Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık.Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik.Fırtınalı günlerde sığını…
Netanyahu, saf biri olmadığını ilan ettikten sonra “Suriye'de aslında kiminle mücadele ettiğimizi biliyorum” dedi. Hayret! Anlamış. Aferin ona. Aspirin Tramp'a.
Catania Havaalanı'na indiğimizde tedbiren, üzerlerimizdeki Filistin kefiyelerini çantalarımıza koyduk. Ne olur ne olmaz diye düşündük. Birkaç ay önce Mısır'da yaşadıklarımızın etkisindeydik. Global Sumud Filosu'na katılmak için İtalya'dan hareket edecek kafilede yer alacak altı kişiyiz. Aramızda konuşuyorduk. Pasaport sırasındayken önümdeki hanımefendi dönerek, “Yardım götürecek gemiler için geldiniz sanırım” dedi. Türk'tü.
Müslümanların Allah inancı, peygamberlik anlayışı, şeriat tasavvuru, İslam devleti fikri ve cihat bilinci, yüzyıllardır emperyal güçler tarafından şekillendirilmeye çalışıldı. İngiliz sömürgeciliğinin ve Batı emperyalizminin asıl başarısı, sadece coğrafyaları işgal etmek değil; Müslümanların zihin dünyasını, inanç temellerini ve özgüvenlerini tahrip etmek oldu. Bugün İslam dünyasında yaşanan kafa karışıklığının, parçalanmış kimliğin ve zayıflamış direncin temelinde bu kültürel ve fikrî işgal yatmaktadır.
Haziran ayında İsrail'in İran'a saldırıp saldırmayacağı merak ediliyordu. Geçmiş tecrübelerden yola çıkarak bu çatışmanın gerçekleşmeyeceğine inanılıyordu. 13 Haziran'da “İbre sinir harbinden sıcak çatışmaya dönüyor” diye yazmıştım (Bakınız, Netanyahu Trump'ın İplerini Eline mi Geçirdi). Gazete baskıya gittiğinde İsrail uçakları Tahran'ı hedef almaya başlamıştı.
Önceki yazımda Trumpçı kampta “İsrail bölünmesi”ne dair bazı gelişmelere değinmiş idim. Demokratlar cephesinde durum ise bölünmenin de ötesinde. Quinnipiac Üniversitesi'nin geçen hafta yayınladığı ulusal anket sonuçlarına göre Demokratlar'ın yüzde 75'i İsrail'e silah gönderilmesine karşı. Keza Demokratların yüzde 77'si İsrail'in Gazze'de soykırım yaptığına inanıyor. İsrail'in soykırım yapmadığını düşünen Demokratların oranıysa sadece yüzde 11.
Türkiye'de vergi konusu geçen yaz başında yazdığım vergi cennette olmaz başlıklı yazımdan bu yana sürekli gündemde. Stopaj iniyor, ÖTV gündeme çıkıyor, ÖTV iniyor emlak vergisi gündeme çıkıyor. Bu böyle de sürüp gidecek gibi duruyor. Çünkü vergi tasarımında sorun var. Vergi reformu beni yap diye bağırıyor.
Anadolu Ajansı'nın (AA) global iletişim ortağı olduğu, Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı (T3 Vakfı) yürütücülüğünde, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı iş birliğiyle düzenlenen TEKNOFEST Mavi Vatan, İstanbul Tersanesi Komutanlığı'ndaki kapanış töreninin ardından sona erdi.
Hepsi yola çıktığında sayıları 60'ı bulacak, hatta geçecek gemiler için ilkin “40 kadar” denilmiş ve katılım çağrısı yapılır yapılmaz 500 bin insan başvuru yapmıştı. Süreç içerisinde 44 ülkeden katılımcılar belirlendi. Şimdi “Tomarla muştuyu omuzlayan adamlar” Gazze ablukasını kırmaya yönelik hakiki bir inisiyatif alıyorlar Sumud Filosu ile. İspanya'dan kalkan gemiler birkaç gün sonra İtalya'dan ve Tunus'tan kalkan diğer gemilerle Akdeniz'de buluşacak ve 12-13 gün olarak planlanan yolculuk tam anlamıyla başlamış olacak.
Batı'nın eskinin o “asil vahşi” barbarlığının yerine, “ırkçılık, militarizm, kast sistemi, teolojik sapmalar ve bilimler yalanlar” eşliğinde “alçakça, güvenilmez ve haince” bir yeni barbarlığı” yerleştirerek kendi sonuna doğru yaklaşmasını, “barbarlığı arındırmak yerine, daha çok korkunç bir barbarlık türü” üretmesine; “…insanların paylaştıkları hayvansal enerjilere uygarlığın bizzat kendisinin yarattığı o kudretli teknik ve sosyal imkanları / araçları ilave” etmesine bağlayan Lewis Mumford'u (İnsanın Durumu, trc.: Yusuf Kaplan, Açılım Kitap) teyit eden, diğer bir ifadeyle asil barbarlıktan alçakça barbarlığa geçişi doğru anlamak için, zikrettiğimiz ilk (evvel) ve son (modern) terimlerin oluşumunda köprü işlevi gören şu iki isime daha uğramak zorundayız: Francisco de Vitoria (ö. 1546) ve Giambattista Vico (ö. 1744).
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İsrail'in Gazze saldırısı, Filistin halkına yaptığı soykırım ve zulüm ile kıtlık politikaları ve bölgede var olan güncel durumu görüşmek üzere olağanüstü toplanan TBMM Genel Kuruluna hitap etti.
İnsanoğlu, ne zaman kendisine bir nimet olarak sunulan hayatla nefsini doyuramaz oldu, işte o zaman kendi hakikatinden de adım adım uzaklaşmaya başladı. Kendi bedeninden daha iyi bir beden, o bedeni örten elbiseden daha çarpıcı bir elbise, kendi yüzünden daha güzel bir yüz, kendi yaşantısından daha şaşaalı bir yaşantı aramaya çıktı.
İngiltere ve ABD, İsrail'i İslam coğrafyasının merkezinde kolonyal bir vekil yapı olarak kurdu. Başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa devleti tarafından bu yeni kolonyal yapı daimi olarak desteklendi. İsrail'e atfedilen birçok özellik de bu ilişkinin içinden doğdu.
İslam âlimlerinin geçtiğimiz cuma günü Ayasofya-i Kebir Camii'nin önünde okunan Gazze bildirisi cuma namazında çıkan halkın ve meydanın doğal kalabalığının meraklı takibi arasında ufak çaplı bir miting havasında gerçekleşti. Kalabalığın yer yer attığı sloganlar sadece destek değil aynı zamanda âlimlerden bazı beklentileri de ifade ediyordu.
Türkiye'de İsrail yandaşı, İsrail'e hayranlık besleyen, İsrail'i destekleyen az da olsa bir kesim var. Örneğin İsrail Suriye'yi karıştırmak için Nusayrileri aparat olarak kullanıyor ve sanki onların hamisi gibi davranıyor; Türkiye'deki Nusayrilerin ve Alevilerin az bir kısmı da bu zokayı yutuyor. Aynı şekilde İsrail'in kendi kirli yayılmacı hedefleri için Kuzey Irak ve Kuzey Suriye'deki Kürtlerle ilgileniyormuş, onların çıkarlarını gözetiyormuş gibi yaptığını biliyoruz; yine az da olsa bazı Kürtler de bu tuzağa düşüp İsrail'den medet umuyor.
Ortadoğu'da yaşananlar yavaş yavaş Türkiye-İsrâil askerî hesaplaşması ihtimâlini tırmandıran bir boyut kazanmaya başladı. Taraflardan gelen açıklamalar, böyle bir senaryonun her zaman olduğundan daha muhtemel hâle geldiğine işâret ediyor. Doğrusu ben bu ihtimâlin başta ABD olmak üzere, bu coğrafyaya müdâhil güçler tarafından aslâ arzu edilemeyeceğini düşünürdüm. Öyle ya; farklı bağlarla da olsa Batı'ya bağlı bu iki devletin savaşması en başta Batı için hiçbir şart altında kabûl edilebilir bir senaryo olmadığını düşünmek için çok sayıda sebep olmalıdır. Lâkin yaşananlar bunun tersini akla getiriyor.
7 Ekim sonrasında bütün dünyanın gözlerinin önünde cereyan eden soykırımın nasıl sonlandırılabileceği, hiç kuşkusuz sadece Müslüman dünyanın bir sorunu değil. Mevcut uluslararası sistemin sınırları içerisinde dile getirilen teklif ve önerilerin uygulanma ihtimali bir kenara sonuca ne tür bir katkı sağlayacağı da tartışmalı. Bu nedenle, son günlerde İrlanda Cumhurbaşkanının çağrısı ile gündem olan ve Türkiye'den de destek gören BM bünyesinde bir askeri operasyon seçeneği, BM Güvenlik Konseyi yapısı nedeniyle ihtimal dışı. Bu nedenle İsrail'i ne durdurabilir sorusunun mevcut hukuki düzlem içinde anlamlı bir cevabının olmadığı açık.
Medeniyet Tasavvuru Okulu (MTO) olarak bu yıl 4 şehrimizde 9 akademik kamp yaptık. Akademiye ruh, entelektüel hayata derinlik katacak benzersiz, leziz kamplarımız oldu. Ülkemizin ve bölgemizin geleceğini inşa edecek düşüncede, fıkıhta, matematikte, metafizikte, bütün sanat türlerinde parlak öncü kuşakların tohumlarını ekecek muhteşem makale sunumları yapıldı.
Kamu Görevlileri Hakem Kurulu toplantısına sendikalar katılsın mı katılmasın mı derken Kurul toplandı ve kısa sürede kararını verdi. Sendikaların toplantıdan çekildiğini açıklamasından sonra Kurulun karar alma yetkisi yoktu yönündeki yorumlar çok anlamlı değildir. Olsa olsa literatüre bir iki makale kazandırabilir ama sonucu değiştirmez. Bu yazımızda Kurulun verdiği kararda yer alan aileye yönelik düzenlemeleri ve mali etkilerini açıklamaya çalışacağız.
1996 yılında Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'ın sınır güvenliği ve ekonomik işbirliği için oluşturulan Şanghay Beşlisi, 2001 yılında Özbekistan katılımıyla Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) kurulmuş oldu.
Bir geleneğin yahut düzenin bozulmasının en önemli alametlerinden biri, hiyerarşinin bozulmasıdır. Hiyerarşi, her bir mertebenin hem kendi gereklerine uygun şekilde doldurulmasını hem de kendisinden beklenen sonuçları gerçekleştirmesini mümkün ve zorunlu kılar. Bunun için ehliyet ve maharetlerin takdir edildiği, katmanlı ve inceltilmiş bir kavrayışa ihtiyaç olduğu gibi ehliyet ve maharetlerin gereğini yerine getirecek bir ahlâka da ihtiyaç vardır. Ahlâkı olmayan bilgi, gereklerini yerine getiremez.
Malazgirt Zaferi'nin tarihte kazandığımız zaferlerin en büyüklerinden, neticesi itibarıyla da en muhteşemlerinden biri olduğu öteden beri biliniyor. İşte bu özelliğinden ve müstesna mevkiinden dolayıdır ki, ülkemizde bu zaferle ve Alpaslan'la ilgili yoğun bir yayın faaliyeti gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Selçuklu tarihi uzmanı olarak da bir hayli müverrihimizin öne çıktığını ve bunlardan bazılarının cilt cilt kitaplar kaleme aldıklarını biliyoruz.
ABD'de İsrail'e sınırsız ve koşulsuz destek konusunda “Trumpçı kamp”ta da yaşanan bölünme derinleşiyor. ABD Kongresi'ndeki vekillerden Marjorie Taylor Greene, Thomas Massie, eski vekillerden Matt Gaetz ve eski Fox News sunucusu Tucker Carlson başta gelmek üzere birçok Cumhuriyetçi, Trump Yönetimi'nin İsrail'in peşinden sürüklenmesini çok sert şekilde eleştiriyorlar. Bu isimler “İsrail lobisi”nin önde gelen kuruluşu “Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi”nin(AIPAC) ABD Kongresi üzerindeki nüfuzundan da şikayetçiler.
Seni, bir insan diğerini kaç çeşit öldürebilirse o kadar çeşit öldürmek istiyorum. Bıçakla, kamayla, tabancayla, tüfekle, bombayla… Zehirle, iple, giyotinle, kılıçla, sopayla, taşla… Bir insan bir insanı kaç çeşit öldürebilirse o kadar çeşit işte.
MTO Akademik Yaz Kampları'mız muhteşem geçiyor. Erzincan'da bilim felsefesi ve eğitim felsefesi kamplarımızla birinci sınıf makale sunumlarına tanıklık ettik. MTO, hem entelektüel hayatımıza hem de akademik hayatımıza ruh ve kalpte getirmeye bu yaz sıcaklarına aldırış etmeden bütün hızıyla devam ediyor. MTO Erzincan Kampı'mızı Vuqar Azizov'un kaleminden aktarıyorum.
Dünya tarihi yeniden yazıldığında muhtemelen en kritik dönüm noktalarından biri İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği katliamlar ve soykırım olacaktır. Bu durum hem İsrail'in 75 yıllık zulmünü ve katliamlarını gözler önüne serdi hem de küresel emperyalist sistemin nasıl işlediğini belirginleştirdi. Bir yönüyle işgal altında olan sadece Gazze değil; bütün dünyanın ve insanlığın Siyonizm'in işgali altında olduğu gerçeği de ortaya çıktı.
Kamu Görevlileri Hakem Kurulundan milyonlarca memur ve memur emeklisini memnun etmeyen bir sonuç çıktı.
Devlette kalem de kelam da bitti. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla mesajıydı. Ama dünyada yeni başlıyor. Yahut yeniden başlıyor. Gazze temalı konferanslar, bienaller, sergiler, film festivalleri açıldı bu sene dünyanın her yerinde.
Caterpillar şirketine ait buldozerlerin Filistin ve Gazze'de Filistinlilere ait konutların yıkımında kullanılması milyar dolarlık uluslararası varlık fonu olan Norveç Varlık Fonu yöneticilerini rahatsız etti.
Meselemiz, dindar, bunun tabii sonucu olarak edepli ve ahlaklı nesiller yetiştirmek. Bizim meselemiz bakımından dindar, “inancı ve ameli olabildiğince kâmil” Müslümandır. Edep ve ahlak da İslam ahlakıdır, zorunlu ve tabîî değişim çerçevesinde geleneği temsil eden edeptir.
Bir toplum düşünün… Bir yandan dünyanın kaderini şekillendiren bir medeniyet tecrübesine sahip ama öte yandan yüzyıllık Batılılaşma sürecinde kendi anayasasını yapmasına izin verilmemiş hiçbir sûrette! İnanılır gibi değil ama gerçek bu! İyi de bu ülke köle mi peki? Bin yıl dünya tarihini yapan bir toplumun geldiği hâl-i pür melâle bakar mısınız…
İstanbul'daki Demokrasi ve Özgürlükler Adası'nda 8 gün boyunca Gazze'yi “İslamî ve İnsani Sorumluluk” başlığı altında ele almak üzere bir araya gelen 50 ülkeden 150'yi aşkın İslam alimi istişarelerinin son gününde Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'nde kılınan cuma namazı sonrası ulaştıkları sonuçları dünya kamuoyuna açıkladı. Daha önce söylediğimiz gibi bu, toplantıya iştirak eden alimlerin Gazze için ne ilk ne de son etkinlikleri idi.
Geçtiğimiz hafta boyunca 50 İslâm ülkesinden 150'den fazla ismin katılımıyla İstanbul'da düzenlenen “İslâmî ve İnsanî Bir Sorumluluk: Gazze” üst başlıklı istişare toplantıları, Müslüman toplumların hayatında âlimlerin oynadığı / oynaması beklenen rolü bir kez daha gündeme taşıdı. İstanbul buluşmasına dair bazı eleştirileri ve bunlara verilebilecek muhtemel cevapları geçen yazımda dile getirmiştim.
Biz İsrail soykırımının hemen durdurulmasının peşinde koşarken, Beyaz Saray'da Jared Kushner ile Tony Blair'in katıldığı, ‘Gazze'nin geleceği' toplantıları yapılıyor. (‘Tony Blair and Jared Kushner to brief Trump on Gaza post-war plans', 27/08, Axios.) Başkan Trump'a savaş sonrası planı sunacaklarmış! Anlıyoruz ki, ‘sonrası' dedikleri, İsrail'in Filistin'i bitirmesi. İnsanların sürülmesi veya öldürülmesi. Yeni toprakların da İsrail'e katılması…
Türkiye ekonomisi, 2023 ortasında “rasyonel zemine dönüş” adı altında acısa da öldürmez tadında bir para ve maliye politikası setine yöneldi. “TÜ KKM” karşısında “ballı börek ÖTV”, “Oh mis MTV” vitrine konarak yola çıkılan, dış dünyanın hoşuna gidecek popülist çizgide seyreden ekonomi yönetimi bazı alanlarda istatistiksel olarak karşılık bulmuşa benziyor. Uygulanan sıkı para politikası ve enflasyonla mücadeledeki “Ali kıran baş kesen” tavır ile kitabın yeniden açıldığına hep birlikte şahitlik ettik.
Yoğun ekonomi gündemi, kur seviyesi, yüksek faiz ve finansmana erişim gibi cari konular arasında gözden kaçan ya da daha doğru bir ifade ile hak ettiği kadar gündemde yer almayan bir konuyu bugün köşeme taşımak istiyorum. Elbette bu kadar çok faizin kendisinin ve seviyesinin konuşulduğu bir ortamda ister istemez gündemin de hep bu konu üzerinde şekillenmesini oldukça normal karşılıyorum. Ancak ben bugünkü yazımda faizsiz finansman konusunda kamu eliyle atılan son derece önemli bir adımı gündeme taşımak istiyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Japon Nihon Shimbun gazetesi için bir makale kaleme almış… 149 yıllık tarihe sahip, günlük 3 milyonluk tirajıyla dünyanın en büyük ekonomi gazetesi olduğu ifade edilen Nihon Shimbun'daki makale Japonca ve İngilizce yayınlanmış.
Ama, fakat, lakin, ancak yok. Taciz tacizdir ve oluşma şartları bellidir. Birine rızası dışında yöneltilen ve onun huzurunu, güvenliğini, onurunu veya özgürlüğünü zedeleyen ısrarlı, rahatsız edici, istenmeyen davranış ve fiillerin alayı tacizdir. Bu tanımda böylece anlaşmazsak tacize uğrayan insanlarla gerekli empatiyi kuramayız. Onları anlayamayız. Cinsel tacizi alalım ele. Kadın ya da erkek zil zurna sarhoş olsa… Kadın ya da erkek muhatabının karşısına çırılçıplak çıksa… Kadın ya da erkek bir noktaya kadar olan bitene rıza gösterse… Biri diğerini evine davet etmiş olsa… Sonuç değişmez. Taraflardan birinin “rızasının dışında” bir şey gelişiyorsa o buz gibi tacizdir. Burada “rahatsız edicilik” ve “ısrar” iki kaçınılmaz ölçüttür.
Önceki yazımızda Hardt ve Negri'den yaptığımız alıntıdaki şu cümleyi tekrar hatırlatalım: “Diyalektik olan gerçeklik değil sömürgeciliktir. (…) Sömürgecilik başkalığı ve kimliği üreten soyut bir durumdur. Ancak sömürgeci durumda bu farklılıklar ve kimlikler sanki mutlak, temel ve doğal şeylermiş gibi işlev görür. Diyalektik okumanın ilk sonucu, bundan ötürü ırksal ve kültürel farklılıkların tabi olmaktan çıkarılmasıdır. Bu, yapay kurgular olduğu fark edilince, sömürgeci kimliklerin buhar olup uçacağı anlamına gelmez. Gerçek illüzyonlardır ve sanki temel şeylermiş gibi işlev oynamaya devam ederler.”
Yarın, Millî Mücadelemizin nihâî zaferle taçlandığı 30 Ağustos zaferinin yıldönümü. Zor şartlar altında zafer kazanmak her milletin harcı değil. Böyle durumlarda zafer, çok büyük emek ve fedakârlık gerektirir. O günlerde bu mücadeleyi veren ecdadımızın pek bilinmeyen muazzam fedakârlık ve kahramanlık öyküleri var. Bu öyküler, bizler ve gelecek nesiller için çok kıymetli. İşte bu öykülerden biri de kendisiyle hemşehri olmaktan gurur duyduğum Afyonkarahisarlı İsmail Şükrü Çelikalay Hocaefendi'nin öyküsü. Gelin, onun öyküsünü birlikte hatırlayalım.
ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve dahi Suriye Özel Temsilcisi Tombalak, sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. Suriye'yi ne şekilde böleceklerini görülmemiş bir nezaketle izah etti. Federasyon gibi bir formülmüş düşündükleri.
Demokrasi ve Özgürlükler Adası (eski adıyla Yassıada) bir haftadır çok önemli bir toplantıya ev sahipliği yapıyor. 50 ülkeden 150 İslam âlimi bir haftadır bütün gün “İslâmî ve İnsanî Bir Sorumluluk: Gazze” üst başlıklı yoğun istişare toplantıları düzenleniyor. Alimlerin büyük çoğunluğu başkanlığını Prof. Dr. Ali Karadaği'nin yaptığı Dünya İslam Alimleri Birliği'nin üyeleri. Türkiye'den başkanlığını Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu'nun yaptığı İslam Alimleri Vakfı ile iş birliği içinde alimlerin Gazze üzerine istişarelerini Demokrasi ve Özgürlükler Adası'nda yapıyor olmaları başlı başına yeterince anlamlı bir olay.
Meslekten öte bir yaşam biçimidir gazetecilik. Herkesin kaçtığı yöne doğru koşmak, bir kare fotoğraf ya da haberle hayatları değiştirmek, en çok da başkasına, insanlığa ses olmaktır. Vicdan yükü ağırdır… Tanıklık ettiği acılar gün gelir kendi yaşamından vazgeçmeye götürür insanı. “Akbaba ve Küçük Çocuk” fotoğrafını çektikten sonra intihar eden Kevin Carter'ı bu yüzden unutmuyoruz belki de…
Niyetim karamsarlığı, kötümserliği, umutsuzluğu yaymak değil; korkutmak hiç değil. Ancak şuna da hazırlıklı olalım: Beterin beteri var. Bugün başımıza gelenlerden çok daha kötüsü olabilir. Gazze tamamen elden çıkabilir, soykırım daha vahşi seviyelere ulaşabilir. Birbiriyle irtibatsız onlarca adacıktan oluşan Batı Şeria şimdi de kuzey-güney olarak ikiye ayrıldı; tamamen işgal edilebilir. Suriye'yi karıştırmak, bölmek isteyen İsrail bu emelinde de başarılı olabilir. Belki onlarca, belki yüzlerce yıl, artan dozda şiddete, daha geniş alana yayılan soykırımlara, zulme, baskıya maruz kalabiliriz. Bugün sınırlarımızdan çok uzakta gibi görünen düşman yarın kapımıza dayanabilir, bir anda her şey değişebilir. Güzel günler geride kalabilir.
Washington öteden beri Çin'i serbest piyasa koşullarını manipüle ederek uluslararası ticaret sisteminin ilkelerine aykırı davranmakla suçlardı. Çin'in ulusal para birimi Yuan'ın değerini düşük tutarak düşük kur politikası üzerinden ihracat odaklı ekonomisini desteklemesi, yabancı yatırımcı şirketlere Çinli yerel ortak zorunluğu getirmesi, şeffaf olmayan sübvansiyonlar sağlaması, ticari sırların hırsızlığına göz yumması ve ihracat sınırlamaları Amerika'nın uzun şikâyet listesindeki pratiklerdendi. Biden dönemindeki ihracat sınırlamaları ve Trump yönetiminin Intel'in ortaklığına soyunması gibi bazı adımlar ise artık Amerika'nın da serbest piyasa kurallarını açıkça ihlal etmekten çekinmediğini gösteriyor.
Ankara, Suriye'de ton yükseltiyor. Önce Şam yönetimi Türkiye'den resmi destek talebinde bulundu. (“Ankara masaya silah koydu” diye yorumlamıştık, 25 Temmuz.) Daha sonra Dışişleri Bakanı Fidan'ın “Artık tolere etmekte zorlandığımız gelişmeleri görmeye başlıyoruz” uyarısı geldi. Aynı gün (13 Ağustos), Türkiye-Suriye askeri mutabakat muhtırası imzalandı.
ABD Başkanı Trump, duyurulan gerekçesiyle Hindistan'a, Rusya'dan petrol almaya devam etmesi nedeniyle mevcut %25 “mütekabiliyet temelli” tarifeye ek olarak +%25 ceza tarifesi uygulayarak toplamda %50 tarife getirdi. (1 Ağustos'ta %25, 27 Ağustos'ta ek +%25 ile)
Harvard mezunu yazılımcı İbtihal Ebu Saad, geçtiğimiz nisan ayında Microsoft'un 50. yıldönümü partisinde ayağa kalkmış ve tüm dünyanın dikkatini çeken bir eylemde bulunmuştu.
Başhekim, hastanenin bahçesine çocuk parkı kurdurdu. Kaydırağın başında sıraya girmiş olan çocukları saydım. Az kaydırak çok çocuk, dedim rakamlara yenik düşüp. İstanbul'un sadece hafta sonu şenlenen deniz kenarındaki parklarını düşündüm. Kışı bitimsiz, yazı tekinsiz bir yerde çocuk olmak…
II. Dünya Savaşı'ndan sonra emperyalist ülkelerin hâkimiyetine karşı mağrip ülkelerinden Endonezya'ya kadara uzanan bir coğrafyada bağımsızlık mücadeleleri yoğunlaşmıştı. Bunlar arasında Cezayir gibi çok ağır bedeller ödeyen ülkeler vardır. Batı karşısında Asya veya Afrika gibi genelleştirici ifadelerin belirli bir karşılığı olsa da kurtuluş hareketlerine verilen destekler çok sınırlıydı. Bunun birçok sebebi vardır fakat asıl olarak II. Dünya Savaşı sonrasının ayırıcı vasfı gereğince bağımsızlık savaşları yalnız kalmaya mahkûmdu.
Sosyal medyanın insanlara verdiği zararları daha çok muhteva üzerinden konuşuyoruz. En az bunlar kadar önemli bir başka zararı daha var ki o konuyu ihmal ediyoruz. Sosyal medya, telefonları, tabletleri ilk elimize aldığımız andan itibaren önümüze bir gündem koyuyor. Hiç itiraz etmeden, hiç üstünde düşünmeden, belki farkında bile olmadan o gündemden güne devam ediyoruz. En hafif tarifiyle başkalarının belirlediği bir zihinsel kurguya kendimizi teslim etmiş oluyoruz. O suni gündem başlıklarının gerçekten ilgiyi hak eden meselelerden oluşup oluşmadığı kritik bir tartışma konusu ama biz bunu tartışmaya pek gönüllü değiliz.
Geçen haftalarda MİT, arşivinden çıkartarak yayınladığı karakalem bir Nazım Hikmet portresini “Özel Koleksiyon” başlığı ile kamuoyu ile paylaştı. Portre, 1950 yılında yapılmış ve pek çok araştırmacının ortak tahmini ile bir sosyalist olan Nazım Hikmet hayranı Rasih Güran'a aitti. Muhsin Kızılkaya'nın bu resimden yola çıkarak Rasim Güran'ın hayatını anlattığı yazıyı döne döne okudum. Edebiyatçılar yazınca başka oluyor tabii ki! Bir dönemin ruhunu, bir devrimcinin hayal kırıklıkları üzerinden son derece insani ve özel bir hikâye olarak anlatmış Muhsin Kızılkaya.