POPULARITY
Buhârî Sahîh'inde, Resûl-i Ekrem'in (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Allâhü Te‘âlâ kadınlardan erkeklere benzemeye özenenlere, erkeklerden de kadınlara benzemeye özenenlere lânet etsin.” Başka bir rivâyette: “Allâhü Te‘âlâ kadınlardan erkekleşenlere lânet etsin” buyurulmuştur. Bir rivâyette Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allâhü Te‘âlâ erkeklerden kadınlaşanlara, kadınlardan da erkekleşenlere lânet etti” Yâni giyinişlerinde, sözlerinde erkeklere benzemeye özenen kadınlarla, kadınlara benzemeye çalışan erkeklere lânet etsin. Ebû Hüreyre (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in şöyle buyurdu dediği rivâyet olunmuştur: “Cenâb-ı Hâkk erkek giyinişi gibi giyinen kadına, kadın gibi giyinen erkeğe lânet etsin.” Kadın, erkeklerin kıyafetine büründüğü vakit Allâh (c.c.)'un ve Resûlü (s.a.v.)'in lânetine müstahik olur (hak kazanır). Kocası, kadının böyle giyinmesine imkân verdiği için o da lâneti hak etmiştir. Çünkü kocanın vazifesi hanımını Allâh (c.c.)'a taata yöneltmek, onun isyânına engel olmaktır. Nitekim Allâhü Te‘âlâ: “Ey îmân edenler, gerek kendilerinizi gerek âilelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insanla taştır” (Tahrîm s. 6) buyuruyor. Yâni, kendiniz hakkında vâcip olduğu gibi, onları da terbiye edin, onlara gerçekleri öğretin, Allâh (c.c)'a itaat etmelerini emredin, mâsiyetten (günâhtan, isyandan) sakındırın. Nâfi şöyle anlatıyor: İbn Ömer ve Abdullah b. Amr, Zübeyr b. Abdulmuttalib (r.a.e.)'in yanında bulunuyorlardı. Koyun güden bir kadın sırtında ok dağarcığı karşıdan çıka geldi. Abdullah b. Ömer (r.a.): “Sen kadın mısın, erkek misin?” “Kadınım” dedi. Bunun üzerine İbn Ömer (r.a.), İbn Amr (r.a.)'e döndü ve “Allâhü Te‘âlâ Peygamberi (s.a.v.) diliyle kadınlardan erkeklere, erkeklerden de kadınlara benzemeye özenenlere lânet etmiştir” buyurdu. (İmâm Şemsüddin ez-Zehebî, İslâm Şeriatinde Büyük Günâhlar, s.84-85)
Cenâb-ı Hâkk şöyle buyurmuştur: **“Ey Peygamber, şüphesiz seni biz, bir şahit, müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik.” (Ahzab s. 45)** Görüldüğü gibi Cenâb-ı Hâkk bu âyette onu, herkesin üstünde tutacak birçok vasıflar vermiştir. Birçok rütbeler de ihsân etmiştir. Önce onu ümmetine karşı, risaleti tebliğ ettiğine dair şahit tutmuştur ki bu pek büyük bir şereftir ve aynı zamanda bu sadece onun özelliklerindendir. İnanan ve Allâh (c.c.)'un emirlerine boyun eğenler için onu bir müjdeleyici kılarken, masiyet ehline karşı da bir uyarıcı ve Cehennem ateşinden korkutucu yapmıştır. Âyetin devamında onu tevhide çağıran, ibâdete çağıran bir davetçi, kendisiyle Hakka hidayet olunan, her tarafa nûr saçan bir kandil kılmıştır. Ata bin Yesar (r.a.) dedi ki: Abdullah b. Amr b. el-As (r.a.)'ı gördüm ve kendisinden bana Resûlullâh (s.a.v.)'in evsafından anlatmasını rica ettim. Şöyle dedi: “Vallahi o, Tevrat'ta, Kur'an'daki bazı vasıfları ile tasvif edilmiştir. Biliyorsunuz ki Kur'an'da O: **“Ey Peygamber, şüphesiz seni biz, bir şahit, müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik.” (Ahzab s. 45)** diye vasfedilmişti. Tevrat'ta da şöyle vasfedilmiştir: “Biz Sen'i, ümmilerin bir koruyucusu olarak gönderdik. Sen benim kulum ve peygamberimsin! Sana Mütevekkil adını verdim. Sinirli ve kaba değilsin. Sokaklarda gürültü ve kavga çıkarmazsın! Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, afveder ve bağışlarsın.” Eğri büğrü olan bir kavmi doğrultmadan Allâh (c.c.) O (s.a.v.)'in ruhunu kabz etmemiştir. Ümmet O (s.a.v.)'in vesilesiyle La ilâhe illallâh demek suretiyle belini doğrultmuştur. Allâh (c.c.) onların, kör gözlerini, sağır kulaklarını kapalı kalplerini O (s.a.v.)'in sayesinde açmıştır. **(Kadı İyaz, _Şifa-i Şerif_, s.32-33)**
فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟ Öyle ise beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim. Ve bana şükredin ve beni inkâr etmeyin.” وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يل“Ve Rabbinin ismini zikret ve her şeyden kesilerek O’na ulaş.” يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَث۪يراًۙ ﴿٤١﴾ وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً “Ey imân edenler! Allah’ı çok zikirle zikredin.” Sabah akşam O’nun yücelik ve eşsizliğini dile getirin. فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَاباً مَوْقُوتاً “Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin!” “Rabbini zikredenle etmeyenin hâli diri ile ölünün hâli gibidir.”Hadis Buharî, Peygamber efendimiz kendileri istiğfara devam etmiş, ümmetini de teşvik etmiştir (Buhârî, Deavât, 3; Tirmizî, Tefsîru Sûre, 47/1; İbn Mâce, Edeb, 57). Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz: "Vallahi ben Allah'a günde yetmiş defadan çok istiğfar ediyorum" buyurmuştur. Başka bazı hadislerde Hz. Peygamberin günde yüz defa istiğfar ettiği belirtilir (bk. Müslim., Zikr, 41; Ebû Dâvud, Vitr, 26; Tirmizî, Sûre, 47/1). Bu nedenle Ebû Hüreyre: "Peygamberden daha çok istiğfar edeni görmedim" İstiğfarın Allah nezdindeki değeri bir hadiste şöyle ifade edilir: "Kim yatağına girince üç defa; "estağfirullâhe'l-Azîm ellezî Lâ İlâhe İllâ hüve'l Hayyu'l-Kayyûm (Kendisinden başka hiç bir ilâh olmayan, diri ve her an yaratıklarını gözetip duran yüce Allah'tan bağışlanmamı dilerim)" derse, Allah günahlarını deniz suyunun damlaları kadar çok olsa da bağışlar" (Tirmizî, Deavât, 17) buyurulmuştur. "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in, O'nun elçisi olduğuna şehadet getirerek Allah'a mülaki olan kimse cennete girer" Kelime-i tevhîd, Allah (c.c.)’ye vâsıl oluncaya kadar perdeleri kaldırır. Tirmizî’de Abdullah b. Amr’dan Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilir:Ebû Hüreyre’den rivâyete göre Nebiyy-i Ekrem (asm) Efendimiz:“İki kelime vardır ki Rahman Teâlâ’ya sevgili, lisanda hafif mizanda da ağırdırlar. Bunlar, 'Subhanallahi ve bi hamdihi subhanallahi’l azîm.' kelimeleridir.” Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi, zikrini çok ediniz. Zîrâ o, cennetin hazinesidir.” TEVHİDNAME; Allah Teâlâ’nın varlığından, birliğinden, zât, sıfat ve fiillerinden, sonsuz kuvvet, kudret ve azametinden, eşsiz merhametinden bahseden, O’nun yüceliği karşısında başta insanoğlu olmak üzere bütün mahlûkatın aciz ve O’na muhtaç olduğunu anlatan edebî türe “tevhid” veya “tevhidname” ismi verilir.Fuzulî, Şeyhî, Nâbî ve Niyâzi Mısrî, M. Akif Ersoy ve Günümüzde ise Hocaefendi bir “Tevhîdnâme” yazmıştır.122 bahirden oluşmuştur. Son bahirde; Ey darda kalanların, canı gırtlağına dayananların, dergâh-ı ulûhiyetinin kapısının tokmağına dokunanların çağrılarına icabet buyuran Allah’ım! Hâl-i pür-melâlimiz Sana ayân.. canlarımız gırtlakta ve son kelime dudakta.. azıcık acı bize.. Hak duygusunun gönlümüzde hâsıl ettiği heyecan ve hafakandan, bâtıl duygu ve düşüncesine karşı koyma cehdi ve gayreti sebebiyle; yeryüzü bütün genişliğine rağmen daraldıkça daraldı; sadırlarımız ve nefsimiz bizi sıktıkça sıkmaya başladı. Ne olursun bizlere tez zamanda ferec ve mahrec nasip buyur!Benzer hâlet-i ruhiye yaşayan Hazreti Yakub gibi biz de yüce dergahının kapısına geliyor; şekvâmızı Sen’den değil, Sana yapıyoruz.. Evet, dağınıklığımızı, üzüntü ve kederimizi, ıztırap ve elemlerimizi Sana şikayet ediyor ve “Bir çâre!” diye yalvarıyoruz.Allah’ım! Sırlar semasının güneşi, zuhur eden nurların mücessem şekli, Celâl sıfatının mihveri ve Cemal burcunun merkez kutbunu teşkil eden Efendimiz Hazret-i Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) Ehadî tecellilere mazhar biricik ve latif zatına salat eyle!