POPULARITY
Pek çok kaynak küreselleşmenin nevzuhûr bir gelişme olduğunu ifâde eder. Bu târih itibârıyla doğru bir değerlendirme değildir. Küreselleşmenin hikâyesi, çok gerilere gider. Bizzat sömürgeler ağının varlığı küresel bir niteliğe sâhiptir. Bunun arkasında da sermâyenin genişlemesi (expansion of capital) hâdisesi rol oynamıştır. Kapitalizmin birikim/yatırım süreçleri ile genişleme/dolaşım süreçlerinin birbirinden hayli farklı olduğunu düşünürüm. İlki, yâni birikim boyutu, tıpkı merkantilist tecrübede olduğu üzere ne kadar kıskanç ve kapalı bir mâhiyet taşıyorsa diğer en az o kadar açılımcıdır. Hâsılı kapitalizm tabiatı icâbı küreseldir.
Süleyman Seyfi Öğün'ün geçen perşembe günkü yazısını okudum. AB sürecini özetliyor ve son dönemde AB'den Türkiye'ye doğru gelişen yakınlaşmaya dair “hayırdır” sorusunu soruyordu.
Son gelişmeler Türkiye ile Avrupa arasında bir dizi yakınlaşmayı ortaya koyuyor. Bunları ihatâlı bir şekilde ve bağlamına oturtarak değerlendirmek gerekiyor.
Rusya-Ukrayna savaşının çıkış sebepleri üzerine birbiriyle çelişen iki değerlendirme var. Bunlardan ilki, savaşı Rusya'nın çıkardığını iddia ediyor. Savaşın, kökleri Çarlık devrine giden, Sovyetler'in devraldığı ve şimdi de Putin'in yürüttüğü bir emperyal yayılmacılığın eseri olduğunu düşünüyorlar. İşi daha da büyütüp, Rusların esas hedefinin, yayılmacılığını Avrupa içlerine kadar taşımak istediğini ifâde ediyorlar. Buna göre tekmil Baltık havzası tehlike altındadır. Hatta, tıpkı II. Umûmî Harp'te olduğu üzere Rus ordularının Berlin'e bile gireceğinden endişe ediyorlar.
Gazze'de sağlanan ateşkes devâm ettirilebilir ve dâimi bir barışa kavuşturulabilir mi? Evvela 20 maddelik bu ateşkesin yapısına bir bakmak yerinde olacaktır.
Son birkaç gündür dünyâ gündemini Trump'ın İsrâil ve Mısır çıkarması birinci sırayı işgâl ediyor. Gelmiş geçmiş liderler târihinin bu en eksantrik figürünün olağandışı showunu seyrettik. Bugüne kadar 7 savaş bitirdiğini iftiharla söyleyen Trump şimdi de Gazze savaşını bitirerek skor tabelasına 8. zaferini yazdırmak istiyor. İsmini de Trump Barışı koymuş.
Büyük üstad Neyzen Niyâzî Sayın'ı kaybettik. 1927'de Üsküdar'da başlayan bir hayât 98 sene sonra sona erdi. Evet hayli uzun bir hayat bu. Uzun olduğu kadar da dolu dolu yaşandı.
Modern dünyânın zihnî dünyâsı hummalı bir nesneleştirme arzusu üzerinden şekillendi. Bunun maddî arkaplânında hiç şüphesiz, kapitalist iş ve işlemlerle işleyen kapitalist sermâye birikimin dinamikleri yatmaktadır. İnsanın duygularından tamâmen arındırılmış, dolayısıyla herhangi bir ahlâkî engelle çarpmayan bir dünyâdır bu. Burada herşey alabildiğine yalıtılmış; kendisine indirgenmiş, kendi kendisinin gâyesi hâline getirilmiştir. Meselâ ekonominin amacı sâdece kendisidir.
İtiraf etmeliyim ki, BM'nin kuruluşunun 80. sene-i devriyesi için yapılan toplantı, orada yapılan konuşmalar ve bunun hemen akabinde Beyaz Saray'da tertip edilen; Trump ve Erdoğan'ın başkanlık ettiği müzâkereler bu yazının ikinci bölümü için tasarladığı değerlendirmeleri yeniden şekillendirdi.
Ortadoğu'daki manzara giderek daha fazla Japonların meşhûr oyunu Mikado'ya benzemeye başladı. Oynayanlar bilir; üzerinde farklı renkler olan bir küme çubuk, deste hâlinde toplanır ve rastgele masaya saçılır. Oyuncular sırayla diğer çubukları oynatmadan bunları toplamaya başlar. Sıra kendisinde olan oyuncu bir çubuğu alırken diğerlerinden birisini veyâ diğerini kıpırdatırsa sıra diğer oyunculara geçer. Çubukların renkleri farklı puanları temsil eder. Oyunun nihâyetinde oyuncuların topladıkları çubuklar, üzerlerindeki farklı puanları temsil eden puanlar itibârıyla sayılır. En fazla puanı kazanan oyunu kazanmış olur.
Trump ilişkilerinde son derecede tuhaf bir çizgi tâkip ediyor. Onun gözünde ekonomik nitelikli meseleler her zamân siyâsî veyâ diplomatik nitelikli meselelere göre baskın bir mâhiyet taşıyor. Yâni Trump kiminle masaya oturuyorsa zihninde ondan ne alacağı ve ona satacağından başka bir şey yok. Bir siyâsetçinin ekonomiyi merkeze alması kendi içinde anlaşılabilir bir durumdur. Trump'ın bu yaklaşımın sıkıntılı kulan husus, alacaklarını karşılıksız, hattâ gasp edici bir şekilde istemesi; buna mukâbil satacaklarını yüksek bedellerle, karşısındakine hiçbir pazarlık fırsatı vermeden dayatmasından kaynaklanıyor.
Sovyetler Birliği'nin çöküşü Amerika Birleşik Devletleri açısından mutlak bir zafer olarak algılandı. ABD'nin dünyâ hegemonyasının önünde hiçbir mâni kalmamıştı. II.Umûmî Harp sonrası ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından kurulan bir dünyâ dengesinin devâm ettirilmesi artık gerekmiyordu. ABD tek taraflı olarak, inşâsında kendi harcının da olduğu bir sistemi azgın bir şekilde yıkmaya başladı.
Ortadoğu'da yaşananlar yavaş yavaş Türkiye-İsrâil askerî hesaplaşması ihtimâlini tırmandıran bir boyut kazanmaya başladı. Taraflardan gelen açıklamalar, böyle bir senaryonun her zaman olduğundan daha muhtemel hâle geldiğine işâret ediyor. Doğrusu ben bu ihtimâlin başta ABD olmak üzere, bu coğrafyaya müdâhil güçler tarafından aslâ arzu edilemeyeceğini düşünürdüm. Öyle ya; farklı bağlarla da olsa Batı'ya bağlı bu iki devletin savaşması en başta Batı için hiçbir şart altında kabûl edilebilir bir senaryo olmadığını düşünmek için çok sayıda sebep olmalıdır. Lâkin yaşananlar bunun tersini akla getiriyor.
Çifte standart tâbiri esas olarak içerdiği terimlerden birisini kendi içinde çökerten bir durumu yansıtır. Yâni aslında oksimorom bir ifâdedir bu. Evvela bunu bir ortaya koyalım. Standart bir kâideye dayanır. Standart esâsen tekilliği gerektirir. Onu, doğru veyâ yanlış fark etmez bir defâ tâyin ettikten sonra hâdiselere tatbik etmekten başka bir yol yoktur. Ama onu çoğullaştırıyorsanız bu düpedüz standartsızlıktır. Ahlâkî açıdan bunun karşılığı ilkesizliktir.
Târih daralıyor. Son yarım asırdır tekmil dünyâda uygulanan, adına neoliberalizm denilen kaba bir ekonomizmin iflâs ettiği günleri idrâk ediyoruz. Artık, ekonomik akılcılık olarak güzellenen yüceltilen ve daha mühimi lâyüselleştirilen bir aklın içinde derin bir hesapsızlığın yattığını ; bu “akılla” ahmaklaşmamış ve kendi aklına mukâyet olabilen herkes tarafından kavrandığını görüyoruz. Ekonomik aklın yerini alan tekno aklın ise nelere gebe olduğunu şimdilik kestirmek hayli zor. Onu geliştiren mühendislik çevreler bile çok defâ buluşlarının târihi nereye sürükleyebileceğini bilemiyor.
Diplomasi târihinin en garip, en tuhaf toplantılarından birisini idrâk ettik. Alaska'daki Trump-Putin Zirvesi biter bitmez, Avrupa'nın en önde gelen devletlerinin liderleri pür telâş ,neredeyse tam takım hâlinde, yanlarına Zelenski'yi de alarak Washington'ın yolunu tuttular. Kimler yoktu ki? Starmer, Merz, Macron, Meloni , Rutte, Von der Leyen Trump'ın karşısında tespih tâneleri gibi dizildiler. Trump fırsatı kaçırır mı? Kasım kasım kasılarak karşıladı onları.
Alaska Zirvesi tamamlandı. Bu tarz zirvelerde konuşulanlar ve sağlanan anlaşmalar kamuoyuna olduğu gibi aktarılmaz. Nitekim bir kaç saat devâm eden toplantılardan sonra iki liderin verdiği beyânatlar son derecede sınırlı tutuldu. Mezkûr toplantıların şeffaf olmaması vasat medyayı boşluğa düşürür. Bu boşlukta en çok yapılan şeylerden birisi bâzı görüntülerden zirvenin muhtevâsına dâir çıkarımlarda bulunmaktır.
Nihâyet beklenen zirve gerçekleşiyor. Trump ve Putin ikilisi Alaska'da 15 Ağustos târihinde buluşuyor. Pek çok yazar seçilen yeri mânidar, hattâ gizemli buldular. Alaska, pek çok Amerikan filminde biraz da istihzâ konusu edilir. Çetin iklimi sebebiyle yaşanması zor bir mânâda mahrûmiyet diyârı olarak değerlendirilir. Yüzölçümü itbârıyla ABD'nin en büyük eyâletidir. 1.700.000 kilometrekareden biraz fazlacadır. Nüfûsu ise 700.000 küsur civârındadır. Yâni aşağı yukarı Türkiye'nin iki buçuk katı kadar bir büyüklükteki coğrafyada Malatya kadar bir nüfûs yaşamaktadır.
Küreselleşme kavramı telâffuz edildiği yerde bâzıları için ciddî mide sancılarına sebebiyet veren bir kavram hâline gelen bir kavrama dönüştü. İlk başlarda belki de böyle değildi. II. Umûmî Harp sonrasında inşâ edilen kamplı, bloklu, kapalı sistemlerin boğuculuğundan bir kurtuluşu vaad ediyordu. Ama zamân içinde bunun bir dünyâ merkezîleşmesini ve belki de eski kamplaşmalardan daha boğucu bir neticesi olduğu görüldü. Küçümseyenler olabilir ama eski sistemde en azından bidâyette veri ulus devletlerin yine de bir seçme hakkı vardı.
Trump ve Cumhûriyetçi Parti, finansal oligarşinin bir mânâda yüzüne gözüne bulaştırdığı Rusya-Ukrayna savaşını telâfî etmek misyonu ile iktidâra geldi. Arkasında enerji ve bilişim teknolojisine dayalı sermâye vardı. Trump, ABD'nin Ukrayna'ya verdiği desteği hemen kesti ve Avrupa'yı büyük bir boşluğa düşürdü. Bunu Putin ve Rusya sempatisi veyâ onun sulhperverliği ile açıklamak çok sığ bir değerlendirme olur. Avrupa'nın telaşla ekonomisini askerîleştirme karârı vermesi bir çıkış yolu değil. Bunun karşısında çok ciddî yapısal engeller var. Trump,Avrupa'nın eninde sonunda ABD'ye muhtaç olduğunu gâyet iyi biliyor. Artık savaşı elini kirletmeden yürütecek ve lüzumsuz bulduğu masraflardan kurtulacak; hattâ ABD'yi kâra geçirecek.
İki bölümde bitirmeyi planladığım bu yazıda, Ortadoğu, Kafkasya ve Avrasya'da cereyan eden sıcak hâdiseleri belli bir geri plân değerlendirmesine tâbî tutmaya gayret edeceğim. Esas gâyem elbette Türkiye'nin içinde bulunduğu kritik durumun ne kadar riskli ve bir o kadar da fırsat yüklü olduğunu göstermek. Küresel ölçekte iki büyük güç temerküzü arasındaki savaş derinlerde iyiden iyiye kızışmış durumda. Çeşitli devletler arasında bölgesel olarak yaşanan sıcak savaşları, bu derin savaşın fonksiyonu olarak görmek gerekiyor. Bu bağlam ıskalanarak yapılan tahlillerin ve buradan türetilen beklentilerin daha baştan nâfile olduğunu görmek gerekiyor.
Ahmed Hamdi Tanpınar, felsefî derinlik taşıyan o mâlûm, unutulmaz şiirinde zamâna dâir çok çarpıcı bir tespit yapar. Zamânın ne içinde ne de dışında olduğunu kaydettikten sonra, “Yekpâre geniş bir ânın parçalanmaz akışında” olduğunu ifâde eder. Bu zamân algısı, binlerce senelik kadim dünyânın, çok farklı coğrafyalarında büyük ölçüde paylaşılan bir algıdır aslında. Diğer taraftan, bu akışın düz değil dâirevî-helezonik olduğunu unutmamak gerekir. Kültürel antropoloji çalışmalarında, ceddimizin zamân algısının biz modernlerden ne kadar farklı ortaya koyan tespitler hayli baskındır.
Trump, iktidârının henüz çok başlarında. Beyaz Saray'daki koltuğuna yedi ay evvel oturdu. Dünyâ devletleri , Biden devrinde tâkip ettikleri siyâsetleri gözden geçirmeye çoktan başlamışlardı. Trump ,kendisinden beklenenleri hızla icraata geçirmeye koyuldu. Herkes Trump'ın sıkı gümrük siyâsetlerini devreye sokacağını bekliyordu. Şaşırtıcı olan , bu jeoekonomik tedbirlerin hayâta geçirilmesinde Trump'ın hızı ve yoğunluğuydu.. Başta Ukrayna-Rusya savaşı olmak üzere dünyâdaki savaşları sona erdireceğini vaad eden Trump, bir başka savaşı , ekonomik savaşları başlatıyordu. Kısa bir zaman zarfında,bu hesapsız meydan okumanın ABD'ye de zarar vereceğini gördü ve geri adımlar atmaya başladı.
Yuhanna İncil'i bu ifâde ile başlar. Elbette bunun teolojik yorumu çok katmanlıdır. Bahsi geçen boyutlar günlük konuşmalarda ihmâl edilir ve metinlerdeki incelikleri ıskalanarak kullanılır. “Önce söz vardı” ifâdesinin nasıl dünyevîleş-tirildiğine pek çok şâhit olmuşumdur. Günlük dilde bu ifâdeden anlaşılan, “Söylenen her neyse ona bak” kabilinden bir şeylerdir. Bunu veri alacak olursak, toplumsal hayatta, bilhassa siyâsette söylenen sözler çok defâ üzerinde düşünülmeden, siyâkı sibâkı ıskalanarak en düz ve doğrudan alındığını görürüz.. Bunun sayısız yanlışa sebebiyet verdiğini düşünüyorum.
Weber modernleşmeyi soğuk bir kışa benzetir. Son üç asrın dinamikleriyle yükselen modernleşme ile berâber dünyânın kültürel iklimi de değişmiştir. Ondan evvel, binlerce senelik târihleri düşündüğümüzde çok farklı bir tablo ile karşılaşmaktayız. Toprağa dayalı ve tabiata bağımlı iş bölümü ve iş kollarına göre teşekkül etmiş olan medeniyet, bugün ile mukâyese edildiğinde hayli kısır sayılabilecek döngülerle işlemekteydi. Zamân, mekân ve ilişkilerin tasarruf edilmesi de bugünden çok farklı yapılanmaktaydı. Kişiselliğin veyâ öznelliğin baskın olduğu bir dünyâydı bu. Bana kalırsa en mühim çıktılarından birisi de insanın tahayyül kudretini bilemesiydi. Destanlar, hikâyeler, efsâneler, zengin inançlar muazzam bir müktesebât oluşturuyordu.
10 Temmuz 1975, Türk fikir târihinin en renkli ve egzantrik simâlarından birisi olan Nurettin Topçu'nun vefât târihidir. Aradan tamı tamâmına yarım asır geçmiş. Dün, TRT2'nin Göz Hizâsı programında kıymetli dostum İsmâil Kara ile berâber Nurettin Topçu'nun fikirleri üzerine zevkli bir sohbet gerçekleştirdik. Muhtemelen bugün neşredilmiş olacak.
Sırrı Süreyya'dan sonra Nihat Genç de bu dünyâdan ayrıldı. Sırrı Süreyya için yerli ama millî değildi diye yazmıştım. Nihat Genç için ise yerli ve ulusalcı demek uygun düşer. Bu ikilinin muhtemelen zaman zaman yolları kesişmiştir. Bilemiyorum. Pozisyonel olarak farklı yerlerde oldukları âşikâr. Buna rağmen, eğer bir araya geldilerse, eminim aralarında, fıkralar, Anadolu irfânından süzülen hikmetli sözler ve şiirlerden mürekkep çok sıcak bir sohbet dönmüştür. Yakınlaştıkları yer yerlilikleriydi. Mehmet Bekâroğlu'nun 1990'ların ortalarında kurduğu Doğu Konferansı'nın toplantılarında bir iki defâ karşılaşmış, uzun sohbet etmiştik. Daha doğrusu o konuşmuş, ben dinlemiştim. Daha sonra hiç karşılaşmadık. Fikirlerinin neredeyse büyük çoğunluğuna katılmadım. Ama erdemli hayâtına hep saygı duydum.
Âzerbaycan ile Rusya arasında çok tehlikeli olabilecek bir gerilim yükseliyor. Rus emniyet kuvvetlerinin Ekaterinburg şehrinde, eski bir soruşturmayı bahane ederek Âzerbaycan Türkü bir âileye karşı yaptığı vahşi operasyon Âzerbaycan'da infial yarattı.
Dünyâ savaşlarla, soykırımlarla, ekonomik kriz ve boyutları her geçen gün büyüyen akıl almaz eşitsizliklerle savrulurken, tekmil cümbüşüyle turizm mevsimi de başladı. Turizm denilince aklıma hemen 1970'lerde eş dost meclislerinde bu hususta yapıla klişe konuşmalar gelir. O vakitler Türkiye'ye, pek çoğu da çulsuz kabilinden sâdece 900.000 civârında; turist gelirdi.
Karşılıklı atışmalardan sonra İsrâil-İran savaşı ateşkesle durduruldu. Daha evvelki yazılarda, Trump'ın Siyonistlerle MAGA'cılar arasında sıkıştığını, vereceği karârın bu iki zıt blok arasındaki tercihini ortaya koyacağını yazmıştım. Anlaşılıyor ki Başkan bu sıkışmışlığı çok ustaca aştı. Muhtemelen İran'ı evvelden haberdâr ederek zenginleştirilmiş uranyumun daha emin bir yere taşınmasını sağladı.
ABD'deki MAGA'cılarla Evanjelistler arasındaki iç mücâdele, en azından şimdilik neticelendi. Mücâdelede karşı tarafın bileğini büken, Evanjelist-Neoconlar oldu. Bu kanat diğerini bastırdı ve ABD uçakları İran'daki üç nükleer tesisi vurdu. Elbette yaşadığı tahribât sebebiyle kaybeden tarafın İran olduğu hemen ve tartışmasız olarak iddia edilebilir. Ama biraz daha derinden bakılırsa, bunu aynı zamanda Trump'ın mağlûbiyeti olarak değerlendirmek gerekiyor.
İsrâil'in yayılmacılığını merkeze koyan Neocon siyâsetleri esas olarak ABD'deki küreselci ve finans kapitalin çıkarlarına göre siyâset belirleyen derin İngiltere'nin şekillendirdiğini düşünüyorum. Baltık'tan başlayan, Doğu Avrupa'yı içine alan; oradan da Doğu Akdeniz'e kavuşan hattın Hint Denizi ile birleşmesini sağlayan boyutları olduğunu görebiliriz. Hindistan-İsrâil ve Yunanistan arasındaki ittifak bunun düğüm noktasına işâret ediyor. Farklı sâiklerle de olsa her şekilde Türkiye, Rusya ve Çin devreden çıkarılıyor. Bütün mesele ABD siyâsetlerinin bu plâna göre nasıl şekillendiğini anlamaktır.
Nihâyet korkulan oldu. İsrâil İran'a ağır bir saldırı gerçekleştirdi. Ağır kayıplar yaşasa da İran, buna kendi kapasitesinde cevap vermekte gecikmedi. Artık adını koyabiliriz. Ne kadar devâm edeceği ve nereye evrileceği şimdilik belirsiz de olsa bir İsrâil-İran savaşı başlamış durumda. Burada mühim olan, hâdiseyi mümkün olduğu kadar geriye çekerek anlamak ve ihtimâlleri ortaya koymak.
Emek ve sermâye açısından kapitalizmin en derin çelişkisi sâdece birikim odaklı değildir. Bu aynı zamanda dolaşım boyutunda da tezâhür eder. Sermâye kendisini büyütmek adına, engellenmeden dolaşımda olmak zorundadır. Girdiği her yerde, çektiği artığı büyütmek isteyecektir. Sömürgecilik ve emperyalizm bize bunun açılımlarını verir.
Haberi geldiğinde şaşırdığımı söyleyemem. Tahmin etmiştim. Bir iki yerde dile getirdiğimi; hattâ yazmış olduğumu hatırlıyorum. İki megaloman şahsiyetin aynı ipte uzun zaman yürüyemeyeceğini tahmin etmek çok da zor olmasa gerekir. Musk ve Trump ,iki yol arkadaşı birbirine düştü ve koptu. Tekrar biraraya gelirler mi; olmayacak bir şey değil, ama hayli zor. Öyle olsa da,bunun artık eski can ciğer kuzu sarması bir yakınlık olmayacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Dikey bir eksende bakacak olursak Türkiye tam da iki büyük istikrarsızlık sâhasının arasında kalıyor. Kuzeyimizde, Karadeniz'i içine alan Rusya-Ukrayna savaşı; güneyimizde ise İsrâil-Filistin savaşı devâm ediyor. Bu savaşları ateş hattındaki münferit güçlerin savaşları olarak değerlendirmek son derecede hatâlı olacaktır. Daha tutarlı ve ihâtalı olan ve ateş hattındakilerin arkasında hangi güç kümelenmelerinin olduğunu dikkate alan değerlendirmelerdir.
Hegemonya çift boyutlu bir kavramdır. Bunu, kuvvet dayatması ile rızanın birliği olarak değerlendirebiliriz. Her hegemonik oluşum, ister istemez bir boyutuyla askerî bir kuvvet; diğer boyutuyla da bu kuvvetin varlığına dayalı kültürel bir kudret icap ettirir. Hiç şüphesiz, her ikisini de besleyen esas unsurun ekonomik üstünlük ve kaynak zenginliği olduğunu ıskalamamak gerekir.
Târih hakikaten tuhaf bir seyir tâkip ediyor. Bir zamanlar avantaj olan şeyler daha sonra dezavantaj hâline gelebiliyor. II. Umûmî Harp sonrasında kurulan ABD merkezli Dünyâ Sisteminin başına gelenler de böyle.
Almanya'da yeni kurulan hükûmetin Başbakanı olan F. Merz ,sıkı bütçe dengelerini kollayan mevcût kanunların mânialarını da aşarak parlamentodan Almanya'nın silâhlanmasını temin edecek bir kaynağı çıkardı. Bu süreç, İngiltere, Fransa ile eşgüdümlü daha ihâtalı bir programın parçası. Yakın zamanlara kadar bir Avrupa Ordusu kurmak adına yapılan fikrî hazırlıkların en somut hâlini ifâde ediyor. Ama daha mühim ve düşündürücü olan husus, Almanya'nın bu işin kalbinde yer alması.
Batı siyâsetinin ahlâkî bozulmuşluğu bir defâ daha ortaya çıktı. Her ne olduysa, ki aşağıda bunları etraflı bir şekilde ele almaya çalışacağım, İngiltere, İsveç ve AB çevrelerinden İsrâil'in Gazze'de yaptıklarını kınayan ve bir dizi müeyyideyi de ihtivâ eden tepkiler gelmeye başladı. İnsan kendisini, hayırdır inşaallah demekten alıkoyamıyor. Aylardır Gazze'de çocuklar ve kadınlar katledilirken, hastahâneler, okullar ,sivil yerleşimler hergün bombalanırken sesini çıkarmayan; hattâ bunun İsrâil'in kendisini koruma hakkı olarak olağanlaştıran Batılı siyâsetçiler ne oldu da âniden İsrâil'i ve Netanyahu' hükûmetini eleştirmeye başladı?
Artık elimizde bir Trump fotografı var. Ekonomik ve teopolitik olarak ikiye yarılmış zihninde ilki diğerini bastırıyor. Son Ortadoğu ziyâreti tam da bunu resmediyor. Trump bu operasyon ile Suud, BAE ve Katar'ın kasasında birikmiş olan fevkalade hacimdeki paraları resmen yağmaladı. Ama bu, basit bir hortumlamanın hâricine çıkıyor. Trump, en az birkaç kuş vurmuş görünüyor. Bunlara bir bakmak ve siyâseten hangi neticeleri olabileceğini değerlendirmek faydalı olabilir.
Son derecede kritik günlerden geçiyoruz. Bu, beylik bir lâf. Herkesten, olur olmadık zamanlarda duyabiliriz. Bendeniz, bu ifâdeye pek müracaat etmem. Ama son aylarda yaşananlar bana bu ifâdeyi sâhiplenme arzusu veriyor. Hakikaten de öyle. Geçen Ekim ayında Sayın Bahçeli'nin yaptığı bir konuşmada ortaya çıkan, PKK'ya, kendisini lâğvetme ve terörü bitirme dâveti ile başlayan bir süreçten bahsediyorum.
Her fırsatta ifade etmişimdir; 20. Asır 1945-1989 arasında hüküm sürmüş bir zamân dilimidir. Hobsbawn'ın onu Kısa Yüzyıl olarak nitelemesi boşuna değildir. 1989'u esas almamın sebebi ise, 20.Asrı nitelendiren meşhûr Berlin Duvarı'nın yıkılışıdır. Bu sembolik bir değerlendirmedir. Değilse 20.Asrın yıkılışı bu hâdise bir anda olmuş bitmiş değildir. Çöküş, parça parça yaşandı ve hâlen yaşanmakta. 2025, yâni kronolojik olarak 21. Asrın ilk çeyreğinde bile çöküş devâm ediyor.
Sırrı Süreyya vefât etti. Allah rahmet eylesin. Üzgünüm… Kendisi ile bir tanışıklığımız vardı. Seneler evvel, sevgili Târık Tufan, İsmâil Kılıçarslan ve Selahattin Yusuf kardeşlerimin büyük bir seyirci kitlesi tarafından tâkip edilen Meksika Sınırı programına dâvetliydim. Bu üç isim bu başarılı programı uzun bir zaman bir üçlü olarak götürmüş; daha sonra Sırrı Süreyyâ da programa dâhil olmuştu. Uzun uzun anlatmayacağım; Sırrı Süreyyâ'da yeni tanıştığı insanları kendisine sempati ile bağlayan bir şahsiyet iksiri vardı.
İberik yarımadasında meydana gelen elektrik şebekelerindeki bir kesinti çok düşündürücü manzaralar ortaya koydu. Kesinti sonrasında toplumsal hayât tam mânâsıyla felç oldu. Ulaşım ve iletişim durdu. Trafik akışı bozuldu. İşler ve işlemler yürütülemedi. İşin trajikomik tarafı insanların yaşadıkları şaşkınlıklar ve sergiledikleri tuhaf davranışlardı.
Sûriye'de henüz sular durulmadı. Bâzı tuhaf gelişmeler yaşanıyor. Bunlar Sûriye'deki yeni yapılanmanın federal bir yapıda şekillenmesini zorluyor. Kesin konuşmak için henüz erken. Ama son genişletilmiş Kürt toplantısı tam da bunu imliyor. Şaşırtıcı olan, Fırat'ın doğusundaki PKK temelli Kürt oluşumuna KUK (Kürt Ulusal Konseyi) ve Irak'daki özerk Kürt yönetiminin de destek vermesi.
Hatırlayan bilecektir ; merhum Çetin Altan 1980'lerden başlayarak sık sık Türklerin en mühim târihsel zaafının mesleksizlik olduğunu söyler ve yazardı. Ona göre Türkler asırlardır devletten ve hazineden geçinmeye alışmış bir milletti.Zaman içinde bâzı modern meslekleri Batı'da ithâl etmişsek de, bu meslek erbaplarının zihinleri devletçi bir ethosa takıl kalmıştı.
Sûriye'de Esed'i deviren hâdiselerin derinliklerinde nelerin yaşandığı dört başı mâmur olarak ileride daha berrak anlaşılacaktır. Biz en fazla neticelerine bakarak bâzı tahminlerde bulunabiliyoruz. Kritik olan, Esed'in devrilmesine giden süreçler ile 7 Ekim ve ondan sonra Gazze'de yaşananların bağını kurarak analiz yapabilmektir. Sûriye'de, Lübnan'da ve Gazze'de yaşananlar aynı kumaşı dokuyan ipliklerdir.
A while back I did a video on a blog post called Linux Asceticism and today we have its author on the show to chat about it, and just Linux in general. ==========Support The Channel========== ► Patreon: https://www.patreon.com/brodierobertson ► Paypal: https://www.paypal.me/BrodieRobertsonVideo ► Amazon USA: https://amzn.to/3d5gykF ► Other Methods: https://cointr.ee/brodierobertson ==========Guest Links========== Linux Asceticism Post: https://www.rugu.dev/en/blog/linux-asceticism/ Blog: https://www.rugu.dev/en/blog/ ==========Support The Show========== ► Patreon: https://www.patreon.com/brodierobertson ► Paypal: https://www.paypal.me/BrodieRobertsonVideo ► Amazon USA: https://amzn.to/3d5gykF ► Other Methods: https://cointr.ee/brodierobertson =========Video Platforms==========
Yönetmen Seyfi Seyit, Hoş bulduk: Türk Göç Hikayesi isimli belgeseliyle 1968 ila 74 yılları arasındaki Türk göçünün hikayesini inceliyor.