Mevlana Takvimi

Follow Mevlana Takvimi
Share on
Copy link to clipboard

Mevlana Takvimi günlük takvim yazıları

Mevlana Takvimi


    • May 16, 2025 LATEST EPISODE
    • daily NEW EPISODES
    • 2m AVG DURATION
    • 2,014 EPISODES


    Search for episodes from Mevlana Takvimi with a specific topic:

    Latest episodes from Mevlana Takvimi

    ESMAÜ'L HÜSNA'DAN EL-ĞAFÛR -16 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 16, 2025 2:38


    Bir âyet-i kerimede, mealen şöyle buyrulmuştur: “De ki: Ey nefislerinde israfa giren, haddi aşarak günâh işlemekle nefislerine zulmeden kullarım. Allâh'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Muhakkak ki, Allâh bütün günâhları bağışlar. O Gafur ve Rahîm'dir.” (Zümer s. 53) Âyette geçen “nefis” kelimesi, “zât” mânâsına gelir ve insana emanet olarak verilen bütün organları, duyguları, hissiyatı, akıl ve kalbi içine alır. Aklını yanlış fikirlerle meşgul eden, kalbine bâtıl sevgileri yerleştiren, gözüyle harama bakan, diliyle yalan söyleyen, kısacası kendisine emanet verilen bütün o kıymetli aletleri ve duyguları, yanlış yolda kullanan insanlar “nefislerinde israfa girmiş” kullardırlar. Bu âyet-i kerime ile, insanların böyle bir israftan sakınmaları gereğine işaret edilmiş ve şeytana uyarak böyle bîr hataya düşmeleri halinde de ümitsizliğe kapılmayarak, Allâh (c. c.)'un mağfiretine sığınmaları ders verilmiştir. Her ikisi de “affedicilik” mânâsını ifade eden Gaffar ismiyle Gafur ismi arasındaki ince farkı, İmam Gazâlî (r.âleyh) şöyle açıklar: “Gaffar, tekrar tekrar affeden demektir. Gafur ise, affediciliği tam olup, afv ve mağfiretin en ileri derecesinde bulunan mânâsına gelir.” Bu iki isimden kulun alacağı nasip, iki maddede özetlenebilir: İnsan nefis ve şeytana uyarak bir günâh işlediğinde, derhal tövbe etmeli ve ümitsizliğe düşmemek için Allâh (c.c.)'un Gafur olduğunu hatırlamalıdır. Kulun bu isimden alacağı diğer nasip ise, mü'minlerin hatalarını örtmesi, başkalarına anlatmaması ve onları bağışlamasıdır. İnsan, kendi cüz'î izzetine karşı işlenen küçük hataları affedebilmelidir ki, sonsuz izzet ve azamet sahibi olan Allâh (c.c.)'a karşı işlediği isyanların affını dilemeye yüzü olabilsin. (Mustafa Necati Bursalı, Esmaü'l Hüsna Şerhi,s.1426)

    SAHABE (R.A.E.) INDINDE HZ. ÖMER (R.A.) -15 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 15, 2025 2:40


    Hz. Ebubekir es-Sıddik (r.a.), “Benim için yeryüzünde Hz. Ömer (r.a.)'den daha çok muhabbet duyduğum bir adam yoktur” demiştir. Hz. Ebubekir (r.a.) hasta olduğu vakit, “Ömer'i halife tayin ettiğinize göre Allâh (c.c.)'a ne diyeceksiniz?” diye soruldu. Hz. Ebubekir (r.a.) de, “Onlara içlerinden en hayırlı olanını tayin ettim diyeceğim” cevabını vermiştir. İbn Ömer (r.a.): “Resûlullâh (s.a.v.) vefat ettiğinden bu yana Hz. Ömer (r.a.)'den daha hiddetli ve daha cömert olan kimse görmedim” demiştir. İbn Mesud (r.a.): “Eğer Hz. Ömer (r.a.)'in hikmeti terazinin bir kefesine ve yeryüzünde yaşayanların hepsinin hikmeti de diğer kefesine konulacak olursa, Hz. Ömer (r.a.)'in bilgeliği ve ilmi hepsininkinden ağır basardı. Zira onlar, Hz. Ömer (r.a.)'in ilmin onda dokuzunu çektiğini bilirlerdi.” Huzeyfe (r.a.): “Beşeriyetin tüm hikmeti ve ilmi adeta Ömer'in bağrına gizlenmiş gibidir” demiştir. Yine Huzeyfe, “Andolsun ki, Ömer hariç Allâh (c.c.) yoluna hizmette kusur bulanların kınamalarının ilişmeyeceği başka kimseyi bilmem” demiştir. Hz. Aişe (r.anhâ) Hz. Ömer (r.a.)'i kastederek, “Andolsun ki, tek başına işleri üstlenirdi ve pek atılgandı” demiştir. Hz. Cabir (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: “Hz. Ali (r.a.) Hz. Ömer (r.a.)'in yanına gitti, bu sırada da Hz. Ömer (r.a.) namazdaydı. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a.) ona, “Allâh (c.c.) size rahmet bahşetsin! Peygamber (s.a.v.)'in muhabbeti hariç bu namazını kılandan başka, Allâh (c.c.) ile buluşmak için yaptığı amellerin benim indimde daha sevgili olduğu kimse yoktur” demiştir. İbn Mesud (r.a.) şöyle söylemiştir: “Salih olanlardan bahsedildiğinde tez olunuz ve Hz. Ömer (r.a.)'den bahsediniz. Şüphesiz ki o, içimizde Kitabullâh'ı en iyi bilenimiz ve en alim olanımızdır.” (Celaleddin Es-Suyuti, Halifeler Tarihi,s.132)

    SÜNNET KUR'AN'I TEFSIR EDER-14 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 14, 2025 2:49


    Kur'ân'da mücmel olarak zikredilen hükümlerin beyânı sadedinde gelen hadisler bulunmaktadır. Bu beyân, ya âmelin nasıl yapılacağının belirlenmesi ya da sebeplerinin veya şartlarının veya mânilerinin veyahut da sonuçlarının açıklanması şeklinde olur. Meselâ Kur'ân'da nassla belirtilmemiş bulunan namazların vakitlerinin, rükû ve secdelerinin, diğer hükümlerinin açıklanması, zekâta nisbetle oranların, zekât vaktinin, zekâta tâbi malların nisaplarının, zekâta tâbi olup olmayan malların belirlenmesi, oruçla ilgili hükümlerin beyân edilmesi sünnetle olmuştur. Hadesten ve necasetten taharet, hacc, usûlüne uygun boğazlama (tezkiye), av, yenmesi helâl olanların, haram olanlardan ayrılması, nikâh hükümleri ve buna bağlı olarak talâk, ric'at, zıhâr, liân gibi diğer konular, alışveriş ve ilgili hükümler, ceza hukuku ile ilgili kısas vb. hükümler, Kur'ân'da mücmel olarak gelen esasların beyânı olmaktadır. “Insanlara indirileni açıklayasın diye sana Kitab'ı indirdik.” (Nahl s. 44) ayet-i kerîmesinde ifade edilen husus da budur. Rivayete göre İmrân b. Husayn (r.âleyh) bir adama şöyle demiştir: “Sen ahmak birisin! Sen Allâh (c.c.)'un kitabında öğle namazının dört olduğunu ve kıraat esnasında açıktan okunmayacağını bulabilir misin?” Sonra o, namaz, zekât ve benzeri yükümlülükleri saydı ve şöyle dedi: “Bütün bunları Allâh (c.c.)'un kitabında açıklanmış buluyor musun? Allâh (c.c.)'un kitabı bunları mübhem bırakmıştır, sünnet ise onları açıklamaktadır.” Evzâî (r.âleyh) ise: “Kitab'ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kitab'a olan ihtiyacından daha çoktur” derdi. İbn Abdilberr (r.âleyh): “O bu sözüyle, sünnet Kitap üzerine hükmeder ve ondan muradın ne olduğunu açıklar, demeyi kastetmiştir” demiştir. Ahmed b. Hanbel (r.âleyh)'e: “Sünnet, Kitap üzerine hâkim konumdadır” şeklindeki söz hakkında sorulduğu zaman: “Ben bu konuda bu sözü söyleme cesaretini gösteremem. Ancak ben şunu derim: Sünnet Kitab'ı tefsir eder ve onu açıklar.” demiştir. (Şatıbi, el-Muvâfakât; İslâmi İlimler Metodolojisi,c.4,s.23-24)

    HACAMAT YAPILIRKEN DIKKAT EDILECEKLER-13 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 13, 2025 2:01


    Hacamatın mühim olan şartlarından bir tanesi, hacamat olacak kişinin istirahatli, yani vücudunun dinlenmiş olması gerekir. Hacamatın aç karnına olması gerekir, yahut yemekle hacamat arası en az 2-3 saat olması lazımdır. Hacamattan bir gün evvel ve bir gün sonra cinsel ilişkide tavsiye olunmaz. Hacamat olduktan sonra, bir yemek kaşığı doğal üzüm sirkesi ve üzerine bir bardak bal şerbeti içmek tavsiye olunur. Hacamat sonrası yağlı ve ağır gıdalar alınmamalıdır. Hacamattan sonra, ciğer et tavsiye olunmadığı gibi, süt yoğurt peynir gibi gıdalar da tavsiye olunmaz. Hacamattan sonra uyumak gerekmez. Eğer insan hacamattan sonra hemen uyursa hacamatın faydası kesilir. Onun için hacamattan en az 3-4 saat sonra uyunabilir. Tansiyonu çok düşük kişilerde eğer hacamat yapılmaya karar verilmiş ise, hacamattan yarım saat önce şekerli çay veya kahve içilmesi ve daha sonra hacamatın yapılması tavsiye olunur. Şeker hastalığında ve kanı çok ince ve akıcı olan hastalarda hacamat çizgileri mümkün olduğu kadar çok kısa yani nokta şeklinde yapılması tavsiye olunur. Ayrıca hassas bölgelere, ense çukuruna, kuyruk sokumunun alt kısmına, göz, göbek, genital kısım, beyne giden damarların üzeri gibi tehlike arz eden yerlere hacamat yapılmaz. Kalp pili takılı ve kalp yetmezliği olanlara, adet görenlere böbrek yetmezliği olanlara, hemofili rahatsızlığı olanlara, hamilelere, aşırı kansız kişilere ve tansiyonu çok düşük olanlara hacamat yapılmaz. (Ömer Muhammed Öztürk, Misvâk ve Hacamat,s.77)

    NAMAZIN FARZLARI-12 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 12, 2025 2:29


    Namaz kılacak kimsenin, namaza başlamadan evvel bilmesi icap eden bir takım şartlar (farzlar) vardır ve bunlardan birini kasten veya unutarak yerine getirmemesi hâlinde namaz sahih olmaz. Altısı içinden altısı da dışından olmak üzere bu farzlar şunlardır: Namazın dışındaki farzları: 1. Hadesten taharet: Küçük ve büyük hadesten (cünüb ise gusül, değilse abdest almak) temiz olmak. 2. Necasetten taharet: Bedenin, elbisenin ve namaz kılınacak yerin temiz olması. (Görünür pisliklerden temizlenmek) 3. Setri avret: Avret yerinin örtülmesi. (Erkeğin avret yeri göbekten diz kapağının bitimi yerine kadardır, buna göre göbek, avrete dahil değil, diz kapağı ise dahildir. Kadının avret yeri ise yüz, eller ve ayakların haricinde bedenin tamamıdır) 4. İstikbal-i kıble: Namaza başlamadan kıble yönüne (Kâbe-i Mükerreme'ye) dönmek. 5. Niyet: Kalbin Namaz kılmayı kesin olarak irade etmesi. 6. Vakit: Namazı vaktinin girmesinden sonra kılmak. Namazın içindeki farzları: 1. Tahrime: Namaza “Allâhu ekber” lâfzıyla başlamak. 2. Kıyam: Farz Namazda güç yetiyorsa ayakta durmak. 3. Kıraat: Kıyamda Kur'an okumak. (Uzun bir ayet veya üç kısa ayet okusa farz sakıt yani farzı yerine getirmiş olur. Ancak Fâtiha suresi okumak vacip olduğu için sehven bunu terk ederse sehiv secdesi yapar. İmama uyan kimsenin kıraat yapması gerekmez) 4. Rükû: Kıyamdan sonra eller dizlere dokunacak derecede eğilmek. 5. Secde: Rükûdan sonra alnı, burnu, elleri, dizleri ve ayakları yere değdirmek. 6. Ka'de-i ahire: Namazın sonunda teşehhüd miktarı kadar oturmak. (Eşref Ali et-Tehânevî, El Muhtasar fi'l Fıkhi'l Hanefi,s.148-157)

    HZ. NUH (A.S.), O ZAMANKI TÜM INSANLIĞA GÖNDERILMIŞTIR-11 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 11, 2025 2:36


    Katâde şöyle demiştir: “Nuh (a.s.) bir adadan gönderilmiş ve onlara gitmiştir. O, çoğunluğun görüşüne göre azim sahibi (ulül-azm) peygamberlerin birincisidir. Şirke karşı ilk korkutucu da odur. Kavmi ise putlara tapardı. O, Şeyhu'l-Murselîn'dir. Kırk yaşında iken peygamber olarak gönderilmiş, halkı arasında 950 sene kalmıştır. Tufandan sonra da doksan sene yaşamıştır.” Bilginlerden birisi âyetteki “kavmine gönderdik” ifadesinin, Hz. Nuh (a.s.)'ın tüm insanlığa değil, sadece kendi milletine gönderildiğini söylemiştir. Eğer tüm insanlığa gönderilseydi Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e, “Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Sebe s. 28) denildiği gibi, “insanlara” veya benzeri bir şey denilirdi. Peygamber (s.a.v)'in şu sözü de buna işaret etmektedir: “Peygamberler sadece kendi halkına gönderilirdi. Ben ise tüm insanlara gönderildim.” Eğer denilirse ki: “Madem ki sadece kendi halkına gönderildi. O halde diğer insanların suçu neydi ki duâsını tüm insanlığa teşmil ederek “Ey Râbbim! Yeryüzünde kâfirlerden dönüp dolaşan hiç kimse bırakma” (Nûh s. 26) dedi. Biz de şu cevâbı veririz: O zaman yeryüzünde yaşayanlar azdı. Nûh (a.s.) hepsine gönderilmişti. Ona sadece kendisiyle birlikte olanların, ki onlar kendisiyle gemiye binenler olup sayıları da kırk erkek, kırk kadın olmak üzere seksen kişidir, imân edecekleri haber verilince, kâfirlerin tümünün kökünün kazınması için duâ etti. Bunun üzerine de iman edenlerin dışında tüm yeryüzü halkının helâk olduğu tufan meydana geldi. Eğer hepsine gönderilmiş olmasaydı, putlara tapmak suretiyle kendisine muhalefet etmeleri sebebiyle onlara bedduâ etmezdi. Çünkü bir âyette “...Biz bir peygamber göndermedikçe kimseye azap edici değiliz.” (Isrâ s. 15) buyurulmaktadır. (Ismail Hakkı Bursevi, Ruhul Beyan Tefsiri,C.9 ,S.297-299)

    NESLIMIZI ŞEYTÂNDAN KORUMAK ELIMIZDE -10 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 10, 2025 2:37


    Allah (c.c.), şeytânın, Âdem (a.s.)'a, onun neslinden kadın ve erkek herkese apaçık düşman olduğunu Kur'an-ı Kerim'in pek çok âyetlerinde bildirmiştir. Özellikle Adem (a.s.) ve Havva validemize şeytânın yaptıklarını Araf Sûresi'nin onuncu âyetinden başlayarak bizlere ibret verecek bir öğüt olmak üzere hikâye buyuruyor. Şeytânın kimlere (kâfirlere) dost ve kimlere (hususiyle müminlere) düşman olduğunu bize duyuruyor. Bilhassa Fâtır Sûresi'nin 5-6'ıncı âyetlerinde buyuruyor ki: “Ey insanlar, Allâh'ın vaadi elbet olacaktır. Sakın, sizi dünya dirliği aldatmasın, aldatıcı kuruntular sizi mağrur etmesin. Çünkü şeytân düşmanınızdır; onu düşman bilin. O, ancak kendi taraftarlarını cehennemlik olsunlar diye hevesata uymağa davet eder.” İşte böyle mübarek âyet-i kerimelerle şeytânın düşman tanınması emir buyuruluyor. “And olsun ki, sizi yarattık, sonra size suret verdik. Nihayet meleklere: “Âdem'e secde edin” dedik. Iblis'ten başkası secde ettiler. O, secde edenler içinde bulunmadı. Allâh, “Ben sana secde etmeyi emir buyurmuşken seni ondan ne alıkoydu?” buyurdu. O ise, “Ben ondan hayırlıyım. Sen, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” dedi.” (Ârâf s. 10-11) (Kemaleddin Üstün, 54 Farz Şerhi, s.147) CIMÂ DUÂSI Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Dikkat edin. Bir kimse ailesiyle cinsel birleşimde bulunduğunda, “Bismillâh, Allâhümme cennibni'ş-şeytâne ve cennibi'ş-şeytâne mâ razaktenâ. (Allâh'ım şeytânı benden (bizden) ve vereceğin çocuktan uzaklaştır) desin. Böyle der ve bu birleşmeden çocuk takdir ve kazâ edilirse, o çocuğa ebediyyen şeytân zarar veremez, musallat olamaz.”(Buhari)

    “YENI TÜRK KADINI” PROJESI-09 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 9, 2025 2:21


    1917'de bir İngiliz raporunda, “Türk kadınının oy kullanma hakkını müdafaa eden bir Yahudi” diye tarif edilen Halide Edip, Yeni Türkiye'nin en meşhur feministiydi. Kadınların cemiyetteki rolünü değiştirmek için romanlar yazıyor, konuşmalar yapıyordu. Cihan Harbi esnasında erkekler cephede olduğu için, kadınlar iş hayatına atılmak mecburiyetinde kalmışlardı. Halide Edip bu hususta şöyle diyordu: “Türk kadınları peçelerini atmakla kalmayıp erkeklerin yerini de tutmuşlardır. Ailelerini doyurmak için çalışmışlar ve boş yerleri işgal etmişlerdir. Türk kadınları bankalara, mağazalara, nezaretlere girdiler. Bu suretle Türk kadınları öyle bir hürriyet kazanmışlardı ki harpten avdet eden kocaları buna nihayet verememişlerdir.” Romanlarında feminist mesajlar veren Halide Edip, Yeni Turan'da, cinsiyet eşitliğini işlemişti. Romanın başkarakteri Oğuz, “Siz bize kadın olduğumuzu hissettireceksiniz” diyen bir kadına şöyle cevap veriyordu: “Kadın mı? Tanrım esirgesin, sırf sizi kadınlık kılığından çıkarmak için yeni bir politika icat ettim.” İstatistikler, kadın istihdamının arttığı ülkelerde, boşanmaların da arttığını gösteriyor. Kadınlar, Halide Edip'in ifadesiyle, ‘kadınlık kılığından' çıktığı için, erkeklerle aynı ve eşit bir parça kâbul ediliyor. Peki kadınlar artık daha mı mutlu? Bunu iddia etmek ne yazık ki çok zor. Yapılan araştırmalar, tahsil ve gelir gibi hususlarda cinsiyet eşitliğinin en yüksek olduğu İsveç ve Norveç gibi ülkelerde tecavüz ve şiddet nispetlerinin çok daha yüksek olduğunu gösteriyor. Kim bilir, belki de “güçlü kadın” aslında, “kendi ayakları üzerinde duran” ya da “Çocuk da yaparım kariyer de!” diyerek çocuklarını bakıcıya ya da kreşlere terk eden değil; Eski Dünya'da olduğu gibi, evinde çocuklarını kendisi yetiştiren, terbiye eden ve erkeğine destek olan kadındır.(BasındanDerleme)

    KUR'ÂN MU'CIZ (ACIZ BIRAKAN)'DIR-08 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 8, 2025 2:19


    Kur'ân nazmının ve üslûbunun mevcut Arap edebiyatındaki şiir ve nesir metodlarının fevkinde oluşu; kelime, cümle ve ayetlerin düzeni, vakıf ve maktaları, durak yerleri ve bölümleri itibariyle eşsiz ve benzersiz bulunuşu, Kur'an'ın bir mucize olduğunu göstermektedir. Kur'ân; gerek fesâhat ve belâgatı, sözünün üstün, güzel ve son derece tesirli oluşu, gerek telifindeki güzelliği, kelime ve cümlelerin birbiriyle uygunluğu bakımından mevcud Arap fesâhat ve belâgatının üstüne çıkmıştır. Arapların çok sayıda şâir, edîb ve hatipleri, Kurân'ın eşsiz ve benzersiz güzelliği ve açıklığı karşısında apışıp kalmışlardır. İbn-i Hacer (r.âleyh) diyor ki: “Yüce Allâh Resûlullâh (s.a.v.)'i gönderdiği zaman, Arapların şair ve hatipleri pek çoktu, lügat ve edebiyat bilgileri zirvesine çıkmış bulunuyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) ise, her sınıf ve tabakadaki insanların tamamını Allâh (c.c.)'a ve O'nun Kitab'ına davet etti. Kur'ân'a ve O'nun küçük bir suresine bir benzer getirmeleri için onlara meydan okudu, sonra savaş meydanlarına çağırdı. Onlar ise, Arap edebiyatının bütün inceliklerine vakıf oldukları, şairleri ve edipleri de çok olduğu halde, Kur'ân'a kelâm cinsinden bir şeyle muâraza etmekten âciz kaldılar. Bu durum, Kur'ân'ın mu'ciz olduğunu gösterir. Aklı olan bunun böyle olduğunu anlar ve kâbul eder. Çünkü küçük bir sure veya birkaç ayet topluluğu getirebilselerdi, kolaylıkla Kur'ân dâvasını baltalamış, müslümanları ve Peygamber (s.a.v.)'i müşkil durumda bırakmış olacaklardı. Savaş meydanlarında birçok canların telef olmasına, pek çok malın elden çıkmasına gerek kalmayacaktı.” (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,S.207)

    HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)'IN GIYIM SÜNNETI-07 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 7, 2025 2:34


    Beyaz elbise giymek müstehabtır. Siyah giymek de müstehabtır. Çünkü siyah giymek Abbasoğullarının alâmetidir. Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz'in, siyah bir sarığı vardı. Bayramlarda onu giyer ucunu da iki omuzu arasından arkaya sarkıtır (taylasan yapar)dı. Mekke'nin fethinde başında o sarık olduğu halde Mekke'ye girmişti. Erkekler için giyimde uygun olan, çok pahalı da çok âdî de olmayan ve kendisiyle maddî bakımdan aynı seviyede olan kimselerin giydiği gibi giyinmektir. Aşırı lüks elbise giymek dînen yasaklanmıştır. Çok düşük kaliteli elbise giymekle de insanların gıybet etmesine sebep olunur. Peygamberimiz (s.a.v.), giyimde iki şekilde tanınmayı yasaklamıştır: Aşırı pahalı ve çok kalitesiz elbise giymek. Buna dikkat edilirse, düşüncesiz ve haddini bilmeyen kimselerce de aklı başında kimselerce de ayıplanmaz. Şemsül Eimme İmam Serahsî (r.âleyh) şöyle buyuruyor: “İnsan, çoğu zaman günlük fakat yıkanmış temiz elbise giymelidir. Bazen de Allâh (c.c.)'un verdiği nimeti ortaya koymak için en güzel elbisesini giymelidir. Böyle yapmak mendubtur.” Çünkü, hadis-i şerifte “Allâhü Teâlâ verdiği nimeti kulunun üzerinde görmek ister” buyuruluyor. Kişi en güzel elbisesini her zaman giymemelidir. Çünkü, bunu görenler kendileri öyle elbise giyemedikleri için üzülür ve sıkıntı duyarlar. Şir'a Şerhi, Mişkât isimli eserden şunu naklediyor: “Eski ve yamalı elbise giymek İslâm'ın sünnetlerindendir. Rivayet olunuyor ki, Peygamberimiz, (s.a.v.) Hz. Fâtıma (r.anhâ)'yı Hz. Ali (r.a.) ile evlendirdiğinde, Fâtıma (r.anhâ) Validemiz'in üzerinde yünden 12 yamalı bir örtü, pelerin vardı. Hz. Fâtıma (r. anhâ) el değirmeniyle arpa öğütürken, diliyle Kur'an okur, kalbiyle mânâsını düşünür, ayağıyla beşik sallardı.” (Allame Şeyh Alaüddin Abidin, Üç Boyutuyla İslam,S.736)

    KÂMIL ŞEYHLERIN SOHBETINDE BULUNMAK-06 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 6, 2025 2:28


    Kâmil şeyhlerin sohbeti kötü ahlâktan sakınmak ve güzel ahlakı kazânmak için bir yoldur. Çünkü insan tabiatı gördüğü şeyi taklit etmeye meyillidir. Kötü ahlâkı görse onu kanıksar ve giderek benimser, güzel ahlâkı görse onu sever ve sahip olmaya çalışır. Şeyhin teşviki ve uyarısı da kişide onun kendi iradesinin oluşturamadığı etkiyi hâsıl eder. Ve kendisi, kendi iradesine kalsa uzun süre kurtulamayacağı kötü huyların batağından şeyhin teşvik ve uyarısıyla kısa süre içinde kurtulur. Onun güzel şeylere meyletmesi, Allâhü Teâlâ'yı sevmesi, O (c.c.)'u tanıması ve O (c.c.)'a ibâdet etmesi ise kendi fıtratının iktizâsıdır. Bunlar onun için yemek yemek ve su içmek gibidir. Bunlar kalbin gıdası ve ruhun lezzetidir. Çünkü ruh ilâhî bir emirdir ve ancak bu şeylerle beslenir. Onun şehvetin gereklerine meyletmesi ise fıtrata aykırıdır ve ârizî bir haldir. Onun gıdası Allâh (c.c.) sevgisi, marifeti ve ibâdeti iken bu şeylere meyletmesi ise hastalık halidir. Fakat Allâh (c.c.) dışındaki şeyler, kişinin Allâh (c.c.)'u sevmesine ve O (c.c.)'a kulluk etmesine yardımcı olursa, onları bu açıdan sevmek ve ilgi duymak hastalık değildir. Ancak hangi şeylerin buna yardımcı olduklarını ancak tecrübeli ve gözü açık olanlar, yani kâmil şeyhler bilirler. Kişinin kendi görüşüyle bunları tespit etmesi mümkün değildir. Çoğu zaman şeytân ve nefis el birliğiyle onu aldatarak kendisini işlediği günâhların ve yaptığı yanlışların ona dininde ve Allâh (c.c.) sevgisinde yardımcı olduğuna iknâ ederler. Hakikâtte ise o şeyleri sadece hevâ ve hevesi için sever ve onlara ilgi duyar. Onun için neyin ne olduğunun şeyhin tasdikinden geçmesi lazımdır. (Eşref Ali et-Tehanevi, Hadislerle Hanefi Fıkhı,C.20,S.302-303)

    IMÂNI MUHAFAZA EDEBILMEK-05 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 5, 2025 2:23


    Îmânın korunması ve devam ettirilmesi, kazanılmasından ve elde edilmesinden daha zor bir iştir. Dinî zaruretlerden sayılan bir şeyde şüphe edip de âlimlere müracaat ederek bu şüpheyi gidermek için çalışmamak, kişinin din ve imân inancını yok edeceği gibi, küfrü gerektirecek bir fiili ileride işlemeye veya öyle bir sözü söylemeye niyet eden kimse de derhal kâfir olur. Dinen kesin olarak bâtıl bir şeyi yücelterek anmak ve böyle bir şeye hürmet göstermek kişiyi küfre sokar. Kur'ân-ı Kerim'e, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ve sünnetlerinden bir şeye saygısızlık etmek, dinî kitaplara ve dinin esaslarına herhangi bir ayrım yapmaksızın İslâm dinine ait bir şeyle alay edip eğlenmek de küfürdür. Dinde haram olan bir şeyin helal olmasını, farzlardan birinin farz olmamasını temenni etmek; bilerek abdestsiz veya murdar elbise ile veyahut kıblenin dışında bir yöne dönerek namaz kılmak, Ramazan-ı Şerif'te mazereti olmaksızın, bilerek alenen oruç yemek gibi davranışlar da dini hafife almak, değersizleştirmek anlamını taşıdığı için küfürdür. Ayrıca imânının kalıcı olmasını isteyen mü'min Cenâb-ı Hakk'a karşı sürekli korku ile ümit arasında bulunmalıdır. Bu durumda, yukarıda anlatılan esas ve şartları kendisinde bulunduran mü'min gerçek mü'mindir. Böyle olan kimse imânından şüphe etmeyerek ben “gerçek mü'minim” diye hükmetmelidir. Fakat imânına zarar verecek veya tamamen yok olmasını gerektirecek şeylerden kurtulabilmek, Allâh (c.c.)'un yardım ve lütfuyla imân selâmetiyle güzel bir ölüme nail olmak, Cenâb-ı Hakk'ın iradesine bağlı bulunduğu için; “İnşâallâhu Teâlâ, âhiret yurduna da imân ile giderim.” demelidir. (Manastırlı Ismail Hakkı, Telhîsu'l-Kelâm fî Berâhîni Akâidi'l-İslam,S.68)

    MESCIT YAPTIRMAK IMAN ALAMETIDIR-04 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 4, 2025 2:36


    “Allâh'ın mescidlerini, ancak Allâh'a ve ahiret gününe iman eden, namazı gereği gibi kılan, zekâtı veren ve Allâh'tan başkasından korkmayanlar imar ederler. Işte onların, doğru yola ulaşmış olmaları umulur.” (Tevbe s. 8) Buradaki “mescidler” ifadesi, hem Mescid-i Haram'ı, hem de diğer mescidleri kapsar. Bir tek olan Allâh (c.c.)'a imanın içerisinde, peygambere iman da yer almaktadır. Ahiret gününün kapsamında; öldükten sonra diriltilmek, hesap vermek ve ceza görmek ya da mükâfat elde etmek de vardır. Namazı da cemaatle kılmak gerekir. Çünkü hadiste: “Bir kimsenin cemaatle kılmış olduğu namazın sevabı, çarşıda ya da evinde kılmış olduğu namazdan yirmi beş kat daha fazladır” buyurulmuştur. Teravih namazında cemaat olmak, daha faziletlidir. Cemaat yapılması gerekenlerin, mescitte yapılması ise, en faziletli olanıdır. Farz olan zekâtı da, gönül rızasıyla vermek gerekir. Âyette zekât, namazla birlikte anlatılmıştır. Çünkü, bunların biri olmadan, diğeri kâbul edilmez. İşte, bütün bu ilmî ve amelî özellikleri kendisinde toplayan kimse, mescidleri de tamir edebilir. Ayrıca bu kimse, Yüce Allâh'tan başka hiçbir şeyden de korkmaz. Kınayanın kınamasından ve zalimin zulmünden çekinmez. İşte bu niteliklere sahip kimseler, cennetteki isteklerine ve oradaki yüceliklere ulaşırlar. Bu güzel sıfatlara ulaşmalarının anlatılmış olması, kâfirlerin amellerinin fayda vermeyeceğini belirtmek ve inkarcıları azarlayarak, kendilerinin doğruluğa erişmediklerini anlatmak içindir. Çünkü kâfirler, kendilerinin güzel şeyler yaptıklarını sanıyorlardı. Mü'minler bile, kendilerinde bu güzel vasıfların bulunmasına rağmen, “belki, umulur ki” gibi ümit belirten kelimeler kullanılmak suretiyle ifade edilmişlerdir. Mü'minlerin durumu böyle olursa, bozgunculuk yapan kâfirlerin durumu ne olacaktır acaba? (Ismail Hakkı Bursevi, Ruh'ul Beyân Tefsiri,C.2,S.400-401)

    INSANLARLA GÜZEL GEÇINMEK-03 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 3, 2025 2:27


    İnsânlarla güzel geçinmek istersen, ister dostun ister düşmânın olsun, hepsini güler yüzle karşıla. Herkese karşı zillete düşmeyen bir tevâzû ve kibre varmayan vekâr içinde bulun. Her şeyde ifrât mesmûm olduğu için dâima orta yolu tercih et. Omuz başlarına bakma, sağa sola iltifât etme, halk arasında bulun fakat onlan tarassut etme, meclisde tevâzû ile otur. Parmak çıtlatma, yüzüğünle oynama; sakalını, bıyığını, dişlerini ve burnunu kanştırma, sineklerle oynama. Öksürme, balgam atma, sümkürme, gerek namâzda, gerekse namâz dışında gerinme ve esneme. Sözlerin düzgün, sohbetin irşâd edici olsun. Güzel sözleri dinle, fakat hayranlık gösterme, tekrârını isteme, hikâye ve gülünç yerlerinden sakınmasını bil. Çocuklarından, hizmetçilerinden, şiir ve eserlerinden ve diğer sana âit olan şeylerden bahsetme, süslenmekte kadınlar gibi ifrâta varma, hizmetkârlar gibi pejmürde de olma. Her nevi süste isrâfa varma, dileklerinde isrâr etme, kimseyi zulme teşvik etme, varlığını değil başkalarına âile efrâdına bile bildirme; çünkü az ise onlar seni tahkir eder, çok ise ihtiyâçları tükenmez, almakla başa çıkamazsın. Şiddete varmayacak şekilde onları korkut, zaafa düşmeyecek şekilde onlara yumuşak davran. Hizmetkârların ile şakalaşma, vakârın kaybolur. Mücâdele esnâsında diline sâhip ol, sürçmelerden sakın, acele etme. Getirdiğin delilleri düşün. Ellerin ile işâret edip durma. Sağına soluna ve ardına bakma. Konuşurken diz üstü çökme, daha doğrusu hiddetin teskin olduktan sonra konuş. Genişlik zamânındakl dostlarına kıymet verme, darlık zamânında onlar en büyük düşmânın olur.(www.mevlanatakvimi.com)

    ŞAKK-I SADR MUCIZESI-02 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 2, 2025 2:19


    Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Hatice (r.anhâ) ile birlikte Hira'da bir ay itikâfta bulunmaya karar vermişti. Bu Ramazan ayına rastladı. Bir gece dışarı çıktığında, “Ey Allâh'ın elçisi, selâm sana!” diye bir ses duydu. O (s.a.v.), bu hususta buyurdu ki: “Ben bu sesi duyduğum zaman korktum, hattâ bunu ansızın karşılaştığım bir cin zannettim. Acele gelip Hatice'ye anlattım. O da bana: “Müjde sana ey Muhammed! Bilesin ki selâm hayırlıdır, bunda korkulacak bir şey yoktur.” Sonra yine dışarı çıkmıştım, bu sefer Cebrail ile karşılaştım, kanadının birini doğuya, diğerini de batıya yaymıştı. Yine korkuya kapılarak hızlıca döndüm. Eve geldiğimde kapının önünde onu yine gördüm. Benimle konuştu ve korkum yok oldu. Bana, belli bir zaman sonra tekrar geleceğini söyledi. Ben de kendisini bekledim, hattâ gelmeyecek sandım. Bir de ne göreyim o, Mîkâil ile birlikte karşımda durmakta. Ufku tamamen kaplamış vaziyetteydiler. Cebrail aşağıya inip yanıma geldi, beni iyice kucaklayıp sırtüstü yere yatırdı. Sonra kalbimi yarıp çıkardı. Sonra çıkarılmasını Allâh'ın dilediği şeyleri çıkarıp altından bir tas içinde zemzem ile yıkadı. Sonra yerine iade etti. Sonra güzelce bağlayıp dikti. Sonra beni alıp tersime çevirdi ve arkama bir mühür vurdu. Hatta bunu tâ kalbimde hissettim. Sonra bana: “Oku ey Muhammed! Râbbinin adıyla oku!” diye emretti ve beş ayetin sonuna kadar okudu. Bu olaydan sonra, her ne zaman bir ağaca veya taşa rastlasam, mutlaka bana; “Es-selâmü aleyke yâ Resûlallâh” diyerek selam veriyordu.” (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,S.167)

    TESETTÜR, KADININ ZIYNETININ SAKLANMASIDIR-01 MAYIS 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later May 1, 2025 2:19


    Kadını erkek ile aynı seviyeye getirme propagandası yapanların İslâm toplumunu bozmaya çalışmaktan başka gayeleri yok. Onlara göre kadın evde hiçbir iş yapmayacak, süslenip püslenip sokağa çıkarak kendini sokakta takdim edecek. Halbuki Allâh (c.c.) tam tersine kadının ziynetlerini gizlemesini emretmektedir. Kadının en büyük ziyneti kendi güzelliğidir ve ilk önce bunu gizlemesi gerekmektedir. Eğer tesettür denilen giyinme tarzı, kadını dışarıdakilere güzel gösteriyorsa o giyinme tarzı tesettür olmaktan çıkar. Cenâb-ı Hâkk, Kur'ân-ı Kerîm'de: “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini, cilbablarını giysinler.” Cilbab, kadını baştan ayak topuğuna kadar yekpare olarak örten, sadece göz kısmında incelik olan bir örtüdür. Dışarıdan kadının gözünü de görmüyorsunuz; o, kendisi içeriden yürüyecek kadar görüyor. Yani kadın sadece önünü görebiliyor, yabancı erkekler de sadece giden bir karaltı görüyor. Cilbabın renginin siyah olması gerektiğine dair bir emir yok. Ama Ashab-ı Kiram (r.a.e.), kadının tesettürünü en güzel siyah renk ile sağlanacağını düşünerek genel itibariyle kadınlara siyah cilbab giydirmişlerdir. Buna göre Cenâb-ı Hâkk'ın kitabında beyân buyurduğu cilbab, bir kadının giyebileceği en iyi kıyafettir. O kıyafeti giydiği zaman kadının herhangi bir rahatsızlığa uğraması mümkün değil. O yolun yolcusu olanlara bir sözümüz yok ama diğer insanlar, giden bir karaltının neyini görüp neyine bakacaklar? O siyah karartının nesine gözü takılacak, baksan ne göreceksin? İşte böylece Allâh (c.c.) kadının seks kölesi, ticaret metâı vesaire olmasını engellemiş, ortadan kaldırmıştır. (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler 5,s.88)

    İSTİBRÂ-30 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 30, 2025 2:20


    İstibrâ, erkeklik organında idrar eserinin kalmamasını temin etmek demektir. Kişinin istibrâda idrar damlasının kesilip artık gelmeyeceğine kalbi kanaat getirmelidir. Bu da her insanın kendi âdetine göre olur. Erkeklerin istibrâ yapmaları lâzımdır. (Bir şey hakkında lâzımdır demek, yapılması vâcipten daha mühim demektir.) İdrarın hepsi bir anda boşalmaz ve erkeklik organında birkaç damla kalır. Bu birkaç damla, bazı insanlarda biraz yürümekle, bazılarında öksürmekle veya her insanın kendi âdetine göre -meselâ yana doğru eğilip sallanmakla- çıkartılabilir. (Merakı' l-Felâh) İdrarın tamamen kesildiğine kalp kanaat getirmedikçe abdeste başlamak caiz olmaz. Büyük abdestten temizlenirken de aynı dikkati göstermek gerekir. Abdest alacak şahıs bir şey gelmeyeceğinden emin ise istibrâya lüzum yoktur. İstibrâda çok dikkatli olmak ve titizlik göstermek mendubtur. Kadınların, idrar hususunda erkekler gibi yapmalarına, meselâ idrardan sonra yürümelerine ihtiyaç yoktur. Kadınlar idrar yaptıktan sonra birazcık bekler, ön ve arka mahalli siler sonra su ile temizlenirler. İstibrâsı (idrar damlalarının kesilmesi) geç olan erkekler, dışarı sızma ihtimali olan yaşlığı emmesi için idrar kanalını pamuk, tuvalet kağıdı gibi bir şeyle kapatırlar. Fakat yaşlığın dışarı çıkmaması için, idrar yoluna konulan şeyin dışta kalmaması lâzımdır. Abdestten sonra şeytanın “acaba idrar mı geldi” diye vesvese verdiği kimse, bu vesveseden kurtulmak için, ön kısmına ve çamaşırına biraz su serperse, yaşlığın bu serpintiden olduğunu bilir ve vesveseden kurtulur. Dârekutnî'de Taharet bahsinde geçen bir Hadis-i Şerif'te şöyle buyuruluyor: “İdrar sıçramasından çok korununuz. Çünkü kabir azabının tamamı ondandır.” (Muhammed Alâüddin, El-Hediyyetü'l- Alâiyye,S.40-41)

    İBN HALDUN VE UMRAN İLMİ-29 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 29, 2025 2:39


    İslâm toplumlarında bilim ve teknolojiye çok önem verilmiştir. Müslümanlar, bilime farklı alanlarda önemli hizmetler yapmışlardır. Bu bağlamda denilebilir ki müslüman düşünür ve alimler, insanlığa, insanlığın bilim ve düşünce dünyasına metodolojiden bilim kurmaya kadar çeşitli düzeylerde unutulamaz katkılarda bulunmuşlardır. Bu katkılara tarih, çok çeşitli örneklerle tanıklık etmektedir. İbn Haldun (1332-1406) da, bu bilim insanlarından biri olarak insanlığa büyük katkılarda bulunmuş, hizmetler yapmıştır. Şüphesiz İbn Haldun, asıl ününü, mezkûr alanlardaki yaklaşımlarını da içeren Umran ilmini kurmakla elde etmiştir. İbn Haldun, Mukaddime adlı eserinde kurduğunu belirttiği ve konularını ayrıntılı olarak açıkladığı “Ilmu'l-'Umrân (Umran İlmi)” ile, 14. asırdan 21. asra kadar sosyoloji dahil sosyal bilimler alanında bilime ve insanlığa büyük hizmetlerde bulunmuştur. İslâm bilim ve düşünce tarihinde mümtaz bir yeri olan İbn Haldun, ortaya koyduğu tarih felsefesi ve metodolojisiyle tarihi nakilcilik olmaktan çıkarmıştır. Toplumsal tarihçiliğin çok iyi bir örneğini veren İbn Haldun, tarihten getirdiği argümanlarla toplumsal olayları Umran İlmi çerçevesinde ele almıştır. İnsanlık tarihini bir bütün halinde gören ve tarihe küllî bir ilim olarak yaklaşan İbn Haldun, tarihin yeni bir tanımını yapmış, tarihçide bulunması gereken özellikleri ayrıntılı olarak belirlemiş ve tarih ilminin temel niteliğinin nesnellik ve tarafsızlık olduğunu vurgulamıştır. İbn Haldun, ortaya koyduğu tarih felsefesiyle tarihe eleştirel bakış açısının zorunluluğunu savunmuş ve yeni bir tarih yaklaşımı ve metodolojisi getirmiştir. Denilebilir ki İbn Haldun, sadece İslâm tarihçiliğinde değil, genel olarak tarihçilikte yeni bir anlayış ve de yeni bir çağ getirmiştir. (Prof. Dr. Ejder Okumuş, Keşf-i Kadîmden Vaz'-ı Cedîde İslâm Bilim Tarihi ve Felsefesi, S.282-289)

    ALLÂH (C.C.)'UN İSİMLERİNİN NEBİ (S.A.V.)'E İSİM OLARAK VERİLMESİ-28 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 28, 2025 2:50


    Yüce Allâh, kendisine ait isimlerden otuz kadarını Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e isim olarak vermiş ve bu suretle O (s.a.v.)'e bir hususiyet bahsetmiştir. İşte o isimler sırasıyla şunlardır: “El-Ekrem, El-Emîn, El-Evvel, El-Âhir, El-Beşîr, El-Cebbâr, El-Hâkk, El-Habîr, Zü'1 Kuvve, El-Raûf, El-Rahîm, El-Şehîd, El-Şekûr, El-Sâdık. El-Azîm, El-Afüvv, El-Alîm, El-Azîz, El-Fâtih El-Kerîm, El-Metîn, El-Mü'min, El-Müheymin, El-Mukaddes, El-Mevlâ, El-Veliyy, ElNûr, El-Hâdî, Tâhâ ve Yâsîn.” Ali bin Zeyd bin Cüd'ân (r.âleyh) der ki: “Bazı arkadaşlar toplantı hâlinde idiler. Bir ara içlerinden birisi: “Arap şâirlerinin söylediği şiirler arasında en güzel beyt hangisidir?” diye sordu. Cevap olarak dediler ki: “Şüphesiz Hassân (r.a.)'in “Allâh (c.c.) ona isminden bir isim ayırdı” beytidir.” “Peygamber şairi” olarak anılan Hassan (r.a.)'in bu şiirinde, şu meâlde mısralar da bulunmakta idi: “Allâh (c.c.), O (s.a.v.)'in adını kendi adı ile berâber andırıyor: Müezzin beş vakit ezânları okuyup “eşhedü” dediği müddetçe... Lütfedip O (s.a.v.)'e kendi isminden bir isim ayırdı. Arş'ın Râbbi'nin bir adı Mahmûd. Peygamberinin adı da Muhammed (s.a.v.)” İbn-i Abbas (r.a.) demiştir ki: “Peygamberimiz doğduğu zaman, dedesi Abdü'l-Muttalib, O (s.a.v.)'in nâmına akika kurbanı olarak bir koç kesmiş ve O (s.a.v.)'e Muhammed (s.a.v.) adını koymuştur. Abdü'l-Muttalib'e demişler ki: “Torununa Muhammed (s.a.v.) adını vermenizin sebebi nedir? O'na niçin atalarının isimlerinden bir ad vermediniz?” O da şu karşılığı vermiştir: “O (s.a.v.)'in gökte Allâh (c.c.), yeryüzünde de insanlar övsün diye, O (s.a.v.)'e Muhammed adını verdim” (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, S.140)

    ALLÂH (C.C.)'UN İSİMLERİNİN NEBİ (S.A.V.)'E İSİM OLARAK VERİLMESİ-28 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 28, 2025 2:50


    Yüce Allâh, kendisine ait isimlerden otuz kadarını Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e isim olarak vermiş ve bu suretle O (s.a.v.)'e bir hususiyet bahsetmiştir. İşte o isimler sırasıyla şunlardır: “El-Ekrem, El-Emîn, El-Evvel, El-Âhir, El-Beşîr, El-Cebbâr, El-Hâkk, El-Habîr, Zü'1 Kuvve, El-Raûf, El-Rahîm, El-Şehîd, El-Şekûr, El-Sâdık. El-Azîm, El-Afüvv, El-Alîm, El-Azîz, El-Fâtih El-Kerîm, El-Metîn, El-Mü'min, El-Müheymin, El-Mukaddes, El-Mevlâ, El-Veliyy, ElNûr, El-Hâdî, Tâhâ ve Yâsîn.” Ali bin Zeyd bin Cüd'ân (r.âleyh) der ki: “Bazı arkadaşlar toplantı hâlinde idiler. Bir ara içlerinden birisi: “Arap şâirlerinin söylediği şiirler arasında en güzel beyt hangisidir?” diye sordu. Cevap olarak dediler ki: “Şüphesiz Hassân (r.a.)'in “Allâh (c.c.) ona isminden bir isim ayırdı” beytidir.” “Peygamber şairi” olarak anılan Hassan (r.a.)'in bu şiirinde, şu meâlde mısralar da bulunmakta idi: “Allâh (c.c.), O (s.a.v.)'in adını kendi adı ile berâber andırıyor: Müezzin beş vakit ezânları okuyup “eşhedü” dediği müddetçe... Lütfedip O (s.a.v.)'e kendi isminden bir isim ayırdı. Arş'ın Râbbi'nin bir adı Mahmûd. Peygamberinin adı da Muhammed (s.a.v.)” İbn-i Abbas (r.a.) demiştir ki: “Peygamberimiz doğduğu zaman, dedesi Abdü'l-Muttalib, O (s.a.v.)'in nâmına akika kurbanı olarak bir koç kesmiş ve O (s.a.v.)'e Muhammed (s.a.v.) adını koymuştur. Abdü'l-Muttalib'e demişler ki: “Torununa Muhammed (s.a.v.) adını vermenizin sebebi nedir? O'na niçin atalarının isimlerinden bir ad vermediniz?” O da şu karşılığı vermiştir: “O (s.a.v.)'in gökte Allâh (c.c.), yeryüzünde de insanlar övsün diye, O (s.a.v.)'e Muhammed adını verdim” (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,S.140)

    İSLÂM DÜNYASINDA SU TEKNOLOJİLERİ-27 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 27, 2025 2:21


    Su çarkı teknolojisinin kullanımını müslüman mühendisler oldukça fazla benimsemiş, geliştirmiş ve her yere uygulamışlardır. Su çarkı teknolojisinde yenilenebilir enerjiye model olacak şekilde türbin yapısının dairesel hareketi ile doğrusal ve dikey eksende suyun iletilmesi sağlanmıştır. İslâm dünyasındaki su değirmenlerinin endüstriyel kullanımı 7. yüzyıla kadar uzanırken, yatay ve dikey tekerlekli su değirmenleri de 9. yüzyılda yaygın olarak kullanılıyordu. İslâm dünyasında, gemi değirmenleri, pul değirmenleri, çelik değirmenleri, şeker değirmenleri ve gelgit değirmenleri dahil olmak üzere çeşitli endüstriyel su değirmenleri kullanıldı. 11. yüzyılda, İslâm dünyasında Endülüs ve Kuzey Afrika'dan Orta Doğu ve Orta Asya'ya kadar bu endüstriyel sular işletiliyordu. Müslüman mühendisler ayrıca krank milleri ve su türbinleri, su değirmenlerindeki ve su toplama makinelerinde dişliler ve su değirmenlerine ve su toplama makinelerine ilave güç sağlamak için kullanılan barajları da kullandılar. İslâm dünyasının mühendisleri bir su çarkından maksimum verimi elde etmek için çeşitli çözümler geliştirdi. Bir çözüm, artan akıştan yararlanmak için onları köprü iskelelerine monte etmekti. Diğer bir çözüm ise, ortada demirleyen gemilerin yanlarına monte edilmiş su çarklarıyla çalışan bir tür su değirmeni idi. Bu teknik, Bağdat'ta tahıl ambarı için mısırdan her gün 10 ton un üretebileceği, tik ve demirden yapılmış büyük gemi değirmenlerinde, 10. yy.'da Dicle ve Fırat nehirleri boyunca kullanıldı. 13. yüzyılda çalışan El-Cezeri ve 16. yüzyılda Takiyüddin, teknolojik çalışmalarında, birçok yaratıcı su toplama makinesi tanımladı. (Dr. Mehmet Rida Tür, Keşf-i Kadîmden Vaz'-ı Cedîde İslâm Bilim Tarihi ve Felsefesi,S.558-559)

    ÖLMEK ÜZERE OLAN BİR HASTAYA KARŞI VAZİFELERİMİZ NELERDİR?-26 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 26, 2025 2:32


    Bir kimsenin ölmek üzere olduğu bir takım alâmetlerle anlaşılır. Bunlar; ayaklarının gevşeyip sarkması, burnunun yumulması ve yanaklarının solması gibi şeylerdir. Bu alametler zahir olduğunda yanında bulunanlar, yüzü kıbleye gelecek şekilde onu sağ yanı üzerine yatırırlar. Bu sünnettir. Hastaya eziyet verecekse vazgeçilir. Âlimler; bu durumda olan hastanın ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılmasının ve yüzü kıbleye dönük olsun diye de başının altına bir yastık konulmasının daha uygun olduğunu söylemişler ve gerekçe olarak da ruhunun çıkması daha kolay olur, demişlerdir. Hastayı bu şekilde çevirme imkânı yoksa hali üzere bırakılır. Son sözü “Lâ îlâhe İllallâh” olsun diye başucunda durulup işiteceği bir tonla “Eşhedü Enlâ îlâhe İllallâh Ve Eşhedü Enne-Muhammed'en Resûlullâh” denir. Kendisine bunu söylemesi teklif edilmez. Hasta bu telkinden sonra bir defa kelime-i şehadet getirecek olursa, artık tekrar edilmez. Ancak şehadetten sonra başka bir söz söyleyecek olursa şehadet telkini beyân edildiği şekilde tekrarlanır. Bu telkinin sünnet olduğuna dair icma vardır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Lâ ilâhe illallâh'ı telkin ediniz. Ölüm esnasında son sözü lâ ilâhe illallâh olan kimse, ona ne isabet ederse etsin bir gün cennete girecektir.” Ölmek üzere olan kâfire telkin meselesine gelince, ona kat'i surette “eşhedü” lafzıyla iki şehadet yani “Eşhedü Enlâ îlâhe İllallâh Ve Eşhedü Enne-Muhammed'en Rasûlullâh” telkin edilir. Bu vaciptir. Zira kâfir, bu iki şehadeti getirmedikçe müslüman olamaz. (Suâlli Cevaplı İslâm Fıkhı,C.3,S.139-140)

    HASEDİN HAKİKATİ VE ZARARLARI-25 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 25, 2025 2:36


    Sözlükte “kötüyü arzu etmek” anlamına gelen haset, terim olarak “Başkalarının iyi hallerini istemeyip, o halin yok olmasını arzulamak” şeklinde tanımlanır. Hasedin dinî ve dünyevî pek çok zararı bulunmaktadır. Kişinin işlediği iyi amellerin yok olup gitmesi dinî zararlarındandır. İyi amellerini kaybeden biri Allâh (c.c.)'un gazabına uğramaktadır. Çünkü hasetçi Allâh'ın nimetlerinde cimrilik yapıp sayısız ve geniş hazineye sahip olan Râbbinin nimetlerinin dağıtımına razı olmamaktadır. Dünyevî zararı ise şudur: Hasetçi hiçbir zaman rahat olamamaktadır. Her zaman mutsuz yaşar ve başkasının nimetlerinin yokluğunu bekler. Hâlbuki kıskandığı kişi, onun bu isteğinden dolayı hiçbir zarar görmez, sadece hasetçinin uhrevî cezası ve dünyevî mutsuzluğu devam eder. Bu durum kişinin, düşmana zarar vermek için hazırladığı silahla kendisini vurmasına benzer. Haset kalbin hastalığı olduğu kadar aynı zamanda ruhsal bir hastalıktır. kibir veya düşmanlıktan haset oluşmaktadır. Bazen de nefs-i emmâre, sebepsiz yere Allâh (c.c.)'un nimetlerinde cimrilik yapıp hiç kimseye verilmemesini arzulamaktadır. Kendisi cimri olduğu için Allâh (c.c.)'un nimetleri hakkında da cimriliği hakim kılmaya çalışmaktadır. Buradan hasedin, diğer bazı ruhsal hastalıkların da sebebi olduğu anlaşılmaktadır. Allâh Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Hasetten sakının. Çünkü ateşin odunu yediği gibi haset de iyi amelleri yiyip bitirir.” (Muvatta) Bu hadiste “odunu yakmak” yerine “odunu yemek” kelimesinin tercih edilmesinde üstün bir belâgat vardır. Çünkü bazı odunlar yakıldığında kömür hâline döner ve daha fazla değer kazanır. Bunun için hadiste “yemek” kelimesi kullanılmıştır ki, haset eden kişinin iyi amellerinin yok olup hiçbir işe yaramayacağı anlaşılsın. (Eşref Ali et-Tehanevî, Tehzibu'l Ahlâk,S.98)

    HASEDİN HAKİKATİ VE ZARARLARI-25 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 25, 2025 2:36


    Sözlükte “kötüyü arzu etmek” anlamına gelen haset, terim olarak “Başkalarının iyi hallerini istemeyip, o halin yok olmasını arzulamak” şeklinde tanımlanır. Hasedin dinî ve dünyevî pek çok zararı bulunmaktadır. Kişinin işlediği iyi amellerin yok olup gitmesi dinî zararlarındandır. İyi amellerini kaybeden biri Allâh (c.c.)'un gazabına uğramaktadır. Çünkü hasetçi Allâh'ın nimetlerinde cimrilik yapıp sayısız ve geniş hazineye sahip olan Râbbinin nimetlerinin dağıtımına razı olmamaktadır. Dünyevî zararı ise şudur: Hasetçi hiçbir zaman rahat olamamaktadır. Her zaman mutsuz yaşar ve başkasının nimetlerinin yokluğunu bekler. Hâlbuki kıskandığı kişi, onun bu isteğinden dolayı hiçbir zarar görmez, sadece hasetçinin uhrevî cezası ve dünyevî mutsuzluğu devam eder. Bu durum kişinin, düşmana zarar vermek için hazırladığı silahla kendisini vurmasına benzer. Haset kalbin hastalığı olduğu kadar aynı zamanda ruhsal bir hastalıktır. kibir veya düşmanlıktan haset oluşmaktadır. Bazen de nefs-i emmâre, sebepsiz yere Allâh (c.c.)'un nimetlerinde cimrilik yapıp hiç kimseye verilmemesini arzulamaktadır. Kendisi cimri olduğu için Allâh (c.c.)'un nimetleri hakkında da cimriliği hakim kılmaya çalışmaktadır. Buradan hasedin, diğer bazı ruhsal hastalıkların da sebebi olduğu anlaşılmaktadır. Allâh Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Hasetten sakının. Çünkü ateşin odunu yediği gibi haset de iyi amelleri yiyip bitirir.” (Muvatta) Bu hadiste “odunu yakmak” yerine “odunu yemek” kelimesinin tercih edilmesinde üstün bir belâgat vardır. Çünkü bazı odunlar yakıldığında kömür hâline döner ve daha fazla değer kazanır. Bunun için hadiste “yemek” kelimesi kullanılmıştır ki, haset eden kişinin iyi amellerinin yok olup hiçbir işe yaramayacağı anlaşılsın. (Eşref Ali et-Tehanevî, Tehzibu'l Ahlâk,S.98)

    GERÇEK MANEVİYAT EHLİ VE YOL KESİCİLER-24 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 24, 2025 2:42


    İmâm-ı Gazâlî (k.s.) Hazretleri buyurdu: “Havada uçan, suyun üzerinde yürüyen veya ateş yiyen veyahut da bunlardan başka harikulâde haller gösteren bir şeyhi gördüğün zaman onu iyi araştır. O şeyh, eğer Allâh (c.c.)'un farzlarından ve Resûlullâh (s.a.v.)'in sünnetlerinden birini terkediyorsa yalancıdır, düzenbazdır. O evliyâ değildir. O şeyhin işleri asla kerâmet değildir; belki istidrâçtır.” Tasavvuf konusunda şeriat ve hükümlerinin değerini bilmeyen ve şeriat ile amel etmeyen kişiden yüz çevirmek lâzımdır. Çünkü o şeriat ilimleri, hükümleri ve hikmetlerini bilmeyen kişi; kısırdır. Maneviyattan yoksun, eksik ve irşad derecesine yükselmeyen “müteşâyihe” yani sahte şeyhe bağlanan müritler de ancak ve ancak kısır ve çalışmaları sonuçsuz kalmaya mahkumdurlar. O gün yüzleri ateşte çevrilirken “Ah, ne olurdu bizler Allâh (c.c.)'a itaat edeydik, Peygamber (s.a.v.)'e itaat edeydik! Yâ Rabbenâ! Ey Rabbimiz!” demektedirler. “Doğrusu bizler beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yanlış yola götürdüler. Yâ Rabbena! Onlara azâbın iki katlısını ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle!” (Ahzâb s. 66-68) Allâhü Teâlâ hazretleri buyurdu: “Ve sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe s. 119) Yani, sâdıkların cümlesinden olun ve sâdıkların sohbet arkadaşları olun. İşte bu sebeple bazı hikmet ehli buyurdu: “Kişi, bekâ yani yerleşip kalacağı yeri seçerken dînen en güzelini tercih etmesi lazım gelir. Tâ ki sâdık ve samimî ihvân (din kardeşleri) ile yardımlaşsın.” Îsâ (a.s.)'a soruldu. “Yâ Rûhullâh! Kiminle oturalım?” Îsâ (a.s.) buyurdu: “Konuşması ilminizi artıran, görülmesi size Allâhü Teâlâ hazretlerini hatırlatan ve ameli âhirete rağbet ettiren sâlih kimselerin meclisinde oturun.” (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu'l-Beyân Tefsiri,c.17,S.135)

    ABDURRAHMAN B. AVF (R.A)'İN CÖMERTLİĞİ-23 NİSAN 2025 -MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 23, 2025 2:33


    Abdurrahman b. Avf (r.a.)'in kerem sahibi ve cömertliği öylesine yaygındı ki zenginleri de kapsamına alırdı. İbn Abbas (r.a.) rivayet ediyor ki, Abdurrahman b. Avf (r.a.) bir keresinde hastalanmıştı. Servetinin üçte birinin vefatından sonra ayrılarak dağıtılmasını vasiyet etmişti. Daha sonra sağlığına kavuştu ve derhal vasiyeti olan miktarı malından ayırarak sadaka olarak dağıttı ve dedi: “Ölümümden sonra birileri bunu yapacak diye beklemektense ben hayatımdayken bunu yapıyorum.” O, vasiyeti olan bu miktarı fakirlerle beraber zenginlere de dağıttı. Çünkü bu zekât olmadığı gibi, bir fakirin ihtiyacını karşılamak için de değildi. Abdurrahman b. Avf (r.a.) daha sonraları da zenginlere dahi varlığından dağıtmaya devam etti ve dedi ki: “Ey Bedir savaşma katılanlar! Sizlerden her biriniz için 400 dinar vereceğim.” Bedir'e katılanların her birisi bu miktarı teslim almak için ona gittiler. Hatta zenginlerden olduğu halde Osman b. Affan (r.a.) da gitmişti. Kendisine: “Sen zenginsin” denildiğinde Hz. Osman (r.a.) şöyle cevap verdi: “Bu bir kulun dostluk gereği verdiği bir şeydir, sadaka değildir.” Abdurrahman b. Avf (r.a.)'in dağıttığı miktar 150.000 dinar'a ulaşmıştı. Hatta kendisinin şöyle dediği rivayet olunur: “Yerden bir taş kaldırsam, neredeyse kaldırdığım her taşın altında ya gümüş veya altın bulacağım.” O, Allâh (c.c.)'un hoşnutluğunu kazanmak uğrundaki bol dağıtmasıyla şu ayette buyurulan hüküm onun hakkında da gerçekleşmiştir: “Allâh yolunda mallarını harcayanların misâli, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allâh dilediğine kat kat fazlasını verir.” (Bakara s. 261) (Muhammed Mütevelli Şaravî

    KURTULUŞA GÖTÜREN AMELLER-22 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 22, 2025 2:15


    Birisi “Kurtuluşa götüren ameller işlemenin yolu nedir?” diye sorarsa, deriz ki; muttaki imâmların yolundan ayrılmamak, gidişâtını bilmek için mürşidinin âdâbına bakmak, muhasebe ile teyakkuz halinde olmak, hakkı gözeterek/adâlet ile amel etmek, eziyetten korunmak, başa kakmadan, minnet altında bırakmadan “fazla olanı” vermek, hasetten uzak güzel tavır takınmak, kamufle etmekten hoşlanarak kanâat etmek, selâmet için uzunca susmak, yabancılaşmadan/ilişkilerde soğukluk oluşturmadan halka tevâzu göstermek, halvette zikir ile ünsiyyet kurmak, hizmet etmek (iştiyâkıyla dolması) için kalbini boşaltmak, niyeti/endîşeyi murâkâbe ile cem etmek ve kurtuluşu istikamet yolunda aramak. Allâh (c.c.) şöyle buyurur: “Şüphesiz, “Râbbimiz Allâh'tır” deyip de sonra istikamet üzere olanlara, (evet) on lara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzûn da olmayacaklardır” (Ahkâf s. 13) Süfyân b. Abdullah es-Sakafî (r.a.): “Yâ Resûlallâh! Bana, kendisine tutunacağım bir iş söyle.” deyince, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allâh'a inandım de, sonra da dosdoğru ol.'' Ömer b. el-Hattâb (r.a.) diyor ki: “İstikamet üzere (dosdoğru) oldular” demek, “Allâh'a itâat edip, tilkinin (avcıdan) kaçması gibi (sağa sola saparak) kaçmadılar” demektir.' Ebû'l-Âliye er-Riyâhîy de şöyle diyor: “Dosdoğru oldular; (yâni) dinde, dâvette ve amelde Allâh için ihlâslı oldular.” İstikametin aslı üç şeydedir: Kitâb'a tâbi olmak, Sünnet'e tâbi olmak ve cemâatten ayrılmamak. Bil ki, kul için en kurtarıcı yol; ilimle amel, havf ile korunma ve Allâh (c.c.) ile yetinmektir. (Haris el-Muhasibî, Ahlak ve Arınma

    REŞİDDÜDDİN FAZLULLÂH'IN HİZMETLERİ-21 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 21, 2025 2:28


    Tam adı Ebül Hayr Reşiddüddin Fazlullah bin İmadidevle el Hemedânî olan Reşiddüddin, Hemedânî'da tıp tahsili yapmıştır. Doktor olmasından dolayı kendisine Ali et-Tabib el-Hemedânî de denmektedir. Reşiddüddin Fazlullah, Gāzân Han'ın ve Olcâytû'nun devrinde de bilim faaliyetlerini sürdürmüş ve 1307 yılında vezirliğe yükselmiştir.Devletin entelektüel seviyesini artırmak için medrese ve kütüphaneler yaptırmıştır. Kitaplara damga vurulması yöntemi, minyatürleme aktivitesi olarak bir ekolün meydana gelmesine ve bu ekolün Bizans aracılığıyla İtalya'ya ve buradan da diğer Müslüman sanatçılar sayesinde Hindistan'a kadar ulaşmasına olanak sağlamıştır. Bilim adamlarını her zaman koruyan Reşiddüddin, matematik alanında İbnü'l Havvam başta olmak üzere âlimleri himayesi altına aldı. Reşiddüddin Fazlullah, 1247-1318 yılları arasında baskı teknikleri konusunda bir çalışma da ortaya koyduğu bilinmektedir. Bu eserlerin çoğaltılarak İslâm şehirlerine gönderilebilmesi için vakıf gelirlerinden bütçe ayırmıştır. Çin tıbbı ve bilimi üzerine yazılan “Tensukname-i İlhani der Fünun-u ulum-u Hitayi” adlı eseri Farsça olarak tercüme etmiş ve bu esere bir giriş yazmıştır. Bir diğer eseri ise Asar-ı Ahya'dır. Bu eser, iklim ve toprak bilgisi, sulama ayrıca hayvan yetiştirme ve bahçe ziraati üzerine yazılmış bir çalışmadır. Ağaç ve fidan yetiştirme bilgisini içeren bu eser meyve ağaçlarına aşılama tekniği geliştirilmesiyle berâber birçok meyve ağacı türünün üretilmesini konu almaktadır. Ayrıca bu eser, İslâmi ziraat kitapları arasında çay hakkında bilgi veren ilk ve tek kitaptır. Kısaca bu eser tarımın bilim olması yolunda yapılmış ilk çalışma olarak günümüzdeki yerini korumaktadır. (Aykut Kar, İlhanlı Dönemi Bilim Faaliyetleri,S.72-74)

    DÜNYA SEVGİSİ HER HATANIN BAŞIDIR-20 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 20, 2025 2:18


    Allâhü Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” (A'lâ s. 17-18) Dünya sevgisi gitgide artan büyüleyici bir bağımlılıktır. Onun için her geçen gün insan daha çok kazanmayı arzu eder. Dünya isteklerini hiç kimse bitiremez. Bir ihtiyacını giderirken, diğeri karşısına çıkar. Hayat biter ama yine nefsin arzuları bitmez. Mal varlığı elde etmek bizâtihî kötü bir şey değildir. kötü olan, mal sevgisi beslemektir. Para kazanmanın ve dünya sebeplerine sarılmanın haram olduğu anlaşılmasın! Biz dünyada kazanmayı kınamıyoruz, bu ihtiyaç olduğu zaman caizdir. Ancak dünya sevgisi bundan farklı bir şeydir ve haramdır. Bir hadisinde Allâh Resûlü (s.a.v.): “Dünyada bir yolcu gibi yaşa!” buyurmaktadır. Nasıl ki yolcu konakladığı yerlerde bulduklarıyla ve sırtında taşıdığı azıcık servetiyle yetiniyorsa senin dünya hayatının da bu şekilde olması gerekir. Yolculuk esnasında gecelemek amacıyla gittiğin konaklama yerinde ayakları bozulmuş bir yatak bulursan bir destekle onu düzeltmeye çalışırsın. Ancak özel bir marangozu çağırıp onu ince nakışlarla ve kusursuz işlemelerle tamir etmenin peşine düşmezsin. En fazla yapacağın şey, rahat olması için biraz uğraşman olur. Burada işin estetik boyutuna bakmazsın. Yolcu, ulaşmak istediği hedefe odaklandığı gibi senin de hayatın gayesi olan ahirete odaklanman gerekiyor. Allâh Resûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın Allâh katında bir sivrisinek kanadı kadar değeri olsaydı, ondan kâfire bir yudum su dahi içirmezdi.” (Tirmizî) Bir başka hadis-i şeriflerinde ise: “Dünya sevgisi her türlü hatanın başıdır.” (Beyhakî) buyurmuşlardır. (Eşref Ali et-Tehanevî, Tehzibu'l Ahlâk,S.104)

    MEAL BİZE YETER Mİ?-19 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 19, 2025 2:19


    Müslim'de rivayet edildiğine göre, İbn-i Mes'ud (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'den, “Dövme yapan ve yaptıran, peruk takan ve taktıran... kadınlara lanet olsun.” hadîsini rivayet edince, bu hadîsi işiten Ümmü Yâkup adında Kur'ân okuyan bilgiç bir kadın gelerek itiraz eder: “Sen dövme yapanları da yaptıranları da lanetliyormuşsun.” der. İbn-i Mes'ud (r.a.): “Resûlullâh (s.a.v.)'in lanetlediğine ben niye lanet etmeyeyim, üstelik bu, Allâh (c.c.)'un Kitabı'nda da var.” diye cevap verir. Kadın: “Ben, Kur'ân'ın iki kapağı arasında her ne varsa eksiksiz okudum; ama senin söylediğin lanetlemeyi bulamadım.” deyince İbn-i Mes'ûd (r.a.): “Şayet hakkıyla okusaydın mutlaka bulurdun. Allâh, Kur'ân'da: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr s. 7) buyurmuyor mu?” cevabını verir. Bu yüce sahâbenin davranışını değerlendiren usulcülerimiz şu hükme varırlar: “Görüldüğü üzere hüküm çıkarmada, Kur'ân'la yetinmek câiz değildir. Mutlaka Kur'an'ın şerhi ve beyanı durumunda olan sünnete de bakmak gerekir.” Mutarrif b. Abdullah (r.âleyh), “Bize Kur'ân'dan bahsedin, hadîsten değil.” diyen kimseye: “Biz, hadîsi Kur'ân'a tercih etmiyoruz. Hadîsleri anlatmaktaki amacımız, Kur'ân'ı en iyi bilen yani Resûlullâh (s.a.v.)'in bildiklerini söylemektir” uyarısında bulunmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'i tefsir ilmini ve sünneti derinlemesine bilmeden, Kur'ân'daki hangi ifadelerin genel anlamlı, hangilerinin sınırlı mânâ ifade ettiğini, hükmü kaldırılmış ayetleri, o ayet hakkındaki Ashâb (r.a.e.)'in görüşlerini, tatbikatlarını öğrenmeden, onu delîl olarak kâbul etmek veya sadece meallere bakarak onunla amel etmek câiz ve isabetli olmaz. (Misvâk Neşriyat, Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar,s.129)

    İSTİNCÂ-17 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 18, 2025 1:59


    İstincâ, büyük abdestten sonra pisliğin tamamen temizlenmesidir. Temizliğini tam yapamayacak durumdaki hastanın, hanımı da yoksa istincâ yapması şart değildir. Şu iki çeşit pisliği temizlemek ise farzdır: 1. Çıktığı yerden taşıp, bulunduğu yeri pisleten pisliğin miktarı bir miskâl (yüz arpa ağırlığı, yani 4,618 gram) kadarsa. 2. Pislik sıvı olup yayıldığı yer avuç içinden fazlaysa. Bu iki durumda o mahalli yıkamak farzdır. Cünüplükten, hayız ve lohusalıktan yıkanırken, ön ve arkada pisliğin çıktığı yerdeki pislikleri az dahi olsa yıkamak farzdır. Temizlik, temizlikte kullanmaya uygun olan sudan başka taş ve kıymetsiz bez parçası gibi şeylerle de yapılabilir. Temizlikte kullanılan madde; necis olmamalı, hayvanların yediği cinsten bir madde olmamalı ve kıymetli bir şey olmamalıdır. Değerli şeylerle temizlenmek, bir kıymeti boşa harcamak olup fakirliğe sebeptir ve böyle şeylerle temizlenmek mekruhtur. Pislik çıkan mahal silinip temizlenince, oradan çıkan ter de temiz olur. Artık namaz caiz olacak temizlik yapılmış olur. İstincâda en güzeli su ile temizlenmektir. Her zaman istincânın en iyisi, arazide ise önce taş ve benzeri bir şeyle, yerleşim yerlerinde ise tuvalet kâğıdı ve benzerleriyle önce pisliği giderip sonra su kullanmaktır. Kişi, kötü kokuyu giderene kadar yıkamaya devam etmelidir. Temizlik bitince ellerini tekrar yıkar. Kalkmadan önce kurulanır. Bezle veya tuvalet kâğıdıyla, bunları da bulamaz ise sol eliyle yaşlığı giderir. (Muhammed Alâüddin, El-Hediyyetü'l- Alâiyye,s.41-43)

    HZ. İDRİS (A.S)'IN HİKMETLİ SÖZLERİ-17 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 17, 2025 2:30


    İdris (a.s), insanlara hikmetli sözler ile pek çok nasihatta bulundu. Onun bu kıymetli sözlerinden bazıları şunlardır:Akıllı kimse, sultanlara, âlimlere ve dostlarına hakaret gözü ile bakmasın! Yoksa sıkıntıya düşer, dinine zarar gelir, mürüvvetini yok eder. Akıllı kimse, hikmeti arar. Umumî bela ve musibetten dolayı boşuna ızdırap gösterip, kendisine zarar vermez. Akıllı kimsenin mertebesi yükseldikçe, tevazu artar. Akıllı kimse başkalarının ayıbına bakmaz. Kişinin ayıbını yüzüne vurmaz. Malı çoğaldıkça, mağrur olup ahlâkını bozmaz. Cahil, mertebesi yüksek olsa da, basiret ehlini hakîr ve aşağı görür. Akıllı kimsenin dünyadaki mertebesi ne kadar aşağı olsa da, basîret ehli yanında yüksektir. Bir kimse; adaletli devlet reisi, hükmü geçerli hâkim,tabib-i hâzık ve akarsu bulunmayan bir yerde yerleşse, canını ve malını zâyi etmeye çalışmış olur. İlim ve salih amele kavuşmak isteyen, cehaleti ve kötü işleri bıraksın. Nitekim her sanattan anlayan kimse, terzilik yapmak istediği zaman,onunla alâkalı aletleri alır, diğerlerine ait olanları bırakır. Âhiret ile dünya sevgisi bir arada bulunmaz. Duâ ettiğiniz zaman niyetiniz halis olsun, namaz ve oruçlarınızda da böyle yapınız! Yalan yere yemin etmeyiniz! Âdi ve düflük kazançlardan sakınınız! Âmirlerinize itaat ediniz! Büyüklerinize tevâzu gösterip, dillerinizden Allâhü teâlâya hamdi düşürmeyiniz! Hikmet, insan için hayattır. Kavuştukları nimetlerden dolayı insanlara haset etmeyiniz! Çünkü, insanlar bu nimetlerden az faydalanırlar. Kendisine yetecek miktardan fazlasını elde etmeye çalışanı hiçbir şey doyuramaz. Dostlar arasındaki hakiki sevgi, içinde bir menfaat temin etme ve kendisinden bir zararı def etme düşüncesi olmayanıdır. (Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi,s.66)

    HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)'İN HRİSTİYANLARA CEVABI-16 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 16, 2025 2:34


    Rivayet edildiğine göre, Necran'dan 60 kişilik bir heyet Nebi (s.a.v.)'e gelmişlerdi. Bunların 14 kişisi eşraftan, 3 kişisi ise ileri gelen kişilerdendi. Bunlar Medine'ye gelip ikindi namazından sonra Nebi (s.a.v.)'in mescidine girdiler. Namaz vakitleri gelince kalkıp, namazlarını mescidde kıldılar. Nebi (s.a.v.): “Onları bırakınız, doğuya doğru kılsınlar” buyurdu. Daha sonra bu gruptan üç kişi Hz. Peygamber (s.a.v.) ile konuştular “İsa, Allâh'tır, İsa Allâh'ın oğludur” dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): “Müslüman olun” buyurdu. Onlar: “Senden önce müslüman olduk” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Yalan söylüyorsunuz! Çünkü sizin Allâhü Teâlâ'ya çocuk isnat etmeniz, müslüman olmanızı engeller” buyurdu. Onlar: “Eğer İsa, Allâh'ın oğlu değilse, babası kimdir?” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): “Çocuğun babasına benzer olduğunu bilmiyor musunuz?” buyurdu. Onlar: “Evet biliyoruz” dediler. Nebi (s.a.v.): “İsa'da bundan (babasından) bir şey var mı?” diye sordu. Onlar: “Hayır” dediler. Nebi (s.a.v.): “Yerde ve gökte hiçbir şeyin Allâh'tan gizli kalamayacağını bilmiyor musunuz?” diye sordu. Onlar: “Evet biliyoruz” dediler. Nebi (s.a.v.): “İsa kendine bildirilenlerden başka bir şey bilir mi?” diye sordu ve onlardan “hayır” cevabını aldı. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): “Bu, nasıl sizin iddia ettiğiniz gibi olur?” diye sordu. Adamlar sustular ve inkâr etmeye devam ettiler. Bunun üzerine Allâhü Teâlâ, “Allâh ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Dâima diri ve koruyup yöneticidir.” (Ali İmran s. 2) sûresinin başından seksen küsur âyet indirdi. Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.) bu âyetleri delil gösterip hakkı gerçekleştirmek için onların şüphelerine cevap verdi. (İsmail Hakkı Bursevi, Ruh'ul Beyân Tefsiri,Al-i İmran s.2)

    ALLÂH (C.C.) SİZDEN YÜKÜ HAFİFLETMEK İSTER-15 NİSAN 2025 MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 15, 2025 2:37


    Allâhü Teâlâ, getirdiği yükümlülüklerle kişilerin meşakkât ve sıkıntıya sokulmasını istememiştir. Buna şu nasslar delâlet eder: “O peygamber, ... onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir.” (A'râf s. 157), “Râbbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Râbbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma.” (Bakara s. 286) Hadiste ise: “Kulun bu duâsı üzerine” Yüce Allâh: “Tamam öyle yaptım” buyurdu” (İbn Kesir) denilmiştir. Yine Yüce Allâh: “Allâh kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler.” (Bakara s. 285) “Allâh size kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara s. 185) “Dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır.” (Hac s. 78) “İnsan zayıf yaratılmış olduğundan Allâh sizden yükü hafifletmek ister.” (Nisa s. 28) “Allâh sizi zorlamak istemez, Allâh sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.” (Mâide s. 6) buyurur. Hadis-i şerifte de: “Hanîflik ve hoşgörüye dayalı bir şeriatla gönderildim.” (Ahmed) “Hz. Peygamber, iki şey arasında muhayyer kılınmışsa, günâh olmadıkça mutlaka daha kolay olanını tercih etmiştir.” (Buhari) buyrulur. Burada “günâh olmadıkça” diye kayıtlanmıştır. Çünkü günâhın terkinde onun sırf bir terk olması açısından bir güçlük bulunmamaktadır. Bu mânâda daha pek çok nass bulunmaktadır. Eğer Şâri' Teâlâ meşakkâti kastetmiş olsaydı, o zaman kolaylık ve hafifletmeyi murad etmiş olmaz, güçlük ve zorluğu dilemiş olurdu. Bu ise sakattır. Ruhsatların meşruluğu sabittir ve bu konu gayet kesindir. Bunlar, dinden olduğu zorunlu olarak bilinen konulardandır. Yolculuk sebebiyle namazı kısaltma, oruç tutmama, iki namazı birleştirerek kılma, zaruret halinde haram kılınmış şeyleri yeme ya da içme... gibi. Bunların mevcut ve meşru oluşu, güçlük ve meşakkâtin mutlak surette kaldırılmış olduğuna kesin bir delildir. (Şatıbi, el-Muvâfakat, İslâmi İlimler Metodolojisi,c.2,s.121-122)

    KARAHANLILARIN İSLÂM MEDENİYETİNE KATKILARI-14 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 14, 2025 2:21


    Karahanlıların İslâmiyeti kâbul etmesi, Türk tarihinin dönüm noktalarından biridir. Türkler, taze bir kuvvet olarak İslâmiyetin yayılmasında ve gelişmesinde büyük roller oynadıkları gibi, kültür ve uygarlık hareketlerine de katılarak İslâm kültür ve uygarlığına ortak oldular. XI. yy.'da Türkler de İslâm kültür ve edebiyat çalışmalarına bütün varlıkları ile katıldılar. XI. yy. ikinci yarısında, Karahanlılar devrinde, Türk-Müslüman kültür ve edebiyatı tamamen teşekkül etti. Fakat bu hiçbir zaman Türk'ün karakterini değiştirmedi. Çünkü Türklerin çok canlı ve sağlam bir kültürleri vardı. Türkler Yesevîlik, Bektaşîlik ve Mevlevîlik gibi tarikâtlar kurarak din hayatına bir canlılık ve hareket getirdiler. Doğu Karahanlılar, devletlerini İslâm olmayan bir bölgede kurduklarından buralarda pek çok cami, mescit, medrese, han, hamam vb. yaptırmışlardır. Fakat bunların çoğu bize kadar gelememiştir. Türkistan'da taş ve ağaç yok gibidir. Bu yüzden Karahanlılar yapılarını kerpiçten, özellikle tuğladan yaparlardı. Tuğladan yapı yapmak usulünü Karahanlılar geliştirdiler. Batı Karahanlılar Maveraünnehir'de İran-İslâm kültürünün yaygın olduğu yerde kuruldu. Buhara ve Semerkant, İslâm dünyasının iki namlı kültür merkezi idi. Bu yüzden Batı Karahanlılar İran-İslâm kültürünü benimsediler ve geliştirdiler. Doğuda ise durum daha değişikti. Karahanlı'dan önce Doğu Türkistan'da Uygur ve Çin kültürü yaygındı. Doğu Karahanlıların devlet dili Türkçe idi. Resmî işlerde ve halk arasında Uygur alfabesi kullanılıyordu. Bu yüzden Doğu Türkistan'da Türk Dili, edebî dil halini almış ve gelişmişti. Türk-İslâm medeniyetinin ilk orijinal örneklerini Karahanlılar verdiler. (Çağatay Uluçay, İlk Müslüman Türk Devletleri.s.29-30)

    HZ. EBU BEKİR (R.A)'İN İMAMETE LAYIK OLMASI-13 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 13, 2025 2:25


    Aişe (r.anhâ)'dan, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İçlerinde Ebu Bekir'in bulunduğu bir kavim için layık olmaz ki, onun dışındakilerden birini imam yapsınlar.” (Tirmizi) Çünkü imametin medârı, fazilet üzerinedir. O halde kim efdal ise imamete evlâ olan odur. Nitekim fıkıh kitaplarında geniş olarak izah olunmuştur. Ebu Bekir (r.a.) hepsinden efdaldir. Hadisteki imametle; hilâfet mânâsındaki imamete işaret olunmuş olması mümkündür. İşte bundan dolayı Resûlullâh (s.a.v.) hastalığında imamete Ebu Bekir (r.a.)'i tayin etti. Hz. Ömer (r.a.) imam olduğu ve insanlara namaz kıldırdığı zaman, namazlarını Ebu Bekir (r.a.)'in imametiyle iade ettiler. Abdullah Zem'a (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; Resûlullâh (s.a.v.)'in hastalığı şiddetlendiği zaman Bilâl (r.a.) onu namaza çağırdı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: “Ebu Bekir'e gidiniz.” Gittiler ki, Ebû Bekir yoktur ve Ömer insanların içindedir. Dedim ki “Ya Ömer! Kalk ve insanlara namaz kıldır.” O da öne geçti ve tekbir aldı. Resûlullâh (s.a.v.) onun sesini işittiği zaman dedi ki: “Ebu Bekir nerededir? Allâh ve müslümanlar buna razı olmaz.” Hz. Ebu Bekir (r.a.)'e haber gönderildi. Ömer (r.a.) namazı kıldırdıktan sonra Ebu Bekir (r.a.) geldi ve insanlara namazı kıldırdı. Bir rivayette de şöyle ilâve edildi: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Ömer (r.a.)'in sesini işittiği zaman mescidin yanı başındaki hücresinden başını çıkarttı sonra dedi ki: “Yok yok yok, insanlara elbette İbn-i Ebu Kuhâfe namaz kıldırmalıdır!” (Birgivi, Tarikatü'l-Muhammediyye Tercümesi,s.166-167)

    GIYBET VE GIYBETTEN KURTULMA YOLLARI-12 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 12, 2025 2:23


    Allâhü Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey imân edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günâhtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde Allâh'tan korkun. Şüphesiz Allâh, tevbeyi çok kâbul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurât s. 12) Ayette açıkça gıybet, kişinin ölü kardeşinin etini yemesine benzetilmektedir. Böyle bir benzetmenin nedeni, insan tabiatının her ikisinden de nefret etmesidir. Çünkü insan bedensel olarak ölü kardeşinin etini yemeyi düşünemediği ve bundan rahatsız olduğu gibi ruhsal olarak da gıybetten rahatsız olur. Ebû Said el-Hudrî ve Câbir (r.a.e.)'den gelen rivayete göre Allâh Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Gıybet zinadan daha şiddetlidir.” Oradakiler “Ey Allâh'ın elçisi! Nasıl gıybet zinadan daha şiddetli olur?” dediler. Bunun üzerine Allâh Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Çünkü bir adam zina yapar da sonra tevbe eder; bunun üzerine Allâh onun tevbesini kâbul eder. Ancak gıybet edenin durumu farklıdır, gıybetini yaptığı kişi onu bağışlamadıkça, Allâh da onu bağışlamaz.” (Taberânî) Allâh Resulü (s.a.v.) bir başka hadiste şöyle buyurmaktadır: “Ölülerinizi kötülemeyin, böyle yapınca dirilerinize de eziyet verirsiniz.” Bu hadisten anladığımız üzere ölülerin gıybeti, dirilerin gıybetinden daha şiddetlidir. Çünkü onların gıybeti iki kötülüğü barındırmaktadır. Birincisi, onlardan af dileme imkânı olmaması, ikincisi ise eğer Allâhü Teâlâ o ölüyü affetmiş olsa, gıybet yapan bu adam, affedilen kişiyi kötüleyerek âdeta Allâh (c.c.)'un hükmünü sorgulamış olmaktadır. (Eşref Ali et-Tehanevî, Tehzibu'l Ahlâk,s.42-43)

    SAHABÎLER (R.A.E.)'E SÖVENLERİN DURUMU-11 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 11, 2025 2:43


    İmam Ahmed (r.âleyh), “Peygamber (s.a.v.)'in Ashâbı (r.a.e.)'e sövmeyiniz. Onlardan birinin bir saatlik kıyâmı sizden birinin ömür boyu amel etmesinden daha hayırlıdır.”Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki; “Ensarı ancak mümin sever ve onlara ancak münafık buğz eder. Kim onları severse Allâh da onu sever, kim onlara buğz ederse Allâh da ona buğz eder.”Süfyan es-Sevrî (r.âleyh)'in şöyle dediğini rivayet ediyor: “Selefe dil uzatma ki, selâmetle cennete girebilesin.” Ahmed Bin Hanbel (r.âleyh) şöyle rivayet ediyor: Babama Peygamber (s.a.v.)'in Ashabı (r.a.e.)'e dil uzatan bir kimse hakkında sordum. Dedi ki; “Onu müslüman görmem.” Birisi el-Firyabî (r.âleyh)'e Hz. Ebubekir (r.a.)'e söven kişi hakkında sordu. “Kâfirdir” dedi. “Cenaze namazı kılınır mı?” dedi. “Hayır” dedi.Kadı Iyaz (r.âleyh) der ki; “Peygamber (s.a.v.)'in Ashabı (r.a.e.)'e veya onlardan birine sövmek ve onlara kusur bulmak büyük günâhlardandır. Nitekim böyle yapana Peygamber (s.a.v.) lânet etmiştir. Ebu Bekir Abdulaziz el-Muknî (r.âleyh) de der ki: “Rafızi'ye gelince, eğer sövüyorsa (sahabeye) kâfir olmuştur, nikâhı caiz değildir.” Kadı Ebu Ya'lâ (r.âleyh) sahabeye dinleri ve adaletleri konusunda lekeleyici şekilde dil uzatanların kâfir olacağını belirtmiştir. Müslümana bu konuda vacip olan böyle inanması, bunu savunmasıdir.Bu konuda Peygamber (s.a.v.)'in Ashâbı (r.a.e.)'den, onlara güzellikle uyan tabiinden ve ehl-i sünnet ve'l-cemaatin diğer mensuplarından ilim ve fıkıh ehli arasında bir ayrılık bilmiyoruz. Onların hepsi de Sahabeler hakkında onları övmenin, onlar için bağışlanma dilemenin, onlara hürmet etmenin ve onlardan razı olmanın, onlara muhabbet etmenin, onları dost edinmenin ve onlar hakkında kötü konuşanların cezalandırılmasının vacip olduğunda icma etmişlerdir.”(İbnu Hacer el-Askalânî, el-İsabe (Seçkin Sahabeler), s.39-50)

    NAMAZDA İMAM OLACAK KİŞİDE BULUNMASI GEREKEN ŞARTLAR NELERDİR?-10 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 10, 2025 1:58


    Nuru'l-Izah isimli eserinde Hasan b. Ammar eş Şürünbülali (r.âleyh) şöyle demiştir: Hasta ve özürlü olmayan sağlam erkeklere imam olacak kişide bulunması gereken şartlar altıdır. Bunlar: 1. İslâm (Müslüman) olmak 2. Bulûğ: Bu şart buluğa ermiş fertlerden oluşan bir cemaate imam olmak için gerekli olan bir şarttır. Yoksa buluğa ermemiş çocuklardan oluşan bir gruba imam olmak için baliğ olmak ayrıca şart görülmemiştir. Yani çocukların kendi aralarında yapacakları cemaat sahihtir. 3. Akıl 4. Erkek olmak: Bu şart, erkeklere imam olmak için gereklidir. İleride geleceği üzere; kadınlara imam olmak için erkek olmak şart değildir. Kadının diğer kadınlara imam olması sahihtir. Fakat mekruh olduğundan dolayı kadınların diğer kadınlara imamlık yapmaları doğru ve caiz görülemez. Ancak buna rağmen yapacak olurlarsa kadınlardan biri öne çıkmadan safın ortasında durup diğerlerine imamlık yapar. Bu şekilde kılacak oldukları namaz fasit ve batıldır denmez. 5. Kıraat: Kifayet edecek miktar Kur'an-ı Kerim okuyabilmesi. 6. Burun kanaması, dil tutukluğu-pelteklik gibi özürlerin bulunmamasıyla birlikte namaza mani olacak abdestsizlik, necaset ve avretin açılması gibi bir durumun bulunmaması. Aynı özür sahiplerinin biri diğerine imam olabilir. Burada aranan esas kural; imam olanın hâli cemaat olanın hâlinden daha kuvvetli veya ona müsavi (eşit) olmasıdır. (Sualli Cevaplı İslam Fıkhı,c.3 ,s.9)

    HACAMAT NE ZAMAN YAPILMALI?-09 MART 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 9, 2025 2:22


    Hacamatın en faydalı olduğu mevsimi sevgili Peygamberimiz (a.s.) bize kiraz yemeden evvel, yani yaz başlangıcı olarak bildirmiştir. Gün olarak da Arabi ayların 15, 17, 19, 21, 23'den itibaren ay sonuna kadar olan günleri tavsiye etmişlerdir. Hacamat için en uygun gün pazartesi gündür. Vakit olarak sabah erken hacamat yapılabildiği gibi, öğlen veya daha sonra da hacamat yapılabilir. Hatta bazı sahabe efendilerimizin bu gece hacamat yaptıkları rivayetlerde geçmektedir. Hacamatta vücudun dinlenmiş olması, uykusuz ve yorgun olmaması esas şarttır. Kan aldırma işini kamerî ayların ilk ve son günlerinde değil, dolunay veya dolunaydan sonraki günlerde yaptırmak en uygundur. Çünkü bu günler vücuttaki kanın en hareketli ve en çok olduğu günlerdir. Bu sağlıklı kimselerin sünnete uymak için yaptırdıkları ve sıhhat üzere devam etmeye vesile olan kanlandırmaları ile ilgilidir. Hasta kimseler ise durumlarına göre gece gündüz ve ihtiyaç duyulduğu her zaman kan aldırılabilirler, çünkü bunda zaruret vardır. Kan aldırmanın en uygun olduğu zamanlarda ilgili Peygamberimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Her kim ayın 17 19 ve 21 günlerinde kan aldırırsa birçok hastalıklardan şifa bulur.” (Ebu Davud) “Ayın 15'i 17 19 ve 21 günleri kan aldırınız zira bugünlerde kan hücuma geçerek sizden birinizi öldürmesin.” (İbn Mace, Tirmizi) “Sıcakların arttığı zaman kan aldırmakla sıcağın etkisini gidermeye çalışınız zira sıcakta sizden birinizin kanı hücuma geçerek onu öldürmesin.” (Hakim) İbn-i Milhan el-Kaysî (r.a.) demiştir ki: “Peygamber (s.a.v.) bize her ayın 13, 14, ve 15. günlerinde oruç tutmamızı tavsiye ederdi” (Ömer Muhammed Öztürk, Misvak ve Hacamat, s.70

    RESÛLULLÂH (S.A.V.)'İN ADET VE MEŞGALELERİ-08 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 8, 2025 2:43


    İmâm-ı Tirmizî, “Şemâil”inde, Peygamberimiz (s.a.v.)'in vaktini üç işe tahsis ettiklerini kaydeder. Bu vakitlerin bir kısmı ibâdetlere, bir kısmı halkın işlerine, bir kısmı da şahsî meşgalelere tahsis edilmişti. Hz. Resûlullâh (s.a.v.) gecenin yarısı, yahud üçte ikisi geçtikten sonra kalkarlar, yastıklarına yakın bulundurdukları misvakla dişlerini ovarlar, sonra abdest alıp teheccüd namazı kılar ve bir müddet böyle ibâdetle meşgûl olurlardı. Daha sonra da sabah namazı için mescide çıkarlardı. Nebi (s.a.v.) sabah namazından sonra seccâdelerinin üzerine uzanarak güneş doğuncaya kadar istirahat ederlerdi. (Müslim) Sonra gelenleri kabûle başlarlardı. Her taraftan gelenler mescidde O (s.a.v.)'in etrafında toplanır, O (s.a.v.) de onlara va'z ve nasîhatta bulunurlardı. (Tirmizî) Nebi (s.a.v.) ziyaretçilerini, anlattıkları rüyâlarına kadar dinlerler, böylece onların her türlü dîn ve dünyâ işleriyle meşgûl olurlardı. Bazı rivâyetlere göre Nebi (s.a.v.), kuşluk vaktinde dört veya sekiz rekât namaz kılarlar, bunu müteâkip evlerine giderler, evlerinin işiyle meşgûl olurlardı. Elbiselerini yamarlar, ayakkabılarını ta'mir ederler, hayvanları sağarlardı. (Buhârî) Peygamberimiz (s.a.v.), ikindi namazından sonra da zevcelerini teker teker ziyâret ederler, hâl ve hatırlarını sorarlar, geceyi de zevcelerinden biri yanında geçirirlerdi. Diğer zevceleri, kendilerinin geceyi beraber geçirecekleri zevcesinin yanında toplanırlar ve yatsı namazına kadar orada kalırlardı. (Müslim) Nebi (s.a.v.), yatsı namazını kılınca evlerine dönerler ve diğer zevceleri de hücrelerine dağılarak istirahata çekilirlerdi. Yatsı namazından sonra hücrelerinde Kur'ân'ın İsrâ, Zümer, Hadîd, Haşr, Tegâbün ve Cuma sûrelerinden birini okurlardı. Nebi (s.a.v.), her namaz için abdest tazelemeğe gayret ederlerdi. Ancak ba'zen bir abdestle bir kaç namaz kıldıkları da olurdu. (Ömer Muhammed Öztürk, Peygamber Efendimizin Yüce Ahlakı,s.28)

    İSLÂM'DA KADINA VERİLEN DEĞER-07 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 7, 2025 1:58


    Allâh (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de; “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allâh katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allâh hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurât s. 13) buyurmaktadır. İslâm'da kadına verilen değeri anlamak için öncelikle İslâm öncesi devirde Arap yarımadasında kadının durumunun ne olduğunu bilmek gerekir. İslâm öncesi devirde Arap yarımadasında bir kadının kocası öldüğü zaman, hangi erkek dul kalan o kadının başına çarşaf veya örtü gibi bir bez parçasını atarsa kadın onun malı sayılıyordu. Yani kadın bir taraftan daha yeni ölmüş kocasının yasını tutarken diğer taraftan kendisini başka bir erkeğin malı olmaktan kurtarmak için çaba sarfediyordu. Yine bu câhiliye devrinde eğer bir adamın doğan ilk çocuğu kız olursa bunu büyük bir utanç vesilesi kâbul ediyor ve gidip o çocuğu diri diri toprağa gömüyordu. Kadın onlar için bu derece ucuz ve utanılacak bir mal gibiydi. O devirde Arap yarımadasında kadınlara bakış bu seviyede iken Resûlullâh (s.a.v.) risâletle şereflendirildikten sonra çok kısa bir süre içerisinde kadına bakış açısı “Cennet anaların ayakları altındadır.” hadis-i şerifine uygun hâle dönüşmüştür. Tek başına bu hadis-i şerif bile bir kadına şeref olarak yeterlidir. (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2,s.147-148)

    ALLÂH (C.C.) VE PEYGAMBER (S.A.V.) NAMINA YALAN SÖYLEMEK-06 MART 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 6, 2025 1:57


    Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “Allâh'a karşı yalan söyleyenlerin kıyâmet günü yüzleri göreceksin ki kapkaradır.” (Zümer s. 60) Hasan Basri: “Allâh (c.c.)'a karşı yalan söyleyenler, “istersek yaparız istersek yapmayız” diyen kimselerdir.” demiştir. İbn Cevzî (r.âleyh) de tefsirinde şu malûmatı verir: “Alimlerden bir taife Allâh (c.c.)'a ve onun Peygamberi (s.a.v.)'e karşı yalan söylemeği, geçmiş büyüklerden nakledildiği üzere, küfür saymışlardır. Şüphesiz Allâh (c.c.)'a ve Peygamberi (s.a.v.)'e karşı yalan söylemekte, haram olan bir şeyi helâl saymak korkusu vardır. Haramı helâl saymak ise katışıksız küfürdür. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurur: “Bana karşı yalan söyleyen kimse için cehennemde bir ev yapılır.” (Buharî) Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: “Bana karşı yalan söylemek benden başkasına yalan söylemek gibi değildir. Benim söylemediğimi bana nisbet ederek söyleyen kimse cehennemdeki durağına hazırlansın.” (Müslim) Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Yalan olduğunu bile bile bana izâfeten bir söz aktaran, yalanı meslek edinenlerden biridir.” (Müslim) Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Mü'min kişi hainlik ve yalan söylemek hariç her şeyi yapıp işleyebileceği bir fıtratta yaratılır.” (Bezzâr) (İmâm Zehebî, Büyük Günâhlar,s.70)

    CENNETE İLK GİRECEK ZÜMRE-05 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 5, 2025 2:48


    Hâkk (c.c.): “İnsanoğlu başıboş bırakıldığını mı zannediyor.” (Kıyâmet s. 36) buyuruyor. Bu dünyaya koyun gibi yiyip içip uyumaya gelmedik. Kulluk mükellefiyetimiz var. Yoksa kırık çömleğe döneriz. Ne tekrar toprak ne de yeniden çömlek oluruz. Yine Kur'ân-ı Kerîm'de: “Siz zanneder misiniz ki abes yaratıldınız” (Mü'minûn s. 115) buyuruluyor. İşe yaramayan yaşlı sığırları salıverirler. Bizim de bu durumda olmamamız lâzımdır. Boynumuzda kulluk halkası var. Cenâb-ı Hâkk, insanı mükerrem sıfatla yaratmış ve onu en büyük şerefle süslemiştir. İnsan “Ahsen-i Takvim” üzere yaratılmıştır. Bu yaratılmışların en şereflisi olan insan, sayısız nimetlere gark edilmiştir. Râbbül âlemin ayet-i kerîme'de; “Nimetlerimi tek tek saymak isteseniz, saymakla bitiremezsiniz.” (İbrahim s. 34) buyuruyor. Elhamdülillah, Hakk Teâlâ Hazretlerinin maddî ve manevî birçok nimetleri içinde yüzüyoruz. Bu yüzden bol bol Allâh (c.c.)'a hamdetmeliyiz. Râbbimiz, Kur'ân-ı Kerîm'de; “Eğer şükrederseniz ziyadeleştiririm (artırırım).” (İbrahim s. 7) buyuruyor.Cenâb-ı Hâkk'a bir defa duâ ve yakarışta bulunmak ve hamdetmek bütün dünya nimetlerinden üstündür. Çünkü dünya nimetleri geçici, Cenâb-ı Hâkk'ı zikir bakidir. Burada Cenâb-ı Hakk'ı zikirle ve ona hamd ile meşgul olanlar yarın kıyamet gününde altı yerde Cenâb-ı Hâkk'a hâmdedeceklerdir; 1. “Ey günâhkârlar bugün mü'minlerden ayrılın.” (Yâsîn s. 59) fermanı ile mahşer günü mücrimler, salihlerden ayrıldıkları zaman, 2. Mizanda sevâbları günâhdan ağır gelip beraat ettikleri zaman, 3. Sırat köprüsünü geçtikleri zaman, 4. Ebedî hayat suyu ile yıkandıkları zaman, 5. Cennete dahil oldukları zaman, 6. Hâkk (c. c.)'un mükemmel güzelliğini gördükleri zaman. Hakk cümlemizi bu ihsanlara mazhar olan kulları zümresine ilhâk buyursun (Âmîn). (Hz. Mahmud Sami Ramazanoğlu, Tasfiye-i Kalb ve Tezkiye-i Nefs,S.1)

    NAMAZIN MAHİYETİ VE ÖNEMİ-04 MART 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 4, 2025 2:34


    Namaz, insanın yaratılışından önce meleklerin devamlı yaptığı, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (a.s.)'dan beri tüm peygamberlerin ümmetlerine belirli şekil, vakit ve sayılarda emredilen, bütün dinlerde de ortak bir şiar olarak göze çarpan ilk ve en eski ibâdettir. Dinler tarihi incelendiğinde, namazsız hiçbir semavî dinin olmadığını görürüz. Fakat İslâm'daki namaz, önceki dinlerdeki namazlardan daha ileri manâ ve hikmetleri ihtivâ etmektedir. Namazın İslâm'daki yeri büyüktür. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz namazı, dinin direği olarak vasıflandırmış; İslâm binasının asıl unsurlarını sayarken de imân esâsı olan Kelime-i Şehâdet'ten hemen sonra namazı zikretmiştir. Ayrıca namaz dosdoğru kılındığında dine ait diğer bütün işlerin de Allâhü Teâlâ'nın istediği şekilde yürümesi daha âsân olacaktır. Zira Mevlâ Teâlâ bu hususta şöyle buyuruyor: “Ey Resûlüm! Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allâh'ı anmak olan namaz elbette en büyük ibâdettir. Allâh, yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebut s. 45) Büyük İslâm mutasavvıfı Ebû Talib el-Mekkî (r.âleyh) şöyle der: “Namaz bedenin, aklın ve kalbin iştirâk ettiği bir ibâdettir.” Namazda beden için, ayakta durma, rükû, secde, oturuş ve eğilip kalkma, dil ile Allâh (c.c.)'u yüceltme, övme, O (c.c.)'a sığınma ve O (c.c.)'dan yardım ve bağışlanmayı dilemektir. O (c.c.)'u her haliyle hatırlama; akıl için Allâh (c.c.)'un isim ve sıfatlarının mükemmelliği karşısında kendi eksiklik ve hatalarını düşünme; kalp için ise huşû, manevî lezzet ve tatmin olma hali vardır. (Suâlli-Cevâplı İslâm Fıkhı,c.2,s.6-7)

    İSRAFTAN KURTULMA YOLLARI-03 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 3, 2025 2:35


    1. Cebinden para çıkarmadan önce şu soruyu netleştir: “Harcama yapmayı düşündüğüm yerde harcamasam ne zararım olacak?” Zararın olmazsa harcamaktan uzak dur. Eğer zararın olduğunu düşüyorsan, yine de konuyla ilgili bir bilene danış ve onun dediklerine göre hareket et. Burada “zarar” ile kastettiğimiz şey, Şer-i Şerif ‘in ölçüsüyle kesin zarardır. Muhtemel zarar ise göreceli olduğu için bir ölçü olamaz. Resûlullâh (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdular. “Kurtarıcı 3 şeyden biri, varlıkta, yoklukta, zenginlikte ve fakirlikte iktisada riayet etmektir.” 2. Salih insanların hayat tarzını kendine kılavuz kıl. Bozulmuş toplumun dediklerine dikkat etme. 3. Helâl yerde de az harca ki, sende daha fazla kazanma arzusu oluşmasın. 4. Süfyan es-Sevrî (r.âleyh) şöyle derdi: “Bugünkü dünyada mal, imânı korumak için kalkan gibidir. Senin malın varsa, doğru bir şekilde kullanmaya ve artırmaya özen göster. En azından malını koruma altına al. Çünkü öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, iflas edersen, ilk önce dinden uzaklaşmış olursun.” Süfyan (r.âleyh) devamında “Helâl mal israfı kâbul etmez.” dedi. Yani helâl yoldan kazanılan para az olduğu için israf edildiğinde biteceği için israfı kâbul etmez. Allâhü Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Asmalı ve asmasız üzüm bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde yaratan O'dur. Her biri meyve verince meyvesinden yiyin, hasat günü de hakkını (zekât ve sadakasını) verin; ama israf etmeyin, çünkü O, israf edenleri sevmez.” (En'am s. 141) “Çünkü (malını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Râbbine karşı çok nankördür.” (İsrâ s. 27) (Eşref Ali et-Tehanevî, Tehzibu'l Ahlâk,s.118)

    PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) KENDİSİNDEN İSTENEN BİR ŞEY İÇİN “HAYIR” DEMEMİŞTİR-02 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 2, 2025 2:20


    Cömertlik kolayca verebilmek şeklinde tanımlanabilir. Bu güzel huyda Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz'e kimse erişemez. Peygamber (s.a.v.)'i yakından tanıyan, dost-düşman herkes O (s.a.v.)'in yüce şahsiyetini böylece vasfetmiştir. Cabir b. Abdullah (r.a.)'den: “Hayatında, kendisinden istenen bir şey için “hayır, veremem” dememiştir.” İbn Abbas (r.a.)'den: “Peygamber (s.a.v.) iyilik yapmak bakımından insanların en cömerti idi. En çok cömert davrandığı zaman, Ramazan ayı idi. Hele Cebrail (a.s.)'la buluştuğu zaman Saba rüzgârından daha cömert olurdu.” Enes (r.a.)'den: “Bir adam ondan mal istedi. Ona iki dağ arasını dolduracak kadar çok koyun verdi. Adam memleketine dönünce, “Gidin siz de müslüman olun; çünkü Resûlullâh (s.a.v.) fakirlikten endişe duymayan bir adam gibi bolca dağıtıp veriyor” dedi.” Ebu Hureyre (r.a.)'den: “Bir adam gelip ondan bir şey istedi. Bunun üzerine Allâh'ın Resûlü (s.a.v.) başka bir adamdan onun için yarım vesk (otuz ölçek) ödünç alıp verdi. Sonra bilâhare alacaklı borcunu istemeye gelince, tuttu ona tam vesk (altmış ölçek) verdi ve sebebini izah ederek, şöyle buyurdu: “Yarımı, alacağındır. Diğer yarımı ise bizden sana olan bir atiye (ihsandır).” hadisleri rivayet olunmuştur. Peygamber (s.a.v.) henüz peygamber olarak gönderilmeden önce de durumu aynı idi. Nevfel oğlu Varaka ona, “Zayıfa yardım edersin, yoksulun elinden tutup korursun.” demiştir. (Kadı İyaz, Şifâ-i Şerîf,s.109-112)

    MODERNİTE TARAFINDAN KURTARILAN KADIN!-01 NİSAN 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Apr 1, 2025 2:45


    Kadını erkek hegemonyasından kurtarmayı vadeden modernite ataerkil yapıya karşı tepkisini ortaya koyarken ölçüyü kaçırdığından kadını yeni argümanların boyunduruğuna mahkûm etmiştir. Koca hâkimiyetinden kurtardığına inandığı kadını, sanayi devriminin ağır çalışma şartları ile gelen modern sömürgeciliğe kurban eder. Müslüman kadını evinden çıkartıp, tahsil ve iş hayatında erkeğin “paydaşı” yapmayı hedefleyen anlayış, İslam'ın kadını kadın, erkeği de erkek olarak değerlendiren bakış açısından mahrumdur. Onlar eşitlik adı altında her alanda erkekle boy ölçüşen bir kadın kimliği oluşturmuşlardır. Ne var ki yapay olan bu kimlik, fıtrat realitesine aykırıdır. Nasıl erkek, sahip olduğu özellikler itibarıyla kadınla eşit olamıyorsa; kadın da erkekle eşit olamaz. Çünkü kadın daha duygusal ve kolay incinen, erkekse daha realist ve güçlü yaratılmıştır. İslâm kadına ev, erkeğe ise cemiyet merkezli bir hayat öngördüğünden, kadının ev dışı ortamlarda bulunmasını ârızî (bir sebebe bağlı ortaya çıkan, geçici) kabul etmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim kadınlara: “Evlerinizde vakarınızla oturun” (Ahzâb s. 33) derken erkeklere: “Yerin sırtlarında dolaşın ve Allah'ın rızkından yiyin.” (Mülk s. 15) diye emretmektedir. Buna göre kadın, merkezi yaşam yeri olan evinden cemiyete belli ihtiyaçlar için çıkar ve çıkarken şu hususlara riayet eder: “Eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki kalbinde maraz bulunanlar kötü ümide kapılmasınlar. Sözü ciddi ve güzel söyleyin. Vakar ve haşmetinizle evlerinizde oturun. Cahiliye dönemi kadınlarının kırıla döküle ziynetlerini göstererek yürüdükleri gibi süslenip yürümeyin.” (Ahzâb s. 32-34) Hatta kadınlar için evlerin mescitlerden daha hayırlı olduğunu bildiren hadisler yoruma ihtiyaç duyulmayacak derecede açıktır. Bu durum, Allâh Resûlü (s.a.v.)'in eşleri başta olmak üzere diğer bütün kadın sahabiler tarafından da böyle anlaşılmıştır.(Basından Derleme)

    ALTI GÜN ORUÇLARINI TUTUYOR MUYUZ?- 31 MART 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Mar 31, 2025 2:30


    Bir Hadîs-i Şerif'te: “Ramazân bayrâmından sonra altı gün oruç tutan bir kimse, bir sene boyunca oruç tutmuş gibi olur. Kişi bir iyilikte bulunursa, kendisine bunun on katı verilir” (İbn-i Mâce ve Nesâî) buyurulmuştur. Taberânî'nin rivâyetinde şu ziyâde vardır: Allâh Resûlü (s.a.v.) böyle buyurunca Ebû Eyyûb elEnsârî (r.a.), Efendimiz (s.a.v.)'e: “Ey Allâh'ın Resûlü! Tutulacak bir günlük oruç on güne karşı mıdır?” diye sorduklarında Efendimiz (s.a.v.) “Evet!” buyurdular. Altı günlük oruç bayrâmdan sonra arka arkaya tutulabileceği gibi bütün Şevvâl ayına dağıtılarak da tutulabilir. Zîrâ Âişe (r.anhâ) Vâlidemiz: “Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz pazartesi ve perşembe günlerinde oruçlu olmaya çalışırlardı” buyurdular. Ayrıca “Her ayda üç gün oruç tutmak, bütün hayâtını oruçlu geçirmek gibidir.” (Buhârî ve Müslim) “Kim bir sâlih âmelde bulunursa, ona yaptığının on katı ecir verilir.” (En'am s. 160) Bu âyet-i kerîmeden yola çıkarak, Ramazân'ın her bir gününün, on güne karşılık geldiğini ve toplamının 300 olduğunu, ardından tutulan altı günlük Şevval orucuyla birlikte 360 gün ettiğini, bu sürenin de 6 gün ziyadesiyle bir sene ettiğini âlîmler hesaplamışlardır. Zîrâ Kamerî takvimde yıl, 354 gündür. Tutulan 6 gün orucun, Pazartesi-Perşembe veyâ Kamerî ayın 13., 14. ve 15. (Eyyâm-ı Bıyz) günlerine denk getirilmesi daha fazîletlidir. Alî Havvâs (k.s.) buyurmuşlardır ki: “Şevvâl ayında tutulan bu altı günlük oruca da, Ramazân-ı Şerîf'teki gibi saygı gösterilmelidir. Çünkü Şevvâl ayında tutulan oruçlar, Ramazân ayındaki oruçların eksiklerini tamir durumundadır.” İşte Şevvâl ayı oruçlarında Râbbimizin vaad ettiği mükâfat, oruçla olan irtibatımızı devâm ettirmemiz, orucu sâdece Ramazân ayına mahsûs kılmamamız için bir teşvîk mahiyetindedir. (İmâm-ı Şa'rânî, el-Uhûdü'l- Kübrâ,a.225)

    BAYRAMLARDA YAPILACAKLAR-30 MART 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Mar 30, 2025 2:06


    1. Erken kalkmak 2. Gusletmek 3. Misvak kullanmak 4. Güzel koku sürünmek 5. Giyilmesi mubah olan elbisenin en güzelini giymek 6. Allâh'ın ni'metlerine şükretmiş olmak için sevinçli ve neşeli görünmek ve yüzük takınmak 7. Ramazân bayramında camiye çıkmadan önce tatlı bir şey yemek 8. Yenilen şeyin kuru hurma olması 9. Yenilecek olanın adedinin tek olması 10. Kurban bayramında kurban kesecek kimsenin kurban etinden yemek için yemeği namazdan sonraya bırakması 11. Namaza erkence davranıp sabah namazını mahalle mescidinde kılarak bayram namazı için namazgâha ve büyük camiye gitmek 12. Namaza giderken acele etmeyip sükûnetle yürümek 13. Namaza giderken Ramazân bayramında gizli ve Kurban bayramında açıktan tekbîr getirmek 14. Namazdan dönerken mümkünse başka yoldan gelmek 15. Mü'minlerle karşılaştığı zaman güler yüz göstermek 16. Elinden geldiğince çokça sadaka vermek. HADÎS-İ ŞERİF Enes b. Mâlik (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.)'in: “Allâh Teâlâ arz ve semâlara konuşma izni verse onlar Ramazân orucunu tutanları elbette cennetle müjdelerlerdi.” buyurduğunu rivâyet etmiştir. (Sahîh-i Müslim) İbn-i Mâce (r.âleyh) Ebû Umâme (r.a.)'den rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte Resûlullâh (s.a.v.) Hazretleri: “Bayram gecelerini ibâdetle geçiren kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü günde ölmez.” buyurmuşlardır. (el-Heytemî) (M. Zihni Efendi, Ni'met-i İslâm,s.510)

    RAMAZÂN BAYRAMI AREFESİ-29 MART 2025-MEVLANA TAKVİMİ

    Play Episode Listen Later Mar 29, 2025 2:33


    Enes bin Mâlik (r.a.)'in bildirdiği hadîs-i şerîfte Nebi (s.a.v.): “Ramazân Bayrâmı gecesinde, Allâhü Teâlâ, Şehr-i Ramazân orucunu tutmuş olanlara ecir ve mükâfaatlarını verip bayrâm sabahı meleklere emreder. Onlar da yeryüzüne inip sokak ağızlarında, yol başlarında dururlar. İnsan ve cinden başka bütün yaratıkların işitecekleri bir sesle seslenirler. Ve “Ey Muhammed (s.a.v.) ümmeti! Azı kabûl edip, büyük karşılıklar ihsân eden ve büyük günâhları bağışlayan Râbbinize çıkınız” derler. Onlar da câmi ve mescidlere çıkarlar. Namâzlarını kılıp duâlarını ettiklerinde, Allâhü Teâlâ, onların her işini görür, görülmedik bir işleri kalmaz. Bütün günâhlarını mağfiret eder. Bu hâlde onlar mağfiret olunmuş olarak dönerler” (Tirmizi) buyrulmuştur. BAYRAMLAR MUTLULUK GÜNLERİDİR Bayramlarda silâh oyunlarına ve yarışlara, izin vardır. Zîrâ dînimizde genişlik vardır. İslâm Dîni'nde bayrâmda, sevincini göstermelidir. Hattâ bu dînin belirtilerinden sayılmıştır. Rivâyet olundu ki Ebû Bekir (r.a.) teşrîk günlerinde Âişe (r.anhâ)'nın evine vardı. Ensârın kahramanlıklarını öven ve Bigâs gününde vâki olan harbin vasıflarını anlatan destânlar söylüyorlardı. Resûlullâh (s.a.v.) bir elbise ile örtünmüşlerdi. Ebû Bekir (r.a.) onları sert söz ile men etti. Resûlullâh (s.a.v.) mübârek yüzünü açıp: “Yâ Ebâ Bekr! Onları bırak. Bu bayrâm günleri sevinç, sürûr günleridir” buyurdular. Diğer bir rivâyette: “Yâ Ebâ Bekr! Her kavmin bir bayrâmı vardır. Bu da bizim bayrâmımızdır” (Buhari) buyurmuşlardır. Buradan anlaşılıyor ki bayrâm günlerinde sevinçli olmak, bu sevinci dışa vurmak, İslâm Dîni'nin özelliklerindendir. Bayram günleri, yâni teşrik günleri (Ramazân Bayrâmı'nın 1. günü ve Kurban Bayrâmı'nın 4. günü) oruç tutulmaz. Çünkü Allâhü Teâlâ'nın ziyâfet günleridir. (Seyyîd Alîzâde, Şir'at'ül İslâm,s.149)

    Claim Mevlana Takvimi

    In order to claim this podcast we'll send an email to with a verification link. Simply click the link and you will be able to edit tags, request a refresh, and other features to take control of your podcast page!

    Claim Cancel