POPULARITY
Categories
Allâh (c.c.) dünyayı yarattıktan sonra yeryüzünde insana hizmet etmesi için ona hayatın sürekliliğini bahşetmiş; insanın hayatın anlamını kavramasını sağlamıştır. Dünya hayatı, dünyaya gelmeden önce melekut (zerreler) aleminde olan insanın Allâh (c.c.)'a karşı sevgisinin imtihanıdır. Allâh (c.c.)'un yeryüzünde yarattığı her şey ona boyun eğmektedir, isyân edemezler ve daima Allâh (c.c.)'u tesbih etmekle meşguldürler. Allâh (c.c.) yarattıktan sonra sadece insanlara ve cinlere irade hürriyeti vermiştir. Bu konuda Cenâb-ı Hâkk şöyle buyurmaktadır: “Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, sorumluluğundan korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o; çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab s. 72) Demek ki dünya hayatı bütün bu nimetleri kendisine bahşeden Râbbine karşı insanın sevgisinin imtihanından başka bir şey değildir.Allâh (c.c.) yeryüzünde her şeyi insana musahhar kıldıktan sonra onun yeryüzünde rahat bir şekilde yaşayabilmesi için bir program hazırlamış, emirler ve yasaklar koymuştur. Allâh (c.c.) şunu yapın bunu yapmayın şeklinde helaller ve haramlar şeklinde sınırlamalar getirmiştir. Bunu insanoğlunun bedbahtlardan olmaması için yapmıştır. Dünya hayatı sona erdikten sonraki aşamada, insanın kıyamet günü tekrar diriltileceği güne kadar bulunacağı yer olan berzâh alemi gelmektedir. Berzâh aleminin kendine özgü kanunları vardır ki biz bunun hakkında fazla bir bilgi sahibi değiliz. Ancak şunu biliyoruz ki insan berzâh alemindeyken gayb alemini müşâhede edecektir. İnsanın beşeri özelliği kaybolup seçme hürriyeti yok olunca boyun eğecek, gözündeki perdeler kalkacak ve gayb alemini görmeye başlayacaktır. Allâh (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “And olsun ki sen bundan önce gaflette idin. Biz senin perdeni kaldırdık, bugün artık gözün keskindir, denir.” (Kaf s. 22)(Muhammed Mütevelli Şaravî, Kuran'da Kıyâmet Sahneleri, s.11-12)
“Utanç” evet. Bunu başka türlü tanımlayabilmenin imkânı yok. İki yıla yakın bir süredir Siyonist terör örgütü İsrail'in soykırımını “sadece seyrederek” devam ediyoruz hayatımıza ve evet, bunun tam adı utanç. Ama alışığız biz utançla yaşamaya. Yine de bütün analizlerin, bütün amaların, bütün fakatların kıyısında durup tekrar tekrar hatırlatmalıyız bu utancı kendimize. Çünkü 2025 yılının dünyasında, tüm dünya oturmuş soykırımı seyrediyoruz.
İşsizlik şu anda Türkiye'nin en büyük sorunu olarak öne çıkıyor. Bunu anlamak için herhangi bir istatistik veri yayınlanmasına gerek yok. Sağınıza solunuza bakmanız yeterli. Her yerde işçi çıkarmalar var. İşten çıkarılanlar çok zor iş buluyor. Çalışanlar her an işten çıkarılma tehdidi altında mesai yapıyor. Ancak işsizlikle ilgili olarak TÜİK sadece resmi ya da dar tanımlı olarak ifade ettiğimiz işsizlik oranını açıklamıyor. Aynı zamanda toplumdaki işsizlik olgusuna dair çok daha gerçekçi bir veri sunan geniş tanımlı işsizlik (Atıl işgücü) oranlarını da düzenli olarak açıklıyor.Örneğin en son 30 Mayıs'ta yayınlanan TÜİK bülteninde dar tanımlı (resmi) işsizlik oranı yüzde 8,6 gibi görece düşük bir seviyede iken aynı bültende geniş tanımlı işsizliğin yüzde 32,2 gibi rekor bir boyuta ulaşmış olduğu görülüyor. Bu öyle bir rakam ki pandemi döneminde dahi geniş tanımlı işsizlik en fazla yüzde 29'u görmüştü. Demek ki TÜİK işsizliğin boyutunu gizlemiyor. Ama karşımızda duran gerçekliği anlamak için bu rakamları yorumlamak gerekiyor. Resmi işsizlik oranındaki işsiz: “Son dört hafta içerisinde aktif olarak iş arayan, iş bulduğu takdirde 2 hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olup işsiz olanlar”dır. İşsizlerle istihdamda olanların toplamı da işgücünü oluşturur. Bu tanım dardır çünkü potansiyel işgücünü (iş bulma ümidi olmayanlar, işbaşı yapabilecek olup iş aramayanlar, iş arayıp iki hafta içinde işbaşı yapamayacak olanlar); ev kadınlarını, öğrencileri, emeklileri, yaşlıları, hastalık, engelli olmak ve diğer sebeplerle çalışmayıp iş de aramayanları kapsamaz. Dar tanımlı işsizlik önemlidir. Çünkü işsizlerin işgücü piyasasının içinde en aktif olan yedek sanayi ordusunun merkezindeki grubu bize verir. Ancak bizim günlük hayatta işsiz olarak bahsettiğimiz yedek sanayi ordusu bu kesimle sınırlı değil. Geniş tanımlı işsizlik, potansiyel işgücünü ve zamana bağlı eksik istihdamı (geçici, düzensiz, yarı-zamanlı işlerde çalışıp ek ya da yeni iş arayanlar) da işsizlik tanımının içine katar. Bunlar yedek sanayi ordusunun ikinci çeperidir. Bir sonraki çeperde herhangi bir şekilde gelir getirici bir işte çalışma gündemi olmayan ev kadınları, emekliler, öğrenciler, yaşlılar, engelliler vb. vardır. İşsizler içinden ümidini yitirenler dört hafta boyunca aktif şekilde iş aramadı mı işgücünden çıkar potansiyel işgücüne geçer. Yani merkezden ikinci çepere geçer. Aynı şekilde geçim sıkıntısı dolayısıyla iş aramaya başlayan ev kadını, emekli, öğrenci, engelli vb. artık potansiyel işgücünde sayılmaya başlar. Dolayısıyla resmi işsizlik azalırken geniş tanımlı işsizlik arttığında ve makas açıldığında ilk akla gelen iş bulma ümidinin azalmasıyla birlikte işgücünden çıkanların olmuş olmasıdır. Gerçekten de TÜİK rakamlarından son bir yıl içinde yaklaşık 1 milyon kişinin iş bulma umudunu yitirerek ikinci çepere geçtiğini ve artık resmen işsiz sayılmadığını görüyoruz. Aynı şekilde en dış çeperden potansiyel işgücüne katılımlar olduğunu da görmekteyiz. Yani geçim sıkıntısı dolayısıyla daha önce iş aramayan ev kadınları, emekliler, öğrenciler, engelliler vb. artık “bir iş olsa çalışırım” demeye başlıyorlar. Böylece TÜİK'in rakamlarından sadece işsizliğin ulaştığı devasa boyutları değil aynı zamanda hayat pahalılığının işgücü piyasasına nasıl yansıdığını da görüyoruz. Bu şekilde analiz ettiğimizde resmi işsizlik oranının yüzde 8,6 olmasına bakarak, işsizliğin düşük olmadığı tam tersine kronikleştiği sonucuna varıyoruz. Bu, İngiliz Mehmet'in Orta Vadeli Programı'nın işçi sınıfına çıkardığı faturadır. İşsizliğin işçi sınıfının en yakıcı gündemi haline geldiği bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu gündemi ülkenin ve siyasetin de merkezine yerleştirmek zorundayız. Pandemi döneminde işten çıkarma yasağı gelmişti. Göstermelikti, uygulanmadı ama olsun demek ki işçi çıkarma yasaklanabiliyormuş! Bunu hatırlamanın ve hatırlatmanın zamanıdır. İşsizlik pandemiyi de geçti, iş işten geçmeden işten çıkarmaların yasaklanması için mücadele yükseltilmeli!
Kitap 1 (ing)Kitap 2 (tr)Kitap 3 (tr)Sokratik Sorular PDFChatGPT soruları:Bu durumun tam tersi ne olurdu? – Bir durumu ya da argümanı tersine çevirmek, farklı perspektifler kazanmanızı sağlar.Bu görüş, ne tür bir çıkar sağlıyor? – Hangi değerler veya çıkarlar bu düşünceyi savunmayı tetikliyor olabilir?Buna tamamen katılmasam da, savunulan görüşün güçlü yönleri nedir? – Karşıt görüşleri anlamak ve takdir etmek, daha yapıcı bir tartışma ortamı yaratır.Bu konuya dair göz ardı ettiğimiz temel bir faktör var mı? – Tartışmanın gölgede kalan, belki de önemsenmeyen unsurlarına dikkat çekmek faydalıdır.Bu durumu daha geniş bir bağlama yerleştirsek, ne gibi çıkarımlar yapabiliriz? – Küresel, tarihsel veya daha geniş bir toplumsal bağlamda bir durumu ele almak, derinlemesine analiz yapılmasına olanak tanır.Bu durumda, en büyük risk nedir? – Kararların ve düşüncelerin olası olumsuz sonuçları üzerine düşünmek, daha dikkatli ve sorumlu bir yaklaşım gerektirir.Eğer bu düşünceyi sadece mantıklı bir şekilde savunmamız gerekseydi, nasıl savunurduk? – Duygusal veya ideolojik etmenlerden bağımsız bir mantıklı savunma yapmayı düşündürür.Bu görüş, insan doğasıyla ne kadar uyumlu? – İnsan psikolojisini ve doğasını göz önünde bulundurmak, felsefi derinlik kazandırabilir.Birinin bu görüşe katılmasının ardında ne tür bir yaşam deneyimi olabilir? – İnsanların düşünce biçimlerinin kişisel geçmişlerinden nasıl etkilendiğini anlamak, empati kurmayı sağlar.Gerçekten de bu çözüm, uzun vadede gerçekten etkili olabilir mi? – Kısa vadeli çözümlerin yanıltıcı olabileceğini göz önünde bulundurmak, daha derin bir perspektif sunar.Bu önerilen çözüm, en çok kimlere yarar sağlar? Kimler zarar görebilir? – Farklı sosyal grupların çıkarlarını incelemek, daha adil ve dengeli çözümler üretmeye yardımcı olabilir.Bu görüş, hangi varsayımlar üzerine inşa ediliyor? – Temel inançlar veya kabuller üzerine düşünmek, daha sağlam ve tutarlı argümanlar üretmeye yönlendirir.Bu fikir sadece teorik mi, yoksa pratikte de uygulanabilir mi? – Gerçek dünya uygulamaları, soyut düşüncelerle yüzleşmeye olanak tanır.Bu durumu kabul edersek, bundan sonra ne yapmalıyız? – Somut adımlar ve pratik sonuçlar üzerine düşünmek, tartışmayı daha verimli hale getirebilir.Eğer bu görüşün geçerliliği sınanırsa, hangi kriterlerle ölçmeliyiz? – Ölçülebilir kriterler ve somut veriler, tartışmaların daha objektif hale gelmesini sağlar.Bunun karşısındaki düşüncenin savunucusu olsaydım, nasıl bir argüman kurardım? – Empati kurarak karşı görüşü anlamak, daha adil bir tartışma ortamı oluşturur.Bu argüman ne kadar genellenebilir? Her durumda geçerli mi? – Her durum için geçerli olup olmadığına dair bir sorgulama, sağlıklı bir tartışmanın temelini atar.Bunu savunmak, belli bir ideolojiye ya da dünya görüşüne hizmet ediyor olabilir mi? – İdeolojik etkilerin farkında olmak, daha bilinçli bir şekilde tartışmayı yönlendirebilir.Bu düşünceyi ne kadar 'kesin' kabul etmemiz gerekir? – Mutlak doğrular yerine, olasılıkları ve belirsizlikleri tartışmak daha esnek bir yaklaşım yaratır.Bu durum, bizim için hangi ahlaki sorumlulukları doğuruyor? – Ahlaki sorumlulukları tartışmak, kişisel değerlerin tartışmaya dahil edilmesini sağlar.
Boykotlara ne oldu? Neden söndü? Bu bölümde Local Makers'ın ve The Norht Fox'un kurucusu Yağmur Çoban ile bilinçli tüketimi, yerel markaları desteklemenin önemini konuştuk. Yağmur özellikle bilinçli tüketici olmanın boykot yapmaktan daha önemli olduğunun altını çiziyor. Çünkü zaman geçince boykotları unutsak da bilinçli tüketiciye dönüştüğümüzde kararlarımız daha önemli bir hal alıyor. Peki nasıl yapabiliriz? Gelin bu bölümde bunu birlikte keşfedelim.Bölüm akışı:(00:00) Konuya giriş ve neden bölümü şimdi yayınlıyorum?(03:20) Neden bir marka olarak toplumsal olaylara sessiz kalmadınız?(06:15) Yerel markaların desteklenmesi neden önemli?(09:30) Bilinçli tüketim ve boykot(13:30) Değişime en yakınından başlamak(17:30) güven krizi yaşıyoruz bu dönemde dayanışmayı nasıl devam ettirebiliriz?(21:10) Sessiz Manifesto(24:10) Tüketicinin çok fazla şeye bakması, dikkat etmesi gerekiyor bu çok yorucu geliyor. Bunu nasıl değiştirebiliriz?(30:00) Bireysel olarak yapacağın küçük şeyler(34:45) Bu bölümü dinleyenler ne yapabilirler?(38:30) Bireylerin kararları sistemi dönüştürebilir(40:20) Bu bölümü dinleyenler neyle bölümden ayrılsınlar
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Teedo Genel Müdürü Selçuk Aytekin ve Teedo CMO'su Cansu Karagül konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Aksuvital Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Aksu konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına TÜSAYDER Eş Başkanı Dr. Sevgi Yılmaz ve TÜSAYDER Eş Başkanı Dr. Mehmet Sarıdoğan konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Teedo Genel Müdürü Selçuk Aytekin ve Teedo CMO'su Cansu Karagül konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Aksuvital Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Aksu konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına TÜSAYDER Eş Başkanı Dr. Sevgi Yılmaz ve TÜSAYDER Eş Başkanı Dr. Mehmet Sarıdoğan konuk oldu.
Hegemonya çift boyutlu bir kavramdır. Bunu, kuvvet dayatması ile rızanın birliği olarak değerlendirebiliriz. Her hegemonik oluşum, ister istemez bir boyutuyla askerî bir kuvvet; diğer boyutuyla da bu kuvvetin varlığına dayalı kültürel bir kudret icap ettirir. Hiç şüphesiz, her ikisini de besleyen esas unsurun ekonomik üstünlük ve kaynak zenginliği olduğunu ıskalamamak gerekir.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına İstanbul Tüccarlar Kulübü Başkanı İlker Önel konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Fibasigorta Genel Müdür Yardımcısı Buket Erşan konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Fibasigorta Genel Müdür Yardımcısı Buket Erşan konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına İstanbul Tüccarlar Kulübü Başkanı İlker Önel konuk oldu.
Kafile, hacca gideceği zaman veya hac ayları girmiş olup gitme imkânı bulan ve haccın vacip olmasının ve edasının şartlarını bulunduran kişiye hacca gitmesi vacip olur. Kendisi bizzat gitme imkânı bulan kişinin, kendi adına başkasını hacca göndermesi caiz değildir. Bu yüzden derhal hazırlanıp kafile ile birlikte hacca gitmeye çalışmalıdır. Hacca gidemeyecek veya gitmeyecek olup ölümle pençeleşecek durumda kalırsa veya ölene kadar gidemeyeceğini anlarsa, adına birini derhal göndermelidir. Bunu da yapamıyorsa adına hac yaptırılması için varislerine vasiyet etmesi vaciptir.Hac kendisine vacip olduğu yıl, yola çıkıp haccını tamamlayamadan yolda veya hac esnasında ölen kişinin, kendi adına hac yapılmasını vasiyet etmesi vacip değildir. Zira bu kişi kendisine hac vacip olduktan sonra haccı tehir etmemiştir. Belki elinden geleni yapmış ama haccını tamamlamaya ömrü vefa etmemiştir. Kişi zengin ve muktedir olduğu yıllarda hac yapmayıp daha sonraki yıllarda hac yapma imkânı bulamayacak kadar fakir düşecek olursa hac, o kişinin yerine getirmesi farz olan bir borç olarak zimmetine yerleşir. Fakir düşmesi sebebiyle bu borç üzerinden düşmez. Zamanında muktedir iken sonradan sağlığını kaybeden kişinin durumu da böyledir. Böyle bir kimsenin sorumluluğunda hac borç olarak üzerine yerleşmiş olur. Bu yüzden kendi adına başkasını hacca göndermeli buna da gücü yetmezse varislerine adına hac yaptırmalarını vasiyet etmelidir.(Sualli Cevaplı İslam Fıkhı, c.4, s.29-30)
Trump'ın Ankara Büyükelçiliği'ne atadığı Tom Barrack'ın bir mesajı çoğu kimsenin dikkatini çekmiştir. Barrack, Avrupa ve ABD ile Şark dünyası, yani bizim Osmanlı coğrafyasının yüz yılı hakkında bir değerlendirme yapmış. Onun değerlendirmesinin giriş bölümü şu şekilde: “Batı, bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot Suriye'yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız.”
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Ekoteknoloji ve Biyoinovasyon Enstitüsü Derneği Genel Sekreteri Altuğ Revnak Eti konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Turizm Yatırımcısı ve DEİK Türkiye Togo İş Konseyi Başkanı Av. Abide Gülel Saral konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Afet ve Acil Durum Teknoloji Girişimcisi, Teknoloji Uzmanı, ZATU Kurucusu Erdal Akkaya konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Ekoteknoloji ve Biyoinovasyon Enstitüsü Derneği Genel Sekreteri Altuğ Revnak Eti konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Haver Farma CEO'su Dr. Can Hisarlı konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Afet ve Acil Durum Teknoloji Girişimcisi, Teknoloji Uzmanı, ZATU Kurucusu Erdal Akkaya konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Turizm Yatırımcısı ve DEİK Türkiye Togo İş Konseyi Başkanı Av. Abide Gülel Saral konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Haver Farma CEO'su Dr. Can Hisarlı konuk oldu.
Dr. Barış Adıbelli'ye göre Trump'ın Altın Kubbe projesini ilan etmesi, ABD'nin savunma hattına çekildiğini gösteriyor. Donald Trump'ın asıl niyetinin füze kalkanı projesini Avrupa, Ortadoğu ve Pasifik ülkelerine pazarlamak olduğunu kaydeden Adıbelli, dünyada bir "füze kalkanı savaşları" döneminin başlayabileceğini söyledi.
“Yahudilik ve Masonluk” adlı kitap daha yayımlandığı günlerde şüphe uyandırmıştı. Bunu daha önce birkaç defa bu köşede ifade ettim. Kitap, birçok defa basıldı ve binlerce kişiye ulaştı. Harun Yahya müstear ismiyle yayımlanan kitapta irkiltici resimler insanda dehşet uyandırıyor ve afakî düşmanlara tanrısal bir güç izafe ediliyordu. Kitabı okuyanlar ne bu düşmanların ideolojisi hakkında fikir sahibi oluyor ne de kim olduklarına dair sorulara cevap bulabiliyordu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi Yazarı Rüştü Bozkurt konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına TurkNet Hukuk, Uyum ve Regülasyondan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Merve Öney Barlas konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi Yazarı Rüştü Bozkurt konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına FINSURANS Sigorta Brokerliği Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Alp Yıldırım konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına TurkNet Hukuk, Uyum ve Regülasyondan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Merve Öney Barlas konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Divissa Genel Müdürü Buğra Hadımoğlu konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına FINSURANS Sigorta Brokerliği Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Alp Yıldırım konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Divissa Genel Müdürü Buğra Hadımoğlu konuk oldu.
Allâhü Teâlâ şöyle buyurmaktadır:“Emir budur, Allâh'ın yasaklarına kimsaygı gösterirse, bu, kendisi için Râbbinin katında şüphesiz hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlarhelal kılınmıştır. O halde o pis putlardankaçının ve yalan sözden sakının.” (Hac s.30)“Beşinci defa da eğer yalan söyleyenlerden ise, Allâh'ın lanetinin kendiüzerine olmasını dilemesidir.” (Nûr s. 7)Allâh Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak doğru konuşmak kişiyiiyiliğe götürür ve iyilik de kişiyi cennetegötürür. Yalan ise günahtır ve günahlarkişiyi cehenneme götürür.” (Buhârî)1. Bir sözü söylemeden önce kendine şusoruyu sor: “Benim bu konuşmam her şeyiişiten ve gören Râbbimi hoşnut eder mi?”Bunu yapabilirsen Allâh'ın izniyle hiçbir yalan ağzından çıkmayacaktır.2. Yalan söylemeye alışmış olsan bileseni bu durumdan kurtaracak bir yol vardır.O da nerede bir yalan söylersen peşindenherkesin huzurunda bunun yalan olduğunuitiraf etmendir. Yukarıdaki tedbirlerle yavaşyavaş yalandan kurtulabilirsin. Biraz zamanalsa da faydasını mutlaka göreceksin.3. Uzun zaman yukarıdaki tedbirleri uyguladığın halde bir fayda elde edemediysen yalan söyleme durumunda kendine birceza uygula. Bu ceza çok ağır da olmasınçok hafif de. Mesela bir öğün yemek yememek veya sadaka olarak bir miktar paravermek gibi cezalar uygundur.(Eşref Ali et-Tehanevi, Tehzîbu'l-Ahlâk, s.64-67)
Depremin ardından uzmanlar (jeofizik mühendisleri, deprem bilimciler, jeologlar vb.) İstanbul depremiyle ilgili farklı tezler üzerinden kamuoyu önünde tartışmaya başladılar. Bu tartışmalara da deprem uzmanlarına da aşinayız. Halkın bu tartışmalarda adeta takım tutar gibi hoca tutmaya başlamasına da alıştık artık. Celal Şengör, Şener Üşümezsoy, Naci Görür en popüler figürler olarak öne çıkıyor. Bir aşamada bu profesörlerin depremle ilgili yorumlarına göre Şener hocacılar evlere giriyor, Naci hocacılar dışarda kalıyor, Celalciler şehri terk ediyor diye sosyal medyada espriler dahi yapıldı. Televizyonda, sosyal medyada, fayların çizgilerle çizildiği haritalar önünde yapılan yorumları izleyen herkesin aklında aynı soru vardı: Bu nasıl bilim? Aynı haritaya aynı faya bakıp nasıl tam karşıt yorumlar yapabiliyorsunuz? Siyaset değil ki bu! Felsefe değil ki bu! Ekonomi değil ki bu!Depremin bilimsel analizi ve geleceğe dair öngörülerde farklılıklar olması, bu alanın kendine özgü belirsizlikleri ve yerin kilometrelerce içinde cereyan eden fiziksel süreçlere dair veri toplamanın zorlukları dolayısıyla bizim gibi konunun cahilleri için dahi anlaşılabilecek bir şey. Ama zaten sorun da burada değil. Depremde taraf olmak depreme dair kötümser ya da iyimser öngörülerde bulunmakla olmuyor. Açıkça İstanbul depremine dair kötümser öngörülerin inşaat patronlarının, arazi ve konut spekülatörlerinin ekmeğine yağ sürdüğü bir gerçek. O ekmeğin üstüne Celal Şengör gibi bal süren tiplerin gayrimenkul sektöründeki şirketlerle ortaklıkları ortaya çıkınca insanın iyice midesi bulanıyor haliyle. Öte yandan İstanbul Üniversiteli olduğu için tabii ki ayrıca bir yakınlık duyduğumuz Şener Üşümezsoy'un çizdiği iyimser senaryolar da emekçi halkı kurtarmıyor. 6,2'lik depremde yıkılan ev olmadı. Ama emekçi halkın haneleri yine de tarumar oldu. Evde kırılan dökülen eşyalar dışında da büyük bir ekonomik yıkım var yoksulun evinde. Deprem olduğunda sadece depreme dayanıklı diye emlak spekülatörlerinin reklamını yaptığı semtlerde ve sitelerde mi kiralar artıyor zannediyorsunuz? Evine güvenemeyen, dahası deprem ardından bu güvensizliği daha da artan emekçi ve yoksul ailelerin, güvenli konutlara taşınmaya ekonomik gücü yetmiyor. Ama durdukları yerde de mal sahiplerinin fırsatçılığından kurtulamıyorlar. Yıllardır aynı evde oturan aileler için yeni bir yere taşınmak sadece kiranın katlanması anlamına gelmiyor. Emlakçı parası, depozito, taşınma masrafları derken yerinden kıpırdamak en az 100 binlik olmak demek İstanbul'da. Bunu bilen mal sahipleri zeminden çatıya kadar çürük binalarda bile, kiraya basıyorlar zammı! Depremin büyüklüğü ile şiddetinin farklı olduğunu öğrendik. Depremin merkez üssüne uzaklığına, zeminin yapısına, binanın konumuna göre aynı büyüklükteki depremin yarattığı etki yani şiddeti değişiyor. Böyle düşününce depremin şiddetinin sınıfsal olarak da farklılaştığını söyleyebiliriz. Örneğin depremden sonra yazlığa göç etme imkanına sahip olan ya da depremden bir süre sonra parkta sabahlamak yerine güvenli evine dönebilenin yaşadığı psikolojik sıkıntı ile bu imkanlara sahip olmayan emekçi ailesindeki çocukların ve ebeveynlerin yaşadığı psikolojik yıkım bir olabilir mi?İşte bu yüzden mesele, depreme dair jeofizik bilimi alanına giren öngörülerdeki farklılıklarda değil. İşte bu yüzden mesele, depremin sosyal ve sınıfsal boyutuyla ilgili taraf olup olmamakta. İşte bu noktada biz Celalci de, Nacici de, Şenerci de değiliz; biz Savaş Karabulutçuyuz dedik. Çünkü depremciler içinde bilimsel çalışmalarını ve tezlerini ortaya koyarken, açıkça sınıfsal bir konum ve siyasal bir tutum alan hoca Savaş Karabulut'tur. Savaş hocanın olası İstanbul depremine dair öngörülerinin Celal Şengör'den çok farkı yok gibi görünebilir. Ama bence aralarında okyanuslar var. Celal Şengör “hepiniz öleceksiniz” diyor. Savaş Karabulut “hepimiz öleceğiz” diyor. Celal Şengör Anadolu Hisarı'nda çelik konstrüksiyonla inşa edilmiş villada oturuyor, Savaş Karabulut Avcılar'da oturuyor.
ABD emperyalizmi, Trump'ın dümene geçmesinin ardından Batı Asya'da (Ortadoğu) vites arttırmış durumda. Trump bir yandan Filistinli direniş örgütleri üzerindeki baskıyı arttırırken, diğer yandan Yemen'in halen İsrail'e saldırmakta olan tek Direniş Ekseni unsuru olan Ensarullah'ın egemenliği altındaki bölgesinde askerî ve sivil pek çok hedefe saldırıyor. Lübnan'da Hizbullah'a yönelik Siyonist saldırıların da Suriye'de İsrail'in giderek derinleşen ve etkisini arttıran operasyonlarının da ABD'nin isteği dışında meydana gelmediği anlaşılıyor. İran'a yönelik ABD tehdidi ise sürüyor. ABD ve İran arasında önce Umman'da, sonra da İtalya'da devam eden görüşmelerin olumlu bir havada sürdüğü belirtiliyor. Ama bir yandan da ABD emperyalizminin bombardıman uçakları Hint Okyanusu'ndaki Diego Garcia üssüne konuşlanmış durumda. Trump ve Netanyahu ikilisinin Gazze'ye dair planları açık. Netanyahu, Gazze'de başlattığı soykırımı bir etnik arındırma ile taçlandırıp Gazze'yi İsrail toprağı yapmak istiyor. Üzerinde tek bir Filistinli kalmayana dek durmayacak. Trump'ın Gazze planı ise, Netanyahu'nun Siyonist planlarının Trump'a yakışır bir soytarılıkta tekrarından ibaret. 51.000 kişinin katledildiği, taş üstünde taş bırakmaksızın bombalanmış, insanlığın yeni utancı Gazze'de, üstelik soykırım sürerken, bir tatil merkezi yapacağını iddia ediyor!Netanyahu ve Trump'ın küstahlıklarına, haksız birer gaddar oluşlarına öfkeleniyoruz. Yumruklarımızı sıkıyoruz. En ağır bedduaları ediyoruz. Bakın, şimdi Erdoğan'ın dümeninde olduğu istibdad rejimi, birkaç isme “hicret” adı altında bu emperyalist ve Siyonist projeye “İslamî” bir destek vermeye kalksak halkımız ne der?” yoklaması yaptırıyor. Biri “İlmiye Vakfı” kurucusu, diğeri Yeni Şafak yazarı iki şahıs, Gazze'nin derdine dertlenir görüntüsü ile süsledikleri yazılarında geçtiğimiz ay, Gazzelileri Gazze'den çıkarmak gerektiğini, bunun bir “hicret” olacağını, bunun taarruz için geri çekilmek anlamına geldiğini söylüyorlar. Böyle bir utanmazlık tarihte ender görülür cinsten. Gazze'ye aylardır tek koli yardım giremiyor. Bunu yaparak Gazzelileri dizlerinin üzerine çöktürmek, sonra da kapıları açıp, “isteyen gidebilir” demek istiyorlar. Kapının kolunu tutan da anlaşılan bizim istibdad rejimi olacak. Filistin halkının yarısı Gazze'de yaşıyor, böyle bir şeyin bırakın geri dönüş hakkını, iki devletli çözümü dahi tamamen olanaksız kılacağını bilmiyor olamazlar! O halde?Öncelikle şunu ifade edelim. Gazze'yi terk etmek isteyen Filistinlilerin geri dönüş hakkı da gittikleri yerlerdeki yaşamları da bizim için önemlidir. Ama bugün, emperyalizm ve Siyonizm etnik arındırma konusunda gemi azıya almışken, Filistin halkı ise mücadeleye devam ediyorken bu Siyonist planla aynı kapıya çıkacak şeyleri söylemek, ihanettir!Peki nerden çıktı bu hicret lafı? Neden şimdi? Bir hafta öncesine kadar Türkiye ile İsrail'in Suriye üzerindeki rekabetleri dolayısıyla karşı karşıya geldikleri, hatta İsrail'in TSK'nin yerleşeceği üsleri bombaladığı konuşulurken, istibdad rejimi neden bu tür hamlelerle denemeler yapıyor?Cevabı, Trump'ın Netanyahu'yu ağırladığı gün söyledikleri ve Türkiye ile İsrail'in Azerbaycan'da yürüttüğü görüşmelerde aramak gerekiyor. Trump, Netanyahu'nun yanında Erdoğan'ı övüp, “Türkiye ile bir sorununuz varsa, sanırım bunu çözebilirim” derken, ABD emperyalizminin İsrail ile Türkiye'yi belirli bir çizgide uzlaştırmak amacında olduğunu açıkça ifade etti. Azerbaycan'da yürüyen görüşmeler de bu anlamda düşünülmeli. Direniş Ekseni'nin boşalttığı alanları Türkiye ile İsrail arasında paylaştırmak, bir aşamada Filistinlilere ait doğalgazın çalınmasında yarım kalan ortaklık projesine geri dönmek, Batı Asya'yı emperyalistler için dikensiz gül bahçesine çevirmek. Önce “One minute” deyip, sonra Mavi Marmara davasını satmışlardı. El Aksa Tûfânı'ndan bir hafta önce Siyonistlerle görüşüyor, Herzog'u ağırlıyor, Netanyahu'yu ağırlamaya hazırlanıyorlardı. Gazze'de taş üstünde taş kalmamışken yapmazlar mı diyorsunuz?
Tamamen yıkılmış bir ilişkiyi, arkadaşlığı, evliliği nasıl düzeltmeyi teklif edersin? O kadar yıkılmış ki ikisi arasında mağaramsı bir boşluk var? O kadar büyük bir fark var ki, ikisi yeminli düşmanlar, birbirlerini yok etmeye mahkûmlar, bazen hayal edilebilecek en kötü şekillerde. Fark o kadar büyük ki, ikisinden sadece biri güçlü, diğeri çaresiz ama yine de düşman. Bunu nasıl düzeltebilirsin? Konuşabilir misin? Güçlü olana rüşvet verebilir misin? Ya güçlü olanın öfkesini tamamen gömebilirsen?
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına AGS Global Araştırma Şirketi Kurucusu Ahmet Güler konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Ekoteknoloji ve Biyoinovasyon Enstitüsü Derneği Genel Sekreteri Altuğ Revnak Eti konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Renworld Kurucusu ve CEO'su Gökhan Durukan konuk oldu.
“Ey ademoğulları; her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için ama israf etmeyin. Çünkü O; israf edenleri sevmez.” (A'raf 31)“De ki: Allah´ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” A'raf 32"Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir." (İsra 27)İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: Cahiliyye Arap kabileleri, Kabe'yi çırılçıplak olarak tavaf ederlerdi. Bunu, erkekleri gündüz, kadınları da geceleyin yaparlardı. Minâ'da mescide, ibadet ettikleri yere geldiklerinde, elbiselerini tamamen çıkararak, o yere çırılçıplak girer ve "Biz, içinde (giyinik iken) günah işlediğimiz elbiselerle tavaf (ibadet) etmeyiz" derlerdi. Bazıları da şöyle derlerdi: "Biz bunu, uğur sayarak yapıyoruz. Elbiselerimizi soyup attığımız gibi, günahlarımızdan da soyunup kurtulmuş oluyoruz." Onlar elbiseleri ile ibadet ediyor, yaşayacak kadar yiyor, et ve iç yağı yemiyorlardı. Bundan dolayı, müslümanlar, "Ya Resûlallah, bizim böyle yapmamız daha münasiptir" deyince, Cenâb-ı Hak bu ayeti indirdi. Bu, "Elbiselerinizi giyiniz, et ve iç yağı yiyiniz, (içilecek şeyleri) içiniz, ama israf etmeyiniz" demektir.Ayetteki "Zînetinizi alın"sözü, bir emirdir. Emrin zahiri vücûb (farziyyet) ifade eder. Dolayısiyle bu, her namaz kılındığında setr-i avretin vacib olduğunu gösterir.Bu, Ebu Bekr el-Esam'ın görüşüdür. Buna göre ayette bahsedilen israftan murad, cahiliyye Araplarının "bahire" ve "sâibe" gibi hayvanları haram saymalarıdır. Çünkü onlar o hayvanları, mülkiyetlerinden çıkarıyor ve onlardan istifade etmiyorlardı. Yine onlar hacc yaparlarken, Allah'ın kendilerine helal kıldığı bazı şeyleri haram sayıyorlardı. İşte bu da israftır.Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Çünkü O, israf edenleri sevmez" buyurmuştur. Bu cümle, tehdidin doruk noktasını ifade eder. Zira, Allah'ın sevmediği herkes, sevabtan mahrum olarak kalır. Çünkü, Allah'ın kulunu sevmesi, ona mükâfatını ve sevabını ulaştırarak vermesi demektir. O halde, bu sevginin olmaması, sevabın ve mükâfatın olmaması demektir. Her ne zaman sevab bulunmazsa, orada ceza söz konusu demektir.Bu, bütün zînet çeşitlerini içine alan bir kelimedir. Böylece, ayette bahsedilen zînetin hükmüne, her türlü süsleme çeşitleri, bedeni her türlü şeyden temizleme, binecek şeyler ve her türlü takı çeşitleri dahil olur. Çünkü, bütün bunların hepsi bir zînettir. Eğer erkeklere, altın ve ipeğin haram olduğu hususunda bir nass (hadis) bulunmasaydı, bunlar da bu umûmî ifadenin hükmüne dahil olurlardı.Yine, ayette bahsedilen "temiz ve hoş rızıklar..." ifadesinin kapsamına, her türlü yiyecek ve içeceklerden leziz ve iştah çekici olanları girdiği gibi, aynı şekilde bunun hükmüne kadınlar ve güzel kokulardan faydalanmak da dahildir. Osman İbn Maz'ûn'dan rivayet edildiğine göre o, Hz. Peygamber (s.a.s)'e gelerek, "Nefsimin bana telkini, kendimi hadım etmeme karar verme hususunda bana üstün geldi..." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Yavaş ol, ey Osman! Benim ümmetimin hadımlığı, oruçtur" buyurdu. Bunun üzerine Osman, "Nefsim bana, ruhban olmamı telkin ediyor" dedi. Buna karşılık Hz. Peygamber, "Benim ümmetimin ruhbanlığı, namaz vaktini beklemek için, mescidlerde beklemektir" buyurdu. O, "Nefsim bana, yeryüzünde seyahat etmemi telkin ediyor" deyince, Hz. Peygamber "Benim ümmetimin seyahati, savaşmak, hacc ve umre yapmaktır"; O, "Nefsim bana, malik olduğum bütün şeyi elden çıkarmamı telkin ediyor" deyince, Hz. Peygamber, "(Bu hususta) evla olan, senin, kendin ve çoluk çocuğuna harcaman, yetim ve yoksula acıman ve onlara bundan daha iyisini vermendir." O, "Nefsim bana, eşimle cima etmememi telkin ediyor" deyince,
Episode Description Sign up to receive this Unreached of the Day podcast sent to you: https://unreachedoftheday.org/resources/podcast/ People Group Summary: https://joshuaproject.net/people_groups/18424/CH #PrayforZERO is a podcast Sponsor. https://prayforzero.com/ Take your place in history! We could be the generation to translate God's Word into every language. YOUR prayers can make this happen. Take your first step and sign the Prayer Wall to receive the weekly Pray For Zero Journal: https://prayforzero.com/prayer-wall/#join Pray for the largest Frontier People Groups (FPG): Visit JoshuaProject.net/frontier#podcast provides links to podcast recordings of the prayer guide for the 31 largest FPGs. Go31.org/FREE provides the printed prayer guide for the largest 31 FPGs along with resources to support those wanting to enlist others in pray
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Günler su gibi akıp giderken zaman algımız neden değişiyor? Çocukken saatler geçmek bilmezken, yetişkinlikte yıllar göz açıp kapayıncaya kadar nasıl geçiyor? Bu bölümde, beynimizin zamanı nasıl algıladığını, yoğunluk, rutinler ve duyguların zaman hissimiz üzerindeki etkisini konuşuyoruz. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro Emin: [0:22] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin. Bugünkü bölümümüzde Berkin'le beraberiz. Nasılsın Berkin? Berkin: [0:31] İyiyim Emin. Sen nasılsın? İyi misin? Emin: [0:33] Ben de iyiyim. Teşekkür ederim. Heyecanlısın biraz. Berkin: [0:36] Sesim titriyor. Emin: [0:39] İlk bölüm de değil oysaki ama... Berkin: [0:40] Aynen. Yeni tanışıyoruz herhâlde. Onun verdiği bir heyecan. Berkin asker yolcusu! Emin: [0:46] Evet. Ufak bir telaş içerisindesin. Berkin: [0:48] Evet. Emin: [0:50] Açıklamak ister misin ne telaşı bu? Berkin: [0:52] Easy Turkish takipçileri bir süre benden uzak kalacak ama bunu çok bence hissetmeyecekler. Çünkü bu yayınlandığında ben zaten o uzak olduğum periyotta olacağım muhtemelen. Emin: [1:03] Evet. Berkin: [1:03] Askere gideceğim. Bedelli komando olarak. Çok güzel bir süreç beni bekliyor. Onun arefesindeyiz şu anda da. Bu podcast'ı dinlediğinizde bilin ki ben askerdeyim. Değil mi Emin? Emin: [1:16] Aynen öyle evet. Berkin: [1:18] O yüzden bunu dinlerken bana bir iyi dileklerinizi gönderirseniz sevinirim. Emin: [1:23] Evet bir Berkin için dua edelim bunu dinlediğiniz anda. Umarım her şey yolundadır diye. Berkin: [1:29] Aynen. Emin: [1:30] Evet bizde askerlik durumu birazcık değişik. Zorunlu askerlik var erkekler için. Bunu ya altı ay yapıyorsunuz minimum ya da ücretini ödeyip bir ay yapıyorsunuz. Ama her türlü yapıyorsunuz. Berkin: [1:43] Evet. Emin: [1:44] Berkin de bir ay olmayacak. Ama evet dediği gibi gerçekten eksikliğini hissetmeyecek yani takipçiler. Berkin: [1:51] Aynen aynen. Zaman çok mu hızlı geçiyor? Emin: [1:52] Evet biraz askerlikle de bence ilişkili bir konu çekeceğiz bugün. Zaman çok mu hızlı geçiyor diye. Bu konuyu sen buldun. Biraz gönderme mi var bu askerlik kavramına? Berkin: [2:04] Yok ya aslında tam olarak öyle değil. O askerlik kısmını sen yakaladın. O askerlikte zamanın geçme işinden şikâyetçi olduğun için muhtemelen. Benim son zamanlarda çok gündemimde olan bir şey bu. Zamanın aşırı hızlı akıp gitmesi. Çok yakın sandığımız olaylara bile bir bakıyorsun "Aa iki sene önceymiş." diyorsun. Bu konu benim son zamanlarda gündemimde ve biraz da canımı sıkan bir konu. Yani üzüldüğüm bir konu zamanın bu kadar hızlı geçmesi. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Bugün fazla nazik olmanın görünmeyen bedellerini ve SUSI etkisinin nasıl özgüveninizi sarsabileceğini konuşuyoruz.Hayır demek isterken neden evet diyoruz? Kendi değerimizi neden göz ardı ediyoruz? Nazik olmakla sınır koymak arasındaki dengeyi nasıl kurarız?Eğer sen de sürekli “Başkalarını kırmayayım!” derken kendini ihmal ettiğini fark ediyorsan, bu bölümü mutlaka dinle.
Hayat yolunda gitmediğinde, tüm aksaklıklar üst üste geldiğinde Yanık Tost Teorisini hatırlamak, yaşadıklarına farklı bir gözle bakmanı sağlayabilir.