1+1 Express
Öyle böyle bir sergi değil “Herkes Heyecanlanır Sanmıştım”. Binden fazla portre, hepsinde insanı içine çeken bir “düşünce balonu”. Nâzım Dikbaş'ın bu engin çalışmasına 16 başlık altında yakın plan yapıyoruz. Seçtiğimiz 27 portre ve kelâm yaratıcısının sesi-sözü eşliğinde huzurlarınızda. “Herkes Heyecanlanır Sanmıştım” 16 Şubat'a kadar Kıraathane – İstanbul Edebiyat Evi'nde…
Kerem Eksen ve Emre Ayvaz, Gustave Flaubert'den Mektuplar'ın son bölümünün ikinci kısmında yazarın 1880'deki ani ölümü, kendisini “Flaubert'in hiç olmamış oğlu” olarak gören Kafka'nın Duygusal Eğitim'e düşkünlüğünden, Julian Barnes'dan, Jean-Paul Sartre'ın bitiremediği dev Flaubert kitabından ve bu büyük, bitip tükenmeyen yazar üzerine bugün –Türkiye'de– düşünmenin anlamından söz ediyorlar.
Aralık 1875: Flaubert bir yandan hayatının son yılları boyunca kendisini meşgul edecek son romanı “Bouvard ve Pécuchet” üzerinde çalışırken, bir yandan da başta bir önceki kuşağın ünlü yazarı George Sand olmak üzere dostlarıyla yazışmayı sürdürmektedir. Olgunluk dönemlerini yaşamakta olan Flaubert ve Sand, Flaubert'den Mektuplar'ın bu son bölümünün odağında yer alan yazışmalarında, roman sanatının amacına ve okurla kurulan ilişkinin doğasına dair ayrıntılı bir muhasebeye ve tartışmaya girişirler. Kerem Eksen ve Emre Ayvaz, Flaubert hakkındaki podcast serisinin son bölümünün ilk kısmında Flaubert-Sand dostluğundan, iki yazarın yoldaşlığından, anlaşmazlıklarından ve dünya ve sanat anlayışları arasındaki farklardan söz ediyorlar.
Emre Ayvaz ve Kerem Eksen, Flaubert'in Turgenyev'e mektubundan hareketle hazırladıkları programın ikinci kısmında Flaubert'in içinde uyandığını söylediği “vatan” duygusunu kurcalıyor, arkadaşlığı, savaşı, cesareti ve aptallığı, Robert Frost, Edward Thomas, Vladimir Nabokov, Milan Kundera ve John Berger gibi yazarlara uğrayarak, 20. yüzyılın ilk yarısının daha da büyük felaketleri ışığında anlamaya çalışıyorlar.
Kasım 1872: Fransa-Prusya Savaşı sona ermiş, Paris'in Prusya ordusu tarafından kuşatılmasının hemen ardından başlayan Paris Komünü Fransız ordusu tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış, Victor Hugo'nun “felaket senesi” dediği 1871 Fransa'yı altüst ederek geride kalmış, bu arada Flaubert büyük romanı Duygusal Eğitim'i yazıp yayımlamıştır. Savaşla ara verdiği inzivasına geri dönen Flaubert için artık tek teselli, aralarında Ivan Turgenyev ve George Sand'in de bulunduğu birkaç yakın dostu ve bitiremeyeceği son romanı Bouvard ve Pécuchet ile ilgili hayalleridir. Emre Ayvaz ve Kerem Eksen, Gustave Flaubert'den Mektuplar'ın iki kısımdan oluşan bu bölümünün ilk kısmında, hayatının son on yıllık dönemecine bütün bu tarihsel, toplumsal ve bireysel çalkantılarla giren Flaubert'e eşlik ediyor, yazarın Turgenyev'le dostluğundan, en önemli romanı Duygusal Eğitim'den ve Fransa-Prusya Savaşı'ndan söz ediyorlar.
Kasım 1850: Yirmi yedi yaşındaki Gustave Flaubert, Madame Bovary'yi yazmaya başlamadan önce, dostu Maxime Du Camp ile beraber bir buçuk yıl sürecek bir Doğu seyahatine çıkmış, seyahatin son aylarında da İstanbul'a gelmiştir. Yedi ayı Mısır'da geçen bu uzun seyahat boyunca “bambaşka” bir dünyayla karşılaşmanın heyecanı ve insani deneyimin çeşitliliği karşısında şaşkınlıkla dolup taşan Flaubert, bir taraftan kumlara gömülü piramitlere, binlerce yıllık abidelere ve başka insan yüzlerine bakarken, bir taraftan da dönüşte yazmaya koyulacağı kitapların hayallerini kurmaktadır. Emre Ayvaz ve Kerem Eksen, Gustave Flaubert'den Mektuplar'ın bu bölümünde “seyyah” Flaubert'e İskenderiye'den Mısır'a, Lübnan'dan İstanbul'a uzanan yolculuğunda eşlik ederek Batılı bir yazarın 19. yüzyıl ortasında Doğu'yla yaşadığı sarsıcı karşılaşmayı ele alıyorlar. Genç Flaubert'in Napolyon'un Doğu seferiyle Batı sömürgeciliğinin başlangıcı arasındaki kritik bir ana denk düşen seyahatini, Edward Said'in çığır açıcı Şarkiyatçılık'ını, İngiliz Romantik şiirini ve 20. yüzyıl boyunca üzerine bol bol düşünülecek “başkalık” kavramını akılda tutarak takip ediyorlar.
Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk perdesinde umulan sürprizin eşiğinden dönüldü ve sonuç hüsran oldu: İkinci tur ırkçı aşırı sağ ile otoriterliği her geçen gün artan ultraliberalizm arasında oynanacak. Oyların yüzde 22'siyle bu ikilinin hemen arkasında gelen, liberal merkez solla göbek bağını koparmış Jean-Luc Mélenchon'un temsil ettiği sol hareket Fransa'nın üçüncü siyaset odağı oldu. Peki bu nasıl bir sol? Özellikle gençler arasında net şekilde birinci gelen bu dinamik nelere gebe? Emmanuel Macron ve Marine Le Pen arasında geçecek ikinci tur öncesi tartışmalar, yorumlar ve genel hava nasıl? Fransa toplumunu nasıl bir beş yıl bekliyor? Fransa seçimleri podcast serimizin ikinci bölümünde Alican Tayla, Tuğçe Oklay ve Jalal Haddad'ı dinliyoruz.
Fransa “kırk katır mı, kırk satır mı”nın eşiğinde. 10 Nisan'da, Boyun Eğmeyen Fransa'nın sosyalist adayı, Müşterek Gelecek programının mimarı Jean-Luc Melenchon ikinci tura kalamazsa, başkanlık yarışı eli sopalı neoliberal Macron ile alenen faşist Marine Le Pen arasında geçecek. Paris'e bağlanıyor, Alican Tayla, Jalal Haddad ve Tuğçe Oklay'la Fransa seçimlerini mercek altına alıyoruz.
Dünyada ve Türkiye'de 20. yüzyılın ekonomik ve toplumsal krizlerini, bu krizlerin yapısal özelliklerini ve günümüze etkilerini masaya yatırdığımız dizimizin son bölümündeyiz. 10. bölümün odağında 2018'den itibaren ekonomi yönetiminin tercihleri ve çelişkileri, zamanımızın süreklileşen krizi ve yakın gelecekte Türkiye'yi bekleyen ihtimaller var.
Mart 1857: “Madame Bovary” yayınlanmış, hakkında açılan “ahlâka aykırılık” davasının da etkisiyle ilgi odağı olmuş, böylelikle Flaubert'e daha “kamusal” bir hayatın ve edebi şöhretin yolu açılmıştır. Taşra asilzadesi yazar Matmazel Leroyer de Chantepie'nin Flaubert'e yazdığı hayranlık dolu mektupla başlayan arkadaşlık, Flaubert'e bir kere daha Emma Bovary'nin hikâyesinde ne yapmaya çalıştığına dair geriye dönük bir çözümleme yapma fırsatı verecek, özellikle de bu mektupta dile getirdiği meşhur “Tanrı-anlatıcı” ilkesini ortaya koymasına vesile olacaktır. Bu mektubun izinde yazarın metindeki konumunu göstermeye, gizlemeye ve gizlerken görünür kılmaya yönelik romansal stratejilere, meşhur Flaubertci “gayrişahsilik” ilkesine, bunun “gerçekçilik”le ilişkisine uzanıyoruz, Flaubert “mektebi”nin Osmanlı ve Türkiye romanı, özellikle de Halid Ziya üzerindeki etkisini Kerem Eksen ve Emre Ayvaz'dan dinliyoruz.
Küresel göçle Afgan göçmenler küresel dışlanmanın da timsali haline geldi. Savaşla ülkeleri harap olan insanlar evlerini barklarını nasıl terk eder, dünya üzerinde nasıl yeni yer yurt edinir? "Homo itinerans: Afganların gezegeni" (“Homo itinerans: La planète des Afghans”) kitabının yazarı kültürel antropolog Alessandro Monsutti temelde bu sorunun peşinde, yirmi yıldır Afganların göçünü izliyor. “Homo itinerans"ı Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi ve GAR / Göç Araştırmaları Derneği kurucularından Didem Danış anlatıyor.
Farklı coğrafyalarda eksik beslenme, açlık tehlikesi ortaya çıkıyor, obezlik yaygınlaşıyor. İklim krizi ve endüstriyel tarımın sonuçları iç içe geçiyor, gıda hakkı tehlikeye giriyor. Devletler çözüm olmayan “önlemler” alırken önümüzdeki seçenekler neler? 2014-20 arasında BM Gıda Hakkı Özel Raportörlüğü yapan Hilal Elver'e kulak vermeye devam ediyoruz.
Dünyada gereğinden daha fazla gıda üretilmesine rağmen üç milyar insan sağlıklı beslenemiyor. 2008 krizi sonrası büyük sermayenin gıdaya yönelişi gıda ürünlerinde spekülasyonu, toprak gaspını, göçü tetikliyor. Gıda hakkı ve güvenliği konusundaki vahim tabloyu 2014-2020 arasında BM Gıda Hakkı Özel Raportörlüğü yapan hukukçu Hilal Elver'den dinliyoruz.
İstanbul Sözleşmesi olmadan geçen bir yıl, 20. Feminist Gece Yürüyüşü'nün ardında bıraktığı polis şiddeti, 6. Yargı Paketi'yle birlikte nafaka hakkının hedef tahtasına konmasıyla yakın gelecekte kadınları bekleyen tehlikeler… 8 Mart Özel podcast serimizin beşincisinde konuğumuz Mor Çatı gönüllüsü, Çatlak Zemin yazarı feminist avukat Deniz Bayram.
8 Mart Özel podcast serimizin dördüncü bölümünde, Rita Mae Brown'ın “Yakut Orman” romanıyla yayın hayatına başlayan feminist-kuir yayınevi Umami Kitap'tan Seçil Epik'i ağırlıyoruz. Edebiyatın, kurmaca metinlerin gücü feminist-kuir mücadelenin genişlemesinde nasıl imkânlar sağlıyor? Kadınların, kuirlerin yayın dünyasındaki izi bu sesi nasıl çoğaltıyor? Seçil Epik'le 20. Feminist Gece Yürüyüşü'nden izlenimlerini, Umami Kitap'ın hikâyesini, Türkçe edebiyatın kadın ve kuir yansımalarını konuştuk.
İşçi direnişlerinde megafon artık daha sık kadınların elinde. Sendikal mücadelede karşılarına çıkan erkek engeliyle de uğraşan kadın işçilerin ekonomik şiddetin can yaktığı bugünlerde işyerlerindeki sorunları, acil talepleri neler? 8 Mart özel podcast serimizin üçüncüsünde, sanayi merkezi Gebze'de 13 yaşından beri çalışmadığı iş kolu kalmamış, Kadın İşçi muhabiri Bahar Gök'ü dinliyoruz...
8 Mart ruhu Diyarbakır sokaklarında nasıl yaşanıyor, kentte nasıl bir hava esiyor? Kürt kadınların gündeminde neler var? Cezaevlerindeki yüzlerce kadın siyasetçinin özgürlüklerinden yoksun olması dışarıdaki kadınları nasıl etkiliyor? 8 Mart serimizin ikincisinde, kadınların itirazlarını podcast mecrasında da dile getirebilmeleri için bir yıl önce yola çıkan Radyo Jin'in ve 24. sayısını çıkaran Jineoloji kadın dergisinin yayın kurulu üyesi, avukat Ruşen Seydaoğlu'na kulak veriyoruz…
8 Mart serimizin ilkinde, Feminist Gece Yürüyüşü'nün 20. yılında, uzun zaman Petrol-İş'in Kadın dergisinde çalışan, birçok sendika için yayınlar üretmiş, son bir buçuk yıldır Kadın İşçi sitesiyle feminist hak haberciliği yapan gazeteci Necla Akgökçe'yi ağırlıyoruz. Sendikalarda feminist mücadele nasıl gelişti, Novamed, Flormar, Alpin Çorap gibi direnişler feminist ruhla nasıl buluştu, Mor Listeler sendikalara hâkim olan erkek hegemonyasında nasıl bir kırılma yaratıyor? Feminist ve işçi kadınları buluşturan ortak dilin imkânlarını Necla Akgökçe'den dinliyoruz.
Devrim ihtimalinin ortadan kalktığı bir dünyada zincirlerinden boşalmış bir kapitalist taarruzun gezegen üstündeki yaşamı hızla ortadan kaldırması kuvvetle muhtemel. O yüzden, gelecek tahayyülümüzdeki erozyonu telafi etmekle mesulüz. 20. yüzyılın üç büyük devrimci dalgası geçmişte kalsa, sosyalizmin itibarı hâk ile yeksan olsa da, 1989'dan bu yana dünyanın dört bir yanında büyük kalkışmalar ve direnişler yaşanıyor. İşte tam da bu “harabe” döneme odaklanan, “işçi sınıfının direniş altyapısının çözüldüğü” 1989 sonrası dönemde gerçekleşen büyük mücadelelerin engin bir kartografyasını çıkararak müstakbel kalkışmalara ışık tutan derleme kitap Neoliberal Çağda Devrim Provaları'nı (Haymarket, 2019) Foti Benlisoy'dan dinliyoruz.
Nisan 1852: Gustave Flaubert çalışma odasında birbirinin aynı günler geçirmekte, büyük yılgınlıklarla coşku patlamaları arasında gidip gelerek Madame Bovary'nin cümlelerini evirip çevirmektedir. Gustave Flaubert'den Mektuplar'ın bu bölümünün çıkış noktasını oluşturan mektubunda “Croisset'nin münzevisi” –yine, her zamanki gibi– yazının çektirdiği eziyetleri sayıp dökmekle kalmıyor, “kalabalıklar”dan ayrı yaşamanın bir yazar için neden sadece bir kişisel tercih değil, aynı zamanda bir tür vazife olduğunu anlatıyor. Kerem Eksen ve Emre Ayvaz, “Flaubert mirası”nın önemli bir unsuru olan bu yalnız-çalışkan-sabırlı yazar idealinden, bu idealin duygusal ve sınıfsal koşullarından, hızlı yazan yazarlarla yavaş yazan yazarlardan, Joseph Roth ve Stefan Zweig'dan, Yakup Kadri'nin içinde kalmış ukdeden ve sanatçı Cindy Sherman'ın Emma Bovary'nin çaresizliğine beklenmedik bir 20. yüzyıl ışığı düşüren fotoğraflarından söz ediyorlar.
Özel hayatın uykuda bile yasak olduğu bir dönemde, Nazi Almanya'sında Yahudi gazeteci Charlotte Beradt gerek holokost literatürü, gerekse yazın türleri açısından çığır açan bir uğraşa girişti. Sütçü, doktor, kuaför, komşu, çevresindeki sıradan insanların, faşizm sultası altında gördükleri, kolektif bellekten süzülüp gelen rüyalarını kayıt altına aldı. Evinde, kitapların arasında sakladığı rüyalarda yakalanma korkusuyla Hitler'i “Hans Amca”, Nasyonal Sosyalist Parti'yi “aile” diye kodladı. Rüyaları Hannah Arendt'in desteğiyle 1966'da “Rüyaların Üçüncü Reich'ı –Bir Ulusun Kâbusları” adıyla kitaplaştırdı. Beradt kitapta uykunun nasıl kamusal hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunu, rüyaların faşizm tarafından dikte edilişini yetkinlikle gözler önüne serdi. Beradt'ın ve bu eşsiz kitabının hikâyesini “Askerlik Rüyası”, “Balkon ve Bizim Rüyalar” belgesellerinin yönetmeni Aylin Kuryel'den dinliyoruz.
Temmuz 1852: Gustave Flaubert Madame Bovary'de ilerlemekte, Louise Colet'ye mektuplarında bir yandan zihninde parıldayan o düzyazı idealini, bir yandan da bu ideali hayata geçirirken karşılaştığı büyük güçlükleri dile getirmektedir. Bu programın çıkış noktasını oluşturan mektupta, ideallerle gerçekler arasındaki bu uçuruma dair önemli ipuçları buluyoruz: Flaubert düzyazıya şiirin itibarını kazandırmak istiyor, ama bu büyük dönüşümü şiirdekine benzer bir düzyazı geleneğinin yokluğunda, neredeyse tek başına gerçekleştirmesi gerektiğini görüyor. Emre Ayvaz ve Kerem Eksen, Gustave Flaubert'den Mektuplar'ın üçüncü bölümünde Flaubert'in bu meşakkatli projesinden, tek tek cümlelerle kitabın bütünlüğü arasındaki gerilimden, gücünü olaydan değil üsluptan alan romandan, sinemadan, James Joyce'tan ve Çehov'dan bahsediyorlar.
2008 küresel krizi, AB'ye tam üyelik perspektifinden uzaklaşma, sermaye kaçışı, bireysel borçlanmalarda artış, esnekleşen emek ve işçi sınıfının siyasal alandan tasfiyesi, sanayisizleşme, sendikasızlaşma, özelleştirme, referandumlar, Suriye krizi, Gezi, 2015 genel seçimleri, yoğunlaşan iktidar mücadeleleri ve darbe girişimi, yeni iktidar blokunun konsolidasyonu… Bugünlere nasıl geldik, AKP rejimi nereden nereye dönüştü, hangi yapısal özelliklerini sürdürdü? Ümit Akçay ve Galip Yalman, “Kriz Üzerine” serisinin dokuzuncu bölümünde 2008-2018 dönemecinin röntgenini çekiyor…
Ocak 1852: Otuz yaşındaki Gustave Flaubert, o güne kadar yazmış olduğu, ancak pek memnun kalmadığı için yayınlatmadığı üç metni bir kenara koymuş, yazarlık hayatının dönüm noktasını oluşturacak “Madame Bovary”yi yazmaya girişmiştir. İlginç ve sonraki kuşaklar açısından heyecan verici olan şeyse, nasıl bir dönüm noktasında olduğunu az çok sezmesi ve bu sezgisini dile dökmeye, böylelikle ufukta beliren yeni edebiyat idealini tasvir etmeye çalışmasıdır. “Flaubert'den Mektuplar” podcast dizisinin bu bölümünde Kerem Eksen ve Emre Ayvaz, yazarın sevgilisi Louise Colet'ye yazdığı mektuplardan birini merkeze alarak “Madame Bovary” yazarının içindeki iki farklı eğilimden, Colet'yle ilişkisinden ve 20. yüzyılda birçok yazarı –bilerek ya da bilmeyerek– takipçisi haline getirecek o “hiçbir şey üzerine bir kitap” yazma arzusundan bahsediyorlar.
Dijital Neşriyat'ta yeni durağımız romancı ve denemeci Geoff Dyer. Ama roman ve deneme Dyer'ı tanımlamak için yetersiz. Dyer edebiyat türlerine meydan okumasıyla nam salmış, ciddiyetle mizah yapan “entelektüel bir göçebe.” Bir yandan belli bir tür ya da konuda uzmanlaşmanın konforuna isyan ederken, diğer yandan kendi deyişiyle dört zaafının toplamından, yani hikâye yaratmadaki başarısızlığı, kütüphanelerden sıkılması, kronik tembelliği ve aşırı sabırsızlığıdan türler ötesi bir üslup çıkarmayı başarmış. Otobiyografi, röportaj, seyahat notları, deneme, sanat eleştirisi, kurgu ve araştırma türlerini harmanlayan Dyer okuyucularını caz tarihinden savaş anıtlarına, Tarkovsky filmlerinden D.H Lawrence'ın hayatına uzanan çeşitlilikteki konularda gezintiye davet ediyor. John Berger, Sebald ve Teju Cole gibi yazarlarla dirsek temasındaki Dyer'ın sınırları silikleştiren melez edebiyatını Kerem Eksen'den dinliyoruz.
2021'de iki yüz yaşına basan Gustave Flaubert, birçok okur için “ölmeden önce mutlaka okunması gereken” “Madame Bovary”nin gerçekçi, soğukkanlı ve “görünmez” yazarı. Oysa Flaubert'in külliyatına, özellikle de mektuplarında ifade bulan “poetika”sına yakından baktığımızda, önümüzde 20. yüzyıla ve ötesine uzanan yollar ve patikalar belirdiğini görüyoruz. Flaubert sadece “klasikleşmiş” bir yazar değil, hem Proust'tan Hemingway'e, Halid Ziya'dan Kafka'ya, Nabokov'dan Nahid Sırrı Örik'e kuşaklarca yazarı farklı şekillerde derinden etkilemiş, hem de bugün “doğal”, hatta neredeyse “zamansız” olduğunu düşündüğümüz bir “gerçekçilik” anlayışının roman sanatına hâkim olmasına zemin hazırlamış bir öncü. Kerem Eksen ve Emre Ayvaz, bu podcast dizisinde, Flaubert'in belki romanlarından bile ilginç olan, ancak Türkçede henüz hak ettiği ilgiyi ve çeviri emeğini görmemiş mektuplarını odağa alıyor, onları sadece vakt-i zamanındaki muhataplara değil, aynı zamanda biz gelecekteki okurlara yazılmış metinler olarak yorumluyor, Flaubert'i dünde ve bugünde konumlandırmaya çalışıyorlar.
90'larda dünya ticaret sisteminde neler değişti, Türkiye tarihinin dönüm noktalarından 2001 krizi hangi önemli dönüşümlere yol açtı, AKP'yi doğuran koşullar nasıl şekillendi, AKP'nin ilk yılları nasıl bir iktisadi-toplumsal zeminin üzerinde yükseldi, “Milli Görüş gömleği”ni çıkaran kadrolar nasıl bir emek rejimi yarattı? Ümit Akçay ve Galip Yalman'ın hazırladığı “Kriz Üzerine” serisinin sekizinci bölümü 1998'den 2008'e uzanan zaman dilimine odaklanıyor.
Ulusal idealin sunduğu “iyi hayat” fantezisi neoliberal zamanlarda ne ifade ediyor? Ayrıcalıklı olanın da, ezilenin de ilişki kurduğu, ikisini de anlam kaybına uğratan ve mutsuz kılan toplumsal ilişkiler ve arzular hangi duygu biçimleriyle kuruluyor ve sürdürülüyor? Beklentilerimiz ve hayallerimiz nasıl oluşuyor ve işliyor, neoliberal otoriter siyasetler dünyayla ilişkimizdeki ortak çelişkilerden nasıl besleniyor? Vazgeçemediğimiz, yaşamak için bağımlılık geliştirdiğimiz iyimserlik ve umut düzenin devamını nasıl sağlıyor, bu açmaz hangi dönüştürücü ihtimalleri barındırıyor? Dijital Neşriyat serimizin ikincisinde tarihçi, akademisyen Suna Kafadar, yıllarca politik duygulanım kuramları üzerine çalışan, 28 Haziran'da yitirdiğimiz Lauren Berlant'ın “Zalim İyimserlik” kitabını ve kavramını ele alıyor.
İklim kriziyle mücadelede devlet kurumu bizzat bir savaş alanı. Onu dönüştürmeden iklim krizyile baş etmek, dahası küçülmeyi tahayyül etmek mümkün mü? Eşitsizliklerin üzerini büyüme tülüyle örten bir mekanizma olan devlet çevresel toplumsal adaleti tesis eden bir aygıta nasıl dönüştürülebilir? New York Times gibi ana akım mecraların “küçülme” kavramını kapağına taşıdığı, Çin'in “ortak refah” sloganıyla büyümenin dinamiklerini sorguladığı günümüzde bu can alıcı soruyu kurcalamanın tam zamanı. “Küçülme” serimizin beşincisinde Bengi Akbulut ve Ethemcan Turhan küçülme sürecindeki devletin muhtemel yapısını Gramsci'nin “hegemonya”, E.O. Wright'ın “sistemik dönüşümler” ve Andreas Malm'ın “ekolojik Leninizm” kavramları etrafında tartışıyor.
Geçmişte binlerce yıla yayılan iklim değişikliklerinde hayatta kalmayı başarmış orman ekosistemlerinin içinden geçtiğimiz hızlı ısınma tablosu karşısındaki durumunu, ormancılık faaliyetlerinin karbon ayak izimizdeki payını, ormanların geleceğini İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay'dan dinliyoruz... Söyleşi: Saner Şen
Geçmişte binlerce yıla yayılan iklim değişikliklerinde hayatta kalmayı başarmış orman ekosistemlerinin içinden geçtiğimiz hızlı ısınma tablosu karşısındaki durumunu, ormancılık faaliyetlerinin karbon ayak izimizdeki payını, ormanların geleceğini İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay'dan dinliyoruz... Söyleşi: Saner Şen
Şaka değil, küresel ısınmayı bir buçuk derece ile sınırlamak istiyorsak sera gazı salınımını 2030 yılına kadar yarıya düşürmek, 2050'de ise sıfıra indirmek zorundayız. Peki bu radikal dönüşümün olası rotaları neler, nasıl adilane bir şekilde hayata geçirilebilir? Post-kapitalist bir iyi yaşam tahayyülünün çerçevesini neden enternasyonalist, Küresel Güney temelli bir Marksizm çizmek zorunda? Jason Hickel'ın “Daha Az Daha Çoktur: Küçülme Dünyayı Nasıl Kurtaracak” (Windmill, 2020) ve Max Ajl'in “Halkların Yeşil Yeni Düzeni” (Pluto, 2021) kitaplarındaki öneri ve tespitlerini dikkatinize sunuyor, Dijital Neşriyat podcast serimizin ilkinde Ethemcan Turhan'a kulak veriyoruz.
Tropikleşen Türkiye, yaz kuraklıkları, artan orman yangınları... Bunlarla beraber bizi bekleyen tarımsal, ekolojik, sosyal, kültürel ve ekonomik sorunlar... Hükümetlerarası görüşmeler ve iklim diplomasisi başarısız oldu. Önümüzde son bir şans var, o da Kasım ayındaki Glasgow toplantısı. İklimbilimci Prof. Dr. Murat Türkeş'i dinlemeye devam ediyoruz.
1989'da yürürlüğe giren 32 no'lu kararname Türkiye ekonomisi için neyin habercisiydi? 1994 krizini hazırlayan ortam nasıl oluştu? Sermaye hareketlerinin tetiklediği ‘94 krizini ortaya çıkaran toplumsal değişimler neydi? İktisatçı Ümit Akçay ve siyaset bilimci Galip Yalman, on yılda 11 koalisyon hükümeti kurulan dönemi, 1994, 28 Şubat 1997 ve 1998 krizlerinin arka planını podcast serimizin yedincisinde masaya yatırıyor.
Yerkürenin ısı dengesini bozan dinamik somut olarak nasıl işliyor, nasıl etkiler yaratıyor? Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu üyesi iklimbilimci Prof. Dr. Murat Türkeş'i dinliyoruz.
Küçülme somut pratiklerle nasıl hayata geçirilebilir? Neyi hangi ölçekte, hangi fail aracılığıyla, nasıl sınırlayabiliriz? Emek süreçlerinde, kamusal finans alanında, enerji ve madde tüketiminde hangi uygulamalar küçülmenin, dolayısıyla iyi bir yaşamın kapısını aralar? Ve tüm bunlar neden kaçınılmaz olarak enternasyonalist bir yaklaşım gerektirir? André Gorz'un deyişiyle küçülmenin devrimci siyasetine yol açacak “reformist olmayan reformları” küçülme podcast serimizin dördüncüsünde Bengi Akbulut ve Ethemcan Turan'la mercek altına alıyoruz.
İktisatçı Ümit Akçay ve siyaset bilimci Galip Yalman'la “Kriz Üzerine” podcast serimizin altıncı bölümünde rotayı dünya genelinden Türkiye'ye çeviriyoruz ve güncel krizin yakın tarihteki kökenlerini mercek altına alıyoruz. Ekonomik ve siyasal krizin iç içe geçtiği 1970'lere, 24 Ocak 1980 Kararları'na uzanan uzun on yıla yakın plan…
Pandeminin başından beri toplumsal esenlik için vazgeçilmez emeğin ne olduğunu ziyadesiyle idrak ediyoruz. Peki, bakım emeğini merkeze alan bir yeniden örgütlenmenin unsurları neler? Küçülme esasen niçin feminist bir hedef? Podcast serimizin üçüncü bölümünde Maria Mies, Arel Salleh, Silvia Federici, Stefania Barca'nın izinde bakım emeğini tartışıyoruz.
21. yüzyılın ilk krizi 2008'de geldi ve sonuç “daha fazla neoliberalizm” oldu. Küresel ekonomik durgunluk ve gelir dağılımı adaletsizliğinin yarattığı sorunlara siyasette sağ ve sol seçeneklerinin itibar kaybı eklendi. 2020'nin ilk aylarından itibaren dünyayı etkisi altına alan pandemiyle birlikte ekonomik krizden siyasi ve toplumsal krizlere uzanan genişlikte yaşanılan kırılmayı, değişen ya da aynı kalan yönlerin neler olduğunu iktisatçı Ümit Akçay ve siyaset bilimci Galip Yalman podcast serimizin beşincisinde masaya yatırıyor.
Gözetim toplumunun eşiğinde, post-kapitalist tartışmalar içinde Temel Gelir nereye oturuyor? Shoshana Zuboff'un davranışsal artık değer kuramından Peter Frase'in dört gelecek tahayyülüne, Marx'ın Makineler Üzerine Fragman'ından emek değer kuramının aşınmasına, mini-podcast serimizin sonuncusunda Haluk Levent'e kulak veriyoruz.
Gerek sol, gerek sağ ekomodernistler ekosistem ve ekonomi arasındaki ilişkiyi nasıl tahayyül ediyor? Tekno-optimistlerin teknoloji yoluyla iktisadi faaliyetin çevreye verdiği zararı ayrıştırma hayali, döngüsel ekonomi mantrası ne ölçüde gerçek, sayıların dili ne anlatıyor? Bengi Akbulut ve Ethemcan Turhan ile hazırladığımız altı bölümlük podcast serimizin ikincisinde, Türkiye sermaye çevrelerinin geç de olsa yeşil büyüme vagonuna atlamaya çalıştığı, 16 Temmuz'da Yeşil Mutabakat Eylem Planı'nın Resmî Gazete'de yayınladığı şu günlerde yeşil büyümeyi mercek altına alıyoruz.
Evrensel Temel Gelir emek, üretim ve yeniden üretim süreçlerini nasıl etkiler, sınıf mücadelesine ne gibi katkılar sağlar? İktisatçı Haluk Levent'le mini-podcast serimizin ikincisinde Bazıları Sıcak Sever filminden István Mészáros'un sosyalizme geçiş kuramına uzanan anekdot ve alıntılarla ETG'yi konuşmaya devam ediyoruz.
İktisatçı Ümit Akçay ve siyaset bilimci Galip Yalman'la podcast serimizin dördüncü bölümünde 2008 krizinin nedenlerini mercek altına alıyor, kriz yönetim stratejilerinin ABD ekonomisi, Avro bölgesi ve geç kapitalistleşen ülkelerdeki yansımalarının izini sürüyoruz.
Zamanı çoktan gelip çatmış bir fikir ekonomi kuramlarının üzerinde bir hayalet gibi dolaşıyor. Aynı Türkiye Temel Gelir Güvencesi Yaşatır Platformu gibi, birçok coğrafyada, birçok ülkede yüzlerce düşünce kuruluşu ve toplumsal hareket bugün “Evrensel Temel Gelir”i savunuyor. Peki bu ilke neye dayanıyor, nerelere uzanıyor? İktisatçı Haluk Levent ile mini-podcast serimizin ilkinde ETG'nin kavramsal çerçevesini, can yakan ekonomik krizlerin, özellikle de pandeminin gölgesinde neden toplumsal bir gereklilik olduğunu, sol fikriyattan bu öneriye karşı dile getirilen argümanları ve eleştirileri ele alıyoruz. Söyleşi: Ulus Atayurt
“Büyüme” kavramı 20. yüzyılda icat edildi ve gitgide sorgulanamaz hale getirildi. Toplum ve iklim krizlerini olanca yakıcılığıyla hissettiğimiz şu günlerde otopsi masasına yatırılması şart. Alet çantamızda yarım yüzyıldır farklı felsefi akım ve toplumsal hareketlerden beslenen verimli bir kavram var: “Küçülme”. Concordia Üniversitesi Coğrafya Bölümü'nden Bengi Akbulut ve Groningen Üniversitesi Mekânsal Planlama ve Çevre Bölümü'nden Ethemcan Turhan ile hazırladığımız altı bölümlük podcast serisinde bu perspektife odaklanıyoruz: İlk bölümde kavramın tarihsel köklerine, güncel ufkuna ve imkânlarına bakıyoruz…
İktisatçı Ümit Akçay ve siyaset bilimci Galip Yalman'la podcast serimizin üçüncü bölümünde neoliberalizmin doğuşuna uzanıyoruz. Sermayeye sınırsız hükümranlık veren bu ekonomi-politik düzen nasıl kuruldu? Neoliberalizmin inşasında merkez solun payı, hatası var mı? Akçay ve Yalman bizi farklı coğrafyalarda dolaştırarak 1970'lerden 2000'lere getiriyor.
Marmara Denizi'nin 1989'dan bugüne gözlerimizin önünde adım adım ölüme gidişini bilim insanı ve deniz tutkunu hidrobiyolog Levent Artüz'den dinlemeye devam ediyoruz. Peki, 1989 öncesine dönmek mümkün mü? Bugün ne yapılabilir? Sorumlulardan, yetkililerden ne talep etmeliyiz? Bizlere ne düşüyor? Söyleşimizin dördüncü ve son bölümünde Levent Artüz'e kulak veriyoruz...
Deniz kirliliği olgusu İstanbulluların hayatına ne zaman, nasıl girdi? Derin Deniz Deşarjı yöntemi nasıl bir tahribata yol açtı? Hangi siyasal tercihlerle yanlışta ısrar edildi? Marmara'da yaşayan 124 balık cinsi ne zaman, neden kayboldu? İstanbul'un denizle ve içindeki canlılarla ilişkisi nasıl değişti? Marem-Marmara Çevresel İzleme proje yürütücüsü Levent Artüz'le söyleşimizin 3. bölümü...
Söyleşimizin bu bölümünde, hidrobiyolog Levent Artüz deniz salyasının ne olduğunu, nasıl oluştuğunu, nasıl yayıldığını anlatıyor. Bundan önce, 2007'de de İstanbul'dan Çanakkale'ye uzanan bir hatta ilk defa yoğun olarak görülen müsilaj o dönem nasıl kaybolmuştu? 2007 ile 2021 arasında neler değişti? İkinci bölümde Levent Artüz'e kulak veriyoruz...
Dünyanın en genç, en bereketli, en ilginç denizlerinden Marmara taammüden öldürüldü. Birkaç aydır yoğunlaşarak, gitgide yayılarak suyun yüzeyini ve derinlerini saran müsilaj, ya da balıkçıların deyişiyle deniz salyası, ölümün ilanı oldu. Marmara Çevresel İzleme proje yürütücüsü, hidrobiyolog Levent Artüz ile Birartibir.org için yaptığımız kapsamlı söyleşinin ses kaydını dört bölüm halinde yayınlıyoruz. İlk bölümde, dünyanın en genç denizlerinden Marmara'nın jeolojik yapısını ele alıyoruz. Hem Akdeniz hem de Karadeniz'den özellikler taşıyan Marmara'nın kendine özgü zenginliğini, dünden bugüne geçirdiği evreleri Levent Artüz'den dinliyoruz...
İktisatçı Ümit Akçay ve siyaset bilimci Galip Yalman'ın "Kriz Üzerine" başlıklı sekiz bölümlük podcast dizisinin ikinci bölümü: 20. yüzyılın kapitalizminin krizleri nelerdi, doğurdukları iktisadi, siyasi ve toplumsal sonuçlar neler oldu?