Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık.Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik.Fırtınalı günlerde sığını…

Büyük ve meşhur zatların hayat hikâyelerine ilgi duyduğum için biyografi eserleri okumaktan hoşlanırım. Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yapan ulema hakkında da az çok bilgim vardır. Bu zevat içinde özellikle Ahmet Hamdi Akseki, Ömer Nasuhi Bilmen, Hasan Hüsnü Erdem, İbrahim Elmalı hakkında epeyce malumat edindim. Salabet-i diniyesi öne çıkan ve şer cephesinin yersiz hücumlarına direnip taviz vermeyen bu merhum ve mağfur hocalarımızı rahmetle yâd ediyorum.

İrlanda'da geçtiğimiz ay yaklaşık yüzde 64 oyla Cumhurbaşkanı seçilen Catherine Connolly de önceki Cumhurbaşkanı Michael D. Higgins gibi İsrail'in Gazze'de yürüttüğü soykırıma karşı güçlü bir ses. Ancak İngiltere'deki “İsrail Lobisi” İrlanda'nın İsrail'e yönelik politikaları sebebiyle ABD tarafından cezalandırılması için harekete geçmekte gecikmedi.

Türkiye siyasetinde her partinin bir kaderi vardır ve bu kader, o siyasal hareketle birlikte yaşamaya devam eder. Aydın'da Adnan Menderes Müzesi'ni ziyaret ettiğimde ilginç bir benzerlik fark ettim: Adnan Menderes'in icraatları AK Parti'ye çok benziyor. Fakat bu milleti geri bırakan tek parti uygulamalarının Anadolu insanına yaşattığı sıkıntılarla, rahmetli Menderes'e yapılanlarla; bugün Sayın Cumhurbaşkanı'na yönelik karalamalar ve muhalefetin siyaset kodları arasında pek bir fark yokmuş. Siyasi cephede değişen bir şey yok.

Kuzey Kıbrıs'ta seçimler yapıldı ve KKTC Cumhurbaşkanı değişti. Erhüman seçildi. Tatar seçimi büyük farkla kaybetti. Tatar'dan önce cumhurbaşkanı olan Mustafa Akıncı, cumhurbaşkanı seçildiğinde “Rumlarla barışın sağlanması için bir miktar toprak verilmesi gerektiğini” söylemişti!

Sıklıkla kamu görevlerinin emanet olduğunu ve hiç beklenmedik anlarda bu görevlerden kalkmak zorunda olunacağını yazıp duruyorum. Herkesin bir gün öleceğini bilmesine rağmen hiç ölmeyecekmiş gibi hareket etmesi örneğinde olduğu gibi kamu görevlileri de bir gün görevlerine ayrılacağını bilmesine rağmen hiç ayrılmayacakmış gibi davranabilmektedir.

Bir toplumu tanımazsanız onu bazı hallerde mücrim görürsünüz. Bir toplumun medeniyet finansmanı yöntemlerini anlamıyorsanız, ekonomi politikaları bakımından her davranışını kusur sanırsınız. Ona uygun politikalar üretemezsiniz. İhtiyaçlarına çare olamadığınız gibi toplumun karşısına konumlanırsınız. Yerli yerinde bir devrim niyetiniz de yoksa hele şiddetli geçimsizlik ortaya çıkar.

Patron Ali'nin doğduğunda içine yerleştirilen duygusal sermaye ile işçi, köylü, emekli, memur Ali'nin duygusal sermayesi eşittir. Yalnız kadınların ilk başta sahip olduğu duygusal sermaye kendi cinsleri arasında eşit dağıtılırken, bu sermayenin erkeklerinkinden fazla olduğu tahmin ediliyor. Ömür de bir sermayedir, beden de.

Bugüne kadar çok sayıda tanık konuştu, haberler yazıldı, raporlar yayımlandı. Medya, akademisyenler ve insan hakları örgütleri, Çin'in Doğu Türkistan'daki baskı politikalarını duyurmaya çalıştı. Ancak bütün bu dikkat çekme çabasının içinde büyük bir eksiklik vardı: Uygurların yaşadığı mahallelere girip gerçeklerin fotoğrafını çekebilen bir gazeteci çıkmamıştı. Çin, izin verdiği “turistik koridorlar” dışında hayata dair hiçbir alanı göstermiyor, Doğu Türkistan'a giden yabancılar kurgulanmış bir sahneden ötesini göremiyordu.

Hüseyin Kazım Bey (1870-1934) Osmanlı Devleti'nin son yıllarında valilik ve nazırlık görevlerinde bulunmuştur. İkinci Meşrutiyet döneminin önemli siyaset ve düşünce adamlarındandır. Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul hükûmetinde çeşitli bakanlıklarda bulunup İstanbul-Ankara ilişkilerinde merkezî rol oynamış, Cumhuriyet döneminde siyasetten ayrılmıştır. Dil, siyaset, din, düşünce tarihi üzerine eserleri vardır. Dört ciltlik ‘'Büyük Türk Lügati'' adlı eseri ile tanınır (İslâmî Hareket Öncüleri isimli kitabımda bu zatın da hayat, düşünce ve hareketini yazdım).

Yeni Şafak'ın “Ekonomiye can verecek 6 adım” manşeti aslında Türkiye ekonomisinin nabzını ölçen bir acil müdahale listesi gibi. Listede her derde deva öneriler var ama aralarında öyle bir madde duruyor ki, ilk bakışta diğerleri gibi görünse de etkisi tansiyon ilacı kadar kritik. Türkiye'de döviz kazançlarının vergilendirilmemesi, ekonomi literatüründe maliyetsiz arbitraj diye geçen, halk arasında ise “hiçbir şey yapmadan kazanç elde etme olimpiyatları” olarak bilinen yapısal bir sorunu simgeliyor.

Önceki yazımızda müziğin çevre ile ya da çevrenin müzik ile etkileşimi esasında fiziksel yönden yaptığımız tespitlerin manevi / duyusal / duygusal düzeyde de etkili oldukları malumdur. Psikolojik düzeyde müzik, ilgili sinirleri uyaran, hareketlendiren, sakinleştiren ve gevşeten olarak duyular ve duygular yoluyla bedene doğrudan etki eder. Diğer bir söyleyişle insanın bedensel ve ruhsal hallerini birlikte kuşatır: Hızlı ve yüksek (dikey) tempolu müzik coşku ve heyecana (fiziki ve ruhi hareketliliğe) sebep olurken, yavaş (yatay) tempolu müzik rehavete, dalgınlığa ve hatta dış(arın)ın askıya alınmasına (duygu yoğunlaşmasına ve duygusal bir teslimiyete) sebep olur.

Gazze'de Siyonist katil İsrail'in iki yıl boyunca işlediği soykırım karşısında 2 milyar Müslüman dünyanın içine düştüğü acizlik durumu ister istemez herkeste bir İslam Dünyasının varlığı ile ilgili şüpheler veya arzuları depreştirdi. İsrail'in küstah ve haddini fazlasıyla aşmış saldırganlığı karşısında 2 milyar insan yeterince uyarıcı olamıyorsa kaç kişi olmak lazımdı? Kuşkusuz 2 milyar insanın bizatihi varlığı, İsrail karşısındaki zaafın sayı yetersizliğinden oluşmadığının apaçık bir delili.

“Rachel, Filistin'e, özellikle Refah'a geçiş yaptığında, önceden duyduğu ve okuduğu gerçeklerden çok daha fazlasını hissedecek, havadaki korku ve güvensizlik kokusunu içine çekecekti. O henüz bölgeye geçmeden iki hafta önce Filistinli hamile bir kadın, İsrail buldozeri tarafından yıkılan bir duvarın altında kalarak can vermişti. Yine kendisinden sadece birkaç gün önce, bu sefer 65 yaşında bir kadın, yıkılan evinin altında kalmıştı. Bölge için sıradan, Rachel içinse ürpertici ve dayanılmaz gerçeklerdi bunlar… İnsanlık bir hayal kırıklığı olacaktı Rachel için. O, göreceği ve hissedeceği ortamın dünyanın bir gerçeği olmasından dolayı utanç duyacaktı. Kendisi, ailesi ve tüm insanlık adına utanacak, bu drama ortak olmayı hüsranla açıklayacaktı.

“Batı adamının bunalımı çok tabiîdir, muallaktadır. Doğu adamı yerinmez ve sevinmez, çünkü dünyada yerinilecek ve sevinilecek bir şey yoktur. Ve bizim hüznümüz Allah'adır!” Fethi Gemuhluoğlu Ağabeyin -Sadettin Ökten hocamın tabiri ile Fethi Baba mı demeliydim yoksa- 22 Kasım 1975'te ‘Dostluk Üzerine' irticalen yaptığı muhteşem konuşmayı üstünden 50 yıl geçmişken şimdi tekrar okuyorum ve yukarıda alıntıladığım cümlelerin altını yeniden çiziyorum, aşkla.

Perşembe günü yayımlanan “Şirketler neden gayrimenkul alıyor?” başlıklı yazımın tahminimden daha fazla ilgi gördüğünü itiraf etmeliyim. Üst düzey banka yöneticileri, meslek örgütleri başkanları ve reel sektörden sayısız dönüş aldım. Özellikle reel sektör temsilcilerinden gelen dönüşler tam bir serzeniş niteliğinde! Reel sektörün elindeki gayrimenkullerin değerlemesine ve krediye dönüşümüne ilişkin tespitlerimin ve bu konuda yaşanan sıkıntılarla ilgili örneklerimin “az bile” olduğu şeklinde dönüşler aldım.

CHP kurulduğu günden bugüne, hukuk karşısında hep ayrıcalıklı muamele gördü. Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki tartışmaları bir kenara bırakalım, orası çok tartışmalı bir alan. Çok partili hayata geçilmesinden günümüze kadar yaşanan olaylarda, hukuki meselelerde CHP hep kayrılan taraf oldu.

Herkes onu bekliyordu… İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Ekrem İmamoğlu ve ekibine yönelik yürüttüğü yolsuzluk soruşturmasının iddianamesi hazırlandı. 3 bin 900 sayfa... Ortalık, okuduğunu iddia edenlerin, şöyle bir bakabilenlerin, kapağını kaldırmadan siyasi söylem üretenlerin yorumlarından geçilmiyor...

Bu ülke, emperyalistler tarafından işgal edil-e-medi. Çanakkale, dârü'l-islâm'ın son kalesi Anadolu kıtası'nı emperyalistlere dar edeceğimizi gösterdiğimiz son büyük ölüm-kalım savaşıydı.

Trump, “Suriye'nin anahtarı Türkiye'nin elinde” demişti. İsrail, Washington'ın Suriye dosyasını Ankara ile çalışmasından rahatsızdı. O dosyayı almak için çok uğraştılar.

Hazırlanan iddianame 4 bin sayfaya yakın. 407 kişilik yapı söz konusu. Kurucusu ve yöneticisi Ekrem Bey.

Uzun yıllar boyunca Avrupa, kendisini hâlâ dünyanın merkezinde sanmaya devam etti.

Son iki yazımızda, Batı'nın Doğu üzerindeki kültürel sömürgeciliğinden bahsetmiştik.

43 gündür devam eden Amerikan tarihinin en uzun federal devlet kapanması yedi Demokrat ve bir bağımsız senatörün Cumhuriyetçilerle birlikte oy vermesiyle sona erdi.

Ekrem İmamoğlu iddianamesi açıklandıktan tam 20 dakika sonra, CHP'li isimlerin sosyal medya hesaplarından benzer ifadeler ardı ardına düşmeye başladı: “Bu iddianame boş. Buradan bir şey çıkmaz.”

İletişim çağı ile bilgiye ulaşmak kolaylaştı, sınırlar kalktı hatta zaman ve mekânın anlamı değişti.

Kemal Tahir, romanlarıyla edebiyatımızın zirve ismi olmasının yanında fikirleriyle de iz bırakmıştı. Hayatı, yakın tarihimize olduğu kadar bugünümüze de ışık tutuyor.

Yeni zamanların getirdiği yeni (hemen hemen yerleşik) hayat düzeni içinde, yüksek insanlık ideallerinin yerini küçük ihtiraslar aldı. Artık neredeyse hiç kimse, hangi yaşta olursa olsun, bizim gençliğimizdeki gibi -safça bile olsa- dünyayı kurtarmak, her bozulanı düzgünüyle değiştirecek bir devrim yapmak ya da yıllar boyunca insanlığın yolunu aydınlatacak eserler vermekle ilgilenmiyor.

Azerbaycan'daki zafer törenlerinden dönen komandolarımızı taşıyan C-130 kargo uçağının Gürcistan hava sahasına girdikten hemen sonra düşmesi, 20 vatan evladının şehit olması, hepimizi yasa boğdu. Şehitlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine, yakınlarına, sevdiklerine, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne, ve bütün Türkiye'ye başsağlığı dileriz. Çok üzgünüz. Milletimiz, tarihimiz, coğrafyamız, hayatlarını vatanları için feda edenler üzerinde ayakta duruyor. Bu, yüzyıllardır böyledir ve bugün de böyle olmaya devam ediyor. Anadolu'dan Hicaz'a, Kafkaslar'dan Balkanlar'a, Gazze'den Yemen'e, şehit mezarlarımızın olmadığı hiçbir yer yok. Coğrafyamızın tamamı, şehir şehir, sokak sokak, metre metre, şehitlerin kanı ile yoğrulmuştur.

Suriye'nin bağımsızlığını kazanmasının ardından ilk defa bir Suriye Devlet Başkanı'nın Beyaz Saray'da ağırlanması, beraberinde yeni tartışmaları da getirdi. Henüz birkaç sene önce başına on milyon dolarlık bir ödül konulan ve terörist olarak kabul edilen Şara'nın, 8 Aralık Devrimi sonrasında hızlıca yükselişi ve özellikle Batı kamuoyuna açılması sadece onun talihi/kaderi (fortune) ile ilgili mi yoksa hem iç savaş sürecini yönetme hem de elindeki imkan ve kapasiteyi stratejik düzeyde kullanma becerisi/yeteneğiyle mi(virtù)?

15 Temmuz 2016'dan sonra düşünce dünyamızda ne türden bir değişim oldu sorusunun net bir cevabını vermek herhâlde çok zordur. Buna karşın soruyu önemli kılan birçok unsuru sıralayabiliriz. Belki bu soruya da biraz uzaktan bakmayı başaran biri çok daha sağlıklı cevaplar verecektir. Ama bunlar için dahi bireysel değişimlerin kayda geçirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Zira siyasi ve bürokratik hareketliliklerden ziyade bu kadar büyük bir olayın düşünce dünyamızdaki yansımaları kalıcı sonuçlar açısından çok daha değerlidir. Üstelik kendini yenilemek bakımından devlet katındaki hareketlilik gözle görülür bir hâl almıştır. Burada örgütlü yapılarla bir karşılaştırma yaptığımı özellikle belirtmek isterim.

Askerî kargo uçağımız Gürcistan semâlarında düştü. Maalesef 20 Mehmetçiğimizi kaybettik. Her Türk gibi çok üzgünüm. Evleviyetle onlar için Allah'tan rahmet diliyorum. Yakınlarına sabır niyâz ediyorum.

Son yıllarda hem ulusal hem de uluslararası alanda enerjinin önemi gittikçe artmaktadır. Enerjinin, ekonomilerin en önemli ve stratejik girdisi olması, ekonomik büyümenin sürdürülebirliğini sağlaması, yaşama kalitesini artırması ve dolayısıyla refahın en önemli göstergelerinden birisi olması nedeniyle karar vericilerin üzerinde titrediği en önemli konuların başında gelmektedir.

Türkiye'deki şirketler genellikle verimsizlik ve kaynakları doğru yönetememekle suçlanır. Gereğinden fazla çalışan istihdamı, ihtiyaçtan daha büyük üretim tesisleri, vardiya sayısına değil makine sayısına bağlı büyüme stratejileri ve kurumsallaşma konusundaki dirençleri ilk akla gelen eleştiriler olarak sıralanabilir. Hatta dönem dönem kredi genişlemesi olduğunda da elde edilen finansmanın işletme sermayesi olarak kullanılmadığı bunun yerine gayrimenkul alımına yöneldiği de ilk sırada gelen suçlamalardan bir tanesidir.

İçimiz kavruldu... 20 askerimizin şehit haberini aldık... Onlara Allah'tan rahmet, yakınlarına ve ülkemize başsağlığı diliyoruz... Ruhları şad olsun...

“Sadece kadınlara yönelik” konserler veren Akşam Grubu, sosyal medyada onlara laf atarak sair laflarına itibar edileceğini sananlar da dahil, dindarlık, gelenekselcililik, kültürel yozlaşmaya karşı tavır gösterme saikiyle hareket edenler tarafından çoğunluğu saygı sınırlarını da aşan eleştirilere maruz kaldı.

Şöyle bir sahne hayal edin: Çölün ortasından – ama bir çölün klişesinden değil, çıplak kumun ötesinde, teknolojinin, estetiğin ve sermayenin kırılgan birlikteliğinden yükselen bir şehir. O şehirde, bir haftalık ışık oyunları, zihin esnetmeleri, tasarım deneyleri ve koleksiyonerlere yönelik cazip fısıltılar.

Suriye'nin en tanınmış vaiz ve hatiplerinden Muhammed Hayr Şaâl, geçtiğimiz hafta, konuşma yaptığı iki ayrı camide cemaat içindeki bazı gençler tarafından kürsünden indirilerek dışarı kovuldu. Hadiselerden ilki Şam-Humus arasındaki Kârra şehrinde, ikincisi ise Şam'ın dış mahallelerinden Harasta'da gerçekleşti.

Atatürk'ün ölümünün yıldönümü 10 Kasım, bu yıl farklı anma etkinliklerine ve bundan dolayı farklı tartışmalara konu oldu. Atatürk ölmemiştir, ama her 10 Kasım'da onun ölümü enteresan bir törensellikle tekrar yaşanarak ve yaşatılarak ebedileştirilir.

Suriye Devlet Başkanı Şara ile Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın eş-zamanlı Washington ziyareti/temasları bir “karar anı” oluşturabilir… Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff , Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack gibi bir “takımla” yapılan seri görüşmeler buluşmanın ne kadar ağır olduğunu gösteriyor…

Kadir Üstün - Şara'nın Washington ziyareti ve Türkiye'nin rolü by Yeni Şafak

“Asya mucizesi” olarak anılan kalkınma deneyimi, geleneksel iktisat öğretisindeki serbest piyasa–devlet ikilemini aşarak, öğrenen ve yönlendiren devlet modeline dayalı yeni bir kalkınma paradigması oluşturmuştur.

Yeni Şafak'ta bir dönem istihbarat şefi olarak çalıştığında tanışmıştık onunla. Çok dürüst ve haksızlık karşısında susmayan biriydi. Bu yüzden de uzun süre çalıştığı bir işyeri hiç olmamış. Özellikle futbol dünyasında dönen dolapların büyüklüğünü ondan öğrenmiştik.

Bu yaz Erzincan'da çok garip bir “pazar” ile karşılaştım. Bu yıllardan beri ilk oluyor. Her yaz sılayırahim kabilinden memlekete gider geliriz, böylesi ilk oluyor. Efendim hepimiz biliriz ki, ülkemizde kökü eskilere varan bir “eskicilik” mesleği vardır.

İBB soruşturmasının medya ayağında 6 gazeteci ifade verdi. Gizli tanığın İmamoğlu ve ekibinin gazetecileri fonladığı yönündeki ifadeleri MASAK tarafından tespit edilen para hareketleriyle belgelendi. İddiaların merkezinde Murat Ongun ve firari Emrah Bağdatlı var.

İslami camiada bir süredir konuşulan, tartışılan ancak net bir yanıtı olmayan, “mahalle dışı” bir mesele var: Gazze'de çocuklar açlıktan ölürken, Türkiye'deki solun sesi neden yükselmiyor ya da duyulmuyor? Geçenlerde bir grup üniversiteliyle sohbet ederken aynı soruyu sordum.

Türkiye'de tarihin geniş kitlelerce ilgi görmesinde, kuşkusuz İlber Ortaylı'nın payı yadsınamaz. Uzun yıllar boyunca hem televizyon ekranlarından –çoğu zaman yanındaki jeologla birlikte– hem de akademik derinlikten yoksun popüler kitapları aracılığıyla toplumda bir “tarih bilinci” inşa etti. Ancak bu bilincin niteliği, birazdan ele alacağımız gibi, epey tartışmalıdır. Zira gerçekte popülerleşen şey tarih değil, bizzat İlber Ortaylı'nın kendisiydi.

“Terörsüz Türkiye, Terörsüz Bölge” sürecinde önemli bir viraja girildi. Türkiye, SDG'nin süreci zehirlemesinin önüne geçmek için adeta teyakkuz ilan etti. Bunun için gerekli tüm önlemler alınacak. Sürece ilişkin arazideki son durum ve Türkiye'nin tavrı şöyle:

Türkiye tarihi bir süreçten geçiyor. Yarım asırdır ülkemizde terör eylemleri gerçekleştiren PKK'nın tasfiyesi süreci başladı. Terörsüz Türkiye adıyla başlayan süreçte önemli ilerlemeler sağlanırken, ciddi tehditler de yaşanıyor.

Hep ilkleri yaşıyoruz. ABD'nin hem Çin hem Rusya karşısında aynı anda –erilediği demeyelim ama– ‘geri bastığı' günlere şahit oluyoruz. Moskova ve Pekin, Amerika'yı kadim müttefiklerinden bile daha iyi okuyor…

Bir defasında, dostlarla sohbet ederek İşkodra'dan Prizren'e doğru gidiyorduk. Yol boyunca derin vadilerle, nehirlerle ve ihtişamlı dağlarla örülü muhteşem bir manzarayı izliyorduk. Nihayet Arnavutluk-Kosova sınırına çok yakın Kökes'e ulaştığımızda, karşımıza ilginç bir sürpriz çıktı.

1 Ekim'den beri federal devletin kapanması, en uzun kapanma olarak tarihe geçmek üzere ve tünelin sonunda ışık da görünmüyor. Her iki parti de pozisyonlarında diretiyor, Trump ise uzlaşma için herhangi bir adım atmıyor. Aksine Trump'ın Senato oylama kurallarını salt çoğunluğa çevirme önerisi, Cumhuriyetçilerin istedikleri bütçeyi geçirmelerine olanak verebilir ancak senatörler oyalama (filibuster) sürecinden vazgeçmek istemiyor.