Podcasts about aksine

  • 33PODCASTS
  • 107EPISODES
  • 12mAVG DURATION
  • 1MONTHLY NEW EPISODE
  • Apr 11, 2025LATEST

POPULARITY

20172018201920202021202220232024


Best podcasts about aksine

Latest podcast episodes about aksine

Hasan Basri Budak İle Kendine Gel
Mükemmeliyetçilik Tuzağı I 3.Sezon Podcast

Hasan Basri Budak İle Kendine Gel

Play Episode Listen Later Apr 11, 2025 3:44


“Mükemmeliyetçilik Tuzağı” Hiç hata yapmayan insan, hiçbir şey yapmayan insandır. Ve hayatta en büyük hata, kendini hatasız sanmaktır.Yunus Emre'nin bu anlamlı öğüdü, bu haftaki podcastimizin mottosu.Merhaba sevgili dostum, ben Hasan Basri Budak.Bazen içimizde, usulca büyüyen bir ses vardır: “Sakın hata yapma…” “En iyisi olmalı…” “Bir daha dene, bu yeterli değil…” Ve biz, bu sesin peşinden sürükleniriz. Mükemmel olma çabası, zamanla bir meziyet değil, ağır bir yük haline gelir. Yaptığımız her işte, kurduğumuz her cümlede, attığımız her adımda içten içe şu baskıyla yaşarız: “Daha iyisi olmalıydı.” Oysa mükemmeliyetçilik, sandığımız gibi bizi yüceltmez. Aksine, fark etmeden ruhumuzu daraltır, üretme cesaretimizi törpüler, özgürlüğümüzü sınırlar. İnsan, kusuruyla insandır. Ve bazen, en güçlü adım; kusurlu da olsa, bir adım atmaktır. Bu bölümde, işte tam da bu duygunun izini süreceğiz.Keyifli dinlemelerBecome a supporter of this podcast: https://www.spreaker.com/podcast/hasan-basri-budak-ile-kendine-gel--5728974/support.

Yeni Şafak Podcast
Gökhan Özcan-Derdimiz nerede?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Mar 6, 2025 4:32


Maneviyatla irtibatın giderek zayıfladığı şu zamanda din denince insanların aklına ilk olarak fiili eylemler üzerinden ilerleyen bir mükellefiyetler toplamı geliyor. Bunlar elbet var; ancak din esasen bir inanç meselesi, bununla ilgili bir akli ve kalbi mesaiyi gerektiriyor. Allah'ın (cc) vahyi şunları yapın, bunları yapmayın ile sınırlı değil… Aksine emredilenler ve nehyedilenler, Allah-u âlem, kendisini aklı selime ve kalbi selime doğru götürecek yolda ilerleyebilmesi, o zihin açıklığı ve gönül berraklığına sahip olabilmesi için gerekli zemini sağlıyor kula.

Yeni Şafak Podcast
Yahya Bostan-Terör örgütü PKK neden ağız değiştirdi?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Feb 25, 2025 6:54


Kandil'deki elebaşı Murat Karayılan 7 Şubat'ta dedi ki… “Sadece videolu çağrıyla bir şey olmaz.” 15 Şubat takvimli olası İmralı açıklamasına bir reddiyeydi bu. Beş gün sonra (12 Şubat) terör örgütü, Karayılan'a yüz seksen derece zıt bir açıklama yayınladı. Herkesin sorumluluklarını doğru anlaması gerektiği belirtildi. PKK'nın Suriye kolu YPG/SDG, “Şam yönetimiyle anlaştık” haberlerini (19 Şubat) dolaşıma soktu. Peki, anlaştılar mı? Aksine. Silah bırakmama kararını açıkladılar. O halde, neler oluyor? Gördüğümü, duyduğumu, zihnimde beliren fotoğrafı anlatayım.

Mevlana Takvimi
KUR'AN'I TEFSİR EDEN SÜNNETTİR - 27 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Nov 27, 2024 2:41


Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yakında sizden biri çıkar ve şöyle der: “İşte Allâh (c.c.)'un kitabı. Onun içerisinde bulunan helâlleri helâl kabul ederiz, onda yer alan haramları da haram sayarız.” Haberiniz olsun! Kime benden bir hadis ulaşır da onu yalanlarsa, bu haliyle o Allâh'ı, Resûlü'nü ve o hadisi kendisine ulaştıranı yalanlamış olur.” (Taberânî) Mutarrif b. Abdillah b. eş-Şıhhîr (r.âleyh)'e: “Bize sadece Kur'ân'dan bahsedin” dendiği zaman şöyle demiştir: “Vallâhi biz hadis rivâyeti ile Kur'ân'a bir alternatif getirme arzusunda değiliz. Ancak bu halimizle biz, Kur'ân'ı bizden daha iyi bilen birinin (Resûlullâh (s.a.v.)'i kastetmektedir) olduğunu göstermek istiyoruz.” Evzâî (r.âleyh), Hassan b. Atıyye (r.a.)'den şöyle dediğini nakleder: “Vahiy Resûlullâh (s.a.v.)'e inerdi. Onu tefsir eden sünneti de ona Cibril getirirdi.” Ebû'd-Derdâ (r.a.): “Sizin hakkınızda endişe ettiklerimden biri de âlimin sürçmesi ve münâfığın Kur'ân ile tartışmaya girmesidir” demiştir. Bu mânâda daha başka sözler de vardır ki âlimler onları sünneti bir tarafa iterek Kur'ân'ı tevil etme ve reye başvurma konusuna yormuşlardır. Âlimlerden birçoğu, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şu buyruğunu ve hadisleri bu mânâya anlamışlardır: “Yüce Allâh ilmi, insanların arasından bir çırpıda çekip çıkararak almaz. Aksine ilmi, âlimleri alarak alır. Sonunda hiçbir âlim bırakmayınca insanlar kendilerine câhil başlar edinirler, onlara sorular yöneltilir, onlar da bilgisizce fetvâ verirler. Böylece hem kendileri sapar, hem de başkalarını saptırırlar.” (Buhârî) Hakikaten bid'at sahiplerinin pek çoğu bu şekilde davranmışlar, hadisleri bir tarafa atmışlar ve Kur'ân'ı yersiz bir şekilde tevile yeltenmişler ve sonunda da hem kendileri sapmış, hem de başkalarını saptırmışlardır. (Şatıbi, el-Muvâfakât; İslâmi İlimler Metodolojisi, c.4, s.15-16)

Damla Dönmez ile Yoga
Şat Sampatti: 6 Erdem / 1. Şama: Zihin Odaklılığı (Tattvabodha: Vedanta'ya Giriş Felsefe Sohbetleri #3)

Damla Dönmez ile Yoga

Play Episode Listen Later Oct 15, 2024 35:59


Şimdi zihni incelemeye başlayalım. Bir kişinin gerçekten canını sıkan, ona problem çıkartan şey aslında nedir? Aslında canı sıkılan o kişidir, zihin değil. Zihin sadece belli duygular üretir, öfke, korku vs. gibi. Ancak korku kişi içindir zihin için değil. Korkan, kaygılanan, öfkelenen hep kişidir. . Zihni kendinizden ayırıyor ve sonra da gereksiz yere dövmeye başlıyorsunuz. Zihin üzerine konuştuğunuzda sorumlu olmanız lazım aksi takdirde başkaları adına da problem yaratmaya başlayabilirsiniz. “Benim zihnim hiç iyi değil” diye bir sonuca varmak çok kolaydır. Kötü zihin diye bir şey yoktur. Zihin her zaman iyidir, sizin için pek çok şey yapıyor. Eğer kaygılıysanız size kaygıyı gösteriyor ancak bu zihin kötü demek değildir. Bunları yaşayan ise sizsiniz, etkilenen kişisiniz ve zihin size sadece nereye dikkat etmeniz gerektiğine dair işaret sunuyor. İşte bu dikkate śama denir. . Śama zihnin ateşkesidir. Zihnin ateşkesi, zihnin boş beyaz bir sayfaya dönüşmesi değildir. Aksine zihin sizin için hazır hale gelir. Tefekküre, meditasyona oturduğunuzda sizin emrinize amadedir, hazırdır. Çalışmaya, öğrenmeye başladığınızda sizin için hazırdır. (Tattvabdoha: Vedanta Öğretisine Giriş Kitabı, sf. 48-49)

Mevlana Takvimi
EVRENDEKİ BÜTÜN AYETLER YARATICININ KUDRETİNİ İSPATLAYAN DELİLLERDİR - 07 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Oct 7, 2024 2:12


Cenâb-ı Hâkk ayet-i kerimede şöyle buyurur: “Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman herbirinin meyvesine bakın. Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.” (En'am s. 99) Meyvelere sadece bir göz atmamız bile bizlere Allâh (c.c.)'ın yaratma mucizesinin boyutlarını gösterecektir. Yediğimiz bütün bu nimetleri Allâh (c.c.) bizler için yaratmıştır. Kimisinin içerisini yer, kabuğunu atarız. Kimisini kolayca soyarız. Kimisinin kabuğu sert olduğu için kırarız. Kimi meyvelerin de sadece suyunu sıkıp alırız. İşte böylece meyveler üzerinde Allâh (c.c.)'un yaratma mucizesini müşâhede etmiş olmaktayız. Allâh (c.c.) bu mucizeleri iyice incelememizi, bunların üzerinde düşünmemizi ve hak olduğunu anlamamızı istiyor. Niçin? Çünkü müşteriyi aldatmak isteyen bir satıcı malının iyice incelenmesinden hoşlanmaz. Meselâ kumaş almak için bir manifaturacıya girdiğimizde beğendiğimiz kumaş şayet kusurlu ise satıcı onu bize vermek istemez. Bizim iyice düşünmemizi ister veya kumaştaki kusuru gizlemek için dikkatimizi başka tarafa çekmeye çalışır. Aksine şayet kumaş çok kaliteli ve kusursuz ise satıcı iyice düşünmemizi, tekrar tekrar kumaşa bakmamızı ister. Satıcının amacı kumaşın kalitesini anlayıp, kaliteli olduğunu hissetmemizdir. Cenâb-ı Hâkk da evrende yarattığı hak olan ayetler üzerinde düşünmemizi istemektedir. Bu deliller üzerinde ne kadar çok düşünürsek, Allâh (c.c.)'un evrendeki mucizeleri hakkındaki bilgimizde o oranda artar. Evrendeki bütün ayetler yaratıcının kudretini ispatlayan delillerdir. (Muhammed Mütevelli Şaravî, Kuran'da Kıyâmet Sahneleri, s.34-35)

Yeni Şafak Podcast
YUSUF DİNÇ - Enflasyonla Mücadeleyi Zamana Yaymak

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Aug 20, 2024 6:04


Enflasyonla yaşamak ya da yaşamamak… Yaşamamak derken komple yaşamamayı kastediyorum. Türkiye için de tartışmıyorum. ABD'den başlayıp tüm dünyaya yayılacak herkesin birbirinden ucuza mal almak için uğraş vereceği bir iklimi kastediyorum. Kapitalizm ve enflasyon ilişkisi araba ile motor benzetmesiyle tarif edilir. Gelin ben size daha yerinde bir somutlaştırma yapayım; Kapadokya'nın bir sembolü haline gelmesiyle dünyada artık Türkiye'ye has bir binek olarak görülen sıcak hava balonu üzerinden örnek vereyim. (Bir bilgi; Türkiye'nin imajında çok büyük yeri olduğu halde ilk sıcak hava balonu uçuşu daha henüz denebilecek bir yılda 1984'te gerçekleştirilmiştir.) Kapitalizm bir balonsa enflasyon bu balonun açık ağzındaki ısı kaynağıdır. Deflasyonda balona ısı girmez ve yükselmez. Yani kapitalizm çalışmaz. Aksine ocağın altı çok açılır balon çok ısıtılırsa da zarar görür, düşüp çakılır. Bu nedenle ılıman enflasyon seviyesinin altındaysa ekonomi ısıtılır, yani bazı merkez bankaları enflasyonu yükseltmeye uğraşır; yok, ılıman seviyenin üzerindeyse enflasyon düşürülmeye çalışılır. Fakat tartışmadan anlaşılacağı üzere kapitalizmde esas olan balonu uçurmak yani enflasyonu çıkarmaktır, ılıman seviyeye kadar. Türkiye'de ekseriyetin enflasyonu düşürülecek bir olgu sanması her ekonomi için doğru olmayan bir sanrıdır. Merkez bankaları ve bugünkü para tasarımı enflasyon üretmek için var edilmiştir. Çünkü önceki para sistemi (değerli metal para) deflasyonisttir. Kapitalizm bunu sevmez. O simyacı Karun'un, ormanları yakan Nemrut'un tarafındadır. Şimdi bugünkü formunun sonuna gelen kapitalizm yaratıcısız yıkımını kavurucu bir enflasyonla gerçekleştirmeye hazırlanıyor. Liderler bu süreci doğru yönetemezse kapitalizmin skolastisizmine teslim olanlar dünyayı yakacak. Tabi kapitalizmin dünyayı lidersiz bırakmış olmasını da bu girişim için önemli bir hazırlık olarak görmek lazım. Demokrasi, cumhuriyet, kapitalizm kardeştir amenna… Ama o eski kapitalizm. Yeni kapitalizm demokrasileri sorgulatacak… Dünyada seçimle iş başına gelenlere yahut daha doğru ifadesiyle getirilenlere bir bakın. Abidik gubidik örnekleri saymama sanırım gerek yoktur. Krallıkların son yıllarda demokrasilere göre güçlü karaktere sahip liderler ortaya çıkardığı insanlığın gözüne sanırım boşuna sokulmuyordur. Bugün kral durumundaki liderlerden en yetersizi dahi birçok demokrasinin başbakanlarını şunlarını bunlarını alt alta üst üste toplasanız her bakımdan daha üstün gelir.

Yeni Şafak Podcast
YASİN AKTAY - Taha Abdurrahman Vesilesiyle Felsefe, Retorik Ve Ötesi

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Aug 10, 2024 7:08


Taha Abdurrahman üzerine değerlendirmelerimize devam ediyorduk ki, araya İsmail Heniyye'nin şehadeti ve ardından değerli tarihçi Mikail Bayram hocanın vefatı girdi. Bu mukadder fasıla dolayısıyla yazdıklarımıza dair gelen tepkilerle Taha Abdurrahman üzerine konuşmanın başka bazı mevzuları da konuşmaya vesile olabileceğini gördük. Öncelikle hatırlatayım ki, mezkûr yazılarımızda Taha Abdurrahman'ın ne söylediğine fazla girmedik. Aksine her iki yazımızda Taha Abdurrahman'ın 4 ayrı konferansına karşı gösterilen yoğun rağbeti okumaya çalıştık. Yani Taha Abdurrahman'ın kendisini değil, ona dair okumaları ve beklentileri yorumlamaya çalıştık. Bunlar birbirinden elbette kopuk olmasa da birbirinden çok farklı şeylerdir. Hermenötik felsefenin uyarıları sayesinde bir yazarın metninin ne söylediğinin ayrı, onun nasıl okunduğu, anlaşıldığı veya anlamlandırıldığı konusunun ayrı olduğu bilgisi artık felsefi okuma-yazma bilen herkesin ebcediyatı haline gelmiş olmalı. Şahsen ne Taha Abdurrahman'a ne de herhangi bir düşünüre, yazara veya hatta alime bütün meselelerimizi bir çırpıda çözecek bir keramet yüklemiş değilim. Yüklememek de gerekiyor elbet. Bugün Türkiye'de İslami düşünce seviyesi herhangi bir insanı kültleştirip, masumlaştırıp onu bir merce-i taklit haline getirmekten çok uzak ve çok daha karmaşıktır. Taha Abdurrahman'ın yeni bir dile sahip olduğunu, önemli noktalar işaret ettiğini, bazı meselelere kendince makul bir çözüm önerisi getiriyor olduğunu söylemek, onun hatasız, kusursuz ve bütün meselelerimizde önümüzü açacak bir taklit mercii olabileceğini söylemek değildir. Bu basit gerçekleri bu şeklide aptala anlatır gibi anlatmak zorunda kalmış olmam, Taha Abdurrahman'a dair gündemin bazı çevrelerce hemen bu tarz bir mecraya saptırılmaya çalışıldığını görmem. Taha Abdurrahman siyaset, ahlak, felsefe, fıkıh, modernite gibi pek çok alanda otuza yakın eser üretmiş, bu eserlerde bilhassa Kur'an ıstılahlarından çok özgün bir lügatçe ve bu lügatçeye dayalı felsefi bir dil ve formülasyonlar üretmeye çalışmış bir insan. Batı felsefesiyle de bir diyalog içinde elbet, ama bir teslimiyet ve savunma içinde değil, ona karşı belki onların da anlayabileceği bir dil yakalamaya çalışıyor. Bunu yaparken isabet de hata da edebiliyor ki, söyleminde bir mutlaklık veya nesnelcilik iddiası değil. Klasik İslam uleması gibi sözünün neticesini “Allah en iyisini bilir”e bağlayan bir tevazu var. Sözünün sonunda Kur'an ayetleri üzerine, İslam düşüncesi üzerine daha önce denenmemiş başka bir açıdan düşünmeye dair bir davet hissediyorsunuz. Ama dediğim gibi, belki zaman zaman bazı zorlamalarla, zaman zaman belki mübalağalarla, ama pek çok zaman da hayran bırakan taliklerle. Aslında onun yaptığını daha önce ve halen başka yollarla yapan pek çok alim, pek çok insan da var. Neticede bütün kitaplar tek bir kitabın, Allah'ın kitabının anlaşılması için okunur ve Kur'an üzerine herhangi bir insanın yazdığı hiçbir kitap ve hiçbir söz Kur'an ayetlerinden daha iyi, daha beliğ ve daha nihai bir adres olamaz. Yine de Kur'an'ın ayetlerinin bazen gözümüzden kaçan anlamlarına dikkat çeken ve bize Allah'ın ayetlerinin mucizelerini gösterebilecek işaretlere ne kulaklarımızı ne gözlerimizi kapatamayız. Alimler bunun için vardır. Alimler Kur'an'ın yerini tutmak için değil, bize Kur'an ayetlerini açmak, onları görmeye hazırlamak, içerdiği hikmeti gösterebilmek ve ayetlerin aydınlığına taşımak için vardır.

Yeni Şafak Podcast
ERSİN ÇELİK - Şehit İsmail Haniye'nin devrettiği bayrak

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 31, 2024 4:28


Şeyh Ahmet Yasin, Abdullah Rantisi ve İsmail Haniye… Hamas'ın vizyoner liderleri. Şeyh Yasin ile Rantisi, 2004'ün mart ve nisan aylarında İsrail'in düzenlediği suikastlar sonucu şehit olmuşlardı. Şeyh, Hamas'ın kurucu lideri, Rantisi ise yardımcısıydı. Gazze direnişinin mimarlarından bayrağı devralan İsmail Haniye de dün Tahran'da kaldığı eve düzenlenen füzeli saldırıda aramızdan ayrıldı. İsrail ve Amerika 7 Ekim'den beri Hamas'ı ve beraberinde tüm Gazze'yi yok etmek için insanlık tarihinin görmediği vahşetlere imza atıyorlar. Hamas'ı ortadan kaldırarak, Gazze'yi de teslim alacaklarını ve haliyle Filistin direnişinin sona ereceğini düşünüyorlar. İsrail'in çıkarları ve hedeflerini teorik olarak doğrulayan bir beklenti bu. Zaten Şeyh Ahmet Yasin ve arkadaşları da Hamas'ı İsrail'in işgalini durdurmak ve bağımsız bir Filistin devletinin ilanı için kurmuştu. Kısmen başarılı oldular. İşgal, en azından yavaşlatıldı ve direniş bugünlere taşındı. Daha önemlisi de Hamas hareketi, FKÖ'nün İsrail'i tanıyan ve Siyonist düşünceye biat eden politikalarını reddederek, Filistin toplumunun çok büyük bir bölümünü işgal karşıtlığında buluşturdu. Hamas, zaman içinde Gazze'ye, Gazze de Filistin davasının kalbine dönüştü. Toplumsal karşılığını da 2006'da yapılan seçimlerde, Hamas ilk sandık deneyiminden yüzde 57,5 üstünlükle çıkarak göstermişti. Hamas'ın bu zaferi, Batı'nın demokrasi ipliğini pazara çıkarmaya yetti ve Filistin meselesine dair barışçıl söylemlerinin göz boyamaktan ibaret olduğunu da zaman içinde aşikâr etti. Bugün tüm dünya, İsrail'in ne kadar barbar, cani ve gerekirse tüm dünyayı kana boğmaktan geri durmayacağını Gazze halkının ortaya koyduğu direnişle görmüş oldu. Peki, bundan sonra ne olacak? Hem İslam tarihi hem de Filistin direnişinin geçmişi, böylesine acı ve ağır kayıplardan sonra büyük dirilişleri de yazıyor. İsmail Haniye'nin şehit edilmesi, İsrail'in hesapladığı gibi Hamas'ın faaliyetlerinin sona ermesi ve Gazze'nin düşmesiyle Filistin direnişinin akamete uğraması anlamına gelmeyecektir. Aksine, İsmail Haniye'nin Şeyh Ahmet Yasin'den devraldığı ve Hamas'ın Gazze direnişinin tüm dünyanın ortak meselesine dönüştürdüğü bayrak daha da ileriye taşınacaktır. Gazze, soykırımın ve işgalin sonucu ne olursa olsun Filisin direnişinin kalbi ve İsrail'in tarih önünde ödeyeceği ağır bedellerin merkezi olacak. Gazze soykırımının 300. günü geride kalırken, İsmail Haniye'nin şehit edilmesi ve suikastın Tahran'da gerçekleşmesi, alttan alta dillendirilen bölgesel savaşın artık kapıda olduğunun işareti mesela. 7 Ekim'de başlayan savaş resmen Gazze'nin dışına çıkmış oldu. Dünya, 7 Ekim öncesine zaten dönmeyecekti, şimdi yeni bir safhaya geçildi. Lübnan, Suriye ve İran içlerinde kan akıtan İsrail ve destekçisi Amerika'nın asıl amaçlarının ne olduğunu hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan aylar önce dile getirmişti. Adına yeni bir Hilal-Haçlı Savaşı ya da 3. Dünya Savaşı denilecek bir dönemin başlangıcında olduğumuz artık herkesin idrakinde.

Yeni Şafak Podcast
TAHA KILINÇ - Madalyonun öbür yüzü

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 19, 2024 4:40


Konferanslarda en çok karşılaştığım sorulardan biri şudur: “İsrail, bunca askerî gücüne ve uluslararası desteğine rağmen, Mescid-i Aksâ'yı neden yerle bir etmiyor? İslâm dünyası da cılız bir kınamadan öteye geçecek durumda değilken üstelik…” Sorunun alt metninde, İsrail'i “istediğini istediği şekilde yapan”, “durdurulamayan” ve “sınır çizilemeyen” bir güç olarak tasavvur etme alışkanlığı yatıyor. İsrail'in kayda değer bir istihbarat ve saldırı kabiliyetinin bulunduğu doğru. Ama karşımızda “her şeye kâdir” bir gulyabani yok. İsrail'in hem kendi iç bariyerleri hem de onu dışarıdan kuşatıp sınırlayan haricî şartlar var. Her ülke gibi. 1967'de Siyonistler Kudüs'ü ve Mescid-i Aksâ'yı işgal ettikleri zaman, ordu radyosundan yapılan ilk anonslarda “Tapınak Tepesi artık bizim elimizde!” vurgusu çok baskındı. Kudüs'ün Müslüman halkı, Aksâ'nın kaderine dair endişe ve merak içindeydi. Ancak ilginç bir sürpriz yaşandı: İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, Yahudi kamuoyunun protestolarına rağmen, Mescid-i Aksâ'nın kontrolünün Müslümanlara bırakılacağını duyurdu. İşgalle birlikte Kubbetu's-Sahra'nın tepesine dikilen İsrail bayrağının indirilmesi emrini vermekle işe başlayan Dayan, ardından Mescid-i Aksâ'nın kuzey tarafına konuşlandırılan İsrail askerlerini geri çekti. Kudüs Bölge Komutanı Uzi Narkis'in şiddetli itirazlarına rağmen kararından vazgeçmeyen Dayan, basit bir mantıkla hareket ediyordu: Dünyanın gözünde, İsrail'i “işgalci” bir devlet olarak göstermemek. Kudüs'te gerçekleştirilen askerî operasyon kelimenin tam manasıyla bir “işgal” olsa da, Siyonist liderlerin iddia ettikleri tek hedef, “mahrum bırakıldıkları doğal hakları” Ağlama Duvarı'na kavuşmaktı. Nitekim Dayan, İsrail basınına yaptığı açıklamada şunları söyleyecekti: “En kutsal mekânımıza geri döndük, buradan bir daha asla ayrılmayacağız. Biz başkalarının dinî mekânlarına el koymaya veya onları oralardan men etmeye gelmedik. Aksine, biz şehrin uyum içinde olmasını ve bütün unsurların kardeşçe yaşamasını istiyoruz.” (Ne var ki, sonraki süreç, Dayan'ın başlangıçtaki bu sözleriyle İsrail işgal yönetiminin uygulamaları arasındaki çelişkileri defaatle ve açık biçimde ortaya koyacaktı.) Moşe Dayan, işgali takip eden günlerde Kudüs Evkâf yetkilileriyle bir araya gelerek, onlarla kutsal şehrin ve Mescid-i Aksâ'nın Müslümanlar açısından taşıdığı ehemmiyeti müzakere etti. Müslüman liderlerden aldığı tavsiye doğrultusunda, Yahudilerin Mescid-i Aksâ alanında ibadet etmesini yasaklayan Dayan, Yahudi ve Hristiyanların Aksâ'yı ziyaretlerinin ise güvence altına alındığını duyurdu. Yahudiliği “kültürel” ve “siyasî” bağlamda bir kimlik olarak algılayan Dayan için, Mescid-i Aksâ sahası Yahudiler açısından sadece “tarihî” bir değer taşıyordu. Dayan'ın seküler kimliği, Aksâ konusunda Müslümanlar lehine karar vermesini kolaylaştıran etkenlerin başında geliyordu. İlginç olan ise, hiç azımsanmayacak sayıda Yahudi din adamının da Mescid-i Aksâ alanının Yahudilerce ibadet için kullanılmasını “haram” saymasıydı. Onlara göre, Süleyman Tapınağı inşa edilinceye kadar, Mescid-i Aksâ sahası “temiz” değildi ve orada ibadet edilemezdi. Böylece Dayan, Kudüs'ün dinî dengelerini seküler mantıkla korumaya çalışırken, dindar Yahudilerden sürpriz bir destek de kazanıyordu.

Yeni Şafak Podcast
Yusuf Kaplan - Türkiye'deki vesayet rejiminin kaynağı: Hukuk darbesi

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jun 7, 2024 5:54


Toplumları ayakta tutan, yaşayan ve yaşatan yegâne kaynak, toplumların şeriatlarıdır. Bu şeriatlar din kökenli de olabilir, seküler, dindışı kökenli de. Hukuk sistemi, toplumların şeriatının ete kemiğe büründürülmüş ince elenerek sık dokunarak geliştirilmiş, tarihî tecrübeyle adım adım inşa edilmiş işleyiş mekanizmasıdır. Hukuk, toplumun ruhunu, değerlerini ve geçmişten geleceğe çileyle biriktirdiği, hem karakterini hem de kaderini şekillendiren varolma iradesini eksene alarak varolur ve anlam kazanır. Toplumun ruhu, değerleri ve tarihî tecrübesi ile irtibatı olmayan bir hukuk sistemi, hem o topluma hiçbir şey kazandırmaz hem de daha da kötüsü o toplumun altını oymaktan başka bir işe yaramaz. Özetle, bir toplumun hukuk sistemi, o toplumun şeriatı'dır: O toplumu vareden ruh, değerler manzumesi ve ilkeler bütünü.   TÜRKİYE'DEKİ HUKUK SİSTEMİ: VESAYETÇİ BÜROKRATİK OLİGARŞİ  Türkiye'deki vesayet rejiminin dayandığı bürokratik oligarşi sistemini ayakta tutan güç, bu topluma dışarıdan ve tepeden Jakoben yöntemlerle dayatılan ithal seküler hukuk sistemidir. İthal seküler hukuk sisteminin temel hedefi, İslâm'dan arındırılmış bir devlet / siyaset sistemi ve İslâm'dan uzaklaştırmış bir toplum biçimi icat etmekti'r. Başka bir ifadeyle, Türkiye'deki hukuk sistemi, toplumun ruhunu, değerlerini ve tarihî varoluş iradesini ve ilkelerini eksene almaz. Aksine, toplumun ruhunu, değerlerini ve tarihî varoluş iradesini ve ilkelerini oluşturan yegâne kaynağımızı, İslâm'ı normal şartlarda devre dışı bırakma, anormal şartlarda yani askerî darbe ortamlarında ise yıkma, yok etme kaygısını eksene alır. Dikkatinizi çekerim: Türkiye Cumhuriyeti, 1928 yılına kadar İslâmî bir hukuk sistemi ile meşruiyetini tesis etmeye çalışmış, 1928 yılından itibaren ise tam tersi bir istikamete kayarak Türk devletinin ve toplumunun kaderi, İslâm'ı devre dışı bırakan bir yöne ve yörüngeye oturan bütünüyle Batı'dan ithal seküler bir seküler hukuk sistemi tarafından belirlenmiştir. Seküler devletin ve seküler toplum inşası çabasının kaynağı vesayet rejimi bürokratik oligarşi olarak adlandırdığımız işte bu ithal seküler hukuk sistemidir. Devleti kuran şey, siyasî rejim değil, siyasî rejimi de kuran seküler hukuk sistemidir. Hukukunu kaybeden bir toplum, ruhunu, değerlerini ve varolma iradesini de kaybeder; ruhu, değerleri ve varolma iradesine dayanarak geliştirilen, dolayısıyla ruhunu, değerlerini yaşatan ve varolma iradesini diri tutan devletini de.   HUKUK DARBESİ İLE Mİ KARŞI KAŞIYAYIZ?  Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanı'nın Merkez Bankası Başkanı'nı görevden alma ve üniversitelere rektör atama yetkileri olmadığına hükmetti! Çok tehlikeli bir karar bu! Milletin iradesinin ithal bir zihniyet tarafından nasıl ipotek altına alındığını göstermesi bakımından son derece tedirgin edici ve çokça tartışılacak bir karar! Nedir bu? Hukuk darbesi mi?

Yeni Şafak Podcast
Yusuf Kaplan - İran, emperyalistlerle mi savaşıyor, Müslümanlarla mı?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 26, 2024 4:45


En baştan söyleyelim açık açık: Tarih boyunca, İran hep Müslümanlarla savaştı: 12., 13., yüzyıllarda doğudan Moğol sürüleri, batıdan Haçlı sürüleri, İslâm âlemini kasıp kavurarak kan gölüne çevirince, biz ölüm kalım savaşı verirken İranlılar küffarla değil bizimle savaştılar! Salahaddin Eyyûbî ilk iş olarak, El-Ezher'i Sünnîleştirdi, sonra da ta Tunus'a kadar Şia'yı kovaladı! İnanılır gibi değil ama ürpertici gerçek bu! Şimdi de öyle ama bir farkla: Şimdi açıkça küffarla savaştıklarını söylüyorlar ama Müslüman kanı akıtıyorlar Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de ve bütün Arabistan Yarımadası'nda! Daha vahim, daha ikiyüzlü bir durum var şimdi!   İRAN BATI'NIN DÜŞMANI İSE, NEDEN YERLEŞTİRİLDİ ARABİSTAN YARIMADASI'NA?  İran'da sözümona İslâm devrimi oldu, İran bir anda, yarım asırdan da kısa bir süre içinde bütün Arabistan Yarımadası'na yerleşti. Stratejik olarak değil, fiilen, işgal ederek… Güya İran, Batılıların “haydut devlet” dedikleri, sürekli ötekileştirdikleri bir devlet. Türkiye ise Batı ittifakının resmen üyesi, belli başlı küresel Batılı kurumların yükümlülüklerine en sadık üyesi üstelik de. Hâl böyle olmasına rağmen Türkiye Amerika'nın ve Rusya'nın işgal ettikleri ve yerleştikleri Türkiye'nin güneyindeki Irak ve Suriye'ye yerleştirilen ve açıkça Türkiye'yi tehdit eden, belki de esas itibariyle Türkiye'yi vurmak için icat edilen başta PKK ve uzantıları olan terör örgütlerine askerî operasyon yaparken işgalci emperyalist ülkelerden izinsiz bir adım atamazken, Batı ittifakının “haydut devlet” olarak ilan ettiği, bütün dünyaya da Batılıların en büyük düşmanlarından biri olarak lanse ettiği İran, bölgede istediği ülkeyi işgal ediyor, istediği lideri deviriyor, istediği yere, kanlı askerî operasyon çekiyor, inanılmaz katliamlar yapıyor ama İran'ı “düşman” belleyen küresel sistemin emperyalist lordlarının sesi bile çıkmıyor! İran'ın ABD emperyalist olduğu için ABD düşmanı olduğu iddiası tam bir şehir efsanesidir, ayartıcı bir yalandır. İran'ın ABD düşmanlığı, ABD'nin husûmetini üzerine çekerek kendini mazlum konumuna düşürmeyi amaçlayan şeytânî bir stratejiden başka bir şey değildir. İran, ABD düşmanı filan değildir. ABD de İran düşmanı olmamıştır hiçbir zaman. Aksine. ABD, İran'ı hedef göstermiş ve İran'ı mazlum konumuna yükseltmiş, mazlumların hâmisi (!) yapmıştır. Eğer ABD, İran düşmanı olmuş olsaydı, bütün Arabistan Yarımadası'na adım adım yerleştirir miydi İran'ı? Bakın İran bütün Arabistan Yarımadası'nı işgal etti, ABD'nin gözünün içine baka baka hem de! İran, Irak'a yerleşti, Suriye'ye yerleşti,

Yeni Şafak Podcast
Yusuf Kaplan - Emperyalizmin küresel hegemonyasının anahtarı: Türkiye'de laik devrim,...

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 26, 2024 7:18


Batılılar, dünya üzerindeki hegemonyalarını bazı salak ve asalak tiplemelerinin zannettikleri gibi bilim, düşünce ve sanatta ortaya koydukları üstün performansa borçlu değiller. BATI UYGARLIĞI KÜRESEL HÂKİMİYETİNİ ÇİFTE SALDIRGANLIĞINA BORÇLU  Daha mükemmel bir medeniyet fikrine, mefkûresine sahip oldukları için, daha derinlikli bir varlık tasavvuruna veya bilgi ve hakikat idrakine sahip oldukları için dünyada hâkim olmuş değiller. Aksine. Uygar oldukları için değil barbar oldukları için dünya üzerinde hâkimiyet kurdular. Tecavüzcü, talancı, yağmacı, yalancı oldukları için. Bütün kıtaları işgal ettiler, bütün kıtalardaki kültürleri yağmaladılar, bütün kıtalardaki insanları “uygarlaştırma misyonu” gibi ayartıcı seküler bir kutsallık üreterek aşağıladılar, tecavüz ettiler, kitleler hâlinde katlettiler! Dünyanın bütün medeniyetlerinin, kültürlerinin, dinlerinin hepsini yağmaladılar, tarumar ettiler, tanınamayacak kadar paçavraya çevirdiler! Maddî saldırı, tecavüz, işgal ve yağmanın yanısıra bir de zihnî, manevî, entelektüel bir yağma, tecavüz ve yıkım gerçekleştirdiler. Sözün özü: Batı uygarlığı, hem Tanrı'ya hem insana hem tabiata hem de insanlığın medeniyet, kültür ve düşünce birikimine bir saldırıdır! Ben bunu söyledim diye taşa tutulacağımdan kuşku duymuyorum: Kraldan çok kralcı celladına âşık tasmalı zavallı laik Türk entelijansiyası, Batı uygarlığının saldırganlığı üzerinden dünya üzerinde hegemonya kurduğu fikrine burun kıvıracaktır! Batı uygarlığının İbn Haldun'u, İbn Haldun'un büyük hayranı, çağdaş büyük tarihçi Arnold Toynbee, bunu A Study of History başlıklı 10 ciltlik devâsâ tarih çalışmasında şöyle izah eder: “Üç asır gibi kısa bir zaman dilimi içinde, insanlık tarihinde gelmiş geçmiş 26 medeniyetten 16'sını fiilen tarihten sildik, 9'unu fosilleştirdik.” (!)  KÜRESEL SİSTEMİN İKİ ÖZNESİ: İNGİLİZLER VE YAHUDİLER  Batı uygarlığı, iki dünya savaşından sonra kesinkes hâkimiyetini ilan etti küre üzerinde. Aslında Batı uygarlığı dediğim aktörün iki ana öznesi var: Yahudiler ve İngilizler! Benim Batı uygarlığı dediğim aktör, aslında küresel sistemin tâ kendisi. Küresel sistemi, siyasî ve iktisadî devrimlerin gerisindeki yegâne aktör İngiltere kurdu. 19. yüzyıla damgasını vurdu İngiliz küresel sistemi. Ama çok geçmeden, İngilizlerin kurduğu küresel sisteme Yahudiler kondu! Amerika'yı, -başta finans kurumları olmak üzere bütün kurumlarını- ele geçiren ve iki dünya savaşından sonra da hem Almanya'yı (=Avrupa'yı) rakip olmaktan çıkaran hem de İngiltere'nin iki dünya savaşından sonra yıldızını söndüren Yahudi gücü, Amerika'yı ele geçirdi.

EKSEN
‘İran, iddiaların aksine Filistin'de, Irak'ta, Suriye'de çatışmaların devamından yana değil'

EKSEN

Play Episode Listen Later May 24, 2024 84:30


Prof. Mehmet Yuva'ya göre, İran'da İslam Cumhuriyetinin ‘tunç yasası' tabir edilen ilkesel tutumu değişmez, ancak yeni seçilecek lider bölgesel ve küresel konjonktüre göre İran politikalarını biçimlendirecek. Yuva, İran'ın iddiaların aksine Filistin'de, Irak'ta ve Suriye'de çatışmaların devamında yana olmadığı görüşünde.

Yeni Şafak Podcast
Yusuf Kaplan - Türkiye niçin İran tarafından kuşatılıyor?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 24, 2024 5:08


Benim İran yazılarım, İran düşmanlığından kaynaklanmıyor. Mezhepçilik hastalığından da kaynaklanmıyor. İran düşmanlığı da yapmıyorum, Şiî düşmanlığı da. Aksine İran'ın kitlesel, ürpertici bir Sünnî katliamı yaptığını, “vahdet, vahdet” diyerek büyük bir vahşet gerçekleştirdiğini görüyor ve buna dikkat çekiyorum. Buna dikkat çekmek mezhepçilik yapmak mıdır?! Mezhepçi Şiî İran, kimsenin gözünün yaşına bakmadan yüzbinlerce masum Sünnî Müslümanı katledecek, biz de “bu yaptığınız şey vahşettir, yapamazsınız!” diye çıkışınca mezhepçilik mi yapmış olacağız? Yok öyle yağma! Kaldı ki, İslâm dünyasının, tarihinin en zorlu dönemlerinden birinin eşiğinden geçtiği, Müslümanların birbirlerine omuz vurmaya değil omuz vermeye şiddetle ihtiyaç duydukları bir zaman diliminde mezhepçilik yapılır mı? Olacak iş midir bu?   İRAN NE YAPMAK İSTİYOR?  Konuşulması gereken şu: İran ve içimizdeki İrancılar hem sürekli olarak “vahdet, vahdet” diye slogan atıyorlar hem de İran her yerde vahşet yapıyor, Sünnî kanı akıtıyor oluk oluk… Buna sessiz kalınır mı? Olacak iş midir bu? Suriye'de tam yarım milyona yakın Sünnî Müslüman kanı akıttı bu İran. Dile kolay! İnanılır gibi değil! Ne için akıttınız Suriye'de yarım milyon masum insan kanını? Sünnî Suriye'nin yarısı Suriye'den sürüldü! Çok büyük bir tezgâh var burada. İngilizler, Yahudiler ve İranlılar bölgenin kaderini silbaştan yeniden belirleyecek, İslâm'ın kalbini hem Şiîleştirecek hem de Fars emperyalizmine teslim ederek İslâm dünyasının omurgası demek olan Sünnî İslâm'a büyük darbe vuracak, İslâm'ın tarihin akışını değiştirecek büyük bir medeniyet meydan okuması gerçekleştirmesini imkânsız hâle getirecek gelecek bin yılı belirleyecek büyük bir tezgâh! Türkiye'nin kuşatılmasıdır bu aynı zamanda. Emperyalistler tarafından değil, doğu komşusu İran tarafından kuşatılması. Niçin bu şekilde kuşatılıyor Türkiye? Şunun için: Sünnî dünyanın durdurulması Türkiye'nin kuşatılmasından geçer! Siz kimsiniz? Ne işiniz var Suriye'de?

Kur'an-i Kerim Tefsiri
Insikak Suresi Tefsiri Ali Kucuk

Kur'an-i Kerim Tefsiri

Play Episode Listen Later May 19, 2024 50:00


*84 İNŞİKÂK SÛRESİ Mekke'de nâzil olmuştur. 25 âyettir. Bir gün gelip yeryüzünün dümdüz olduğu, gökyüzünün yarıldığı bir anda amellerimizi yazan defterler bize verildiğinde cennete ve nimetlerine kavuşmak, cehennemden uzak olmak için iman ve ameli salihin fayda vereceği bildirilmekte. Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1 Gökyüzü yarıldığında, 2 Rabbine kulak verip haklandığında/itaat gerçekleştiğinde, 3 Yeryüzü dümdüz edildiğinde, 4 İçinde olanları atıp boşaldığında, 5 Rabbine kulak verip haklandığında, 6 Ey insan, şüphesiz sen Rabbine (kavuşuncaya) kadar çabaladıkça çabalayacaksın ve sonunda O'na kavuşacaksın. 7 Kimin kitabı sağ eline verilirse, 8 Kolay bir hesap ile hesaba çekilecektir. 9 Sevinerek ailesine dönecektir. 10 Amma kimin kitabı arkasından verilirse, 11 Hemen ölümü isteyecektir. 12 Ve şiddetli ateşe yaslanacaktır. 13 Çünkü o (Dünyada iken) ailesi arasında (malmülk sebebiyle) şımarmıştı. 14 Şüphesiz o (bu sevinçli durumunun) değişmeyeceğini sanmıştı. 15 Hayır, şüphesiz Rabbi onu gözetiyor. 16 Yoo! Şafak'a yemin ederim, 17 Geceye ve topladıklarına, 18 Dolunaya dönüştüğünde Ay'a (yemin ederim ki), 19 Muhakkak siz halden hale bineceksiniz. 20 Onlara ne oluyor da iman etmiyorlar? 21 Üzerlerine Kur'ân okunduğunda secde etmiyorlar? (Secde âyeti) 22 Aksine o kâfirler yalanlıyorlar. 23 Allah onların birikimlerini bilir. 24 (Rasülüm!) Onları acıklı bir azapla müjdele 25 Ancak iman edip ameli salih işleyenler müstesna. Onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/insikak-suresi-tefsiri-ali-kucuk

Yeni Şafak Podcast
TAHA KILINÇ - Nekbe'nin Yeni Nesilleri

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 17, 2024 4:34


Beyrut Amerikan Üniversitesi'nde ders veren Suriyeli Ortodoks Hristiyan tarihçi Dr. Konstantin Zurayk (1909-2000), İsrail'in kuruluşuyla neticelenen savaş devam ederken 1948'in yazında kaleme aldığı kitabına “Felâketin Anlamı” (Ma'nâ'n-Nekbe) adını vermişti. Zurayk, şunları yazıyordu: “Yedi Arap ülkesi, Filistin'de Siyonizm'e savaş açtı. Yedi ülke, Filistin topraklarının parçalanmasının önüne geçmek ve Siyonizm'i hezimete uğratmak için savaşa girdi, ancak savaş hızlı bir şekilde Filistin vatanının çok büyük bir kısmının kaybıyla sonuçlandı. Hatta [1947'deki] Taksim Planı'nda Araplara verilen kısımlar bile kaybedildi. Savaş patlak verdiğinde, kamu diplomasimiz hayalî zaferlerimizden bahsetmeye başlamıştı. Amaç Arap halkını uyutmak ve kolayca kazanabileceğimize ikna etmekti. Felâketi yaşayana kadar, bu böyle devam etti.” Zurayk'ın Araplarla Yahudileri karşılaştırdığı satırları da çok çarpıcıydı: “Siyonistler şimdiki zamanda yaşıyorlar ve gözlerini geleceğe dikmiş durumdalar. Bizler ise ihtişamlı bir mazi ile uyutulmuş haldeyiz. Hatalarımızı ve bu felâketteki sorumluluk payımızı itiraf etmekten başka çaremiz yok.” Konstantin Zurayk, yakın tarihe “Birinci Arap-İsrail Savaşı” adıyla geçen süreci tahlil eden ve Arap dünyasına özeleştiri teklifinde bulunan Arap tarihçilerinin ilkiydi. Zurayk, bu vesileyle bir ilki daha gerçekleştirmişti: Kitabına isim koyarken “felâket” kelimesini karşılamak üzere seçtiği “Nekbe” kelimesi, kısa süre içinde, Filistinlilerin yaşadığı çok boyutlu trajedinin sembol ifadesine dönüşecek ve yüzyılın en meşhur kelimeleri arasına girecekti. Nekbe'nin ilk nesilleri yani vatanlarından sürgün edilen ilk Filistinli kuşaklar, tarif ve tasvir edilmesi imkânsız acılarla yüzleşmek durumunda kaldı. Atalarının yüzlerce yıldır yaşadığı topraklardan sürülüp çıkarılmak, siyasî dağınıklığın ve sahipsizliğin en net manzarasıydı. Sığınılan komşu ülkelerde yıllar boyunca derme-çatma çadırlarda yaşamak mecburiyeti, mülteci hayatının eğitimden sağlığa gelecek nesilleri tümüyle etkilemesi ve şekillendirmesi anlamına geliyordu. Üstelik ufukta, yaşanan felâketin telafi edileceğine ve olumlu süreçlerin başlayacağına dair hiçbir işaret de yoktu. Aksine zaman geçtikçe acılar derinleşiyor, kayıpların duygusal yükü ağırlaşıyor, Arap kamuoyunun meseleye bakışı ise öfkeye bulanmış kaba hamasetten öteye geçemiyordu. Zaman içinde her ülkede iç politik gündemin ilk sıralarına yerleşen Filistin meselesi, Arap hükümetlerin birbirine hamle yapmaya çalıştığı bir satranç tahtasına da dönüşmüştü. Nekbe'nin ardından kendi kaderleriyle baş başa kalan / bırakılan Filistinliler, yaşananları farklı alanlarda tercüme ve tefsir ederek buradan kurtuluş için bir yol haritası çıkarmaya da odaklanmaya başladı. Madem Arap dünyasının durumu ortadaydı, o zaman mevcut şartlar içinde bir şeyler yapılmalıydı. Böylece, Nâcî el-Alî'den Gassân Kanafânî'ye, Abdülaziz Rantîsî'den Mahmûd Dervîş'e, Nekbe'nin ilk şok dalgalarını doğrudan doğruya yaşayan nice isim, işgale karşı mücadele tarihinin ayrılmaz parçalarına dönüştü. 76 yıl sonra, bugün Nekbe sürecine yeniden baktığımızda, karşımızda bambaşka bir manzara var: ABD ve İngiltere başta olmak üzere, dünyanın birçok yerinde, ataları türlü acılarla vatanlarından sürgün edilen Filistinli torunlar artık akademide, siyasette, ticarette, medyada, kısacası kamuoyunun görüşlerini şekillendirecek hemen her noktada oldukça aktif biçimde boy gösteriyor. Bugün mesela “Batı üniversitelerindeki Filistin direniş eylemleri…” şeklinde okuduğumuz hemen her tablonun arka planındaki motor güç, çok iyi organize olmuş Filistin diasporasının genç ve dinamik üyeleri.

Yeni Şafak Podcast
Ayşe Böhürler - “KARŞI KONULMAZ ÇÖKÜŞ” TARİHİ…

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 3, 2024 5:57


Tarih okuyucusu olarak eski dönemlere dair tarih yazımlarına konu olan kaynakları değerlendirmemiz mümkün olmuyor. Ancak yakın dönem tarih çalışmalarında yazarları tanıyabilme ve hangi öykünün kimden anlatıldığına bakarak bir mukayese yapma imkânımız var. Dönem tarihini ele alırken olaylara dair bilgi kaynaklarının ötesinde karakterimizin, durduğumuz yerin, ideolojimizin, önyargılarımızın, farklı bakış açılarının olayları nasıl eğip büktüğünü görebiliyoruz. Bugünlerde Özal dönemi ve 80 sonrasına dair bir iki kaynak okuyayım dedim. Önüme kitaplar yığıldı, lakin kapsamlı bir kitap bulamadım. Var olan eserlerin çoğunluğu CHP ve daha sol veya liberal çizgideki yazarlardan gelmiş… Bu kısır döngü bugünü de kapsıyor, sağ- muhafazakâr yazar ve akademi çevreleri romantik tarihi eserler yazmak yerine biraz da bu sahada eser vermeye gayret etse çok iyi olur. Yoksa yakın döneme, hatta içinde yaşadığımız günlere dair bile bir kaynak eser bulamayacağız. Neden mi? Cevabı aşağıda… KAÇINILMAZ SON: SAĞ HEP ÇÖKER! CHP, sol, liberal gelenekten gelen yazar ve akademisyenlerin ideolojik tarih yazımı ve siyaset anlatısı geleneğinin dışında eserler veren isimlerin başında Sabancı Üniversitesi'nden Cemil Koçak geliyor. Cemil Koçak'ın yeni çıkan kitabı ‘Demokratlar ve Halkçılar” ı merakla okumaya başladım. Girişteki analiz bile yakın dönem tarihinin kaynaklarındaki vasatı çok iyi ortaya koyuyor. C. Koçak 1950-1954 dönemini anlatırken Metin Toker'in sık kullandığı “İnönü kompleksi” gibi psikolojik yorumların dışında kalmaya çalıştığının özellikle altını çiziyor. “Eğer döneme sadece iktidar-muhalefet ikilisinden ya da ‘dikotomisi'nden bakarsak epeyce eksik görmüş oluruz resmi. Aksine iktidarı merkez-çevre ekseninde ele almanın pek çok açıklayıcı yönü olduğu kanısındayım.“ Kitabı bu çerçevede kaleme alan C. Koçak giriş yazısında şimdiye kadar DP hakkında yazılan bütün eserleri analiz etmiş. Oldukça dikkat çekici bu girişten anladığımız kadarıyla, Demokrat Parti dönemini objektif kriterlerle, bilimsel bir tarih yazımı metoduyla yazan kimse olmamış. Hele de farklı bir yaklaşımla konuyu ele alan eserler yok.

Yeni Şafak Podcast
YASİN AKTAY - Amerikan Üniversitelerinde Aksa Tufanı Dalgaları

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 3, 2024 6:36


7 Ekim'de başlayan İsrail soykırımına karşı dünyanın her yanında sergilenen protestoların üniversite kampüslerine sıçramasıyla birlikte, görünen kadarıyla Aksa Tufanı sürecinde yepyeni bir aşamaya gelinmiş oldu. Üniversite olaylarının giderek bir yangına dönüştüğü yer Siyonist rejime sınırsız ve kayıtsız şartsız destek veren suç ortağı ABD'nin üniversiteleri. 7 Ekim'den bu yana Gazze'de İsrail soykırımı altında hayatını kaybeden on binlerce insana dair en ufak bir üzüntü veya dayanışma mesajı yayınlamayan üniversite yönetimleri aksine 7 Ekim'deki operasyonu dolayısıyla Hamas'ı terör örgütü olarak kınamaktan ve İsrail halkıyla dayanışma mesajları yayınlamaktan hiç gecikmedi, o günden sonra bile İsrail'in suçlarına, Filistin'in kayıplarına hiç değinmeden İsrail ile dayanışmalarını devam ettirdi. Aksine İsrail'i protesto ve Filistin'le dayanışma gösterileri düzenleyen grupların faaliyetlerini yasaklayıp okuldan atmadığı için Harvard ve Pensilvanya Üniversitesi rektörleri Amerikan üniversite tarihi için utanç verici bir şekilde istifaya zorlandı. Yönetimlerin bu açık İsrail tarafgirliği, bu konuda aksi istikamette tavır koyabilecek hocaları da baştan susturuyor, çünkü aksi bir görüş beyanının veya tavrın bedelinin ne olduğu çok açık. Çağımızda üniversitelerde bilimsel özerklik, ifade özgürlüğü gibi değerlerin çıtasını belirleme imtiyazına sahip Amerikan üniversitelerinde denizin bittiği yer Siyonizm gerçeğiyle karşılaşılan yerdir. Üniversite yönetimlerinin bu açık ikiyüzlü suskunluğu sergilediği noktada önce Columbia Üniversitesi'nde başlayan sonra bütün Amerikan kampüslerine yayılan Gazze ile dayanışma gösterileri, 1968 ve Vietnam gösterilerinden beri bütün dünya üniversitelerine yayılan en büyük üniversite hareketi olma özelliğini kazandı bile. Üniversite yönetimlerinin ve üzerlerindeki siyasi baskılara karşılık öğrencilerin ortaya koyduğu bu isyan aslında üniversitenin misyonuna dair neresinden bakılırsa ümitvar olunacak bir gelişme. Üniversite adına iddia edilen bütün evrensel, bilimsel, hümanist değerlere bağlılığın öyle kolayca bir kenara bırakılamayacağı ve bunu iddia edenlerin kolaylıkla kendi iddialarıyla çelişen tutumlarını sürdüremeyeceklerini gösteriyor.

Evrim Ağacı ile Bilime Dair Her Şey!
Zafer İşareti Olarak Kullanılan Parmakları V Şeklinde Açma Davranışının Kökeni Nedir?

Evrim Ağacı ile Bilime Dair Her Şey!

Play Episode Listen Later Mar 31, 2024 6:08


1415 Agincourt Savaşı'nda okçuların parmaklarının kesildiğine ve nihayetinde bu kesilen parmakların gösterilmesinin bir zafer işaretine dönüştüğüne yönelik hikayeyi doğrulayan tarihsel hiçbir kaynak bulunmamaktadır. Aksine, hareketin Belçika'da Fransızca yayın yapan BBC'nin başkanı Victor de Laveleye… Seslendiren: Selçuk Kandemir

Yeni Şafak Podcast
Yusuf Kaplan - Ramazan Medeniyeti-4: Hüznün diriltici sesleri ve renkleri

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Mar 17, 2024 6:05


Hüzünlü bir Ramazan geçiriyoruz bütün dünya ölçeğinde. Gazze'de yaşanan soykırım, Doğru Türkistan ve Hindistan'da yaşanan Müslüman katliamı, Ramazan'ın belki de tarihte hiç olmadığı kadar buruk ve hüzünlü geçmesine yol açıyor. Doğrusu, bir Müslüman olarak bu Müslüman soykırımı ve katliamıyla üretilen psikolojik yıkıma değil ilâhî kudrete teslim olalım ve bu kez Ramazan'ı kendimizi tezkiye ve nefsimizi tasfiye sürecinde gerçek bir imkân olarak görmeye çalışalım, diyorum. Müslüman direncini, metanetini kuşanalım, şer görünen şeyden hayır çıkaralım, diye düşünüyorum ve Ramazan mevsimini bu yıl hüzün iklimi olarak görelim, hüznün insana aslında nasıl bir kalp, bir ruh hediye ettiğini gösterelim, istiyorum. Yazıya, şöyle giriyorum: Hüznünü yitirme, kalbin kararır. Kararan kalp, hayatını da karartır. Hüzün, bitmemiş bir şarkıdır; tamamlanmamış bir hikâye... Bitmemişlik, tamamlanmamışlık hâlidir hüzün. Hüzün, umutların bittiği anlamına gelmez. Aksine hüzün varsa, umut da vardır. Hüzün, kişinin acziyetini kabul etmesiyle ortaya çıkar. Ama insan, ancak acziyetini fark ettiği an, azmanlaşmaktan kurtulur, insanlaşmaya -başkalarının acısını duymaya- başlar... RAMAZAN'IN SIRRI: HÜZÜN FÜTÛHÂTI MEVSİMİ OLMASI

Yeni Şafak Podcast
Yasin Aktay - İslamofobi ile Mücadelede Bakü Girişimi

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Mar 11, 2024 7:00


BAKÜ İslamofobi ile mücadele adına düzenlenen “Çeşitliliği Kucaklamak: 2024'te İslamofobiyle Mücadele” başlıklı uluslararası konferans dolayısıyla Bakü'deyiz. 2022 yılında BM tarafından 15 Mart gününün Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü ilan edilmesinden sonra Bakü'de İslamofobi üzerine düzenlenen ikinci konferans bu. Geçtiğimiz yıl ilk defa düzenlenen konferans "Irkçılık ve Ayrımcılığın Özel Bir Biçimi Olarak İslamofobi: Yeni Küresel ve Ulusötesi Sorunlar" başlığını taşıyordu. Tabii geçtiğimiz yıldan bu yana İslamofobi suçları veya hastalık belirtilerinin sergilenmesi alanında bir iyileşme olduğunu söylemek mümkün değil. Aksine belki sergilenen suçlar veya hastalıklarla ilgili çok daha fazla örnekler ortaya konuldu. Avrupa'nın ortasında göstere göstere, önceden resmi makamlardan izin alınarak bir ritüel gibi Kur'an-ı Kerim yakılması, Hindistan'da Müslümanlara yönelik giderek artan ve resmi bir söyleme ve politikaya bağlanan saldırılar ve ayırımcılıklar koca Hindistan ülkesini Müslümanların Müslüman olarak ayırımcılığa tabi tutulduğu bir apartheid ülkesi haline getirmeye doğru hızla ilerliyor. Aynı rejim uzun yıllardır en ağır biçimde Doğu Türkistan'da insanlara sadece Müslüman oldukları için uygulanıyor. Konu artık sadece bazı insanların İslam'la ilgili algıları ve duygularının tezahürleri olmaktan çoktan çıkmış durumda. Konu birçok yerde üzerinde iyi düşünülmüş, tasarlanmış bir politika meselesi haline gelmiş durumda.

Yeni Şafak Podcast
YUSUF KAPLAN - Bin Yıllık Büyük Oyun: Fars Emperyalizmi Ve Şiî Yayılmacılığı (II)

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Mar 7, 2024 6:41


Gazze'de insanlık tarihinde görülmemiş bir vahşet yaşanıyor: Üç nesil aynı anda yok ediliyor. Sadece dünya değil, olmayan İslâm dünyası da seyrediyor!   İRAN RACON KESİYOR HERKESE!   Gazze soykırımında günyüzüne çıkan ürpertici bir hâdise var: İran'da Şiî devlet kurulduktan bu yana İran'ın İslâm dünyasının kalbinde, merkez coğrafyasında istediği gibi cirit atması, istediği yeri işgal etmesi, istediği yeri bombalaması, istediği yeri ateşe vermesi, iç savaşa sürüklemesi çok doğal bir hâdiseymiş gibi iyice rutinleşti. İran, racon kesiyor bölgede herkese: Batılılara da, Türkiye'ye de, Arap dünyasındaki ülkelerin hepsine de! İnanılır gibi değil gerçekten! Hani “haydut devlet”ti İran? Hani vurulup yok edilecekti? Aksine İran hem hedef tahtasına yatırılarak mağdur konuma sürükleniyor hem de mazlumların imdadına koştuğu izlenimi oluşturarak mağdurların hâmisi rolünü çok güzel oynuyor!   TÜRKİYE BATI'NIN DÜŞMANI, İRAN TAŞERONU!   Gazze'de yaşanan ürpertici katliam ve soykırım, İran'ın bir anda hızla güçlenmesine ve önüne gelen ülkeye saldırmasına yetti! The Economist dergisinde İran'la ilgili yapılan bütün yorumlarda ve yazılan bütün yazılarda İran'ın kukla örgütlerinden (Iranian proxies) bahsedilip duruluyor! Bizim neden bir kukla örgütümüz yok? İngiliz'in, Fransız'ın, Amerikalının, Rus'un var. Bizim neden yok? Kaldı ki, emperyalistlerin kendilerinin icat ettikleri DEAŞ'ı Türkiye'nin kullandığına dair tezviratlar çıkararak Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak istediler ama DEAŞ'a en büyük darbeyi Türkiye vurdu. Türkiye, görünüşte, Batı ittifakının bir üyesi, Batılıların müttefiki ama gerçekte Batılıların vurmak istedikleri “tehlike arzeden” bir ülke. Ama hangi Türkiye? Elbette ki Müslüman Türkiye. Oysa İran, görünüşte, Batı'nın “haydut devlet” olarak gördüğü ama gerçekte girdiği çatışmalar ve savaşlarla yalnızca Batılıların önünü açtığı ve Batılıların önünü açan bir ülke. Türkiye, sınırlarının 30 km ötesine askerî operasyon yapamıyor ama İran bütün bir Ortadoğu coğrafyasını hallaç pamuğu gibi savurabiliyor ve kan gölüne çevirecek işgallere, operasyonlara ve hatta darbeler yapmaya kadar gemi azıya alıyor ve ipin ucunu kaçırmaktan kaçınmıyor.   İKİ ŞİÎ HİLÂLİ   Şu ân İran iki Şiî Hilâli çekti Arabistan Yarımadası'na ve Türk cumhuriyetlerine. Arabistan yarımadasına bilfiil (siyasî) Şiî hilâli, Türk cumhuriyetlerine ise bilkuvve (kültürel) Şiî hilâli çekerek yerleşmiş durumda. Şah rejimi işbaşındayken İran'ın yayılmacı ve emperyalist politikaları yoktu. İran'da Şiî Devrimi yapıldıktan sonra İran İslâm dünyasına derinlemesine nüfûz etmeye, Müslüman ülkeleri adım adım kendi güdümüne girdirmeye, her tür İslâmî oluşumu kendine ekonomik ve dolayısıyla akîdevî olarak boyun eğdirerek boyunduruğu altına almaya çalışıyor. İki Şiî Hilâli'nin merkezinde de Türkiye var. İran bu iki Şiî hilâliyle Türkiye'yi kuzeyden ve güneyden kuşatma altına alıyor: İran, kuzeye, Türk cumhuriyetlerine kültürel olarak bilkuvve bir Şiî Hilâli çekiyor, Türkiye'nin güneyine ise bilfiil/bedenen kuşatılan bilfiil Şiî hilali. Türkiye'nin geleceğini, bu iki Şiî hilâli karşısında takınacağı tavır ve izleyeceği politika belirleyecek. Türkiye, Şiî hilalinin karşına Türkiye Ekseni olarak adlandırılabilecek güçlü bir proje ile çıkamazsa, biz bir şey yapamayız demektir. Gelinen noktada karşımıza çıkan manzara ürkütücü, ürpertici, İslâm dünyasını kan gölüne çevirecek, İslâm dünyasının sınırlarını mezhebî sınırlarla çizecek kadar tedirgin edici bir manzara.

Yeni Şafak Podcast
MEHMET ŞEKER - Koltuk Dedikleri Ne Menem Bir Şey!

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Feb 19, 2024 2:47


Aday gösterilmeyen herkes çekip giderse, partide kimse kalmaz. Özgür Bey'den bir özdeyiş bu. Doğru mu doğru. * İyi de CHP'den istifa edenler, niye o yolu seçiyor? Anlamakta zorlananların, şapkayı önüne koyup düşünmesi gerekir. Kimini küstürür, kimini tahkir edip üzerseniz, başka türlü olmaz. Kimini de listeden atıp “ruhumda hicranını” söyletme hikâyesi ile baş başa bıraksanız, istifadan başka seçenek kalmaz. * Bunca yılın CHP'lisi Gürsel Tekin bile istifa etti. İsminin geçtiği yerlerde başkaları aday yapıldı. Oysa Özgür Bey severmiş onu. “Ne sevdiğin belli, ne sevmediğin…” * O bunun adamı, bu şunun adamı, beriki de benim adamım diye baktıkça, işler kolaylaşmaz. Aksine gittikçe zorlaşır. Bir yanda Özgür Bey, bir yanda Ekrem Bey… Öte yanda nostaljiye kapılmışların gönlündeki başkan Kemal Bey'in etkinliği devam ediyor. Allah'tan Baykal vefat etti. Artık partide Baykalcı kimse kalmamıştır. Adamlar paylaşılıyorsa, birlikte yürümek zor. Hatta imkânsız. Yolun bir yerinde maraza çıkar. “Eş başkanlık” yakıştırması, bir nükteden ibaretmiş gibi görünmüyor. * Atalardan bazıları “Kıratın yanında yatan, ya huyundan ya suyundan” demiş. Diğerleri de üzümlerin birbirine bakarak kararmasını örnek göstermişler. Eş başkanlığı vazgeçilmez bir uygulama olarak gören ve ondan hiç şaşmayanlarla bu kadar içli dışlı olursanız, elbette etkilenirsiniz. Gelinen mevki yadırganamaz bu durumda. Üzüm kararmıyorsa, cinsi kara olmadığındandır. Kınalı yapıncak nasıl kararsın? O zaman atın kır değil, doru olma ihtimalini de gözetmek gerekir. Netice, etkilenme var mı yok mu ona bakılacak.

Yeni Şafak Podcast
GÖKHAN ÖZCAN - YARA

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jan 31, 2024 4:23


Acıyla, terk edilmişlikle, üşümüşlükle içimize bakan çocuklar... Bakışları birer hançer gibi saplanıyor insanlığımızın tenine. Yiğit insanları için Gazze cennete açılan bir kapı... Bizim içinse acziyetimizi yüzümüze vuran açık sözlü bir ayna... Kanayan bir yara... Dramatik cümleler kurarak kendimi bir parça rahatlatmak, üstümdeki yükün bir kısmını atmak değil derdim. Aksine bu cümleleri ahir ömrümde acımasızca tepemde çınlasın diye kuruyor, kayda geçiriyorum. Gazze büyüklüğündeki bu yarayla beraber yaşayacağım bundan sonra. Ne zaman kurumaya yüz tutsa, tırnaklarımı geçirmek ve yeniden kanatmak boynumun borcu artık benim. Yolu yok, aldığım nefesler boyunca kanayacak bu yara. Katil israil yıkılıp yok olsa, Gazze kurtulsa, Filistin özgürlüğüne kavuşsa, tarumar olan şehirler yeniden imar edilse, üşüyen çocuklar ısınsa, kederli gözleri yeniden neşeyle dolsa bile ben artık bu yaradan ayrılamam. Sönmesin diye başında beklenen bir kır ateşi gibi ne zaman küllenmeye yüz tutsa nefesimle uyandırmalı, yeniden alevlendirmeliyim bu yakıcı ateşi. Çünkü her şeyi gördüm ve sadece gördüm. O dünyalar güzeli kara gözlerde, o kara gözlerin yorgun, üşümüş, yapayalnız kalmış çocukluğunda çaresizliği gördüm ve bir şey yapamadım. Yerimden bile kıpırdayamadım. Bu yaraya gözüm gibi bakmalıyım o yüzden, çünkü bu yara Gazze'nin tenimde açtığı ama daha da çok içimde açtığı yara... Ben ki, hiçbir şey yapamadım; beni bütün tutan her şeyi parçalayan o çocuk bakışlarını içime çekmek dışında bir şey gelmedi içimden. O kederli ve çaresiz çocuk bakışlarıdır içimde kanayan. İşte bu yüzden iyi bakmalıyım yarama. Ne zaman kurumaya yüz tutsa, tırnaklarımı geçirip kanırtmalı, yeniden kanatmalıyım. Mahşer günü söyleyecek bir şeyim yok Rabbimin huzurunda. Beni bağışlatacak bir bahanem, bir mazeretim yok, bir izahım yok. Kendimi savunmak adına bir şeyler gelseydi dilime onları da yutardım. Çünkü savunulacak bir tarafım yok, biliyorum bunu. Bir yaram var sadece içimde, hepsi o, Gazze büyüklüğünde. Kanıyor ve acıtıyor çok şükür içimi. Bu artık benim insanlığımın özeti... Onu kurumaya bırakmadan, merhemini aramaya çıkmadan çıkmalıyım Rabbimin huzuruna. Bu vahşete, bu acımasızlığa, bu gaddarlığa şahit tutulduğumuza göre gördüklerimizi unutmak haram artık bize. Kendimizi ardına, arkasına saklayacağımız bir yer yok.

Yeni Şafak Podcast
Ömer Lekesiz - Ashâbü'l-uhdûd'dan tefekküre açılan kapılar

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jan 30, 2024 5:07


Ashâbü'l-uhdûd'a dair bilginin vahiy (Büruc suresi) ve Peygamberimiz Aleyhisselam'ın haberi (Tirmizî) olarak gelişini, müfessirler diğer kıssalar için de yaptıkları bir dizi maksada tabi olarak tefsir etmişlerdir. Örneğin Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ö. 333/944), Te'vîlât'ında şunları söylemiştir: “Bu haberlerin anlatılmasında, kâfirler indinde Hz. Peygamber'in (a.s.) risâletinin ve nübüvvetinin ortaya konulması ve teyit edilmesi vardır: Belirttiğimiz gibi o bu kabilden bilgi sahibi olan birinin yanına öğrenmek amacıyla gidip gelmemiştir. Allah Teâlâ haberi, tam da kendi kitaplarında olduğu gibi onlara verince kesin anladılar ki Hz. Peygamber (a.s.) bunu ancak Allah Teâlâ'dan öğrenmiştir. Âyette, Hz. Peygamber'in (a.s.) sabra teşvik edilmesi ve işinin hafifletilmesi de vardır. Çünkü Allah Teâlâ bildiriyor ki senin kavmin sana eziyet etmede ve inatla sana karşı direnmede ilk değillerdir. Aksine senden önceki kavimler de aynı şekilde Müslümanlara karşı düşmanlık beslemişler ve onlara işkencede bulunmuşlardır. Bir başka nükte de şudur: Kâfirlerin eziyet ve işkencelerine mâruz kalan müminlerin bu haberlerle bir bakıma teselli bulması söz konusudur.” (Trc.: Mehmet Erdoğan, Ensar Neşriyat, İstanbul 2019) Bu vb. tefsirlerdeki bilgiler bizler için -ilim ehline itimat esasında- bağlayıcı oldukları kadar, bu bağlayıcılığın sadece mevcut tefsirlerdeki bilgilerle sınırlı olmadığını, yaşayan müminlerin kendi zamanlarının olaylarını adlandırabilmeleri, yorumlayabilmeleri için asli bir kod, arketip olma vasfına da sahiptir. Nitekim “Şahitlik edenlerle şahitlik edilenlere ant olsun ki…” mealindeki kıssa ayetinde belirlenen şahitlik-meşhutluk ilişkisi, inancımız bakımından bizi bağladığı kadar, hem o şahitliğe hem de şahitlik edilene şahitlik etmemiz cihetinden de bize yeni tefekkür kapıları açmaktadır. Şöyle ki konuşan haber veren, dinleyen ise ona ve onun verdiği habere şahit olandır. Konuşan Allah ve Peygamberi olduğunda Müslümanın şahitliği, kendi zamanında olmuş, olmakta ve olacak olanlara şahitliği bakımından tefekkür planında bir ilk iz oluşturur. Elbette hiçbir oluşta aynılık söz konusu değildir ancak oluşlar arasında ilk önceki “ilk iz” oluşturduğu için aynı zamanda benzetilen olma vakfını yüklenir. Müslümanlar da zaten bu sebeple Kur'an ve hadislerden öğrendiklerini dünyevi hiçbir olaya, sosyal ya da teknik bilgiye indirgemezler. Kendi hayatlarındaki şahitlikleri ilkine benzetme yoluyla sonrakileri tanımlamayı ve anlamayı sürüdürler. Diğer bir söyleyişle Müslümanlar, ilahî bilgide sabitliği, onun kendi hayatlarındaki karşılıklarında ise sürekliliği gözetirler, yani ayet ya da hadis olarak ilahi hakikatleri asli lafız ve manalarında sabit tutarken, onları kendi zamanlarında yormayı ve yorumlamayı sürekli hâle getirirler.

Yeni Şafak Podcast
Yasin Aktay - Afganistan'da gündem artık ekonomik kalkınma ve göçü önleme

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jan 16, 2024 5:58


Afganistan'da ekonomik kalkınma ve göçü önleme gündemi şimdiye kadar alışık olduğumuz haberlere nazaran oldukça garip gelebilir, ama durum tam da öyle. 2 buçuk yıl öncesine kadar bu ülkede geçerli olan tek dil işgalin, şiddetin, savaşın, istikrarsızlığın diliydi ve böyle bir gündeme asla sıra gelmezdi. Bir ülkeden başka ülkeye giden düzensiz göçmenler veya mülteciler kendi ülkelerine dair sorunların, yetersizliklerin ve çekilmez hayat koşullarının haberlerini taşır veya algılarını oluştururlar. ABD'ye karşı 20 yıl boyunca verdikleri Cihad'ın ardından kazandıkları zaferin “doğrudan ve adı konulmuş olarak İslam'ın zaferi” olduğunu “dolayısıyla kendilerine düşen büyük sorumluluğun bu cihadın vakarını, sıhhatini ve şerefini düşünmek ona uygun davranmak ve onun ismini daha da yükseltmek” olduğunu söyleyen Taliban yönetiminin aslında en büyük imtihanı Afganistan'dan başka ülkelere göç eden insan kaynağı. Ülkenin şartları insanları göç etmeye itiyor, çünkü iş yok, geçim şartları yetersiz ve ülkenin siyasal durumu insanları kendi ülkelerine dair ümitvar kılmıyor. Türkiye'de de şahit olduğumuz Afgan düzensiz göçmenlerin bu göç yolculuklarında ve gittikleri yerlerde katlanmak zorunda oldukları büyük zorluklar, kopup geldikleri şartlara dair bir fikir veriyor. Kuşkusuz Afganistan'dan iltica ve düzensiz göç son iki-üç yılda, yani Taliban döneminde başlamış değildir. Aksine 45 yıl boyunca devam eden işgaller ve iç savaşlar ülkede istikrarlı ve umut verici bir ekonominin oluşmasını büyük ölçüde engellemiştir. İç savaş şartları da hesaba katıldığında Afganistan'ın sürekli dışarıya göçmen üreten bir ülke olması anlaşılabilir. Bilakis şimdilerde 2. Taliban yönetimi 45 yıldır ilk defa bütün ülkeye yayılan bir istikrarlı yönetimi tesis etmiş ve ekonomik kalkınma sorunu üzerinde ilk defa düşünülebilmesini sağlamış durumda. Aslında daha önce ekonominin en büyük girdisi sayılabilecek uyuşturucu, ülke için başlıbaşına büyük bir sorun olmakla birlikte zaten gelirleri de vatandaşlara yansıyan bir sektör olmaktan da uzaktı. Daha önce de dediğimiz gibi oradan sağlanan gelirlerle bir ölçüde işgalin finansmanı sağlanırken, bir yandan da işgal için gerekli insan kaynağı bu kapkaranlık sektörün bağımlılık oluşturma yoluyla temin ediliyordu. Taliban'ın bu sektörü kısa bir süre içinde kökten kurutmuş olması bile kendi hanelerine kaydedilecek çok büyük bir değer ve başarı. Taliban'ın işgalcileri ülkeden kovduğu gün Afganistan'dan kaçmak üzere ABD kargo uçaklarının tekerlerine, kanatlarına tutunan insanların görüntüsü ülkeden kaçan insanlarla ilgili ister istemez karmaşık algılar üretti. Taliban'ın ülkeyi yaşanmaz hale getirebileceği fikri genellikle bu algılar arasında Batılı medyada öne çıkarılanıydı. İntikam ve devr-i sabık peşinde koşacak bir Taliban yönetiminin zaten sürekli göç vermekte olan ülkeden göçü daha da hızlandıracağı beklentisi de vardı. Oysa Taliban yönetimi kendisinden beklenen rövanş veya devr-i sabık politikaları yerine yönetimi devralır almaz bir genel af ilan ederek kişi hukukunu ihlal etmiş bir suç sözkonusu olmadığı sürece kimseye eski rejimle ilişkisi dolayısıyla takibat yapılmayacağını söyledi.

Kısa Dalga Podcast
Marjinal Fayda 70 - Dolar kuru artabilir mi?

Kısa Dalga Podcast

Play Episode Listen Later Jan 15, 2024 16:07


Döviz kurları son günlerde hareketlenmiş gözüküyor. Dolar 30 lira eşiğini aştı.  Yılbaşından bugüne dolar, 12 günde 29.529 TL'den 30.098 TL'ye çıkarak %1.92 değer kazandı. Euro'da da artış var. Kurlardaki bu kıpırdamanın başlıca nedenleri şunlar: -         Yabancı girişinde belirgin bir iştah gözlenmiyor. Aksine son günlerde çıkış var. -         Tasarrufçuyu dövizden TL'ye yönlendirmesi beklenen TL mevduat faizleri %52,5 seviyelerinden tekrar %40 – 45 aralığına çekildi. TL mevduatın cazibesi azaldı. -         Bankaların döviz KKM yatırımcısına (faiz ve kur farkının yanı sıra) verdikleri primi yükselttiklerine ilişkin haberler var. -         Ödemeler dengesinde (cari açık) izlenen kaynağı belirsiz döviz girişi, son 3 aydır tersine dönmüş durumda, 7 milyar dolar çıkış gözüküyor. Bu, eğilimi, talebin bir başka boyutunu yansıtan bir gösterge olarak alınabilir. -         Son birkaç gündeki hareketlilikte, Bakan Şimşek'in ABD yatırımcı sunum ziyaretine katılmamasının kafalarda yarattığı kuşkular ile TCMB Başkanı Erkan'ın ziyaretinden belirgin bir çıktı gözükmemesi de etkili oldu. Özetle döviz talebinde bir artış dikkat çekiyor. Önümüzdeki günlerde bu tablo devam edebilir. Ancak kuru tek belirleyen talep koşulları değil. Hükümetin seçimlere kadar kurda kontrollü gideceği de açık. 33 TL seviyelerinde tutmaya çalışacağına ilişkin tahminler var. Gerginlikleri artırmayan bir seçim sonrası koşullarında görece daha yüksek artışlar beklenebilir.

Kur'an-i Kerim Tefsiri
Hud Suresi 17-39 Tefsiri

Kur'an-i Kerim Tefsiri

Play Episode Listen Later Jan 14, 2024 55:57


HUD SURESİ 17-39 N052 M011 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. 17- (Yalnız dünya ziynetini isteyen) o kişi, Rabbinden bir belge üzerinde olan gibi olur mu? O'nu Allah'tan bir şahit takip eder. Ondan önce önder ve rahmet olarak Musa'nın kitabı vardır. İşte onlar o (Kur'ân'a) iman ederler. Bu gruplardan kim onu inkâr ederse, onun vadedilen yeri ateştir. Bundan hiç şüphen olmasın. Çünkü o Rabbin tarafından bir haktır. Ancak insanların birçoğu buna inanmazlar. 18- Allah'a yalan uydurandan daha zalim kim vardır. İşte onlar Rablerine arz olunacaklar ve şahitler de: "İşte Rablerine yalan söyleyenler bunlardır" diyecekler. İyi bilin ki Allah'ın la'neti zalimler üzerindedir. 19- Onlar öyle zalimlerdir ki, Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve o yolu eğriltmek isterler. Onlar âhireti inkâr edenlerdir. 20- Onlar, yeryüzünde Allah'ı aciz bırakamazlar ve onlara Allah'tan başka dostları da yoktur. Onlar için azap kat kat yapılır. (Çünkü) onlar (dünyada iken hakkı) işitmeye güçleri yetmedi ve onlar (hakkı) görmezler de. 21- İşte onlar kendilerini hüsrana sokanlardır. Onların uydurdukları da onlardan kaybolup gitti. 22- Şüphesiz onlar âhirette en çok hüsrana uğrayanların ta kendileridir. 23- Şüphesiz iman edip ameli salih işleyenler ve Rablerine huşu içinde boyun eğenler, işte onlar Cennettedirler ve orada ebedidirler. 24- Bu iki grubun (kâfirle mü'min) hali kör ve sağırla, görenle işitenin haline benzer. Bunların halleri eşit midir. Hala düşünmeyecek misiniz? 25- And olsun ki biz Nuh'u kavmine Peygamber olarak gönderdik. "Ben size apaçık bir uyarıcıyım" (dedi). 26- "Allah'tan başkasına ibadet etmeyiniz. Şüphesiz ben, acıklı bir günün azâbının sizin üzerinize gelecek olmasından korkuyorum" (dedi). 27- Bunun üzerine kavminin kâfirlerinin ileri gelenleri: "Biz, seni bizim gibi bir insandan başka bir şey görmüyoruz. Bizim ayak takımımızdan ve basit görüşlülerden başkasının sana uyduğunu da görmüyoruz. Sizin bizim üzerimize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizi yalancılar sanıyoruz" dedi. 28- (Nuh): "Kavmim, Ya ben, Rabbimden bir beyyine üzerine isem ve katından bir rahmeti bana vermiş de bu size gizli kalmışsa? Söyleyin. (Ne olur sizin haliniz?) Siz onu istemediğiniz halde biz, sizi zorlayacak mıyız?" dedi. 29- "Ey benim kavmim, bu (tebliğime) karşılık sizden hiç bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım Allah'a aittir. Ben iman eden (fakir) leri kovamam. Şüphesiz onlar Rablerine kavuşacaklar. Ancak ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum." 30- "Ey kavmim, eğer onları kovarsam bana Allah'tan başka kim yardım eder? Siz hiç düşünmez misiniz?" 31- Ben size: "Allah'ın hazineleri yanımdadır" demiyorum. Gaybı da bilmem. Ben bir Meleğim de demiyorum. "Gözlerinizin hor gördüğü kişilere Allah hiç bir hayır vermez" demiyorum. Onların nefislerinde olanı en iyi Allah bilir. (Eğer onları kovarsam) o takdirde ben, zalimlerden olurum." 32- Dediler ki: "Ey Nuh, sen bizimle mücadele ettin, mücadelemizi de çoğalttın. Eğer sen doğrulardan isen, haydi bize vadettiğin azâbı getir." 33- Dedi ki: "O'nu size ancak Allah dilerse getirir. Siz engel olamazsınız." 34- "Eğer Allah sizi azdırmak istemişse ben size nasihat etsem de nasihatim size fayda vermez. O sizin Rabbinizdir ve Ona döndürüleceksiniz." 35- Yoksa onlar "Bunu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu ben uydurmuşsam günahım benim üzerimedir. Ben sizin işlediğiniz suçlardan uzağım." 36- Nuh'a vahy edildi "İman edenlerin dışında kavminden kimse iman etmeyecek. O halde onların yaptıklarından dolayı üzülme." 37- "Gözlerimizin önünde ve vahyimizle gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme (yardım isteme) ; çünkü onlar suda boğulacaklar." 38- (Nuh) gemiyi yapıyor. Kavminin ileri gelenleri ona her uğrayışında onunla alay ediyordu. (Nuh onlara) dedi ki: "Eğer siz, bizimle alay ederseniz, sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay ederiz." 39- Artık kendisini rüsvay edecek azâbın kime geleceğini, daimi azâbın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz.

Yeni Şafak Podcast
KADİR ÜSTÜN - BİDEN'IN SEÇİM STRATEJİSİNDE İSRAİL ÇIKMAZI

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jan 9, 2024 6:03


Başkan Biden'ın Güney Carolina eyaletindeki kilise ziyareti sırasında verdiği mesaj ve bazı göstericilerin tepkisi başkanlık seçimlerine hazırlanırken yaşayacağı açmazın bir özeti gibiydi. 2015 yılında beyaz üstünlüğünü savunan bir saldırganın kiliseye ibadete gelen 9 siyahi vatandaşı öldürmesi, 2016 başkanlık seçimleri arefesinde Trump'ın verdiği mesajın bir sonucu olarak kamuoyunda tartışılmıştı. Biden 2024 kampanyasına bu kiliseye ziyaretle başlayarak siyahi oyların kritik olacağını kabul ettiğini göstermeye çalıştı. Trump'ın göçmenlerin ülkenin kanını ‘zehirlediği' şeklindeki ifadelerine nazire yaparak asıl ‘zehir' beyaz üstünlüğü fikridir mesajını verdi. 2016 seçimlerinde Biden'ı adaylığa taşıyan kritik eyalet olan Güney Carolina'daki siyasi seçmene verilen mesajlar, önümüzdeki seçim için de kritik rol oynayacak siyahi seçmenlere ulaşma çabası olarak öne çıkıyor. Kilisedeki konuşması sırasında bir grup Demokratın Filistin'de ‘Hemen Ateşkes' diye bağırarak protesto etmesi karşısında, Biden İsrail hükümetine çatışmanın şiddetini azaltıp Gazze'den çıkmayı telkin ettiğini söyleyerek cevap verdi. Biden'ın protestocuların bu konudaki ‘tutkusunu' anladığını söylemesi parti içindeki Filistin tepkisinin farkında olduğuna işaret ediyor ancak bu tepkiyi azaltmak adına ciddi bir çabası da olmadı. Aksine, İsrail'in Gazze operasyonlarını destekleyerek ateşkes çağrılarını görmezden gelmekte ısrar etti ancak bunun işe yaramadığı da ortada zira protestolar devam ediyor. Siyahi seçmenin ve Filistin hassasiyetli genç seçmenin Biden'a desteğinin azaldığını gösteren kamuoyu yoklamaları, Biden'ın İsrail meselesinde kritik bir adım atmadan parti içinde birliği sağlamasının zor olacağını gösteriyor. BLINKEN'IN ORTADOĞU TURU Başkan Biden'ın seçim senesinde parti içinde kendisine yabancılaşan grupları toparlamaya çalışırken, Ortadoğu'daki çatışma ortamının ABD'yi içine çekecek biçimde genişlemesini istemeyeceği açık. İsrail hükümeti Gazze'deki savaşın bu seviyede sürdürülemeyeceğinin farkında zira daha önce ilan edilen 380 bin yedeğin orduya çağırılması ve aktif savaşa katılması sürdürülebilir değil. Bu rakamın 170 bin seviyelerine indiği biliniyor ve 100 bine kadar inmesi bekleniyor. İsrail ordusu üç aydır devam eden yüksek mobilizasyonun ekonomiye ağır yükü itibariyle uzun süre sürdürülemeyeceğinin farkında. İsrail yönetimi bu yüzden Gazze'de daha sınırlı ve Hamas liderliğine odaklanan düşük şiddetli ve sürdürülebilir bir çatışma süreci planlıyor. Tel Aviv'le Washington'un bu strateji üzerinde anlaştıkları ve daha fazla insani yardım girişi sağlanarak sürdürülebileceğini düşündükleri söylenebilir. Buna karşın İsrail kabinesindeki siyasiler savaşı İran'la Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'de çatışmaya götürecek bir genişletme konusunda daha istekliler. Böyle bir ortamın ABD'yi İran'la çatışmaya mecbur edecek bir seviyeye getirmesine bir süredir direnen Biden yönetimi, Blinken'ı bölgeye tekrar göndererek bu ihtimali yönetmeye çalışıyor. İsrail'in Hizbullah'a karşı eninde sonunda savaşmak zorunda olacağını ve bu ortamın uygun olduğunu düşünen İsrailli siyasetçiler, Lübnan üzerindeki baskıyı artırıyor. Hizbullah'ın Lübnan'ın güneyinden daha içeri çekilmesini isteyen İsrail, Beyrut'u Gazze'ye çevirme tehdidi savurmuş ve en son Hamas lideri Aruri'nin suikastına imza atmıştı. Biden yönetimi Hizbullah'la savaşa girecek bir İsrail'i koruma içgüdüsüyle hareket edecektir ve savaşın başında bölgeye savaş gemisi göndererek bu konudaki kararlılığını göstermeye çalışmıştı. Buna rağmen Ortadoğu'da İsrail'i korumak için çatışmaya giren bir ABD imajı seçim senesine giren Biden için ideal değil.

T24 Podcast
CHP Genel Başkan Yardımcısı Uzgel: Hamas'ın Filistin davasına faydası yok, aksine zarar veriyor // Dış Politika ile İçli Dışlı

T24 Podcast

Play Episode Listen Later Jan 8, 2024 37:10


Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Gölge Kabine Dışişleri Bakanı İlhan Uzgel, Hamas'ın Filistin'in davasına zarar verdiğini düşündüğünü söyledi. T24'te Dış Politikayla İçli Dışlı programına konuk olan Uzgel, ''Hamas'ın Filistin davasına zarar verdiğini düşünüyoruz. Hiçbir faydası olmadı'' dedi.  7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'e düzenlediği saldırının ''Filistin halkının kaygılarıyla bir alakası olmadığını'' söyleyen Uzgel, ''Biri bana çıkıp 7 Ekim'deki saldırının Filistin halkına çıkıp sağladığı bir faydayı göstersin'' dedi. Hamas'ın İslamcı ve sağcı görüşleri bulunduğu, ayrıca bölgede Müslüman Kardeşler'le hareket ettiğini vurgulayan Uzgel, ''Filistin Kurtuluş Örgütü direnişçileri yüzlerini kapatmıyorlar. Kimlerin suratını kapattığını biliyoruz. Hamas, Filistin halkının tek temsilcisi olamaz. Biz Mahmud Abbas'ı tanıyoruz'' diye konuştu. Özgür Özel'in Genel Başkan olduktan sonra Almanya, Bosna Hersek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne yurt dışı ziyaretleri gerçekleştirdiğini ve buralarda üst düzeylerde temasta bulunduğunu hatırlatan Uzgel, ''Dışarıya Türkiye'nin Erdoğan'dan ibaret olmadığını göstermek istediklerini'' belirtti. 4 Ocak 2024 yayını

Yeni Şafak Podcast
Ersin Çelik - Bir kez daha: Toplum mühendisliği operasyonu

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 31, 2023 6:16


Bu kaçıncı oldu? Türkiye'de toplumun sinir uçlarıyla oynamak çok kolay. Galeyana gelmek ve getirmek sosyal medyada yapılan bir paylaşıma bakıyor. İçeriğinin doğruluk payı ya da tamamen yalan olması hiç önemli değil. Mutlaka hatırlarsınız, ‘Atatürk fayı' geçtiğimiz yıl Samsun'da, çok ilginç ve aslında absürt; komedi filmi çekilecek bir senaryoyla harekete geçirilmişti. İlk adımda ilçesindeki Atatürk Anıtı sabaha karşı iki kişi tarafından halat bağlanarak yıkılmaya çalışılmıştı. Sosyal medyada, “Samsun'da Atatürk'e saldırı” ve “Atatürk Anıtını yıkmaya çalıştılar” başlıklarıyla yayılan bu haber hemen karşılık bulmuş ve binlerce kişi heykel nöbetine koşmuştu. CHP Samsun İl Başkanlığı ve CHP'li Atakum Belediyesinin çağrılarıyla Atatürk Anıtı'nın etrafında toplanan insanlar geceden sabaha kadar beklemişlerdi. Sık sık İzmir Marşı ve Onuncu Yıl Marşı okuyan kalabalığın kol kola girerek anıtın etrafında dönmeleri ise hayli tartışılmıştı. Sonra? Atatürk Anıtına halat bağlayan iki zanlı o sabah yakalanmıştı oysa. 38 suçtan sabıkalı, uyuşturucu ve alkol bağımlısı oldukları belirlenmişti. Sabaha kadar alkol alıp, sarhoş kafayla anıt yıkmaya kalkmaları, halat kopunca da bırakıp gitmeleri kimsenin umurunda değildi. Ne insanları anıt nöbetine davet edenler, ne nöbete gidenler ne de sosyal medyada ‘Atatürk'e saldırdılar, Cumhuriyeti yıkmak istiyorlar. ‘Müsaade etmeyeceğiz' diye ortalığı ayağa kaldıranların gözü zanlıları görmüyordu. Çünkü ‘Atatürk fayı' harekete geçmişti. Şimdi de Riyad'dan İstanbul'a, haliyle de tüm yurda yayılması ‘arzulanan' bir toplum mühendisliği operasyonunun, “girişi olmayan” gelişme sürecine şahitlik ediyoruz. Süper Kupa finalinin Suudi Arabistan'da oynanması meselesine, yani ev sahibi olma haklarının satılmasına hiç girmiyorum. Görünen o ki, herkes razıydı. Parasına bakılacaktı. Daha beş gün önce ligde karşılaşan Fenerbahçe ve Galatasaray camialarına son günde ne olduysa, Atatürk'ü hatırladılar ve ‘onsuz sahaya çıkmayız' dediler. Sonuç olarak ‘Atatürk fayı' yine bir anda ve bu kez daha güçlü harekete geçirildi. Ben konuyu futboldan bağımsız yorumlayacağım. Türkiye'de futbol uzun zamandır seyir keyfi almak, deşarj olmak ve duyguları ifade etmek için oynanmıyor. Sektör olarak da kalite olarak da batmış durumda. Geriye sadece taraftar gücü kaldı. Çapsız, beceriksiz ve vizyonsuz futbol adamları oyun kalitesi ve ekonomisiyle Türk futbolunu bitirirken, siyaseten sıkışan muhalefet de futbol izleyicisinin iradesini gasp ediyor. Şunun adını artık koyalım; Türkiye'de muhalefet siyaset üretemez hale geldi. Önlerinde kendilerine gerçekten umut vadeden bir liderleri yok. Her krizi fırsata çevirmeye çalışan, üretmeden satmaya kalkan müflis bir tüccarın peşine takılmak zorunda kaldılar. 14 ve 28 Mayıs hezimetleri üzerine CHP'de yaşanan değişim, tabana ve kitlelere bir heyecan getirmedi. Aksine Özgür Özel, iki aylık performansıyla, daha da dibi gösterme umutsuzluğuna sevk etti. Üstelik üç ay sonra seçimler var. Bu nedenle de muhalefet tabanını konsolide edecek, siyasete yeniden ısındıracak fay hatlarını tek tek harekete geçiriyorlar. Sosyal medyanın da büyük etkisiyle ‘duygusal kutuplaşma' körükleniyor. Stratejik bir akıl, maksatlı krizler çıkarıyor. Bir taşla birden fazla kuş vuruyorlar. Diğer yandan da Türkiye'yi küresel siyasette Amerika ve İsrail'e muhalefet eden yegâne ülke konumundan, içeride muhalefetin kısır gündemine teslim olma mecburiyetine kaydırmak istiyorlar. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in hedef yapılması, Tuzla Piyade Okulu'ndaki cuntacı teğmenlerin mesajları, Şeyh Sait tartışmaları ve dindarları hedef alan 28 Şubat tortusu diziler... Hepsi aynı havzayı besleyen akışı hızlandırıyor. Bir yandan da siyaseten ortada kalma eğilimi gösteren milliyetçi ve laik seçmeni iktidarın çok gerisinde kalan muhalefete yeniden itmeye çalışıyorlar.

Yeni Şafak Podcast
TAHA KILINÇ - "SAVAŞI KAYBETTİK"

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 29, 2023 4:48


Eski İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz'un “Hamas'a karşı savaşı kaybettik” açıklaması, haftanın en çok konuşulan konuları arasındaydı. Bu tespitin sadece kendisi değil, aynı zamanda sözü söyleyen kişi de oldukça önemliydi. Zira Halutz, 1966-2006 arasında kesintisiz biçimde tam 40 yıl İsrail ordusunda görev yapmış bir isim. Böyle uzun bir süre görevde kalınca, Halutz'un şahsî suç dosyası da oldukça kabarık. Ahmed Yâsîn (2004) ve Salâh Şehâde (2002) gibi lider isimlerin katledilmesinde, Halutz'un doğrudan dahlinin bulunduğu biliniyor. Birinci İntifada (1987) ve İkinci İntifada (2000) süreçlerinde de Halutz ve ekibi, Filistinlilere tam saha baskı uygulamakla meşguldü. Dolayısıyla, Dan Halutz'un sözlerini “özeleştiri” olarak anlamamak gerekiyor. Cümlelerinin devamında, “Zaferi ancak Benyamin Netanyahu istifa ederse kazanabiliriz” demek suretiyle, Gazze'de yaşananlardan asla ders çıkarmadığını ve tek derdinin aslında iç siyasette mevzi kazanmak olduğunu da itiraf ediyor. Oysa İsrail'in şu üç aylık zaman dilimindeki kayıpları, Netanyahu'nun istifasıyla telafi edilebilecek kadar basit ve az değil. Suçu tamamen Netanyahu'ya ve kabinesine yıkmak da, Siyonist terör mantığının İsrail'de sadece birkaç kişide mevcut olduğu yönünde bir yanılgıya sebebiyet vermesi açısından yanlış. 1948'den günümüze, İsrail'de herhangi bir şekilde yönetim kadrosuna yükselmiş veya orduda komutanlık yapmış isimlerden hiçbiri, Filistinlilere yaklaşımında asla “tam barış” niyetinde olmadı. Filistinlileri “terörist” veya en azından “terörist adayı” olarak görmeyen Siyonist lider de çıkmadı. Aralarında sadece üslup ve ton farkı vardı, o kadar. Halutz'un niyeti ne olursa olsun, eksik bıraktığı yerleri biz tamamlayalım. İsrail bu savaşı çoktan kaybetti, çünkü: Bütün dünyada -sadece İsrail'e ve Siyonistlere yönelik değil- bütün Yahudilere karşı çok ciddi bir düşmanlık ve nefret dalgası kabardı. Aklı olan ve azıcık tarih bilen herkes, bu dalgaların nihayetinde bütün Yahudileri yutacağını görüyor. İsrail, Yahudi nefretini kendi elleriyle köpürttü ve sönmesi için de hiçbir çaba göstermiyor. Aksine, bunu yeni bir mağduriyet fırsatı olarak görüp sömürme peşinde. Ancak dünya kamuoyu bu oltaya gelmeyecek. Dünya çapında milyonlarca insan, yıllardır kulaktan kulağa bir söylenti gibi yayılan ama varlığını ancak doğrudan muhataplarının görebildiği “Siyonist mobbing”le somut biçimde yüzleşiyor. Akademide, ekonomide, siyasette, medyada ve daha birçok alanda, artık insanlar bu “bela”dan kurtulmak gerektiğini yüksek sesle haykırıyor. Korku duvarları yıkılıyor. Bundan sonraki aşamalar Yahudiler açısından hiç de kolay olmayacak.

Mevlana Takvimi
İSLÂM'I İÇTEN YIKMA ÇALIŞMALARI - 19 ARALIK 2023 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Dec 19, 2023 2:38


Ehl-i Sünnet yolunun önemini gâyet iyi bilen İslâm düşmanları, İslâm'ı dışarıdan yıkmayı başaramayacaklarını anladıkları için münâfıklar vasıtasıyla İslâm'ı içten yıkmaya çalışmaktadırlar. Ancak bunda da başarılı olamayacaklardır. Eğer başarılı olabilecek olsalardı birkaç yüzyıldır denedikleri bu metod neticesinde biraz ilerleme kaydedebilirlerdi. Ancak elhâmdülillâh hiçbir ilerleme kaydedememişlerdir. Meselâ Osmanlı'nın son döneminde İstanbul'da 2000'e yakın kayıtlı cami vardı. Günümüzde ise yaklaşık bin cami vardır ki bunların sekiz yüze yakını cumhuriyet döneminde inşa edilmiştir. Bu, Osmanlı Devleti'nin yıkılmasıyla beraber ne kadar fazla cami yıkımının yapıldığını görmek açısından etkili bir örnektir. Birçok câmi depo, ahır olarak kullanılmıştır. 1932 yılında İstanbul müftüsü Süleymaniye Camii'nde imâmlık yapabilecek eğitimde bir kişi bulamadığı için “Elemtere'den aşağısını okuyabiliyor, hiç olmazsa cami kapanmasın.” diyerek mahalle bekçisini Süleymaniye Camii'ne imâm tayin etmiştir. Uzun yıllar Kur'an eğitimi engellendi, 18 sene ezân Türkçe okutuldu. Tüm bu İslâm'ın yaşanmasını engelleme çabalarına rağmen müslümanların sayısını belli bir dönem için azaltmış gibi görünseler de ortadan kaldıramadılar. Aksine her tarafta tekrardan yüz binlerce, milyonlarca müslüman türedi. Türkiye'de çok tanınan bir gazeteci hacca gittikten sonra yazdığı bir yazısında kendisinin daha önceden müslümanların mahalle baskısı gibi dış nedenlerle hacca gittiğini düşündüğünü, ancak bu hac yolculuğundan sonra hiç kimsenin hacca hâlis bir inanç dışında bir şeyle gitmeyeceğine inandığını, gidenlerin hepsinin hâlis inanışlı kimseler olduğunu, bunu kendi gözleriyle gördüğünü, hatta Papa hacca gitse onun dâhi müslüman olacağını düşündüğünü yazdı. Yani İslâm düşmanlarının istediğinin aksine müslümanlar Allâh (c.c.)'un emirlerini yerine getirebilmek için hâlisâne gayret sarf etmektedir ve netice itibariyle İslâm düşmanları her taraftan uğraşmalarına rağmen müslümanın sayısını da azaltamadılar, İslâm'ı da ortadan kaldıramadılar. (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2, s.9-10)

Acı, tatlı, mayhoş
Akdeniz diyetinin sırrı

Acı, tatlı, mayhoş

Play Episode Listen Later Jun 1, 2023 3:47


Akdeniz diyetinin sırrı gerçekten de Akdenizlilik. UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'nde ilginç bir şekilde bu noktaya vurgu var. Hatta Akdeniz Diyeti tanımında beslenmeye dair neredeyse hiçbir öneri yok, hangi yemeklerin yenip yenmeyeceğini belirtmemişler bile. Aksine kadim kültürler, tarım, hayvancılık, balıkçılık kültürü ve bilgiler esas alınmış. Yemek kültürünün etrafında oluşan çanak çömlek yapımı, bakırcılık gibi zanaatları kapsıyor. Aynı zamanda ritüelleri, gelenek ve görenekleri de içeriyor. Bu mirasın nesiller boyu aktarımında kadının rolüne vurgu yapıyor. Pazar yerlerinin önemine bile yer veriyor. Ama en önemli vurgu misafirperverlik ve paylaşma boyutu üzerine, bir arada neşeyle yenen, paylaşılan yemekler işin temelinde. Yani ne yediğiniz değil nasıl yediğiniz önemli.

NTVRadyo
Acı Tatlı Mayhoş - Akdeniz diyetinin sırrı

NTVRadyo

Play Episode Listen Later Jun 1, 2023 3:46


Akdeniz diyetinin sırrı gerçekten de Akdenizlilik. UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'nde ilginç bir şekilde bu noktaya vurgu var. Hatta Akdeniz Diyeti tanımında beslenmeye dair neredeyse hiçbir öneri yok, hangi yemeklerin yenip yenmeyeceğini belirtmemişler bile. Aksine kadim kültürler, tarım, hayvancılık, balıkçılık kültürü ve bilgiler esas alınmış. Yemek kültürünün etrafında oluşan çanak çömlek yapımı, bakırcılık gibi zanaatları kapsıyor. Aynı zamanda ritüelleri, gelenek ve görenekleri de içeriyor. Bu mirasın nesiller boyu aktarımında kadının rolüne vurgu yapıyor. Pazar yerlerinin önemine bile yer veriyor. Ama en önemli vurgu misafirperverlik ve paylaşma boyutu üzerine, bir arada neşeyle yenen, paylaşılan yemekler işin temelinde. Yani ne yediğiniz değil nasıl yediğiniz önemli.

TVNET
19 Aralık 2022-Net Bakış/Saraçhane buluşması, sanılanın aksine CHP liderinin önünü mü açtı?

TVNET

Play Episode Listen Later Dec 22, 2022 131:32


Bu programda yalan da yok algı da! Gündem masaya yatırılıyor, arka planlar detaylıca analiz ediliyor. Net Bakış'ın 19 Aralık 2022 tarihli bölümüne; Güvenlik Politikaları Uzmanı Mete Yarar, Gazeteci Yazar Nedim Şener, İletişim Uzmanı Ali Saydam ve Gazeteci Oral Çalışlar konuk oldu. Kılıçdaroğlu'na kontrollü darbe mi? Onanmamış karar üzerinden siyaset neyin göstergesi? Muhalefette adaylığı kaptırma telaşı mı? 6'lı masa olmasaydı İmamoğlu'na yaklaşım ne olurdu? İmamoğlu için yazılan senaryo mu oynanıyor? 6'lı masada hesaplaşma zamanı mı? Kılıçdaroğlu'nun sessizliği rakipleri için tehdit mi? 6'lı masada hesaplar kimin üzerinden yapılıyor? Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu grup toplantısında ne yapacak? Saraçhane sürecini kim yönetti? Dış akılla kurulan masa, iç çatışma ile mi bölünecek? Amaç yurt dışına yaranmak mı? Emperyalizm muhalefet eliyle kaos mu istiyor? Yerli ve milli adımlar kimleri, neden rahatsız ediyor? Türkiye'nin denge politikası dünyada nasıl yankılandı? NATO, neden Türkiye'nin menfaatlerine gözlerini kapatıyor? Türkiye'yi 2023'e giderken nasıl bir süreç bekliyor? HDP-PKK ilişkisinde sorgulanan ne? Türkiye'nin göklerdeki yeni gücü: KIZILELMA KIZILEMA F-35'lerin yerini alır mı? Süpersonik füzenin özellikleri neler? #İmamoğlu #meralakşener #Kılıçdaroğlu Serhat İbrahimoğlu ile Net Bakış her pazartesi 20.45'te TVNET'te.

Hizmetten
Onlar, “yalancı”ların tâ kendisidir... | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Nov 16, 2022 6:00


Bu video 14/08/2016 tarihinde yayınlanan "“DERDİ DÜNYA OLANIN DÜNYA KADAR DERDİ OLUR!..”" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... “Ey kalbleri evirip çeviren Allahım! Bizim kalblerimizi de dininde sabitleyip perçinle!..” Nâm-ı celîl-i Muhammedî'nin dört bir yanda şehbal açması istikametinde koşan insanlar, şahısları veya aileleri adına, tırnak ucu kadar maddî bir çıkarı hedefleyerek bu işi yapıyorlarsa, onlar, “yalancı”ların tâ kendisidir, “kezzâb”ın tâ kendisidir, dini adına iddia ettikleri şeyler adına “müfteri”nin tâ kendisidir; “hâin”in tâ kendisidir; “gaddâr”ın tâ kendisidir. Bu duruma düşmemek için, din-i Mübin-i İslam'a hizmet adına, kalblerinizi tertemiz tutmalısınız. İnşallah bugüne kadar temiz tutmuşsunuzdur. Dine hizmet adına, dünyevî beklentilere girmemişsinizdir. “Benim de bir dikili taşım olsun!” şeklindeki çirkin, menhus, mülevves, merdud beklentiye girmemişsinizdir. Girmemiş, dişinizi sıkmış katlanmış iseniz şayet, bundan sonra da Cenâb-ı Hak, bu sebatınızı katlayarak devam ettirmeye sizleri muvaffak eylesin. Ancak böyle olduğunuz takdirde, siz, hâlis, muhlis, muhlas, mülhemûn ve müştâkûn ilallah olursunuz. Aksine, din-i Mübin-i İslam'ı güneşin doğup battığı her yere götürmeye çalışırken “Bizim de bir tane yalımız, villamız olsun!” diyorsanız, yemin bile edebilirim, etmeyeceğim; ama “yalancı”sınız, “kezzâb”sınız. İşte bu duruma düşmemek için, samimiyet, ihlas ve vefa, her zaman korunmalı!.. اَللَّهُمَّ اجْعَلْنَا مِنْ عِبَادِكَ الْمُخْلِصِينَ اَلْمُخْلَصِينَ اَلرَّاضِينَ اَلْمَرْضِيِّينَ اَلصَّافِينَ اَلْمُحِبِّينَ اَلْمَحْبُوبِينَ اَلْمُسْتَقِمِينَ اَلصَّادِقِينَ اَلْعَاشِقِينَ، اَلْمُشْتَاقِينَ إِلَى لِقَائِكَ وَإِلَى لِقَاءِ حَبِيبِكَ وَأَحِبَّائِكَ، أَبَدَ اْلآبِدِينَ وَدَهْرَ الدَّاهِرِينَ “Allahım bizleri ihlasla hareket eden, Senin inayetiyle ihlastan asla ayrılmayan, razı olduğun ve razı kıldığın, kötülüklerden arındırıp en güzide insanlar arasına kattığın, gönülden seven ve sevilen, istikamet üzere yürüyen, sıdk u sadakat ehli, Sana âşık ve kavuşmaya müştak, Habibine ve sevdiklerine vuslat için can atan, zaman sürüp gittikçe ve ebediyen böyle olmaya da istekli ve azimli kullarından eyle!..” Allah'ım! Bizi bu çizgiden ayıracaksan, şu anda hepimizin canını al, yarını gösterme. Bu duyguyla yaşadık, bu duyguyla yaşama mevzuunda kararlı olmak lazım. Allah sizi öyle sâbit kadem eylesin! İnsanlığın iftihar Tablosu'nun sözüyle ve Kuran'ın öğrettiği duayla bu konuyu noktalayalım: يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوب، ثَبِّتْ قُلُوبَنَا عَلَى دِينِكَ؛ يَا مُصَرِّفَ الْقُلُوب، صَرِّفْ قُلُوبَنَا إِلَى طَاعَتِكَ “Ey kalbleri evirip çeviren Allahım! Bizim kalblerimizi de dininde sabitleyip perçinle!.. Ey kalbleri halden hale koyan Rabbimiz, kalblerimizi ibadet ü tâatine yönlendir!”

Hizmetten
"Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar veremez" | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Oct 26, 2022 12:40


Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar veremez. Hepiniz dönüp dolaşıp Allah'ın huzurunda toplanacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir bildirecek, karşılığını verecektir.” (Mâide, 5/105) Evet, bu âyetin mânâsı, “Başkalarına hiç karışmayın, siz sadece kendinize bakın!” demek değildir. Aksine âyetten anlaşılması gereken mânâ, başkalarının dalâlet ve sapıklıklarını gidermeye çalışırken, yanlışlıklarını görüp konuşurken insanın kendisini unutmaması, şahsî muhasebeyi asla ihmal etmemesi ve önce nefsinin kusurlarını düzeltmeye çalışmasıdır. * Hazreti Ömer'e nispet edilen bir sözde حَاسِبُوا أَنْفُسَكُمْ قَبْلَ أَنْ تُحَاسَبُوا “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.” buyrulmaktadır. Muhasebe şuuruyla hata ve kusurlarının farkında olan bir insan -seviyesine göre- istiğfar, tevbe, inâbe ve evbeye yönelir. “Nerede bulunursanız bulunun, O daima sizinle beraberdir.” * Kim Allah için olursa, kendini Allah'a adamışsa, Allah deyip oturuyor, Allah deyip kalkıyor, Allah'ı heceliyor, Allah ile geceliyorsa, Allah onu katiyen yalnız bırakmaz!.. Bu mülahazayla çokları virdlerinde, اَللَّهُمَّ كُنْ لَنَا وَلَا تَكُنْ عَلَيْنَا “Allahım bizim için ol, aleyhimizde olma!” demişlerdir. Allah muhafaza, insan O'ndan koparsa, değişmeyen âdet-i sübhâniye olarak, her şey onun aleyhinde döner. * وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَمَا كُنْتُمْ “Nerede bulunursanız bulunun, O daima sizinle beraberdir.” (Hadîd sûresi, 57/4) Bu ilahi beyan bir yanıyla, “Aman dikkatli ve tedbirli yaşayın; aklınızın, kalbinizin, hatta rüyalarınızın kirlenmesine meydan vermeyin! Her zaman O'nun tarafından görüldüğünüz mülahazasıyla hareket edin!.. ” demektir. Diğer taraftan da “Allah sizinle beraberse, bütün dünya bir araya gelse, O'nun izni olmadan size herhangi bir zarar veremezler!..” manasına gelmektedir. * Peygamberlerin yaşadığı dönemlerde bile münafıklar bir kısım müminleri dahi aldatmış ve arkalarına katıp sürü gibi sürüklemişlerdir. Kesrete bakıp aldanmayın, kıymet kesrette değil keyfiyettedir, gerçek mü'min olmaktadır. * Her hal ve hareketiyle dünya peşinde koşan kimselere Kur'an şu şekilde hitap ediyor: كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ “Hayır hayır! Siz, peşin gelir olarak (gördüğünüz dünyanın) peşindesiniz ve onu tercih ediyorsunuz. Âhiret'i ise bir kenara koyuyorsunuz.” (Kıyâme, 75/20-21) Hayır, siz dünyaya gönlünüzü kaptırmışsınız, ahireti elinizin tersiyle itiyorsunuz. https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...

Hizmetten
“İslam, İslam, İslam” diyen bazı nadanlar İslam'ın canına kıydılar | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Oct 18, 2022 4:23


“İslam, İslam, İslam…” diyen bir kısım nadanlar İslam'ın canına kıydılar. “Yalan ve gösteriş, gürültülü; hakikat ve samimiyet, sessizdir. Yıldırımlar, gök gürültüsünden evvel hedeflerine varırlar”. Gürültülü değil, içten fokur fokur kaynama, mağmalar gibi.. aşkını, heyecanını içinde boğma.. “Âşık'ım!” dersen, belâ-yı aşktan âh eyleme / Âh edip, ağyârı âhından âgâh eyleme!” Bunu “Şuara leşkerine mir-i livâdır sühânım” (Sözüm, şâirler ordusuna bayrak emîridir.) diyen, şâirlerin sultanı Fuzûlî söylüyor. Evet, yan, yakıl, ocaklar gibi amma gam izhar eyleme! Bilmesin âlem onu. Fakat tavır ve davranışlarınla öyle bir irtibat tavrı sergile ki!.. Bir insan Allah'a inanıyorsa, tavırlarına-davranışlarına da o inanç yansır. Aksine, ayağını ayağının üstüne atan, âlemi hafife alan, kaykılıp arkasına -başkalarının yanında- yayılan, namaz kılarken sağı-solu kollayan, namazda mı değil mi belli olmayan, tavırlarıyla “amel-i kesir”den bir türlü sıyrılamayan insan, zannediyorum, başkalarını da namazdan ürkütür, namaza karşı sinelerde tiksinti hâsıl eder. Neden Türkiye'de, düne kadar devamlı namaz kılma nispeti yüzde 40-45 iken, şimdilerde yüzde 25'e düşmüş?!. Örnek Müslüman eksikliğinden… “İslam, İslam, İslam..” diyen insanlar “İslam”ın canına kıydılar. Şekil ve surete onu bağladılar. Onun bir iç meselesi, içtenleştirme meselesi olduğunu düşünemediler. Öndekileri millet öyle gördü, “Bu da böyle olur!” dediler. Çok defa hiç namaz kılmadılar amma Müslümanlığı da hiç dillerinden düşürmediler. Dolayısıyla onların arkasından sürüklenenler de, “gerçek mü'min tabiatı”nı, “ahsen-i takvime uygunluk halleri”ni, yolda bir yere bıraktılar, yitirdiler. Hem öyle bir yitirdiler ki, dönüp arama duygusunu da yitirdiler. Acaba Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (radıyallahu anhüm ecmaîn) Müslümanlığı nasıldı? Onu da yitirdiler. Hazreti Muhammed Mustafa Müslümanlığı nasıldı? Onu da yitirdiler. Yalan söylediler, Kendilerini takip edenleri aldatıp çektiler bir vadiye.. karanlık bir vadiye.. İslam'ın ışığının olmadığı bir vadiye.. kalbî ve ruhî hayatın olmadığı bir vâdiye.. cismaniyetin, hayvaniyetin, beşerî garizelerin boy gezdiği bir vadiye çektiler. İnsanları bohemleştirdiler. Onlar da düşünemez oldular; kimin arkasında bulunduklarının da farkına varamadılar. Alkış tuttular, onlara destanlar kestiler. Ve onlar gibi düşünmeyenlere “kâfir, münafık” dediler. Arkadakiler de o Abdullah b. Übeyy b. Selül'leri adım adım takip ettiler; Peygamber yoluna karşı, Ebu Bekir yoluna karşı, Ömer yoluna karşı.. hâlâ da takip ediyorlar. https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...

Hizmetten
Duydukları halde seslerini çıkarmayanlara yuf olsun!.. | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Sep 27, 2022 5:33


Bu video 23/10/2016 tarihinde yayınlanan " İRTİDAT, DİN ŞÛRASI (!) VE HİZMET HAREKETİ" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... “Ne helva ne de selvâ, illâ rü'yet-i Mevlâ!..” deyip sadece Hak rızasını tahsil yolunda koşanlara “mürted” veya “ehl-i dalalet” demek korkunç bir denaettir. Siz bu zirvelerdeki insanların zırvalarına kulak asmayın!.. “Mürted” kim, o belli: Dünyayı esas alan mürtedler.. dini, dünya için kullanan mürtedler.. hiçbir şey yokken, filolara sahip olan mürtedler.. evlatlarına hırsızlık öğreten mürtedler… Evet, yerini belleyememişler. Din ve diyanetini dünyaya duyurmaktan başka bir şey bilmeyen, bir şey tanımayan ve Allah'tan, Peygamber'den başka gözü bir şey görmeyen insanlara “mürted” diyorlar. Ben öyle tanıdım arkadaşlarımı: Onlar, Cenneti, hurîyi, gılmanı bile, yaptıkları şeylerde hedef haline getirmekten “şirk”ten kaçınıyor gibi kaçındılar. Çünkü maksûdun bizzat, matlûbun bi'l-istihkak; “Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Rasûlullah!” hakikatiyle ifade edilen o yüce hakikattir, Allah'tır; ne selvâ, ne helva.. ne bal, ne börek, ne saray… (Râbia Adeviyye validemizin şu sözüne işaret ediliyor: “Ne helva ne de selvâ, illâ rü'yet-i Mevlâ!..” Ne kudret helvası isterim ne de bıldırcın eti; benim muradım yalnızca Cenâb-ı Hakk'ın rü'yeti!..) Sizin bu mevzuda en küçük görüneniniz, bunların onda birine tâbi olmadı; onları aklının köşesinden geçirmedi. Aklının köşesinden geçirdiyse şayet bir kıtmîr, hemen kıtmirliğini ortaya koyarak size sordu; “Acaba bu mesele ne ola?” falan dedi. Bu açıdan, kendini bilmez, densiz, bayağı o kimselerin sizlere “mürted” veya “firâk-ı dâlle” demeleri denaetin, şenaatin, fezâetin, hıyanetin, alçaklığın ve bir şey yapamama kompleksinin ifadesidir. Hayatlarında on tane insana, bizim millî değerlerimizi, tarihî mefâhirimizi, yüksek idealimizi ve din-i mübînin evrensel değerlerini anlatmaya muvaffak olamamışlardır. Aksine günümüzde olduğu gibi, o dinin dırahşan çehresini zift atarak kirletmişlerdir. Bir de yalanlarına yama yapan zift medyaları vardır ki; attıkları her yalanı imzalamaktadırlar. Bu yalanları söyleyenlere Ziya Paşa ifadesiyle “yuf olsun!..” Duydukları halde seslerini çıkarmayanlara yuf olsun!.. Hâlâ bunları insan zannedip –değil Müslüman– arkalarından koşturanlara ve onların Müslümanlık adına bir şey vadediyor olduklarını sananlara yuf olsun!.. Dininden, millî mefkuresinden, Kitab'ından, Sünnet'inden, İcmâı'ndan, Kıyas'ından, an'anesinden, geleneğinden, örfünden, âdetinden onda bir bile fedakârlıkta bulunmayan.. ve bütün bu evrensel güzellikleri dünyaya tanıtmak için âdetâ seferberlik yapan, -günümüzün çağdaş münafıklarının hakiki mü'minlere karşı ilân-ı harp yapmaları gibi- hakkı-hakikati bütün insanlığa duyurma, güneşin doğup-battığı her yere ulaştırma adına seferberlik ilan etmiş bulunan insanlara iftira ediyorlar. O fedakâr insanlar ki, dövene elsiz, sövene dilsiz, kıranlara da gönülsüz. Benim kırılmamı nazar-ı itibara almayın; kimse kırılmıyor. O densizlerin sözleri karşısında kimse eğilmiyor, kimse hicap duymuyor, kimse üzülmüyor, kimse müteessir olmuyor; herkes yoluna devam ediyor. Çünkü Hizmet gönüllüleri din-i Mübin-i İslam'ın değerlerini ve evrensel değerleri temsil ediyorlar; tarihimizden süzülüp gelen ve temel kıstaslarımız itibariyle regülasyona tâbi tutulan, böylece bize mal olarak değerlerimiz içinde yerini alan an'anelerimizi ve geleneklerimizi dünyaya taşıyorlar. Yüzümüzü kızartacak hiçbir şey yok bunların içinde. Binaenaleyh, bunları dünyaya duyurmak için dört bir yana seferberlik ilan etmiş insanlara karşı, yerinde “firak-ı dâlle”, yerinde “mürted!” diyen kimseler, Anadolu insanı değildirler.

Hizmetten
“Yahu tercih edilmeyecek gibi de değil!” | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 16, 2022 4:59


Bu video 01/01/2017 tarihinde yayınlanan " CEBR-İ LÜTFÎ VE HASANÎ RUH" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer efendilerimizin halife tayininde birbirini tercih etme tavrı îsâr ve istiğnanın güzel bir misalidir. Özür dilerim; bir imamete geçme mevzuunda bile, “Falan kardeşim varken, bu hak ona daha fazla düşüyor!” demek lazımdır. Oysaki o da o hakkı ona vermiş; “O, benden daha elyak!” demiş. Sen de diyorsun ki “O benden daha elyak!..” Muhtarlıkta “O, benden daha elyak!”; müdürlükte “O, benden daha elyak!”; kaymakamlıkta “O, benden daha lâyık/elyak!” Tafdil sigasıyla diyorum, “çok daha layık” manasına “elyak”. Efendim, valilikte “O, benden daha elyak!”; milletvekilliğinde “O, benden daha elyak!”; devlet başkanlığında, “Yahu bana Çankaya'nın yolu göründü veya bir sarayın yolu göründü; fakat falan olsaydı, daha iyi olurdu. O, benden daha elyak!” Mülahazayı çevirip şöyle de diyebiliriz: “Benim intihabıma bedel, falan seçilseydi, o benim yerimde olsaydı, ülkemin çehresi çok farklı olacaktı! Benim ülkem böyle problemler sarmalı içinde bulunmayacaktı. Demek ki ben, meseleyi yüzüme-gözüme bulaştırdım! Bazı şeyleri yemeye-içmeye durdum, önlüğümü kirlettim.. çocuklar gibi, önlüğümü kirlettim.. ve gelecek nesiller tarafından önlüğü kirli bir insan olarak yâd edileceğim! Keşke îsâr ruhuyla hareket edip de “Falan olsaydı!” deseydim, “Falan!..” Kim yani?!. Kulübesini değiştirmeyen bir insan.. yeme-içmesini değiştirmeyen bir insan.. halkın orta sınıfının -en fazla, orta sınıfının- hayat standartları içinde geçimini temine çalışan bir insan… “Öyle birini yerime intihap etseydim!.. Îsâr ruhuyla, Hazreti Ebu Bekir ile Hazreti Ömer arasındaki müdaveleye benzer bir müdavelede bulunsaydım!” Orada ilk defa eli sıkılan kim? Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer'in elini sıkıyor; “Bu babayiğide ben biat ediyorum!” Açık.. Ashab-ı re'yin huzurunda.. Sâbikûn-u evvelûn, o ilk Muhacirler, o ilk Ensar, gökteki meleklere denk insanlar… Onlar, bu iki insanın gözünün içine bakıyorlar. “O, Hazreti Ömer'e biat ettiyse, demek Ömer'e biat etmek lazım!” Neden? “Çünkü Hazreti Ebu Bekir öyle bir insan ki, biz onun Efendimiz'in hayatındayken bile yanıldığına şahit olmadık!” Hazreti Ebu Bekir, onun elini sıkınca, birden gözler Hazreti Ömer'in üzerine dönüyor. O, ondan evvel davranıyor: “Allah Rasûlü'ne en önce inanan, Sevr sultanlığında O'na refakat eden, falan yerde filan yerde O'nunla beraber bulunan Ebu Bekir'in olduğu yerde Ömer'e biat edilmez, ben Ebu Bekir'e biat ediyorum!” İnsanca davranış, bu!.. Gerçek îsâr ruhuyla hareket etmek, bu!.. Ve böyle olduğu zaman, nizâ' olmuyor.. böyle olduğu zaman, münakaşa olmuyor.. böyle olduğu zaman, küfür sıfatı “hazımsızlık” hortlamıyor, “hased” hortlamıyor, ülke sarmallar içinde olmuyor, bela ve musibet sağanağına maruz kalmıyor, bir ülke bitirilmiyor, parçalanma sath-ı mâiline düşmüyor! Aksine öyle bir biat sonucunda, Güneydoğu'daki hadise gibi on bir hadise kısa sürede ve en az zayiatla hallediliyor.

Hizmetten
Yalan söylemesinler!.. Allah'tan utansınlar... | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 15, 2022 7:35


Bu video 01/01/2017 tarihinde yayınlanan " CEBR-İ LÜTFÎ VE HASANÎ RUH" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer efendilerimizin halife tayininde birbirini tercih etme tavrı îsâr ve istiğnanın güzel bir misalidir. Özür dilerim; bir imamete geçme mevzuunda bile, “Falan kardeşim varken, bu hak ona daha fazla düşüyor!” demek lazımdır. Oysaki o da o hakkı ona vermiş; “O, benden daha elyak!” demiş. Sen de diyorsun ki “O benden daha elyak!..” Muhtarlıkta “O, benden daha elyak!”; müdürlükte “O, benden daha elyak!”; kaymakamlıkta “O, benden daha lâyık/elyak!” Tafdil sigasıyla diyorum, “çok daha layık” manasına “elyak”. Efendim, valilikte “O, benden daha elyak!”; milletvekilliğinde “O, benden daha elyak!”; devlet başkanlığında, “Yahu bana Çankaya'nın yolu göründü veya bir sarayın yolu göründü; fakat falan olsaydı, daha iyi olurdu. O, benden daha elyak!” Mülahazayı çevirip şöyle de diyebiliriz: “Benim intihabıma bedel, falan seçilseydi, o benim yerimde olsaydı, ülkemin çehresi çok farklı olacaktı! Benim ülkem böyle problemler sarmalı içinde bulunmayacaktı. Demek ki ben, meseleyi yüzüme-gözüme bulaştırdım! Bazı şeyleri yemeye-içmeye durdum, önlüğümü kirlettim.. çocuklar gibi, önlüğümü kirlettim.. ve gelecek nesiller tarafından önlüğü kirli bir insan olarak yâd edileceğim! Keşke îsâr ruhuyla hareket edip de “Falan olsaydı!” deseydim, “Falan!..” Kim yani?!. Kulübesini değiştirmeyen bir insan.. yeme-içmesini değiştirmeyen bir insan.. halkın orta sınıfının -en fazla, orta sınıfının- hayat standartları içinde geçimini temine çalışan bir insan… “Öyle birini yerime intihap etseydim!.. Îsâr ruhuyla, Hazreti Ebu Bekir ile Hazreti Ömer arasındaki müdaveleye benzer bir müdavelede bulunsaydım!” Orada ilk defa eli sıkılan kim? Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer'in elini sıkıyor; “Bu babayiğide ben biat ediyorum!” Açık.. Ashab-ı re'yin huzurunda.. Sâbikûn-u evvelûn, o ilk Muhacirler, o ilk Ensar, gökteki meleklere denk insanlar… Onlar, bu iki insanın gözünün içine bakıyorlar. “O, Hazreti Ömer'e biat ettiyse, demek Ömer'e biat etmek lazım!” Neden? “Çünkü Hazreti Ebu Bekir öyle bir insan ki, biz onun Efendimiz'in hayatındayken bile yanıldığına şahit olmadık!” Hazreti Ebu Bekir, onun elini sıkınca, birden gözler Hazreti Ömer'in üzerine dönüyor. O, ondan evvel davranıyor: “Allah Rasûlü'ne en önce inanan, Sevr sultanlığında O'na refakat eden, falan yerde filan yerde O'nunla beraber bulunan Ebu Bekir'in olduğu yerde Ömer'e biat edilmez, ben Ebu Bekir'e biat ediyorum!” İnsanca davranış, bu!.. Gerçek îsâr ruhuyla hareket etmek, bu!.. Ve böyle olduğu zaman, nizâ' olmuyor.. böyle olduğu zaman, münakaşa olmuyor.. böyle olduğu zaman, küfür sıfatı “hazımsızlık” hortlamıyor, “hased” hortlamıyor, ülke sarmallar içinde olmuyor, bela ve musibet sağanağına maruz kalmıyor, bir ülke bitirilmiyor, parçalanma sath-ı mâiline düşmüyor! Aksine öyle bir biat sonucunda, Güneydoğu'daki hadise gibi on bir hadise kısa sürede ve en az zayiatla hallediliyor.

Hizmetten
“Öfkelenme!.. Öfkelenme!.. Öfkelenme!..” | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 6, 2022 4:21


Bu video 08/01/2017 tarihinde yayınlanan " TÜRKİYE PERSPEKTİFİNDEN İÇTİMÂÎ RUH" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Kötü ahlak, insanda darlık hâsıl eder; cehalet, kibir, gurur, bencillik, kıskançlık gibi fenalıklar sebebiyle vicdan daralır, büzüşür ve bir hodgâmlık dehlizine dönüşür. İctimâî ruhun önünü kesen gulyabanîler, İmam Gazzalî hazretlerinin ifadesiyle, bütün mühlikât ve mûbikâttır; insanı helakete sürükleyen ne kadar meâsî ve mesavî varsa, onlar o ictimâî ruhu öldüren, felç eden şeylerdir. Onları, Hazret, İhyâ-ı Ulûmiddîn'de sıralar, derste konu oraya geldiği zaman göreceksiniz. Diyelim ki, enâniyetten başlar; egoizm, egosantrizm, narsisizm… Hafizanallah, insan bunların pençesine düşmüşse şayet, zannediyorum o değerli şeylere karşı bütün bütün kapanmış olur. Öfke, mesela, o mühlikâttan bir tanesidir. Mesela, hazımsızlık, o mühlikâttan bir tanesidir. Gazap, mühlikâttan bir tanesidir. Biri Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in karşısında (bir nasihat isteğiyle) beklentiye girince, Efendimiz ona üç defa لاَ تَغْضَبْ، لاَ تَغْضَبْ، لاَ تَغْضَبْ buyuruyor: “Öfkelenme!.. Öfkelenme!.. Öfkelenme!..” O mühlikâttan, mûbikâttan bir tanesi de budur. Bunların karşısında da münciyât vardır, sağlam bir iman gibi; ekmel iman, ekmel İslam, en mükemmel İslam. الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلاَمَ دِينًا “İşte bugün sizin için (bütün kaideleri, hükümleri ve evrenselliğiyle) dininizi kemale erdirdim; üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim.” (Mâide, 5/3) dediğine göre Allah (celle celâluhu), eksiği yok, gediği yok: Nazarî planda Ben meseleyi size tastamam olarak verdim; ondan sonra tastamam olarak yaşamak, size kalıyor. وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي “Bununla size nimetimi de tamamladım.” وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلاَمَ دِينًا “Din olarak da İslam'dan hoşnut oldum!..” Onu yaşarsanız.. “iman”, O'nun dediği gibi olursa.. “İslam”, O'nun dediği gibi olursa.. bunların Allah tarafından görülüyor veya Allah'ı görüyor gibi yerine getirilmesi demek olan “ihsan” O'nun dediği gibi olursa.. bunlar yapılırken emre itaatteki inceliği kavramışlık içinde “ihlas” denirse.. ihlas denirken, “ihlas gez-göz-arpacığı” ile “rızâ-i ilahi” hedeflenirse.. “rızâ-i ilahi” mülahazasıyla sürekli Cenâb-ı Hakk'a mülaki olma aşk u iştiyakı hedeflenirse.. “Sana ne zaman kavuşacağım!” mülahazası yaşanırsa, işte o zaman insan arı-duru yaşar. Ve arı-duru yaşayınca zannediyorum herkes de onunla münasebete geçebilir. Aksine, o kirli şeylere karşı, kirli akıntılara karşı, durağanlaşmış sulara karşı, temiz olduğu şüpheli olan şeylere karşı insanlar da biraz kuşku ile bakarlar. Bu açıdan da o vicdan genişliği ve onun inkişaf etmesi, Hazreti Gazzalî ifadesiyle, “münciyât”a (kurtarıcı şeylere) bağlıdır. Ve batırıcı şeyler, yıkıcı şeyler de gulyabanîler gibi onun önündeki engellerdir. Onlara da bir yerde “mühlikât” deniyor; zaten ahlak kitaplarının hepsinde, belki rekâikte de “mûbikât” da deniyor ki, aynı zamanda insanı helak eden, batıran, dize getiren, felç eden, fonksiyonlarını edâ edemez hale getiren şeyler demek oluyor.

Acı, tatlı, mayhoş
Pastalardaki mesaj

Acı, tatlı, mayhoş

Play Episode Listen Later Aug 5, 2022 3:26


Düğün pastaları aynı zamanda bir mesaj verme ortamı. Prens William ile Kate Middleton evlenirken düğün pastasında adeta destan gibi mesajlar verilmiş. Üniversitede sanat tarihi okuyan Kate floriografi yani çiçeklerin anlamı ve sembolizmi konusunda oldukça bilgiliymiş. Peki Harry ile Megan'ın pastası nasılmış? Onlarınki ise geleneksel meyve keklerinden değil. Aksine hafif mi hafif limonlu bir pasta. Tadı da mayhoş. Verilen mesaj, sonradan ilişkilerinin ekşiyeceğini ima etme amacını mı taşıyordu, diye düşünmeden edemiyor insan. Malum Kraliyet ailesiyle ilişkileri pek tatlı gitmedi, aksine fena halde limoniler. … Aylin Öney Tan'la Acı Tatlı Mayhoş. İyi dinlemeler  

NTVRadyo
Acı Tatlı Mayhoş - Pastalardaki mesaj

NTVRadyo

Play Episode Listen Later Aug 5, 2022 3:26


Düğün pastaları aynı zamanda bir mesaj verme ortamı. Prens William ile Kate Middleton evlenirken düğün pastasında adeta destan gibi mesajlar verilmiş. Üniversitede sanat tarihi okuyan Kate floriografi yani çiçeklerin anlamı ve sembolizmi konusunda oldukça bilgiliymiş. Peki Harry ile Megan'ın pastası nasılmış? Onlarınki ise geleneksel meyve keklerinden değil. Aksine hafif mi hafif limonlu bir pasta. Tadı da mayhoş. Verilen mesaj, sonradan ilişkilerinin ekşiyeceğini ima etme amacını mı taşıyordu, diye düşünmeden edemiyor insan. Malum Kraliyet ailesiyle ilişkileri pek tatlı gitmedi, aksine fena halde limoniler. … Aylin Öney Tan'la Acı Tatlı Mayhoş. İyi dinlemeler

Hizmetten
Sana bir seccade bile vermedikleri yerde... | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Jul 29, 2022 8:09


Bu video 22/01/2017 tarihinde yayınlanan "İTİRAFÇI KILIKLI MÜFTERÎLER VE MEDRESE-İ YÛSUFİYE" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Medrese-i Yûsufiyenin sabırlı kahramanları her gün yeni bir kurbet zirvesine dikey yükseliyorlar. Meselenin ikincisine gelince… O gidilen yerler, “medrese-i Yûsufiye”. Bir gün “medrese-i Yûsufiye” deyince, onlardan bir tanesi, “Madem medrese-i Yûsufiye, sen de gelip girsene oraya!” demişti. Ben çok girdim, çok girdim; 60'tan itibaren, 70'te de, 80'de de, askerliğimde de girdim, tattım, gördüm. Oradaki o psikozlara şahit oldum. O zamanlar, “din” dediğinden dolayı masumlar dine karşı olanlardan zulüm görüyordu. “Neden sen ism-i Kuddûs'ün cilvelerini okudun, bir yerde, insanlara, Nûr Risaleleleri'nden!” Esasen mahkûmiyete/mahkemeye sebebiyet veren de bu idi. Allah, hepsinden sıyrılmaya muvaffak kıldı. Öbür tarafta da, “muhâkeme-i kübrâ”da, “ma'dele-i ulyâ”da, Erhamü'r-Rahimîn, Ekremü'l-Ekremîn, A'delü'l-Âdilîn, Asdaku's-Sâdikîn (celle celâluhu) böyle sıyrılmaya sizi-bizi muvaffak eylesin!.. Medrese-i Yûsufiye… Orada sabretmek, çok önemli bir şey. Hani, sabır anlatılırken bir taksim yapılıyor. Bu taksimin mebdeini ta Eflatun'a götürüyorlar ama bizim bildiğimiz İbn Miskeveyh; değerlendiren ise Hazreti Pîr-i Mugan. “Üç şeye karşı sabır…” diyor. Bir, belalara karşı sabır; bir, ibadet u tâate karşı sabır; bir de, günahlara karşı sabır. İbadet ü tâate karşı sabır, kulluğun zorluklarına karşı dişini sıkıp katlanmak. إِسْبَاغُ الْوُضُوءِ فِي الْمَكَارِهِ buyuruyor bir yerde, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem). Şartların nâmüsait olduğu bir dönemde, hava soğuk, doğru dürüst abdest alma imkanı yok; şartlar çok zor.. o şartlara rağmen abdestini tastamam almak, öyle bir fazilet ki!.. Onda sebat… Her şeye rağmen, sana bir seccade bile vermedikleri bir yerde bile namaz kılmak… Gördük bunları; on metrelik bir yere otuz tane insanın doldurulduğuna şahit olduk. Şu kadarcık, bir yer ayırma arkadaşlara, diğerlerine sorarak; çünkü orada sosyal demokrat insanlar da var. Herkesi hoş görmek lazım. Bazıları namaz kılmıyorlar. Fakat koğuş, onların da bizim de. Bu kadarcık bir yer kazanıp orada namazı kılmaya çalışmak… Hepimiz birden kılamıyorsak, parçalanarak kılma, iki fasılda kılma, orada… Bunlar, ağır şartlar altında bu işi devam ettirme demektir. İbâdet ü tâati, bütün ağırlığına rağmen, yerine getirmede sabretmek. Sabrın birisi bu, esasen. İkincisi; günahlara karşı sabır. Çarşıda-pazarda insan, günah işleyebilir, hafizanallah. Belki de çok defa konumumuz itibariyle göstermemiz/sergilememiz gerekli olan o ismet, o iffet hassasiyetini gösterememiş olabiliriz. Çarşıda-pazarda işimiz vardır, memuriyet alanında işimiz vardır; göz, kaymış olabilir; kulak, dinlememesi gerekli olan şeylere kulak kabartmış olabilir; dil, olmayacak şeyleri mırıldanmış olabilir; kafa, olmayacak kirli tasavvurlara kendini salmış olabilir… Bunların hepsi -bir yönüyle- insanın kalb ve ruh dünyasını kirleten şeyler. Şimdi bunlara karşı sabretmek, çok önemli bir ibadettir. Aksine bu mevzuda sabretmeme, bohemliktir; bağışlayın, daha açık, net ifadesiyle “hayvanca yaşama”dır. Gözün, her şeye açık olması, haram-helal bilmeden; kulağın, bütün muharremâta açık bulunması… Oysaki o, “mesmûât”a karşı açık olsun diye; öbürü “mübserât”a karşı, tekvinî emirlere karşı açık olsun diye; ağız, doğru şeylere tercüman olması için verilmiş. Kalb, doğru şeylerin heyecanıyla çarpmak için verilmiş. Dimağ, doğru şeylerin muhakemesini, mantığını yapmak için verilmiş… Eskiler “mâ hulika leh'inde kullanma” derlerdi; her uzuv, ne için yaratılmışsa, onu o istikamette kullanma ve o istikamette kullanma mevzuunda sabretme.. o çerçeveye riayet etme, onu kırmızı çizgi olarak kabul etme ve onun dışına çıkmamaya çalışma… Bu da sabrın önemlilerinden bir tanesi.

Kerem Önder
Gizli fısıldaşmalar? / Kerem Önder

Kerem Önder

Play Episode Listen Later May 14, 2022 53:57


Gizli fısıldaşmalar? / Kerem Önder يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰىؕ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذٖٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ “Ey iman edenler! Siz baş başa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşmayın. İyilik ve takvayı konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının.” (Mücadele 9) اِنَّمَا النَّجْوٰى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَلَيْسَ بِضَٓارِّهِمْ شَيْـٔاً اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِؕ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ “O kötü fısıltılar iman edenleri üzmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, mü'minlere hiçbir zarar verebilecek değildir. Öyle ise mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler.”(Mücadele 10) “Bil ki, buradaki, "Ey iman edenler" hitabının muhatabının kim olduğu hususunda iki görüş vardır. Çünkü, bundan önce geçen, "Men edildikleri o şeye dönmekte olanları görmedin m/?" (Mücadele, 8) ayetini Yahudilere hamledersek, bu hitabı da, "Ey dilleriyle iman edenler." anlamında olmak üzere, münafıklara hamlederiz. Eğer o ayeti, Yahudi-Münafık bütün kâfirlere hamledersek, bu hitabı da mü´minlere hamlederiz. Bu böyledir, çünkü Allah Teâlâ, yahudi ve münafıkları, günah, düşmanlık ve peygambere isyan konusunda fısıldaştıkları için kınayınca, Hz. Peygamber (s.a.s)´in mü´min olan ashabını, onların yollarının benzeri bir yola girmekten nehyetmeyi, bunun peşinden getirdi ve "Günahı, yani, onlara has olan çirkin şeyleri, düşmanlığı, yani başkasına zulmetmeye götüren şeyleri ve peygambere isyanı, yani ona muhalif olan şeyi fısıldaşmayın.." buyurdu. Ve mü´minlere, "İyiliği, yani düşmanlığın zıddı olan şeyi ve takvayı, yani taatleri yapıp masiyetleri terketmek gibi, insanı günahtan koruyan şeyi fısıldasın..." diye emretti. Bil ki, bir topluluk, ne zaman bu özellikte olan şeyi fısıldaşırsa, o onların kötülükteki fısıldanmaları azalır. Çünkü, İmanı böyle bir şeye sevkeden şey, onu bunu açıkça söylemeye de sevkeder. Bunun anlamı, "Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak, bir sadaka vermeyi veya bir iyilik yapmayı yahutta insanların arasını düzeltmeyi emredenlerin (fısıldaşması) müstesna"(Nisa) ayetine yakındır. Yine, insanın bu fısıldaşmadaki metodu ve gayesi bilinirse, hiç kimse onun fısıldaşmasından eziyyet duymaz. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Ancak, kendisi huzurunda toplanacağınız Allah´tan ittikâ edin..." buyurmuştur. Bu, "Allah´ın sizi hesaba çekeceği ve karşılıkları vereceği yerde toplanacaksınız..." demektir. Yoksa, Allah için mekân söz konusu değildir. Necvâ kelimesinin başındaki eliflâm´ın istiğrak - şümul, kapsamlılık için olması mümkün değildir. Çünkü, Allah´tan ve Allah için olanları vardır. Aksine, buradaki en-Necvâ´dan murat, daha önce geçmiş olan muayyen bir fısıldaşmadır. O da, günah ve günah hususunda ftsıldaşmadır. Buna göre ayetin anlamı, "Şeytan, onları, mü´minlerin üzüntüsüne yol açacak olan böyle bir fısıldaşmaya yönelmeye sevkeder. Çünkü, mü´minler, onların fısıidaştıklarını gördükleri zaman, "Biz bu münafıkları ancak, onlara, savaşa çıkmış olan akraba ve kardeşlerimizin öldürüp hezimete uğratıldıklarına dair bir haber ulaştığında böyle görürüz..." diyorlar, onların akıllarına bu geliyor ve bundan dolayı üzülüyorlardı. .......

Hizmetten
"İsterse müşrikler bundan hoşlanmasınlar" | M. Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Apr 6, 2022 3:57


Bu video 30/04/2017 tarihinde yayınlanan "ÜFLEMEKLE SÖNMEZ, SÖNDÜRÜLEMEZ!.." isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Dünden bugüne, Allah'ın -bir ağaç gibi- bitirdiğini, hiç kimse bitirememiştir, bitiremeyecektir!.. l يُرِيدُونَ لِيُطْفِئُوا نُورَ اللهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ “Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla üfleyerek söndürmek isterler. Fakat kâfirlerin hoşuna gitmese de, Allah nurunu tamamlayıcıdır, (tamamlayıp dünyanın her tarafına ulaştıracaktır).” (Saff, 61/8) Netice itibarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar; hedefleri o, onlar onu hedeflemişler; yine “Lâm”a, “Lâm-ı âkıbet” diyecek olursak veya “Söndürmek için” esasen “Lâm-ı ta'lîl”. Fakat burada devamında isim cümlesi kullanılıyor, ism-i fâil. O, devam ve sebata delalet eder. وَاللهُ مُتِمُّ نُورِهِ Sonu, fezleke diğeriyle aynı: وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Onlar patlasa da… Kuvvetin zehirlediği insanlar, sarayın zehirlediği insanlar, sürülerin alkışlamasının zehirlediği insanlar, gücün zehirlediği insanlar, söndürmeye çalışsalar bile وَاللهُ مُتِمُّ نُورِهِ Allah, o nurunu itmâmda devam buyuracaktır. Meşîet-i Sübhâniyesini, devam istikametinde tecelli ettirecektir. İrade-i Sübhâniyesini, onu devam ettirme istikametinde hep tecelli ettirecektir. Yine, وَاللهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ ifadesinde, kafirûnun manası, aynı zamanda, nankörler, hakkı/hakikati göremeyenler, hak/hakikat adına duyulması gerekli olan şeyleri duyamayanlar, kalbe ve ruha malzeme gönderemeyenler, yarınsız/öbür günsüz insanlar, her şeyi sadece bugüne bağlayan kimseler… Bunlar, ağızlarıyla söndürmeye çalışsalar da Allah devam ettirecektir onu. Allah'ın devam ettirdiğini de kimse durduramayacaktır. Hani var ya (bir tabloda), bir ağaç dikmişler, “Bitirdik!” sözünün karşısına, altına da yazmışlar: “Allah'ın böyle ağaç gibi bitirdiğini, geliştirdiğini, dal-budak saldırdığını, ser çektirdiğini kimse bitiremez!” Allah, bir ağaç gibi bitirmiş, büyütmüşse onu, söğüt gibi -Söğüt'teki söğüt gibi- değişik metamorfozlarla geliştirmişse şayet, o uğursuz ağızlarıyla, zift püskürten ağızlarıyla üflemek suretiyle söndüremezler. Aksine, onların üzerlerine gelen, o iklime giren, o atmosfere giren, o hâleye giren ziftler, bir yönüyle meşaleye dönüşecektir. Onlarda metafizik gerilimin artmasına sebebiyet verecektir. Bir dar yerde o mesele icrâ edilirken, bu defa evrensel bir mesele, dünyanın en büyük meselesi şeklinde bütün insanlık tarafından kemal-i hassasiyetle mercek altına alınan bir mesele haline gelecektir. Murad-ı İlahî de budur; murad-ı Nebevî de budur. وَاللهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Saff Sûresi'ndeki bu ayetten sonra da az önce zikri geçen Tevbe Sûresi'ndeki ayetin aynısı geliyor: هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ “O Rasûlünü, diğer bütün dinlere üstün kılmak için, hidâyet ve hak dini ile göndermiştir. İsterse müşrikler bundan hoşlanmasınlar.” (Tevbe, 9/33; Saff, 61/9)

Medyascope.tv Podcast
Hukuk ve Demokrasi: "Yeni bir 'Yetmez Ama Evet' (YAE) dalgasıyla mı karşı karşıyayız?"

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Oct 16, 2021 32:16


“Kemal Can'ın GazeteDuvar'daki ‘Ehven-i şer mecburiyeti' başlıklı yazısı, bugün yeniden bir ‘Yetmez ama evet' (YAE) akımıyla karşı karşıya olup olmadığımızı tartışmaktaydı. İlginç bir nokta olarak da bugünkü YAE akımına mensup olanların, 2010'daki YAE'cileri en ağır şekilde eleştiren kesimler içinden çıkmasıydı. Bugünkü, terim yerindeyse, YAE 2.0'ı meydana getiren görüşler yumağı aslında şunu ifade ediyor: Türkiye'de rekabetçi otoriter bir rejim var. Bu rejimin niteliği gereği değişmesi, değiştirilmesi çok zor ama imkansız değil. Dolayısıyla, ‘ne yaparsak yapalım, bu iktidar gitmez' boşvermişliğine karşı, bu kadar zor bir işi başarmak için harekete geçmiş ve başarma yönünde de ilerleyen muhalefeti desteklemek en doğru tavırdır. Bu yönüyle, YAE 2.0'ın 10 yıl öncekinden farklı olarak daha fazla demokrasi talep ettiği için değil, iktidar değişimi arzusuyla bu pozisyonu savunduğu görülüyor. Böyle görünüyor çünkü muhalefetin istediği iktidar değişikliğini gerçekleştirmesi halinde vaat ettiği ‘parlamenter sistem'in demokratik olup olmayacağı konusunda bir belirlilik yok. Aksine, hem muhalif blokta ve hem de YAE 2.0'da ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem' demokratikleşme ile özdeş gibi görülüyor. Oysa, cumhuriyetin 100 yıllık tarihinin uzunca dönemleri parlamenter ama demokratik olmayan yönetimlerle yüklü.