordular: “Yâ Resûlullâh! Nefsini rezil etmekten maksat nedir?” Allâh Resûlü (s.a.v.): “Altından kalkamayacağı sıkıntılı işlere kendini sokar.” buyurdu. Bu hadîs-i şeriften insanın vücûdunu gıdasızlık veya fazlaca yıpratmak suretiyle kendi idâresinden çıkarıncaya kadar perişan etmemesi gerekir denilmiştir. Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.v.) bana hitaben: “Ey Abdullah! Senin sürekli gündüzleri oruç tuttuğun, geceleri de ibâdetle geçirdiğin bana haber verilmedi mi sanıyorsun?” dedi. Ben de: “Evet öyle yapıyorum ey Allâh'ın Resûlü” dedim. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.): “Böyle yapma. Bazen oruç tut bazen tutma. Geceleri de hem ibâdetini yap, hem de uyu. Bedeninin sende hakkı var. Gözlerinin sende hakkı var. Eşinin sende hakkı var.” buyurdu.(Misvâk Neşriyat, Eşref Ali et-Tehânevî, Hayâtü'l Müslimîn, s.185)
Bu bölümde işlenen ayetlerin mealleri:36-) Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi.37-) (Yusuf) dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkâr edenlerin kendileridir. 38-) Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.39-) Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?40-) Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Matematik ilimlerini geometri, astronomi, aritmetik ve musiki olarak dörde ayıran Taşköprizâde Ahmed Efendi, geometri (hendese) ilminin anlam ve mahiyetini “Ölçü (miktar) ve onlara bağlı olan şeylerin durumlarının, bunların birbirine olan konumlarının, oranlarının ve şekli hususiyetlerinin bilindiği bir ilimdir. Konusu, mutlak ölçülerdir. Geometrik cisim (cism-i tâlimi), çizgi, yüzey ve onlara bağlı açı, nokta ve şekil gibi şeyleri kastediyorum. Menfaati, bu konulara muttali olmak suretiyle zihnin keskinlik ve nüfuz kazanması, düşünceye kuvvetli bir idman yaptırmasıdır. Bunun nedeni, geometri ilimlerinin, burhan itibariyle en kuvvetli ilimler olduğuna ittifak edilmiş olmasıdır. Menfaati kabilinden olan bir şey de bu ilimlerin alt kolları olan önemli ilimlere muttali olmaktır.” şeklinde açıklayarak, onun alt kollarını da şöyle çeşitlendirmiştir:
“Kendilerine yasak edilen şeyler karşısında küstahça diretince onlara, ‘Aşağılık maymunlar olun!' dedik.” (Araf s. 166) Rivayet edildiğine göre Yahudiler, bizim emrolunduğumuz Cuma günüyle emrolundukları halde onu terkedip Cumartesiyi seçtiler. Yüce Allâh'ın şu sözü bunu ifade eder: “Cumartesi ibadeti, ancak onda ihtilâf edenlere farz kılınmıştı.” (Nahl s. 124) Böylece onunla imtihan oldular, avlanma kendilerine haram kılınıp o güne saygıyla emrolundular. Balıklar kendilerine Cumartesi günü gelir, çokluğundan dolayı suyun yüzü görülmezdi. Diğer günlerde gelmezlerdi. Bunun üzerine balıkların girmeleri kolay, fakat çıkmaları zor olan havuzlar yaptılar. Cumartesi balıkları oraya doğru sürüp pazar günü de balıkları oradan alıyorlardı. Şehir halkı üç gruptu. Üçte biri yasaklamaya devam etti, üçte biri öğütten usandı ve öğüt verenlere “niye öğüt veriyorsunuz?” dediler. Diğer üçte biri de yasağı işlemeye başladılar. Onlar bundan vazgeçmeyince, müslümanlar, “Biz sizinle oturmayız” dediler ve şehri bir duvarla böldüler. Müslümanların bir kapısı, mütecavizlerin de bir kapısı vardı. Davud (a.s.) onları lanetledi.Yasaklayanlar bir gün sabah olunca kendi kapılarından çıktılar, işlerini görmek üzere dağıldılar. Mütecavizlerden hiçbir kimse çıkmadı. Dediler ki: “Belki içki onlara galip geldi.” Duvara çıkıp baktıklarında, hayretler içinde gençlerin maymun, yaşlıların da domuz olduklarını gördüler. Kapıyı açıp yanlarına girdiler. Maymunlar insanlardan olan soylarını tanıdılar. Oysa insanlar onları tanımıyorlardı. Bir maymun soydaşına geliyor, elbiselerini kokluyor ve ağlıyordu. Üç gün bekledikten sonra öldüler. Nitekim İbn Abbas (r.a.), insan şeklinden değiştirilip hayvan şekline giren hiçbir kimsenin üç günden fazla yaşamadığını belirtmiştir.(İsmail Hakkı Bursevi, Ruh'ul Beyân Tefsiri, c.3, s.260)
İSRAF, AÇLIK VE ÖLÜM İnsanoğlu, 21. yüzyılı yaşarken israf ve tüketimde sınır tanımaz hâle gelmektedir. Tüketim çılgınlığı, kör bir kuyu gibi insanları içine doğru çekmeye devam etmektedir. Yapılan aşırı tüketim ve savurganlık göz önüne alındığında, insanlık tarihi boyunca israfın bu derece aşırı yaşandığı bir dönem daha olmamıştır. Öyle ki artık bu davranış normal karşılanmaya başlanmıştır. “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz.” sözünü unutan bizler; boşa geçen zamanın, gereksiz yere yanan ışıkların, lüzumsuz çalışan aletlerin, çöpe giden ekmeklerin, fazladan alınan eşyaların, çizilip atılan kâğıtların, israf olduğunun farkına bile varamıyoruz. İşte bunların hepsi israf ve tüketim girdabının ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Hz. Muhammed'in “Nehir kenarında bile abdest alırken israf etmeyiniz.” sözünü unutuyor ve lüks hayat adına yeni yeni tüketimlere giriyoruz. İsraf önce insanı, sonra da devletleri yoksulluk içine düşürür ve iflas ettirir. Bir toplum, içtiği suyu israfla ne olur diye düşünmemeliyiz. Küçük zannedilen şeyler yan yana geldiğinde büyük rakamlar ortaya çıkar. Dakikada 10 damla su kaçıran musluğun ayda 170 litre su akıtmış olması bize bunun göstergesidir. Günlük hayatta değişik alanlarda kullandığımız suyun israf edilmesi, su en bilin tehlikeli boyutlara ulaşmasına sebep olur. Suya her zaman ihtiyaç duyduğumuz en önemli madde olduğunu unutmamalıyız. Susuzluktan ve susuzluğa bağlı nedenlerden dolayı 1 dakikada 15 kişi hayatını kaybetmektedir. Diğer bir ifadeyle yılda yaklaşık 8 milyon kişi, sudan kaynaklanan hastalıklar sonucu ölmektedir. Bir başka problem de ekmek israfıdır. Türkiye'de günlük 100–120 milyon ekmek üretilmektedir. Bunun da yaklaşık 10–12 milyonu çöpe gitmektedir. Çöpe giden ekmeklerin yıllık maliyeti ise 8,2 milyon lirayı bulmaktadır. İsrafla ilgili buna benzer başka örnekler verilebilir. Türkiye'de bu kadar ekmek israf edilirken dünyada 854 milyon insan açlık sınırındadır. Özellikle çocuklar açlıktan ve susuzluktan çok etkilenmektedir. Bu yüzden dünyada beslenme bozukluğu ve açlıktan dolayı her yıl 5 yaşın altında 11 milyon çocuk ölmektedir. Ne yazık ki israf, dünyanın birçok ülkesinde önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Yerinde ve faydalı kullanılmayan her şey israftır. Zamanı yerinde kullanmayıp vakti boşa harcamak, yiyeceklerimizin kıymetini bilmemek, kâğıdı mı yazı yerine boş çizgiler çizerek kullanmak, yemek yemede ölçüyü kaçırmak da israftır. Sonuçta, bir davranış hâline getirdiğimiz israfı engellemenin birinci yolu, onu fark etmektir. Günümüzde birçok insan, israfı dahi edemez hâle gelmiştir. İsrafı fark ettiğimiz anda ise hayatımızı yeniden gözden geçirmeli, kendi davranışlarımızı kontrol etmeli, israfın her çeşidinden uzak durmalıyız. Sonuç olarak israf, açlığı; açlık ise ölümü getirmektedir. Derleyen: Ahmet KAMALAK
Bediüzzaman 85 milyon insanın ölümüne sebep olan 2. dünya savaşının yaşandığı zamanlarda, İslam'ın kaderiyle doğrudan alakalı olduğu halde hiçbir gelişmeyi ne merak etmiş ve ne de sormuştur. Bunun üzerine talebeleri tarafından kendisine 2 soru yöneltiliyor:1. Böyle şeylerle meşgul olmanın zararı mı var?2. Bu savaştan daha büyük bir hadise mi var?Bu videomuzda Bediüzzaman'ın bu sorulara verdiği ders niteliğindeki cevapları konuştuk. İyi seyirler
Nefsini, Allâh (c.c.)'un zikrine arkadaş kıl ki, her iki dünyada O'ndan uzak olmayasın. Hz. Peygamber (s.a.v.)'den, şu rivayet edilmiştir. O, Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e yüzüğünü vermiş ve ona şöyle demişti: “Bu yüzüğe, “Lâ ilahe illallâh” yazdır.” Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir (r.a.) yüzüğü, nakışçıya vererek ona, “Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Resûlullâh” yaz dedi. Nakkaş, yüzüğe bunu yazdı. Daha sonra Hz. Ebû Bekir (r.a.) yüzüğü Hz. Peygamber (s.a.v.)'e getirdi de, Hz. Peygamber (s.a.v.) yüzükte, “La ilahe illallâh Muhammedun Resûlullâh Ebû Bekr es-Sıddîku” diye yazıldığını gördü. Bunun üzerine, “Ya Ebâ Bekr, bu ilâveler ne?” dedi. Hz. Ebû Bekr (r.a.) de, cevaben, “Ya Resûlallâh, senin ismini, Allâh'ın isminden ayrı düşürmeye gönlüm razı olmadı. “Ebû Bekr es-Sıddîku” cümlesine gelince, bunu ben söylemedim” dedi ve utandı. Bunun üzerine Cebrail (a.s.) gelerek şöyle dedi: “Yâ Resûlallâh “Ebû Bekr es-Sıddîku” cümlesini ben yazdım. Çünkü Ebû Bekir (r.a.), senin isminin Allâh'ın isminden ayrı olmasına razı olmadı. Allâh (c.c.) da, onun isminin senin isminden ayrılmasına razı olmadı.” Buradaki incelik şudur: Hz. Ebû Bekir (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'in isminin Allâh (c.c.)'un isminden ayrılmasına razı olmadığı için bu ikrama nail olmuştur.Kişi, Allâh (c.c.)'u yâdetmeyi hiç terketmediği zamansa durum nasıl olur? Var sen düşün. Hz. Nûh (a.s.) gemiye bindiği zaman “Geminin akıp gitmesi ve demir alması Allâh'ın ismiyledir.” (Hûd s. 41) deyince, besmelenin yarısıyla umulan kurtuluşu elde etmiştir. Ömrü boyu bu kelimeye devam eden kimse, kurtuluştan nasıl mahrum kalır? Hz. Süleyman (a.s.) “Bu mektup Süleyman'dan gelmektedir. O, “Bismillahirrahmanirrahîm” diye başlamaktadır.” (Neml s. 30) sözüyle kulun dünya ve ahiret mülküne ulaşacağı umulur.(Fahruddîn Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu'l-Ğayb, c.1, s.236-237)
Muhabbet üç şeydedir ki, bunlar olmadan kişiye “Allâh (c.c.) için seven” denemez. Allâh (c.c.) için mü'minleri sevmek: Bunun alâmeti, onlardan ezâyı def etmek ve onlara menfaati celb etmektir. Allâh (c.c.) için Resûlü (s.a.v.) sevmek: Bunun alâmeti, Sünnet'e tâbi olmaktır. Çünkü Allâh (c.c.) şöyle buyurur: “De ki: Eğer Allâh'ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allâh da sizi sevsin.” (Âl-i İmrân s. 31) Tâati mâsiyete tercih ederek Allâh'ı (c.c.) sevmek: Denilir ki; nimeti anmak muhabbeti getirir. Muhabbetin de bir başlangıcı ve sonu vardır. Muhabbetin başlangıcı, nimetleri ve ihsânlarıyla Allâh (c.c.)'ı sevmektir.Abdullah İbn Mes'ûd (r.a.) der ki: “Kalpler, kendine ihsânda bulunanı sevecek şekilde yaratılmıştır.” Muhabbetin bundan daha yücesi ise, Allâh'ın (c.c.) hakkı bunu gerektirdiği için O'nu sevmektir. Ali b. el-Fudayl (r.âleyh) şöyle der: “Allâh (c.c.), Allâh olduğu için sevilir.” Bir adam Tavus b. Keysân'a: “Bana öğüt ver.” dedi. Tavus dedi ki: “Sana şunu öğüt veririm: Allâh'ı öyle bir sevgiyle sev ki, hiçbir şey sana O'ndan daha sevgili olmasın. O (c.c.)'dan öyle kork ki, hiçbir şey sana O (c.c.)'dan daha korkunç olmasın.Allâh (c.c.)'dan öyle bir ümitle ümitlen ki, bu ümit, korkuyla senin aranda perde olsun. Nefsin için râzı olduğun şeye başka insanlar için de râzı ol.”(Haris el-Muhasibî, Ahlâk ve Arınma)
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu bölüm kendini sürekli erteleyenler için içten bir davet! Bu bölümde “başlamak” neden bu kadar zor geliyor, gerçekten neyin korkusunu yaşıyoruz, bunu konuşuyoruz. Başarı mı korkutuyor bizi, yoksa yine o tanıdık mükemmeliyetçilik mi araya giriyor? Biraz dertleşiyoruz, biraz da cesaret toplamak isteyenlere yol arkadaşlığı yapıyoruz. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro 1- Emin: [0:22] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin. 2- Emine: [0:28] Ben Emine. 1- Emin: [0:29] Nasılsın Emine abla? 2- Emine: [0:30] İyiyim. Biraz yorgunum Emin. Sen nasılsın? 1- Emin: [0:33] Ben de iyiyim. Neden yorgunsun? 2- Emine: [0:35] Biraz ağır bir spor yaptım bugün. Ondan yoruldum. Bir de çok sıcaktı bugün hava. 1- Emin: [0:40] Evet. 2- Emine: [0:41] Sen de hissetmişsindir. 1- Emin: [0:42] Bu ara İstanbullular olarak, genel aslında Türkiye olarak, anormal sıcaklarla mücadele ediyoruz. 2- Emine: [0:48] Maalesef. 1- Emin: [0:48] Gün içerisinde 40 dereceler, 45 derecelere kadar çıkıyor hava sıcaklığı. Siz de dikkat edin özellikle bol sıvı tüketmeye. Çünkü gerçekten çok riskli bir durum da var ortada. 2- Emine: [1:00] Öyle maalesef ya. Bir de sadece sıcakla boğuşmuyoruz. Aynı zamanda bir sürü orman yangını vesaire de çıkıyor. Onlar da biraz can sıkıcı haberler oluyor. İnşallah bir an önce şu sıcaklar biter diyelim. 1- Emin: [1:15] Evet, umarız orman yangınları da gerçekten bir an önce son bulur. 2- Emine: [1:19] İnşallah. Başlamak istek değil, cesaret meselesi 1- Emin: [1:20] Evet, o zaman biz konumuza girelim. Günümüzde, ben de dahil birçok insanın yaşadığı bir durumdan bahsedeceğiz bugün. Bir şeyler yapmak istiyoruz ama ya ilk adımı ya son adımı atma konusunda yeterli cesareti gösteremiyoruz. Bununla ilgili biraz konuşmak istiyoruz. Yani bir şeyleri istemeyen bu dünyada hiç kimse yok. Kimileri başarıyor, kimileri başaramıyor, kimileri hiç denemiyor bile. Burada işin kilit noktası cesaret bence. Bir şeyleri yapmaya cesaret gösterebilmek. Bunun üzerine konuşalım istiyorum. Sen kendini nasıl tanımlarsın? Kendini nereye koyarsın böyle bir konuda? Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Yuhanna İncil'i bu ifâde ile başlar. Elbette bunun teolojik yorumu çok katmanlıdır. Bahsi geçen boyutlar günlük konuşmalarda ihmâl edilir ve metinlerdeki incelikleri ıskalanarak kullanılır. “Önce söz vardı” ifâdesinin nasıl dünyevîleş-tirildiğine pek çok şâhit olmuşumdur. Günlük dilde bu ifâdeden anlaşılan, “Söylenen her neyse ona bak” kabilinden bir şeylerdir. Bunu veri alacak olursak, toplumsal hayatta, bilhassa siyâsette söylenen sözler çok defâ üzerinde düşünülmeden, siyâkı sibâkı ıskalanarak en düz ve doğrudan alındığını görürüz.. Bunun sayısız yanlışa sebebiyet verdiğini düşünüyorum.
“Dünyâ düzeni” diye bir kavramın hayâta geçmesinin bâzı şartları var. Bir defâ târihî verilerin işâret ettiği üzere, tek bir gücün kesin hâkimiyetine dayalı olarak dünyâ düzeninin kurulduğu vâkî değildir. Bunun için birbirini dengeye getirebilecek, kendi aralarında yenişememiş en az iki ana gücün varolmasına ihtiyaç vardır. Bu iki güç kendi peyk sistemlerini oluşturabilirler. Burada da blokların dengeli bir dağılımının olması gerekir. Bunlar asgârî şartlardır. Blokların kendi iç yapılarında da bir tutarlılık ve bütünlük olması gerekir. Bu yapılar, ekonomik,siyâsî, hukukî ve ideolojik yapılardır. Denge,ilk bakışta sistemik görülmemektedir.
Sanâyi kapitalizmi, zihnen kategorik sert kavramsal ayırımları benimser. Dünyâ siyah ve beyazlardan oluşur. Bunun arası yoktur. Hâlbuki tecrübelerden anlaşılmıştır ki yaşadığımız hayatlar bunun tam aksini söyler bize. Sanâyi toplumunun kültürel boyutu tam da bu ara durumların reddine; eğer başa gelinmez olursa baskılanmasına adanmıştır. Aldıkları eğitim vasıtasıyla insanların zihin dünyâları da buna göre şekillendirilmek istenmiştir.
Cumhurbaşkanı tarafından, ‘Türk-Kürt-Arap' müstakbel birlikteliğine yapılan atıf elbette bölgeye yönelik. Bunun da katmanları var. Bir tanesi, Türkiye-Suriye-Irak üçgeni. Bu iki ülkeyle kurulan “özel” ilişkinin bir çekirdek oluşturduğu görülüyor…
Bitcoin 14. yaşında ve hala tam anlaşılmıyor: Dijital para mı, elektronik altın mı, yoksa başka bir şey mi? Neden belirli özellikleri var ve neden 'mükemmel' özel değil? Bu yayın, Bitcoin'in neden şeffaf olduğunu ve bu şeffaflığın bir zorunluluk olup olmadığını derinlemesine inceliyor.Yazar, Bitcoin'in özünün ve varoluş nedeninin "bütünlük" (integrity) olduğunu vurguluyor. Satoshi'nin temel hedefi, sağlıklı paraya dönüş, yani paranın bütünlüğünü yeniden tesis etmekti. Kişisel bütünlük anonimlikle çelişse de, Bitcoin'deki bütünlük, verinin doğruluğu, tamlığı ve tutarlılığı anlamlarına gelir.Bitcoin'in getirdiği veri bütünlüğü, kullanıcıların özel anahtarlarının yanı sıra, kamusal bilgilerin tam, doğrulanabilir şekilde bozulmamış ve tamamen şeffaf olmasından kaynaklanır. Bu şeffaflık, doğrulanabilirliğin temelidir ve bu sayede başkalarına güvenmek zorunda kalmadan paraya sahip olabilir, sistemin bütünlüğünü kontrol edebiliriz. Örneğin, sistemde hile olup olmadığını, ne kadar Bitcoin olduğunu güven gerektirmeden doğrulayabiliriz. Güven gerektirmeyen bu kamusal veri bütünlüğü için enerji şarttır. Geleneksel bankacılık sistemleri veya yakında çıkacak CBDC'ler (Merkez Bankası Dijital Paraları) gibi diğer sistemler ise, veri bütünlüğünü sağlamak için güvenmek zorunda olduğumuz merkezi anahtarlara dayanır.Sistemin bütünlüğünü herkes için kolayca doğrulanabilir kılmak adına bir dereceye kadar şeffaflık şart olsa da, yazar net bir şekilde belirtiyor: Bitcoin daha özel olmalı ve olacak. Bunun en temel nedenlerinden biri, gözetimin özgürlüklerimizi kısıtlaması ve insan onuruna doğrudan bir saldırı olmasıdır. Gözetim, farkında olsak da olmasak da davranışlarımızı etkiler. İnternetteki HTTPS'ye geçiş gibi, Bitcoin için de mahremiyet katmanlarına acilen ihtiyacımız var. Lightning Network gibi üst katmanlar hız ve mahremiyet açısından şimdiden daha iyi ve gelecekteki sistemler (Hal Finney'nin bahsettiği Bitcoin destekli bankalar gibi) tasarımları gereği özel olacak.Özellikle, yakın zamanda hayatımıza girecek CBDC'ler total gözetim ve kontrol getirme potansiyeli taşıyor. Merkez bankaları, kimin ne zaman, ne kadar ve ne için harcama yapacağını merkezi ve otoriter bir şekilde belirleyebilecek. Bu dijital gözetim ve kontrol tehdidi karşısında Bitcoin bir sığınak sunuyor. Bu nedenle, otoriteler tarafından düzenleme ve yasaklama baskısı kaçınılmaz olacaktır; çünkü merkez bankacılarının bakış açısıyla, insanlar bu kontrollü sistemden kaçış yolu arayacaklardır ve otoriteler bu "kaçış kapılarını kapatmak" isteyecektir.Yazarın mesajı açık: Sağlıklı para tek başına yeterli değil, mahremiyet de şarttır. Özgür düşünce, özgür eylem, ifade özgürlüğü ve serbest ticaretin temelinde bu ikisi yatar. Bitcoin sistemi, işleyişinin temelinde çoğu insanın dürüst olduğuna dair bir güven barındırır. Bütünlük, takma adlar (pseudonymity) aracılığıyla sağlanır; bu, sistemin anahtarıdır. Bu bölüm, Bitcoin'in temel bütünlük prensibini, şeffaflığın gerekliliğini, mahremiyet arayışını ve dijital çağın getirdiği gözetim tehdidi karşısında Bitcoin'in konumunu derinlemesine ele alıyor.Kaynak
Bu podcast, David Epstein'in uzmanlaşma ve başarı üzerine bildiğimiz şeylere meydan okuyan görüşlerini ele alıyor. Epstein, 10.000 saat kuralını eleştirerek, derinlemesine uzmanlaşmanın her zaman en iyi yol olmadığını savunuyor. Bunun yerine, çok yönlü becerilerin ve çeşitli deneyimlerin başarıyı daha etkili hale getirdiğini anlatıyor. Ayrıca, etkili öğrenme stratejileri üzerine de önemli bilgiler sunuluyor. Dinleyiciler, Epstein'in araştırmaları doğrultusunda, farklı alanlarda öğrenmenin ve çoklu becerilerin nasıl birbirini desteklediğini keşfedecek, başarıya giden yolu daha geniş bir perspektiften değerlendirebilecekler.
Bitcoin'in enerji kullanımı hakkındaki tartışmalar sık sık gündemde. Ancak ya bu tartışmanın temelinde yaygın bir yanılgı yatıyorsa? Çoğu kişi "madencilerin" enerji harcayarak "bitcoin ürettiğini" düşünüyor olabilir. Oysa gerçek şu ki, madenciler bitcoin yaratmazlar. Onlar, ağ üzerinde geçerli bloklar oluşturmak için çalışır ve bu süreçte başarılı olduklarında, ağın başlangıç aşamasında belirlenmiş yeni satoshi'lerle ödüllendirilirler. Bitcoin'in piyasaya sürülme programı, harcanan enerji miktarıyla tamamen ilgisizdir. Bu program sadece ve sadece zamana bağlıdır. Kaç tane makinenin "madencilik" yaptığı veya ne kadar enerji harcandığı önemli değil; toplam 21 milyon adetle sınırlı olan Bitcoin, yaklaşık 131 yıllık bir süre zarfında ve her 10 dakikada bir sabit bir hızda piyasaya sürülecektir. Bitcoin'in enerji kullanımı, daha fazla coin "üretmekle" ilgili değildir. Bunun yerine, ağın güvenliği ve coin'lerin tüm katılımcılar arasında adil bir şekilde dağıtılmasıyla ilişkilidir. Hatta, Bitcoin'in enerji kullanımı ne kadar yüksek olursa, coin'lerin ilk dağıtımı o kadar adil olur. Enerji kullanımındaki bir azalma, güvenliğin ve adil dağıtımın azalması, ağın merkezileşmesi ve dış müdahalelere karşı direncinin düşmesi anlamına gelir. Eğer Bitcoin'i faydasız olarak görüyorsanız, harcadığı herhangi bir enerji size israf gibi görünebilir. Ancak İş İspatı mekanizmasının gerekliliğini ve zorluk ayarlamasının arkasındaki deha gibi konuları anlamak, bu konuya farklı bir perspektif getirir. Bu bölümde, Bitcoin'in enerji tüketiminin gerçek nedenlerini, coin'lerin nasıl piyasaya sürüldüğünü ve "madencilik" teriminin neden yanıltıcı olduğunu derinlemesine inceleyeceğiz.Kaynak
Boşluğu dövmeye de, gölge boksu yapmaya da niyetim yok bu yazıda. Evet, isim vermeyecek, “kim bu AK Parti'li liberaller?” sorusunu şimdilik cevaplama-yacağım ama bunu işi magazine kurban verip esası elden kaçırmaya niyetim olmadığı için yapacağım. Yoksa onlardan korkan -Allah muhafaza- onlar gibi olsun. Önce şuradan başlayayım. Sıkı takip etmiyor bile olsanız bileceksinizdir muhtemelen. Dünyada “demokrasi vurgusu” yapan, demokrasinin insan eliyle bulunmuş en önemli yönetim sistemi olduğunu savunan kimse kalmadı. Bunun hem demokrasinin kendi içerisinde barındırdığı pek çok zaafın artık gizlenemez olmasıyla hem de dünyanın artık “sert bir politik zemin”e sahip olmasıyla yakından ilgisi var.
Tehlikeli projelerden biri devrede. Bu proje, Sünnî dünya ile Şiî'leri karşı karşıya getirmek! Yani Türkiye ile İran'ı kapıştırmak! Neden Türkiye? Çünkü bin yıldır Ehl-i Sünnet Omurga'nın kurucusu ve koruyucusu biziz. Ama bir sorun var: Türkiye tarihî olarak Sünniliğin temsilcisi ama resmen müslüman değil, laik bir devlet. Oysa İran, laik bir devlet değil. Şia'nın devleti var ama Ehl-i Sünnet'in temsilcisi konumunda olacak bir devleti yok. Buradaki tezgâha dikkatinizi özellikle çekmek isterim. İki asırdır Türkiye de modernleşiyor İran da. İran modernleşmesi ile Türk modernleşmesi arasında çok önemli bir fark var. İran'ı modernleştirdiler ama Şii İslâmi eğitim sistemine ve alfabesine dokunmadılar.Türkiye'de bir modernleşme sürecine girdirildi ama bu ülkede hem alfabe yok edildi hem de İslâmî Sünnî eğitim modelinden iz bile bırakılmadı! İran'da sözümona İslâmî bir devrim yapılmasına izin verildi ve İran'ın, bütün İslâm dünyasını istila etmesinin önü açıldı. Türkiye'yi laikleşme sürecine sürükleyerek İslâmî köklerinden ve medeniyet iddialarından uzaklaştırdılar; böylelikle önlerindeki en büyük, bin yıllık engeli ortadan kaldırmış oldular. İkinci olarak da, Sünnî dünyada değil, Şii İran'da sözümona bir İslâm devleti kurdurdular, önünü açtılar, Irak'tan Yemen'e kadar İslâm dünyasını adım adım işgal ettiriyorlar! Her yeri işgal ettirdiler, nükleer teknolojiyi, kontrollü de olsa, ürettirdiler ve Türkiye'ye musallat etmek için çırpınıyorlar! Bunun tek yolu var. Türkiye'nin prangalarından kurtulması ve dünyanın şiddetle ihtiyaç hissettiği medeniyet iddialarına yeniden sahip çıkması. Türkiye, hem İran'ın Türkiye'yi kuşatmasına izin vermeyecek hem de Türkiye ya medeniyet iddialarını kuşanarak yeni bir tarihî yürüyüşü başlatacak ya da prangaları tarafından boğulacak, tarihten kovulacak. Allâh muhafaza.(Yusuf Kaplan, Yeni Şafak, 2024)
“Ey Peygamber'in hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. Güzel (ve doğru) söz söyleyin.” Ahzap 32Hak Teâlâ'nın, "Siz diğer kadınlardan biri gibi değilsiniz" ifadesi de aynen böyle olup, "Sizlerde, diğerkadınlarda bulunmayan özellikler var. Meselâ siz, bütün mü'minlerin annelerisiniz ve seyyam beri erin enhayırlısının hanımlarısınız" demektir.Bu ifade sonraki kısımla ilgili olup, "Eğer ittikâ ediyorsanız, siz yabancı erkeklere yumuşak konuşmayın. Çünkü Allah, çirkin bir iş olan zinadan menedince, götüren öncü şeylerden de menetmektedir. Bu da kadınların erkeklerle îması ve konuşma şeklinde fâsık erkeğe uymaktır" demektir.Sözü maruf şekilde söyleyin. Yani, "Allah'ı zikir veya lüzumu kadar konuşma kabilinden söz edin" demektir.“Evlerinizde oturun ve daha önce Câhiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazı güzelce kılın, zekâtı verin, Allah'a ve resulüne itaat edin. Ey peygamber ailesi! Allah sizi sadece günah kirlerinden arındırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” 33Allah Teâlâ "Evvelki câhiliyyet yürüyüşü gibi yürümeyin" buyurmuştur. Bunun, "Kırıla döküle, kırıtarak yürümeyin" manasına olduğu söylenmiştir. Yine bundan muradın, "Süslerinizi ortaya koymayın, göstermeyin" manası olması da muhtemeldir.Kendini büyük gören zorbalara benzememe demek olan namazınızı kılın, kerîm ve rahîm olana benzemek demek olan zekâtınızı verin ve Allah'a itaat edin" buyurmuştur.Emirler Arındırmak İçindirDaha sonra Allah Teâlâ "Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler" yani "Size verilen mükellefiyetlerden istifâde edecek olan Allah değildir. Allah yaptıklarınızdan faydalanmaz. Bunun faydası size aittir. Allah'ın bu şeyleri size emretmesi, sizin menfaatiniz içindir" buyurmuştur.Bu ifadede şöyle bir incelik vardır: Bazan kirin-pisliğin bizzat kendisi ortadan kalkar, giderilir, ama o yeri tam temizlenmiş olmaz. O halde "Allah sizden ancak kiri gidermek... diler" ifadesi, "Günahlarınızı silip, giderir" manasına; "Sizi tertemiz yapmak diler" ifadesi de, "Size keramet (şeref) elbiselerini giydirir" manasınadır.“Kadın her şeyiyle olduğu gibi sesiyle de çekici, büyüleyici ve tahrik edicidir ve aslında bu onun çirkin olduğunu değil, güzel olduğunu gösterir. Birer nimet demek olan çekici yönlerini, bu arada sesini fitneye sebep olmak ve tahrik etmek için kullanırsa, yani konuşmasını kırıla döküle ve kadınsı biçimde yaparsa, ya da nağmeli sözlerle normal konuşurken zaten tahrik edici olan sesini daha da etkileyici hale getirirse, sesi avret olduğundan değil de, fitneye sebep olacağından haram olur. Vakarlı ve karşısındakine ümit kestirici edayla konuşursa haram olmaz."İslam dinamik bir dindir. Hristiyanlık gibi miskinlik dini değildir. Hristiyanlıkta sana bir tokat attılar mı karşılık verme diğer yanağını çevir der. Bu, zalimin zulmünü arttırmasına destek vermekdir. İslam'da biri sana tokat attı mı devlete şikayet edersin. İslam devleti o adamı yakalar ve ellerini bağlayıp senin karşına getirir. Sana kaç tokat attıysa hakkındır, aynı şiddette sen de vur der.Emîrü'l-Mü'minîn Hazreti Ali şöyle dedi: "Amellerin en faziletlisi iyiliği emrederek kötülükten alıkoymaktır.Fasığa buğzetmek bir çeşit iyiliği emretmektir. Böylesi mü'mini desteklemiş, ona arka çıkmış olur. Buna karşılık kötülükten alıkoyan kimse de münafığın burnunu yere sürtmüş olur."“Dünyaya muhabbet eden kimse başkaları için toplar. Kişi, bilmediği şeyin düşmanıdır.İnsanı vaktinden evvel yıpratan bir şey varsa o da tembelliktir.” Hazreti Ali r.a.
Bir önceki yazımı şu cümleyle bitirmiştim: “İsrail'in yüksek teknolojisi, radara yakalanmayan uçakları, F-35'ler vesair çokça konuşulur. Ama Türk radarları o gece her şeyi gördü. Kuyruk numarasına kadar.” Bunun üzerine sosyal medyada bazı trol hesaplar kampanya başlattı. “Radarlar kuyruk numarası göremez” dediler. Gazetecilik yeteneklerimi sorguladılar.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in bizlere vermiş olduğu emir ve vasiyetlerinden biri, yatsı namazından sonra vitri kılmadan 4 rekât namaz kılmamız hakkındadır. Vitir namazını ise bu dört rekât namazdan sonra kılarız. Hadîs-i şeriflerde şöyle buyrulmuştur: “Vitir namazı haktır, vitir namazını kılmayanlar bizden değildir.” (İmâm Ahmed) “Gecenin sonuna doğru kalkamayacağından korkan kişi vitir namazını yatmadan evvel kılsın. Gecenin sonunda kalkacağını ümid eden de bu vitir namazını gece sonunda kılsın. Zira gece sonundaki namaz meşhuttur ve mahzurdur (yani edası vaktinde rahmet melekleri hazır bulunur). Bu da daha çok fazileti celbeder.” (Müslim) buyrulmuştur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in bizlere vermiş olduğu emir ve vasiyetlerinden biri de, her gece yatmadan önce bedenî temizliğimizi yapıp, gece teheccüdüne kalkmaya niyet etmemizdir. Allâh (c.c.) sevgisini kazânmanın sırlarından biri de âdeti olsa da olmasa da kulun teheccüde kalkmasıdır. Şer'î zaruret, uyku yenilgisi olmayınca abdestsiz, kirli ve cenâbet olarak yatmayı hiçbir vakit kendimize âdet edinmeyelim. Bununla berâber uyumadan önce ve uyandıktan sonra okunması iktizâ eden duâları okuyalım. Zira Allâh (c.c.) bu gibi şeyleri sever. Bir yönden de Nebi (s.a.v.)'in bildirdiği gibi, bu duâlar okunduğu takdirde okuyan kişi uyurken dahi şeytanların şerrinden sabaha kadar kendini kurumuş olur. Uyku esnasında ruh temiz olarak cesetten ayrılırsa, kişi uyanıncaya kadar ruha Allâh (c.c.)'un huzur meclisinde secde etmesine izin verilir. Şayet kirli olarak, temizlenmeden uyur, yani abdestsiz uyursa, ruh cesetten ayrılarak ilâhî çevrede Hâkk'ın huzurundan uzakta kalır.Bunlar, uykuya abdestli varmanın sırlarından bazılarıdır. Bunun içindir ki, Allâh ehli ulu kişiler, abdestli yatmaya titizlikle riayet ederler.(İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.131-135)
PKK kendisini feshettiğini açıkladı. Sıra silahların teslimine geldi. Peki bu mümkün olacak mı? Ben olacağı kanaatindeyim. Bunun için vakte ihtiyaç var. Bunun şekli, yöntemi ve zamanlaması konusunda gerekli müzakereler yapılıyor elbette.
Bu podcast Allah'a atıfta bulunulurken neden genellikle eril zamirlerin kullanıldığına dair bir soruya yanıt sunmaktadır. Açıklama bu durumun Allah'ın bir cinsiyeti olduğu anlamına gelmediğini vurguluyor. Bunun yerine, bu dilsel eğilim dillerin oluştuğu tarihsel dönemlere dayanmaktadır, bu dönemlerde erkeklerin daha değerli kabul edildiği ve bu nedenle önemli kavramlar için eril zamirlerin kullanıldığı belirtilir. Ayrıca bazı dillerde eril çekimlerin genel anlamda kullanılabildiği ve saygının bu şekilde ifade edildiği de belirtiliyor. Binlerce yıldır var olan dillerde sırf bu nedenle değişiklik yapmanın pratik olmadığı da dile getiriliyor.
Almanya'da aşırı uçlar yükselişte. Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın 2024 yılı raporuna göre, aşırı sağcıların sayısı 50 binden fazla. Bu grubun üçte biri şiddet eğilimli. Bunun yanı sıra anayasa karşıtı aşırı solcu ve İslamcılarda da bir büyüme gözleniyor. Özellikle Gazze'deki savaştan dolayı genç Müslümanlar arasındaki radikalleşmenin tırmandığı aktarılıyor. Bu gelişmelerin sebepleri neler? Aşırı güçlerin yükselişi toplum huzuru için nasıl bir tehdit oluşturuyor? Köln Uluslararası Üniversitesi'nden Sosyolog Prof. Dr. Emre Arslan ile konuştuk. Mikrofonda Aydın Işık ve Erkan Aslan var. Von Aydin Isik und Erkan Aslan.
Bir halk neden isyan eder? Aslında herhangi bir sebep olabilir bu. Bardağı taşıran son damla misali… Gezi'de olduğu gibi ağaçların kesilmesine karşı çıkanların çadırlarının yakılması ya da 19 Mart'ta olduğu gibi seçilmiş bir belediye başkanının, müstakbel bir cumhurbaşkanı adayının siyasi bir operasyonla içeri atılması bardağı taşırabilir. Halk sokağa dökülebilir. İktidara bakarsanız bunlar hep dış güçlerin işleridir. Kişi kendinden bilir. Kendileri Amerika'dan aldıkları talimatla hocalarını terk edip yine Amerika'dan aldıkları icazetle iktidar oldukları için kendi iktidarlarını tehlikede gördüklerinde de hemen “dış güçler” diye feryada başlarlar. Oysa her şeyin sebebi kendileridir! Bardak taşınca sadece iktidar halkın karşısına çıkmaz. İktidara karşı olsa da düzene sonuna kadar bağlı olan düzen muhalefeti de rolünü oynamaya başlar. Halkın isyanını soğutur, böler, saptırır. Sebep onlardır, çözüm ise bizdedir. Emekçi halktadır!Emekçi halk kendi gündemine sahip çıkmalı ve bu gündemi siyasetin merkezine taşımalıdır. Çünkü bardağı taşıran son damlanın ne olduğu kadar, bardağın nasıl dolduğu da önemlidir. Türkiye işçi sınıfı için bardak, işsizlik ve yoksulluk ile ağzına kadar dolmuş durumda. Bunun da sebebi iktidarın emperyalist para babalarına, yerli ve yabancı tekellere hizmet eden, sermayeye dost, işçiye düşman politikaları. Ekonomiyi teslim ettikleri İngiliz Mehmet'e (kendisi resmen İngiliz vatandaşıdır) Orta Vadeli Program diye bir kemer sıkma programı hazırlatıp kemeri işçi sınıfının boynuna taktılar, sıktıkça sıkıyorlar.İşte rakamlar! TÜİK'in resmî rakamları ile atıl işgücü oranı yani gerçek işsizlik oranı yüzde 32,1'e ulaştı ve rekor kırdı. Pandemi döneminde dahi bu rakam en fazla yüzde 30'a (Ocak 2021) çıkmıştı. Bugün her üç kişiden biri işsiz! Vestel'in krizin faturasını işçiye çıkartmak için 2.000 işçiyi işten atma planı kamuoyunda ses getirdi. Ancak hâlihazırda sanayide fabrikalar onar onar, yüzer yüzer işçi çıkartıyor. İşsizler ordusu büyüdükçe patronlar işten çıkarma tehdidiyle çalışanlar üzerinde terör estiriyor. Çıkartılan işçiler yeniden iş bulmakta zorlanıyor. Bir şekilde iş bulduklarında ise eski işlerindeki ücret ve sosyal hakların altında şartlara, çoğu zaman da asgari ücrete mahkûm oluyorlar.Asgari ücret bu ülkede açlık ücreti demek. Yılın ilk 5 ayında açlık sınırı 25.092 lira, yoksulluk sınırı 81.734 liraya yükseldi. Bekar bir işçinin yaşam maliyeti ise 32.463 lira. Bunlar Mayıs ayı rakamları. Mevcut enflasyonla yıl sonuna kadar açlık sınırı 30 bin lirayı, yoksulluk sınırı 100 bin lirayı aşacak, bekar bir işçinin yaşam maliyeti de 40 bin lirayı bulacak. İşte böyle bir ortamda işçi sınıfımız asgari ücret adı altında 22.104 liralık açlık ücretine mahkûm edilmiş durumda. Hâliyle ve haklı olarak işçiler, Temmuz'da asgari ücrete zam bekliyor. İktidarın tutumu belli! İngiliz Mehmet “kemer sıkmaya devam” diyor. Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan “daha erken” diye top çeviriyor. Sürpriz yok. Ama düzen muhalefetine de dikkat! Özgür Özel mitinglerde asgari ücrete zam nutukları atarken sermayeyi ürkütmemek için CHP'nin sözde emek komisyonu başkanı Gamze Taşcıer devreye giriyor: “Yükü sadece işverene bırakırsanız bu ekonomik ortamda işverenin bunu kaldırabilmesi mümkün değil!” Vermeyecekler! Almak için örgütlü mücadeleye! Unutma, sadece sendikalı olursan iş güvencesini savunabilirsin ve açlık ücretini reddedebilirsin! Devletten vermesini beklemeyeceğiz, örgütlü mücadeleyle patronlardan teker teker, söke söke alacağız! Devlete de gücün işçide olduğunu ancak böyle gösterebiliriz. Bardak doldu taştı! Emekçi halk isyanlarda ama bize işçi iktidarı gerek! Ancak işimiz için patronların karşısına birlik olup çıkarsak, ancak her lokmamız için birlikte savaşarak işçi iktidarının yolunu açabiliriz. İşçi düşmanı Orta Vadeli Programı çöpe atmak, İngiliz Mehmet'e “go home” demek için işçiler siyasete! Memlekete iş, aş, hürriyet getirmek için öncü işçiler göreve, Devrimci İşçi Partisi'ne, örgütlü mücadeleye!
2010'da işgücüne katılanlar arasında lise altı eğitime sahip olanların oranı yüzde 63,7 iken 2024'te bu oran yüzde 43,9'a gerilemiş. Aynı sürede işgücüne katılanlar arasında lise mezunlarının oranı yüzde 26,5'e; yüksek-öğretim mezunlarının oranı yüzde 29,6'ya yükselmiş. Bu veriler, işgücüne katılanların eğitim düzeyinin 2010'dan bu yana hızlı yükseldiğini gösteriyor. Bunun en önemli nedeni artan üniversite sayısı ile birlikte bu okullardan mezun olan genç kuşaklar.
Kimsenin elinde sihirli değnek yok. Yeni dünya düzeninin ilk büyük konvansiyonel savaşı bu. Bir milyondan fazla kişi öldü. Ateşkesi sağlamak, barış şartlarını oluşturmak ve bunu imza altına almak için çetin ve sabırlı bir mücadele gerekiyor. Tarafların talepleri arasında uçurum var. Bu makas konuşmadan kapanmaz. Türk diplomasisinin İstanbul'da yapmaya çalıştığı şey tam da bu: Tarafları konuşturarak barışı mümkün kılmak. Bunun için geçilmesi gereken merhaleler var. İstanbul'da 16 Mayıs ve 2 Haziran'da yapılan müzakereler bunun parçasıydı. Ancak müzakereler, bu yolun ne kadar çetrefilli olduğunu da gözler önüne serdi. İlk turda yaşanan tartışmalarla ilgili bazı bilgileri paylaşmıştık. İkinci tur müzakerelerle ilgili yeni yansımalar ortaya çıkıyor. Aktaralım…
Tâbiînden Taylese bin Meyyâs (r.a.) şöyle dedi: “Ben, bir zamanlar Hâricî Necedât fırkasına katılmış, büyük günâhlardan olduğunu sandığım bazı günâhlar işlemiştim. Bu durumu Ashâb-ı kiram (r.a.e.)'den Abdullah ibni Ömer (r.a.)'e anlattım. O da bana: “O günâhlar neydi?” diye sordu. Ben de onları: “Şunu yaptım, bunu yaptım…” diye sayıp döktüm. İbni Ömer (r.a.) bana şunları söyledi: “Bu saydıkların büyük günâhlardan değildir. Büyük günâhlar şu dokuz şeydir: 1. Allâh (c.c.)'dan başkasını ilâh kâbul etmek, 2. Haksız yere adam öldürmek, 3. Savaştan kaçmak, 4. İffetli bir kadına iftirâ etmek, 5. Fâiz almak, 6. Yetim malı yemek, 7. Mescid-i Harâm'da günâh işlemek, 8. Bir kimseyle alay etmek, 9. Ana babayı ağlatmak.” Abdullah İbni Ömer (r.a.) bunları söyledikten sonra bana: “Sen cehennemden korkuyor, cennete girmeyi istiyor musun?” diye sordu. Ben de: “Vallâhi, evet” dedim. Bana: “Annen ve baban hayatta mı?” diye sordu. “Yanımda yalnız annem var.” dedim. Bunun üzerine Abdullah İbni Ömer (r.a.) bana şunu söyledi: “Annene tatlı sözler söyleyerek onun gönlünü alır ve geçimini üstlenirsen, Allâh (c.c.)'a yemin ederim ki, büyük günâhlardan sakındığın takdirde, mutlaka cennete girersin.” Yine Tâbiîn âlimlerinden Urve bin Zübeyr (r.a.), “Onlardan biri veya her ikisi yaşlanıp eline bakarsa onlara “öf” bile deme, onları azarlama, kendilerine tatlı ve gönül alıcı sözler söyle! Onlara merhamet gösterip alçak gönüllü davran ve kendileri için şöyle duâ et: “Râbbim! Onlar beni küçükken nasıl şefkât ve sevgiyle büyüttülerse, sen de onlara öyle merhamet eyle!” (İsrâ s. 24) ayet-i kerîmesini şöyle açıkladı: “Anne ve babanın hoşlanıp istediği şeyleri, onlardan esirgeme!”(İmâm Buhârî, Edebü'l-Müfred, c.1, s.26-27)
Tâbiînden Taylese bin Meyyâs (r.a.) şöyle dedi: “Ben, bir zamanlar Hâricî Necedât fırkasına katılmış, büyük günâhlardan olduğunu sandığım bazı günâhlar işlemiştim. Bu durumu Ashâb-ı kiram (r.a.e.)'den Abdullah ibni Ömer (r.a.)'e anlattım. O da bana: “O günâhlar neydi?” diye sordu. Ben de onları: “Şunu yaptım, bunu yaptım…” diye sayıp döktüm. İbni Ömer (r.a.) bana şunları söyledi: “Bu saydıkların büyük günâhlardan değildir. Büyük günâhlar şu dokuz şeydir: 1. Allâh (c.c.)'dan başkasını ilâh kâbul etmek, 2. Haksız yere adam öldürmek, 3. Savaştan kaçmak, 4. İffetli bir kadına iftirâ etmek, 5. Fâiz almak, 6. Yetim malı yemek, 7. Mescid-i Harâm'da günâh işlemek, 8. Bir kimseyle alay etmek, 9. Ana babayı ağlatmak.” Abdullah İbni Ömer (r.a.) bunları söyledikten sonra bana: “Sen cehennemden korkuyor, cennete girmeyi istiyor musun?” diye sordu. Ben de: “Vallâhi, evet” dedim. Bana: “Annen ve baban hayatta mı?” diye sordu. “Yanımda yalnız annem var.” dedim. Bunun üzerine Abdullah İbni Ömer (r.a.) bana şunu söyledi: “Annene tatlı sözler söyleyerek onun gönlünü alır ve geçimini üstlenirsen, Allâh (c.c.)'a yemin ederim ki, büyük günâhlardan sakındığın takdirde, mutlaka cennete girersin.”Yine Tâbiîn âlimlerinden Urve bin Zübeyr (r.a.), “Onlardan biri veya her ikisi yaşlanıp eline bakarsa onlara “öf” bile deme, onları azarlama, kendilerine tatlı ve gönül alıcı sözler söyle! Onlara merhamet gösterip alçak gönüllü davran ve kendileri için şöyle duâ et: “Râbbim! Onlar beni küçükken nasıl şefkât ve sevgiyle büyüttülerse, sen de onlara öyle merhamet eyle!” (İsrâ s. 24) ayet-i kerîmesini şöyle açıkladı: “Anne ve babanın hoşlanıp istediği şeyleri, onlardan esirgeme!”(İmâm Buhârî, Edebü'l-Müfred, c.1, s.26-27)
Hiç şüphesiz kişinin kaza namazlarıyla meşgul olması, nafile namazlarla meşgul olmasından evladır. Ancak farz namazların evvelinde ve sonunda kılınan sünnetler velev ki sünnet-i gayr-i müekked olsun bundan istisna edilmiştir. Yani kişinin bu sünnetleri terk edip yerine kaza namazı kılması evla değildir. Hatta kuşluk ve tesbîh namazları gibi hakkında eserler varit olan nafile namazlar da bu kabildendir. Zira bu emsal namazlar farz namazları ikmal eder. Ve bunlar belli bir vakitle mukayyet olduklarından dolayı vaktinin kaçırılması durumunda telafisi mümkün değildir. Kaza namazlarının ise muayyen vakitleri olmadığından kerahet vakitlerinin dışında her zaman kılınmaları mümkündür. Her iki namazın bir niyetle kılınması da caiz değildir. Kaza namazını kazaya niyetle, nafile namazı da nafileye niyetle kılınmalıdır. Namazları kazaya bırakmak bir günâhtır. Bu günâhtan mümkün mertebe kurtulmak için sünnetleri feda etmek münasip olamaz. Böyle bir günâhı işleyen kimsenin fazla ibadette bulunarak affı İlâhîye sığınıp, hakkında Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in şefaatine nail olmaya vesile olacak bir kısım mübarek sünnetleri, nafileleri terk etmesi nasıl muvafık olabilir? Hem bir kısım vakit namazlarını kazaya bırakmak, hem de diğer bir kısım vakit namazlarını tamamlayıcı olan sünnetlerden tecrit etmek, iki kat kusur olmaz mı? Bunun hilafına olan bazı nakiller muteber değildir, fetva verilen kavle muhaliftir. Hem sünnetleri, hem de kaza namazlarını kılmaya müsait vakit bulamadıklarını iddia edenler bulunursa, bunlar insaflı bir iddiada bulunmuş sayılamazlar. Beyhude yere en kıymetli vakitlerini zayi eden insanlar, böyle bir iddiaya ne yüzle cüret edebilirler?(Sualli Cevaplı İslam Fıkhı, c.3, s.49-50)
Ulusal Palyatif Bakım Haftası 30. yılında ve bu yılki teması: 'Planınız nedir?', yaşam sonu bakımı hakkında konuşmaları teşvik etmeyi amaçlıyor. Bunun bir parçası, sakinler ve aileleri için ölüm ve ölmeyle ilgili kültürel olarak uygun gelenek ve görenekleri tartışmak ve uygulamak olabilir, bu konu yeni bir online kurs aracılığıyla ele alınıyor.
Bu bölümde işlenen ayetler:30: Şehirde birtakım kadınlar, “Aziz'in karısı, (hizmetçisi olan) delikanlısından murad almak istemiş. Ona olan aşkı yüreğine işlemiş. Şüphesiz biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.31: Azizin karısı, onların gizliden gizliye dedikodu yaydıklarını işitince, onlara davetçi gönderdi ve onlara mükellef bir sofra hazırladı. Her birine bir bıçak verdi, beri taraftan da Yusuf'a "çık karşılarına" dedi. Görür görmez hepsi onu gözlerinde çok büyüttüler ve (şaşkınlıkla) ellerini kestiler. Dediler ki: "Hâşâ! Allah için, bu bir insan değil, olsa olsa yüce bir melektir."32: "İşte" dedi, "bu gördüğünüz, beni hakkında kınadığınız (gençtir). Yemin ederim ki, ben bunun nefsinden yararlanmak istedim de o, namuslu davrandı. Yine yemin ederim ki, emrimi yerine getirmezse, muhakkak zindana atılacak ve kesinlikle zelillerden olacaktır".33: Yusuf dedi ki: "Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer sen, bu kadınların tuzaklarını benden uzak tutmazsan, ben onların tuzağına düşerim ve cahillik edenlerden olurum".34: Bunun üzerine Rabbi, onun duasını kabul buyurdu da ondan onların tuzaklarını bertaraf etti. Muhakkak ki O, evet O, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.35: Bu kadar delili gördükleri halde, sonra yine de Yusuf'u bir süre için zindana atma düşüncesi ağır bastı.Kurantime olarak daha kaliteli çalışmalar yapabilmemize destek olmak isterseniz bize Gofundme üzerinden katkıda bulunabilirsiniz.https://www.gofundme.com/f/kuran-time...
“Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus 62)“Onlar iman etmiş ve Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır.” 63“Korku ancak gelecekle ilgili olur, yani ileride korkutan bir şeyin meydana gelmesinden dolayı korkulur. Hüzün ise ancak geçmişte olan birşeyle ilgili olur. Bu, ya geçmişte insanın hoşuna gitmeyen birşeyin meydana gelmiş olmasından ötürü, yahut da arzu edip sevdiği bir şeyi elde edememiş olmasından dolayı olur.Bazı muhakkikler şöyle demişlerdir: "Veliler için, korku ve hüznün olmamasının söylenmesi, ya onlar bu dünyada iken olur, yahut ahirette iken olur. Birincisi, şu sebeplerden ötürü olamaz;Bu, dünyada olmaz. Çünkü burası, korku ve keder yurdudur. Hele mü'min, Hz. Peygamber (s.a.s)'in şuhadislerinde de buyurduğu gibi, bundan hiç kurtulamaz: "Dünya, mü'minin (adetâ) hapishanesi, kâfirin de cennetidir"“İman etmek" kelimesi nazarî kuvvetin {tefekkür kuvvetinin) mükemmelliğine, "takvaya ermek" tabiri de amelî kuvvetin mükemmelliğine işarettir. Burada bir başka husus da, imanın, itikad ve amelin toplamına hamledilmesidir. Sonra biz "velî"yi, bütün bu hususlarda ittikâ sahibi olarak tavsif ederiz. Takva, ilim hududunda olur ve o hududu aşar. Çünkü Allah'ın celâli, beşer aklının ihata edip kavrayamayacağı derecede yücedir. Binâenaleyh sıddîk, Allah Teâlâ'yı, celâl sıfatlarından bir sıfatla tavsif ettiğinde, Allah'ın kemâl ve celâlinin, kendisinin bildiğine münhasır olmasından tenzih eder. Yine o, Allah'a ibadet ettiğinde Allah'ı,böylesi bir hizmet ve ibadete layık olmaktan tenzih eder. (Yani O'nun pek çok mükemmel tarzda yapılacak ibadetlere müstehak olduğunu düşünür.) Böylece o kimsenin devamlı olarak havf ve takva makamındaolmuş olduğu sâbıt olur.Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s)'in: "Onlar, aralarında bir akrabalık ve alıp-verecekleri bir malolmadığı halde, birbirlerini Allah için seven kimselerdir. Allah'a yemin olsun ki onlann yüzleri nurdur ve insanlar korkup hüzünlendikleri zaman, onlar korkup hüzünlenmezler" dediğini ve bu ayeti okuduğunu rivayet etmiştir.Yine, Hz. Peygamber (s.a.s)'in: "Onlar öyle insanlardır ki, onları görenler Allah'ı hatırlarlar" buyurduğu rivayet edilmiştir. Bunun sebebi şudur: Onlarda görülen, huşu ve huzû alâmetlerinden ötürü, bir de Hak Teâlâ onlar hakkında, "Secde izinden nişanları yüzlerindedir" (Fetih, 29) buyurduğu için, onların bütün bakıp müşahede edişleri, ahireti hatırlamaya yöneliktir.Herşeyin "velî"si, ona yakın olan demektir. Allah'a mekân ve cihet bakımından yakın olmak imkânsızdır. O halde ona yaklaşmak, ancak insanın kalbi, Hak Teâlâ'yı bilmenin nuruna garkolduğunda olur. Bu kimse, baktığında, Allah'ın kudretinin delillerini görür; dinlediğinde Allah'ın ayetlerini dinler; konuştuğunda, Allah'ı sena eder; hareket ettiğinde, Allah'a kulluk ve hizmet için hareket eder, çalışıp çabaladığında, Allah'a taat için çalışıp çabalar. İşte bu şekilde de, Allah'a son derece yaklaşmış olur. İşte bu şahıs, Allah'ın velîsidir.İnsan böyle olduğunda, Allah da onun dostu ve velîsi olur. Nitekim Hak Teâlâ, "Allah imân edenlerin velîsi (yardımcısı)dır. Onları karanlıklardan nura çıkarır" (Bakara 257)Bu müjdeden maksad, sâlih rüyadır. Hz. Peygamber (s.a.s)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Büşrâ (müjde), müslümanın kendisinin gördüğü veya senin, onun için gördüğün salih (güzel) rüyadır," Yine Hz. Peygamber (s.a.s) “Peygamberlik gitti (bitti), geriye mübeşşirât (müjdeci rüyalar) kaldı.”Bil ki ayetteki, "büşrâ" tabirini "sâdık rüya" manasına aldığımızda, ayetin zahiri bu halin ancak veliler için söz konusu olmasını gerektirir. Akı! da buna delalet eder. Çünkü Allah'ın velisi, kalbi ve ruhu zikrullaha gömülmüş kimsedir. Binâenaleyh kim böyle olur ise, uyurken de ruhunda sadece marifetullah bulunur.Marifetullah'ın ve Allah'ın celâlinin nurunun da, ancak hakkı ve doğruluğu göstereceği malumdur. Ama fikri, bu bulanık ve karanlık âlemin hallerine dağılmış kimse, uyuduğu zaman da böyle dağınık kalır.
150. Bu mektûb, hâce Muhammed Kâsıma gönderilmişdir. Aranılmağa, gönlünü vermeğe lâyık olan ancak Vâcib-ül-vücûd teâlâ olduğu bildirilmekdedir: Hâce Muhammed Kâsım kardeşimizin okşayıcı mektûbu geldi. Bizleri sevindirdi. Dünyâ işlerinin bozuk gitmesinden ve hâlinizi toparlayamadığınızdan hiç sıkılmayınız! Çünki dünyâ işleri, üzülmeğe değmez. Bu dünyâda olan herşey geçecek, yok olacakdır. Allahü teâlânın râzı olduğu şeylerin arkasında koşmak lâzımdır. Güç olsa da, kolay olsa da, bunları yapmağa çalışmalıdır. Aranılacak, gönül verilecek (Vâcib-ül-vücûd)dan, ya'nî hep varlığı lâzım olandan başka hiçbir şey yokdur. Hele sizin gibi kıymetli ve akllı insanların, geçici, yok olucu şeylere gönül vermesi, pek yazık olur. Bununla berâber, bir hizmet ve bir iş için işâret buyurulursa, onu seve seve yaparız. Vesselâm.152. Bu mektûb, nakîb seyyid şeyh Ferîde yazılmış olup, Resûlullaha itâ'at, Allahü teâlâya itâ'at demek olduğu bildirilmekdedir: Cenâb-ı Hak, Nisâ sûresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itâ'at etmenin kendisine itâ'at etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, Onun Resûlüne “sallallahü aleyhi ve sellem” itâ'at edilmedikçe Ona itâ'at edilmiş olmaz. Bunun pek kat'î ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerîmede, (Elbette, muhakkak böyledir) buyurdu ve ba'zı doğru düşünemiyenlerin, bu iki itâ'ati birbirinden ayrı görmelerine meydân bırakmadı. Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinin, (Kâfirler, Allahü teâlânın emrleri ile Peygamberlerin emrlerini birbirinden ayırmak istiyor. Yahûdîler diyor ki, biz Mûsâ aleyhisselâma inanırız. Îsâ ile Muhammed aleyhimesselâma inanmayız. Hıristiyanlar ise, yalnız Îsâ aleyhisselâma inanıp, ona hâşâ, Allah'ın oğlu diyor. Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Hepsi kâfirdir. Bunların hepsine Cehennem azâbını hâzırladık) meâlindeki yüzellinci âyetinde, bu iki itâ'ati ayrı görenlerden şikâyet buyurmakdadır. Meşâyıh-i kirâmdan birkaçı, aşk serhoşluğu ve kendinden geçdikleri zemânda, bu iki itâ'atin birbirinden ayrı olduğunu gösteren sözler söylemişlerdir. Birini ötekinden dahâ çok sevdiğini bildirmişlerdir. İşitdiğimize göre, sultân Mahmûd-i Gaznevî, bütün Asyâya hâkim olduğu zemânda, Harkan şehrine yakın gelmişdi. Adamlarından birkaçını, Harkana, Şeyh Ebül-Hasen-i Harkânî hazretlerinin huzûruna göndermişdi. Şeyh hazretlerini yanına çağırmışdı. “Şeyh efendi gelmek istemezse, (Allahü teâlâya ve Onun Resûlüne ve siz müslimânlardan olan âmirlere itâ'at ediniz!) meâlindeki âyet-i kerîmeyi kendisine okuyunuz” demişdi. Sultânın adamları, şeyh hazretlerinin gelmek istemediğini görerek, bu âyet-i kerîmeyi okudular. Şeyh hazretleri buna karşılık, (Allahü teâlânın itâ'atine o kadar çok dalmış bulunuyorum ki, Resûle itâ'at etmekden hayâ ediyorum. Âmire itâ'ate vakt nerede?) buyurdu. Şeyh hazretlerinin bu sözü, Allahü teâlânın itâ'atini, Resûlünün itâ'atinden ayrı bildiğini göstermekdedir. Bu söz, doğru yoldan ayrılmış olmanın alâmetidir. Hâlleri doğru olan büyükler, böyle sözler söylemezler. İslâmiyyetin ve tarîkatin ve hakîkatin bütün basamaklarında, Resûlullaha itâ'atin, Allahü teâlâya itâ'at olduğunu bilirler. Resûlullaha itâ'at ile olmayan Allaha itâ'atin, dalâlet, sapıklık olduğuna inanırlar. Yine işitiyoruz ki, Mehene şehrinin şeyhi, şeyh Ebû Sa'îd-i Ebül Hayr ile oturuyordu. Horasandaki seyyidlerin büyüklerinden olan Seyyid Ecel de yanlarında idi. Şü'ûru yerinde olmıyan bir meczûb içeri girdi. Şeyh hazretleri, bu meczûbu, şeyh Ecelin üst yanına oturtdu. Bu hâl, seyyide ağır geldi. Şeyh hazretleri, seyyide dönerek, (Size olan saygımız, Resûlullahı sevdiğimiz içindir. Bu meczûbu ise, Allahü teâlâyı sevdiğimiz için yüksek tutuyoruz) dedi. Allahü teâlânın sevgisi ile, Resûlullahın sevgisini ayırd eden, böyle sözleri de, doğru yolun büyükleri uygun görmezler. Allah sevgisinin, Resûlullaha olan sevgiden çok olmasının, tarîkat serhoşluğundan ileri geldiğini bilirler. Böyle sözlerin söylenmesine izn vermezler. Şu kadar var ki, vilâyet derecelerinde yükselmiş olanlarda, Allahü teâlânın sevgisi dahâ çokdur.
Bu bölümü dinliyor olmanız, aslında düşündüğünüzden çok daha karmaşık bir tesadüfler zincirinin sonucu… Kontrolümüz dışında gelişen pek çok unsur bir araya gelip hayatımızın gidişatını oluşturuyor. Bu anlamda şansın gerçekten de kritik olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bazı insanlar şanslı olduklarına inanırken bazıları da her ne yaparlarsa yapsınlar kötü şanslarının dönmediğini düşünürler. Bunun bilimsel bir dayanağı var mı, ya da daha şanslı olmak mümkün mü? 111 Hz'in bu bölümünde, şanslı insanların ortak özelliklerini konuşuyoruz. Sunan: Barış ÖzcanHazırlayan: Gülşah DimSes Tasarım ve Kurgu: Metin BozkurtYapımcı: Podbee Media------- Podbee Sunar -------Bu podcast, getirfinans hakkında reklam içerir. getirfinans iyi faizi vade beklemeden günlük kazandırır. Kredi faiz oranı düşüktür. Aidatsız kredi kartı sunar. Para transferinden ücret almaz. Sen de getirfinanslı ol.Bu podcast, Garanti BBVA hakkında reklam içerir.Bonus Platinum Dinamik'le tanışın!Kendiliğinden saatte bir değişen güvenlik koduyla internet alışverişlerinin en yeni ve daha da güvenli ödeme yöntemi!See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Öncelikle özür dilerim.Neredeyse yirmi gündür buralarda yokum.T24 yazılarımı takip ediyorsanız, Sırrı Süreyya Önder'in hastaneye kaldırılmasıyla birlikte İstanbul'da olduğum her günü hastanede geçirdiğimi görmüş, okumuşsunuzdur."Hastane Günlükleri" adı altında oradan her gün yazılar kaleme aldım.Bunun dışında da dünyayla ilişkim tamamen kopmuş gibi oldu.Ve tabii size, Yeni Haller'in dinleyicilerine de hem bu yirmi günün hikayesini hem de biraz Sırrı Süreyya'yı anlatmak istedim.Biraz dertleşmiş olalım dedim.Artık hayat bize başka dert vermezse (vermesin lütfen) podcast'lere tam gaz devam!Bir de olur da "Hastane Günlükleri"ni okumak isterseniz diye, şuraya bir link bırakayım.
“Ey ademoğulları; her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için ama israf etmeyin. Çünkü O; israf edenleri sevmez.” (A'raf 31)“De ki: Allah´ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” A'raf 32"Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir." (İsra 27)İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: Cahiliyye Arap kabileleri, Kabe'yi çırılçıplak olarak tavaf ederlerdi. Bunu, erkekleri gündüz, kadınları da geceleyin yaparlardı. Minâ'da mescide, ibadet ettikleri yere geldiklerinde, elbiselerini tamamen çıkararak, o yere çırılçıplak girer ve "Biz, içinde (giyinik iken) günah işlediğimiz elbiselerle tavaf (ibadet) etmeyiz" derlerdi. Bazıları da şöyle derlerdi: "Biz bunu, uğur sayarak yapıyoruz. Elbiselerimizi soyup attığımız gibi, günahlarımızdan da soyunup kurtulmuş oluyoruz." Onlar elbiseleri ile ibadet ediyor, yaşayacak kadar yiyor, et ve iç yağı yemiyorlardı. Bundan dolayı, müslümanlar, "Ya Resûlallah, bizim böyle yapmamız daha münasiptir" deyince, Cenâb-ı Hak bu ayeti indirdi. Bu, "Elbiselerinizi giyiniz, et ve iç yağı yiyiniz, (içilecek şeyleri) içiniz, ama israf etmeyiniz" demektir.Ayetteki "Zînetinizi alın"sözü, bir emirdir. Emrin zahiri vücûb (farziyyet) ifade eder. Dolayısiyle bu, her namaz kılındığında setr-i avretin vacib olduğunu gösterir.Bu, Ebu Bekr el-Esam'ın görüşüdür. Buna göre ayette bahsedilen israftan murad, cahiliyye Araplarının "bahire" ve "sâibe" gibi hayvanları haram saymalarıdır. Çünkü onlar o hayvanları, mülkiyetlerinden çıkarıyor ve onlardan istifade etmiyorlardı. Yine onlar hacc yaparlarken, Allah'ın kendilerine helal kıldığı bazı şeyleri haram sayıyorlardı. İşte bu da israftır.Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Çünkü O, israf edenleri sevmez" buyurmuştur. Bu cümle, tehdidin doruk noktasını ifade eder. Zira, Allah'ın sevmediği herkes, sevabtan mahrum olarak kalır. Çünkü, Allah'ın kulunu sevmesi, ona mükâfatını ve sevabını ulaştırarak vermesi demektir. O halde, bu sevginin olmaması, sevabın ve mükâfatın olmaması demektir. Her ne zaman sevab bulunmazsa, orada ceza söz konusu demektir.Bu, bütün zînet çeşitlerini içine alan bir kelimedir. Böylece, ayette bahsedilen zînetin hükmüne, her türlü süsleme çeşitleri, bedeni her türlü şeyden temizleme, binecek şeyler ve her türlü takı çeşitleri dahil olur. Çünkü, bütün bunların hepsi bir zînettir. Eğer erkeklere, altın ve ipeğin haram olduğu hususunda bir nass (hadis) bulunmasaydı, bunlar da bu umûmî ifadenin hükmüne dahil olurlardı.Yine, ayette bahsedilen "temiz ve hoş rızıklar..." ifadesinin kapsamına, her türlü yiyecek ve içeceklerden leziz ve iştah çekici olanları girdiği gibi, aynı şekilde bunun hükmüne kadınlar ve güzel kokulardan faydalanmak da dahildir. Osman İbn Maz'ûn'dan rivayet edildiğine göre o, Hz. Peygamber (s.a.s)'e gelerek, "Nefsimin bana telkini, kendimi hadım etmeme karar verme hususunda bana üstün geldi..." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Yavaş ol, ey Osman! Benim ümmetimin hadımlığı, oruçtur" buyurdu. Bunun üzerine Osman, "Nefsim bana, ruhban olmamı telkin ediyor" dedi. Buna karşılık Hz. Peygamber, "Benim ümmetimin ruhbanlığı, namaz vaktini beklemek için, mescidlerde beklemektir" buyurdu. O, "Nefsim bana, yeryüzünde seyahat etmemi telkin ediyor" deyince, Hz. Peygamber "Benim ümmetimin seyahati, savaşmak, hacc ve umre yapmaktır"; O, "Nefsim bana, malik olduğum bütün şeyi elden çıkarmamı telkin ediyor" deyince, Hz. Peygamber, "(Bu hususta) evla olan, senin, kendin ve çoluk çocuğuna harcaman, yetim ve yoksula acıman ve onlara bundan daha iyisini vermendir." O, "Nefsim bana, eşimle cima etmememi telkin ediyor" deyince,
“Peygamberlerin, sıddıkların ve salihlerin geniş ve doğru yoluna nasıl girilir? Dünya âhirete perdedir. Ahirete dalmaksa dünya ve öbür âlemin sahibine perdedir. Yaratılmışlara dalmak, Yaratan'dan ayırır. Hangi yaratılmışa gönül kaptırırsan, ruh pencerene perde çekmiş olursun. Halka [yaratıklara] bakma. Dünyaya, kalpten sevgi gösterme. Hakk'tan gayri şeylere iltifat etme, onun kapısına varıncaya kadar böyle devam et. Sır adımlarını aç. Zühd hâlini geliştir. Her kötü histen soyun. O'nun varlığında hayran ol. O'ndan yardım iste. O'na sığın., O'na bak. Geçmişteki İlâhî bilginin hükmünü gözet. Kalbini O'na vardırmaya çabala. Sırrını O'na ilet, bunu gerçekleştirdiğin an, O'nun yakınlık eli seni tutar, kendine çeker. Yeni hayatla tevhid verir ve kalpler üzerine sultan olursun. Kalp âlemi tüm emrini senden alır. Hastalığı olursa şifasını sen verirsin, işte bundan sonra dünyaya bakman caiz olur. Bu üstün hâlleri benliğinde topla, sonra dünyaya dön...Velayet hâlinin işareti vardır; o işaretler velîlerin yüzlerinden okunur. Onu anlayış sahipleri sezer. O işaretler velayet hâlini anlatmaya yeter; dile ne hacet...Ruh esenliği dileyen, nefsini atsın... Malını kalbine koymasın... Neyi varsa Hak uğruna harcasın. Hamurdan ve sütten kıl alırcasına dünyayı iç âleminden atsın. Âhireti de aynı şekilde yapsın. Hakk'ın gayri şeylerden üryan olsun, işte o zaman her şeyin hakkı verilir. Dünya ve âhiretten gelecek şeyler gelir. Sen onların peşine koşmazsın. Dünya, yerinde otururken yanaşma; onu ayağa kaldır. Tepsiyi başı üstüne aldır; sonra al ye! Hakk'ın kapısına durana böyle hizmet edilir; çünkü büyüktür. Nefis, önünde el pençe divan duranı zelil eder, perişan eder. Nefse hâkim olanların hemen hepsi, istiğna sahibidir. Nefse ihtiyaç arz etmekten beridirler.İman yolcuları dünyayı yitirmeye gönüllüdür. Allah'tan her zaman hoşnut olurlar. Allah onlardan razı olduktan sonra âhiret onlara göre hiçtir. Onlar Allah'tan, Allah'ı talep ederler. Dünyalık şeylerin taksimli olduğunu bilirler; bu sebeple ona kalplerini kaptırmaktan vareste olurlar. Öbür âlemde vaad olunan cennet ve nimetlerin, sahipleri için ayrılmış olduğunu bildiklerinden onun da peşine düşmezler. İşleri O'nun içindir; O'nun zatından öteye bir talep sahibi değillerdir.Faraza onlar bir gün cennete girseler. Hak nurunu göremeyince hiçbir yere bakmazlar. Kalbinde maddî varlıklar besleyen, yalnız kalmayı ve huzura dalmayı elde edebilir mi?.. Halkı ve sebepleri tesirsiz görmeyen, peygamber kervanına katılamaz. O büyük zincire halka olamaz; olmak dileyen azla yetinmeli. Çoğu, kader eline bırakmalı. Dünyalığın azı da yeter. Çok malın olsa, çok mu yiyeceğini sanıyorsun? Rahat mı bulacağını ümit ediyorsun?..Çok şeyleri bulmak için taarruza geçme; yıkılırsın. Çok mal istenmeden gelirse iyi olur. Onun saklanması da kolaydır. Giderse üzülmezsin. Gece sabahlara kadar mal hesap edip uykunu kaçırmazsın, rahatın bozulmaz.Hasan-ı Basrî (Allah ondan razı olsun) şöyle der: “İnsanlara sözünle ve işinle öğüt ver.”Ey vaiz, iç âlemin temizliği ile insanlara öğüt ver. Kalbini nurlandır. Ve onun nuru ile halka nasihat et. İçin kirli olduğu zaman dışın süsü ile onlara öğüt vermeye kalkma. İman sahiplerinin kalbi yaratılmadan imanları yazıldı. Bu geçmişin bilgisidir. Bunun üzerinde durmak caiz değildir. Ona dayanarak hüküm yürütmek doğru olmaz.Kalplerimiz iman nuruna ermek için gayretli olursa, Rabbimiz bize onu verir. Dilerse, çalışmadan da... O bizim çalışma ve yorulma hâlimize acır ve nurunu nasip eder. Utanmaz mısınız; nasıl tevil eder, tebdile uğraşırsınız?.. Mevlâ, zâtını vasfetmiş; onu başkası ile değiştirmek sizin ne haddinize?.. Sizden önce gelen sahabeye ve onlara uyanlara yeten bir din, size nasıl yetmiyor? Aziz ve Celil olan Rabbimiz, yaratıcılık sıfatını Arş'da yerleştirmiştir. Bunun şekli ve benzeri yoktur; yokluğu da iddia edilemez.
Dollywood'un, Pan's Labyrinth - Pan'ın Labirenti'ni ele aldığımız, Dr. Burcu Alkan'ın konuk olduğu yeni bölümü yayında!Bu zamana dek bilimkurgu filmlerini daha çok pozitif bilimler perspektifinden incelediğimiz Dollywood'da, bundan böyle farklı türlerden filmleri gerek pozitif bilimler, gerekse de sosyal bilimler açısından değerlendiriyor olacağız! Bu bakımdan bizim adımıza bir ilkin yaşandığı bu bölümde, Pan'ın Labirenti filmini Yeditepe Üniversitesi'nden Dr. Burcu Alkan ile birlikte sosyal bilimler açısından ele aldık. Gerçek dünyayla, alıştığımızdan oldukça farklı şekilde resmedilmiş olan masal dünyası arasındaki tezatları merkeze aldığımız sohbetimizde, ilk bakışta oldukça farklı görünen bu iki statükonun aslında hem hikâyesel hem de sinematografik açıdan filme ne kadar başarılı şekilde hizmet ettiğini ele aldık. Bunun yanı sıra muhabbetimiz ataerkillikten Frankenstein'a, Gandalf'tan Luciferase proteinine dek uzandı. Film hakkındaki yorumlarınızı bekliyoruz. Keyifli seyirler!
Dünya ticaret savaşlarının arefesinde. ABD Başkanı Donald Trump, “Amerika'nın altın çağı başlıyor” diyerek yeni gümrük vergisi kararını imzaladı. Yeni gümrük vergilerinin oranı yüzde 10 ila yüzde 50 arasında değişiyor. Çin'e yüzde 34,, Avrupa Birliği'ne yüzde 20,, Japonya'ya yüzde 24 oranında ek gümrük vergisi getirildi.. Türkiye'ye ise yüzde 10 oranında ek vergi uygulanacak. Trump, "ticaret açığı tehdidi ortadan kalkana kadar yeni tarifeler yürürlükte kalacak" dedi. Amerika'nın bu adımına dünyadan karşılık gelecek. Başta AB olmak üzere birçok ülke ABD'ye karşı gümrük tarifeleri duyuracak. Bunun dünyada ticaret savaşlarını doğurmasından endişe ediliyor. Kayıttayız'da yeni tarifelerin Amerika ve dünyaya olası etkileri konuşuldu.
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu bölümde burçlara inanıp inanmadığımızı, en sevdiğimiz ve en kaçtığımız burçları konuştuk! Bir Akrep ve bir Oğlak olarak kendi burçlarımızı masaya yatırırken, astrolojiye dair eğlenceli stereotipleri de tartıştık. Sizce burçlar gerçekten karakterimizi yansıtıyor mu, yoksa hepsi tesadüf mü?
TÜRK MUTFAĞI Türk mutfağı, Türkiye'nin ulusal mutfağıdır. Osmanlı kültürünün mirasçısı olan Türk mutfağı, Balkan ve Ortadoğu mutfaklarından etkilenmiş ve aynı zamanda bu mutfakları da etkilemiştir. Ayrıca Türk mutfağı yörelere göre farklılıklar gösterir. Karadeniz mutfağı, Güneydoğu mutfağı, Orta Anadolu mutfağı gibi birçok yöre kendine ait zengin bir yemek kültürüne sahiptir. ÇORBALAR Çorba özellikle kış aylarında Türk mutfağının vazgeçilmez bir parçasıdır. Mercimek çorbası, ezogelin çorbası, yoğurt çorbası ve tarhana çorbası en çok tercih edilen çorbalardır. Ancak Türk mutfağı bunların yanı sıra sayısız miktarda çorbalar içerir. Etler, sebzeler ve baklagiller genellikle çorbaların ana malzemeleridir. Et suyu, un, yoğurt ve sebzeler çorbaların besleyici bir hale getirmek için kullanılır. ET YEMEKLERİ Türk mutfağındaki et yemeklerinin çoğu kebaplar, köfteler ve tencere yemeklerinden oluşmaktadır. Kebaplar genellikle lokantalarda yenen ve ızgara yöntemiyle pişirilen yemeklerdir. Kebaplar arasında döner kebap en sevilenler arasındadır. Ayrıca Bursa iskender kebabı, Adana kebabı, Urfa kebabı ve pirzola da çok yaygındır. Köfteler, kıymanın, ekmek içi, soğan ve çeşitli baharatlarla yoğurulmasıyla hazırlanır. Köfteler, ızgara, fırınlama, kızartma veya sulu yemek olarak yapılabilir. Akçaabat köftesi, İnegöl köftesi, Tekirdağ köftesi yurt çapında en çok sevilen köfteler arasındadır. SEBZE YEMEKLERİ Türk mutfağı sebze yemekleri açısından da çok zengindir. Dolmalar ve etli sebze bunların en meşhurlarındandır. Etli fasulye, karnıyarık, etli kabak, etli bezelye, etli türlü, etli mercimek ve nohut, etli ıspanak, lahana ve pırasa dâhil çok sayıda yemek mevcuttur. Aynı zamanda birçok sebze ızgara yöntemiyle ve kızartılarak pişirilebilir. HAMUR İŞLERİ Lahmacun, etli ekmek, pide, mantı ve börekler, Türk mutfağının en sevilen hamur işleri arasındadır. Ayrıca pilav ve makarnalar da bu sınıfa katıldığında çok geniş bir çeşitlilik ortaya çıkar. SOĞUK VE SICAK İÇECEKLER Dünyanın her yerinde sevilen gazlı içecekler ve meyve sularının yanı sıra Türk mutfağının kendine has içecekleri de mevcuttur. Yoğurdun sulandırılmasıyla yapılan ayran tamamen Türkiye'ye özgü bir içecektir. Bunun dışında şalgam suyu ve şerbet de Türkiye'nin kendine özgü soğuk içecekleri arasındadır. Sıcak içecekler arasında Türk kahvesinin ve Türk çayının özel bir yeri vardır. Türk kahvesi kabaca çekilmiş kahvenin cezve denilen uzun saplı kaplar içinde pişirilmesiyle hazırlanır. Dünya çapında ün kazanmış olan Türk kahvesi fincan denilen küçük bardaklar içinde servis edilir. TATLILAR Türk mutfağı tatlılar açısından oldukça zengindir. Baklava, kadayıf, lokma gibi hamurlu tatlılar; muhallebi, keşkül, kazandibi, sütlaç gibi sütlü tatlılar; hoşaf ve kompostolar, revani, helva, aşure ve kabak tatlısı gibi tatlılar Türk mutfağında geniş yer tutar. Baklava, Türk mutfağının en tanınmış tatlıları arasındadır. Çok ince açılmış yufkanın arasına fındık, ceviz veya Antep fıstığı konulur ve fırında pişirilir. Bu karışım daha sonra şerbetle tatlandırılarak servise hazır hâle getirilir. Revani, irmik helvası gibi bazı tatlıların yapımında irmik kullanılır. Türkiye'deki dini inançlar arasında yer alan aşure; buğday, kuru üzüm, fasulye ve nohut gibi birçok bitkisel malzeme kullanılarak hazırlanan bir tatlıdır. Kabak tatlısı, bal kabağının üzerine şeker eklenerek pişirilir. Bu tatlı sonbahar ve kış aylarında tercih edilen Türk mutfağına has bir tatlıdır.
Selamlar,Bu bölüm biraz "flaş haber" gibi oldu.Şöyle ki; Gazete Duvar haber sitesi hafta ortasında kapanacağını açıkladı. Kapanma gerekçesi gelirlerin düşmesiydi ve en büyük neden de Google algoritmasının 2024 Eylül'ünde ve bu yılın başında bağımsız haber platformları için bazı ürünlerinden gelen trafiği neredeyse sıfırlaması olarak ifade edildi.Akabinde dokuz bağımsız medya platformu (Artı Gerçek, BirGün, Diken, Ekonomim, Gazete Pencere, ilketv.com.tr, Kısa Dalga, Medyascope, T24) Google algoritmasındaki değişimin kendileri için de hayati tehlike arz ettiğini duyurdu.Ve ben tam bu esnada Google Search (Arama) küresel sözcüsü Danny Sullivan'la bir röportaj yaptım.Bunun üzerine tüm gözler iki güne yayarak T24'te yayımladığımız bu röportaja çevrildi.Birkaç TV canlı yayınına katıldım vs...Sonra dedim ki; "E benim bunları Yeni Haller dinleyicilerine de anlatmam lazım. Ne oldu? Nasıl oldu? Neden oldu?..."İşte bu bölümde bunları anlatıyorum size.Röportajı da okumak isterseniz link'leri bırakıyorum buraya:BölümBölümİyi dinlemeler...Biliyorsunuz Yeni Haller sizlerin desteğiyle yayın hayatına devam eden bir podcast kanalı.Beni aşağıdaki link'lerden destekleyebilirsiniz:www.patreon.com/yenihallerYeni Haller'in bir de Buy Me A Coffee hesabı var artık. Buradan destek olmak çoook daha kolay. Patreon'da sorun yaşayanlar için açtım efendim. Buyurun:https://www.buymeacoffee.com/yenihallerBölümde bahsi geçen Yeni Haller'in T24 Youtube kanalındaki özel içeriklerine şuradan ulaşabilirsiniz:T24 Youtube Yeni Haller ListesiBana ulaşmak için:https://www.instagram.com/eray_ozerhttps://twitter.com/ErayOzeryenihallerpodcast@gmail.com
Davranışları Dəyişdirmək Niyə Çətindir? Necə Asanlaşdıra Bilərik?Yeni davranışlar formalaşdırmaq və köhnə, istəmədiyimiz vərdişlərdən qurtulmaq çox vaxt çətin olur. Bunun əsas səbəbləri bunlardır: beynin müqaviməti,Kimliklə bağlılıq, Avtomatik reflekslər.Davranış dəyişdirmək çətindir, çünki beynimiz status-kvonu qorumağa meyllidir. Amma kiçik addımlarla başlamaq, mühitimizi dəyişdirmək və kimliyimizi yeni vərdişlərimizə uyğun formalaşdırmaq prosesi asanlaşdırır. Əsas məsələ davamlılıqdır.
Indigenous knowledge of local ecosystems often challenges settler-colonial cosmologies that naturalize resource extraction and the relocation of nomadic, hunting, foraging, or fishing peoples. Questioning Borders: Ecoliteratures of China and Taiwan (Columbia UP, 2023) explores recent ecoliterature by Han and non-Han Indigenous writers of China and Taiwan, analyzing relations among humans, animals, ecosystems, and the cosmos in search of alternative possibilities for creativity and consciousness. Informed by extensive field research, Robin Visser compares literary works by Bai, Bunun, Kazakh, Mongol, Tao, Tibetan, Uyghur, Wa, Yi, and Han Chinese writers set in Xinjiang, Tibet, Inner Mongolia, Southwest China, and Taiwan, sites of extensive development, migration, and climate change impacts. Visser contrasts the dominant Han Chinese cosmology of center and periphery that informs what she calls “Beijing Westerns” with Indigenous and hybridized ways of relating to the world that challenge borders, binaries, and hierarchies. By centering Indigenous cosmologies, this book aims to decolonize approaches to ecocriticism, comparative literature, and Chinese and Sinophone studies as well as to inspire new modes of sustainable flourishing in the Anthropocene. Robin Visser is professor and associate chair of the Department of Asian and Middle Eastern Studies at the University of North Carolina at Chapel Hill. She is the author of Cities Surround the Countryside: Urban Aesthetics in Postsocialist China (2010). Li-Ping Chen is a teaching fellow in the Department of East Asian Languages and Cultures at the University of Southern California. Her research interests include literary translingualism, diaspora, and nativism in Sinophone, inter-Asian, and transpacific contexts. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/new-books-network
Indigenous knowledge of local ecosystems often challenges settler-colonial cosmologies that naturalize resource extraction and the relocation of nomadic, hunting, foraging, or fishing peoples. Questioning Borders: Ecoliteratures of China and Taiwan (Columbia UP, 2023) explores recent ecoliterature by Han and non-Han Indigenous writers of China and Taiwan, analyzing relations among humans, animals, ecosystems, and the cosmos in search of alternative possibilities for creativity and consciousness. Informed by extensive field research, Robin Visser compares literary works by Bai, Bunun, Kazakh, Mongol, Tao, Tibetan, Uyghur, Wa, Yi, and Han Chinese writers set in Xinjiang, Tibet, Inner Mongolia, Southwest China, and Taiwan, sites of extensive development, migration, and climate change impacts. Visser contrasts the dominant Han Chinese cosmology of center and periphery that informs what she calls “Beijing Westerns” with Indigenous and hybridized ways of relating to the world that challenge borders, binaries, and hierarchies. By centering Indigenous cosmologies, this book aims to decolonize approaches to ecocriticism, comparative literature, and Chinese and Sinophone studies as well as to inspire new modes of sustainable flourishing in the Anthropocene. Robin Visser is professor and associate chair of the Department of Asian and Middle Eastern Studies at the University of North Carolina at Chapel Hill. She is the author of Cities Surround the Countryside: Urban Aesthetics in Postsocialist China (2010). Li-Ping Chen is a teaching fellow in the Department of East Asian Languages and Cultures at the University of Southern California. Her research interests include literary translingualism, diaspora, and nativism in Sinophone, inter-Asian, and transpacific contexts. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/east-asian-studies
Indigenous knowledge of local ecosystems often challenges settler-colonial cosmologies that naturalize resource extraction and the relocation of nomadic, hunting, foraging, or fishing peoples. Questioning Borders: Ecoliteratures of China and Taiwan (Columbia UP, 2023) explores recent ecoliterature by Han and non-Han Indigenous writers of China and Taiwan, analyzing relations among humans, animals, ecosystems, and the cosmos in search of alternative possibilities for creativity and consciousness. Informed by extensive field research, Robin Visser compares literary works by Bai, Bunun, Kazakh, Mongol, Tao, Tibetan, Uyghur, Wa, Yi, and Han Chinese writers set in Xinjiang, Tibet, Inner Mongolia, Southwest China, and Taiwan, sites of extensive development, migration, and climate change impacts. Visser contrasts the dominant Han Chinese cosmology of center and periphery that informs what she calls “Beijing Westerns” with Indigenous and hybridized ways of relating to the world that challenge borders, binaries, and hierarchies. By centering Indigenous cosmologies, this book aims to decolonize approaches to ecocriticism, comparative literature, and Chinese and Sinophone studies as well as to inspire new modes of sustainable flourishing in the Anthropocene. Robin Visser is professor and associate chair of the Department of Asian and Middle Eastern Studies at the University of North Carolina at Chapel Hill. She is the author of Cities Surround the Countryside: Urban Aesthetics in Postsocialist China (2010). Li-Ping Chen is a teaching fellow in the Department of East Asian Languages and Cultures at the University of Southern California. Her research interests include literary translingualism, diaspora, and nativism in Sinophone, inter-Asian, and transpacific contexts. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/literary-studies