village in Lorestan, Iran
POPULARITY
Categories
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in bizlere vermiş olduğu emir ve vasiyetlerinden biri, yatsı namazından sonra vitri kılmadan 4 rekât namaz kılmamız hakkındadır. Vitir namazını ise bu dört rekât namazdan sonra kılarız. Hadîs-i şeriflerde şöyle buyrulmuştur: “Vitir namazı haktır, vitir namazını kılmayanlar bizden değildir.” (İmâm Ahmed) “Gecenin sonuna doğru kalkamayacağından korkan kişi vitir namazını yatmadan evvel kılsın. Gecenin sonunda kalkacağını ümid eden de bu vitir namazını gece sonunda kılsın. Zira gece sonundaki namaz meşhuttur ve mahzurdur (yani edası vaktinde rahmet melekleri hazır bulunur). Bu da daha çok fazileti celbeder.” (Müslim) buyrulmuştur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in bizlere vermiş olduğu emir ve vasiyetlerinden biri de, her gece yatmadan önce bedenî temizliğimizi yapıp, gece teheccüdüne kalkmaya niyet etmemizdir. Allâh (c.c.) sevgisini kazânmanın sırlarından biri de âdeti olsa da olmasa da kulun teheccüde kalkmasıdır. Şer'î zaruret, uyku yenilgisi olmayınca abdestsiz, kirli ve cenâbet olarak yatmayı hiçbir vakit kendimize âdet edinmeyelim. Bununla berâber uyumadan önce ve uyandıktan sonra okunması iktizâ eden duâları okuyalım. Zira Allâh (c.c.) bu gibi şeyleri sever. Bir yönden de Nebi (s.a.v.)'in bildirdiği gibi, bu duâlar okunduğu takdirde okuyan kişi uyurken dahi şeytanların şerrinden sabaha kadar kendini kurumuş olur. Uyku esnasında ruh temiz olarak cesetten ayrılırsa, kişi uyanıncaya kadar ruha Allâh (c.c.)'un huzur meclisinde secde etmesine izin verilir. Şayet kirli olarak, temizlenmeden uyur, yani abdestsiz uyursa, ruh cesetten ayrılarak ilâhî çevrede Hâkk'ın huzurundan uzakta kalır.Bunlar, uykuya abdestli varmanın sırlarından bazılarıdır. Bunun içindir ki, Allâh ehli ulu kişiler, abdestli yatmaya titizlikle riayet ederler.(İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.131-135)
Dünyanın yaşadığı son pandemi olan COVID-19 pandemisinin resmî ilanının üzerinden beş yıldan fazla zaman geçti. Bu tür kriz dönemleri, sistemin bağrında taşıdığı çelişkileri tüm çıplaklığıyla görmemize olanak sağlar. COVID-19 pandemisi de sağlık sisteminin çelişkilerini görünür kıldı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), pandemi döneminde zengin ülkelerin aldıkları yüz kızartıcı tutumların olası yeni bir pandemi durumunda tekrar yaşanmaması için yaklaşık dört yıldır bir Pandemi Anlaşması üzerinde çalışıyordu. Geçtiğimiz günlerde DSÖ, Pandemi Anlaşması taslağının üye ülkelerce kabul edildiğini müjde olarak duyurdu. Oysa zengin ülkelerin tutumunda bir değişiklik yok, hâlâ ellerindeki olanakları kârlarını sürdürmek için dünyayla paylaşmak istemiyorlar.COVID-19'a karşı herhangi bir etkili ilacın olmadığı, vakaları tespit etmek için yaygın testin yapılmadığı, izolasyon ve karantina tedbirlerinin alınmadığı, hastane servis ve yoğun bakım yataklarının yetmediği bir anda aşı, çok kritik bir yerde duruyordu. Ancak aşı üretimi, aynı ilaç üretimi gibi ne yazık ki dev ilaç şirketlerinin tekelindeydi ve fikrî mülkiyete (patente) tabiydi. DSÖ, Mayıs 2020'de ilaç şirketlerine aşının daha erken sürede bulunabilmesi ve yaygın şekilde üretilebilmesi için COVID-19 virüsü hakkında elde ettikleri bilgileri tüm dünyanın kullanımına açma çağrısı yapmış ancak tek bir ilaç şirketi bile bilgi paylaşmamıştı. Ayrıca COVID-19 aşıları üzerindeki patentin kaldırılması girişimleri de sonuçsuz kalmıştı.Aşılar daha bulunmadan önce zengin ülkeler nüfuslarından katbekat fazla aşıyı sipariş etmiş, aşı bulunduktan sonra da aşı milliyetçiliği yaparak aşıları depolamıştı. İlaç şirketleri aşı almak isteyen ülkelerden fahiş fiyatlar talep etti. Böylece yoksul ülkeler çok geç bir zamanda aşıya ulaşabildi. Resmî rakamlara göre dünya çapında toplam 7 milyondan fazla insan COVID-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Bunların yaklaşık 5 milyonu, ölümden korumada yüksek başarıya sahip aşılar uygulanmaya başladıktan sonraki dönemde gerçekleşti. Ne yazık ki milyonlarca insanı, aşı ile önlenebilir bir hastalıktan kaybetmiş olduk.Mevcut Pandemi Anlaşması taslağı üzerinde uzlaşılamayan maddeler, COVID-19 pandemisinde uzlaşılamayan kritik başlıklarla aynı içerikte. Zengin ülkeler, olası bir pandemi durumunda hastalık kaynağına ve ilaç/aşı geliştirme teknolojisine dair bilgileri dünya ile paylaşmak, DSÖ'ye üye ülkelere yaptırım uygulamasına olanak tanıyacak yetkiler vermek, yoksul ülkelerin ihtiyacı olan ilaçları ve aşıları tedarik etmek ve oluşturulacak pandemi fonuna katkı sunmak istemiyorlar. Peki, bunları neden istemiyorlar? Çünkü kârlarından olmak istemiyorlar. Dünyanın sağlığını ve insanların ölmesini umursamıyorlar.COVID-19 pandemisinde dünya çapında sermaye sınıfının tutumu insan sağlığını korumak yönünde değil, kârlarını korumak yönünde olmuştu. Üretimi, pandeminin ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürmemekte ısrar ettiler. Özel hastaneler tamamen ücretsiz sunmaları gereken hizmetlerden fahiş ücretler talep etti. Sermaye dostu hükümetler de virüsün yayılmasını engelleyecek halk sağlığı tedbirlerini ciddiyetle uygulamadı ve sürdürmedi. İşçileri, emekçileri hiçbir önlem almadan çalışmaya yolladılar.Pandemiye karşı hazır olmayı, sağlık alanında alınacak tedbirlerle sınırlı görmek yanlış bir tespit olur. Çünkü pandemiyle mücadelede halk sağlığı tedbirlerinin uygulanmamasının esas nedeni, amacı yalnızca kâr etmek olan kapitalist üretim ilişkileridir. Üretimi, kâr için değil, insanlığın ihtiyaçları için yapmak gerekiyor. Dolayısıyla bunu gerçekleştirmek için işçi sınıfı ve onun müttefikleri mevzilerini bugünden güçlendirmeye başlamalıdır. Özelleşen sağlık sistemini kamulaştırmayı, üretimden gelen gücümüzü kullanarak üretimi dönüştürmek için işyerlerimizde sınıf mücadeleci sendikalarda örgütlenmeyi önümüze bir hedef olarak koymalıyız. Ancak böyle bir hedefle yürüteceğimiz mücadeleyle bir sonraki pandemiye hazır girmemiz mümkün olacaktır.
Bana hep “Nasıl bu kadar hızlı harekete geçiyorsun?” diye soruluyor. Oysa ben hiçbir şeye "sırf güçlü olduğum için" başlamıyorum. Güvende hissettiğim için başlıyorum.Bu bölümde, harekete geçme gücümün aslında karşılanan duygusal ihtiyaçlarla nasıl bağlantılı olduğunu anlatıyorum. Belki sen de kendi “başlayamama” hallerine başka bir yerden bakarsın diye.Girişimcilik, üretkenlik, adım atmak... Bunların hepsi önce bir duygunun duyulmasıyla başlıyor.https://www.instagram.com/kendineaitbirodapodcast?igsh=MWVvdTB1eTR2OGwzhttps://www.kendineaitbiroda.com/yaklasanetkinlikler#reklam değil kendi işim
İşsizlik şu anda Türkiye'nin en büyük sorunu olarak öne çıkıyor. Bunu anlamak için herhangi bir istatistik veri yayınlanmasına gerek yok. Sağınıza solunuza bakmanız yeterli. Her yerde işçi çıkarmalar var. İşten çıkarılanlar çok zor iş buluyor. Çalışanlar her an işten çıkarılma tehdidi altında mesai yapıyor. Ancak işsizlikle ilgili olarak TÜİK sadece resmi ya da dar tanımlı olarak ifade ettiğimiz işsizlik oranını açıklamıyor. Aynı zamanda toplumdaki işsizlik olgusuna dair çok daha gerçekçi bir veri sunan geniş tanımlı işsizlik (Atıl işgücü) oranlarını da düzenli olarak açıklıyor.Örneğin en son 30 Mayıs'ta yayınlanan TÜİK bülteninde dar tanımlı (resmi) işsizlik oranı yüzde 8,6 gibi görece düşük bir seviyede iken aynı bültende geniş tanımlı işsizliğin yüzde 32,2 gibi rekor bir boyuta ulaşmış olduğu görülüyor. Bu öyle bir rakam ki pandemi döneminde dahi geniş tanımlı işsizlik en fazla yüzde 29'u görmüştü. Demek ki TÜİK işsizliğin boyutunu gizlemiyor. Ama karşımızda duran gerçekliği anlamak için bu rakamları yorumlamak gerekiyor. Resmi işsizlik oranındaki işsiz: “Son dört hafta içerisinde aktif olarak iş arayan, iş bulduğu takdirde 2 hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olup işsiz olanlar”dır. İşsizlerle istihdamda olanların toplamı da işgücünü oluşturur. Bu tanım dardır çünkü potansiyel işgücünü (iş bulma ümidi olmayanlar, işbaşı yapabilecek olup iş aramayanlar, iş arayıp iki hafta içinde işbaşı yapamayacak olanlar); ev kadınlarını, öğrencileri, emeklileri, yaşlıları, hastalık, engelli olmak ve diğer sebeplerle çalışmayıp iş de aramayanları kapsamaz. Dar tanımlı işsizlik önemlidir. Çünkü işsizlerin işgücü piyasasının içinde en aktif olan yedek sanayi ordusunun merkezindeki grubu bize verir. Ancak bizim günlük hayatta işsiz olarak bahsettiğimiz yedek sanayi ordusu bu kesimle sınırlı değil. Geniş tanımlı işsizlik, potansiyel işgücünü ve zamana bağlı eksik istihdamı (geçici, düzensiz, yarı-zamanlı işlerde çalışıp ek ya da yeni iş arayanlar) da işsizlik tanımının içine katar. Bunlar yedek sanayi ordusunun ikinci çeperidir. Bir sonraki çeperde herhangi bir şekilde gelir getirici bir işte çalışma gündemi olmayan ev kadınları, emekliler, öğrenciler, yaşlılar, engelliler vb. vardır. İşsizler içinden ümidini yitirenler dört hafta boyunca aktif şekilde iş aramadı mı işgücünden çıkar potansiyel işgücüne geçer. Yani merkezden ikinci çepere geçer. Aynı şekilde geçim sıkıntısı dolayısıyla iş aramaya başlayan ev kadını, emekli, öğrenci, engelli vb. artık potansiyel işgücünde sayılmaya başlar. Dolayısıyla resmi işsizlik azalırken geniş tanımlı işsizlik arttığında ve makas açıldığında ilk akla gelen iş bulma ümidinin azalmasıyla birlikte işgücünden çıkanların olmuş olmasıdır. Gerçekten de TÜİK rakamlarından son bir yıl içinde yaklaşık 1 milyon kişinin iş bulma umudunu yitirerek ikinci çepere geçtiğini ve artık resmen işsiz sayılmadığını görüyoruz. Aynı şekilde en dış çeperden potansiyel işgücüne katılımlar olduğunu da görmekteyiz. Yani geçim sıkıntısı dolayısıyla daha önce iş aramayan ev kadınları, emekliler, öğrenciler, engelliler vb. artık “bir iş olsa çalışırım” demeye başlıyorlar. Böylece TÜİK'in rakamlarından sadece işsizliğin ulaştığı devasa boyutları değil aynı zamanda hayat pahalılığının işgücü piyasasına nasıl yansıdığını da görüyoruz. Bu şekilde analiz ettiğimizde resmi işsizlik oranının yüzde 8,6 olmasına bakarak, işsizliğin düşük olmadığı tam tersine kronikleştiği sonucuna varıyoruz. Bu, İngiliz Mehmet'in Orta Vadeli Programı'nın işçi sınıfına çıkardığı faturadır. İşsizliğin işçi sınıfının en yakıcı gündemi haline geldiği bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu gündemi ülkenin ve siyasetin de merkezine yerleştirmek zorundayız. Pandemi döneminde işten çıkarma yasağı gelmişti. Göstermelikti, uygulanmadı ama olsun demek ki işçi çıkarma yasaklanabiliyormuş! Bunu hatırlamanın ve hatırlatmanın zamanıdır. İşsizlik pandemiyi de geçti, iş işten geçmeden işten çıkarmaların yasaklanması için mücadele yükseltilmeli!
Sayın Özgür Özel'in son gafı, bugüne kadar yaptıklarının hepsinin üstüne tüy dikti… Önce ‘kırmızı kart' gösterip sonra arkasını getirememesi, oruç yerine “sahur tutmak” demesi, İsmet Paşa'yı övme girişiminin lafla dövme ile sonuçlanması, “Bedelli askerlik yapanlar bana oy vermesin”, “Trabzon'un kuzeyi makbuldür, güneyi değil”, “Alevi yurttaşlardan aldığım alkışı Sünni vatandaşlardan alamıyorum ben. Alevilerin coşkusu her zaman Sünni seçmenden fazla” açıklamaları, 23 Nisan'ı götürüp 1923'e park etmesi… Bunların hepsi belki sürçü lisan denilerek affedilebilir, yorgunluğa yorulabilir, amacını aşmış, dikkat dağınıklığına bağlı diye düşünülebilir…
7 Ekim 2023'ten sonra dünyanın yaşamakta olduğu değişimi bütün boyutlarıyla ortaya çıkarabilmek için herhâlde epeyce bir zamanın geçmesi gerekecek. Evet, Gazzeliler ve bütün Filistinliler tarihin tanık olabileceği en büyük yıkımlardan birini yaşadı fakat bu yıkımın şiddeti Filistinlilerin ve Gazzelilerin kaybettiğine yorulamaz. Eğer Filistinlilerin bir gün anayurtlarında bağımsız bir devlet kurma hayalleri gerçeğe dönüşecekse buna yol açan en önemli hadiselerden biri hiç kuşkusuz 7 Ekim 2023'ten sonraki direniştir. O günden bugüne Gazze, dünyanın en büyük güçleri tarafından yıkıma uğratılmakta fakat kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere bütün bir Müslüman halk mücadeleden geri durmamaktadır. Bu dönem zarfında Filistinlilerin direnişi bazen Stalingrad ile bazen de Vietnam ile karşılaştırıldı. Bunlar elbette süreci anlamak açısından önemlidir fakat ne Sovyet döneminin ideolojisi ne Vietnamlıların vatan müdafaası Batı medeniyetinin diğer yüzünü bütün insanlığa gösterme başarısını gösterebilmişti. Filistinliler esasen bu büyük savaşı ideolojik olarak kazanarak daha şimdiden tarihin en büyük zaferlerinden birine imza attılar.
Yeni dünya düzeninde birçok iş modeli yok olacak. Bunların başında da bankacılık geliyor. Ama bugün bildiğiniz anlamda bankacılık. Bankalar ya sert bir rüzgârda yok olup gidecek yahut da hüviyetlerini değiştirecek. Çünkü bir asırdır yoksuldan alıp zengine verdikleri eleştirisine karşı hiçbir iyileştirme yapmadılar. Yapmadıkları gibi daha da beter gittiler.
150. Bu mektûb, hâce Muhammed Kâsıma gönderilmişdir. Aranılmağa, gönlünü vermeğe lâyık olan ancak Vâcib-ül-vücûd teâlâ olduğu bildirilmekdedir: Hâce Muhammed Kâsım kardeşimizin okşayıcı mektûbu geldi. Bizleri sevindirdi. Dünyâ işlerinin bozuk gitmesinden ve hâlinizi toparlayamadığınızdan hiç sıkılmayınız! Çünki dünyâ işleri, üzülmeğe değmez. Bu dünyâda olan herşey geçecek, yok olacakdır. Allahü teâlânın râzı olduğu şeylerin arkasında koşmak lâzımdır. Güç olsa da, kolay olsa da, bunları yapmağa çalışmalıdır. Aranılacak, gönül verilecek (Vâcib-ül-vücûd)dan, ya'nî hep varlığı lâzım olandan başka hiçbir şey yokdur. Hele sizin gibi kıymetli ve akllı insanların, geçici, yok olucu şeylere gönül vermesi, pek yazık olur. Bununla berâber, bir hizmet ve bir iş için işâret buyurulursa, onu seve seve yaparız. Vesselâm.152. Bu mektûb, nakîb seyyid şeyh Ferîde yazılmış olup, Resûlullaha itâ'at, Allahü teâlâya itâ'at demek olduğu bildirilmekdedir: Cenâb-ı Hak, Nisâ sûresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itâ'at etmenin kendisine itâ'at etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, Onun Resûlüne “sallallahü aleyhi ve sellem” itâ'at edilmedikçe Ona itâ'at edilmiş olmaz. Bunun pek kat'î ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerîmede, (Elbette, muhakkak böyledir) buyurdu ve ba'zı doğru düşünemiyenlerin, bu iki itâ'ati birbirinden ayrı görmelerine meydân bırakmadı. Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinin, (Kâfirler, Allahü teâlânın emrleri ile Peygamberlerin emrlerini birbirinden ayırmak istiyor. Yahûdîler diyor ki, biz Mûsâ aleyhisselâma inanırız. Îsâ ile Muhammed aleyhimesselâma inanmayız. Hıristiyanlar ise, yalnız Îsâ aleyhisselâma inanıp, ona hâşâ, Allah'ın oğlu diyor. Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Hepsi kâfirdir. Bunların hepsine Cehennem azâbını hâzırladık) meâlindeki yüzellinci âyetinde, bu iki itâ'ati ayrı görenlerden şikâyet buyurmakdadır. Meşâyıh-i kirâmdan birkaçı, aşk serhoşluğu ve kendinden geçdikleri zemânda, bu iki itâ'atin birbirinden ayrı olduğunu gösteren sözler söylemişlerdir. Birini ötekinden dahâ çok sevdiğini bildirmişlerdir. İşitdiğimize göre, sultân Mahmûd-i Gaznevî, bütün Asyâya hâkim olduğu zemânda, Harkan şehrine yakın gelmişdi. Adamlarından birkaçını, Harkana, Şeyh Ebül-Hasen-i Harkânî hazretlerinin huzûruna göndermişdi. Şeyh hazretlerini yanına çağırmışdı. “Şeyh efendi gelmek istemezse, (Allahü teâlâya ve Onun Resûlüne ve siz müslimânlardan olan âmirlere itâ'at ediniz!) meâlindeki âyet-i kerîmeyi kendisine okuyunuz” demişdi. Sultânın adamları, şeyh hazretlerinin gelmek istemediğini görerek, bu âyet-i kerîmeyi okudular. Şeyh hazretleri buna karşılık, (Allahü teâlânın itâ'atine o kadar çok dalmış bulunuyorum ki, Resûle itâ'at etmekden hayâ ediyorum. Âmire itâ'ate vakt nerede?) buyurdu. Şeyh hazretlerinin bu sözü, Allahü teâlânın itâ'atini, Resûlünün itâ'atinden ayrı bildiğini göstermekdedir. Bu söz, doğru yoldan ayrılmış olmanın alâmetidir. Hâlleri doğru olan büyükler, böyle sözler söylemezler. İslâmiyyetin ve tarîkatin ve hakîkatin bütün basamaklarında, Resûlullaha itâ'atin, Allahü teâlâya itâ'at olduğunu bilirler. Resûlullaha itâ'at ile olmayan Allaha itâ'atin, dalâlet, sapıklık olduğuna inanırlar. Yine işitiyoruz ki, Mehene şehrinin şeyhi, şeyh Ebû Sa'îd-i Ebül Hayr ile oturuyordu. Horasandaki seyyidlerin büyüklerinden olan Seyyid Ecel de yanlarında idi. Şü'ûru yerinde olmıyan bir meczûb içeri girdi. Şeyh hazretleri, bu meczûbu, şeyh Ecelin üst yanına oturtdu. Bu hâl, seyyide ağır geldi. Şeyh hazretleri, seyyide dönerek, (Size olan saygımız, Resûlullahı sevdiğimiz içindir. Bu meczûbu ise, Allahü teâlâyı sevdiğimiz için yüksek tutuyoruz) dedi. Allahü teâlânın sevgisi ile, Resûlullahın sevgisini ayırd eden, böyle sözleri de, doğru yolun büyükleri uygun görmezler. Allah sevgisinin, Resûlullaha olan sevgiden çok olmasının, tarîkat serhoşluğundan ileri geldiğini bilirler. Böyle sözlerin söylenmesine izn vermezler. Şu kadar var ki, vilâyet derecelerinde yükselmiş olanlarda, Allahü teâlânın sevgisi dahâ çokdur.
“Dünyaya kalbindeki gözünle bak. O gözle bakarsan, ayıplarını görürsün ve şerrinden emin olursun. Onu kalbinden çıkarmaya ancak gücün böyle yeter. Baş gözünü ona çevirir, süsleri ile uğraşmaya koyulursan ayıpları gözünden kaybolur; dolayısiyle kalbinden sevgisini çıkarıp atmak senin için mümkün olmaz. Onu, içinden atamazsın; ona ilgisizlik duygusu taşıman kabil olmaz. Bu yüzden seni öldürür. Başkalarına içirdiği zehiri sana da içirir ve öldürür.Nefsin islâhı için kalbin ve sırrın sözünün tutulması esastır. Nefis hem kalbe, hem de sırra uymalı. Onların yasak ettiği şeyi yapmamalı ve emrettiğini tereddütsüz yapmalı. Kalp ve sır nefse bir şey veriyorsa, az demeyip kanaatle yetinmeli. Hiç vermedikleri zaman da sabırlı olmalı. Nefsin iyi hâli böyle başlar; onda iyilik başladıktan sonra kötü hâlleri ölür. Kalbe döner. Onun emriyle hareket eder, öyle bir hâle gelir ki, artık ona nefis denmez; kalp denir. Başına takva tacını giyer. Yakınlık süsünü takar.Size, iman etmek ve dille imanınızı tasdik ettirmek gerekir. Allah yoluna baş koyanları inkâr etmek size yakışmaz. Onlara da inanınız. Onlarla mücadele etmeyi bırakınız. Onlarla çekişmek size düşmez. Onlar hem bu âlemde hem öbür âlemde şahtır.Bazı büyükler şöyle diyor: - Seni Allah'ı anmaktan alıkoyan her şey şomdur. O'nu dilden zikretmek kalbi gafil koymak şomdur. (uğursuz) Namaz, oruç ve diğer hayırlı işler O'nu anmak için yapılır. Yapılan işler O'nu anmaya iletmiyorsa onlar da şomdur.Şeytan sana neler yapmadı ki?.. Yalanı sana sevdirdi. Kötü işleri sana süsledi. Taa namazına kadar girdi. Şöyle ki, namaza başlarken: - «Allah, en büyüktür,» diyorsun, ama kalbinde küçük ilâhlar barınıyor. Her itimat ettiğin nesne sana ilâh oluyor. Korktuğun ve bir şeyler beklediğin şeyler sana putlardır. Sözün işine uymuyor. Sözlerinden de bir şey beklenmiyor. Ne dediğin ve ne yaptığın bilinmiyor.Kulun kalbi, Hakk'a vasıl olduktan sonra, halkın zenginliğini neyler?.. Hakk'a yakın olduktan sonra halkın yakınlığı ona ne yapar?.. Hak Teâlâ iç varlığından ona mülk verdikten sonra, halkın yönelttiği geçici mülkü ne eder?.. Yeter ki, insan iman sahibi olsun... Böyle olduktan sonra ona denir ki: - «Bugün mülkümüzde eminsin.» (Yusuf/54)O iman sahibi kutub olur; mülkün idaresi kendisine verilir. Mısır ülkesinin sahibi, Yusuf (AS.) peygambere itimat ettikten sonra, bütün mülkünü ona verdi. Ne kadar mülkü varsa hepsini ona teslim etti. Sonra ona şöyle dedi: - «Hazinelerimi ve her şeyi sana bıraktım.»Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyuruyorlar: - «Bir kul, Allah'a kulluğu eksik kılarsa, Allah ona belâ verir. Kalbini kederle doldurur.» Eline geçmeyecek şeyi aramak en büyük belâdır. İbâdeti eksik eden, geçim sıkıntısı çeker. Evinden eziyetler çeker. Kazancı azalır, çocukları isyan eder. Hanımından nefret duygusu görür. Hangi tarafa yönelse ayağı tökezler. Bunların hepsi, az kulluk etmenin sonucudur. Onun ibâdetini bir yana atıp dünyalık işlerle uğraşmasının neticesidir. O'na kulluk eden herhalde rahat yaşar. Allahü Teâlâ şöyle buyurur: - «İman edip şükür yolunu tutarsanız, Allah size niçin azâb eylesin?» (Nisa/147).Çocuklarınız büyüdüğünde sanat sahibi yapınız. Onlar çalışsın ve kazansın. Siz de Mevlâ'ya kulluğa koyulun. İbâdeti bırakıp çocukların geçimi ile olma. Onlar büyüdüğünde beslenmeleri sana düşmez. Onlar için hatalar işleme. Onların geçimi için çalışmanın bir haddi ve zamanı vardır. Hak katında senin günahını bağışlamak, onlardan uzaktır. Kendine ve çocuklarına kanaati öğret. Kanaat sahibi olmayı, onlara yeter gör. Yalnız, lâzım olan şeyleri onlara temin et. Gereken şeyleri temin ettikten sonra onların da elinden tut; Mevlâ'nın tâatına koş. Rızkınız genişlesin diye, ibâdeti bir yana atmayınız; kaderinizde varsa kendiliğinden gelir. Zamanlar bellidir. Bir bolluğa erersen Haktan bil; al ye, yavrularına da yedir. Sakın halkın eliyle geldiği için Hakk'a ortak koşma. Onlar bir âlettir. Onu almak sana nasıl bir vazife ise onlara da getirmek bir vazifedir.
Suriye sahasında önemli gelişmeler yaşanıyor, diplomatik düzlemde de ciddi bir hareketlilik var. Gelişmelerin çoğu pozitif. Öte yandan İsrail kaynaklı bazı provokasyon girişimlerinden söz ediliyor. Netanyahu, Ankara'nın sabrını test ediyor da denebilir. Aynı zamanda, Gazze'de soykırımı sürdürmeye, orada tek bir masum insan kalmayıncaya kadar kan dökmeye yemin etmiş gibi görünüyor. Bunların karşılıksız kalacağını sanmayın. Çünkü Netanyahu'nun suyu ısınıyor. Nedenini, nasılını anlatayım…
Modern dinimiz der ki: Cahiliye döneminde insanlar gümrük putlarına tapıyorlardı. Sonra Hazreti Adem Smith İskoç yaylalarından indi, putları kırıp ticareti serbestlestirdi. O günden beridir piyasaya inanan, ona sığınan toplumlara bereket yağdı, diğerlerine lanet.Peki madem öyle, binlerce yıldır ticaret yapılmasına rağmen alt tarafı iki asır öncesine kadar, serbest ticareti kimse akıl edememiş mi? Ve bir kez akıl ettikten sonra da artık tarihin sonuna kadar böyle mi gidecek?Bugün bu sorularla başlayıp, ABD merkezli ticaret sistemini ve MAGA fantezilerini konuşacağız. Böylece “dünyayı ahmaklar yönetiyor” serisine biraz daha ağır bir temel kazandırmaya çalışacağız. Kaynaklara bakmayı unutmayın, patronlara ekstra teşekkürler...Yeni Kitap: Fularsız Felsefe: Dört Önemli Mesele (bu seferki normal insan boyutunda, 200 sayfa).Konular:(00:04) İneklerle tatil(00:53) Bugünün Planı(02:32) Ticaret felsefesi(zliği)(04:50) Moğol karavanı(07:50) Merkantalizm(11:23) Hz Adem Smith ve mutlak üstünlük(14:48) Hz Davut Ricardo ve karşılaştırmalı üstünlük(18:36) Statik vs dinamik teori(20:02) Serbest Piyasanın zaferi: Corn Laws(23:04) Korumacı ABD(25:05) Dünya Ticaret Örgütü(28:28) Miran'ın Planı(32:00) Triffin Paradoksu(33:15) MAGA 1950 fantezileri(35:05) Otomasyon(37:40) Patronlara teşekkürler.Kaynaklar:Müzik: Team America World Police (adeta bir başyapıt)Kitap: Ways and Means (Xenophon)Podcast: Fall of Civs - MongolsKitap: On the Principles of Political Economy and Taxation (Ricardo)Blog: Bretton Woods (Fularsız)Makale: The Theoretical and Historical Origins of Trade Issues (pdf)Makale: The “Real” History of Free TradeKitap: Against the Tide: An Intellectual History of Free Trade (1996)Makale: The Development of Free Trade in EuropeVideo: Money & Macro - I was wrong about Trump's tariff masterplanMakale: A User's Guide to Restructuring the Global Trading System (pdf)------- Podbee Sunar -------Bu podcast, getirfinans hakkında reklam içerir. getirfinans iyi faizi vade beklemeden günlük kazandırır. Kredi faiz oranı düşüktür. Aidatsız kredi kartı sunar. Para transferinden ücret almaz. Sen de getirfinanslı ol. Bu podcast, Garanti BBVA hakkında reklam içerir. Bonus Platinum Dinamik'le tanışın!Kendiliğinden saatte bir değişen güvenlik koduyla internet alışverişlerinin en yeni ve daha da güvenli ödeme yöntemi!See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Enes'den şöyle rivayet olunmuştur: “Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bize bir hutbe irad etti. Hutbesinde faizi anlattı, ehemmiyetinden bahsetti ve şöyle buyurdu: “Adama faizden isabet eden bir dirhem, Islâm nazarında otuz altı zinadan daha çirkindir.” Bir hadîs-i şerifte: “Faiz yetmiş türlü büyük fenalığa denktir. Bunların en hafifi kişinin anası ile zina etmesi ne ise o kadardır.” buyrulmuştur. Bir rivayette de Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Yedinci kat göğe çıkarıldığımda başımın üstünde şimşeklerin çaktığını, göklerin gürlediğini duydum. Bir takım adamlar gördüm. Mideleri evler gibi kocamandı. Içlerinde yılan ve akrepler vardı, dışlarından içleri görünüyordu. Cebrail'e bunların kimler olduğunu sordum, “faiz yiyenler” cevabını verdi.” Hz. Ebû Bekir (r.a.): “Faiz alan da veren de ateştedir” diyor. İbn Mes'ud (r.a.): “Birisinde alacağın varsa verdiği hediyeyi kâbul etme, çünkü faizdir” diyor. Hasan Basrî (r.a.): “Sana borcu olan bir adamın evinde yediğin yemek haramdır.” der. Hasan Basrî (r.a.)'in bu sözü Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in şu hadîsinden mülhemdir: “Menfaat sağlayan her borcun sağladığı fayda bir cins faizdir.” İbn Mes'ud (r.a.) şöyle diyor: “Her kim birine şefaatta bulunup şefaat ettiği kimse de kendisine bir hediye verirse bu hediye haramdır.” İbn Mes'ud (r.a.)'in bu ifadesini Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in şu hadîsi tasdik ediyor: “Her kim bir adama aracı olsa, şefaatta bulunsa, şefaat edilen zat da kendisine hediye verse, o da bu hediyeyi kâbul etse faiz kapılarından bir kapıya yanaşmış olur.” (Imâm Zehebî, Büyük Günâhlar,s.64-65)
Önce üniversite öğrencileri ardından da liseliler çıktı meydana. Onlara gemisini kurtaran kaptan olmayı öğütleyen bencillik çağının biçtiği renkli ama dar gömleği yırtıp attılar. Memleketi kurtarmaya soyundular. Tıpkı 68 kuşağından dedeleri, nineleri gibi… Heykelinin önünden geçip gittikleri ama şimdi tanıdıkları Hürriyet şehidi ağabeyleri gibi… Hiç yüzünü görmedikleri artık kitaplarda bile okutulmayan ama bir asır önce memleket elden gidiyor diye istibdada karşı hürriyet yoluna düşen Jön Türkler gibi… 20'lerinde canlarını memleket, hürriyet, devrim uğruna feda etmiş Denizler gibi… Bu daha başlangıç!İlla bir milat olacaksa gelin bunu 19 Mart'a değil 17 Temmuz'a koyalım. Çünkü Polonez işçilerinin mücadelesi kendi iş ve aş kavgasıyla kalmadı. Yaz ve sonbaharda “zordayız, geçinemiyoruz” şiarıyla son yılların en kitlesel işçi mitingleri yapıldı. Orada kalmadı. 2024 yılının Aralık ayında başlayan metal fabrikalarının grevleriyle ve istibdadın bu grevleri keyfi ve hukuksuz şekilde yasaklamasıyla kapattık. Metal işçileri 2025'e grev yasaklarını yırtıp atarak girdi. Türkiye'nin son çeyrek yüzyılında ilk defa yasağa rağmen bir aydan fazla süren ve zafer kazanan grevleri gördük! Grev yasaklarıyla birlikte, her şeyin tek bir adamın iki dudağı arasında olduğunu anlatan “tek adam rejimi” efsanesi de yerle bir oldu. İşçi mücadeleleri iş, aş, hürriyet mücadelesidir. Ne mutlu ki 2025'te istibdada karşı hürriyet mücadelesine gençlik de yetişmiştir. Hem de ne yetişme! Ama gençliğin hürriyet kavgası işçinin sınıf kavgasıyla henüz buluşmuş değildir. Mücadele İmamoğlu vesilesiyle başlamışsa da öğrenci gençlik içinde bu çerçeveyi aşma yönünde önemli eğilimler vardır. Bunlar çok önemli ve doğru eğilimlerdir. “İşçi, öğrenci el ele genel greve genel direnişe” sloganı dillerdedir. Öğrenciler hürriyet mücadelesini kazanmak için kendi çabalarının yetmediğini görmekte, her geçen gün daha fazla işçileri nasıl kazanabiliriz sorusunu sormaktadır. Bunun için CHP'den kopma eğilimlerinin ete kemiğe bürünmesi, fiziki polis barikatlarının aşıldığı gibi patron partisi CHP'nin mücadeleyi sınırlayan siyasi duvarının da aşılması gerekiyor. İşçileri kazanmak isteyen, patron partisinden kopmak zorunda. Öğrenciler önce işçi sınıfını tanımayı, işçi sınıfını dinlemeyi ve anlamayı önüne koymalı. Öğrenciler hürriyet sevdasıyla, memleketi kurtarma davasıyla işçileri kazanmanın yollarını tartışmaya başlamışken işin diğer tarafına da bakmak gerek. Neden işçiler, öğrencileri kazanmanın yollarını aramasın? Neden işçiler iş ve aş mücadelesini kazanmak için öğrencileri yanlarına kazanmanın derdine düşmesin? Neden işçinin çekiç tutan eliyle öğrencinin kalem tutan elinin kavuşması hepimizin ortak derdi olmasın? Birlikten kuvvet doğar! İşçilerin AKP'den olduğu kadar CHP'den de duydukları sınıfsal bir tiksinti var. Ama öğrenciler başka CHP başka… İşçiler de öğrenci gençliği anlamaya çalışmalı.Ve varsa yoksa örgütlenmek, örgütlenmek, örgütlenmek gerekiyor! Ne dedik 2025'i örgütlenme ve mücadele yılı yapacağız! Hareketler örgütsüz ve kendiliğinden başlayabilir ama kazanması için er geç örgütlenmek zorundadır. Moralsizliğin, dağınıklığın, hayat gailesinin (işçi için geçim derdinin, öğrenci için okul işlerinin) enerjiyi soğurup yok etmesinin ilacı örgütlenmedir. İşçiler, sendikasına üye olmalı, sahip çıkmalı denetlemelidir. Öğrenciler forumlardan, kulüplere, temsilci konseylerinden adı ne olursa olsun birleştikleri, tartıştıkları, ortak kararlar aldıkları örgütlenmelere sahip çıkmalı ve onları sürdürmelidir. Ve nihayet işçi ve öğrenci el ele hürriyet kavgasını kazanmaya yönelecekse bu, lamı cimi yok bir siyasi mücadele demektir. Bu siyasi mücadele düzen partilerinden bağımsız, iş, aş, hürriyet kavgasını bir bütün olarak kavrayan bir örgütü yani devrimci bir işçi partisini gerektirir. İşçileri kazanmak isteyen öğrencilerin, öğrencileri kazanmak isteyen işçilerin, hürriyet kavgasını kazanmak isteyen herkesin adresi burasıdır!
Hadîs ricâlini tenkîd noktasında büyük bir otorite olan (ehlü'l-istikrâ) Zehebî'nin söylemiş olduğu en doğru sözlerden birisi, Siyer-u A'lamî'n-nübelâ isimli eserinde Irak'ın fakihi Allâme İmâm Hammad b. Ebû Süleyman (r.âleyh)'in hayat hikâyesini aktarırken kullanmış olduğu şu ifâdelerdir: “Kûfelilerin en fakihi Hz. Alî (r.a.) ve İbn Mes'ûd (r.a.)'dir. Bu iki sahâbenin en fakih öğrencileri Alkâme, Alkâme'nin en fakih öğrencisi İbrâhîm en-Nehaî, Nehâî'nin en fakih öğrencisi Hammad, Hammad'ın en fakih öğrencisi ise Ebû Hanîfe (r.a.)'dir. Ebû Hanîfe (r.a.)'in en fakih öğrencisi Ebû Yusuf'tur. Ebû Yusuf'un öğrencileri dünyanın dört bir tarafına yayılmışlardır. Bunların en fakihi Muhammed b. el-Hasen'dir. İmâm Muhammed'in en fakih öğrencisi ise Ebû Abdullah eş-Şâfiî'dir.Allâh (c.c.) tamâmına rahmet eylesin.” Zehebî aynı eserinin bir başka yerinde İmâm Ebû Hanîfe (r.a.)'in hayatını anlatırken şu ifâdeleri kullanmaktadır: “İmâm, dînin fakihi ve Irak'ın âlimi Ebû Hanîfe (r.a.)… Hadîs ilmine önem verdi. Bu uğurda yolculuklar yaptı. Fıkıh, rey ve reyin kapalı noktalarını tetkik etmede zirvedir. Bu konuda bütün insanlar ona minnet borçludur.” Zehebî aynı eserinin bir başka yerinde Ebû Hanîfe (r.a.) hakkında “Fıkıhta ve fıkhın inceliklerinde önde gelen bir âlim olduğu herkesçe kabûl edilen bir gerçektir. Bu noktada hiçbir kuşkuya yer yoktur” demektedir.(Muhammed Abdurreşid En-Nûmanî, İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe (r.a.)'in Hadis İlmindeki Yeri, s. 44-45)BIR FIKIH KAIDESI ÖĞRENELIM!Bir kimse iki veya daha fazla secde ayetini aynı mecliste okusa veya secde ayetini okusa ve akabinde aynı yerde başka işle meşgul olsa, mesela birçok şey yese veya yatarak uyusa yahut da kadın ise bebeğini emzirse, sonra da yine aynı yerde aynı ayeti okusa iki kere secde etmesi gerekir.(Misvâk Neşriyat, Eşref Ali Et-Tehanevi, Hanefi İlmihali, s.211)
#doğakonuşmaları
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu ciddi ve derin bölümümüzde iki erkek olarak Emin ve Onur, kendi bakış açılarından ataerkil (erkek egemen) düzeni ele alıyorlar. Atarerkillik kavramının dünden bugüne büründüğü şekli ve toplum üzerindeki etkilerini biz nasıl değerlendiriyoruz? Dinleyip öğrenelim... Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro Emin: [0:22] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin, bugünkü bölümümüzde Onur'la beraberiz. Nasılsın Onur? Onur: [0:31] İyiyim Emin, teşekkür ederim. Sen nasılsın? Emin: [0:34] Ben de iyiyim, teşekkür ederim. Günümüz dünyasında çok sıklıkla konuşulan ve tartışılan bir bölüm hakkında biz de biraz düşüncelerimizi dile getirmek istedik. Neler düşünüyoruz, bir erkek olarak özellikle neler hissediyoruz? Biraz "Ataerkil düzen nedir? Erkeğin rolü neydi? Nereye gidiyor?" vesaire... Bunlar hakkında bahsetmek istiyoruz. Biraz tabii tartışmalı bir konu ama... Belli başlı mayınlara basmadan konuşmaya çalışmayı deneyeceğiz. Ataerkil düzende erkek olmak Onur: [1:02] Çuvaldızı kendimize batırarak... Yani iki erkek olarak belki bu konuda kendi perspektifimizi de ifade ederek sağlıklı bir sohbet edeceğiz diye düşünüyorum. Emin: [1:13] Evet. Öncelikle istersen biraz tanımlardan gidelim. Ataerkil ne demek? Onur: [1:18] Yani ataerkil kelime anlamı olarak erkek egemenliği anlamına geliyor. Yani bu şeyden geliyor birazcık... Eskiden soyadı mesela babadan oğula geçiyor, mal babadan oğula geçiyor, mülk babadan oğula geçiyor. Yani bu erkekliği ön plana çıkaran, erkeklerin bir şeyleri devralmasını, bir miras almasını ön plana çıkaran bir durum. Ve bu erkeklerin güç sahibi olmasına ve kadınların dışlanmasına, ikinci sınıf vatandaşı olarak görülmesine sebep olan geleneksel bir düzen diyeyim. Geçmişte bir norm olarak ve bugün de içinden çıkmaya çalıştığımız bir düzen diyeyim. Erkek egemenliği, erkeğin güç sahibi olduğu bir düzen. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Kâmil şeyhlerin sohbeti kötü ahlâktan sakınmak ve güzel ahlakı kazânmak için bir yoldur. Çünkü insan tabiatı gördüğü şeyi taklit etmeye meyillidir. Kötü ahlâkı görse onu kanıksar ve giderek benimser, güzel ahlâkı görse onu sever ve sahip olmaya çalışır. Şeyhin teşviki ve uyarısı da kişide onun kendi iradesinin oluşturamadığı etkiyi hâsıl eder. Ve kendisi, kendi iradesine kalsa uzun süre kurtulamayacağı kötü huyların batağından şeyhin teşvik ve uyarısıyla kısa süre içinde kurtulur. Onun güzel şeylere meyletmesi, Allâhü Teâlâ'yı sevmesi, O (c.c.)'u tanıması ve O (c.c.)'a ibâdet etmesi ise kendi fıtratının iktizâsıdır. Bunlar onun için yemek yemek ve su içmek gibidir. Bunlar kalbin gıdası ve ruhun lezzetidir. Çünkü ruh ilâhî bir emirdir ve ancak bu şeylerle beslenir. Onun şehvetin gereklerine meyletmesi ise fıtrata aykırıdır ve ârizî bir haldir. Onun gıdası Allâh (c.c.) sevgisi, marifeti ve ibâdeti iken bu şeylere meyletmesi ise hastalık halidir. Fakat Allâh (c.c.) dışındaki şeyler, kişinin Allâh (c.c.)'u sevmesine ve O (c.c.)'a kulluk etmesine yardımcı olursa, onları bu açıdan sevmek ve ilgi duymak hastalık değildir. Ancak hangi şeylerin buna yardımcı olduklarını ancak tecrübeli ve gözü açık olanlar, yani kâmil şeyhler bilirler. Kişinin kendi görüşüyle bunları tespit etmesi mümkün değildir. Çoğu zaman şeytân ve nefis el birliğiyle onu aldatarak kendisini işlediği günâhların ve yaptığı yanlışların ona dininde ve Allâh (c.c.) sevgisinde yardımcı olduğuna iknâ ederler. Hakikâtte ise o şeyleri sadece hevâ ve hevesi için sever ve onlara ilgi duyar. Onun için neyin ne olduğunun şeyhin tasdikinden geçmesi lazımdır. (Eşref Ali et-Tehanevi, Hadislerle Hanefi Fıkhı,C.20,S.302-303)
Gündem tokat gibi değişiverdi, değil mi?!.. Kıbrıs'taki ‘büyük buluşma' ve yatırımlar, DEM İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in vefatı, enflasyonun düşüyor olması, ABD-Ukrayna anlaşması, YPG'nin Suriye stratejisi, doğalgaz ve petrol üretiminde rekor çalışmalar, turizmde rekor gelir ve yükselen kişi başı harcamalar, Hindistan-Pakistan çatışması, Çin-ABD çelişkisi… Özgür Özel'e bir meczubun saldırması bütün diğer çelişkileri gölgede bıraktı… Yok örgütlüymüş, yok değilmiş… Adamı CHP kendi tutup getirmiş, sansasyon olsun diye… Yok yok asıl AK Parti ayarlamış… Bunlar yetmezse, hadi beden dilini analiz edelim… Geçmiş
Meslek büyüklerimizden Nizamettin Nazif'in basın dünyasının bir arada bulunduğu semt için yaptığı şu tespiti eskiler unutmazlar: “Cağaloğlu'da kanalizasyon yolun üstünden akar!” dermiş usta… Biz bugün o ‘kanalizasyon' konularını bir kenara bırakıp, birkaç ‘anlamlayan' pratikten söz edeceğiz…
Bir kimsenin ölmek üzere olduğu bir takım alâmetlerle anlaşılır. Bunlar; ayaklarının gevşeyip sarkması, burnunun yumulması ve yanaklarının solması gibi şeylerdir. Bu alametler zahir olduğunda yanında bulunanlar, yüzü kıbleye gelecek şekilde onu sağ yanı üzerine yatırırlar. Bu sünnettir. Hastaya eziyet verecekse vazgeçilir. Âlimler; bu durumda olan hastanın ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılmasının ve yüzü kıbleye dönük olsun diye de başının altına bir yastık konulmasının daha uygun olduğunu söylemişler ve gerekçe olarak da ruhunun çıkması daha kolay olur, demişlerdir. Hastayı bu şekilde çevirme imkânı yoksa hali üzere bırakılır. Son sözü “Lâ îlâhe İllallâh” olsun diye başucunda durulup işiteceği bir tonla “Eşhedü Enlâ îlâhe İllallâh Ve Eşhedü Enne-Muhammed'en Resûlullâh” denir. Kendisine bunu söylemesi teklif edilmez. Hasta bu telkinden sonra bir defa kelime-i şehadet getirecek olursa, artık tekrar edilmez. Ancak şehadetten sonra başka bir söz söyleyecek olursa şehadet telkini beyân edildiği şekilde tekrarlanır. Bu telkinin sünnet olduğuna dair icma vardır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Lâ ilâhe illallâh'ı telkin ediniz. Ölüm esnasında son sözü lâ ilâhe illallâh olan kimse, ona ne isabet ederse etsin bir gün cennete girecektir.” Ölmek üzere olan kâfire telkin meselesine gelince, ona kat'i surette “eşhedü” lafzıyla iki şehadet yani “Eşhedü Enlâ îlâhe İllallâh Ve Eşhedü Enne-Muhammed'en Rasûlullâh” telkin edilir. Bu vaciptir. Zira kâfir, bu iki şehadeti getirmedikçe müslüman olamaz. (Suâlli Cevaplı İslâm Fıkhı,C.3,S.139-140)
Türkiye'nin toplumsal yapısının en önemli, geleneksel olarak en güçlü kurumu olan aile alanında son zamanlarda ciddi tehlike çanları çalınıyor. Şaka değil, bizi başka toplumlara nazaran avantajlı kılan en güçlü yanımızdan vuruluyoruz. Artan boşanma oranları, evlilik yaşının giderek yükselişi, yalnız yaşayan insanların sayısının rekor kırışı ve en nihayetinde doğurganlık oranlarındaki tehlikeli düşüş ve bunun nihai sonucu olan toplumsal yaşlanma. Bunlar şu anda Türkiye'de toplumsal değişimin istikametinin olumsuz yönde seyrettiğini anlatan veriler.
Kışlaya ve okula siyaset sokanlar, bu iki millî kurumu çıkar ve hırslarına alet edenler, millet ve memleketi seviyor olamazlar. Bunların tek sevdikleri ve istedikleri şey iktidardır, güçtür, nüfuzdur ve bunları millî (milletin menfaatine) olmayan amaçlarla kullanmaktır.
Bazı yasalar var ki, resmi olmasalar da hep işlerler… Bu bölümde Cunningham Yasası'ndan yola çıktık, Dunning-Kruger etkisiyle öz güven patlamalarına daldık, Kraliçe Arı'nın tahtına da uğramadan geçemedik. Gündelik hayatta karşımıza çıkan bu ve daha birçok görünmez kuralları konuştuk, yine kendimizce kafa yorduk. Yeni bölüm yayında, bekleriz!P.S.: Ücretsiz olarak dinleyebileceğiniz tüm platform linkleri bio'da! #tartankafalar #tartankafalarpodcast #podcast #cunninghamyasası #dunningkrugeretkisi #ikeaetkisi #parkinsonyasası #impostersendromu #haloetkisi #hornetkisi #kraliçearısendromu #streisandetkisi #yasa #etki
Rivayet edildiğine göre, Necran'dan 60 kişilik bir heyet Nebi (s.a.v.)'e gelmişlerdi. Bunların 14 kişisi eşraftan, 3 kişisi ise ileri gelen kişilerdendi. Bunlar Medine'ye gelip ikindi namazından sonra Nebi (s.a.v.)'in mescidine girdiler. Namaz vakitleri gelince kalkıp, namazlarını mescidde kıldılar. Nebi (s.a.v.): “Onları bırakınız, doğuya doğru kılsınlar” buyurdu. Daha sonra bu gruptan üç kişi Hz. Peygamber (s.a.v.) ile konuştular “İsa, Allâh'tır, İsa Allâh'ın oğludur” dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): “Müslüman olun” buyurdu. Onlar: “Senden önce müslüman olduk” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Yalan söylüyorsunuz! Çünkü sizin Allâhü Teâlâ'ya çocuk isnat etmeniz, müslüman olmanızı engeller” buyurdu. Onlar: “Eğer İsa, Allâh'ın oğlu değilse, babası kimdir?” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): “Çocuğun babasına benzer olduğunu bilmiyor musunuz?” buyurdu. Onlar: “Evet biliyoruz” dediler. Nebi (s.a.v.): “İsa'da bundan (babasından) bir şey var mı?” diye sordu. Onlar: “Hayır” dediler. Nebi (s.a.v.): “Yerde ve gökte hiçbir şeyin Allâh'tan gizli kalamayacağını bilmiyor musunuz?” diye sordu. Onlar: “Evet biliyoruz” dediler. Nebi (s.a.v.): “İsa kendine bildirilenlerden başka bir şey bilir mi?” diye sordu ve onlardan “hayır” cevabını aldı. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): “Bu, nasıl sizin iddia ettiğiniz gibi olur?” diye sordu. Adamlar sustular ve inkâr etmeye devam ettiler. Bunun üzerine Allâhü Teâlâ, “Allâh ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Dâima diri ve koruyup yöneticidir.” (Ali İmran s. 2) sûresinin başından seksen küsur âyet indirdi. Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.) bu âyetleri delil gösterip hakkı gerçekleştirmek için onların şüphelerine cevap verdi. (İsmail Hakkı Bursevi, Ruh'ul Beyân Tefsiri,Al-i İmran s.2)
Allâhü Teâlâ, getirdiği yükümlülüklerle kişilerin meşakkât ve sıkıntıya sokulmasını istememiştir. Buna şu nasslar delâlet eder: “O peygamber, ... onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir.” (A'râf s. 157), “Râbbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Râbbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma.” (Bakara s. 286) Hadiste ise: “Kulun bu duâsı üzerine” Yüce Allâh: “Tamam öyle yaptım” buyurdu” (İbn Kesir) denilmiştir. Yine Yüce Allâh: “Allâh kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler.” (Bakara s. 285) “Allâh size kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara s. 185) “Dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır.” (Hac s. 78) “İnsan zayıf yaratılmış olduğundan Allâh sizden yükü hafifletmek ister.” (Nisa s. 28) “Allâh sizi zorlamak istemez, Allâh sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.” (Mâide s. 6) buyurur. Hadis-i şerifte de: “Hanîflik ve hoşgörüye dayalı bir şeriatla gönderildim.” (Ahmed) “Hz. Peygamber, iki şey arasında muhayyer kılınmışsa, günâh olmadıkça mutlaka daha kolay olanını tercih etmiştir.” (Buhari) buyrulur. Burada “günâh olmadıkça” diye kayıtlanmıştır. Çünkü günâhın terkinde onun sırf bir terk olması açısından bir güçlük bulunmamaktadır. Bu mânâda daha pek çok nass bulunmaktadır. Eğer Şâri' Teâlâ meşakkâti kastetmiş olsaydı, o zaman kolaylık ve hafifletmeyi murad etmiş olmaz, güçlük ve zorluğu dilemiş olurdu. Bu ise sakattır. Ruhsatların meşruluğu sabittir ve bu konu gayet kesindir. Bunlar, dinden olduğu zorunlu olarak bilinen konulardandır. Yolculuk sebebiyle namazı kısaltma, oruç tutmama, iki namazı birleştirerek kılma, zaruret halinde haram kılınmış şeyleri yeme ya da içme... gibi. Bunların mevcut ve meşru oluşu, güçlük ve meşakkâtin mutlak surette kaldırılmış olduğuna kesin bir delildir. (Şatıbi, el-Muvâfakat, İslâmi İlimler Metodolojisi,c.2,s.121-122)
“2000 yıl önce bir köle, bize özgürlüğün sırrını fısıldadı. Bu bölümde Stoacı filozof Epiktetos'un zamansız öğretilerinden yola çıkarak, iç huzurun anahtarlarını arıyoruz. Kendini tanımak, içe dönmek ve zihni eğitmek... Bunlar sadece kişisel gelişim değil, varoluşsal bir dönüşümün adımları olabilir. “Gerçek özgürlük, dış şartlarda değil; düşüncelerimizin içinde gizlidir.” der Epiktetos.Gerçek mutluluk dışarıda değil, içimizde saklı olabilir mi? Günlük koşturmacada kendine küçük bir mola ver ve birlikte düşünelim: Özgürlük nedir? Huzur nerede başlar?---Ben Saati Podcast Instagram:https://www.instagram.com/ben_saati/
Akıl: -Nefis kardeş, biliyorsun ki, ikimiz bir vücuttayız, vücudu koruyamazsak, bu, ikimizin de felâketi, sonu, acısı, kaybı… olur. Gel seninle kardeş olup vücudu doğru yönetelim; bunun şartı da -bazen sapsan da sen de bunu bilirsin- benim önde olmamdır. Nefis: -Seni çok dinledim, beni hız ve hazdan alıkoymak için bin dereden su getiriyorsun, benin önceliğim vücudu korumak değil; arzularımı, ihtiraslarımı, öfkemi, kinimi… tatmindir. Bunlar olmazsa vücudun ne değeri var.
Nuru'l-Izah isimli eserinde Hasan b. Ammar eş Şürünbülali (r.âleyh) şöyle demiştir: Hasta ve özürlü olmayan sağlam erkeklere imam olacak kişide bulunması gereken şartlar altıdır. Bunlar: 1. İslâm (Müslüman) olmak 2. Bulûğ: Bu şart buluğa ermiş fertlerden oluşan bir cemaate imam olmak için gerekli olan bir şarttır. Yoksa buluğa ermemiş çocuklardan oluşan bir gruba imam olmak için baliğ olmak ayrıca şart görülmemiştir. Yani çocukların kendi aralarında yapacakları cemaat sahihtir. 3. Akıl 4. Erkek olmak: Bu şart, erkeklere imam olmak için gereklidir. İleride geleceği üzere; kadınlara imam olmak için erkek olmak şart değildir. Kadının diğer kadınlara imam olması sahihtir. Fakat mekruh olduğundan dolayı kadınların diğer kadınlara imamlık yapmaları doğru ve caiz görülemez. Ancak buna rağmen yapacak olurlarsa kadınlardan biri öne çıkmadan safın ortasında durup diğerlerine imamlık yapar. Bu şekilde kılacak oldukları namaz fasit ve batıldır denmez. 5. Kıraat: Kifayet edecek miktar Kur'an-ı Kerim okuyabilmesi. 6. Burun kanaması, dil tutukluğu-pelteklik gibi özürlerin bulunmamasıyla birlikte namaza mani olacak abdestsizlik, necaset ve avretin açılması gibi bir durumun bulunmaması. Aynı özür sahiplerinin biri diğerine imam olabilir. Burada aranan esas kural; imam olanın hâli cemaat olanın hâlinden daha kuvvetli veya ona müsavi (eşit) olmasıdır. (Sualli Cevaplı İslam Fıkhı,c.3 ,s.9)
Türkiye, geride bıraktığımız ay başlayan büyük bir siyasi çalkantıya sahne oluyor. Bunun nedeni, istibdad rejiminin CHP'nin 2028 seçimlerinde cumhurbaşkanı adayı olarak göstereceği, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelik arka arkaya gelen operasyonları. Önce 18 Mart'ta İmamoğlu'nun üniversite diploması usulsüz olarak alındığı iddiasıyla iptal edildi. Bir gün sonrasında da İmamoğlu suç örgütü kurmak ve yönetmek, irtikap, rüşvet almak, ihaleye fesat karıştırmak, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek ve terör örgütüyle işbirliği yapmak gibi uzunca bir listeden oluşan suçlamalarla sabaha karşı gözaltına alındı. Aynı operasyon kapsamında İmamoğlu'nun yanı sıra 100'den fazla kişi için de gözaltı işlemi yapıldı. İmamoğlu ve bazı diğer gözaltına alınanlar için tutuklama kararı verildi ve bu isimler hapse yollandı.İstibdad için her şey mübah!Bu iki işlemin arka arkaya iki güne sığdırılmış olmasının kendisi bile istibdad rejiminin rakiplerine saldırırken yargıyı ne şekilde bir aparat olarak kullanabileceğinin yeni bir kanıtı olurken, AKP'nin yılmaz savunucuları arasından bazıları dahi bu tür bir yargı hamlesinin, yine hukuki bir terimle “hayatın doğal akışına aykırı” olduğunda hemfikirdi. Zira istibdad rejimi göstere göstere yargıyı ve kolluk güçlerini kullanarak, aynı 12 Eylül darbesinin organı Millî Güvenlik Konseyinin 1983 yılında seçime girecek adayların bazılarını veto ettiği gibi, rakibini saf dışı bıraktı. Aynı günlerde istibdadın kalemşörleri İmamoğlu'ndan sonra anketlerde CHP'den adaylığı durumunda Erdoğan'ı zorlayabilecek bir diğer isim olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ın da yakında hedef alınabileceğini utanmadan zikrettiler. İmamoğlu'nun ifade tutanağı, operasyonun bir parçası olarak istibdad medyasına el altından servis edildi. Tüm bunları İstanbul'da 4 günlük bir eylem yasağı izledi. Sosyal medyaya erişim engellendi ve internet erişimine kısmi bir kısıtlama getirildi. Bir süre sonra da CHP'ye kayyım atanabileceği söylentisi yayıldı ve CHP lideri Özgür Özel, partisini olağanüstü genel kurula götürerek bu hamleye karşılık vermek istedi.Biriken öfke sokaklara taştıİstibdadın İmamoğlu'na yönelik saldırısının önemli bir tepki doğuracağı açıktı. Öyle de oldu, İmamoğlu'nun ev baskını ile gözaltına alınmasının hemen ardından büyük kentlerden başlayarak kalabalık kitleler sokağa döküldü. Sosyalistler ve meslek örgütleri de bu eylemlere aktif bir biçimde katıldılar. Bunların bir kısmı açısından eylemlerin CHP'nin çağrısıyla, sevk ve idaresi altında cereyan etmesi önemli değildi. Bunlar için CHP doğal bir müttefik, İmamoğlu da şimdiden 2028'de oy verilecek adaydı. Diğerleri açısından ise eylemler aslında şeklen CHP'nin çağrısı ile yapılmaktaysa da, ardında Gezi'dekine benzer bir kitle hareketi vardı ve bu hareketi sosyalist kanallara akıtmak için mücadeleye katılmak gerekliydi.İstibdadı ancak emekçi halkın bağrından kopacak bir güç yenebilir! Devrimci İşçi Partisi, bu nedenlerle CHP'nin önderliğinde Saraçhane eylemlerinde yer almamış, emekçi halkımızı istibdada karşı olduğu gibi, onunla mücadelesinde zayıflatıcı bir unsur olarak CHP'ye karşı da uyarmıştır. Ama bu uyarıyı, emekçi halkın geniş kesimlerinin tüm zayıflıklarına karşın CHP saflarına koştuğu bir ortamda yapmıyoruz. Emekçi kitlelerin önemli bir bölümünün İmamoğlu'nun burjuva karakterinden, diploma olayının halk tarafından bir zengin çocuğunun kayırılması olarak görülmesinden, CHP'nin OVP'yi sahiplenen tutumundan ve belediyelerdeki yolsuzluk iddialarından duyduğu tiksinti ile istibdad cephesinin etkisi altına sokulduğu bir anda yapıyoruz. Görevimiz, emekçi halkımızın içinde istibdada yönelik biriktirdiği öfkenin düzen siyaseti tarafından kontrol edilmesini ve soğrulmasını önlemektir. Emekçi halkın öfkesinin Saraçhane merkezli CHP mitinglerinde değil, bütün meydanlarda, fabrikalarda, atölyelerde, iş yerlerinde, emekçi mahallelerinde ve önümüzdeki günlerde 1 Mayıs meydanlarında örgütlenmesini temin etmektir.
İroniler koridorundan geçiyor Türkiye. Sürreal zamanlar. Halk partisiyle neleri yaşayabilirsin sorusunun cevabının sınırı yok. Oysa sanılıyordu ki en fazla yapsalar yapsalar okul birincisini mezuniyet törenine sokmazlar… Fakat ironinin bini bir paraymış meğer. Hakikaten gerçeklikten, siyasetten, demokrasiden, sandıktan ve meşruiyetlerini sağladıkları tüm diğer bağlamlardan kopmuşlar meğer. Bunların hepsini kuşatan en geniş kavram olan cumhuriyetten kopmuşlar meğer.
Davranışları Dəyişdirmək Niyə Çətindir? Necə Asanlaşdıra Bilərik?Yeni davranışlar formalaşdırmaq və köhnə, istəmədiyimiz vərdişlərdən qurtulmaq çox vaxt çətin olur. Bunun əsas səbəbləri bunlardır: beynin müqaviməti,Kimliklə bağlılıq, Avtomatik reflekslər.Davranış dəyişdirmək çətindir, çünki beynimiz status-kvonu qorumağa meyllidir. Amma kiçik addımlarla başlamaq, mühitimizi dəyişdirmək və kimliyimizi yeni vərdişlərimizə uyğun formalaşdırmaq prosesi asanlaşdırır. Əsas məsələ davamlılıqdır.
Google Tag Manager (GTM), dijital pazarlamanın gizli silahı mı? Yoksa gereksiz bir araç mı? Eğer hala GTM kullanmıyorsan, büyük ihtimalle dönüşüm takiplerinde hatalar yapıyor, kampanyalarını yanlış verilerle yönetiyor ve en önemlisi, zaman kaybediyorsun! Bugünkü bölümde GTM'nin neden her pazarlamacının bilmesi gereken bir araç olduğunu konuşacağız. Teknik bir konu gibi görünebilir ama merak etme, GTM'yi en basit haliyle anlatacağım. Eğer Google Ads, Meta Ads, TikTok veya diğer platformlarda reklam veriyorsan ve dönüşümlerini takip etmek istiyorsan, bu bölümü sakın kaçırma! Bölümde Neler Konuşacağız? ✅ Google Tag Manager nedir, ne işe yarar? ✅ Pazarlamacılar neden GTM kullanmalı? ✅ GTM ile kod yazmadan etiket yönetimi nasıl yapılır? ✅ E-ticaret ve performans pazarlamasında GTM'nin sağladığı avantajlar ✅ GTM ücretli mi? Alternatifleri neler? ✅ GTM vs. Alternatif araçlar: Hangisi daha iyi? ✅ GTM'yi kullanmaya başlamak için yapman gerekenler Öncelikle, dijital pazarlamada en büyük hatalardan biri, dönüşümleri doğru takip etmemek! Belki Google Ads'te reklamlar veriyorsun, Facebook ve Instagram'da kampanyalar yürütüyorsun… Ama gerçekten kaç kişi sitene geldi, hangi sayfalarda vakit geçirdi, hangi butona bastı ve en önemlisi, alışveriş yaptı mı? Bunları yanlış ölçüyorsan, verdiğin reklam bütçesini boşa harcıyor olabilirsin! İşte tam burada Google Tag Manager devreye giriyor! Eskiden her bir takip kodunu web sitesine eklemek için bir yazılımcıya ihtiyacın vardı. Facebook Pixel mi eklemek istiyorsun? Geliştiriciye haber ver, kodu eklesin, sonra test edilsin… Günler sürebiliyordu! GTM sayesinde, hiçbir kod yazmadan tüm bu süreçleri tek bir panelden yönetebiliyorsun. GTM Nasıl Çalışıyor? Düşün ki GTM bir kontrol paneli gibi… Web sitene veya uygulamana eklediğin tüm etiketleri buradan yönetiyorsun. Örneğin:
“Yeterince gelişmiş bir teknoloji, büyüden ayırt edilemez." Efsanevi bilim kurgu yazarı Arthur C. Clarke'ın bir sözü bu. Fakat teknoloji ve büyü, bilim ve sihir... Bunlar birbiriyle çatışan şeyler değil mi? Fakat geniş bir perspektiften baktığımızda, daha derin bir mesaj veriyor bize bu söz. Bilim ve büyünün, sihir ve teknolojinin birbiriyle bağlantılı olduğunu vurguluyor. 111 Hz'in bu bölümünde Arthur C. Clarke'ın söylemini daha iyi anlamaya çalışıyoruz. İnsanlık tarihinde bir yolculuğa çıkıp büyücülerin, bilim ve teknolojiye nasıl ilham verdiğini inceliyoruz. Büyünün tarihsel, toplumsal ve psikolojik yönlerini analiz ediyoruz.Sunan: Barış ÖzcanHazırlayan: Özgür YılgürSes Tasarım ve Kurgu: Metin BozkurtYapımcı: Podbee Media------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir.Hiwell'de 1600'den fazla uzman arasından ücretsiz ön görüşmelerle size en uygun uzmanı seçebilir, kendinizi tanıma yolculuğunuza kolay ve güvenilir bir şekilde başlayabilirsiniz. Hiwell'i şimdi indirinSee Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
#HerkeseSanat “Heykelle ilgilenmeye başlayan kişinin hayatı, hayata bakışı yüzde 100 değişir” diyor Heykeltraş Seçkin Pirim. Bugün Seçkin Pirim bizi #heykel sanatıyla bizi tanıştırıyor, görmenin önemini anlatıyor. … Yıllar önce izlediğim bir sokak röportajında insanlara “Sizce heykel nedir?” diye sorulmuştu, cevap hep “Atatürk anıtı” olmuştu. Çünkü etrafta gördüğümüz anıtlar dışında, çağdaş heykeller yoktu. … Heykeller şehrin içinde, hayatın içinde olursa, “Bunlar nedir?” ve “Ne anlatıyor?” soruları gelecek, ilgi doğal olarak artmaya başlayacak. … Yıllar yıllar evvel İzmit'in Değirmendere beldesinde dünyanın en önemli ahşap heykel sempozyumu yapılmaya başlandı. Belki 15 yıl süreyle. Yapılan heykeller beldenin her yerine dikildi. Heykelin h'sini bilmeyen insanlar vardı. Bugün oradan heykeltraşlar çıkıyor. Çünkü gördüler heykelleri, sevdiler ve “Aaa ben de yapabilirim” noktasına geldiler. Bu yüzden görmek çok önemli. … Böyle söylüyor ve Seçkin Pirim ve heykelle hayatın nasıl değişeceğini, kendisinin heykelle nasıl tanıştığını anlatıyor. Heykellerin şehirlerin tarihinde yer aldığını, insanların buluşma noktası olduğunu anlatırken kamusal alanda ve mekana göre tasarlanmış olan, sevdiği eserlerden örnekler verdi: Eduardo Chillida - Dalgalar İlhan Koman - Akdeniz Anish Kapoor - Cloud Gate NEDEN SEÇKİN PİRİM? İstanbul'da Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi resim bölümünü bitirdi. Mimar Sinan Üniversitesi'nde heykel bölümünde lisans eğitimini tamamladı, aynı üniversitede yüksek lisans yaptı. İstanbul ve Londra'da yaşıyor. 1996 yılından bu yana İstanbul, Ankara, Londra ve New York'ta kişisel sergiler açtı, Hong Kong'dan Finlandiya'ya, Zürih'ten Paris'e dünya çapında çok sayıda grup sergisine katıldı. Eserleriyle Türkiye ve dünyada 11 ödül aldı. Birçok müzede ve şehirde kalıcı eserleri bulunuyor. NEDEN HERKESE SANAT? Uzak durduğumuz sanat dallarının seyircisi olmayı öğreniyoruz. Nacide Berber uzmanlara soruyor, Cengiz Saral yayına hazırlıyor. Herkese Sanat Cumartesi 12.30'da, Pazar 18.30'da NTVRadyo'da. Radyoda kaçıranlar ve tekrar dinlemek isteyenler için programın tüm kayıtları ntvradyo.com.tr adresinde ve podcast platformlarında. #herkesesanat #ntvradyo #heykel #seçkinpirim #akdenizheykeli
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu bölümü dinlemeniz için ısrar ediyoruz, çünkü bölümün konusu ısrar! Emin ve Onur ısrarcılık hakkında kendi düşüncelerini ve tutumlarını paylaşırken bir yandan Türkiye'de nasıl bir ısrar kültürüyle karşılaşabileceğinize dair eğlenceli örneklere değiniyorlar. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro Emin: [0:24] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin. Bugünkü bölümümüzde Onur'la beraberiz. Nasılsın Onur? Onur: [0:33] İyiyim Emin, sağ ol. Sen nasılsın? Emin: [0:35] Ben de iyiyim, teşekkür ederim. Bu bölümü çektiğimiz anda, şu anda benim bulunduğum yerde kar yağışı var. Yerler karlı, her yer bembeyaz. Sende durum nasıl? Onur: [0:45] Ah ya! Bizde yağmur yağıyor sadece. Yani kar, bir göstermelik yağdı geçen hafta ama bu tarafta şu anda kar yok. Ama hafta sonu bekleniyor. İnşallah diyelim. Çünkü ben biliyorsun kışı seven bir insanım, karı seven bir insanım. Emin: [1:01] Evet. Onur: [1:01] Bursa da geçen sene hiç kar görmedi. İki senedir hasretiz. Emin: [1:05] Evet İstanbul da geçen sene kar görmedi. Bu arada İstanbul'un merkezi hâlâ karlı değil. Gerçekten çok keskin bir geçiş yaşıyorum ben işten eve, evden işe giderken. Bir anda yolun tam belli bir noktasından itibaren yağmura dönüyor. Bu tarafa geliyorum kara dönüyor. Onur: [1:23] Oyunlarda şey olur ya... Hani yeni bölgeye geçersin, yükleme ekranı çıkar falan... Emin: [1:27] Gerçekten birebir aynısını yaşıyorum yani. Onur: [1:31] Güzel ama ya. Emin: [1:33] Evet karın mutlulukla bir alakası var kesinlikle. Onur: [1:36] Bence de. Bilmiyorum, huzur çöküyor insana ya birazcık bence. Emin: [1:40] Evet kesinlikle. Ne kadar ısrarcıyız? Emin: [1:42] Evet, bugünkü bölümümüzün konusuyla devam edelim Onur. Ne hakkında konuşacağız bugün? Onur: [1:47] Bugün sana çok ısrar ettim bu konuyu konuşalım diye. Sen çok direndin ama konumuz da ısrar olacak. Israr hakkında konuşacağız. Yani ısrar nasıl bir şey? Tutumumuz nasıl? Israra karşı yaklaşımımız. İyi bir şey mi? Kötü bir şey mi? Bunları ele alacağız. Biraz hani Türk kültüründe de çok şeyi olan, yaygınlığı olan bir şey. Bunlara değineceğiz. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
“Ey şu beldenin halkı, sizde nifak çoğaldı; ihlâs azaldı. Sözler çok, fakat onlara uygun iş yok. İşi olmayan söz, hiçbir şeye yaramaz. Sahibine felâket getirir, kurtuluş getirmez. Önüne iş gelmeyen söz, kapısız eve benzer; merdivensiz binadır. İçinden iyilik geçmeyen hazineye benzer. Amelsiz söz, kuru dâvadan ibaretir. Boş söz, ruhsuz kalıba benzer, o bir put gibidir. Ayağı yoktur, eli yoktur, bir şey tutamaz. Yaptıklarının çoğu ruhsuzdur. İşlerin ruhu ihlâs, tevhid ve Allah'ın kitabına yapışmaktır. Peygamberin (S.A.) âdetlerine uymaktır. Gafil olmayınız. Şu anda yaptığınız kötülükleri iyiliğe çeviriniz; isabet olur. Emirlere uyunuz. Yasakları bırakınız; kader karşısında uysallık gösteriniz.Size gelen belâ Allah yolcularına da gelir. Onların bir kısmı sabreder. Diğer kısmı sabrı da bırakır. Kendinden geçer. Belâdan darlanmak iman zayıflığındandır. O anda iman çocuktur. Belâ zamanı sabretmek, imanın gençlik çağıdır. Belâ geldiği zaman, kaderin bir icabı bilip uymak imanın yetişkin çağıdır. Belânın getirdiği bütün hâllere razı olmak, Hak ilmine ermekten, O'na yakınlıktan İleri gelir. Kalp ve sır Hakk'a yakın olduğu zaman belânın hiçbir şeyi dokunmaz. Bu durum, müşahede ve hâl dili ile konuşma âlemidir. İman sahibi iç âlemini dış varlığına ve yaratılmış bütün varını Hakk'a iletir. Mevlâ katında bütün varlığını eritir. Mevlâ dilerse onu tekrar halka gönderir. Dağınık işlerini bir araya getirir. Kıyamet günü halkın cesedini diriltiği gibi onun dağınık hâllerini de toparlar.Sevginin şartı, sevilene karşı irade sahibi olmamaktır ve onu değil, dünyayı, âhireti ve halka dair cümle şeyi bırakmaktır. Allah sevgisi kolay değildir. O iddia ile olmaz. Sizden herhangi biri bu hususta iddia sahibi olursa, sevgiden uzaktır. Birçok iddia sahibi olmayanlar vardır ki, Hak katında mekân tutmuştur.İslâm dinine girmiş olanlardan hiçbirini hakir görmeyiniz. Hak sırrı onlarda boldur. Nefislerinizi, onlara karşı tevazua alıştırınız. Allah'ın kullarına büyüklük satmayınız. Gaflet hâlinden uyanınız. Siz büyük bir gaflet içindesiniz: Sanki hesabınız görülmüş, sıratı geçmişsiniz ve cennetteki yerinizi görmüşsünüz!.. Bu aldanış nedendir? Her birinizin Allah'a karşı çok isyanı vardır. Bu isyandan kimse tevbe etmiyor ve hâlini düşünmüyor, öyle sanıyor ki, hataları unutuldu. Halbuki, yerine ve tarihine göre onlar defterinize yazılıdır. Onların azı da çoğu da sorulacak, ona göre ceza veya mükâfat verilecek.Ayılınız, ey gafiller! Uyanınız, ey uykudakiler! İlâhî rahmete varlığınızı atınız. Bir kimsenin hatası çoğalırsa onun hâli fenadır. Bunlar üzerinde ısrar ederse küfre gidebilir. Yaptığına pişmanlık duymayanın sonu acı gelir. İşini derlemeyecek olursa sonundan korkulur.Yazık sana, ana karnında seni kim besledi, biliyor musun? O hâlde iken sen neydin, şimdi nesin? Kendi varlığına ve halka dayanmaktasın. Parana ve puluna itimat ediyorsun. Ticaret işindeki bilgine güvenmektesin. Bölgenin şahı, bugün var, yarın yok olabilir, ona güvenmek akıl kârı değil; sen, ona güvenmektesin. Allah'tan başka her kime itimat edersen o senin ilâhın olur. Her kimden korkuyorsan, ona tapıyorsun demektir. Her kimden, iyilik ve zararı görüyorsan onların asıl yürütücüsü olana inanmıyorsun, küfürdesin ve onlar sana ilâh oluyor...Ey Allah'ın yaratmış olduğu kimseler, tevbe ediniz. Benden bir şey saklayamazsınız. Malınızı nasıl kazandığınızı saklamış olsanız, onun helâl veya haram olduğunu anlarım. Eğer sadaka verirseniz, fakir kimselere mal dağıtırsanız, yavrularınıza bol yedirirseniz, o malınız helâldir. Aksi, oluyorsa değildir, doğru kimselere ve seçme insanlara malınız nasip oluyorsa; onun aslı tevekkül ve ihlâsla kazanılmış demektir.
Almanya'da 7 milyondan fazla göçmen kökenli seçmen var. Bunların 1 milyonunu Türkiye kökenliler oluşturuyor. Alman vatandaşı olup seçme hakkına kavuşan bu kesimin yıllarca en çok tercih ettiği parti sosyal demokrat SPD oldu. Ancak son yıllarda bu grubun tercihleri değişti. Bu değişimi Duisburg-Essen Üniversitesi bünyesindeki Türkiye ve Uyum Araştırmaları Merkezi Vakfı'ndan Yunus Ulusoy ile değerlendirdik. Elmas Topçu, sonuçları açıklanan bir araştırmanın Almanya'daki Türkler'e yönelik verdiği ipuçlarını aktardı. Yayını Gökçe Göksu sunuyor. Von Gökce Göksu.
Almanya'da emeklilerin yüzde 20'si yoksulluk sınırında yaşıyor. Bunların arasında senelerdir düşük maaşlı işlerde çalışmış göçmen kökenlilerin oranı da bir hayli yüksek. Almanya'daki emeklilik şartlarını ve bu grubun durumunu sizin için derledik. Sosyal hizmetler uzmanı Şerif Issı, emeklilik maaşı düşük olan vatandaşların neler yapması gerektiğini anlattı. Mikrofonda Aydın Işık ve Ceyhun Kara var. Von Aydin Isik.
Bu mektûb, şeyh Behâeddîn-i Serhendîye yazılmışdır. Alçak dünyâyı kötülemekde ve dünyâya düşkün olanlardan kaçınmağı bildirmekdedir: “Akıllı oğlum! Allahü teâlânın sevmediği bu dünyânın arkasında koşmamalıdır! Gönlünü hep Allahü teâlâya bağlamak sermâyesini elden kaçırmamalıdır! Ne satdığını ve buna karşılık neyi aldığını düşünmelidir! Dünyâyı ele geçirmek için âhıreti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak alçaklık ve ahmaklıkdır. Dünyâ ile âhıret birbirinin zıddıdır, tersidir. İkisinin sevgisi bir kalbde toplanamaz. İkisi bir araya getirilemez. Arabî mısra' tercemesi: Din ve dünyâ bir araya gelirse, güzel olmaz! Bu iki zıddan dilediğini seç ve seçdiğine karşılık kendini sat, fedâ et! Âhıret azâbı sonsuzdur. Dünyâda olanlar çok azdır. Allahü teâlâ, dünyâyı sevmez, âhıreti sever. Arabî beyt tercemesi: İstediğin gibi yaşa, birgün öleceksin! İstediğini topla, birgün ayrılacaksın! Sonunda kadından ve çocuklardan ayrılacaksın. Bunların idâresini Allahü teâlâya bırak! Bugün, kendini ölmüş bilmelidir. Onların işlerini Allahü teâlâya bırakmalıdır. Tegâbün sûresinin onbeşinci ve Enfâl sûresinin yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Mallarınız ve çocuklarınız sizlere kesin olarak düşmandır. Onlardan sakınınız) buyuruldu. Bunu iyi anlayınız! Tavşan gibi, gözleri açık uyku ne zemâna kadar sürecek! Bir gün gelip uyanılacak! Dünyâya düşkün olanlarla arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, öldürücü zehrdir. Bu zehrle öldürülen kimse, sonsuz olarak ölür. (Aklı olana bir işâret yetişir) demişlerdir. Biz ise, açıkca ve üzerine düşerek anlatıyoruz. Bunların yağlı, tatlı yemekleri, kalbin hastalığını artdırır. Kalbin iyiliği, hastalıkdan kurtulması nasıl düşünülebilir? Sakın! Sakın! Çok sakın! Fârisî beyt tercemesi: Bildirilmesi lâzım olanı söyledim sana, Yâ fâidelenirsin, yâ da çarpar kulağına. Onlarla görüşmekden, arslandan kaçar gibi, hattâ dahâ çok kaçmalıdır. Arslan insanın yalnız cânını alır. Bu da, âhıretde fâideli olur. Dünyâya düşkün olanlarla berâber olmak ise, insanı sonsuz felâkete ve zarara sürükler. Onlarla konuşmakdan, onların lokmalarını yemekden ve onları sevmekden ve onları görmekden sakınmalıdır. Sahîh olan hadîs-i şerîfde, (Zengine, zenginliği için alçaklık gösterenin dîninin üçde ikisi gider) buyuruldu. Onlara karşı yapılan bu alçalmalar ve yaltaklanmalar, onların malları ve makâmları için midir, yoksa değil midir? İyi düşünmek lâzımdır. Malları, mevkıleri için olduğunda hiç şübhe yokdur. Bunun sonu da, dînin üçde ikisinin gitmesidir. Artık müslimânlık nerede, kurtuluş nerededir? Yağlı lokmaların ve uygunsuz kimselerle düşüp kalkmanın, bu yavrunun kalbinde vaazları dinlemeğe ve nasîhatleri düşünmeğe yer bırakmadığını bildiğim için, bu kadar ağır ve sıkı yazıyorum. Hafîf sözlerle, yumuşak kelimelerle uyanmayacağını biliyorum. Sakın! Onların sohbetinden sakın! Onları görmekden sakın! Allahü teâlâ yardımcın olsun! Allahü teâlâ, bizi ve sizi, râzı olmadığı, beğenmediği şeylerden kurtarsın! Mi'râc gecesi, (Gözleri Allahü teâlâdan ayrılmadı) diyerek övülen insanların efendisi hurmetine “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ” bu düâmızı kabûl buyursun! Âmîn.” Rabbani Abdullah b. Mes'ûd hazretleri şöyle demiştir: İyi olsun, kötü olsun, herkes için ölüm hayırlıdır. Çünkü, eğer insan iyi ise Yüce Allah böyleleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Allah katındaki ni'metler, iyiler için daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân - 198) Eğer söz konusu olan kötü bir kimse ise, Yüce Allah böyleleri hakkında da şöyle buyuruyor: "Onlara mühlet vermemiz sadece daha çok günâha girmeleri içindir. Onlar için yüz kızartıcı bir azâb vardır" (Âl-i İmrân - 178) Allah, iki ruh yarattı. Birini dumanın içine koydu ve ona "Cin" dedi. Diğerini toprağın içine koydu ve ona "İnsan" dedi. Her ikisini de sınav etmeye devam ediyor... İyilikte kötülükte bulaşıcıdır. "İnsanlar için hak yolunu kapatan beş şey vardır: Cahillikten rahatsız olmamak, dünya hırsı, cimrilik, amelde riya, kendi fikrini beğenmek." Hz. Ali ra.
Sinema Kulübü'müzün 18inci buluşmasında Jason Reitman'ın yönettiği başrollerinde George Clooney, Vera Farmiga ve Anna Kendrick'in oynadığı 2009 yılı yapımı orijinal adıyla “Up in the Air”, bizde “Aklı Havada” olarak gösterime giren filmini konuştuk.Film, şirketlerin çalışanlarını işten çıkarma görevini üstlenen Ryan Bingham'ın hikayesini anlatıyor. Sürekli seyahat halinde olan ve tek amacı bir milyon uçuş miline ulaşmak olan Ryan'ın hayatı, yeni bir iş arkadaşı ve tanıştığı bir kadınla değişmeye başlıyor.Sohbetimizde yalnızlık ve hayatta anlam arayışı gibi filmin ana temaları üzerine odaklandık. Filmdeki karakterlerin yalnızlıklarıyla kurdukları ilişkiyi ve bu durumun onları nasıl etkilediğini konuştuk. Toplumsal beklentilerin ve baskıların insanları nasıl bir köksüzlük hissine sürükleyebileceğini tartıştık.Rutinlere ve alışkanlıklara bağlanma konusuna da değindik. Bunların bazen nasıl bir yük haline gelebileceğini ve bağımlılığa yol açabileceğini konuştuk. Başkalarının beklentilerini karşılama baskısının mutluluğumuzu ve öz değerimizi nasıl etkilediği üzerine de fikirlerimizi paylaştık.Filmdeki ana karakter olan Ryan'ın, sürekli seyahat etmesinin ve milyon mil biriktirme hedefinin aslında kendi hayatından ve işinin duygusal yükünden kaçışının bir metaforu olduğunu düşündük. Karakterin başkalarına özgürlük vaaz ederken kendi duygusal kopukluğuyla mücadele etmesi de dikkat çekici bir noktaydı. Size bırakmak istediğim soru ise şu; çoğumuzun “Milyon mil biriktirme” gibi hedefleri var, asıl istediğimizin bu olduğuna kendimizi inandırıyoruz, bunların peşinden koşup neleri kaçırıyoruz acaba?Son olarak, filmdeki karakterler ve ilişkiler üzerine de konuştuk. Toplumsal cinsiyet rolleri ve hem erkeklerin hem de kadınların kişisel ve mesleki yaşamlarında karşılaştıkları zorluklara değindik.Özetle, "Up in the Air" filmi üzerine her zamanki gibi keyifli ve kafa açan bir sohbet gerçekleştirdik.(02:20) Feyza Demir, (05:40) Hicran Şaşmaz Çabuk, (07:50) Uğur İyidoğan, (10:26) Elif Burcu Yılmaz, (13:48) Suat Soy, (16:17) Pınar Cengiz, (18:32) Feyza Demir, (20:24) Elif Burcu YılmazSupport the show
Adətən işlərimiz çox, vaxtımız isə az olur. Lakin, gün ərzində son anda ləğv olan görüşlər, gecikən işlər və insanlar və bir anda edilməsi lazımsız olan işlər olur. Bunlar olduqda bizim üçün boş vaxt yaranmış olur. Bu epizodda bu vaxtı mecə istifadə etməliyik sualına cavab axtarırıq.
Hilmi Çeltikçioğlu ve Akın Türkmen... Isınma turları ve soğuk şakalar, riskçi Dan Campbell'ın Green Bay Packers zaferi, Miami Dolphins'in New York Jets karşısında galibiyeti uzatmada kurtarışı, Minnesota Vikings'in Kirk Cousins'tan intikamı, New Orleans Saints'in pahalı galibiyeti, Carolina Panthers'ın iyi oynayıp kaybettiği bir maç daha... Bildiğimiz Jameis Winston, bildiğimiz Baker Mayfield, Arizona savunmasının Seattle önünde tel tel dökülüşü, haftanın en iyi karşılaşması olan Buffalo Bills - Los Angeles Rams düellosu, San Francisco 49ers'ın Bears önünde hücumuna çektiği balans ayarı, Kansas City Chiefs'ten yine bir son saniye kahramanlığı, Dallas Cowboys'tan yine bir son saniye beyin teklemesi, Ja'Marr Chase'ten yine bir dev performans... Bunların yanı sıra önümüzdeki haftanın maçları, çeşitli istatistiklerde lider olan oyuncular ve dahası...
Fidiro Kahvesi bu bölümünde 2003 yapımı klasiklerden Mona Lisa Smile (Mona Lisa Gülüşü) filmini konuşuyor. Julia Roberts, Kirsten Dunst, Julia Stiles gibi isimlerin başrolleri paylaştığı yapım, 1953 yılında Kaliforniyalı genç sanat tarihi hocası Katherine'in, prestijli bir kadın üniversitesi olan Wellesley'deki muhafazakar idare ve öğrencilerin beklentileri ile karşılaşmasını konu alıyor. Amerika'nın 1950'ler toplumsal cinsiyet dinamiklerine dikkati çeken ve en önemlisi kadınlar arası ilişkileri incelikleriyle ele alan bu film müdavimlerimizi sanata, ‘ifsad'a, imtiyaz ve önyargıya dair derin bir muhabbete sürüklüyor. Ev hanımlığını Harvard hukuk fakültesine tercih eden Joan'ın gerçek bir tercih hakkı var mıydı? Bu zamanda Amerika'nın doğu yakasının tarihi bizi ne kadar ilgilendirmeli? Katherine Joan'ın hayatına müdahale etmekte haklı mıydı? Betty'nin dönüşümü bize filmin ideolojisi hakkında ne söylüyor? Bunlar gibi pek çok sorunun peşine düştüğümüz bu tartışmalı ve keyifli sohbete sizler de buyrun ve dinledikten sonra yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın! Salla-Demle filtre kahvelerinizi https://kahvegibikahve.com dan, internet pazar yerlerinden ve ulusal marketlerden edinebilirsiniz.Bu bölüm Kahvegibikahve Salla-demle filtre kahveleri hakkında reklam içerir.Reklam ve işbirlikleri için: fidirokahvesi@gmail.comInstagram: @fidirokahvesiTwitter: @fidirokahvesi Support the show
Fidiro Kahvesi bu hafta son yıllara damgasını vurmuş Love is Blind reality show serisini ele alıyor. Amerika'daki flört kültüründen girip, Birleşik Arap Emirlikleri'nde çekilen ‘Habibi' versiyonundan çıkan ve sonunda yine soluğu Türkiye'nin şikayet edilen çöpçatanlık sahnesinde alan müdavimlerimiz, bu bölümde soluksuz dinleyeceğiniz bir tartışmaya sizleri kulak misafiri ediyor. Love is Blind formatı hangi sosyolojik meselelere dikkat çekiyor? Amerika'da kimler evliliği ötekileştiriyor? Reality televizyonun ‘gerçek'liği nerede yatıyor? ‘Bro code' gerekli midir, zararlı mı? Arkadaşının hoşlandığından hoşlanmak erkekliğe/kızkardeşliğe sığar mı? Flört ederek tanışmak mı daha romantik yoksa evlilik için tanıştırılarak mı? Aşkı kimler kaçırıyor? Hangi sorunlar konuşulmadan evleniliyor? Tanışıp kaynaşmak neden bu kadar zor oluyor? Bunlar gibi pek çok sorunun peşine düşüp analiz üstüne analiz koyup romantizmin dibine kibrit suyu döktüğümüz, çok tartışıp, çok eğlendiğimiz bu sınır tanımayan sohbete sizler de buyrun ve dinledikten sonra yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!Salla-Demle filtre kahvelerinizi https://kahvegibikahve.com dan, internet pazar yerlerinden ve ulusal marketlerden edinebilirsiniz.Bu bölüm Kahvegibikahve Salla-demle filtre kahveleri hakkında reklam içerir.Reklam ve işbirlikleri için: fidirokahvesi@gmail.comInstagram: @fidirokahvesiTwitter: @fidirokahvesi Support the show
Midterm ve finallere hazırlanmanın en iyi yolu! Nokta atışı içeriklerle sınavlardan istediğin notu kolayca al. Üstelik ilk ders ücretsiz!!! Ayrıntılı bilgi için: unicourse.co - Bu bölüm "Unicourse" hakkında reklam içerir. Geceleyin gökyüzüne baktığımızda, parlak sönük birçok yıldız görürüz. Bu durum, günümüzde şehrin ışık kirliliği yüzünden fena halde kısıtlanmış olsa da, özellikle karanlık bir gökyüzünde, yıldızlar adeta ışıldarlar. Bunlar binlerce yıl boyunca insanlığın dikkatini çekmiş ve farklı kültürler yıldızlara… Seslendiren: Gülfem Akdemir
Fidiro Kahvesi bu bölümünde İngiliz yazar Naomi Alderman'ın ‘The Power' (Güç) adlı romanını konuşuyor. Kadınların vücutlarında skein denilen ve elektriği manipüle etme gücü veren bir organın ortaya çıkmasıyla dünyadaki güç dengelerinin değişmesini anlatan bu kitap, bir yandan günümüze eleştirel bir yorum getirirken bir yandan da distopik bir geleceğin resmini çiziyor. Ataerkinin asıl kaynağı fiziksel güç üstünlüğü mü? Kadınlar daha güçlü olsa erkekler gibi mi davranırlardı? Güç ilişkilerine determinist bir şekilde bakarsak ne olur? Erkekleri koruyacak kadınlar kimler olurdu?Bunlar gibi pek çok sorunun peşine düşerek feminizme takla attırdığımız ve bu keyifli romanın altını üstüne getirdiğimiz bölümümüze sizler de buyrun ve dinledikten sonra yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!Support the show
Salla-Demle Filtre https://kahvegibikahve.com dan, internet pazar yerlerinden ve ulusal marketlerden edinebilirsiniz.Fidiro Kahvesi bu bölümünde Cüneyt Özdemir'in GAİN'de yayınlanan belgeseller dizisinden ‘Modern Muhafazakar' başlığını konuşuyor. Moda danışmanı Hülya Aslan'ın hayatı üzerinden bir seçmen kategorisini ele alan, Bekir Ağırdır ve sosyolog Esra Özdil Gümüş'ün uzman görüşlerine başvuran bu yapım, müdavimlerimizi belgeselin kurgu ve söylemine dair derin bir sohbete sürüklüyor. Kahvegibikahve sponsorluğunda salla-demle filtre kahvelerini yudumlayan müdavimlerimiz, bir yandan da sosyal bilimlere giriş niteliğinde bir dertleşme seansına imza atıyor. Belgeselin konusu başörtülü kadınlar mı olmalıydı? Hülya Aslan belgeselin öznesi mi yoksa nesnesi miydi? Zenginlik modernlik miydi? Hayat tarzı, oy davranışı ve muhafazakarlık arasında nasıl örtüşmeler veya fay hatları olabilirdi? Belgeselin anlatısı ile içinde konuşan kişilerin anlatıları nasıl farklılaşıyordu?Bunlar gibi pek çok sorunun cevabını aradığımız, memleket meselelerine daldığımız bu içten muhabbete sizler de buyrun ve dinledikten sonra yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!Bu bölüm Kahvegibikahve Salla-demle filtre kahveleri hakkında reklam içerir.Reklam ve işbirlikleri için: fidirokahvesi@gmail.comInstagram: @fidirokahvesiTwitter: @fidirokahvesiSupport the show
Fidiro Kahvesi bu bölümünde antropolog Ferhan Güloğlu (@dogumveantropoloji) ile Sağlık bakanlığının tartışmalı yaklaşımı ile gündem olan ‘Annecim başardık' kamu spotunu konuşuyor. Neden tetiklendik? ‘Doğal doğum' nedir? Doğum sürecinin faili, karar alanı, sorumlusu kimdir? Devlet- Hekim-ebe- anne- toplum beşgeninde neler dönüyor? Birlikte nasıl iyileşebiliriz? Tüm bunların neoliberalizmle ne alakası var? Konuşan fetüs mü bebek mi? Vajinal doğum demeyeni dövüyor muyuz? Bunlar gibi pek çok sorunun peşine düştüğümüz, kadınlığa, anneliğe dair tefekkür ettiğimiz; şahsi doğum hikayelerimizi, maruz kaldığımız doğum kültürünü paylaştığımız bu içten sohbete sizler de buyrun ve dinledikten sonra yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın! Support the show