POPULARITY
Categories
Muhterem Ömer Öztürk anlatıyor: “Avrupalı'nın demokrat ve insan haklarına saygılı olduğuna dair senelerdir çok büyük propaganda yapıyorlar. Avrupalı, hâkimiyet sahasına tecavüz etmediğin müddetçe demokrat görünür. Hele bir onların hâkimiyet sahasına girmeğe teşebbüs edin de o zaman görün demokrasiyi, özgürlüğü… Biz lise üçüncü sınıftayken (Galatasaray Lisesi) bir gün derste Fransız edebiyatı hocası şöyle demişti: “Biz 16. asırda Türkleri, Osmanlıları aydan gelmiş adamlar zannederdik.” Ben parmak kaldırdım.Bizim okulda böyle şeyler serbestti. Fikir münakaşası yapılırdı. Elimi kaldırınca hoşlanmadı ama ne diyeceğimi de merak ettiği için: “Buyurun” dedi. Bunun üzerine şu tarihi bilgiyi naklettim ve sordum: “Fransa kralı Fransuva, 1525'te Şarlken'e esir düşmüştü. Avrupa devletleri ne yaptılarsa onu esaretten kurtaramamışlardı. En sonunda sizin kralınız Fransuva'nın annesi ve Fransız sarayı, krallarının esaretten kurtarılması için Kanuni Sultan Süleyman'dan yardım istemişti. Peki Kral Fransuva'nın annesi oğlunun kurtarılması için nereye müracaat etmişti? “Ay”a mı müracaat etmişti, yoksa Osmanlı sultanına, İstanbul'a mı müracaat etmişti?” “Sen zaten her zaman mevzu dışına çıkarsın” dedi. “Sizinki mevzu dışı olmuyor da neden benimki mevzu dışı oluyor? Siz dediniz ki biz Osmanlı'yı uzaydan gelmiş bilirdik, ben de sizin kralınızın annesinin Osmanlı'ya müracaatını sordum.Aya mı müracaatını yapmış, yoksa İstanbul'a mı, cevabını verin bunun. Burada mevzunun dışına çıkacak bir durum yok.” dedim. “Peki, söylediğiniz anlaşıldı. Buyurun yerinize oturabilirsiniz” dedi. Dışarıdan bakıldığında modern ve demokrat görünürler; ama gerçekte bunların hepsi masal. Kendi hâkimiyet sahalarına dokununca ne demokrasi tanırlar ne de insan hakları!”(Misvâk Neşriyat, Ömer Öztürk'ün Hayatı ve Hatıraları)
Yirmibir Bitcoin Podcast'inin "Bitcoin ve İslam" serisinin bu bölümünde, küresel Riba sorununa karşı Müslümanların altın standardını yeniden canlandırma girişimlerini ve neden başarısız olduklarını ele alıyoruz.Bu bölümde, önde gelen İskoç Müslüman alim Şeyh Abdulkadir es-Sufi tarafından kurulan Murabitun hareketi inceleniyor. Es-Sufi, modern finans sisteminin temelinde Riba'nın yattığını ve Osmanlı İmparatorluğu'nun bile faizli borçlar nedeniyle çöktüğünü savundu. Hareket, halifeliği yeniden kurmak ve altın dinar ile gümüş dirhemi kullanarak faizsiz bir sistem oluşturmak için Zekat'ın altın ve gümüşle ödenmesini temel aldı. Malezya'nın Kelantan eyaletinde ve E-Dinar elektronik sisteminde kısmi başarılar elde edilse de, Şeyh Abdulkadir es-Sufi'nin 2014'te bu hareketten kamuoyu önünde feragat etmesi bir dönüm noktası oldu. Es-Sufi, altın standardının modern dünyada mevcut itibari para sistemiyle etkileşime girmeden çalışamayacağını ve altın değerinin Batı standartlarınca belirlendiği sürece bağımsızlığın mümkün olmadığını anladı.Ayrıca, Muammer Kaddafi'nin Afrika'yı tek bir altın destekli para birimi altında birleştirme planlarını ve Libya'nın yüklü altın rezervlerini ele alıyoruz. Bu iddialı proje, 2011 NATO müdahalesiyle akamete uğradı ve merkeziyetçi ulus-devlet yapılarının dış müdahalelere ne kadar açık olduğunu gösterdi. Son olarak, terör örgütü DEAŞ'ın (ISIS) altın dinarı yeniden çıkarma çabaları inceleniyor. DEAŞ, altın parayı zorunlu kılsa da, kendisi bile finansal olarak hala dolara bağımlıydı ve halk da itibari parayı tercih etti.Kaynaklar, bu Müslüman temelli altın standardı girişimlerinin, altının bölünemezliği, taşınabilirliği gibi doğal sınırlamaları ve anında takas edilememesi nedeniyle başarısız olduğunu belirtiyor. Bu fiziksel sınırlamalar, işlemleri yönetmek için merkezi kurumların gerekliliğini doğurur, bu da onları hükümet müdahalesine karşı savunmasız kılar. Tüm bu girişimler, küresel Riba temelli finans sisteminin egemenliğini kırmada başarılı olamamıştır. Bu durum, Riba sorunuyla mücadele için eski teknolojilere bağlı kalmak yerine, yeni ve yaratıcı yaklaşımlar geliştirmenin önemini vurgulamaktadır.Kaynak
Osmanlı mutfağının 19. yüzyılda yaşadığı değişimler...
Osmanlı mutfağının 19. yüzyılda yaşadığı değişimler...
Sayıları bir hayli kabarık olan Osmanlıca sözlüklerin bazıları, onları hazırlayanların isimlerini taşımaktadır. “Lügat-i Naci”yi “Lügat-i Halimi”yi “Lügat-i Cûdi”yi buna bir örnek olmak üzere zikredebiliriz. Aynı listeye girmesi gereken diğer bir Osmanlıca sözlük daha vardır ki, o da “Lügat-i Remzi” diye bilinmektedir.
#KöşedekiKitapçı'da bugün
Türkiye siyaseti, özellikle de AK Parti'nin son 25 yıldır ortaya koyduğu birikim, aslında dünya siyaseti için de çok önemli bir laboratuvara dönüşmüştür. Osmanlı'nın son döneminde olduğu gibi, bugünkü Türkiye'de de bazı entelektüeller İbn Haldun'un devletlerin doğuşu, büyümesi ve sonlanmasıyla ilgili yaklaşımını hatırlatan kanaatlere sahiptir.
İstanbul, Osmanlı'nın ruhudur. Tarihî Yarımada da İstanbul'un ruhu. İstanbul üstüne düşünmüyoruz hiç. MTO Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizov kardeşimiz İstanbul üzerine derin düşünen birkaç yazı kaleme aldı. Bu yazılardan ilkini paylaşıyorum sizlerle. Leziz ve nefis bir yazı bu.
Türkiye, bin yılın ötesine uzanan bir millet olma iradesinin en son halkası. Bu irade, tarih sahnesine çıktığı günden beri yalnızca savaş meydanlarında değil; medeniyet inşasında, adalet dağıtımında ve ortak yaşam kültürünün yoğrulmasında da kendini göstermiştir. Selçuklu otağının gölgesinden yükselen devlet aklı, Osmanlı payitahtının mermer koridorlarında şekillenen hukuk anlayışı, Sakarya'nın cephesinde toprağa düşen canların fedakârlığı ve 15 Temmuz gecesi darbe tanklarının önünde duran çıplak ellerin cesareti… Tüm bunlar, aynı zincirin farklı halkaları aslında. Ve o zincirin en sağlam, en kapsayıcı halkası bin yılın ötesinden bugüne taşınan Türklük mührüdür.
Abdulhamid Han'ın tahttan indirilmesiyle başlayan süreçte, Osmanlı Devleti içeriden ve dışarıdan büyük darbelerle yıkılmış, 24 milyon km²'den sonra, 780 bin km²'lik bir alana sıkışmış memleketimizde İslâmî müesseseler de büyük ölçüde ortadan kaldırılmış, böylece dîni hayat ve dîni tedrîsat güçlü bir tırpan yemiştir. Tabii ki her şey Allâh Azimüşşân'ın takdiri ve müsaadesiyle gerçekleşmiştir. Cenâb-ı Hâkk: “İdareleri halk arasında belli zamanlara tâyin ettik” buyurmuştur. İnsanların camiye gitmekten korktuğu zamanlardan geçilmiş, Demokrat Parti döneminde ve sonrasında biraz rahatlama olduysa da müslümanlar için sıkıntılı şartlar ve özellikle dîni tebliğ vazifesini üstlenen kişiler için zorluklar devam etmiştir. Her şeye rağmen kalplerdeki îman sökülememiş, müslümanların sayısı azalmamış, aksine artmıştır. Sâmi (k.s.) Efendi Hazretleri 19. yüzyılın sonlarında doğmuş, yaratılıştan gelen hususiyetleri ve bağlı bulunduğu mânevî kaynağın yanında son Osmanlı müktesebâtından da istifâde ederek yetişmiş, etkisi Türkiye sınırlarını çok aşan ve 20. yüzyılın çoğunluğunu kapsayan bir irşad dönemleri olmuştur. Kendilerinin hayatı bu yönden de önem arz etmektedir. En zor şartlar altında bile İslâm'ın yaşanabilir olduğunu, Sünnet-i Seniyye'yi harfiyyen yaşamanın her asırda mümkün olduğunu yaşantılarıyla ispat etmişlerdir. Muhterem Ömer Muhammed Öztürk, otuz yıla yakın Sâmi (k.s.) Efendi Hazretleri'nin hizmetini görmüş, herkesin umre ziyareti sandığı bir yolculukla Hz. Sâmi (k.s.)'un hicret yoldaşı olmuş, nihayet kendisine vasiyet yapılmış, techiz ve tekfin kendisine havale edilmiştir. Hz. Sâmi (k.s.), herkesin aklına kazımak istercesine 1976'dan 1984'e kadar aile içinde ve ihvân huzurunda defalarca şöyle buyurmuşlardır: “Ömer Öztürk benim en emin ihvânımdır. Kendisi mânen vazifelidir. İhvâna kılavuzdur.”(www.esaderbili.com)
Ankara'nın o zamanlar önemli bir ilçesi olan Keskin'in Armutlu köyünde doğmuştur. İlkokul dördüncü sınıfa geçtiği sene, köylerine öğretmen gelmez. 1957/ 58 senesinde bütün arkadaşları yıl kaybederken, abisinin asker arkadaşının yaşadığı komşu köydeki okula gider. Nafis Amca'nın evinde kalır. Her cumartesi atla kendi köyüne gidip pazar akşamları döner. Ertesi yıl ise, bir zamanlar Osmanlı'nın önemli yerleşim yerlerinden olan Keskin'de okuyacaktır. Bugünkü Kırıkkale şehri ise Kırık Köyü'dür. Beşinci sınıfı ilçede, yine bir akrabasının evinde kalarak okur. Artık ilkokul mezunudur. İlk mezuniyetini şöyle anlatır: “Sistem oldukça farklıydı. İlkokul mezunu olmak için yıl içinde başarınız ve notlarınız yetmiyor, ayrıca bir mezuniyet sınavına giriyordunuz. Mezuniyet sınavı da zordu, birkaç öğretmen birlikte her dersten sözlü sınav yapıyordu. Adeta bir jüri huzurunda ter döküyorduk. O yıllarda ilkokul mezunu olmak bir anlamda formasyon sahibi olmak demekti.”
Osmanlı İmparatorluğu'nun Filistin'deki 401 yıllık uzun yönetimi boyunca, bazı eşraf aileleri öne çıkmıştı. Bu ailelerden bir kısmı, 1516'nın sonunda başlayan Osmanlı hâkimiyeti sırasında Filistin'de zaten mevcut olduğu gibi, bir kısmı da zaman içinde etkinlik kazanmıştı
Osmanlı Devleti, ormanların da içinde bulunduğu yeşil alanları korumak için olağanüstü bir duyarlılık göstermiş, özel tedbirler almıştır. Padişahlar, ormanlar ve korulardan izinsiz ağaç kesenlere göz açtırmamış; koruma altındaki yerlerde hayvanlarını otlatanlara ve avlananlara ağır para ve hapis cezaları getiren fermanlar neşretmişlerdir. Buraların sürekli şekilde gözetim altında tutulmasını emretmişlerdir. 1559 yılında Osmanlı Divan-ı Hümayununda alınan bir kararla, Eşme, Dikme ve Sapanca Dağlarından çeşitli amaçlarla ağaç kesmenin yasaklandığı bildirilmiştir. 1840'da hazırlanan 22 maddelik Orman Layihası'nda da ormanların muhafazası ve yangınların önlenmesi için alınması gereken tedbirler, tüm merkezî ve mahallî yetkililere iletilmiştir. 1869'da ise bu layihadan hareketle Orman Nizamnamesi oluşturulmuştur. Bu nizamname 1937'ye kadar yürürlükte kalmıştır. 1858'de ihtiyaç duyulan elemanların yetiştirilmesi için Orman Mektebi kurulmuştur. 1900 yılında görevlilere, ormanlardaki bazı ağaçların belirli aralıklarla kesilerek ve kuru otlar ortadan kaldırılarak yangınların engellenmesi ve genişlemesinin önüne geçilmesi istenmiştir. Orman kolcuları, yani koruyucuları, dikkatli davranmaları yönünde sık sık uyarılmışlardır. Yukarıda sözü edilen yasal düzenlemeler çerçevesinde Osmanlı'da en büyük cezalar, kasıtlı olarak ormanları yakan kişilere verilmiştir: Mal ve mülklerine el konulmasının yanı sıra, bir de müebbet kürek cezasına çarptırılmışlardır. Ağır para ve hapis cezalarının uygulandığı da olmuştur. Ahaliye, ormanda yangına sebebiyet verenlerin, müebbet kürek cezasına çarptırılacakları sık sık hatırlatılmıştır. Orman yangınlarıyla mücadelede hizmeti görülenler ise, madalya ve çeşitli ödüllerle mükâfatlandırılmıştır.(İsmail Çolak, Zafer Dergisi, 537. Sayı, Ekim 2021)
25 yıl önce umreye gittim. Hava o kadar sıcaktı ki, öğle saatlerinde Kabe-i Muazzama'nın etrafında 2 tavaf safı ancak oluyordu. Kabe'ye dokunarak, doya doya tavaf yapıyor, yorulunca Osmanlı revaklarının gölgesinde dinleniyor, Zemzem'le serinliyor, dünyanın dört bir yanından gelmiş Müslümanları seyrediyordum. O sıcağa ve avludaki o sükunete rağmen Hacerü'l-Esved'in başında kalabalık, kaos ve izdiham hiç azalmıyordu. Çok arzu etmeme rağmen o itiş-kakışa giremiyor, o mübarek taşa dokunamıyor, sadece uzaktan izliyor ve “Bu Müslümanlar neden böyle? Neden birbirlerini eziyorlar? Şurada bir sıra olsa da herkes dokunsa taşa” diye hayıflanıyordum.
Fransa ve İngiltere peş peşe Filistin'i tanıyacakları yönünde açıklamalar yaptılar. Bu açıklamaların her iki devletle ilgili birtakım sorulara yol açması gayet doğaldır. Üstelik bu soruların şüpheci bir tutumu yansıtması da gerekir. Çünkü her iki devlet bugünkü çatışmalara temel olan Sykes-Picot Anlaşmasının tarafıydı. Bu anlaşmanın sonucunda Osmanlı coğrafyası parçalanmış, küçük devletlere bölünmüş ve İsrail'e alan açılmıştı. İngiltere otuz yıllık zamanda İsrail'i kurmuş ve ortaya çıkan bu yeni kolonyal yapı Fransa tarafından sürekli desteklenmişti. İsrail'i dokunulmaz kılan da Fransa'nın İsrail'e kazandırdığı nükleer silahlardır.
Suraiya Faroqhi ile Osmanlı Aile Yapısı Üzerine
Suraiya Faroqhi ile Osmanlı Aile Yapısı Üzerine
Bu yayında Topkapı Sarayı'nın tarihî zenginliğini yansıtan Arşiv ve Nadir ve Yazma Eserler Kütüphanesi'ni ele aldık. Osmanlı entelektüel mirasını günümüze taşıyan nadide yazmalar, hat eserleri ve arşiv belgeleri üzerine verimli bir sohbet gerçekleştirdik. Merak ettiğimiz, su yüzüne çıkmasında fayda gördüğümüz konuları sizler ile paylaştık. Keyifli bir bölüm sizi bekliyor!
Aylin Öney Tan sıcak yaz günlerinde yapabileceğiniz serinletici pelte ve jöleleri, Osmanlı mutfağından ve Türk mutfağından notları, ararot ya da jelatin kullanımını anlatıyor.
Aylin Öney Tan sıcak yaz günlerinde yapabileceğiniz serinletici pelte ve jöleleri, Osmanlı mutfağından ve Türk mutfağından notları, ararot ya da jelatin kullanımını anlatıyor.
Osmanlı mutfağından paluze ya da elmasiye tatlısını biliyor musunuz? İşte onlar, aslında bugünkü jöleler. Peki "balık tutkalı" ile yapıldığını biliyor musunuz? Aylin Öney Tan bu hafta tarihten notlar, hikayeler ve tariflerle jöleleri anlatıyor
Birlikte Anlam Üretmek: Osmanlı Ailesinde Toplumsal Ahenk ve Medeniyet İnşası
Bir Osmanlı Hekimi ve Mutasavvıfı Merkez EfendiŞifa ve Hikmetin İzinde
Ebûishakzâde Mehmed Esad EfendiOsmanlı'nın İlim, Şiir ve Musikiyle Yoğrulmuş Şeyhülislamı
Osmanlı mutfağından paluze ya da elmasiye tatlısını biliyor musunuz? İşte onlar, aslında bugünkü jöleler. Peki "balık tutkalı" ile yapıldığını biliyor musunuz? Aylin Öney Tan bu hafta tarihten notlar, hikayeler ve tariflerle jöleleri anlatıyor
Osmanlı'yı güçlü kılan padişahlar değil vakıflardı. Tarihçiler tarafından Osmanlı'nın Vakıf Medeniyeti olarak isimlendirilmesi bu yüzden. ABD'yi de güçlü kılan doları veya Beyaz Saray'dan ülkeyi yöneten seçilmiş Başkanları değil, bilime değer veren güçlü kurumlarıdır. Çölde hiç elektrik olmadan havadan su çeken bir pencere tasarlayan MIT mühendislerinin çıktığı Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT), Amerika Birleşik Devletleri'ni güçlü yapan kurumlardan biri.
Osmanlı Devleti'nin son yıllarında “millet”, “milliyet”, “Osmanlı”, “ümmet” gibi kavramlar ve bu kavramların çerçevesi çok yoğun şekilde tartışılıyordu. Tartışma, yeni kurulan Cumhuriyet'e de miras kaldı. Hemen her tartışma gibi bu önemli tartışma da Çankaya sofrasında sabaha karşı alınan kararlarla alelacele bir çerçeveye kavuşturuldu, üzeri örtüldü, dosyalar kapatıldı ve yeniden tartışılması adeta yasaklandı.
Türkiye-Macaristan diplomatik ilişkilerinin yüzüncü yılı dolayısıyla geçtiğimiz yıl Macar-Türk kültür yılı ilan edildi ve pek çok etkinlik ve çalışma düzenlendi. Bunlardan biri de Macar mimarların Türkiye'deki gerçeklemiş ve gerçekleşmemiş çeşitli projelerini bir araya getiren ve İstanbul'daki Macar Kültür Merkezi'nden sonra iki ülkede çeşitli şehirleri dolaşan sergiydi. Serginin ardından, bu yıl "Macarların Tasarımları Türkiye'de: 19. ve 20. Yüzyılda Macar-Türk Mimarlık İlişkileri" kitabı Türkçe (YEM Yayın) ve Macarca olarak yayımlandı. Kitapta on dokuzuncu yüzyıldan bugüne, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Cumhuriyet'e, Macar mimarların bu coğrafyadaki projeleri tarihsel bağlamları ile tartışılıyor, mimari çizimler, fotoğraflar, belgeler inceleniyor. Bunların arasında József Vágó'nun TBMM binası projesi (1937), Alfréd Bardon ve Károly Dávid'in Karaköy'deki Uluslararası Liman Ziyaretçi Salonu yarışma projesi (1938), Bruno Taut'un öğrencisi olan Ferenc Hillinger'in Boğaziçi'nde konut projesi (1956), LAKÓTERV bürosunun Fenerbahçe'deki modern otel projesi (1957), Şandor ve Sevinç Hadi'nin 1960'dan günümüze çeşitli çalışmaları yer alıyor. Kitabın editörlerinden ve Lizst Enstitüsü-Macar Kültür Merkezi'nden Gergö Kovács bu programda konuğumuz.
Türkiye-Macaristan diplomatik ilişkilerinin yüzüncü yılı dolayısıyla geçtiğimiz yıl Macar-Türk kültür yılı ilan edildi ve pek çok etkinlik ve çalışma düzenlendi. Bunlardan biri de Macar mimarların Türkiye'deki gerçeklemiş ve gerçekleşmemiş çeşitli projelerini bir araya getiren ve İstanbul'daki Macar Kültür Merkezi'nden sonra iki ülkede çeşitli şehirleri dolaşan sergiydi. Serginin ardından, bu yıl "Macarların Tasarımları Türkiye'de: 19. ve 20. Yüzyılda Macar-Türk Mimarlık İlişkileri" kitabı Türkçe (YEM Yayın) ve Macarca olarak yayımlandı. Kitapta on dokuzuncu yüzyıldan bugüne, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Cumhuriyet'e, Macar mimarların bu coğrafyadaki projeleri tarihsel bağlamları ile tartışılıyor, mimari çizimler, fotoğraflar, belgeler inceleniyor. Bunların arasında József Vágó'nun TBMM binası projesi (1937), Alfréd Bardon ve Károly Dávid'in Karaköy'deki Uluslararası Liman Ziyaretçi Salonu yarışma projesi (1938), Bruno Taut'un öğrencisi olan Ferenc Hillinger'in Boğaziçi'nde konut projesi (1956), LAKÓTERV bürosunun Fenerbahçe'deki modern otel projesi (1957), Şandor ve Sevinç Hadi'nin 1960'dan günümüze çeşitli çalışmaları yer alıyor. Kitabın editörlerinden ve Lizst Enstitüsü-Macar Kültür Merkezi'nden Gergö Kovács bu programda konuğumuz.
PKK silahlarını yaktı, Erdoğan “tarihi konuşmasında” Türk-Kürt-Arap dedi durdu. Peki bu ifade neden bu kadar tekrarlandı? Sadece Suriyeliler mi mesele, yoksa 19. yüzyıldan bugüne taşınan daha büyük bir hikâye mi var? Bu bölümde Tanzimat'tan Osmanlıcılığa, İslamcılığın eşitlik karşıtlığına, “4 Adam Süreci”ne ve halkın neden sürekli devre dışı bırakıldığına bakıyoruz. Ben Ozan Gündoğdu, hazırsanız başlayalım. ------- Podbee Sunar ------- Bu podcast, Pegasus hakkında reklam içerir. Yeni seyahat rotanı planlamak için hemen https://www.flypgs.com/ 'u veya Pegasus Mobil uygulamasını ziyaret et! Bu podcast, Garanti BBVA hakkında reklam içerir. GENC2025 kodu ile 3342'ye SMS atıp Garanti BBVA Mobil'den müşteri olun.
Önce, Cihat Gökdemir'in tespitini alıntılayayım: “Kudüs ittifakı, Selçuklu ruhu. Öyle görünüyor ki genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı'nın mirasını da bagajına alıp Selçuklu'nun mirasına yürüyor. Osmanlı, bir Balkan devletiydi. Selçuklu ise bir Anadolu-Ortadoğu devleti. Bir tür Türk, Kürt, Arap ittifakı. Devlet, Selçuklu mirasına karar vermiş.”
Emperyalistler; İngiltere ve Fransa başta olmak üzere dönemin büyük güçleri, Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalayarak bölgeyi kendi işgal topraklarına dönüştürdü. Sykes-Picot Anlaşması bunun somut örneğidir. 100 yıl süren bu savaşta Osmanlı Devleti içten ve dıştan parçalanmış ve Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu'da devam eden Osmanlı varlığı çökmüş; Osmanlı Devleti'nin nüfuz alanı işgal, kan ve gözyaşından başka bir şey görmemiştir. Bugün Gazze'de yaşanan soykırım ve vahşet, iki yüzyıllık sömürünün özetidir.
15 Temmuz 2016'da ne oldu? Tarih nasıl değişti? Türkiye imha edilecekken küresel güce nasıl dönüştü? Ve bizler bu “büyük tarih sıçraması”nı ne kadar algılayabildik? O gece Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana ilk kez dışarıdan ve içeriden aynı anda saldırıya uğradı. Osmanlı tarihi dahil, bilinen Anadolu isyanlarının çok daha ötesinde bir şey gerçekleşiyor, 21. yüzyılın eşiğinde Anadolu'yu parçalayıp Türkiye'yi küçültme senaryosu uygulanıyordu.
Türkiye'de üzerinde en çok durulması gereken meselelerden biri sanırım Türkçenin son yüz elli yıldaki dönüşümüdür. Osmanlı'nın son döneminde kitle iletişim araçlarının ortaya çıkmasıyla başlayan dilde sadeleştirme temayül ve hareketi, Batılılaşmanın resmî ideoloji haline geldiği Cumhuriyet döneminde Türkçeyi dinî referanslardan arındırma sürecine evrildi. Bu süreç hala doyuma ulaşmadı. Türkçenin bin dört yüz yılda biriktirdiği anlam ve kelime zenginliğini tam yüz elli yıldır yok etmeye çalışıyoruz ama hala bitiremedik.
Bu bölümde konuğum Osman Ulagay. Biz Osman Bey'i bir gazeteci, ekonomi yazarı olarak tanıyoruz. Son kitabı "Bir Ömrün Aynasında Türkiye'de 82 Yıl" ise onun hayat hikâyesini merkezine olarak hem Osman Ulagay'ı hem de Türkiye'nin farklı çalkantılı dönemlerini biraz daha farklı görmemizi sağlıyor.Ulagay'ın her iki dedesi de Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında önemli vazifelerde buluşmuş Osmanlı devletinin yüksek seviyede memurları. Dedesi Hüsnü Kortel bir siyasetçi, üstelik Türkiye'nin ilk elektrik mühendislerinden biri; soyadı kanunu çıktığı zaman, elektrik enerjisinin aydınlatmada kullanılmasını ifade eden Kortel soyadını alıyor. Bir diğer dedesi Dr. İbrahim Etem Ulagay, eczacı, doctor ve kimyager. İbrahim Etem İlaç Fabrikası'nın kurucusu,ilk Reşat Altını'nı üretip gramajını belirleyen kişi.Belki de “burjuva” diyebileceğimiz bir sınıfta, 3 yabancı dil bilen, ona çocukluğunda Oscar Wilde hikayeleri okuyan bir anneyle büyüyen Osman Ulagay, ailesi ve çevresinde gelişen olaylar herkes çok dinlenesi, bakılası…Osman Bey ile sohbete Davos'tan girdik Çin'den çıktık, “eski Türkiye'den” bahsederken “Ne olacak bu Türkiye'nin dünyanın hali”ni de konuşmaya çalıştık… Meral Tamer'den söz etmeyi de tabii ki ihmal etmedik.Ulagay'ın “Bu kadar saçmalık fazla” sözüyle bitirdiği söyleşiyi dinlemenizi tavsiye ederim. Gazeteci#Journalist ~ #Art- #Food- #Travel lover ~ #EnthusiastBooks:
Osmanlı devrinde tatlının izini sürüyor; şekerlemeciler loncasından kaymak ve süt bala, kaşık tatlısından baklavaya uzanıyor; Le Bon Pastanesi gibi dönemin meşhur tatlı duraklarına uğruyoruz.
Nereden Başlasam'ın bu bölümünde konu Osmanlı Kadın Edebiyatı. Mirgün Cabas ve Can Kozanoğlu'nun konuğu Senem Timuroğlu.
Bu bölümde, Osmanlı döneminde inşa edilen Mostar Köprüsü'nün mimari harikasından, Bosna Savaşı sırasında yıkılışına ve yıllar sonra yeniden inşa edilerek tekrar barışın simgesine dönüşmesine uzanan etkileyici hikayesini konuşuyoruz. Bir köprüden fazlası olan Mostar, geçmişin yaralarıyla bugünün umutlarını birleştiriyor.
Osmanlı İmparatorluğu padişahlarından II. Mahmud ve Abdülmecid'in az bilinen, duymadığınız taraflarını inceliyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki elçi kabulleri üzerine konuşuyoruz.
Bu bölümde konuğum bir siyasi analist, yazar ve tarihçi Soner Çağaptay.Başlıca çalışma alanları Türkiye-ABD ilişkileri, Türk iç politikası ve Türk milliyetçiliği olan, bu konudaki metin ve kitaplarının yanı sıra Recep Tayyip Erdoğan üzerine de üç kitabı olan Çağaptay ile 19 Mart süreci, öncesi ve sonrasını konuştuk...Türkçe ve İngilizce dışında, Almanca, Fransızca, Osmanlıca, İspanyolca, Boşnakça, İbranice ve Azerice de bilen Çağaptay'a "Bu kadar yabancı dil nasıl öğrenilir?"sorusunu da yönelttim. Darüşşafaka'ya ayrı bir parantez açtık.Bazı başlıkları da sıralarsak...* Bir "Rekabetçi Otoriter Rejim" içinde miyiz? Yoksa artık sadece otoriter dönemde miyiz?* Kültürel hegemonya hangi yönde?* Eğitimli kesimde AKP'ye destek ne düzeyde?* "Atatürk'ün rüyası Erdoğan döneminde gerçekleşti" ifadesinin açılımı...* Yine yeniden sahiplenilen Atatürk.* Kimler, Mustafa Kemal Atatürk'ün hangi dönemini sahipleniyor?* Gençlerin bu dönemdeki rolü...* ABD-Türkiye ilişkileri* Malatya doğumlu yoksul bir işçi ailesinin 7 çocuğu nasıl bu kadar eğitimli insanlar oldular? Gazeteci#Journalist ~ #Art- #Food- #Travel lover ~ #EnthusiastBooks:
Aylin Öney Tan, zeytinyağlı sarmaların niye sıcak değil de soğuk tüketildiğini hem tarihsel hem pratik bir bağlamda anlatıyor. Cevabı mutfak alışkanlıklarında, saklama koşullarında ve Osmanlı mutfağının işleyişinde gizli. Bir tutam tarih biraz da tarif.
Aylin Öney Tan, zeytinyağlı sarmaların niye sıcak değil de soğuk tüketildiğini hem tarihsel hem pratik bir bağlamda anlatıyor. Cevabı mutfak alışkanlıklarında, saklama koşullarında ve Osmanlı mutfağının işleyişinde gizli. Bir tutam tarih biraz da tarif.
Hayatını kaybden Sırrı Süreyya Önder için İstanbul'da AKM'de yapılan törenin ardından Özgür Özel'e yönelik yapılan saldırının ardından SBS Türkçe'ye konuşan CHP Diyarbakır milletvekili Sezgin Tanrıkulu, saldırgana önce Kürtçe sonra Türkçe kimsin diye sorduğunu ve "ben Osmanlı çocuğuyum" yanıtını aldığını anlattı.
19. yüzyıl sonlarında İstanbul'da günlük hayat, Osmanlı devrinden Cumhuriyet dönemine etkiler, Üsküdar'dan anlatılar ve başka şeyler...
1878 ‘de Plevne'de Osmanlı ile beraber ve 1915'te Çanakkale'de Osmanlı'ya karşı savaşan Avustralyalı Doktor Charles Ryan hem Türkiye hem de Avustralya için önemli tarihi bir karakter. Ryan'ın hikayesini belgesel olarak beyaz perdeye aktaran Yapımcı Murat Dereli ve Tarihçi Vecihi Başarın stüdyo konuğumuz oldu.
TÜRK MİSAFİRPERVERLİĞİ Sizlere Ord. Prof. Dr. Anna Masala'nın kendi ağzından Türk mutfağını ve Türk misafirperverliğini anlattığı bir anısını aktarmak istiyorum: “Yanlış hatırlamıyorsam tanıdığım bütün Türklerin evinde yemek yedim. Konya'da Selçuklu yemeği, Eskişehir'de Tatar yemeği yedim. Zenginlerin ve fakirlerin evinde kahvaltı ettim, öğle ve akşam yemekleri yedim. Bazen birbirleriyle aynı günde evlerine davet eden dostları kırmamak için üç kez akşam yemeği yediğim bile oldu. Türkiye'de misafirperverlik anlayışı çok farklıdır. Anadolu'da en fakir köylü bile tek tavuğunu misafiri için keser ve ona yedirir. Ben, dünyanın en iyi mutfaklarından biri olan Türk mutfağını ve Türk sofrasını çok severim. Her sofra bir gökkuşağı gibidir: altın renkli börekler, gümüş baklalar, yeşil kırmızı çoban salataları, beyaz peynirler, her çeşit et yemeği, imam bayıldı, pilavlar, fasulye, tarhana ve tatlılar... Bir kere Prof. Ziya Umur, Suha Umur ve eşleriyle birlikte Prof. Sahir Erman'ın misafiri oldum. Büyük bir otelin lokantasındaydık. Yemek çeşitleri gerçekten kırk bir miydi bilmem ama çok çeşitli vardı. O akşam “imam bayıldı” veya “hünkarbeğendi” gibi yemek adlarının anlamını çözdüm. Her birimiz için içinde gül yaprakları olan bir tasla ılık su ve muhteşem sıcak peçeteler geldi. Otel, o akşam gözümde âdeta bir Osmanlı sarayına dönüşüverdi. Türk misafirperverliği sadece yemeğe dayanmaz; sanırım sadece Türkiye'de “diş kirası” âdeti vardır. Yani misafirlere ev sahibi tarafından bir hediye verilir. Eski dönemlerde büyükler misafirlere altın para hediye ederlermiş. Şunu bilmelisiniz ki bir Türk'ün misafiri olursanız ondan mutlaka bir hediye alırsınız. Mesela bana, boncuklar, bilezikler, yemeniler, kıymetli kitaplar, el işçiliği tabaklar, gümüş bir ayna ve daha birçok güzel hediye verildi. Anadolu'da bazı köylerde misafir odalarında, işlemeli divanlar, yastıklar ve renk renk halılar arasında uyuduğum da olmuştur. Halının üzerinde bir tepsi, tepside çay, meyve ve fıstık görüntüsü unutamadığım anlardandır. Sabah erken saatte, namaz vaktinde, küçücük bir minareden gelen ezan sesleriyle ev halkı uyanır ve kahvaltı edilirdi. O köy evi de bir saray oluverirdi.
Gündem bölümü. Rejimin iyice otokrasiye kayması, bunun gizli ve açık maliyetleri, eski Osmanlı bölgelerine kıyasla halkın mutluluğındaki değişim, vatandaşlık bilinci ve boykot hakkında. Kendinize mukayet olunuz.Yeni Kitap: Fularsız Felsefe: Dört Önemli Mesele .Konular:(00:04) Gelecektekiler için gündem özeti(01:20) Rekabetçi olamayan otoriterizm(05:40) What about whataboutism(07:54) Tek adamcılığın maliyeti(11:28) Mutsuzluk(13:23) Hukukta Gabon standardı(14:25) Sokağa çıkmak(16:00) Vatandaşlık bilinci ve polise tapmak(17:29) Boykot(22:10) Fularsız Felsefe (önsatış).Kaynaklar:Dünya Mutluluk RaporuSee Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
18 MART VE MİLLİ RUH ! ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ'NİN 110. YILDÖNÜMÜ! Youtube kanalımızdan izleyin: https://youtu.be/bUILVU9sE1Qİlk paylaşım savaşı… 1914 kasım ayında Çanakkale'ye dayanmış İngiliz Fransız donanması… Osmanlı Almanya'yla aynı kanatta.. Alman komutanlar Osmanlı ordusunda.. Çanakkale cephesi komutanı Alman Liman Von Sanders Paşa ! 18 Martta 16 gemilik düşman filosu Boğazda ilerlemeye başlıyor.. Küçücük bir mayın gemisinin marifetiyle döşenen mayınlara çarpan üç düşman gemisi batıyor.. Top ateşi ile üç gemi daha haklanıyor. Ve düşman çekiliyor… Tüm bunlar 7-8 saat içinde oluyor.. Çanakkale geçilemiyor… Alman komutanların planları yüzünden büyük kayıplar verildi.. Allahtan yabancı komutanları dinlemeyecek güçte bir yarbay vardı… Burnunun dikine giden bu yarbay,Yarbay Mustafa Kemal, tarihe ‘mucize' olarak geçecek bir savunmaya imza attı. 33 yaşındaydı. Kendi kararlarıyla savaştı. MİLLİ ruh onun yanındaydı. 8,5 ay boyunca bir gün bile dinlenmeden hem dışardan hem içerden kuşatılmış bir ülkeye ZAFERİ tattırdı. Yedi düvelin ‘Mucize' diye adlandırdığı şey aslında MİLLİ RUHTU! Mustafa kemal o ruhu şöyle anlatmıştı: ‘Karşı siperler arasında mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak…ki muhakkak. Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına tümüyle düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor… Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir tereddüt bile göstermiyor…. Okuma bilenler ellerinde Kuranı Kerim cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelimeyi şahadet çekerek yürüyorlar.. Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur!' Batının emperyalist planları Asya'nın kilidini kırma umutları paramparçaydı.. Türk ruhunu kırmadıkça hedefe ulaşılmayacaktı.. Çünkü Türk, silahla değil ruhuyla savaşmıştı. Öyleyse O RUHU çökertmek şarttı. İşte 90 yıldır bunu başarmaya çalışıyorlar. Biraz yol aldılar. İçerde adamları var. Dışarıya bağlı iplerle yönetiliyor kuklalar. Ama son an geldiğinde bir kez daha şaşıracaklar! Çünkü bu milletin kanında Çanakkale var. Yüce ruhlu bu milletin fertleri, kendi varlığını tasfiye etmek isteyen ‘müttefik' güçlere, batılı çetelere NATO'ya, CIA'ya ve içerdeki işbirlikçilerine karşı kendini korumalılar!
TÜRK MUTFAĞI Türk mutfağı, Türkiye'nin ulusal mutfağıdır. Osmanlı kültürünün mirasçısı olan Türk mutfağı, Balkan ve Ortadoğu mutfaklarından etkilenmiş ve aynı zamanda bu mutfakları da etkilemiştir. Ayrıca Türk mutfağı yörelere göre farklılıklar gösterir. Karadeniz mutfağı, Güneydoğu mutfağı, Orta Anadolu mutfağı gibi birçok yöre kendine ait zengin bir yemek kültürüne sahiptir. ÇORBALAR Çorba özellikle kış aylarında Türk mutfağının vazgeçilmez bir parçasıdır. Mercimek çorbası, ezogelin çorbası, yoğurt çorbası ve tarhana çorbası en çok tercih edilen çorbalardır. Ancak Türk mutfağı bunların yanı sıra sayısız miktarda çorbalar içerir. Etler, sebzeler ve baklagiller genellikle çorbaların ana malzemeleridir. Et suyu, un, yoğurt ve sebzeler çorbaların besleyici bir hale getirmek için kullanılır. ET YEMEKLERİ Türk mutfağındaki et yemeklerinin çoğu kebaplar, köfteler ve tencere yemeklerinden oluşmaktadır. Kebaplar genellikle lokantalarda yenen ve ızgara yöntemiyle pişirilen yemeklerdir. Kebaplar arasında döner kebap en sevilenler arasındadır. Ayrıca Bursa iskender kebabı, Adana kebabı, Urfa kebabı ve pirzola da çok yaygındır. Köfteler, kıymanın, ekmek içi, soğan ve çeşitli baharatlarla yoğurulmasıyla hazırlanır. Köfteler, ızgara, fırınlama, kızartma veya sulu yemek olarak yapılabilir. Akçaabat köftesi, İnegöl köftesi, Tekirdağ köftesi yurt çapında en çok sevilen köfteler arasındadır. SEBZE YEMEKLERİ Türk mutfağı sebze yemekleri açısından da çok zengindir. Dolmalar ve etli sebze bunların en meşhurlarındandır. Etli fasulye, karnıyarık, etli kabak, etli bezelye, etli türlü, etli mercimek ve nohut, etli ıspanak, lahana ve pırasa dâhil çok sayıda yemek mevcuttur. Aynı zamanda birçok sebze ızgara yöntemiyle ve kızartılarak pişirilebilir. HAMUR İŞLERİ Lahmacun, etli ekmek, pide, mantı ve börekler, Türk mutfağının en sevilen hamur işleri arasındadır. Ayrıca pilav ve makarnalar da bu sınıfa katıldığında çok geniş bir çeşitlilik ortaya çıkar. SOĞUK VE SICAK İÇECEKLER Dünyanın her yerinde sevilen gazlı içecekler ve meyve sularının yanı sıra Türk mutfağının kendine has içecekleri de mevcuttur. Yoğurdun sulandırılmasıyla yapılan ayran tamamen Türkiye'ye özgü bir içecektir. Bunun dışında şalgam suyu ve şerbet de Türkiye'nin kendine özgü soğuk içecekleri arasındadır. Sıcak içecekler arasında Türk kahvesinin ve Türk çayının özel bir yeri vardır. Türk kahvesi kabaca çekilmiş kahvenin cezve denilen uzun saplı kaplar içinde pişirilmesiyle hazırlanır. Dünya çapında ün kazanmış olan Türk kahvesi fincan denilen küçük bardaklar içinde servis edilir. TATLILAR Türk mutfağı tatlılar açısından oldukça zengindir. Baklava, kadayıf, lokma gibi hamurlu tatlılar; muhallebi, keşkül, kazandibi, sütlaç gibi sütlü tatlılar; hoşaf ve kompostolar, revani, helva, aşure ve kabak tatlısı gibi tatlılar Türk mutfağında geniş yer tutar. Baklava, Türk mutfağının en tanınmış tatlıları arasındadır. Çok ince açılmış yufkanın arasına fındık, ceviz veya Antep fıstığı konulur ve fırında pişirilir. Bu karışım daha sonra şerbetle tatlandırılarak servise hazır hâle getirilir. Revani, irmik helvası gibi bazı tatlıların yapımında irmik kullanılır. Türkiye'deki dini inançlar arasında yer alan aşure; buğday, kuru üzüm, fasulye ve nohut gibi birçok bitkisel malzeme kullanılarak hazırlanan bir tatlıdır. Kabak tatlısı, bal kabağının üzerine şeker eklenerek pişirilir. Bu tatlı sonbahar ve kış aylarında tercih edilen Türk mutfağına has bir tatlıdır.