village in Lorestan, Iran
POPULARITY
Categories
#doğakonuşmaları
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu ciddi ve derin bölümümüzde iki erkek olarak Emin ve Onur, kendi bakış açılarından ataerkil (erkek egemen) düzeni ele alıyorlar. Atarerkillik kavramının dünden bugüne büründüğü şekli ve toplum üzerindeki etkilerini biz nasıl değerlendiriyoruz? Dinleyip öğrenelim... Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro Emin: [0:22] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin, bugünkü bölümümüzde Onur'la beraberiz. Nasılsın Onur? Onur: [0:31] İyiyim Emin, teşekkür ederim. Sen nasılsın? Emin: [0:34] Ben de iyiyim, teşekkür ederim. Günümüz dünyasında çok sıklıkla konuşulan ve tartışılan bir bölüm hakkında biz de biraz düşüncelerimizi dile getirmek istedik. Neler düşünüyoruz, bir erkek olarak özellikle neler hissediyoruz? Biraz "Ataerkil düzen nedir? Erkeğin rolü neydi? Nereye gidiyor?" vesaire... Bunlar hakkında bahsetmek istiyoruz. Biraz tabii tartışmalı bir konu ama... Belli başlı mayınlara basmadan konuşmaya çalışmayı deneyeceğiz. Ataerkil düzende erkek olmak Onur: [1:02] Çuvaldızı kendimize batırarak... Yani iki erkek olarak belki bu konuda kendi perspektifimizi de ifade ederek sağlıklı bir sohbet edeceğiz diye düşünüyorum. Emin: [1:13] Evet. Öncelikle istersen biraz tanımlardan gidelim. Ataerkil ne demek? Onur: [1:18] Yani ataerkil kelime anlamı olarak erkek egemenliği anlamına geliyor. Yani bu şeyden geliyor birazcık... Eskiden soyadı mesela babadan oğula geçiyor, mal babadan oğula geçiyor, mülk babadan oğula geçiyor. Yani bu erkekliği ön plana çıkaran, erkeklerin bir şeyleri devralmasını, bir miras almasını ön plana çıkaran bir durum. Ve bu erkeklerin güç sahibi olmasına ve kadınların dışlanmasına, ikinci sınıf vatandaşı olarak görülmesine sebep olan geleneksel bir düzen diyeyim. Geçmişte bir norm olarak ve bugün de içinden çıkmaya çalıştığımız bir düzen diyeyim. Erkek egemenliği, erkeğin güç sahibi olduğu bir düzen. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Kâmil şeyhlerin sohbeti kötü ahlâktan sakınmak ve güzel ahlakı kazânmak için bir yoldur. Çünkü insan tabiatı gördüğü şeyi taklit etmeye meyillidir. Kötü ahlâkı görse onu kanıksar ve giderek benimser, güzel ahlâkı görse onu sever ve sahip olmaya çalışır. Şeyhin teşviki ve uyarısı da kişide onun kendi iradesinin oluşturamadığı etkiyi hâsıl eder. Ve kendisi, kendi iradesine kalsa uzun süre kurtulamayacağı kötü huyların batağından şeyhin teşvik ve uyarısıyla kısa süre içinde kurtulur. Onun güzel şeylere meyletmesi, Allâhü Teâlâ'yı sevmesi, O (c.c.)'u tanıması ve O (c.c.)'a ibâdet etmesi ise kendi fıtratının iktizâsıdır. Bunlar onun için yemek yemek ve su içmek gibidir. Bunlar kalbin gıdası ve ruhun lezzetidir. Çünkü ruh ilâhî bir emirdir ve ancak bu şeylerle beslenir. Onun şehvetin gereklerine meyletmesi ise fıtrata aykırıdır ve ârizî bir haldir. Onun gıdası Allâh (c.c.) sevgisi, marifeti ve ibâdeti iken bu şeylere meyletmesi ise hastalık halidir. Fakat Allâh (c.c.) dışındaki şeyler, kişinin Allâh (c.c.)'u sevmesine ve O (c.c.)'a kulluk etmesine yardımcı olursa, onları bu açıdan sevmek ve ilgi duymak hastalık değildir. Ancak hangi şeylerin buna yardımcı olduklarını ancak tecrübeli ve gözü açık olanlar, yani kâmil şeyhler bilirler. Kişinin kendi görüşüyle bunları tespit etmesi mümkün değildir. Çoğu zaman şeytân ve nefis el birliğiyle onu aldatarak kendisini işlediği günâhların ve yaptığı yanlışların ona dininde ve Allâh (c.c.) sevgisinde yardımcı olduğuna iknâ ederler. Hakikâtte ise o şeyleri sadece hevâ ve hevesi için sever ve onlara ilgi duyar. Onun için neyin ne olduğunun şeyhin tasdikinden geçmesi lazımdır. (Eşref Ali et-Tehanevi, Hadislerle Hanefi Fıkhı,C.20,S.302-303)
Gündem tokat gibi değişiverdi, değil mi?!.. Kıbrıs'taki ‘büyük buluşma' ve yatırımlar, DEM İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in vefatı, enflasyonun düşüyor olması, ABD-Ukrayna anlaşması, YPG'nin Suriye stratejisi, doğalgaz ve petrol üretiminde rekor çalışmalar, turizmde rekor gelir ve yükselen kişi başı harcamalar, Hindistan-Pakistan çatışması, Çin-ABD çelişkisi… Özgür Özel'e bir meczubun saldırması bütün diğer çelişkileri gölgede bıraktı… Yok örgütlüymüş, yok değilmiş… Adamı CHP kendi tutup getirmiş, sansasyon olsun diye… Yok yok asıl AK Parti ayarlamış… Bunlar yetmezse, hadi beden dilini analiz edelim… Geçmiş
Meslek büyüklerimizden Nizamettin Nazif'in basın dünyasının bir arada bulunduğu semt için yaptığı şu tespiti eskiler unutmazlar: “Cağaloğlu'da kanalizasyon yolun üstünden akar!” dermiş usta… Biz bugün o ‘kanalizasyon' konularını bir kenara bırakıp, birkaç ‘anlamlayan' pratikten söz edeceğiz…
Bir kimsenin ölmek üzere olduğu bir takım alâmetlerle anlaşılır. Bunlar; ayaklarının gevşeyip sarkması, burnunun yumulması ve yanaklarının solması gibi şeylerdir. Bu alametler zahir olduğunda yanında bulunanlar, yüzü kıbleye gelecek şekilde onu sağ yanı üzerine yatırırlar. Bu sünnettir. Hastaya eziyet verecekse vazgeçilir. Âlimler; bu durumda olan hastanın ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılmasının ve yüzü kıbleye dönük olsun diye de başının altına bir yastık konulmasının daha uygun olduğunu söylemişler ve gerekçe olarak da ruhunun çıkması daha kolay olur, demişlerdir. Hastayı bu şekilde çevirme imkânı yoksa hali üzere bırakılır. Son sözü “Lâ îlâhe İllallâh” olsun diye başucunda durulup işiteceği bir tonla “Eşhedü Enlâ îlâhe İllallâh Ve Eşhedü Enne-Muhammed'en Resûlullâh” denir. Kendisine bunu söylemesi teklif edilmez. Hasta bu telkinden sonra bir defa kelime-i şehadet getirecek olursa, artık tekrar edilmez. Ancak şehadetten sonra başka bir söz söyleyecek olursa şehadet telkini beyân edildiği şekilde tekrarlanır. Bu telkinin sünnet olduğuna dair icma vardır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Lâ ilâhe illallâh'ı telkin ediniz. Ölüm esnasında son sözü lâ ilâhe illallâh olan kimse, ona ne isabet ederse etsin bir gün cennete girecektir.” Ölmek üzere olan kâfire telkin meselesine gelince, ona kat'i surette “eşhedü” lafzıyla iki şehadet yani “Eşhedü Enlâ îlâhe İllallâh Ve Eşhedü Enne-Muhammed'en Rasûlullâh” telkin edilir. Bu vaciptir. Zira kâfir, bu iki şehadeti getirmedikçe müslüman olamaz. (Suâlli Cevaplı İslâm Fıkhı,C.3,S.139-140)
Türkiye'nin toplumsal yapısının en önemli, geleneksel olarak en güçlü kurumu olan aile alanında son zamanlarda ciddi tehlike çanları çalınıyor. Şaka değil, bizi başka toplumlara nazaran avantajlı kılan en güçlü yanımızdan vuruluyoruz. Artan boşanma oranları, evlilik yaşının giderek yükselişi, yalnız yaşayan insanların sayısının rekor kırışı ve en nihayetinde doğurganlık oranlarındaki tehlikeli düşüş ve bunun nihai sonucu olan toplumsal yaşlanma. Bunlar şu anda Türkiye'de toplumsal değişimin istikametinin olumsuz yönde seyrettiğini anlatan veriler.
Bazı yasalar var ki, resmi olmasalar da hep işlerler… Bu bölümde Cunningham Yasası'ndan yola çıktık, Dunning-Kruger etkisiyle öz güven patlamalarına daldık, Kraliçe Arı'nın tahtına da uğramadan geçemedik. Gündelik hayatta karşımıza çıkan bu ve daha birçok görünmez kuralları konuştuk, yine kendimizce kafa yorduk. Yeni bölüm yayında, bekleriz!P.S.: Ücretsiz olarak dinleyebileceğiniz tüm platform linkleri bio'da! #tartankafalar #tartankafalarpodcast #podcast #cunninghamyasası #dunningkrugeretkisi #ikeaetkisi #parkinsonyasası #impostersendromu #haloetkisi #hornetkisi #kraliçearısendromu #streisandetkisi #yasa #etki
Kışlaya ve okula siyaset sokanlar, bu iki millî kurumu çıkar ve hırslarına alet edenler, millet ve memleketi seviyor olamazlar. Bunların tek sevdikleri ve istedikleri şey iktidardır, güçtür, nüfuzdur ve bunları millî (milletin menfaatine) olmayan amaçlarla kullanmaktır.
Rivayet edildiğine göre, Necran'dan 60 kişilik bir heyet Nebi (s.a.v.)'e gelmişlerdi. Bunların 14 kişisi eşraftan, 3 kişisi ise ileri gelen kişilerdendi. Bunlar Medine'ye gelip ikindi namazından sonra Nebi (s.a.v.)'in mescidine girdiler. Namaz vakitleri gelince kalkıp, namazlarını mescidde kıldılar. Nebi (s.a.v.): “Onları bırakınız, doğuya doğru kılsınlar” buyurdu. Daha sonra bu gruptan üç kişi Hz. Peygamber (s.a.v.) ile konuştular “İsa, Allâh'tır, İsa Allâh'ın oğludur” dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): “Müslüman olun” buyurdu. Onlar: “Senden önce müslüman olduk” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Yalan söylüyorsunuz! Çünkü sizin Allâhü Teâlâ'ya çocuk isnat etmeniz, müslüman olmanızı engeller” buyurdu. Onlar: “Eğer İsa, Allâh'ın oğlu değilse, babası kimdir?” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): “Çocuğun babasına benzer olduğunu bilmiyor musunuz?” buyurdu. Onlar: “Evet biliyoruz” dediler. Nebi (s.a.v.): “İsa'da bundan (babasından) bir şey var mı?” diye sordu. Onlar: “Hayır” dediler. Nebi (s.a.v.): “Yerde ve gökte hiçbir şeyin Allâh'tan gizli kalamayacağını bilmiyor musunuz?” diye sordu. Onlar: “Evet biliyoruz” dediler. Nebi (s.a.v.): “İsa kendine bildirilenlerden başka bir şey bilir mi?” diye sordu ve onlardan “hayır” cevabını aldı. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): “Bu, nasıl sizin iddia ettiğiniz gibi olur?” diye sordu. Adamlar sustular ve inkâr etmeye devam ettiler. Bunun üzerine Allâhü Teâlâ, “Allâh ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Dâima diri ve koruyup yöneticidir.” (Ali İmran s. 2) sûresinin başından seksen küsur âyet indirdi. Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.) bu âyetleri delil gösterip hakkı gerçekleştirmek için onların şüphelerine cevap verdi. (İsmail Hakkı Bursevi, Ruh'ul Beyân Tefsiri,Al-i İmran s.2)
Allâhü Teâlâ, getirdiği yükümlülüklerle kişilerin meşakkât ve sıkıntıya sokulmasını istememiştir. Buna şu nasslar delâlet eder: “O peygamber, ... onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir.” (A'râf s. 157), “Râbbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Râbbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma.” (Bakara s. 286) Hadiste ise: “Kulun bu duâsı üzerine” Yüce Allâh: “Tamam öyle yaptım” buyurdu” (İbn Kesir) denilmiştir. Yine Yüce Allâh: “Allâh kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler.” (Bakara s. 285) “Allâh size kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara s. 185) “Dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır.” (Hac s. 78) “İnsan zayıf yaratılmış olduğundan Allâh sizden yükü hafifletmek ister.” (Nisa s. 28) “Allâh sizi zorlamak istemez, Allâh sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.” (Mâide s. 6) buyurur. Hadis-i şerifte de: “Hanîflik ve hoşgörüye dayalı bir şeriatla gönderildim.” (Ahmed) “Hz. Peygamber, iki şey arasında muhayyer kılınmışsa, günâh olmadıkça mutlaka daha kolay olanını tercih etmiştir.” (Buhari) buyrulur. Burada “günâh olmadıkça” diye kayıtlanmıştır. Çünkü günâhın terkinde onun sırf bir terk olması açısından bir güçlük bulunmamaktadır. Bu mânâda daha pek çok nass bulunmaktadır. Eğer Şâri' Teâlâ meşakkâti kastetmiş olsaydı, o zaman kolaylık ve hafifletmeyi murad etmiş olmaz, güçlük ve zorluğu dilemiş olurdu. Bu ise sakattır. Ruhsatların meşruluğu sabittir ve bu konu gayet kesindir. Bunlar, dinden olduğu zorunlu olarak bilinen konulardandır. Yolculuk sebebiyle namazı kısaltma, oruç tutmama, iki namazı birleştirerek kılma, zaruret halinde haram kılınmış şeyleri yeme ya da içme... gibi. Bunların mevcut ve meşru oluşu, güçlük ve meşakkâtin mutlak surette kaldırılmış olduğuna kesin bir delildir. (Şatıbi, el-Muvâfakat, İslâmi İlimler Metodolojisi,c.2,s.121-122)
“2000 yıl önce bir köle, bize özgürlüğün sırrını fısıldadı. Bu bölümde Stoacı filozof Epiktetos'un zamansız öğretilerinden yola çıkarak, iç huzurun anahtarlarını arıyoruz. Kendini tanımak, içe dönmek ve zihni eğitmek... Bunlar sadece kişisel gelişim değil, varoluşsal bir dönüşümün adımları olabilir. “Gerçek özgürlük, dış şartlarda değil; düşüncelerimizin içinde gizlidir.” der Epiktetos.Gerçek mutluluk dışarıda değil, içimizde saklı olabilir mi? Günlük koşturmacada kendine küçük bir mola ver ve birlikte düşünelim: Özgürlük nedir? Huzur nerede başlar?---Ben Saati Podcast Instagram:https://www.instagram.com/ben_saati/
Akıl: -Nefis kardeş, biliyorsun ki, ikimiz bir vücuttayız, vücudu koruyamazsak, bu, ikimizin de felâketi, sonu, acısı, kaybı… olur. Gel seninle kardeş olup vücudu doğru yönetelim; bunun şartı da -bazen sapsan da sen de bunu bilirsin- benim önde olmamdır. Nefis: -Seni çok dinledim, beni hız ve hazdan alıkoymak için bin dereden su getiriyorsun, benin önceliğim vücudu korumak değil; arzularımı, ihtiraslarımı, öfkemi, kinimi… tatmindir. Bunlar olmazsa vücudun ne değeri var.
Nuru'l-Izah isimli eserinde Hasan b. Ammar eş Şürünbülali (r.âleyh) şöyle demiştir: Hasta ve özürlü olmayan sağlam erkeklere imam olacak kişide bulunması gereken şartlar altıdır. Bunlar: 1. İslâm (Müslüman) olmak 2. Bulûğ: Bu şart buluğa ermiş fertlerden oluşan bir cemaate imam olmak için gerekli olan bir şarttır. Yoksa buluğa ermemiş çocuklardan oluşan bir gruba imam olmak için baliğ olmak ayrıca şart görülmemiştir. Yani çocukların kendi aralarında yapacakları cemaat sahihtir. 3. Akıl 4. Erkek olmak: Bu şart, erkeklere imam olmak için gereklidir. İleride geleceği üzere; kadınlara imam olmak için erkek olmak şart değildir. Kadının diğer kadınlara imam olması sahihtir. Fakat mekruh olduğundan dolayı kadınların diğer kadınlara imamlık yapmaları doğru ve caiz görülemez. Ancak buna rağmen yapacak olurlarsa kadınlardan biri öne çıkmadan safın ortasında durup diğerlerine imamlık yapar. Bu şekilde kılacak oldukları namaz fasit ve batıldır denmez. 5. Kıraat: Kifayet edecek miktar Kur'an-ı Kerim okuyabilmesi. 6. Burun kanaması, dil tutukluğu-pelteklik gibi özürlerin bulunmamasıyla birlikte namaza mani olacak abdestsizlik, necaset ve avretin açılması gibi bir durumun bulunmaması. Aynı özür sahiplerinin biri diğerine imam olabilir. Burada aranan esas kural; imam olanın hâli cemaat olanın hâlinden daha kuvvetli veya ona müsavi (eşit) olmasıdır. (Sualli Cevaplı İslam Fıkhı,c.3 ,s.9)
Türkiye, geride bıraktığımız ay başlayan büyük bir siyasi çalkantıya sahne oluyor. Bunun nedeni, istibdad rejiminin CHP'nin 2028 seçimlerinde cumhurbaşkanı adayı olarak göstereceği, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelik arka arkaya gelen operasyonları. Önce 18 Mart'ta İmamoğlu'nun üniversite diploması usulsüz olarak alındığı iddiasıyla iptal edildi. Bir gün sonrasında da İmamoğlu suç örgütü kurmak ve yönetmek, irtikap, rüşvet almak, ihaleye fesat karıştırmak, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek ve terör örgütüyle işbirliği yapmak gibi uzunca bir listeden oluşan suçlamalarla sabaha karşı gözaltına alındı. Aynı operasyon kapsamında İmamoğlu'nun yanı sıra 100'den fazla kişi için de gözaltı işlemi yapıldı. İmamoğlu ve bazı diğer gözaltına alınanlar için tutuklama kararı verildi ve bu isimler hapse yollandı.İstibdad için her şey mübah!Bu iki işlemin arka arkaya iki güne sığdırılmış olmasının kendisi bile istibdad rejiminin rakiplerine saldırırken yargıyı ne şekilde bir aparat olarak kullanabileceğinin yeni bir kanıtı olurken, AKP'nin yılmaz savunucuları arasından bazıları dahi bu tür bir yargı hamlesinin, yine hukuki bir terimle “hayatın doğal akışına aykırı” olduğunda hemfikirdi. Zira istibdad rejimi göstere göstere yargıyı ve kolluk güçlerini kullanarak, aynı 12 Eylül darbesinin organı Millî Güvenlik Konseyinin 1983 yılında seçime girecek adayların bazılarını veto ettiği gibi, rakibini saf dışı bıraktı. Aynı günlerde istibdadın kalemşörleri İmamoğlu'ndan sonra anketlerde CHP'den adaylığı durumunda Erdoğan'ı zorlayabilecek bir diğer isim olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ın da yakında hedef alınabileceğini utanmadan zikrettiler. İmamoğlu'nun ifade tutanağı, operasyonun bir parçası olarak istibdad medyasına el altından servis edildi. Tüm bunları İstanbul'da 4 günlük bir eylem yasağı izledi. Sosyal medyaya erişim engellendi ve internet erişimine kısmi bir kısıtlama getirildi. Bir süre sonra da CHP'ye kayyım atanabileceği söylentisi yayıldı ve CHP lideri Özgür Özel, partisini olağanüstü genel kurula götürerek bu hamleye karşılık vermek istedi.Biriken öfke sokaklara taştıİstibdadın İmamoğlu'na yönelik saldırısının önemli bir tepki doğuracağı açıktı. Öyle de oldu, İmamoğlu'nun ev baskını ile gözaltına alınmasının hemen ardından büyük kentlerden başlayarak kalabalık kitleler sokağa döküldü. Sosyalistler ve meslek örgütleri de bu eylemlere aktif bir biçimde katıldılar. Bunların bir kısmı açısından eylemlerin CHP'nin çağrısıyla, sevk ve idaresi altında cereyan etmesi önemli değildi. Bunlar için CHP doğal bir müttefik, İmamoğlu da şimdiden 2028'de oy verilecek adaydı. Diğerleri açısından ise eylemler aslında şeklen CHP'nin çağrısı ile yapılmaktaysa da, ardında Gezi'dekine benzer bir kitle hareketi vardı ve bu hareketi sosyalist kanallara akıtmak için mücadeleye katılmak gerekliydi.İstibdadı ancak emekçi halkın bağrından kopacak bir güç yenebilir! Devrimci İşçi Partisi, bu nedenlerle CHP'nin önderliğinde Saraçhane eylemlerinde yer almamış, emekçi halkımızı istibdada karşı olduğu gibi, onunla mücadelesinde zayıflatıcı bir unsur olarak CHP'ye karşı da uyarmıştır. Ama bu uyarıyı, emekçi halkın geniş kesimlerinin tüm zayıflıklarına karşın CHP saflarına koştuğu bir ortamda yapmıyoruz. Emekçi kitlelerin önemli bir bölümünün İmamoğlu'nun burjuva karakterinden, diploma olayının halk tarafından bir zengin çocuğunun kayırılması olarak görülmesinden, CHP'nin OVP'yi sahiplenen tutumundan ve belediyelerdeki yolsuzluk iddialarından duyduğu tiksinti ile istibdad cephesinin etkisi altına sokulduğu bir anda yapıyoruz. Görevimiz, emekçi halkımızın içinde istibdada yönelik biriktirdiği öfkenin düzen siyaseti tarafından kontrol edilmesini ve soğrulmasını önlemektir. Emekçi halkın öfkesinin Saraçhane merkezli CHP mitinglerinde değil, bütün meydanlarda, fabrikalarda, atölyelerde, iş yerlerinde, emekçi mahallelerinde ve önümüzdeki günlerde 1 Mayıs meydanlarında örgütlenmesini temin etmektir.
İroniler koridorundan geçiyor Türkiye. Sürreal zamanlar. Halk partisiyle neleri yaşayabilirsin sorusunun cevabının sınırı yok. Oysa sanılıyordu ki en fazla yapsalar yapsalar okul birincisini mezuniyet törenine sokmazlar… Fakat ironinin bini bir paraymış meğer. Hakikaten gerçeklikten, siyasetten, demokrasiden, sandıktan ve meşruiyetlerini sağladıkları tüm diğer bağlamlardan kopmuşlar meğer. Bunların hepsini kuşatan en geniş kavram olan cumhuriyetten kopmuşlar meğer.
Dünyâda Trump fırtınası esmeye devâm ediyor. Sayısı azımsanmayacak bâzı devletler, “Delidir, ne yapsa yeridir; bu da geçer” kabilinden şaşkınlıkla; bâzıları ise “Bu fırtına tam da istediğim bir fırtına; benim de işime yarar” kabilinden fırsatçı duygularla bu fırtınayı veri alıyor ve kendi millî gemisini yüzdürmeye gayret ediyor. Bunlar hakikaten de fâsit bir dâirenin içinde dolaşan duygu ve hesaplar. Trump, her ne kadar hayli sağlıklı görünse de çok ileri bir yaşta.
Âfâkta ve enfüste gösterilecek âyetler nelerdir? “Çevrelerinde ve kendilerinde bulunan delillerimizi onlara göstereceğiz. Ta ki onun hakikat olduğu kendileri için apaçık ortaya çıksın. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussilet 41/53). “Çevrelerinde” diye çevirdiğimiz “âfâk (ufuklar)”, “kendilerinde” diye çevirdiğimiz “enfüs (nefsler)” ve “delillerimiz” diye çevirdiğimiz “âyât (âyetler)” kelimeleri ile nelerin kastedilmiş olabileceği ve “hakikat (hak) olduğu ortaya çıkacak olan”ın ne olabileceğine dair çeşitli yorumlar yapılabilir. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
Ayetlerde ve hadislerde insanların Allâh (c.c.)'dan, onun zikrinden ve ayetlerinden gafil olmamaları istenmiş, gafil kalple yapılan duânın kâbul edilmeyeceği belirtilmiştir. Bu konuda hayatlarıyla bizlere en güzel örnek teşkil eden Peygamberler ve Allâh (c.c.) dostlarından bazı menkıbeler aşağıda nakledilmiştir; Musa (a.s.) hastalandı ve karnının ağrısı iyice şiddetlendi de hâlini, Cenâb-ı Allâh'a arzetti. Allâh (c.c.) da ona, sahradaki bir otu gösterdi. O da, ondan yedi de, Allâh (c.c.)'ın izniyle şifa buldu. Sonra, bir başka zaman bu hastalık ona tekrar musallat oldu. Bunun üzerine, aynı otu yedi. Fakat hastalığı arttı. Hastalığı, artınca şöyle dedi: “Ya Râbbî, ilk önce bu otu yedim ve ondan faydalandım. İkinci defa onu yediğimde ise, hastalığım arttı” Bunun üzerine Cenâb-ı Hâkk şöyle buyurdu: “Çünkü sen, birincide seni ota sevkeden ben idim, böylece onda şifa meydana geldi. İkincisinde ise, sen kendin ota gittin de, bunu müteakip hastalığın arttı. Bilmiyor musun ki, bütün dünya öldürücü zehir, onun panzehiri de benim ismimdir.” Râbiatü'l-Adeviyye, bütün geceyi teheccüd ve namaz ile geçirdi. Tan yeri ağarınca, uyudu. Derken, evine hırsız girdi. Elbiselerini aldıktan sonra, kapıya doğru yöneldi. Fakat kapıyı bulamadı. Bunun üzerine elbiseleri bıraktı, kapıyı da buldu. Bu işi üç defa tekrarladı. Bunun üzerine, evin köşe-bucağından, “Kumaşı bırak ve çık. Şayet seven uyuduysa, onun sultanı uyanıktır” diye nida edildi. Ariflerden birisi koyun otlatıyordu. Sürüsünün içinde, koyunlara zarar vermeyen kurtlar da bulunuyordu. Derken kendisine birisi uğrayarak, ona şöyle seslendi: “Ne zaman koyunlarla kurtlar anlaşma yaptılar?” Çoban şöyle dedi: “Bunları otlatan, Allâh (c.c.)'la sulh yaptığından beri!”. (Fahruddîn Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu'l-Ğayb,c.1,s.235)
Eğitim sistemimizin epeyce sorunu var. Bunların başında kendi tarihsel mirasıyla barışık olmaması geliyor. Tarihsel mirasla barışık olmak, kitapların arasına İslam düşünürlerinin görüşlerini serpiştirmek değildir. Hele hele bugünkü bilimsel gelişmeleri Müslüman bilim adamlarının yüzyıllarca öncesinden gördüklerini yazarak Batı biliminin gelişimi karşısında duyulan hayranlığı ifade etmek hiç değildir. Tarihsel mirasımızı yaşadığımız dönemde düşüme faaliyetinin organik bir parçasına dönüştürmediğimiz sürece geçmişe atıflarımız ya nostaljiden öteye geçemez ya da bize ait olmayan bir şimdiye hayranlığı gizler. Fakat bugün üzerinde durmak istediğim husus, eğitim sistemimizin kendisinden ziyade muhtevasını oluşturan derslerden biri, İnkılap Tarihi.
Zekât, beş çeşit malda vaciptir. Bunlar; 1. Saime hayvanlar (koyun, keçi, sığır ve deve) 2. Altın ve Gümüş 3. Ticaret Malları 4. Maden ve Defineler 5. Ekinler ve Meyveler Hanefî fakihlerine göre; mal: İnsan tabiatının meylettiği ve ihtiyaç esnasında kullanılması için biriktirilmesi mümkün olan nesnedir. Velev ki şarap ve hınzır gibi mubâh olmasın. Bir nesnenin mal kâbul edilmesi insanların tamamının veya bir kısmının onu mal olarak kullanmasıyla olur. Semavi dinlerden herhangi birinin değer verdiği nesne mal kâbul edilir. Semavi hiç bir dinin mal olduğunu onaylamadığı bir nesneyi Mecusi ve benzeri semavi olmayan bir topluluk mal kâbul etse de mal olmaz. Bu ifadeye göre bir nesnenin mal kâbul edilmesi için iki şey gereklidir. 1. İnsan tabiatının o nesneye meyletmesi. 2. İhtiyaç esnasında kullanmak için biriktirilebilmesi. Buna göre, kişinin bevli gibi insan tabiatının meyletmediği şeyler biriktirilebilse dahi mal sayılmazlar. Fakat tarlalarda ekin için kullanılan hayvan gübresi maldır. Zira insan tabiatının meyletmesi ile kastedilen; faydalanmak için bir nesneye malik olmayı istemektir. Kendisinden faydalanılması ve biriktirilmesi mümkün olan her şeye “mal” denir. Bir şeyde iki özellik ağır basmadıkça ona mal denmez: Biriktirilme ve mutad bir şekilde faydalanma imkânı. Şafiî, Mâliki ve Hanbelîlere göre, menfaat sağlayan bütün varlıklar maldır. Onlara göre, malın mal olması için, bizâtihi biriktirilir olması gerekli değildir. Belki aslı ve kaynağı bakımından biriktirilme imkânının bulunması kâfidir. (Suâlli Cevaplı İslâm Fıkhı,c.3,s.221-223)
Sünnetin bir gelenek gibi sürekliliği ile din hayata geçirilmiş, müslüman toplumlarda birlik sağlanmıştır. Sünnet, müslüman ülkelerde kültür birliğini sağlarken bu ülkelerde, farklı âdetlerin görüldüğü gerçeği vardır. Bunlar İslâm'ın geneldeki hükümleriyle uyuşma içinde oldukları sürece yararlıdır; beşeri hayata muhtaç olduğu dinamizmi katar. Nihayetinde bu zengin farklılıklar, ümmet hayatının çokluk içinde birlik ilkesine göre tecelli etmesini sağlar. Ancak burada iyi teşhis edilmesi gereken bir nokta bulunmaktadır. Gelenekler, âdetler asıl olarak kâbul edilmezler. Sünnet ile gelenek arasındaki benzerlikler ve özellikle yaptırım gücü, geleneğin sünnetin önüne engel olarak çıkmasına sebep olabilmektedir. Ancak sünnetin dînî olması ve dinin kaynaklarından olması açısından sünnet farklıdır. Geleneklerin sünnete engel olması; onların dine aykırı olması durumunda söz konusu olur. İslâm'a aykırı olmayan gelenekler bir engel teşkil etmez. Sünnet ile geleneğin hayatı yaşama biçimi olmaları açısından benzerlikleri, geleneğin zararının da büyük olabileceğini gösterir. Sünnet, geleneklerin getireceği olumsuzluklara karşı bir engeldir. Sünnete göre yaşayan kişi, bu suretle aynı konudaki örf-âdete göre hareket etmemiş olur. Çünkü sünnet, hayatın her safhasına hitap etmektedir. Sünnet, İslâm kültürüdür. Kıtalararası müslüman milletlerde çağlar boyu gözlemlenen ortak değerler ve uygulamalar hep sünnetin birleştiriciliği, belirleyiciliği ve bütünleştiriciliğinden kaynaklanmıştır. Ümmet, sünnetle vardır, onunla yaşar. Yozlaşma da sünnetten ayrılmakla başlar. Bunun için hayatı yaşarken; şuurluluk, dikkat, tam bir uyanıklık ve kendine hâkimiyet hali içinde olmak gerekir. Zira başıboş bir şekilde yaşamak, dînî yaşayışı engeller. Sünneti, hayata yansıtmak gerekir. Sünnet yaşanıyorsa, toplum hayatına yayılmışsa orada yanlış âdetler ve gelenekler ıslah edilmiş demektir. (Aynur Uraler, Sünnete Uymanın Engelleri, s.113-114)
Vekil savaşçılar ya da gruplar emperyalizmin en güçlü silahlarıydı. Bunlar hangi dönemden itibaren istikrarsızlaştırma aracı olarak kullanıldı sorusunun cevabını bir kenara bırakarak doksanlardan sonraya odaklanabiliriz. Vekil grupların oluşum süreci elbette önemlidir. Emperyalist müdahale araçları savaşçı gruplarla sınırlı olmadığı için genel bir ad olarak bağımlı yapılar kavramının daha uygun olduğunu söyleyebilirim. Bağımlı yapılar zaman içinde birbirini etkileyerek dinî, mezhebi ve etnik çeşitlilik arz etmiştir. En sonuncuları arasında PKK ve FETÖ vardı. Daha eskiye doğru gidildiğinde ASALA gibi terör örgütleri karşımıza çıkar. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yıkıcılık bakımından en tehlikeli yapılar arasında herhalde bunlar vardı. Türkiye son on yılda bunların hepsiyle farklı düzlemlerde fiilen mücadele etmek zorunda kaldı. Sayın Erdoğan'ın, hafızalarda kalan konuşmalarından birinde “topunuz birlikte gelin” derken kastettiği de bunlardı. DAEŞ de kast edilen yapılar arasındaydı. İsrail'i de kolonyal bir yapı olarak bunlar arasında görmek gerekir.
Türk Tabipleri Birliği (TTB), 14 Mart Tıp Bayramı'na giderken mevcut sağlık sisteminin çöktüğünü söyleyerek “Başka bir sağlık sistemi mümkün” başlığıyla eylem programını açıklamıştı. Başka bir sağlık sisteminin nasıl oluşturulabileceğine ve 14 Mart günü yapılması planlanan eyleme dair katkı ve önerilerini sunmak için Türkiye'nin dört bir tarafından yüzlerce hekim TTB'nin çağrısıyla 1 Mart'ta Ankara'da “Büyük Hekim Buluşması”nda bir araya geldi.Eylem programı kapsamında TTB, Şubat ayı içinde sağlık sisteminin her bir alt başlığında farklı illerde sempozyumlar ve çalıştaylar düzenledi. Mevcut sağlık sisteminin çöktüğüne ve başka bir sağlık sisteminin mümkün ve ihtiyaç olduğuna dair tespitlerini hekimlerle, sağlık emekçileriyle ve halkla konuşmak ve tartışmak için İstanbul'dan Ankara'ya sembolik bir Beyaz Yürüyüş organize etti. Yürüyüş Türkiye'nin dört bir tarafındaki tabip odalarının temsilcilerinin katılımıyla 25 Şubat'ta İstanbul'dan başlayarak sırasıyla Gebze, İzmit, Balıkesir, Bandırma, Bursa ve Eskişehir rotasını takip ederek 1 Mart'ta Ankara'da Büyük Hekim Buluşması'nda son buldu.Türkiye'de sağlık sistemi 1980'lerin başından itibaren özelleştirme ve piyasalaştırma saldırıları altında. Bu anlamda en büyük sıçramayı 2003 yılında AKP iktidarının başlattığı “Sağlıkta Dönüşüm Programı” yaptı. Sağlık hizmetleri yıldan yıla paralı hale getirilerek, özel sermayenin belirleyici olduğu bir sağlık piyasası yaratıldı. Hekimler ve sağlık emekçilerinin örgütsüzleştirilmesi ve güvencesizleştirilmesi için pek çok adım atıldı. Bunların doğal bir sonucu olarak halkın sağlığı da zarar gördü. Nitelikli ve ücretsiz sağlık hizmetine ulaşmak güçleşti.Derdine derman arayıp bulamayan halkımız o doktor senin bu doktor benim dolaşmaya başladı. 2002 yılında kişi başı 3 civarı olan doktora başvuru sayısı 12'ye dayandı. Bunun sonucu olarak özellikle büyükşehirlerde randevu bulmak zorlaştı. Çözümü randevu süresini 3-5 dakikaya sıkıştırmakta bulan bakanlık yüzünden nitelikli sağlık hizmeti ve hekimlik yapılamaz hâle geldi. Oysa çözüm için en önemli adımlardan biri, vatandaşların ilk başvuru merkezleri olması gereken Aile Hekimliklerinin (eskinin Sağlık Ocakları) her bakımdan güçlendirilmesiyken bakanlık tam tersi yönde adımlar atarak sistemi daha da kilitledi.İş yeri hekimleri, taşeron şirketlere (OSGB'lere) mahkûm kılındı, işçi lehine tutum almamaları için ücretleri patronlar tarafından ödenir hâle getirildi. Meslek hastalıklarına tanı koyacak meslek hastaneleri kapatıldı, meslek hastalığının tanı koyma süreçleri zorlaştırıldı. Sağlığı korumayı, hasta olmamayı önceleyen değil, tedavi etmeye uğraşan bir sistem hâkim kılındı. Oysa TTB'nin çağrısında söylediği gibi başka bir sağlık sistemi mümkün ve aynı zamanda da gerekli. Herkese eşit, nitelikli, ücretsiz, kamu eliyle verilen bir sağlık sistemi hayal değil. Türkiye'de böyle bir sağlık sistemine yetecek kaynak da var sağlık emekçisi de. Ancak siyasal iktidarın buna niyeti yok, tercihini patronlardan, piyasadan yana kullanıyor. TTB olmaksızın işçilerin ve emekçi halkın çıkarına bir sağlık sistemi mücadelesi olamaz ancak yalnızca TTB ile de olmaz. Hükümetin arka bahçesi olmayan ve emekten yana tavır alacak sağlık sendikaları ve emek-meslek örgütleri sürece dâhil olmalı, olabildiğince birleşik ve ortak mücadelenin yolları aranmalıdır. Mücadele hedefsiz olmaz. Kamuda grev hakkını kazanmak, özel hastanelerde ise kamulaştırma perspektifiyle sendikalaşmak ana hedef olmalıdır. Ancak bu hedefe ilerlerken ara hedefler de mutlaka olmalıdır. TTB'nin, SGK'nın özel hastanelerden hizmet alımını durdurması, maaşların tamamının emekliliğe yansıması gibi talepleri bu uzun yolda öncelikli hedefler olmalıdır.1 Mart Büyük Hekim Buluşması'nda söz alan hekimlerin çoğu 14 Mart günü taleplerimizi iktidara duyurmak ve başka bir sağlık sisteminin mümkün olduğunu göstermek için bir günlük iş bırakma eylemi yapılmasını önerdi. Bu 14 Mart'ın, uzun soluklu mücadelemizin başlangıç günü olması dileğiyle.
2025 yılını örgütlenme ve mücadele yılı ilan ederken yıla Polonez işçilerinin tüm Türkiye'yi sarsan direnişiyle girmiştik. Perfetti'de direniş yıllar sürmesi muhtemel yetki davası bitmeden toplu sözleşme masasının kurulmasını sağlamış, metal sektöründe MESS'in, arkasına grev yasaklarını alarak yaptığı işten atma saldırısı metal işçilerinin ve Birleşik Metal-İş'in iradesiyle püskürtülmüştü. İşçi sınıfı namına çok güçlü girdiğimiz bu yılda Grid Solutions, Green Transfo ve Chinatool gibi grevlerde örnek başarılara imza atıldı. Tekgıda-İş'le birlikte mücadelenin içinde yer aldığımız Polonez ve Perfetti'de ise tökezledik hatta ciddi bir darbe yedik. Tökezlemekten kastımızı açacağız. Mücadelede her zaman zaferler olmayacak. Zaferlerden güç almak kadar başarısızlıklardan ve yenilen darbelerden ders çıkarmak da çok önemli.Sınıf mücadelesinde başarının ve başarısızlığın kriterlerini doğru tespit etmek gerekli. Sözleşmelerde saat ücretlerine yapılan zam oranlarından, sosyal haklara, yürürlük süresinden işyerindeki çalışma rejiminin çeşitli boyutlarına kadar birçok madde söz konusudur. Bunlarda elde edilen kazanımlar şu ya da bu ölçüde işçileri tatmin edebilir. Bazen işçileri tatmin eden seviyeler aslında işçinin alabileceğinin çok altındadır. Bazen de tam tersi söz konusu olur. İşçi ile patron arasındaki güç dengesi içinde kopartabildiklerimiz mevcut geçim şartları içinde işçileri tatmin etmekten çok uzak kalabilir. Burada işçi her zaman haklıdır. Çünkü kapitalizm artı değer sömürüsüne dayanır. İşçiler en iyi durumda dahi emeğinin karşılığını (çalışarak ürettikleri ve patronların el koyduğu değer) değil, emek gücünün (ertesi gün emek gücünü yeniden patronun hizmetine sunması için gerekli mal ve hizmetlerin değeri) karşılığını alır. Yani bazen, hatta çoğu zaman en yüksek ücret alan işçiler pekâlâ en çok sömürülen işçiler olabilir. Sıklıkla yaşadığımız bir durum. Bir fabrikada işçilerin şikayet ettiği sözleşmenin belki de çok daha azına ulaşmak için başka fabrikalardaki işçiler kıyasıya bir mücadele içindedir.Dolayısıyla imzalanan toplu sözleşmeleri ya da direnişlerin sonucunda elde edilen maddi kazanımları tartıya koymak yanıltıcı olur. Sınıf mücadelesi açısından temel kriter şunlar olmalıdır: Mücadelenin sonucunda işçilerin birliği güçlenmiş midir? Gelecek mücadeleler için işçiye dayanak oluşturacak mevziler elde edilmiş midir? Öncü işçiler nitelik olarak gelişmiş midir ve nicelik olarak artmış mıdır? Mücadelenin o fabrikadaki işçilerin ve genel olarak işçi sınıfının sınıf bilinci üzerindeki etkisi ne olmuşturBu süreçte şiarımız “Sendikana üye ol, sahip çık, denetle”dir! Şunu da özellikle belirtmek gerekir: Sendika bürokrasisine rağmen sendikalara sahip çıkmak ve onları sınıfın mücadele örgütlerine dönüştürmek için gösterilen çabalar, patronlarla cephe cepheye verilen mücadele kadar önemlidir. Bunlar birbirinden ayrılamaz. Sınıf bilinci, öncü işçilerin tüm bu mücadele cephelerinin bilgi, birikim ve deneyimi ile donanmasıyla gelişir.
Türkiye ve İran, diplomatik temsilcilerini karşılıklı olarak Dışişleri Bakanlıklarına davet etti. Bu pek alışılageldik bir durum değil. Bundan önce Ankara'dan Tahran'a bir dosya gittiğini öğrendim. Bunlar olurken Lazkiye'de, Esad yanlıları Şam yönetimine isyan bayrağı açtı. Şam, ilk sınavında sahayı kontrol etmekte zorlandı. Ülkede kaos arayan aktörleri sevindirecek görüntüler ortaya çıktı. Hassas bir süreçten geçiyoruz. Neler oluyor? Araştırdım.
Maneviyatla irtibatın giderek zayıfladığı şu zamanda din denince insanların aklına ilk olarak fiili eylemler üzerinden ilerleyen bir mükellefiyetler toplamı geliyor. Bunlar elbet var; ancak din esasen bir inanç meselesi, bununla ilgili bir akli ve kalbi mesaiyi gerektiriyor. Allah'ın (cc) vahyi şunları yapın, bunları yapmayın ile sınırlı değil… Aksine emredilenler ve nehyedilenler, Allah-u âlem, kendisini aklı selime ve kalbi selime doğru götürecek yolda ilerleyebilmesi, o zihin açıklığı ve gönül berraklığına sahip olabilmesi için gerekli zemini sağlıyor kula.
Davranışları Dəyişdirmək Niyə Çətindir? Necə Asanlaşdıra Bilərik?Yeni davranışlar formalaşdırmaq və köhnə, istəmədiyimiz vərdişlərdən qurtulmaq çox vaxt çətin olur. Bunun əsas səbəbləri bunlardır: beynin müqaviməti,Kimliklə bağlılıq, Avtomatik reflekslər.Davranış dəyişdirmək çətindir, çünki beynimiz status-kvonu qorumağa meyllidir. Amma kiçik addımlarla başlamaq, mühitimizi dəyişdirmək və kimliyimizi yeni vərdişlərimizə uyğun formalaşdırmaq prosesi asanlaşdırır. Əsas məsələ davamlılıqdır.
Google Tag Manager (GTM), dijital pazarlamanın gizli silahı mı? Yoksa gereksiz bir araç mı? Eğer hala GTM kullanmıyorsan, büyük ihtimalle dönüşüm takiplerinde hatalar yapıyor, kampanyalarını yanlış verilerle yönetiyor ve en önemlisi, zaman kaybediyorsun! Bugünkü bölümde GTM'nin neden her pazarlamacının bilmesi gereken bir araç olduğunu konuşacağız. Teknik bir konu gibi görünebilir ama merak etme, GTM'yi en basit haliyle anlatacağım. Eğer Google Ads, Meta Ads, TikTok veya diğer platformlarda reklam veriyorsan ve dönüşümlerini takip etmek istiyorsan, bu bölümü sakın kaçırma! Bölümde Neler Konuşacağız? ✅ Google Tag Manager nedir, ne işe yarar? ✅ Pazarlamacılar neden GTM kullanmalı? ✅ GTM ile kod yazmadan etiket yönetimi nasıl yapılır? ✅ E-ticaret ve performans pazarlamasında GTM'nin sağladığı avantajlar ✅ GTM ücretli mi? Alternatifleri neler? ✅ GTM vs. Alternatif araçlar: Hangisi daha iyi? ✅ GTM'yi kullanmaya başlamak için yapman gerekenler Öncelikle, dijital pazarlamada en büyük hatalardan biri, dönüşümleri doğru takip etmemek! Belki Google Ads'te reklamlar veriyorsun, Facebook ve Instagram'da kampanyalar yürütüyorsun… Ama gerçekten kaç kişi sitene geldi, hangi sayfalarda vakit geçirdi, hangi butona bastı ve en önemlisi, alışveriş yaptı mı? Bunları yanlış ölçüyorsan, verdiğin reklam bütçesini boşa harcıyor olabilirsin! İşte tam burada Google Tag Manager devreye giriyor! Eskiden her bir takip kodunu web sitesine eklemek için bir yazılımcıya ihtiyacın vardı. Facebook Pixel mi eklemek istiyorsun? Geliştiriciye haber ver, kodu eklesin, sonra test edilsin… Günler sürebiliyordu! GTM sayesinde, hiçbir kod yazmadan tüm bu süreçleri tek bir panelden yönetebiliyorsun. GTM Nasıl Çalışıyor? Düşün ki GTM bir kontrol paneli gibi… Web sitene veya uygulamana eklediğin tüm etiketleri buradan yönetiyorsun. Örneğin:
“Yeterince gelişmiş bir teknoloji, büyüden ayırt edilemez." Efsanevi bilim kurgu yazarı Arthur C. Clarke'ın bir sözü bu. Fakat teknoloji ve büyü, bilim ve sihir... Bunlar birbiriyle çatışan şeyler değil mi? Fakat geniş bir perspektiften baktığımızda, daha derin bir mesaj veriyor bize bu söz. Bilim ve büyünün, sihir ve teknolojinin birbiriyle bağlantılı olduğunu vurguluyor. 111 Hz'in bu bölümünde Arthur C. Clarke'ın söylemini daha iyi anlamaya çalışıyoruz. İnsanlık tarihinde bir yolculuğa çıkıp büyücülerin, bilim ve teknolojiye nasıl ilham verdiğini inceliyoruz. Büyünün tarihsel, toplumsal ve psikolojik yönlerini analiz ediyoruz.Sunan: Barış ÖzcanHazırlayan: Özgür YılgürSes Tasarım ve Kurgu: Metin BozkurtYapımcı: Podbee Media------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir.Hiwell'de 1600'den fazla uzman arasından ücretsiz ön görüşmelerle size en uygun uzmanı seçebilir, kendinizi tanıma yolculuğunuza kolay ve güvenilir bir şekilde başlayabilirsiniz. Hiwell'i şimdi indirinSee Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
#HerkeseSanat “Heykelle ilgilenmeye başlayan kişinin hayatı, hayata bakışı yüzde 100 değişir” diyor Heykeltraş Seçkin Pirim. Bugün Seçkin Pirim bizi #heykel sanatıyla bizi tanıştırıyor, görmenin önemini anlatıyor. … Yıllar önce izlediğim bir sokak röportajında insanlara “Sizce heykel nedir?” diye sorulmuştu, cevap hep “Atatürk anıtı” olmuştu. Çünkü etrafta gördüğümüz anıtlar dışında, çağdaş heykeller yoktu. … Heykeller şehrin içinde, hayatın içinde olursa, “Bunlar nedir?” ve “Ne anlatıyor?” soruları gelecek, ilgi doğal olarak artmaya başlayacak. … Yıllar yıllar evvel İzmit'in Değirmendere beldesinde dünyanın en önemli ahşap heykel sempozyumu yapılmaya başlandı. Belki 15 yıl süreyle. Yapılan heykeller beldenin her yerine dikildi. Heykelin h'sini bilmeyen insanlar vardı. Bugün oradan heykeltraşlar çıkıyor. Çünkü gördüler heykelleri, sevdiler ve “Aaa ben de yapabilirim” noktasına geldiler. Bu yüzden görmek çok önemli. … Böyle söylüyor ve Seçkin Pirim ve heykelle hayatın nasıl değişeceğini, kendisinin heykelle nasıl tanıştığını anlatıyor. Heykellerin şehirlerin tarihinde yer aldığını, insanların buluşma noktası olduğunu anlatırken kamusal alanda ve mekana göre tasarlanmış olan, sevdiği eserlerden örnekler verdi: Eduardo Chillida - Dalgalar İlhan Koman - Akdeniz Anish Kapoor - Cloud Gate NEDEN SEÇKİN PİRİM? İstanbul'da Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi resim bölümünü bitirdi. Mimar Sinan Üniversitesi'nde heykel bölümünde lisans eğitimini tamamladı, aynı üniversitede yüksek lisans yaptı. İstanbul ve Londra'da yaşıyor. 1996 yılından bu yana İstanbul, Ankara, Londra ve New York'ta kişisel sergiler açtı, Hong Kong'dan Finlandiya'ya, Zürih'ten Paris'e dünya çapında çok sayıda grup sergisine katıldı. Eserleriyle Türkiye ve dünyada 11 ödül aldı. Birçok müzede ve şehirde kalıcı eserleri bulunuyor. NEDEN HERKESE SANAT? Uzak durduğumuz sanat dallarının seyircisi olmayı öğreniyoruz. Nacide Berber uzmanlara soruyor, Cengiz Saral yayına hazırlıyor. Herkese Sanat Cumartesi 12.30'da, Pazar 18.30'da NTVRadyo'da. Radyoda kaçıranlar ve tekrar dinlemek isteyenler için programın tüm kayıtları ntvradyo.com.tr adresinde ve podcast platformlarında. #herkesesanat #ntvradyo #heykel #seçkinpirim #akdenizheykeli
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu bölümü dinlemeniz için ısrar ediyoruz, çünkü bölümün konusu ısrar! Emin ve Onur ısrarcılık hakkında kendi düşüncelerini ve tutumlarını paylaşırken bir yandan Türkiye'de nasıl bir ısrar kültürüyle karşılaşabileceğinize dair eğlenceli örneklere değiniyorlar. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro Emin: [0:24] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin. Bugünkü bölümümüzde Onur'la beraberiz. Nasılsın Onur? Onur: [0:33] İyiyim Emin, sağ ol. Sen nasılsın? Emin: [0:35] Ben de iyiyim, teşekkür ederim. Bu bölümü çektiğimiz anda, şu anda benim bulunduğum yerde kar yağışı var. Yerler karlı, her yer bembeyaz. Sende durum nasıl? Onur: [0:45] Ah ya! Bizde yağmur yağıyor sadece. Yani kar, bir göstermelik yağdı geçen hafta ama bu tarafta şu anda kar yok. Ama hafta sonu bekleniyor. İnşallah diyelim. Çünkü ben biliyorsun kışı seven bir insanım, karı seven bir insanım. Emin: [1:01] Evet. Onur: [1:01] Bursa da geçen sene hiç kar görmedi. İki senedir hasretiz. Emin: [1:05] Evet İstanbul da geçen sene kar görmedi. Bu arada İstanbul'un merkezi hâlâ karlı değil. Gerçekten çok keskin bir geçiş yaşıyorum ben işten eve, evden işe giderken. Bir anda yolun tam belli bir noktasından itibaren yağmura dönüyor. Bu tarafa geliyorum kara dönüyor. Onur: [1:23] Oyunlarda şey olur ya... Hani yeni bölgeye geçersin, yükleme ekranı çıkar falan... Emin: [1:27] Gerçekten birebir aynısını yaşıyorum yani. Onur: [1:31] Güzel ama ya. Emin: [1:33] Evet karın mutlulukla bir alakası var kesinlikle. Onur: [1:36] Bence de. Bilmiyorum, huzur çöküyor insana ya birazcık bence. Emin: [1:40] Evet kesinlikle. Ne kadar ısrarcıyız? Emin: [1:42] Evet, bugünkü bölümümüzün konusuyla devam edelim Onur. Ne hakkında konuşacağız bugün? Onur: [1:47] Bugün sana çok ısrar ettim bu konuyu konuşalım diye. Sen çok direndin ama konumuz da ısrar olacak. Israr hakkında konuşacağız. Yani ısrar nasıl bir şey? Tutumumuz nasıl? Israra karşı yaklaşımımız. İyi bir şey mi? Kötü bir şey mi? Bunları ele alacağız. Biraz hani Türk kültüründe de çok şeyi olan, yaygınlığı olan bir şey. Bunlara değineceğiz. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
“Ey şu beldenin halkı, sizde nifak çoğaldı; ihlâs azaldı. Sözler çok, fakat onlara uygun iş yok. İşi olmayan söz, hiçbir şeye yaramaz. Sahibine felâket getirir, kurtuluş getirmez. Önüne iş gelmeyen söz, kapısız eve benzer; merdivensiz binadır. İçinden iyilik geçmeyen hazineye benzer. Amelsiz söz, kuru dâvadan ibaretir. Boş söz, ruhsuz kalıba benzer, o bir put gibidir. Ayağı yoktur, eli yoktur, bir şey tutamaz. Yaptıklarının çoğu ruhsuzdur. İşlerin ruhu ihlâs, tevhid ve Allah'ın kitabına yapışmaktır. Peygamberin (S.A.) âdetlerine uymaktır. Gafil olmayınız. Şu anda yaptığınız kötülükleri iyiliğe çeviriniz; isabet olur. Emirlere uyunuz. Yasakları bırakınız; kader karşısında uysallık gösteriniz.Size gelen belâ Allah yolcularına da gelir. Onların bir kısmı sabreder. Diğer kısmı sabrı da bırakır. Kendinden geçer. Belâdan darlanmak iman zayıflığındandır. O anda iman çocuktur. Belâ zamanı sabretmek, imanın gençlik çağıdır. Belâ geldiği zaman, kaderin bir icabı bilip uymak imanın yetişkin çağıdır. Belânın getirdiği bütün hâllere razı olmak, Hak ilmine ermekten, O'na yakınlıktan İleri gelir. Kalp ve sır Hakk'a yakın olduğu zaman belânın hiçbir şeyi dokunmaz. Bu durum, müşahede ve hâl dili ile konuşma âlemidir. İman sahibi iç âlemini dış varlığına ve yaratılmış bütün varını Hakk'a iletir. Mevlâ katında bütün varlığını eritir. Mevlâ dilerse onu tekrar halka gönderir. Dağınık işlerini bir araya getirir. Kıyamet günü halkın cesedini diriltiği gibi onun dağınık hâllerini de toparlar.Sevginin şartı, sevilene karşı irade sahibi olmamaktır ve onu değil, dünyayı, âhireti ve halka dair cümle şeyi bırakmaktır. Allah sevgisi kolay değildir. O iddia ile olmaz. Sizden herhangi biri bu hususta iddia sahibi olursa, sevgiden uzaktır. Birçok iddia sahibi olmayanlar vardır ki, Hak katında mekân tutmuştur.İslâm dinine girmiş olanlardan hiçbirini hakir görmeyiniz. Hak sırrı onlarda boldur. Nefislerinizi, onlara karşı tevazua alıştırınız. Allah'ın kullarına büyüklük satmayınız. Gaflet hâlinden uyanınız. Siz büyük bir gaflet içindesiniz: Sanki hesabınız görülmüş, sıratı geçmişsiniz ve cennetteki yerinizi görmüşsünüz!.. Bu aldanış nedendir? Her birinizin Allah'a karşı çok isyanı vardır. Bu isyandan kimse tevbe etmiyor ve hâlini düşünmüyor, öyle sanıyor ki, hataları unutuldu. Halbuki, yerine ve tarihine göre onlar defterinize yazılıdır. Onların azı da çoğu da sorulacak, ona göre ceza veya mükâfat verilecek.Ayılınız, ey gafiller! Uyanınız, ey uykudakiler! İlâhî rahmete varlığınızı atınız. Bir kimsenin hatası çoğalırsa onun hâli fenadır. Bunlar üzerinde ısrar ederse küfre gidebilir. Yaptığına pişmanlık duymayanın sonu acı gelir. İşini derlemeyecek olursa sonundan korkulur.Yazık sana, ana karnında seni kim besledi, biliyor musun? O hâlde iken sen neydin, şimdi nesin? Kendi varlığına ve halka dayanmaktasın. Parana ve puluna itimat ediyorsun. Ticaret işindeki bilgine güvenmektesin. Bölgenin şahı, bugün var, yarın yok olabilir, ona güvenmek akıl kârı değil; sen, ona güvenmektesin. Allah'tan başka her kime itimat edersen o senin ilâhın olur. Her kimden korkuyorsan, ona tapıyorsun demektir. Her kimden, iyilik ve zararı görüyorsan onların asıl yürütücüsü olana inanmıyorsun, küfürdesin ve onlar sana ilâh oluyor...Ey Allah'ın yaratmış olduğu kimseler, tevbe ediniz. Benden bir şey saklayamazsınız. Malınızı nasıl kazandığınızı saklamış olsanız, onun helâl veya haram olduğunu anlarım. Eğer sadaka verirseniz, fakir kimselere mal dağıtırsanız, yavrularınıza bol yedirirseniz, o malınız helâldir. Aksi, oluyorsa değildir, doğru kimselere ve seçme insanlara malınız nasip oluyorsa; onun aslı tevekkül ve ihlâsla kazanılmış demektir.
Almanya'da 7 milyondan fazla göçmen kökenli seçmen var. Bunların 1 milyonunu Türkiye kökenliler oluşturuyor. Alman vatandaşı olup seçme hakkına kavuşan bu kesimin yıllarca en çok tercih ettiği parti sosyal demokrat SPD oldu. Ancak son yıllarda bu grubun tercihleri değişti. Bu değişimi Duisburg-Essen Üniversitesi bünyesindeki Türkiye ve Uyum Araştırmaları Merkezi Vakfı'ndan Yunus Ulusoy ile değerlendirdik. Elmas Topçu, sonuçları açıklanan bir araştırmanın Almanya'daki Türkler'e yönelik verdiği ipuçlarını aktardı. Yayını Gökçe Göksu sunuyor. Von Gökce Göksu.
Almanya'da emeklilerin yüzde 20'si yoksulluk sınırında yaşıyor. Bunların arasında senelerdir düşük maaşlı işlerde çalışmış göçmen kökenlilerin oranı da bir hayli yüksek. Almanya'daki emeklilik şartlarını ve bu grubun durumunu sizin için derledik. Sosyal hizmetler uzmanı Şerif Issı, emeklilik maaşı düşük olan vatandaşların neler yapması gerektiğini anlattı. Mikrofonda Aydın Işık ve Ceyhun Kara var. Von Aydin Isik.
Bu mektûb, şeyh Behâeddîn-i Serhendîye yazılmışdır. Alçak dünyâyı kötülemekde ve dünyâya düşkün olanlardan kaçınmağı bildirmekdedir: “Akıllı oğlum! Allahü teâlânın sevmediği bu dünyânın arkasında koşmamalıdır! Gönlünü hep Allahü teâlâya bağlamak sermâyesini elden kaçırmamalıdır! Ne satdığını ve buna karşılık neyi aldığını düşünmelidir! Dünyâyı ele geçirmek için âhıreti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak alçaklık ve ahmaklıkdır. Dünyâ ile âhıret birbirinin zıddıdır, tersidir. İkisinin sevgisi bir kalbde toplanamaz. İkisi bir araya getirilemez. Arabî mısra' tercemesi: Din ve dünyâ bir araya gelirse, güzel olmaz! Bu iki zıddan dilediğini seç ve seçdiğine karşılık kendini sat, fedâ et! Âhıret azâbı sonsuzdur. Dünyâda olanlar çok azdır. Allahü teâlâ, dünyâyı sevmez, âhıreti sever. Arabî beyt tercemesi: İstediğin gibi yaşa, birgün öleceksin! İstediğini topla, birgün ayrılacaksın! Sonunda kadından ve çocuklardan ayrılacaksın. Bunların idâresini Allahü teâlâya bırak! Bugün, kendini ölmüş bilmelidir. Onların işlerini Allahü teâlâya bırakmalıdır. Tegâbün sûresinin onbeşinci ve Enfâl sûresinin yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Mallarınız ve çocuklarınız sizlere kesin olarak düşmandır. Onlardan sakınınız) buyuruldu. Bunu iyi anlayınız! Tavşan gibi, gözleri açık uyku ne zemâna kadar sürecek! Bir gün gelip uyanılacak! Dünyâya düşkün olanlarla arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, öldürücü zehrdir. Bu zehrle öldürülen kimse, sonsuz olarak ölür. (Aklı olana bir işâret yetişir) demişlerdir. Biz ise, açıkca ve üzerine düşerek anlatıyoruz. Bunların yağlı, tatlı yemekleri, kalbin hastalığını artdırır. Kalbin iyiliği, hastalıkdan kurtulması nasıl düşünülebilir? Sakın! Sakın! Çok sakın! Fârisî beyt tercemesi: Bildirilmesi lâzım olanı söyledim sana, Yâ fâidelenirsin, yâ da çarpar kulağına. Onlarla görüşmekden, arslandan kaçar gibi, hattâ dahâ çok kaçmalıdır. Arslan insanın yalnız cânını alır. Bu da, âhıretde fâideli olur. Dünyâya düşkün olanlarla berâber olmak ise, insanı sonsuz felâkete ve zarara sürükler. Onlarla konuşmakdan, onların lokmalarını yemekden ve onları sevmekden ve onları görmekden sakınmalıdır. Sahîh olan hadîs-i şerîfde, (Zengine, zenginliği için alçaklık gösterenin dîninin üçde ikisi gider) buyuruldu. Onlara karşı yapılan bu alçalmalar ve yaltaklanmalar, onların malları ve makâmları için midir, yoksa değil midir? İyi düşünmek lâzımdır. Malları, mevkıleri için olduğunda hiç şübhe yokdur. Bunun sonu da, dînin üçde ikisinin gitmesidir. Artık müslimânlık nerede, kurtuluş nerededir? Yağlı lokmaların ve uygunsuz kimselerle düşüp kalkmanın, bu yavrunun kalbinde vaazları dinlemeğe ve nasîhatleri düşünmeğe yer bırakmadığını bildiğim için, bu kadar ağır ve sıkı yazıyorum. Hafîf sözlerle, yumuşak kelimelerle uyanmayacağını biliyorum. Sakın! Onların sohbetinden sakın! Onları görmekden sakın! Allahü teâlâ yardımcın olsun! Allahü teâlâ, bizi ve sizi, râzı olmadığı, beğenmediği şeylerden kurtarsın! Mi'râc gecesi, (Gözleri Allahü teâlâdan ayrılmadı) diyerek övülen insanların efendisi hurmetine “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ” bu düâmızı kabûl buyursun! Âmîn.” Rabbani Abdullah b. Mes'ûd hazretleri şöyle demiştir: İyi olsun, kötü olsun, herkes için ölüm hayırlıdır. Çünkü, eğer insan iyi ise Yüce Allah böyleleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Allah katındaki ni'metler, iyiler için daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân - 198) Eğer söz konusu olan kötü bir kimse ise, Yüce Allah böyleleri hakkında da şöyle buyuruyor: "Onlara mühlet vermemiz sadece daha çok günâha girmeleri içindir. Onlar için yüz kızartıcı bir azâb vardır" (Âl-i İmrân - 178) Allah, iki ruh yarattı. Birini dumanın içine koydu ve ona "Cin" dedi. Diğerini toprağın içine koydu ve ona "İnsan" dedi. Her ikisini de sınav etmeye devam ediyor... İyilikte kötülükte bulaşıcıdır. "İnsanlar için hak yolunu kapatan beş şey vardır: Cahillikten rahatsız olmamak, dünya hırsı, cimrilik, amelde riya, kendi fikrini beğenmek." Hz. Ali ra.
Sinema Kulübü'müzün 18inci buluşmasında Jason Reitman'ın yönettiği başrollerinde George Clooney, Vera Farmiga ve Anna Kendrick'in oynadığı 2009 yılı yapımı orijinal adıyla “Up in the Air”, bizde “Aklı Havada” olarak gösterime giren filmini konuştuk.Film, şirketlerin çalışanlarını işten çıkarma görevini üstlenen Ryan Bingham'ın hikayesini anlatıyor. Sürekli seyahat halinde olan ve tek amacı bir milyon uçuş miline ulaşmak olan Ryan'ın hayatı, yeni bir iş arkadaşı ve tanıştığı bir kadınla değişmeye başlıyor.Sohbetimizde yalnızlık ve hayatta anlam arayışı gibi filmin ana temaları üzerine odaklandık. Filmdeki karakterlerin yalnızlıklarıyla kurdukları ilişkiyi ve bu durumun onları nasıl etkilediğini konuştuk. Toplumsal beklentilerin ve baskıların insanları nasıl bir köksüzlük hissine sürükleyebileceğini tartıştık.Rutinlere ve alışkanlıklara bağlanma konusuna da değindik. Bunların bazen nasıl bir yük haline gelebileceğini ve bağımlılığa yol açabileceğini konuştuk. Başkalarının beklentilerini karşılama baskısının mutluluğumuzu ve öz değerimizi nasıl etkilediği üzerine de fikirlerimizi paylaştık.Filmdeki ana karakter olan Ryan'ın, sürekli seyahat etmesinin ve milyon mil biriktirme hedefinin aslında kendi hayatından ve işinin duygusal yükünden kaçışının bir metaforu olduğunu düşündük. Karakterin başkalarına özgürlük vaaz ederken kendi duygusal kopukluğuyla mücadele etmesi de dikkat çekici bir noktaydı. Size bırakmak istediğim soru ise şu; çoğumuzun “Milyon mil biriktirme” gibi hedefleri var, asıl istediğimizin bu olduğuna kendimizi inandırıyoruz, bunların peşinden koşup neleri kaçırıyoruz acaba?Son olarak, filmdeki karakterler ve ilişkiler üzerine de konuştuk. Toplumsal cinsiyet rolleri ve hem erkeklerin hem de kadınların kişisel ve mesleki yaşamlarında karşılaştıkları zorluklara değindik.Özetle, "Up in the Air" filmi üzerine her zamanki gibi keyifli ve kafa açan bir sohbet gerçekleştirdik.(02:20) Feyza Demir, (05:40) Hicran Şaşmaz Çabuk, (07:50) Uğur İyidoğan, (10:26) Elif Burcu Yılmaz, (13:48) Suat Soy, (16:17) Pınar Cengiz, (18:32) Feyza Demir, (20:24) Elif Burcu YılmazSupport the show
Sinema Kulübü'müzün 17inci buluşmasında başrolünde Jared Leto'nun oynadığı Jaco Van Dormael'in yönettiği 2009 yılı yapımı Türkçe'ye Bay Hiçkimse olarak çevrilen Mr.Nobody adlı filmi konuştuk.2092'de insanlık ölümü yenmiştir ancak son ölümlü 118 yaşındaki Nemo ölüm döşeğindedir. Bir gazeteci ondan hayatını anlatmasını ister. Ama Nemo çelişkili açıklamalar yapar. Çok geçmeden anlarız ki 9 yaşında anne ve babasının ayrılmasıyla yaptığı seçimler onu farklı yaşamlara yöneltmiştir ama hangisinin gerçek olduğu izleyiciyi merakta bırakır.Film hayattaki seçimlerimiz üzerine bir masal. Bunu zaten biliyoruz ancak yine de değiştiremeyeceğimiz şeyler hakkında kaygılanmaya veya hayıflanmaya devam ediyoruz.İnsanların kendilerini ne kadar önemsediklerini görmek ise beni artık sinirlendirmekten çok eğlendiriyor diyebilirim. Medeniyet tarihinde çok az insan büyük değişimlere yön verebilmiş, o da doğru zaman, yer ve benzeri koşulların bir araya gelmesiyle. Bunlar dışında bir şeyleri kontrol edebileceğimiz yanılgısı beni ancak güldürüyor.54 yaşındayım ve sanırım hayattan çıkardığım en önemli ders bu. Hayatta çevrene (ailene, şehrine, ülkene, dünyaya) fayda sağlamakta en iyi olduğunu hissettiğin konuda elinden gelenin en iyisini yap, bunu yaparken de keyif al ve keyif ver. Bunun dışındaki faaliyetler sana zaman kaybettiriyor. Etkinin çapını belli eden şey ise senin yeteneklerinin ne kadar benzersiz olduğu ve senin ne kadar gayret gösterdiğin. Nasıl fena bir özet olmadı galiba?Yine sohbetimiz bu alanda izlediğimiz filmlere ve kendi yaşamlarımıza kaydı, o nedenle yine buluşmamızdan çok kısa bir kesiti sizinle paylaşıyorum. Görüşlerine yer verebildiğim arkadaşlarım:(02:12) Özgür Karabulut, (04:41) Hicran Şaşmaz Çabuk, (09:35) Seda Diril Boyraz, (12:32) Elif Burcu Yılmaz, (15:10) Mete Yurtsever, (16:11) Seda Diril Boyraz, (17:51) Hicran Şaşmaz ÇabukSupport the show
Adətən işlərimiz çox, vaxtımız isə az olur. Lakin, gün ərzində son anda ləğv olan görüşlər, gecikən işlər və insanlar və bir anda edilməsi lazımsız olan işlər olur. Bunlar olduqda bizim üçün boş vaxt yaranmış olur. Bu epizodda bu vaxtı mecə istifadə etməliyik sualına cavab axtarırıq.
Hilmi Çeltikçioğlu ve Akın Türkmen... Isınma turları ve soğuk şakalar, riskçi Dan Campbell'ın Green Bay Packers zaferi, Miami Dolphins'in New York Jets karşısında galibiyeti uzatmada kurtarışı, Minnesota Vikings'in Kirk Cousins'tan intikamı, New Orleans Saints'in pahalı galibiyeti, Carolina Panthers'ın iyi oynayıp kaybettiği bir maç daha... Bildiğimiz Jameis Winston, bildiğimiz Baker Mayfield, Arizona savunmasının Seattle önünde tel tel dökülüşü, haftanın en iyi karşılaşması olan Buffalo Bills - Los Angeles Rams düellosu, San Francisco 49ers'ın Bears önünde hücumuna çektiği balans ayarı, Kansas City Chiefs'ten yine bir son saniye kahramanlığı, Dallas Cowboys'tan yine bir son saniye beyin teklemesi, Ja'Marr Chase'ten yine bir dev performans... Bunların yanı sıra önümüzdeki haftanın maçları, çeşitli istatistiklerde lider olan oyuncular ve dahası...
Fidiro Kahvesi bu bölümünde 2003 yapımı klasiklerden Mona Lisa Smile (Mona Lisa Gülüşü) filmini konuşuyor. Julia Roberts, Kirsten Dunst, Julia Stiles gibi isimlerin başrolleri paylaştığı yapım, 1953 yılında Kaliforniyalı genç sanat tarihi hocası Katherine'in, prestijli bir kadın üniversitesi olan Wellesley'deki muhafazakar idare ve öğrencilerin beklentileri ile karşılaşmasını konu alıyor. Amerika'nın 1950'ler toplumsal cinsiyet dinamiklerine dikkati çeken ve en önemlisi kadınlar arası ilişkileri incelikleriyle ele alan bu film müdavimlerimizi sanata, ‘ifsad'a, imtiyaz ve önyargıya dair derin bir muhabbete sürüklüyor. Ev hanımlığını Harvard hukuk fakültesine tercih eden Joan'ın gerçek bir tercih hakkı var mıydı? Bu zamanda Amerika'nın doğu yakasının tarihi bizi ne kadar ilgilendirmeli? Katherine Joan'ın hayatına müdahale etmekte haklı mıydı? Betty'nin dönüşümü bize filmin ideolojisi hakkında ne söylüyor? Bunlar gibi pek çok sorunun peşine düştüğümüz bu tartışmalı ve keyifli sohbete sizler de buyrun ve dinledikten sonra yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın! Salla-Demle filtre kahvelerinizi https://kahvegibikahve.com dan, internet pazar yerlerinden ve ulusal marketlerden edinebilirsiniz.Bu bölüm Kahvegibikahve Salla-demle filtre kahveleri hakkında reklam içerir.Reklam ve işbirlikleri için: fidirokahvesi@gmail.comInstagram: @fidirokahvesiTwitter: @fidirokahvesi Support the show
Fidiro Kahvesi bu hafta son yıllara damgasını vurmuş Love is Blind reality show serisini ele alıyor. Amerika'daki flört kültüründen girip, Birleşik Arap Emirlikleri'nde çekilen ‘Habibi' versiyonundan çıkan ve sonunda yine soluğu Türkiye'nin şikayet edilen çöpçatanlık sahnesinde alan müdavimlerimiz, bu bölümde soluksuz dinleyeceğiniz bir tartışmaya sizleri kulak misafiri ediyor. Love is Blind formatı hangi sosyolojik meselelere dikkat çekiyor? Amerika'da kimler evliliği ötekileştiriyor? Reality televizyonun ‘gerçek'liği nerede yatıyor? ‘Bro code' gerekli midir, zararlı mı? Arkadaşının hoşlandığından hoşlanmak erkekliğe/kızkardeşliğe sığar mı? Flört ederek tanışmak mı daha romantik yoksa evlilik için tanıştırılarak mı? Aşkı kimler kaçırıyor? Hangi sorunlar konuşulmadan evleniliyor? Tanışıp kaynaşmak neden bu kadar zor oluyor? Bunlar gibi pek çok sorunun peşine düşüp analiz üstüne analiz koyup romantizmin dibine kibrit suyu döktüğümüz, çok tartışıp, çok eğlendiğimiz bu sınır tanımayan sohbete sizler de buyrun ve dinledikten sonra yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!Salla-Demle filtre kahvelerinizi https://kahvegibikahve.com dan, internet pazar yerlerinden ve ulusal marketlerden edinebilirsiniz.Bu bölüm Kahvegibikahve Salla-demle filtre kahveleri hakkında reklam içerir.Reklam ve işbirlikleri için: fidirokahvesi@gmail.comInstagram: @fidirokahvesiTwitter: @fidirokahvesi Support the show
Bir hafta önce açık ara farkla ABD Başkanı seçilen Donald Trump, Ocak sonunda görevi devralınca atayacağı bazı yetkilileri açıkladı. Bunlar arasında İsrail'e desteğiyle bilinen biri ABD'nin BM elçisi, göçmen karşıtı tutumuyla bilinen bir başkası da sınırlardan sorumlu yetkili olacak.
Stress hərgün var. Gərginlik də, əsəb də. Bunları yox edə bilmərik. Nə edəcəyimiz üç mərhələli bu metoddadır
Midterm ve finallere hazırlanmanın en iyi yolu! Nokta atışı içeriklerle sınavlardan istediğin notu kolayca al. Üstelik ilk ders ücretsiz!!! Ayrıntılı bilgi için: unicourse.co - Bu bölüm "Unicourse" hakkında reklam içerir. Geceleyin gökyüzüne baktığımızda, parlak sönük birçok yıldız görürüz. Bu durum, günümüzde şehrin ışık kirliliği yüzünden fena halde kısıtlanmış olsa da, özellikle karanlık bir gökyüzünde, yıldızlar adeta ışıldarlar. Bunlar binlerce yıl boyunca insanlığın dikkatini çekmiş ve farklı kültürler yıldızlara… Seslendiren: Gülfem Akdemir
Fidiro Kahvesi bu bölümünde İngiliz yazar Naomi Alderman'ın ‘The Power' (Güç) adlı romanını konuşuyor. Kadınların vücutlarında skein denilen ve elektriği manipüle etme gücü veren bir organın ortaya çıkmasıyla dünyadaki güç dengelerinin değişmesini anlatan bu kitap, bir yandan günümüze eleştirel bir yorum getirirken bir yandan da distopik bir geleceğin resmini çiziyor. Ataerkinin asıl kaynağı fiziksel güç üstünlüğü mü? Kadınlar daha güçlü olsa erkekler gibi mi davranırlardı? Güç ilişkilerine determinist bir şekilde bakarsak ne olur? Erkekleri koruyacak kadınlar kimler olurdu?Bunlar gibi pek çok sorunun peşine düşerek feminizme takla attırdığımız ve bu keyifli romanın altını üstüne getirdiğimiz bölümümüze sizler de buyrun ve dinledikten sonra yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!Support the show
Salla-Demle Filtre https://kahvegibikahve.com dan, internet pazar yerlerinden ve ulusal marketlerden edinebilirsiniz.Fidiro Kahvesi bu bölümünde Cüneyt Özdemir'in GAİN'de yayınlanan belgeseller dizisinden ‘Modern Muhafazakar' başlığını konuşuyor. Moda danışmanı Hülya Aslan'ın hayatı üzerinden bir seçmen kategorisini ele alan, Bekir Ağırdır ve sosyolog Esra Özdil Gümüş'ün uzman görüşlerine başvuran bu yapım, müdavimlerimizi belgeselin kurgu ve söylemine dair derin bir sohbete sürüklüyor. Kahvegibikahve sponsorluğunda salla-demle filtre kahvelerini yudumlayan müdavimlerimiz, bir yandan da sosyal bilimlere giriş niteliğinde bir dertleşme seansına imza atıyor. Belgeselin konusu başörtülü kadınlar mı olmalıydı? Hülya Aslan belgeselin öznesi mi yoksa nesnesi miydi? Zenginlik modernlik miydi? Hayat tarzı, oy davranışı ve muhafazakarlık arasında nasıl örtüşmeler veya fay hatları olabilirdi? Belgeselin anlatısı ile içinde konuşan kişilerin anlatıları nasıl farklılaşıyordu?Bunlar gibi pek çok sorunun cevabını aradığımız, memleket meselelerine daldığımız bu içten muhabbete sizler de buyrun ve dinledikten sonra yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!Bu bölüm Kahvegibikahve Salla-demle filtre kahveleri hakkında reklam içerir.Reklam ve işbirlikleri için: fidirokahvesi@gmail.comInstagram: @fidirokahvesiTwitter: @fidirokahvesiSupport the show
Fidiro Kahvesi bu bölümünde antropolog Ferhan Güloğlu (@dogumveantropoloji) ile Sağlık bakanlığının tartışmalı yaklaşımı ile gündem olan ‘Annecim başardık' kamu spotunu konuşuyor. Neden tetiklendik? ‘Doğal doğum' nedir? Doğum sürecinin faili, karar alanı, sorumlusu kimdir? Devlet- Hekim-ebe- anne- toplum beşgeninde neler dönüyor? Birlikte nasıl iyileşebiliriz? Tüm bunların neoliberalizmle ne alakası var? Konuşan fetüs mü bebek mi? Vajinal doğum demeyeni dövüyor muyuz? Bunlar gibi pek çok sorunun peşine düştüğümüz, kadınlığa, anneliğe dair tefekkür ettiğimiz; şahsi doğum hikayelerimizi, maruz kaldığımız doğum kültürünü paylaştığımız bu içten sohbete sizler de buyrun ve dinledikten sonra yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın! Support the show