POPULARITY
600 binden fazla kamu işçisini doğrudan etkileyen toplu sözleşme süreci ister istemez işçiler dışındaki kamu personelini de doğrudan ilgilendirmektedir. Kamu işçilerinin alacakları zam oranları ister istemez diğer kamu personeli için başlayacak toplu sözleşme sürecinde belirleyici olacaktır.
In der ersten Folge unseres Zweiteilers zu Julius Evola (1898-1974) erkunden wir die Lebensgeschichte dieses enigmatischen Denkers vom dadaistischen Künstler zum selbsternannten "Superfaschisten". Wir beleuchten seinen Weg durch die turbulenten Jahre des italienischen Faschismus, seine komplizierte Beziehung zu Mussolini und den Nationalsozialisten, sowie die prägende Verwundung in Wien, die ihn für den Rest seines Lebens an den Rollstuhl fesselte.---Youtube-Kanalmitglied werden und exklusive Vorteile erhalten: https://www.youtube.com/channel/UC8d09rKkWS5MkIdAuzUpkmA/joinDir gefällt der Podcast? Dann kannst du uns gerne auf Patreon unterstützen: https://www.patreon.com/allezeitderweltWir würden uns ebenfalls riesig darüber freuen, wenn du uns eine Bewertung hinterlässt und uns auf YouTube (https://www.youtube.com/@allezeitderwelt) folgst!Danke für deine Unterstützung!---Quellen & Literatur:https://arktos.com/2023/10/04/baron-evola-a-dadaist/ https://www.academia.edu/44163709/Julius_Evola_Was_He_a_Baron_or_Not_English_Ferraresi, Franco (1987): "Julius Evola: Tradition, Reaction, and the Radical Right." European Journal of Sociology, 28(1), 107-151.Griffin, Roger (2001): "The Palingenetic Political Community: Rethinking the Legitimation of Totalitarian Regimes in Inter-War Europe." Totalitarian Movements and Political Religions, 2(3), 24-43.Hakl, Hans Thomas (2018): "Julius Evola und die Ur-Gruppe in der Perspektive der Religionswissenschaft." Zeitschrift für Religionswissenschaft, 26(2), 248-277.Drake, Richard (1986): "Julius Evola and the Ideological Origins of the Radical Right in Contemporary Italy." In Political Violence and Terror: Motifs and Motivations, Peter Merkl (Hrsg.), University of California Press.Chiantera-Stutte, Patricia (2015): "Julius Evola und die italienische rechte Kultur nach 1945." Zeitschrift für Ideengeschichte, 9(2), 89-105.
Filistinliler haklı bir davanın neleri göze alarak savunulabileceğini bütün dünyaya gösterdi. Bir halk ve onun seçilmiş meşru temsilcisi Hamas bütün imkânsızlıklara rağmen on beş ay boyunca direndi. Bu süre zarfında Siyonist İsrail tarihte eşine rastlanılması pek mümkün olmayan büyük bir soykırıma ve yıkıma imza attı. Bu dönemde dünyanın gözü önünde İngiltere, Almanya ve Fransa gibi geçmişin emperyalist devletleri İsrail'in yanındaydı. Sıralanan bu ülkeler, diğerleriyle birlikte Filistinlileri yerlerinden yurtların uzaklaştırmaya yönelik saldırıların içinde açıkça yer aldı. Eskiden bu ülkelere düvel-i muazzama denilirdi. Fakat bunlardan başka ve asıl olarak ABD Filistinlilerin karşısına doğrudan çıktı. Amerikalılar da hem İsrail'i destekledi hem de bu vahşi saldırganlığa dâhil oldu. Bunlar Batı sisteminin temelini oluşturan ülkelerdir. Filistinliler ise bir halk olarak bunlar karşısında direndikçe vahşet devam etti ve yeni boyutlar kazandı. Buna rağmen Gazzeliler yine direndi, yine teslim olmadı.
Avrupa ABD'ye karşı çıkabilir mi? Lavrov: Ankara Kiev'e arka çıkmamalı.T24 yazarı Hakan Aksay yorumladı.3 Mart 2025 yayını
“Haklı Olmak mı, Huzurlu Olmak mı?” Hacı Bektaş-ı Veli buyuruyor; Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyenle tartışma, o sadece vakit kaybettirir. Merhaba sevgili dostum ben Hasan Basri Budak.Hayatta en büyük ziyan, hakikati görmek istemeyenlerle tartışarak geçen zamandır. Bilgelik bazen susmak, bazen de yoluna devam etmektir. Peki, gerçek karşısında inat edenlerle tartışmak bize ne kazandırır? İşte, bu podcastte bu hakikate bir yolculuk yapacağız. Keyifli dinlemelerBecome a supporter of this podcast: https://www.spreaker.com/podcast/hasan-basri-budak-ile-kendine-gel--5728974/support.
50.bölüme özel bir anma seansı yapıyoruz, sonrasında kaldığımız yerden devam edeceğiz.Haklı olduğunuz savaşta, savaşmaktan asla geri adım atmayın.
TÜSİAD Genel Kurulu'nda Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras'ın kullandığı bir cümle dikkatlerden kaçtı. Aras, 2024 Mahalli Seçimlerini kastederek, “Politik gücün barış içinde el değiştirmesi ülkemizde demokrasinin gücünü tekrar tüm dünyaya göstermiş oldu” ifadelerini kullanıyor.
Dizi ile sinema sektöründeki tekelleşme tartışmaları ve camiayı tahkim edenlerin “politik yönleri” ile konuşulması her şeyden önce bir kırılmadır. Cesarettir. Meydan okumadır. Daha da önemlisi “ekosistem” değişikliğinin ayak sesidir. İsmail Kılıçarslan'ın yıllar evvel kavram olarak önümüze koyup, ülkemizde yaşanan siyasi, ticari ve sosyal gerginlikler ile iletişim kaoslarının arkasında kültür endüstrisine yön verenlerin olduğuna dikkat çektiği “Kültürel İktidar” meselesi nihayet kendi zemininde tartışılıyor. Bu iktidarı elinde tutanların ilk defa, mesleklerinin dışındaki “yüzleriyle” sorgulanmaları şaşkınlığa ve akıl tutulmasına da neden oldu. Birtakım çevrelerin güvendiği dağlar yerinden oynadı. Bazılarının varlık sebepleri ortadan kalktı. Öyle görünüyor ki sinema çevresinde yeteneksizlikleriyle ortada kalacaklar da var bu zamana kadar hakkı yenilen ve önü açılacaklar da.
Kanto: “Laŭ mi” el la kompaktdisko Tielas vivo de la grupo Kore Anonco: Heather el la revuo Esperanto “ BET-59 en Litovio “ de Grazina Opulskiene. Legado: Franciska el Informilo, bulteno de ĉeĥaj handikapitoj “ La nevidantoj testis fervojajn kajojn” de L. Hakl Kanto: “En ĉiu momento” el la kompaktdisko Kajto flugas . Legado: Heather […]
Romantik ilişkilerinizde, iş yerinde veya arkadaş arasında size söylenilen ya da yapılan bir şeye karşı ani bir tepki verip sonra pişmanlık duyduğunuz oldu mu? Siz de bazı zamanlar, haklıyken haksız duruma düştüğünüzü düşündünüz mü hiç? O zaman bu bölüm tam size göre...Psikolog Dr. Gizem Sürenkök bu bölümde haklıyken haksız duruma düşmemek için ne yapmamız gerektiğini açıklıyor. Tepki vermek ile karşılık vermek arasındaki ayrımı netleştirdikten sonra, tepki verip pişman olmanın yerine nasıl karşılık vermeyi koyabileceğimizi anlatıyor.------ Podbee Sunar -------Bu Podcast, Hepsiburada hakkında reklam içerir.Hepsiburada'da Efsane Kasım başladı! Binlerce üründe en iyi fiyat garantisi seninle, başka yerde aramaya gerek yok. Kaçırmak istemeyeceğin efsane fırsatlar için tıkla Ayrıca WhatsApp kanalını takip ederek güncel kampanyalardan haberdar olmayı da unutmaBu Podcast Cambly hakkında reklam içerir.Cambly'nin Black Friday kampanyasından yararlanın, yıllık paketlerde aylık 249 TL'den başlayan fiyatlarla İngilizcenizi geliştirin. www.cambly.com tıklayın ve BF24 kodunu kullanarak 12 aylık paketlerde, aylık paketlere göre %60 daha avantajlı fiyatları kaçırmayın.Bu Podcast, Hiwell hakkında reklam içerir..Pod50 kodumuzla Hiwell'de ilk seansınızda geçerli %50 indirimi kullanmak için Hiwell'i şimdi indirin. 1500'ü aşkın uzman klinik psikolog arasından size en uygun olanlarla terapi yolculuğunuza kolaylıkla başlayın.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Zeynep Ocak canlı yayında canı ne isterse onu konuşuyor.
AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler en düşük emekli aylığı ile ilgili çalışma yapıldığını ve önümüzdeki hafta içerisinde sonuçların açıklanacağını belirtti. Bu yazımızda en düşük emekli aylığı hakkında algıları ve olguları acı gerecekler ışığında açıklamaya çalışacağız. En düşük emekli aylığı karmaşası ve sebepleri Sosyal Güvenlik Uzmanı olmadıkları halde bu unvanı kullananlar ile muhalefet liderlerinin sorumsuzca yaptığı açıklamalar neticesinde emekli maaşlarının çok düşük olduğu hala gündem oluşturuyor. Ödenen primler ortada iken emekli maaşlarının neye göre düşük olduğu ise açıklanmıyor. Emekli aylıklarının belli bir tutarın altına düşmemesi için getirilen zorunlu alt sınır aylık tutarı bulunmaktadır. Bu tutar 5510 ve 5434 sayılı kanunlarda farklı şekillerde düzenlenmiştir. 5434 sayılı Kanun'a göre bağlanacak emekli aylığının alt sınırı 14. derece'nin 2. kademesi üzerinden 30 fiili hizmet yılı için hesaplanan emekli aylığıdır. 2024 yılının ikinci yarısındaki alt sınır aylık tutarı 16.538,42 TL olacaktır. 5510 sayılı Kanun'a tabi olanlar içinse alt sınır aylık tutarı farklı düzenlenmiştir. Buna göre Kanunun 55'inci maddesinde bütün sigortalılar için düzenlenen alt sınır aylık memurlar için de geçerlidir. Ayrıca, emekli aylıkları 5510 sayılı Kanun'un ek 19'uncu maddesine göre 10.000 TL'den az olamamaktadır. Görüleceği üzere iki çeşit en düşük emekli aylığı bulunmakta olup bu uygulama ile sigortalıların ödediği primle emekli aylığı arasındaki bağ kopmuştur. Haklı olarak yüksek prim ödeyenler haksızlığa uğradığını düşünerek itiraz etmektedir. Öyle ya yıllarca düşük prim ödeyenler günün sonunda ödediği prime göre yüksek emekli maaşı alabilirken yüksek prim ödeyenler primlerinin karşılığını alabilmektedir. 16 milyon emeklinin sadece 2 milyonu sevinecek, ya diğerleri Bu köşeyi takip edenler “Berber Osman'ın emekli maaşlarına ilişkin düşündüren analizi” başlıklı yazımızı hatırlayacaklardır. Bu yazımızda Berber Osman hızını alamayarak şöyle demişti “Biz Bağ-Kur'lular 6.900 TL prim ödüyoruz. Primleri zamanında ödediğimiz için de %5 de indirim yapılıyor. Şimdi en düşük emekli maaşı 10 bin TL. SGK bizden aldığı bu primle hem emekli maaşı ödüyor hem de sağlık ödemesi yapıyor. Valla bu iş böyle gitmez.” Görüleceği üzere Berber Osman bir SGK Uzmanı gibi herkesin anlayacağı bir analiz yapmış ve ödediği primin üzerinde bir emekli maaşı alınınca sistemin işlemeyeceğini söylemişti. Şimdi tekrar en düşük emekli maaşını arttırmak için kolları sıvadık. Sıvadık sıvamasına da EYT'liler için ödenecek yıllık 724 milyar TL'nin yanında şimdi de en düşük emekli maaşı alanlara ilave kaynağı nereden bulacağız? Elbette her harcamanın bir kaynağı olmak zorundadır. Bunun anlamı da ilave vergi olsa gerektir. İyi de başkasının haksız yere alacağı parayı vergi mükellefleri niçin ödesin?
Sürekli haklı olmanın iyi bir şey olduğunu sana kim söyledi? Her kim söylediyse büyük bir hatanın içerisine seni itiyor. Bu yanlıştan dönebilmek için ilk olarak hakılığa farklı bir açıdan bakabilmem lazım. İşte bu bölümde o farklı açıyı ele almaya çalışıyoruz.
Banu Güven ve Kemal Göktaş, Akıntıya İnat'ta Avrupa Futbol Şampiyonası'nda gündeme oturan Merih Demiral'ın Bozkurt selamı ve UEFA'nın verdiği iki maç men cezasını mercek altına alıyor. İki gazeteci, bu hareketin tarihsel ve politik arka planını, UEFA'nın cezasının hukuki boyutlarını ve Türkiye'de yarattığı tartışmaları ele alıyor. Merih Demiral'ın Bozkurt selamı yapmasının ardındaki nedenler UEFA'nın bu harekete verdiği cezanın hukuki boyutları Bozkurt selamının Türkiye ve Avrupa'daki sembolik anlamları Almanya'da bu tür sembollerin yasaklanma ihtimali Türkiye'de spor ve siyasetin nasıl iç içe geçtiği Aşırı milliyetçi sembollerin sporda yarattığı toplumsal yankılar
V dalším díle podcastového speciálu Buchty čtou o knížkách, které všichni známe, ale málokdo je skutečně četl, se Ivana Veselková, Zuzana Fuksová a středoškolský pedagog Stanislav Zajíček zabývali románem Let čarodějnice Emila Hakla. Ten pojednává o životem se plácajícím čtyřicátníkovi, do jehož života se po koupi nožíku promítne podivná událost.Všechny díly podcastu Buchty můžete pohodlně poslouchat v mobilní aplikaci mujRozhlas pro Android a iOS nebo na webu mujRozhlas.cz.
V dalším díle podcastového speciálu Buchty čtou o knížkách, které všichni známe, ale málokdo je skutečně četl, se Ivana Veselková, Zuzana Fuksová a středoškolský pedagog Stanislav Zajíček zabývali románem Let čarodějnice Emila Hakla. Ten pojednává o životem se plácajícím čtyřicátníkovi, do jehož života se po koupi nožíku promítne podivná událost.
Mezarlığın kapı girişinde oturmuşlar merdivene bir şeyler yiyorlardı. Anne kaldırıma bir bez sermiş, bezin üstünde bir parça ekmek ve ne olduğunu anlayamadığım yiyecekler vardı. Genç kadının bir tarafında 3 yaşlarında bir kız çocuğu diğer tarafında 6 yaş civarında bir erkek çocuk vardı. Yanlarından geçerken oğlanla göz göze gelince selam vermek için, “Afiyet olsun” dedim. Elindeki ekmek arası yiyecekle kapalı bir içeceği bana uzatarak, “Al” dedi. Nereye gidersen git, yoksul insanlar elindekinin tamamını paylaşır. Bu yüzden fakir zenginden cömerttir. “Sağ ol” dedim. Çocuk ama hayat erken büyütmüş. Biyolojik yaşı 5-6, ruhsal yaşı 15-16 -“Baban nerede” dedim. -Ekmekten bir parça ısırdı ve “Apiste” dedi. -“Neden hapse girdiğini biliyor musun” diye sordum. -“Irsızlık yaparken yakalandı” dedi. Günlük yaşıyorlardı. Bugün ne buldularsa o. Gerisi de çok önemli değil zaten. Bugün var, yarın yok. ** “Marketler tıklım tıklım, otoparklarda araba koymaya yer yok, her yer insan kaynıyor” diyordu orta yaşlı bir kadın otobüsün içinde otururken yanındakine. Muhtemelen tanışmıyorlardı ama kadın yol boyunca laflamak için söyleniyordu. -“Haklısın” diye cevap verdi kadın ve devam etti; Ben de Siyami Ersek kalp hastanesinden geliyorum. Orası da çok kalabalıktı. Kardiyoloji polikliniğinin 219'uncu hastasıymışım. EKG çeken sağlık çalışanı kız, “Abla burada her gün 500 EKG çekiyoruz” dedi. 500 EKG demek her gün 500 hasta demek. Kurban Bayramı tatilinin de 9 gün olması sebebiyle Bodrum'un nüfusu da 1 milyona ulaşmış. İlçeye giren araç sayısı ise 250 bine ulaşmış. Tatilden gelince kasaptan eti alırız deyip kurban kesmeyen gelir seviyesi yüksek kesimin sayısı da bu bayram epey çoktu.
Yüzümü görmeye hakkınız yok. Bu kadar basit. Filistin özgür olana dek. Gülümsememi göremezsiniz bayım. Bu kadar basit. Filistin özgür olana dek. Şahit olamazsınız ağlamama. Bu kadar basit. Filistin özgür olana dek. Gözlerim zeytin karası. Onları göremezsiniz küçük hanım. Bu kadar basit. Filistin özgür olana dek. Alnımda bir çatkı doğuştan. Onu göremezsiniz. Bu kadar basit. Filistin özgür olana dek. Hüznümü ve öfkemi göremezsiniz hanımefendi. Bu kadar basit. Filistin özgür olana dek. Dünyaya küskün çocukların sözcüsüyüm ben. Adım Hanzala. Doğru. Küsüm size. Size ve size ve size ve size de. Utançla başını yere eğip kollarını iki yana açan. En çok sana küskünüm. “Ben ne yapabilirim” diyen ey. En çok sana. Duymadın galiba “farzet körsün / olabilir / bir taş al / at / düşmanı bulur” dendiğini. Küsüm size. Kahvenden vazgeçmedin daha. Ve vazgeçmedin giydiğin ayakkabıdan. Haklısın. Çok yakışıyor sana. Dünyaya küskün çocukların sözcüsüyüm ben. Adım Hanzala. Yüzümü dönmeye değer bir dünya değil burası. Benim değil, beni öldürmek isteyenlerin dünyası. Karanlıkların ve çirkinliklerin dünyası. Ve yok sizin dünyanızda bana ne bir liman, ne bir sığınak. Dünyaya küskün çocukların sözcüsüyüm ben. Adım Hanzala. Yüzümü dönmem için tek bir neden söyleyin bana. On beş bin çocuk ve “elimizde bunun soykırım olduğuna dair yeterli kanıt yok” öyle mi? On beş bin anne ve sadece “uluslararası toplum bu olayları şiddetle kınar” öyle mi? On beş bin baba ve sadece “olayların bir an önce son bulmasını diliyoruz” öyle mi? Dünyaya küskün çocukların sözcüsüyüm ben. Adım Hanzala. Yüzümü Aksa'ya dönüyorum. Yüzümü öldürülmüş yaşıtlarıma. Evlatları bombalarla ellerinden alınmış annelere dönüyorum yüzümü. Yetimlere dönüyorum yüzümü.
Soru-Cevap yayınımızın ikinci bölümünde Kutlukhan Kutlu canlı yayında sizden gelen soruları cevapladı.00:00 | Giriş02:15 | Orta Ölçekli Filmler Yok Oluyor18:30 | Perfect Days29:40 | Do Not Expect Too Much from the End of the World39:05 | Fallout49:48 | 1999 Yılının Mucizesi55:05 | Seçilmiş Kişi1:00:22 | Wong Kar-wai1:12:07 | Shogun1:25:03 | Orwell mi Huxley mi Haklı Çıktı?1:31:45 | Challengers1:39:57 | Apichatpong Weerasethakul1:42:42 | Sci-Fi ve Tech Alanında Queer Temsili1:45:35 | Uwe Boll'un Eleştirmenleri Ringde Dövmesi 1:48:13 | Sinema Yazarlarına İlginç Tepkiler1:52:07 | Psycho ile Anayurt Oteli Arasında Benzerlik Var mı?2:00:13 | Civil War 2:10:14 | Late Night with the Devil2:14:47 | Godzilla Minus One
Çiftçi tarlaya 100 tohum atar, 10 tanesi tutar 90 tanesi çürür ama o tutan on tane tohumdan çiftçi 900 ürün çıkacağını bildiği için tarlada çürüyen 90 tane tohumun yasını tutmaz. Ürün veren 10 tohum çürüyen 90 tohumdan daha kıymetlidir. İsrailin soykırımına çoğunluğun sessiz kalması bir şey değiştirmez. Haklı olan taraf çok küçük bir azınlık bile olsa haktan gelen güç onlara yeter zaten yetti de. ** Ekonomik ve siyasi gücüne güvenerek 33 bin masumu öldüren İsrail ve destekçisi ABD yaşadığı güç zehirlenmesinin farkına varacaklar. İran'ın saldırısını bile çok uğraşmalarına rağmen kendi mağduriyetlerine döndürmeyi başaramadılar. İsrail basınında da yenilginin itirafları artmaya başlamış. İktidar yanlısı bir gazete Gazze'de yavaş yavaş yenildiklerini söyleyerek, devletin nasıl bir çıkmaz yola girdiğini anladığını ancak buradan nasıl kurtulabileceğini bilmediğini dile getirmiş. Dünyayı daha fazla kandıramayacaklarını biliyorlar artık. Devletlerin desteğini alsalar bile dünya kamuoyu gücünü ve desteğini kaybettiler. Dünyanın merhamet sahibi insanları meydanları ve caddeleri terk etmedi. ** Dünyanın yarısı uyurken diğer yarısı elinden ne gelirse yapmaya devam ederek, bu cinayet ve soykırıma direniyor. -“Özgür Filistin İçin Hristiyanlar” derneğinin üyeleri, İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşını protesto etmek amacıyla Washington'daki Senato kafeteryasını öğle yemeği sırasında bastılar. -Üniversiteli bir öğrenci, Gazze'de yaşananlar karşısında dünyanın hukuk anlayışını gördükten sonra, eğitim gördüğü "Uluslararası Hukuk" kitabını yakarken şunları söylüyordu; Uluslararası hukuk tarihin en büyük yalanı. -Dünyanın çeşitli ülkelerinden 43 sanatçı, Gazze'nin çocukları için buluştu. Meksikalı bir animasyon topluluğunun girişimiyle, 7 Ekim'den bu yana Gazze'de öldürülen 13 binden fazla çocuğun anısına animasyon hazırlandı. -ABD'de Hollywood'un ünlü isimleri Gazze'ye insani yardım için bir araya geldi Sinema ve televizyon sektörünün ünlü isimleri, Gazze'ye para toplamak amacıyla düzenlenen bir müzayedeye bağış yaptı. -Kanada'da ki McGill Üniversitesi öğrencileri; Kampüsteki 30 binanın adını Filistin şehirlerinin ve köylerinin isimleriyle değiştirdi. -İngiltere Savunma Bakanlığı binası; Filistin yanlısı aktivistler tarafından kırmızıya boyanarak protesto edildi. -Fransa'nın Lyon kent merkezindeki çeşmenin büyük havuzu Gazzeli çocukların öldürülmesini protesto etmek amacıyla kırmızıya boyandı. Eylemciler, Fransa'nın İsrail'e silah göndermeyi kesmesini istedi. -İrlandalılar ülkenin ikinci en büyük şehri Cork'ta, Gazze için sokaklara çıkmaya ve ateşkes çağrılarına devam ediyor.
"Gazze'yi Unutmayın!" ifadesi Filistin'e destek olmak adına yürütülen faaliyetlerin ortak mottosu oldu. Gazze'yi unutmayın! Biraz durup düşününce, çok can acıtıcı bir ifade olduğunu farkediyor insan bunun. Demek Gazze'yi unutmak diye bir şey mümkün bizim hayatımızda. Bunu bu kadar sık hatırlatmak gerektiğine göre, her şey kendi haline, akışına kaldığında Gazze'yi unutabiliyoruz. Nasıl? Bu soruyu soracağım ama zihnimde uyanabilecek cevaplardan korkuyorum. Yine de sormak lazım: Gazze'yi nasıl oluyor da unutabiliyoruz? Kendimizi nasıl başka şeylerle oyalanmaya bırakabiliyoruz? Gözlerimizi nasıl kapatabiliyoruz Gazze'ye, kulaklarımızı nasıl tıkayabiliyoruz? Zihnimize içinde Gazze olmayan alanları, köşeleri nasıl açabiliyoruz? Hadi nasıl uyuyabiliyoruz, nasıl hiçbir şey olmamış gibi yiyip içebiliyoruz diye sormayayım, buna mecalimiz yok; ama gerçekten nasıl saatler boyunca Gazze'yi aklımıza dahi getirmiyoruz, getirmeyebiliyoruz? Gazze'yi unutan bir zihnin, daha ötesi Gazze'yi unutan bir kalbin, hatırladığı esaslı başka bir şey kalmış mıdır gerçekten? İnsan, kendini insan kılan en temel şeyi unutarak yaşamaya, insan kalmaya nasıl devam edebilir? Parçalanmış küçük bedenlere bakamıyorum artık, evet! Çünkü böylesine bir savunmasızlığa bakmak, bakmak, sadece bakmak, işlenebilecek en ağır insanlık suçuymuş gibi geliyor. En az böyle bir acıya, böyle bir zulme gözlerini kapatmanın en büyük cürüm gelmesi gibi... Ne yaman çelişki! Ne yapacağımızı bilemiyoruz artık, izlesen bu seni aciz bir seyirci yapıyor, izlemesen gözlerini başka yere çevirmenin insanca bir izahı yok! Gazze'deki insanlar bu ağır zulmün mazlumları... Bu onları masum ve haklı kılıyor. Haklı olmanın gerektirdiği her türlü bedeli ödüyor, ayakta kalıyorlar. Peki bizler, nasıl tarif edeceğiz içinde bulunduğumuz durumu, ne isim vereceğiz kendimize? Haklılardan olmayı nasıl başaracağız biz? Dosdoğru yolu nereden bulup bu izahsız konumumuzdan oraya doğru yöneleceğiz? Kendimize nereden bir izah bulacağız? Yeniden aynalara bakabilmek için yüzümüzü nasıl ağartacağız? Hem de Gazze'yi unutmak gibi bir acı ihtimal kuvvetle muhtemelken ve bu kadar ortadayken! Gazze için bir şey yapamıyor olmanın aczinden daha kötü bir şey varsa, o herhalde Gazze'yi hatırında bile tutamamak olmalı! "Gazze'yi Unutmayın!" çağrısını her duyduğumuzda utanmalı, yerin dibine girmeliyiz.
Günlük hayatta çok sık duyduğumuz bir cümle var: Bir şey değişir, her şey değişir. “Bir şey değişir, her şey değişir” önermesi, teknolojik gelişmelerin toplumsal yapı üzerindeki etkileri için de geçerli bir önermedir. Mesela buhar makinesinin icadı üretim süreçlerini değiştirdiği için toplumsal hiyerarşileri geri dönülmez bir şekilde dönüştürdü; yeni davranış kodlarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Aynı şekilde televizyonun icadı, internetin hayatımıza dahil olması, akıllı telefonun gündelik hayatın her safhasının en önemli taşıyıcısı haline gelmesi ve nihayet “yapay zeka”, “insanımsı robotlar” ile birlikte dünya “bildiğimiz yer” olmaktan çıkıyor. İlk değişiklikler toplumun belli kesimlerinde tepki ile karşılanmıştı. Kas gücü ile çalışanlar, hayata dahil olan makinelerin kendi konumlarını sarstığını düşünerek makinelere saldırmıştı. Günümüzdeyse “yeni” ve “yenilik” adeta aşk ile bekleniyor. Teknolojinin götürdüklerinden ziyade getirdiklerine odaklanmak, herkese iyi geliyor. Geçen gün bir arkadaşım sohbet esnasında “Şu robotlar bir an önce hayatımıza girse de yaşlılığımızda ne olacağımızı düşünmekten kurtulsak” dedi. “Hem bakımımızı üstlenirler hem de iki çift lâf konuşacak biri olur.” İletişim çağında iki çift lâf konuşmak için insansı robotların gelmesini bekleyen arkadaşımı şaşkınlıkla dinledim. Haklı mıydı? Esasında bu soru bile miadını doldurdu. Herkesin başka bir açıdan haklı olduğu zamanlara geldik. Pandemi sonrası en çok duyduğum şikâyet: Kimse kimseyi dinlemiyor. Ya da telefonda birisiyle doğal bir sohbetin içindeyken muhatabınızın şöyle dediğine tanık olabiliyorsunuz: “Hep sen anlattın, şimdi ben anlatacağım, sen dinleyeceksin!” “Ben seni çok dinledim, şimdi esas sen beni dinleyeceksin!” diyenler bir uçta; öbür uçta ise her daim “çevrimdışı” olanlar var. Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor. Bu sinyal gelmiyor her zaman, ama aradığımız kişiye ulaşamıyoruz sahiden. Bazen telefon açılıyor, bir sohbetin içinde olduğunuz vehmine bile kapılıyorsunuz hatta, ama birden sesinizin bir insan zihnine, kalbine değil, boşluğa düştüğünü ve boşluğa düşerken kelimelerin tenekeden olduğunu ve mermer zeminin üzerine tınlayarak çarptığını duyuyorsunuz.
Bir insan kendinden ne kadar nefret ettirebilir? Ne yapar da en üst seviyede iğrendirebilir? Son günlerde bunun cevabını gündemi meşgul eden yazar Eylem Tok sayesinde alıyoruz. Türkiye'nin başka sorunu yokmuş gibi sabah akşam onu konuşuyoruz. Çünkü kendisi suç işlemiş oğlunu kanundan kaçırarak ülkenin büyük bölümünün nefretini kazandı. İnsanlar onun yaptığı kötülükleri gördüler ve buna tahammül edemiyorlar. Haklılar da. En çok da annelik sıfatının arkasına saklanarak suça ortak olması koydu hepimize. Bir insan öldü ve cezasını çekmesi gerekenler şu an çoook uzaklarda. Ateş düştüğü yeri yakıyor da, en azından biraz olsun acıları hafiflesin istiyorlar. Ancak ellerinden bir şey gelmiyor. Vicdan ve empatiden yoksun bir kadın hepsinin kabusu oldu maalesef. Bugün son birkaç haftadır ülkeyi sarsan meşhur kazayı ve sonrasında yaşananları konuşuyoruz. En çok da annelik sıfatını kirlettiğini düşündüğüm Eylem Tok'u. İyi dinlemeler...Burada dinlediğiniz vakalar üzerine hazırladığım belgeselleri izlemek için YouTube'a gelin.Cem'den Dinle YouTube: https://www.youtube.com/c/CemdenDinleInstagram: cemdendinleİletişim & İşbirliği: cemdendinle@gmail.comFon Müziği / Music:Music from https://filmmusic.io "Undaunted & Black Vortex" by Kevin MacLeod (https://incompetech.com) License: CC BY (http://creativecommons.org/licenses/by/4.0/)
Ekonomist Murat Sağman ile Fitch'in not artırımını, borsadaki yükselişi, altındaki yeni rekorları ve dövizdeki dalgalanmayı konuştuk. İyi dinlemeler...
Geçen haftaki ‘SİYASETEN' programında Aydın Ünal ağabeyle devam eden boykotu konuşurken, Ramazan ayında Coca Cola olan iftar sofralarına oturulmaması çağrısı yapmıştım. Kendi sözlerimi şöyle alıntılayayım: “Ramazan'da Coca Cola iftar sofralarına oturmayın lütfen. Protesto edin. Yarım saat aç kalmakla hiçbir şey olmaz. Gidin başka yerde iftar yapın. Ya da onu kaldırsınlar.” Bir arkadaşım, “Haklısın ve iftar sofralarını boykot etmeye davet ediyorsun. Çok iddialı, lakin piyasa şartları çok farklı. Talep fazla. Dolabına kola koymazsa yemek satamayacak esnaflar var. Vatandaş istiyor” diye mesaj attı. Gerçekten de öyle mi? Yeni Şafak'ın Instagram hesabında, programdan paylaşılan kesitten sonra o kadar çok mesaj ve yorum geldi ki okumaktan yoruldum ve şunu anladım; basit, sıradan bir mesele gibi görünse de arkadaşımın dediği gibi, tek suçlu kola satan esnaf değil. Gazze'deki soykırım üzerine ilk defa etkili olan ve markaları korkutan boykota rağmen Ramazan manzaramız ortada. Ramazan aylarımızı asitli içecekle özdeşleştiren, manevi havasını reklam filmleriyle yapmacıklaştıran kapitalist düzene oruçla karşı koyma iradesini gösterebiliyor muyuz? ‘Satmasınlar' demesi en kolayı. Bence biz, bizi yani ‘almasınlar' kısmını aşamıyoruz. Reklam filmleri demişken… Ramazanın gelmesiyle birlikte televizyonlara yönelik reklam filmlerinde büyük farklılar görürüz. Her sene bu böyledir. Küresel, kapitalist markalar bir anda kimlik değiştirirler. Ramazanla, oruçla alakaları yoktur ama iddialı prodüksiyonlarla reklamlar filmleri çekerler. İklimden uzak, samimi olmayan ve tamamen tüketmeye davet eden filmler. Çünkü Ramazan, reklamın izleyicisi için ibadet ayıdır, kola markası için ise asla vazgeçilmeyecek kazanç kapısıdır. Bu seneki reklamı izleyen çok net görmüştür, filmin içinde gerçek bir Ramazan ortamına dair tek bir plan yok. Güzel görseller, rengârenk sofralar, mutlu yüzler ve kola şişeleri… Samimiyet ise sıfır. Yok. Aslında bu sadece o global içecek firmasının samimiyetsizliği değil. İçinde yaşadığı toplumu çok iyi tanımak zorunda olan çok sayıda yerli markamız var. Onlar da bu konuda hep vasat ile idare ettiler bugüne kadar. Ramazan ayını daha fazla tüketime aracı yapmanın ötesine geçmediler. Eleştirimi, geçtiğimiz haftalarda Barselona'da gerçekleşen Mobil Dünya Kongresi'nden Turkcell yetkililerine de iletmiştim. Meğer kısa süre önce iş başına gelen yeni yönetimin bu yönde bir çalışması varmış. “Bu yıl Ramazan ayının ruhuna uygun bir reklam olacak” dediler. O reklam yayınlandı ve geçmiş filmlerden bir ayrışma ve bariz farklılıklar olduğunu gösterdi. Ramazan, Türkiye'de nasıl yaşanıyorsa tüm detaylarını filmde yansıtmışlar. Dikkatimi en çok şu çekti: ‘Ramazan Gelenekleri' deyince maalesef akla gelen ve dayatılmış eğlence anlayışının aksine; olması gereken, gerçek Ramazan gelenekleri yansıtılmış filmde. Kantolar, direklerarası ve Hacivat-Karagöz gibi eğlenceler değil yani. Mahallenin çocuklarının bir parkta iki ağacın arasına el yordamıyla yaptıkları mahyayı asmasıyla başlayan filmde, iftar sofrasından önce yardımlaşma var. Anneanneden alınan yemek tarifi var, yapılan güllacı iftardan önce komşulara götürmek var. Top atışı yok, minareyi gözetleyen çocuk var mesela. Yine çocukların sahura kaldırılması da var. Dahası dedesiyle teravih namazına giden torun var. Bir dakika 13 saniyelik reklam filminde Ramazan ayına dair bu kadar detayı büyük incelikle sığdırdıkları için Turkcell'i takdir etmek gerek. Adeta kısa film havasında olmuş. Belli ki senaryoyu bu toprakların havasını soluyan, suyunu içen, Ramazan ayını hisseden birileri yazmış.
Türkiye'de esnaf sadece esnaf değildir. 1071 sonrası Anadolu'yu bize yurt yapan esnaftır. Selçuklu'yu büyüten, Osmanlı cihan devletini kuran esnaftır. Üzerinde yaşadığımız toprakları İslâmlaştıran ve bugüne kadar da Müslüman kalmasını sağlayan esnaftır. Bizde esnaf sadece alıp satan kişi değildir. Türk ve İslâm şehrini kuran, imar eden, güvenliğini sağlayan, savunan, huzurunu ve refahını temin edendir esnaf. Esnaf, toplumun edebini, ahlakını muhafaza edendir. Esnaf zengini denetleyen, fakiri gözetendir. Esnaf, milleti bir ve beraber tutandır. Esnaf, insanın sınırsız ihtiyaçlarının karşısına kanaati koyan, hırs ve tamahı tatminle bastıran, açgözlülüğe karşı bereketi savunandır. Esnafın, fütüvvet ruhuyla kurduğu Ahilik teşkilatı, sadece ayıplı üretimi engellemekle, terazinin ayarını muhafaza etmekle, ticarette hakkı ve ahlakı yüceltmekle kalmamış; milletin aslını, özünü, ruhunu korumuş, gerektiğinde teraziyi bırakıp kılıç kuşanmış, gerektiğinde otoriteye “Seni kılıcımızla düzeltiriz” diyebilmiş, gerektiğinde arabulucu olup meselelerin suhuletle çözülmesini sağlayan hakem olmuş, dükkânını, imalathanesini koruduğu kadar gerektiğinde sokağını, caddesini, mahallesini gözeten bekçi vazifesi görmüştür. Osmanlı Devleti esnafı ve Ahi teşkilatını her ne kadar iktisat sınırlarında tutmaya çalışsa da, esnaf, Ahi kültürüyle, zerrelerine nüfuz etmiş Ahi ruhuyla günümüze kadar kanaatin, bereketin, adaletin, birliğin, vatanseverliğin, en çok da bu toprakların özü olan Müslümanlığın muhafızı, taşıyıcısı olmuştur.
Sosyal medyada nelerin “dert” edildiğini/edinildiğini gözden kaçırmamaya dikkat ediyorum. Genelin içinde “birey”in sesini bulmak için sosyal medya “dertlerini”, kamusal, özel ve reklam amaçlı olarak kategorilere ayırmayı da ihmal etmemeye çalışıyorum. 13 Şubat 2024 Salı günü, özel ile reklam amaçlı olan dertleri birleştiren gündem “14 Şubat Sevgililer Günü” idi. Sevgililer Günü, her şubat ayında tekrar eden, herkesin bir fikrinin olduğu, bendenizin de defalarca sokak gözlemlerimi yazdığım, her yıl karşımıza çıkan/çıkacak olan bir gündem. Her ne kadar 14 Şubat, aynı zamanda Dünya Öykü Günü olarak ilan edilmişse de öykü üzerinden alım satım işlerini arttırmak pek kolay olmadığı için öykü ve satış ilişkisi “Sevgilinize bir öykü kitabın alın.” tavsiyesinden öteye gidemiyor. Malum, önem ve değer “işlem hacmi” üzerinden “etiketlendiriliyor.” 13 Şubat'ın en çarpıcı gündemi, İstanbul Üniversitesi'nin kampüsünü halka açması oldu. İşin ilginç yanı, bu vesile ile bütün Türkiye, İstanbul Üniversitesi'nin yeni rektörünün kim olduğunu öğrendi. Yeni rektörün atanmasının üzerinden yaklaşık 7 ay gibi bir zaman dilimi geçmiş olsa da artık bakanların isimlerinin bile pek bilinmediği sosyal medya çağında Prof. Dr. Osman Bülent Zülfikar ismi en azından İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin zihinlerine yerleşti. Her ne kadar bu “tanınırlık ve tanışıklık” öğrenciler için bir hayli üzücü olsa da Sayın Rektör'ü, yakın çevresi muhtemelen “reklamın kötüsü olmaz” diye teselli etmiştir. Oysa Sayın Rektör'ün “duvarsız üniversite”, “Açık Kapı, Açık Bilim” sloganları ile ajans elinden çıkmış, içi doldurulamayan ışıltılı imajlar eşliğinde Üniversite kampüsünü halka açması, birkaç fotoğraf pozundan öte gitmeyecek bir yanlış imaj yönetimi olarak gündeme yerleşti. İşin yapılışından, nasıl yapıldığından ziyade, konuyla ilgili başarılı resim verilip verilmediğinin öncelenmesi, 21. yüzyılın alametifarikası. Dolayısıyla gelecek analizi için işin değişen anlamı üzerinde durmamız gerekiyor. Şu an yaşamakta olduğumuz pek çok sıkıntının kaynağında, sürdürülen/yapılan işin alımlanışı, algılanışı, sunuluşu meselesi var. İş deyince genellikle işsizlik aklımıza geliyor. Keşke gelse diyorsunuz. Haklısınız, işsizler görünmeyenler sınıfında. Gündemimizde işi ile başı hoş olmayanlar var daha ziyade.
liseye başlayacaktım, yaz tatilinde çalışmam gerekiyordu. Yaşıtlarıma göre hayata erken atılmıştım. Ortaokuldan önce Kur'an kursuna gittiğim için yaşım 16'ydı. Bir ağabeyimiz Yeni Şafak gazetesine yönlendirdi. “Git şunu bul. Konuş. Getir götür işleri yaparsın” dedi. Minibüs duraklarının arasından sora sora Topkapı'daki eski binaya geldim. Buldum o kişiyi. Sağ olsun ilgilendi. Çay söyledi, anlattım durumu. “Sen daha liseye başlamamışsın. Üç ay sonra da okula gideceksin. Gazetede sana uygun geçici bir iş yok” dedi. Haklıydı. Üzüldüğümü görünce aklına bir şey geldi. “Gazete dağıtabilir misin?” diye sordu. Hiç düşünmeden “Yaparım” anlamında kafa sallayınca da aradı temsilcilerden sorumlu kişiyi. Öğleden sonra Güngören'deki dağıtıcının yanındaydım. Evimize yakındı, yürüyerek 10 dakikaya bulmuştum. Mezarlığın üst tarafında, şimdilerde hastanenin olduğu yerde, depoyla dükkân arası bir yerdi. Önünde de iki tane Puch motor. Görüştük, anlaştık. Temsilci, “Sen yaparsın bu işi” dedi. Tam aradıkları kişiydim. Okullar açılına kadar, askerde olan yeğeni gelecekti. O boşluğu dolduracaktım. Motorlar kapının önündeydi ama ne tecrübem vardı ne de ehliyet. Bana bir bisiklet ayarlandı. Arkasında sele. Üstünde plastik sepet. Günde 250-300 gazete. Yarısından fazlası Yeni Şafak. Sabah namazdan önce düşecektim yollara. Güngören'den aşağıya, Çeşme, Köprü, Sanayi Mahallesi, Merter ve Tozkoparan'dan geri dönüş. Saat 9 olmadan bitmeliymiş dağıtım. Sabah kapısını açan esnaf önce gazeteyi görmeliymiş. İlk bir hafta sokakları, evleri, dükkânları bilen biriyle dolaştık. O motorla, ben bisikletle. Yolu yordamı öğrendim. Elimde sayfalarca adres listesi, bir de Güngören'in sokak haritası. Önce sokakları ezberledim, sonra da güzergâhları sıralamayı. O sokaktan şu caddeye, sonra aşağıdaki binaya. Haritayı bir haritaya yakışırcasına okunmaz hale getirdim. Çok değil 15 gün sonra ne adres listesi ne de haritaya gerek kaldı. Hepsi zihnimdeydi. İlk gazeteyi pimapenciye bırakıyordum. Sabah 5'te. Kepenge sıkıştırıp, Güngören'den aşağı tek solukta iniyordum. Her anı her sokağı film şeridi gibi aklımda. Dördüncü kata gazete fırlatmayı kotardığımda karşı apartmandaki abladan alkış almıştım. Meğer her sabah izliyormuş beni. Alttaki balkona kaç kez düşürdüm bilmiyorum. Artık dilediğim yere tek seferde atabiliyordum. İşi kavramıştım ama okulların açılmasına da günler kalmıştı. Bir sabah gazete dağıtırken bisikletime bir taksi çarptı. Ön tekeri tamamen ezdi, kullanılacak gibi değildi. Plakası hâlâ aklımda... Oturdum kaldırama öylece bakakaldım. Hurdaya çıkan bisikleti bir esnafa emanet edip, kalan birkaç gazeteyi yürüyerek dağıttım. O gün bıraktım gazete dağıtmayı. Taksicinin bana vurduktan sonra kaçıp gitmesine içerlemiştim. Zaten okullar da açılacaktı... Ama Yeni Şafak beni hiç bırakmadı. O yaz sonu İstanbul İmam-Hatip'e başladım. Sene 1998'di, 28 Şubat sürecinin ensede boza pişirdiği günler... Hemen her gün manşetlerden ve de ana haber ekranlarından hedef gösteriliyorduk. İster istemez sahipsizlik duygusuna kapılmıştık. Ama Yeni Şafak vardı. Çok değil birkaç ay önce dağıtırken sabahları ilk benim okuduğum gazetem... Ama benim için işler artık değişmişti. Gazeteyi okumaktan, yazılanları yaşama aşamasına geçmiştim.
Alper Çelik, Ömür Okumuş ve Nuri Çetin ile varyantlı hususlara yolculuk
26 yaşımda dişçiliği bırakıp reklam yazarı stajyeri olarak işe girdiğim ajansta bana sürekli kızan, yaptığım işleri eleştiren direktörümün yıllar sonra beni ajansına çağırıp yaptığı itirafı anlatıyorum. L'oreal ContentPro uygulaması ile L'Oréal markalarının elçisi olup uzun dönemli işbirlikleri kurabiliyor, hediyeler ve L'Oréal etkinliklerine davetiyeler kazanabiliyor, L'Oréal ürünlerine satış linki oluşturarak ek gelir elde edebiliyorsunuz. Uygulamayı indirmek için link'e tıklayın. https://app.adjust.com/12bc0lst_12ux5jod?deep_link=lorealcontentpro%3A%2F%2F&campaign=influencer&adgroup=deniz_dulgeroglu&creative=deniz_dulgeroglu_0923_media
Perspektif'in bu bölümünde, ekonomist Güldem Atabay'ın gündeminde Dünya Bankası'nın Türkiye'ye kredi vereceğine dair Bloomberg'de yayınlanan haber var. Atabay, haberin ne anlama geldiğini masaya yatırıyor. Atabay, ayrıca enflasyon verileri sonrasında JP Morgan ve HSBC başta olmak üzere ekonomiye dair değişen beklentileri yorumluyor. Atabay son olarak, iktisat camiasında tartışılan 'KKM'nin TCMB'ye maliyeti var mı?' sorusunu değerlendiriyor.İyi dinlemeler...#kkm #ekonomi #enflasyon
Gazeteci Yavuz Oğhan, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun basın toplantısı ve CHP, MHP - İyi Parti mesajları, 17 Ağustos depreminin yıldönümü ve memur ve emeklilere yapılacak maaş zamları konusunda görüşlerini aktardı.
Haklı olan her zaman haklı desek de maalesef öyle değil. Algı her şey. İşte haklıyken haksız duruma düşmene sebep olabilecek 5 davranış
Net Bakış'ın 29 Mayıs 2023 tarihli bölümüne; Güvenlik Politikaları Uzmanı Mete Yarar, Gazeteci Yazar Nedim Şener ve İletişim Uzmanı Ali Saydam konuk oldu. 00:00 Giriş 2:14 Erdoğan zafer tazeledi 7:46 Türkiye Erdoğan ile yeni yüzyıla hazır 12:18 14 Mayıs 28 Mayıs'a nasıl bir ayna tuttu? 14:45 Muhalefette ‘adam bir kez daha kazandı' hazımsızlığı 16:48 Seçim ne kazandırdı, ne kaybettirdi? 18:47 Seçmenin tercihini ekonomi değil beka kaygısı mı şekillendirdi? 21:47 Deprem bölgesi tekrar ‘Erdoğan' dedi 25:47 Seçmen 28 Mayıs'ta aslında ne dedi? 28:44 Seçmeni kandıramayan muhalefet, kendini mi kandırmaya başladı? 38: 17 Gerçeklerle yarışamayan muhalefet sahte bahanelere mi sığındı? 44:12 Kaybedince kazanan muhalefet 1:03:50 Muhalefetin kaybetmeye yönelik bağışıklığı 1:10:45 Kılıçdaroğlu ‘İstifa etmeme rekoru' mu kırmak istiyor? 1:14:22 Haklı çıkmak Akşener'i rahatlattı mı? 1:20:25 İmamoğlu ne demek istedi? 1:28:17 Kılıçdaroğlu'nun koltuk sevdasının arkasında ne var? 1:40:52 Muhalefet yeniden şekillenir mi? 1:58:56 28 Mayıs'taki sonuç #seçimler #seçim2023 #kılıçdaroğlu Serhat İbrahimoğlu ile Net Bakış her pazartesi 20.45'te TVNET'te.
Nurullah Albayrak | Haklı olanın güçlü olduğunu ispatlayan dava | 24.01.2023 by Tr724
İnsanlar çoğu zaman, yapabilecekleri doğru şeyi yapmaktan çok, haklı olduklarını kanıtlamaya ya da bir şeyi yapmaya hakları olduğu için yapmaya daha çok önem verirler. Örneğin, herhangi bir yararı olmamasına ve yalnızca partnerini kışkırtmasına rağmen, birinin bir tartışma sırasında partnerinin yaptığı… Seslendiren: İbrahim Uzun
Özgür: Ayşe sen akşam ki belgeseli seyrettin mi? Ayşe: Evet seyrettim, belgesel gerçekten çok ilginçti. Özgür: Bence de, sen televizyon seyrediyor musun ? Ayşe: Hayır ben televizyon seyretmeyi çok sevmiyorum, haftada en fazla beş saat televizyon seyrediyorum. Özgür: Genellikle ne zaman televizyon seyrediyorsun ? Ayşe: Hafta sonları seyrediyorum. Özgür: Spor programlarını seviyor musun? Ayşe: Hayır ben spor programlarını sevmiyorum. Özgür: Ne tür programları seviyorsun? Ayşe: Daha çok belgesel, bunun dışında müzik ve güldürü programlarını seviyorum, ya sen? Özgür: Ben en çok spor programları, film ve belgeselleri seviyorum. Haber programları ve sohbet programlarını hiç sevmiyorum. Ayşe: Sen çok televizyon seyrediyor musun? Özgür: Evet maalesef ,televizyona haftada on beş saatten daha fazla vaktim gidiyor. Genellikle akşamları ve hafta sonları seyrediyorum. Ayşe: Bence daha az seyretmelisin. Özgür: Haklısın yavaş yavaş azaltacağım.
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Türkler'in mizah anlayışını konuşuyoruz. İnternette bizi çok eğlendiren trendleri, komik bulduğumuz konseptleri inceliyoruz. Yeni jenerasyonda Türk kültürüne yön veren komedyenlerden bahsediyoruz. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Show Notes Yetenek Sizsiniz Discord - https://www.youtube.com/watch?v=cgsQ5GoPVBA Reddit Place - https://www.youtube.com/watch?v=bC6VlHOdwT4 G.O.R.A. - https://www.imdb.com/title/tt0384116/ A.R.O.G - https://www.imdb.com/title/tt1286126/ Transcript Intro Müzik Haftanın Konusu Emin: [0:24] Herkese merhaba! Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hoş geldiniz. Ben Emin. Bugün Cihat'la beraberiz. Nasılsın Cihat? Cihat: [0:31] İyiyim Emin. Teşekkür ederim. Sen nasılsın? Emin: [0:34] Ben de iyiyim. Alt yazıları yazarken fark ettim ki girişlerimizin hepsi aynı oluyor. Cihat: [0:39] Ya zaten o "Ben Emin. Cihat'la beraberim." kısmında gülecektim bu sefer de... Gülemedim. Emin: [0:45] Sen de mi fark ettin hep aynı şeyi yapıyoruz diye? Cihat: [0:48] "Bir gün farklı bir isim mi söyleyeceksin acaba?" diye düşünüyorum yani. Benim olmadığım bir bölüm olacak mı? Orada belki bunun değeri ortaya çıkar. Emin: [0:56] Evet. Belki bu bölümden dinlemeye başlayan varsa ona kendimizi tanıtmak manasında yapıyorum ama... Cihat: [1:03] Haklı bir durum, evet. Bir şey diyemedim ama... Böyle şey gibi... Kağıttan okuyormuşuz gibi gerçekten. Emin: [1:08] Yok, yok. Tamamen doğaçlama yapıyorum ama birebir aynısı oluyor her bölümde. Cihat: [1:13] Güzel bir rutin diyebiliriz buna. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Bu hafta Kerem Kocaer ve Murat Lostar, kuantum bilgisayarlar için geliştirilen şifreleme algoritmasının kırılmasını ve Cisco'nun hack'lenmesini ele alıyor. NIST tarafından 2016 yılında kuantum bilgisayarlara dayanıklı algoritmalar geliştirilmesi amacıyla bir yarışma başlatıldı. Geçtiğimiz ay ise ABD Ticaret Bakanlığı'nın Ulusal Standartlar ve Teknoloji Enstitüsü (NIST) RSA, Diffie-Hellman gibi algoritmaların yerini alacak dört kuantum sonrası şifreleme algoritması seçti. Son 4'e kalan algoritmalardan biri olan SIKE (Supersingular Isogeny Key Encapsulation) KU Leuven araştırmacıları tarafından 1 saat içinde kırıldı. Yanluowang isimli fidye yazılımı grubu Cisco'nun sistemlerine sızarak 2.8 GB'lık veriyi ele geçirdi. Mayıs ayında yaşanan bu olay, geçtiğimiz hafta hacker'ların Cisco'dan ele geçirdikleri verilerin ekran görüntülerini yayımlamasının ardından ortaya çıktı. Cisco ise olayla ilgili açıklamayı ise bu hafta yaptı. Keyifli dinlemeler.
"Artık kaybedecek çok şeyimiz var" dedikten sonra; "Eskiden kaybedeceğimiz tek hazinemiz vaktimizdi. Ödediğimiz tek bedel zaten sahip olmadığımız özgürlük ve refah umudumuzu ertelemekti" diye sözlerini sürdüren Erdoğan, bu kez haklı!
Kandil Gibi Kullanılanlar, Kokonalar, Müşteri Haklıdır ve dahası...
Fidiro Kahvesi bu bölümünde İranlı yönetmen Asghar Farhadi'nin etkileyici filmi Kahraman'ı (A Hero) konuşuyor. 2021 yılında Amazon Prime'da yayınlanan ve borcu yüzünden hapse düşmüş Rahim'in özgürlüğüne kavuşma çabalarını ahlaki bir sarmalın içinde ele alan bu düşündürücü yapım, müdavimlerimizi paranın değişen yüzleri hakkında koyu bir sohbete sürüklüyor. Aynı para hem çeyiz hem borç, hem takva, yalan ve merhamet karşılığı olabilir mi? İşte bu soruların peşinde, ödev ahlakı ile kahramanlık, şöhret ile terk edilmişlik arasındaki gerilimleri ele aldığımız muhabbetimize sizler de buyrun ve dinledikten sonra yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!Support the show (https://www.patreon.com/fidirokahvesi)
Z Kuşağı Tartışıyor: Muhafazakarlar endişelenmekte haklı mı? #Medyascope #ZKuşağı #EndişeliMuhafazakarlar
Z Kuşağı Tartışıyor'da bu hafta Ali Deniz Çakır'ın moderatörlüğünde Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğrencileri Aybike Boyacıoğlu ve Bekir Kandemir ile Nihat Kantarcı Anadolu Lisesi mezunu Yasemin Aygün ve Acıbadem Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunu Mustafa Kurtaran, endişeli muhafazakârlar konusunda gençlerin düşüncelerini ve kendilerinin nerede konumlandıklarını konuştu.
Ruşen Çakır, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kabine toplantısının ardından kur krizine karşı açıkladığı10 yeni tedbiri ele aldı. #kurkrizi #ekonomi #ruşençakır
Ruşen Çakır bu yayında, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın dün (12 Aralık) Medyascope'a verdiği yazılı röportajda dile getirdiklerinden hareketle, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Kürtler'in büyük çoğunluğunun desteğini tamamen kaybedip kaybetmediği sorusuna yanıt aradı.
“Endişeli muhafazakârlar” son zamanlarda Türkiye'nin en çok konuşulan kesimlerinden biri haline geldi. İktidarın el değiştirme ihtimali muhafazakârların bazı korku ve endişelerini gündeme getirdi. Akademisyen ve siyasetbilimci Dr. Emrah Gülsunar ile muhafazakârların endişeleri hakkında konuştuk. Gülsunar, “Muhafazakârlar, eski devlet elitinin tekrar güçlenmesinden endişe ediyor” dedi.
Ruşen Çakır yorumluyor: Ulusalcılar haklı mı çıktı?
Boğaziçi öğrencilerinin tutuklanması ve AYM bireysel başvurusu nedeniyle Adalet Bakanlığı'nca gönderilen cevabi yazıda haram gerekçesinin kullanılarak tutukluluk haline hukuka uygunluk görüşü verilmesi üzerine yapılan basın açıklamasına göre asıl “Bakanlık halkı kin ve düşmanlığa sevk ediyor.” Haklılar, hem de laik hukuka aykırı değerlendirmesinde de sonuna kadır haklılar ve umarım AYM hak ihlali kararı verir. Peki, şeriata uygun mu? Hayır. Şeriata uygun olsa fıkıh hükümlerinde eşcinsellik cezası tayin edilmiş olurdu. Zinanın cezası belirlenmiş ama eşcinsellik cezası belirlenmemiş. Peki tüm tarih boyunca eşcinsellik için uygulanmış ceza var mı? Buna da fıkıhçılar örnek versin vaka sayısı ve cezasını ne zaman nerede uygulandığını ortaya koysunlar, kaç vaka varmış biz de görelim.