Sosyoloji, psikoloji ve kişisel gelişim alanlarında hayat yolculuğunda insanlara fikir oluşturması adına derlediğim konularla fikir dünyasında yolculuk yapıyoruz. Fikirlerinizi benimle paylaşabileceğiniz adreslerim https://bio.link/ahmetpolat yoldakifikirler.bio.link https://www.instagram.com/ibnulharezmi/ https://twitter.com/ibnulharezmi
Anne ve evlat ilişkisini incelediğimiz bu bölümde annelerimizin önemini anlamak adına derin bir muhabbete dalıyoruz.
80 yaşında emekli öğretmen olan dedemle 2023 yılbaşında ettiğimiz bir muhabbet. Geçmişe keyifli bir yolculuk. Keyifli dinlemeler.
İletişim neden önemlidir? Bilgi Alışverişi: İletişim, bilgi, deneyimler ve fikirlerin paylaşılmasını sağlar. Bu, bireylerin öğrenmesini, bilgi birikimini artırmasını ve gelişmesini sağlar. İlişkilerin Oluşturulması ve Sürdürülmesi: İletişim, insanlar arasında ilişkilerin oluşturulmasına ve sürdürülmesine yardımcı olur. Dostluklar, aile bağları ve iş ilişkileri iletişim yoluyla kurulur ve güçlendirilir. Duygusal Bağlar: İnsanlar arasında duygusal bağlar kurulmasına ve ifade edilmesine olanak tanır. Sevgi, sevgisizlik, mutluluk, üzüntü ve diğer duygular, iletişim yoluyla paylaşılır. Toplumsal İşbirliği: İletişim, insanların toplumda birlikte çalışmalarını, işbirliği yapmalarını ve ortak hedeflere ulaşmalarını sağlar. Toplumsal düzenin korunması ve geliştirilmesi için gereklidir. Problem Çözme: İletişim, sorunların ve anlaşmazlıkların çözümünde kritik bir rol oynar. İnsanlar fikirlerini ve endişelerini açıkça ifade ederek sorunların üstesinden gelebilirler. Kültür ve İnançların İletilmesi: İletişim, kültür, inançlar, değerler ve gelenekler gibi önemli unsurların nesilden nesile iletilmesini sağlar. Bu, bir toplumun kimliğini ve tarihini koruma açısından önemlidir. İnsan Hakları: İnsan hakları, ifade özgürlüğü gibi temel haklar ile iletişim arasında güçlü bir bağlantı vardır. İletişim özgürlüğü, demokrasilerin işleyişini ve toplumların adaletini etkiler. Liderlik ve Etkileme: İletişim, liderlerin vizyonlarını ve hedeflerini diğerlerine aktarmasını ve toplulukları etkilemesini sağlar. İyi bir iletişimci, liderlikte daha etkili olabilir. Düşünce ve Yaratıcılık: İletişim, düşünce süreçlerini şekillendirebilir ve yaratıcılığı teşvik edebilir. Farklı fikirlerin paylaşılması, yenilikçi çözümlerin bulunmasına katkı sağlar.
Hedef nasıl konulur? İnsanın hedefleri neler olmalıdır? Koyduğumuz hedefe varmak için neler yapmalıyız? Hedefimizi nasıl şekillendirmeliyiz? Başardığımızı nasıl hissederiz?
Ağrı ve iltihaplanma azaltma: Kenevir bitkisinde bulunan bileşenler, özellikle CBD (kanabidiol), ağrıyı ve inflamasyonu azaltmaya yardımcı olabilir. Bu, kronik ağrı, artrit ve diğer iltihaplı durumlarla ilişkili semptomları hafifletebilir. Anksiyete ve depresyonun hafifletilmesi: Kenevir bitkisindeki bileşenler, anksiyete ve depresyon semptomlarını hafifletebilen potansiyel antidepresan etkilere sahip olabilir. Uyku kalitesinin artırılması: Bazı insanlar için kenevir, uyku sorunlarını hafifletmeye yardımcı olabilir. Özellikle CBD'nin uykuyu düzenleme ve uyku kalitesini artırma potansiyeli vardır. Nörolojik bozuklukların yönetimi: Kenevirin, epilepsi gibi nörolojik bozuklukların tedavisinde yardımcı olduğu gösterilmiştir. Özellikle CBD, nöbet sıklığını azaltmaya yardımcı olabilir. Antioksidan ve anti-inflamatuar etkiler: Kenevir bitkisindeki bazı bileşenler, antioksidan ve anti-inflamatuar özelliklere sahiptir. Bu da, hücresel stresi azaltabilir ve genel sağlığı destekleyebilir. Kanser tedavisine yardımcı olma potansiyeli: Bazı araştırmalar, kenevirin kanser tedavisine yardımcı olabileceğini öne sürmektedir. Özellikle CBD ve THC (tetrahidrokanabinol) gibi bileşenlerin kanser hücrelerinin büyümesini durdurma veya öldürme potansiyeli vardır. Ancak bu alanda daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir. Antioksidan etkiler: Kenevir bitkisinde bulunan bazı bileşenler, serbest radikallerle savaşarak oksidatif stresi azaltabilir. Bu, hücreleri koruyabilir ve yaşlanma sürecini yavaşlatabilir. Bu sadece kenevirin bazı potansiyel faydalarının bir özeti olup, kesin sonuçlar için daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir. Ayrıca, kenevir kullanmadan önce bir uzmana danışmanız önemlidir, özellikle mevcut sağlık durumunuz veya kullandığınız ilaçlar varsa.
Bugünkü podcastimizde, küfürün psikolojik ve sosyolojik yönlerini inceleyeceğiz. İnsanların neden küfrettiklerini ve küfürün tarihi sürecini anlamaya çalışacağız. Ayrıca, küfür eden insanların psikolojisini de ele alacağız.
Lüks, genel olarak bir kişinin ya da toplumun ihtiyaçlarını aşan ve özel bir konfor, rahatlık veya zevk sunan şeyler olarak tanımlanabilir. Ancak, lüks kavramı kişiden kişiye ve toplumdan topluma değişebilir. Sosyolojik açıdan lüks, sosyal sınıf, kültürel değerler ve ekonomik koşullar gibi faktörlerle ilişkilendirilebilir. Lüks tüketimi, bir kişinin veya grubun statüsünü gösterme, sosyal itibarını artırma veya aidiyet hissi yaratma amacıyla gerçekleşebilir. Örneğin, bazı toplumlarda lüks ürünler veya yaşam tarzı, zenginliği, gücü veya prestiji sembolize edebilir ve sosyal statünün bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Lüks, kültürel normlara, tüketim alışkanlıklarına ve toplumun değerlerine bağlı olarak değişebilir. Bir toplumda lüks olarak kabul edilen bir şey, başka bir toplumda normal veya sıradan olarak görülebilir. Örneğin, bir arabanın lüks olarak kabul edildiği bir toplumda, başka bir toplumda bu araba sıradan bir ulaşım aracı olarak görülebilir.
Bu bölümde seküler kesimi anlamaya çalışıyoruz. Sekülerizm, genel olarak dinin kamusal alandan çekilmesini ve toplumun laik bir şekilde yönetilmesini savunan bir felsefi ve siyasi ideolojidir. Sekülerizm, devletin dini otorite ve kurallardan bağımsız olması gerektiğini savunur ve bireylerin din ve inanç özgürlüğünü koruma amacını taşır. Sekülerizmin kökenleri, Aydınlanma dönemine kadar uzanır. Aydınlanma, 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa'da gerçekleşen bir entelektüel harekettir ve bu dönemde bilim, mantık ve akıl yoluyla gerçeğin araştırılması ve anlaşılması vurgulanmıştır. Aydınlanma düşünürleri, insanların kendi aklını kullanarak gerçeği sorgulaması ve dogmatik inançlara dayalı otoriteye meydan okuması gerektiğini savunmuştur. Sekülerizm, dinin etkisinin azaltılması veya dini kuralların devlet yönetimine etkisiz hale getirilmesi anlamına gelmez. Aksine, sekülerizm, farklı din ve inançlara sahip olan tüm bireylerin eşit haklara sahip olduğu ve inanç özgürlüğünün korunduğu bir toplum modelini teşvik eder. Devletin nötr bir konumda olması, bireylerin istedikleri dini veya inancı seçme hakkına sahip olmalarını sağlar.
Bu bölümde fotoğrafçılığı felsefi bir perspektiften ele alacağız. Fotoğrafçılık, sadece bir görüntü yakalamak değil, aynı zamanda düşünceleri, duyguları ve anlamları ifade etme sanatıdır. Fotoğrafçılığın derinliklerine inmek için hazırsanız, o zaman başlayalım!
Ne klişeleri seviyoruz ne de klişesiz yapabiliyoruz. Ahh bu klişeler! Bu bölümde klişe örnekleri ile biraz eğleniyoruz ve klişelerin neden bize bayağı geldiğini çözümlüyoruz. Keyifli dinlemeler.
Çağımızın hastalıklarından birisi 'OVERTHİNKİNG' yani fazla düşünmek. Zihnimizi yönetemediğimiz aşırılıklardan birisi. Bu aşırılıktan ben de mustariptim kendime şifa ararken bulduklarımı sizlerle de paylaşmak istedim. Sizin de zihninizi kontrol edmediğiniz zamanlar oluyorsa o halde buyrun podcaste.
6 Şubat 2023 gecesi saat 4.17'de Malatya'da yakalandığım deprem ve sonrasında yaşadıklarım. Kahramanmaraş depremleri hepimizin hayatını ciddi manada etkiledi. Hayatımın dönüm noktalarından birini yaşadım. Bu süreçte yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istedim. Geçmişe bakıp bu kaydı dinledikçe depremde yaşadıklarımı hatırlamış olacağım. #UNUTMA
Çok ünlü bir hekimin güzel bir anısıyla sizlerleyim. Keyifli dinlemeler. Temmuz güneşinin ortalığı kasıp kavurduğu sıcak bir yaz günü daha bitmek üzereydi… Adam hızlı adımlarla Diyarbakır sokaklarını arşınlıyordu... Bir an önce hedefine varmak isteyen maratoncular gibi yüksek tempoda yürürken yorgun bedeni frene basmış durup dinlenmek için gölgelik bir yerde bir taşın üzerine oturarak cebinden çıkardığı tütün tabakasından bir sigara sarıp derin bir nefes çektikten sonra gözlerini hafif yumarak düşünmeye başlamıştı… Neden acele ettiğini kendi bile bilmiyordu... Oysa gün boyu güneşin altında inşaatta sırtında çimento tuğla taşımış omuzları yara bere içindeydi… Ama sırtındaki yükün inşaattaki yükten daha ağır olduğunu biliyordu... Daha dün doktor son cevabını vermişti: - Eşinizin ameliyatı burada yüksek riskli olur ameliyat masasından kalkması çok düşük bir ihtimal… Beyindeki tümör çok riskli bir yerde… Bu sözleri duyunca boynunu büküp acı ile doktorun gözlerinin içine bakıp sormuştu: - Hiç çaresi yok mu begim? Doktor hafif bir iç çekip elini omuzuna koyup şöyle demişti: - Çaresi var elbette ama burada değil İsviçre'de, Zürih'te özel bir hastanede çok iyi bir beyin cerrahı var masrafları karşılayabilirseniz ki çok pahalı bir yolculuk olacak oraya götürmenizi önerebilirim… - Ne kadar para gider begim? - Çok para demişti doktor... Ama doktorun son kelimesi yüzünde hafif bir tebessüm yüreğinde bir umut ışığı doğurmuştu... - Sözünü ettiğim doktor Diyarbakırlı yani hemşeriniz oraya varabilirseniz mutlaka size yardımcı olacaktır… Bu hekim acaba kim?
"Zulüm benim paylaşmam ile mi bitecek?" demeyi bırakanların sayısını arttırmayı amaçlıyoruz. Onlarca boş gündem hakkında paylaşımlar, eğlence videoları veyahut da diğer paylaşımlar arasında Doğu Türkistan meselesini paylaşmayı çok görenlere sesleniyoruz. Bugün elimizden gelen bizim için basit ama oradaki kardeşlerimiz için umut veren tavrımızı sağlam şekilde oturtmalıyız. Birbirimizi dürterek, birbirimize hatırlatarak yılgınlığa düşmeden sesimizi çıkartmaya devam edelim ve paylaşımlarımıza Doğu Türkistan'ı ekleyelim.
Başaramamak kadar doğal bir durum yok. Öyleki başarısızlık başarılı olmaktan daha yüksek bir ihtimal. Ama çoğu kez hayatımızda kendimizi bu konuda suçlarken buluyoruz. Peki ya başaramamaya izin versek? Çok daha farklı olmaz mıydı? Gelin bu bölümde kendimize başarısızlık izni verelim. Başarısızlıklarımızdan ders çıkarmamız için bunu yapmak zorundayız.
Güzel bir deney bize ne güzel çıkarımlar yaptırıyor.
Necdet Subaşı'nın Sosyoloji Günlükleri adlı kitabında yer alan "Üniversite Bize Ne Sunar?" adlı makalesinden yola çıkarak bu bölümü oluşturdum. Yoldaki Fikirler'in önceki bölümü olan İlk 500'de Neden Hiçbir Üniversitemiz Yer Almıyor? bölümün devamı niteliğinde oldu. o bölümü de dinlemenizi öneririm. Yazıdan bir kesit: Üniversite nedir? Üniversiteden ne bekliyoruz? Dahası üniversite bize neler verebilir? Hemen her bölgede birden çok üniversiteye sahibiz ve bu yoğunluktaki bir gelişmenin son tahlilde toplumu nerden nereye taşıyacağını kestirmek şimdiden mümkün değil. Belki de artık bundan böyle herkes bir şekilde üniversitede okuyabilecek, bu yöndeki olanaklar şartlar zorlanarak artırılacak ve toplum, kademeli bir şekilde üniversite eğitiminden geçirilebilecek. Peki, bütün bunlarla ne değişecektir? Aslında devlet ve siyaset erkinin, hemen herkesi bir şekilde üniversiteli yapma fikriyatının altında yatan gerekçe, üniversitenin daha başından beri bizde, daha çok bir iş edinme ve meslek sahibi olma konusunda esaslı bir eşik sayılmasıyla ilgilidir. Bütün bunlara rağmen acaba toplum, üniversite kavramıyla ve onun içerdikleriyle gerçek bir buluşmayı gerçekleştirmeye hazır mıdır?
Artık her birimizin dijital dünyada kimliği var. Bu kimliği nasıl oluşturuyoruz? Sosyal medyada neden çok vakit geçiriyoruz? Neden yapmacık davranan insanlarla dolu? Bu insanlar neden böyle davranıyorlar? Gibi pek çok konuyu bu bölümde konuşuyoruz. Gelin bu önemli konuda fikir yolculuğuna çıkalım.
"Söz davranışın yakın akrabasıdır." -Platon Söz yalana da bulanır doğruyla da paklanır. Doğru söz altın gibidir, her yerde değer görür. Yalan söz zehir gibidir, dostlukları kirletir. Söz deyip geçmemek lazım. Çünkü söz aslında düşüncenin en kıymetli ürünüdür. Sesin söz olabilmesi için akıl süzgecinden geçmesi gerekir. İşte bu bu denli önemli olan söze biraz derinden yaklaşmak istiyorum. Bu bölümde söze derin bir etimolojik yaklaşımla yaklaşacağız. Yoldaki Fikirler Instagram Ahmet Polat Instagram ve Twitter
Zihnimizde dil nasıl algılanıyor? Farkındalık için dilin zaruriyeti. Farkında olmadıktan sonra yaşamanın anlamı yok. Bana buradan ulaşabilirsiniz.
Her zaman ‘işler' yolunda gitmeyebilir. Arkadaşlar arasında sorunların oluşması muhtemel bir durumdur. Önemli olan, bu gibi durumlarda arkadaşlığın sürekliliği açısından nasıl davranmamız gerektiğidir. Çoğu zaman yıkmak, yapmaktan ve düzeltip yoluna koymaktan çok daha kolaydır. Bir cümle veya bir davranış, toptan yıkıma neden olabilir. Arkadaşını ve arkadaşlığını değerli bulup önemseyen bir kişinin, sorunlar karşısında doğru davranış modelini bulup uygulayabilmesi gerekir. Bana buradan ulaşabilirsiniz. Ayrıca Yoldaki Fikirler Instagram Hesabını takip etmeyi unutmayın.
Tüketim toplumunda ölümü unutmak adına elimizden geleni yapıyoruz. Ölüme dair her şeyin hayattan lezzet almamızın önüne engel olduğu düşüncesi yaygın bir inanış. Peki durum gerçekten de öyle mi? Irvin Yalom, Varoluşçu Psikoterapi kitabında "Ölümün fizikselliği bir kişiyi yok etse de ölüm fikri onu kurtarabilir" der. Bu bölümde de bu meseleyi konuşuyor olacağız. Bölümü dinledikten sonra fikirlerinizi bana Yoldaki Fikirler Instagram adresinden iletebilirsiniz.
Kuran'ı tekmeleyen gençler, çıplak dolaşan insanlar, bebek sahilindeki olaylar, hırsızlıklar, yalanlar... Git gide garip bir toplum oluyoruz. Bu bölümde "Ahlaksızlaşıyor muyuz?" diye sorduk kendimize. Fikirlerinizi benimle paylaşabilirsiniz.
Eroinin bir zamanlar ülkelerin önemli bir gelir kaynağı olduğunu biliyor muydunuz? Çok şaşıracaksınız.
Çok güzel bir sorumuz var gelin üzerine düşünelim. Siz de fikrinizi paylaşmak için bana buradan ulaşabilirsiniz.
Başarmak için sağır olmak gerekir. Bana buradan ulaşabilirsiniz.
Bana buradan ulaşabilir fikirlerinizi paylaşabilirsiniz. Dünya'da iki büyük ülkenin Yalnızlık Bakanlığı kurduğunu biliyor muydunuz? Yoldaki Fikirler Podcast serisinde bu bölümde Yalnızlık bakanlıklarından konuştum. 2017 rakamları 67 milyon nüfusa sahip İngiltere genelinde 9 milyondan fazla kişinin yalnızlıktan mustarip olduğunu işaret ediyordu. Ve kulağa garip gelse de 2018'de ilk Yalnızlık Bakanlığı kuruldu.
Fikirlerinizi benimle paylaşabilirsiniz Üniversitelerimiz hâli ortada. Değil ilk yüzde ilk 500'de dahi hiçbir üniversitemiz yer almıyor. Peki bunu gerçekten kaçımız önemsiyoruz. Ne kadarımızın umurunda bu mesele. Niteliksizleşen üniversitelerimiz ve niteliksiz akademisyenlerimiz ile utanılacak durumdayız. Kendi alanında takdire şayan çalışmaları olan hocalarımı tenzih ederim ama maalesef akademik kadroları dolduran insanlar yetersizlikleri ile ön plandalar. Neresinden başlayacağımı şaşırıyorum. O kadar problemle dolu ki şuan üniversiteler anlatmakla biter mi bilmiyorum. Ama ben tek tek yine de anlatmaya çalışacağım. Öncelikle akademik kadrolar ve hocalık vasfını üstlenmeyen "hocalar", sonrasında olmadık sayıda açılan yüzlerce binlerce kontenjanlar... Ardından niteliksizleşen okullar ve beraberinde niteliksizleştirilen meslekler. İnanın bu böyle devam etmez. Sayıları arttırmak nitelik sorununu çözmez. Nitelik için seçicilik şarttır. Hatice Acar'ın Yazısı Üniversitelerimiz neden dünya sıralamasında ilk 500'de değil? Ne Boğaziçi, ne ODTÜ, ne Koç, ne Bilkent güncel sıralamada ilk 500'de bile değil. Bana kalırsa bu sorunun bir cevabı da feed-back (geri dönüt) azlığı. Öğrenciler ödevlerine cümle cümle incelenmiş geri dönütler alamıyor, alsa da bu çok az bölümde uygulanıyor, öğrenciler nota itiraz dışında sınav kağıdı için gereken doğru cevaplarından haberdar olmuyor. Neyi yanlış yaptığını bilmiyor, doğrusunu nasıl öğrenecek? Burada en şaşırdığım şey hazırladığım paper'larda tek cümlenin affedilmemesi oldu. Evet affedilmemesi diyorum, çünkü böyle bir sisteme daha önce aşina değilim, yazdığım her sunu argümantasyon kelime kelime irdelenip eleştiriye tabi tutuluyor/du. Tat kaçırıcı olsa da öğreniyorum. Tabi, hoca da keyfine göre eleştiri yapamaz. Onun da öğrenciye hesap verebilirliği var; o yüzden o notu neden verdiğini hem cümle cümle iç incelemede, hem de ödev veya paper genel değerlendirmesinde öğrenciye açıklamak zorunda. Bu da sistemi efektif/akıcı yapıyor. Ayrıca akademisyenler sınav ve paper kağıtlarının isimlerini GÖREMİYOR. Sistem paper'a isim yazmamızı engelliyor. Kağıt Merve'nin mi Jack'in mi bilmiyor. Böylece olabilecek kişiselleştirme ihtimalleri ortadan kalksın hem de hoca bana taktı denilmesin. Karşılıklı rahatlık. Öğrencileri suçlamadan önce öğrenciye sunulan sisteme bakılmalı. Bu memleketin gençleri itham edildiği gibi yeteneksiz değil; sadece daha etkili, onları merkeze alan ve elbette daha disiplinli sisteme ihtiyaçları var. Eksikliklerini güvenle öğrenmek istiyorlar, hepsi bu. Bu sistemi uygulayan üniversitelerimiz var, biliyorum; onlarınki yaygınlaştırılmalı, azınlık kalmamalılar. İkincisi, akademisyen başına düşen öğrenci sayısı azaltılmalı. Böylece akademisyenler de aşırı iş yükü ile öğrenciyle ilgilenmek konusunda zorluk yaşamasın. Sistem mesele. İlk 500'e oradan da ilk 100'e girmek her yere dershane gibi üniversite açarak olmaz. Gerekirse daha az ama daha nitelikli olmalılar; copy-paste ödevlerle geçilmeyecek, öğrenciye sadece akademik değil aynı zamanda bireysel becerilerini geliştirecek sistemi kurulmak zorunda.
Lise ve üniversitelerin sayı olarak değil kalite olarak artması gerekir. Şu an zaten üniversite mezunları iş bulamıyorlar. Üniversite mezunu olmanın bir çekiciliği kalmıyor zaten. Hatta parası olan insanlar bir şekilde özel üniversitelerden diploma alıp para gücünü kullanarak kendisinden daha yetenekli insanların önüne de geçiyor sıklıkla. Bu nedenle üniversite mezunu sayısını arttırıp işsizliği ertelemek yerine bilim üreten üniversiteler oluşturmak ve mevcut köklü üniversiteleri özgür birer bilim yuvası yerine getirmek gerekiyor. Sorunun çözümü için gereken şeyler aslında genel olarak bunlar. Bununla birlikte eleştirmek ve sürekli şikâyet etmek yerine gerekli olanları koymak gerekir. Söylediklerimizi iki maddede toplayalım: 1)Eğitim ve sınav sistemini uzman bir heyet ile kalıcı bir raya oturtmak 2)Eğitim kurumlarını nitelik olarak olağanüstü yükseltmek Bu iki madde içerisinde aslında deryalar kadar şey yer alıyor. Bu iki şey hakkıyla uygulansa Türkiye'de eğitim birkaç sene içerisinde büyük bir sıçrama yaşar. Ne yazıktır ki eğitim sisteminde ortaya çıkan bozulmalar bir anda kendini göstermemekte, sonuçları ise nesiller boyu sürebilmektedir.
Modern eğitime geçiş aşamasında hangi kurumlar açılmıştır? Cumhuriyet Dönemi'nde eğitimde hangi köklü değişiklikler yapılmıştır ? Yabancı uzmanların çağırılması Türkiye'deki Eğitime nasıl bir katkısı olmuştur? Halkevlerinin kurulma amacı nedir? Köy Enstitüsü'nün eğitimde nasıl bir rolü bulunur? Türkiye'de eğitim politikalarının oluşmasına etki eden mekanizmalar nelerdir? Beş Yıllık Kalkınma Planlarının eğitime olan katkılarını açıklayınız. Türk Milli Eğitiminin amacı ve ilkeleri nelerdir? Eğitim bireyleri içinde yaşadıkları topluma hazırlar. Bu sebeple her toplumun kendi siyasi, ekonomik ihtiyaçlarına ve kültürel muhtevasına göre şekillenerek “milli eğitim” olma özelliğini kazanır. Milli eğitim, yeni nesillerin devletin ülküsünü kazanmasını sağladığı gibi devlet dairelerinin, sanayi üretiminin, hizmet sektörünün, eğitim kurumlarının ve genel olarak piyasaların gerektirdiği emek gücünü yetiştirir. Ayrıca bireylerin toplumsal değerleri edinmesini sağlayarak toplumun bütünlüğünü ve sürekliliğini temin eder. Bu çerçevede Eğitim Sosyolojisi genel geçer ilkelere sahip bir bilim dalı olmakla birlikte eğitim kurumunun belli toplumsal özelliklere göre kazandığı özel biçimleri de araştırır. Türkiye'de eğitim kurumunun yakın tarihi süreçte geçtiği evreleri bilmek çağdaş Türk Milli Eğitiminin özelliklerini anlamak açısından önemlidir. Bu sebeple Eğitim Sosyolojisinin genel ilkelerini ve kuramlarını ele almadan önce bu bölümde Türkiye'de kurumsal eğitimin geçtiği evreleri ve çağdaş milli eğitimin amaçlarını ele alacağız. Türkiye'de modern eğitimin doğuşunu 19. yüzyılın başına kadar götürmek mümkündür. Modern eğitim kurumlarının faaliyete geçiş hikayesi, devletin politik ve ekonomik modernleşme çabalarıyla paralel yürüdü. Bu sebeple yükseköğrenimle başlayan modern eğitim kurumlarının inşa süreci alt kademelerle devam etmiştir. Osmanlı döneminde ilk çabaları görülen halk eğitimi anlayışının öncelikli devlet politikası haline gelmesi ise Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiştir. Bu bağlamda yeni devletin politik ve ekonomik hedefleri doğrultusunda yeni okul türleri ve eğitim anlayışı şekillenmiştir.
Çağdaş dünyada toplumsal hayatın şekillenmesinde eğitim başat bir rol üstlenmektedir. Bu sebeple de toplumların siyasi, ekonomik, kültürel gelişimlerinin ve gelişim süreçlerinde yaşadıkları çeşitli sorunların eğitim-öğretim alanıyla ilişkili olması şaşırtıcı değildir. Eğitsel süreçlerin toplumla ilişkisini ele alan Eğitim Sosyolojisi, bu önemi ve kapsamından dolayı, Sosyolojinin önemli alt dallarından biridir. Bu bölümde eğitim ve öğretimin tarihte ve günümüzde nasıl tanımlandığı, Eğitim Sosyolojisinin doğuşu ve eğitimin işlevleri ele alınarak bu bilim dalının önem ve kapsamının anlaşılmasına bir nebze de olsa katkı sağlamayı amaçlıyorum.
Hangi çağ ve dönemde olursa olsun, bireysel ve toplumsal varoluşlarını gerçekleştirememiş kişi ve toplumların, yaşadıkları zaman ve zemine bir şeyler katmaları mümkün değildir. Günümüzde de bazı toplumların, görecede olsa, bunu başardığını, bireysel ve toplumsallıklarını keşfederek, geleceklerini inşa edecek siyasal ve ekonomik modeller kurduklarına şahit oluyoruz. Peki, bizim coğrafya neden bir türlü bunu başaramıyor. Neden varlığımızla yokluğumuz arasındaki fark bu kadar belirsiz... Neden coğrafya olarak sürekli cehalet, şiddet, ötekileştirme, kutuplaşma, baskı, istibdat, iç çatışma, darbe ve savaşlarla cebelleşiyoruz. Bu durumun analize muhtaç olduğu çok açıktır...
Tavsiyeler curcunası ve herkesin haklı olma paradoksu hakkında keyifli bir muhabbet oldu. İçtimai Aksulamel: https://open.spotify.com/show/1Kf63TvjTzJPRLv8fuCgV5?si=ACmoTuUCR4C6MfEJpsbxug
Platon insanı erdeme ulaştıran şeyin bilgi olduğunu söyleyerek, ne ile mutlu olduğumuz, ne olduğumuzu da yansıtır demiştir. O yüzden ilk önce mutluluğun bilgisine ulaşmak gerekir ki insan tam anlamıyla mutluluğu yaşayabilsin. Herkes için mutluluk farklı anlamlar ile ifade edilebilir. Bazı insanları basit şeyler mutlu edebilirken, bazı insanlar hangi imkanlar içinde olursa olsun bir türlü mutlu olamaz. Çünkü onun için asıl mutluluk, kendi hedefine ulaşmak ile sınırlıdır. Bir şeylerin peşinde koşmanın mutluluğu getirmeyeceğini Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya Kitabında şu sözleriyle anlatmaktadır: “Mutluluk başka şeylerin yan ürünüdür” bu başka şeylerin içini herkes kendi bilgisine, deneyimine, olgunluğuna, yaşamdan beklentilerine ve kendini keşfetme sürecine göre doldurabilir.
4 Eylül 2021 tarihinde yayınladığım yazım: Ahlakçılık üzerine paylaştığım fikirler üzerine çok garip tepkiler aldım. Binlerce (yaklaşık 9.000 - 9.500) insan takipten çıktı. Yüzlerce garip mesaj aldım. İnsanlar hayal kırıklığına uğradıklarını ifade ettiler. Ciddi manada şaşkınlık içerisindeyim. Meseleyi daha detaylı ele alabilmek adına bu satırları yazmaya karar verdim. Sizlerin de yorumlarda fikirlerinizi beyan etmenizi istiyorum. Madde madde irdelemek gerekirse: 1) Meselenin bireyler tarafından kişiselleştirildiğini gördüm. 2) İnsanların hatalarını yüzlerine vurmak sert bir tepki ile karşılık almayı göze almak demekmiş bunu öğrendim. 3) Ahlak kavramının toplumda çok yanlış manalarda kullanıldığını farkettim. 4) Türkiye'deki yaşanan ahlaksızca her türlü meselenin neden bu kadar kolaylıkla ortaya çıktığını anladım. Neticede söylediğim sözler ne olursa olsun bu şekilde bir tepkiyi hak etmediğimi düşünüyorum. İçlerinde çok kıymet verdiğim insanlar dahil olmak üzere binlerce insanın takipten çıkmasına hâlâ şaşkınlıkla bakıyorum. Eleştiriler genel hatlarıyla şu şekildeydi: - Meseleye yüzeysel yaklaştığım düşünülüyor. - Her konu hakkında fikir sahibi olduğum düşünülüyor. - Peygamberlerin de ahlakı anlattıkları bu sebeple yanlışa yanlış demek zorundayız gibi bir sav sunuluyor. - Ahlakçılığa söz ederek benim de ahlakçılık yaptığım söyleniyor. - Benim gibi bir insanın böyle düşünmemesi gerekitiği ve bunun bana yakışmadığı söyleniyor. Ve benzeri daha nice görüşler var. Her birine tek tek cevap vermeye giriştim ama sonra bu çabamın beyhude olduğunu gördüm. Sonrasında attığım tweeti ve paylaştığım hikayeleri silip gönül ve hayal kırıklıklarına mani olmak istedim. Söylediğim sözlerin arkasındayım. Ama sözler amacın dışında hizmet etmeye başlayınca geri çekmenin doğru olduğunu düşündüm. Destek veren yüzlerce insan oldu. Her birinize ayrıca teşekkür ederim. Derdim gönül kırmak değil. Benim derdim düşünmek ve düşündürmek. Bu yüzden yıllardır burada yazıyorum. Rabbim nefes ve güç verdikçe yazmaya devam edeceğim inşallah. Mesele hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.
Bilgi çöplüğüne dönüşmüş dünyada herkes kendini bilge sanmakta.
İnsanların sadece makyaj yaparak ve giyinerek bu kadar değer görmesi çok aptalca. Neden bu kadar şekle önem veriyoruz? Düşünürler neden ünlü değil de makyaj yapan kızların ve daha garibi makyaj yapan erkeklerin bir sürü takipçisi var? Bunu gerçekten aklım almıyor. Süslenmek bu kadar değerli olmamalı. Güzellik yapaylıkla elde edilemeyecek kadar kıymetlidir. Dünya gerçekten kötü durumda. Zoruma giden nokta ise sosyal medyada bu şekilci insanların lafları düşünen ve yazan inanlardan daha fazla değer görmesi, kadın erkek ilişkilerinin bu kadar konuşulması ve değer görmesi. Gerçekten bu zoruma gidiyor. Nice düşünen üstad gölgede kalıyor bu şekilcilerin ardında. Galiba sosyal medyanın çokça acemisiyiz git gide bu oturacak ve düzelecek. Ben bu umudu taşımak istiyorum.
Kişisel gelişmek nedir? Gelişmek bize ne katar? Kişisel gelişim başlığı altında bize sunulanlar neler? İnsanlar neden kişisel gelişime bu kadar para veriyorlar? Bir hayalperestin reelistlere karşı kendini ispatlaması için ilk olarak kendini geliştirmesi gerekmektedir. Bu ispatın mecburiyeti hayal eden hayalperestin (yani körelmemiş, yontulmamış bir zihne sahip olan idealist bir insan) aklındakilerinin aslında gerçekleşmek üzre bekleyen planlar olduğunu kanıtlama güdüsüdür. Bu güdüyü reelistler sürekli olarak kamçılar. Bu kamçılama çoğu hayalperesti ilk başta sinirlendirip gaza getirir ve inat duygusunu doğurur, sonraki evrede ise bıktırıcı ve hayal kırıcı raddeye getirtir. Ve hayalperestimiz artık bir reelist olur. Tıpkı vampir gibidir bu reelistler. Herkes kendi gibi olsun diye onları tabiri caizse ısırırlar. Yahya Kemâl ne güzel anlatmış şu dizelerinde: “Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!.. / İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.”
Biz neden korkarız? Korkmak doğal bir şey midir? Korku duygusunun gücü nedir? Korkan insan nasıl hareket eder? Yılandan herkes korkar mı? Çoğu konuda olduğu üzere korku duygusu biyolojik varlığımız üzerine kişisel ve kültürel deneyimlere dayanır. Duygular bir miktar dışarıdan öğrenilir. Korku duygusu da toplumsal ve kültürel öğretiler neticesinde neye, ne kadar ve ne şekilde korkacağımız şekillenmiş oluyor.
Dert nedir? Ne ile dertlenmeliyiz? Dertler bizim dermanımız olabilir mi? Dertler bizi ne noktada boğarlar? Dert kötü bir şey mi? “Derman arardım derdime/Derdim bana derman imiş” demiş Niyâz-î Mısrî. İşte bu düstur bizim bugün konuşacağımız meseleyi şekillendirecek. Derdini devası olarak görmeyenlerin hayatta karşılaştıkları zorluklara karşı dirençleri düşer. Victor Hugo'nun da dediği gibi “Dert insanı uyutmaz” bu sebeple derdin kendisinde derman aramadıkça huzur bulmak ve yaşamak zorlaşır.
Başlamak gerçekten bitirmenin yarısı mıdır? Başlamadıkça neler kaybediyoruz? Nereden başlamalıyız? Ve nasıl başlamalıyız? Başarmak ile başlamak arasında nasıl bir ilişki var? Hayata dair bir duruşun yoksa cebinde kaç kuruşun, aklındaki savruluşun kimsenin umrunda olmaz. Bir yerden bakmak ve bir şekilde başlamak lazım. Birilerinin sözlerini elbette beğenip takip edebilirsin ama sana ait cümlelerin yoksa unutma ki sen bir hiçsin. Her şey hakkında fikrin olsun demiyorum ama en azından bir mesele hakkında “benim de şöyle bir görüşüm var” diyebilmelisin. Bu görüş taklit üzre değil seni temel alabilen bir görüş olmalıdır. Kimlik bu şekilde kazanılır. Kendi cümlelerini kurmayanlar kurulmuş cümlelere; kendi düşüncesine sahip olmayanlar düşünülmüş fikirlere mecburdurlar. "Ya hareket et ya da hareket ettirilirsin." Colin Powell
Çırılçıplak, zayıf, dayanıksız, korumasız, dış etkilere sonuna kadar açık, bu dünyanın dışından gelmiş gibi görünen garip bir bedene sahibiz. Bir yandan bu kadar zayıf. Yetersiz ve tabiata uyumsuz olup öbür yandan da bu kadar etkili, muktedir, zeki ve baskın bir canlı türü olmamız bariz bir tezat gibidir. Fakat biyoloji açısından baktığımızda, mesele büyük oranda açıklığa kavuşur. Eğer bedenimiz bu kadar zayıf ve çaresiz olmasaydı, insanoğlu hayatta kalmak için zihnini bu kadar zorlamak zorunda kalmayacaktı.