Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık.Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik.Fırtınalı günlerde sığını…
Babası soruyor, Filistinli küçük çocuk hiç şaşırmadan cevap veriyordu. Hangi ülkeyi sorsa biliyordu. Nüfusunu, yüzölçümünü, başkentini hemen söylüyordu. “Moğolistan, Şili, Portekiz, Kenya, Norveç, Yemen, Brezilya, Kazakistan, Bulgaristan, Moritanya, Türkiye, Burkina Faso…” Dünyanın her ülkesi aklındaydı. Nereyi sorarsa sorsun boşluk bırakmıyor, “Eee, ııı” demiyordu.
Bilgelik, dağın arkasını görebilmektir. Gelmekte olan tehlikeyi gören gözlere ve o tehlikeyi bertaraf edecek akla sahip olana bilge lider denir. MHP lideri Sn. Bahçeli işte böyle bir lider olduğunu herkese göstermiş oldu.
Soykırımcı İsrail, İran'a da saldırarak dünyayı savaşa sürüklüyor. İddialı, abartılı, iç karartıcı bir cümle kurduğumu düşünebilirsiniz. Ancak bazen hislerimiz, sezgilerimiz sürüklenmekte olduğumuz gerçekliklerin temsilleri olabilirler. İki dünya savaşı öncesinde olduğu gibi ahmaklık sessizce değil, trampetler ve borazanlar eşliğinde tam tekmil yürüyüş halinde.
Gazze'deki soykırıma karşı küresel ölçekte hareketlenen insani konvoy, büyük organizasyonlar için hazırlık yaparken İsrail, 13 Haziran'da ansızın İran'a şok edici bir saldırı yaptı. Tahran'ı vurdu, nükleer bilimcileri vurdu, İran ordu ve istihbarat üst düzey ekibini adeta yok etti. İran içindeki Mossad örgütlenmesi üzerinden suikastler yaptı. Öyle ki, İran içeriden vuruluyor, büyük ihanetle yüzleşiyordu.
Yaklaşık bir buçuk yıldır İsrail'in Gazze'de yürüttüğü saldırılara tanıklık ediyoruz. Kadın, çocuk, yaşlı demeden bir halkın bilinçli bir şekilde hedef alındığı bu süreç, açık bir soykırım örneğidir. Dünya kamuoyunun büyük kısmı bu vahşete tepki gösterirken, özellikle ABD'de genç nüfusun önemli bir bölümü İsrail'in yanında yer almayı reddediyor. Bu durum, medya ve finans tekellerine rağmen dünyanın vicdanının henüz kaybolmadığını gösteriyor.
13 Haziran Cuma günü çıkan yazım özetle şöyle bitiyordu: “İran, yaşanan gelişmeleri psikolojik harp/sinir harbi olarak görüyor ama yanılıyor. Gelişmeler sinir harbinden sıcak çatışmaya evriliyor.” Yazının mürekkebi kurumadan İsrail, İran'a saldırdı. Peki, İran bunu öngöremedi mi? Neden karşılık veremedi? Onu anlatacağım. O gece Türk hava sahasında neler yaşandığına ilişkin kulisleri de aktaracağım. Ancak önce birkaç hususu vurgulamam gerekiyor.
Gayrisafi yurtiçi hasılaya oranla en yüksek insani yardım yapan ülkenin ferdi olmaktan memnunum. Gururlu değilim, memnunum. İnfak bilinci bunu gerektirir. İslami sosyal finans anlamında fevkalade işler yapıyoruz. Gönlümüz o kadar geniş ki milletimiz için en kolay harcama infaktır desem yeridir.
Terör devleti İsrail'in İran'a saldırılarına bu kez kayıtsız kalınmaması yeni bir savaşı başlattı… İki ülke birbirlerini karşılıklı hava saldırılarıyla, nokta atışı operasyonlarla vuruyor… Savaşın haftalar, belki daha da uzun süreceği konuşuluyor… Bu tabloda dünya kamuoyu çoğunlukla kimin yanında? İsrail'in… Peki bunun sebebi ne? İletişim boyutunda iki sebepten söz etmek mümkün…
1.İsrail isimli terör organizasyonuyla kim savaşırsa savaşsın, kim ona bir zarar verirse versin fark etmez. Yerim İsrail'in karşısı, yanım İsrail ile çatışanın yanıdır. Bu, tartışmaya kapalıdır.
Giorgio Agamben'i bilirsiniz. Kitaplarının büyük çoğunluğu Türkçe'ye de tercüme edilen Agamben, Yahudi asıllı İtalyan bir filozoftur. Gazze'yi Modern Kamp olarak niteleyen Agamben, Filistin Meselesi'ndeki hakkaniyetli görüş ve yorumlarıyla namuslu entelektüel grubunda yer alır. Bu yönünü nasipse ayrıca ele alacağım ancak şimdi felsefi-politik düzeydeki ilk kullanım hakkı ona ait olan şu terim üzerinde duracağım: Muselmann!
Terör devleti İsrail'in İran'ın başkent Tahran başta olmak üzere birçok şehirlerini, kritik noktalarını 200 adet F-35 savaş uçağı ile vurmasının ardından İran, misilleme saldırısı gerçekleştirdi. Saldırıların boyutu gün ağarınca ortaya çıktı! İran vurdu, Tel Aviv'de birçok bina yıkılırken ölü ve yaralıların olduğu belirtildi. İsrail sokakları Gazze'ye döndü! İsrail önceki gece İran'ın farklı kentlerindeki nükleer tesisler başta olmak üzere ordunun üst komuta kademesini de hedef olan geniş çaplı saldırılar düzenledi. İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Genel Komutanı ve bazı üst düzey komutanlar ile 9 nükleer bilim insanı saldırılarda ölürken, toplam sivil kaybı 78 olarak açıklandı.
“Onlar açlıktan kıvranan çocuklar. O çocuklara yemek götürmeye çalıştım, sonra bana ateş açtılar. Sevgi için, insanlık için, İslam için Müslümanların yanında durun. Lütfen Müslüman kardeşlerinizle dayanışma içinde olun. Beni kalplerine kabul ettiler. Hemşire olarak oraya gidebilmek için para ödedim. Açlıktan kıvranan Müslüman çocuklara yemek götürmek istediğim için beni çölde dövdüler. Kalbiniz nerede? Yaşam sevgisi ve insanlık için. Onlar bebekler ve kadınlar. Kadınlar, ölmekte olan bebeklerini emzirmeye çalışıyor ama göğüsleri kupkuru. Filistin'deki kardeşlerinizin yanında durun. Hiç böyle bir şey görmedim ya da deneyimlemedim. Lütfen Filistin'e yürümemize izin verin. Lütfen, yalvarırım size.”
7 Ekim 2023'ten sonra Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Siyonist İsrail'in yayılmacı saldırganlığı karşısında istikrarlı bir tutum sergilemedi. Tabiri caizse Macron sürekli zikzaklar çizdi. Bu, büyük bir ihtimalle Fransa'nın gelişmelere göre pozisyon belirleme arayışından kaynaklandı. Fransa, artık dünya siyasetinde öncü bir rol oynayamıyor. Bu sebeple İngiltere ve ABD'nin peşinde sürükleniyor. İngiltere ve ABD'nin üstünlük kuracağını düşündüğü alanlarda hızlı hareket ederek ortaya çıkan fırsatı değerlendirmeye çalışıyor.
Kurulduğu günden beri varlığını ABD ve İsrail düşmanlığına dayandırmış olan İran'ın şimdiye kadarki tarihinde ilk defa İsrail ile gerçek bir savaşın içine girmiş olduğuna şahit oluyoruz. Tabii ki söz konusu tarihten bu yana gelen düşmanlık tek taraflı değildi. ABD'nin Ortadoğu içindeki bütün güvenlik söylemleri İran'ı bir tehdit olarak görmek üzerine kuruluydu.
Erbakan Hoca'nın öngörüleri ve duruşu Türk siyasetine yol gösterecek kadar çığır açıcı olmuştur. Bunlardan en başta geleni, küresel sistemin Siyonistler tarafından kontrol edildiğine dikkat çekmesiydi Hoca'nın. Onca kınanmaya, itilip kakılmaya aldırış etmeden dünyayı küçük bir Siyonist kartelin / şebekenin yönettiğini haykırmıştı.
Bugünlerde İkinci Dünya Savaşı sonrası ile Soğuk Savaş'ı, nükleer silahlanma yarışını anlatan çok sayıda belgesel yayınlandı. Anlaşılan o ki yeni bir karanlık çağ ve soğuk savaş eşiğinde eskisini “iyice bilin” diyorlar. Turning Point, Soğuk Savaş ve Vietnam belgeselleri, neredeyse 100 milyonu geçen ölü sayısı ile 20. yüzyıla dair bir günah çıkarma yapıyor. Görülen o ki yüz binlerce, milyonlarca insanın ölümüne neden olan savaşlar, bazen komünizm, bazen kitle imha silahı yalanı, bazen çılgın bir iki adamın kuruntuları, bazen de “oldu bir kere, geri dönüş itibar zedeler, devam edelim” anlayışıyla yıllarca sürdürülmüş. Çoğu zaman bir hiç uğruna yıllarca devam etmiş.
* İsrail'in “güçlü”, “yenilmez”, “dokunulamaz” olduğu safsatası birkaç gün içinde çöktü. Yıkıntılardan dumanlar yükseliyor, ölü sayısı resmi rakamların üzerinde, halk korku ve panik içinde. İsrail'de binalarla birlikte Siyonizmin morali çöktü. Başta “Demir Kubbe” olmak üzere İsrail'in hava savunma sistemleri çöktü.
Bir egemen devlete yönelik herhangi bir meşru gerekçe olmaksızın yapılan her türlü saldırı uluslararası hukuk açısından gayri-meşrudur. Son dönemde İsrail'in başta Gazze olmak üzere Suriye'deki işgalci konumu ve nihayet İran'a yönelik saldırgan tutumu, uluslararası hukuk ve kurumlara yönelik azalan güveni neredeyse tamamen ortadan kaldırmış durumda.
Nihâyet korkulan oldu. İsrâil İran'a ağır bir saldırı gerçekleştirdi. Ağır kayıplar yaşasa da İran, buna kendi kapasitesinde cevap vermekte gecikmedi. Artık adını koyabiliriz. Ne kadar devâm edeceği ve nereye evrileceği şimdilik belirsiz de olsa bir İsrâil-İran savaşı başlamış durumda. Burada mühim olan, hâdiseyi mümkün olduğu kadar geriye çekerek anlamak ve ihtimâlleri ortaya koymak.
Sosyal medya hesabımdan yaptığım paylaşımlara işçilerden çok fazla olumsuz yorum gelmektedir. TÜHİS (Türk Ağır Sanayii Ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası) tarafından yapılan teklifin sanki müsebbibi benmişim gibi bir algı oluşmuş durumda. Bu yazımda TÜHİS tarafından yapılan teklifin nasıl sonuçlanacağı ile memurların ağustos ayında başlayacak toplu sözleşme sürecine yansımalarını açıklamaya çalışacağım.
İsrail ile İran arasındaki çatışma ve gerilimin, özellikle enerji ve finans piyasalarını ve tedarik zincirlerini derinden etkileme potansiyeli bulunmaktadır. Ortadoğu denilince öne çıkan en önemli konuların başında tabi ki enerji gelmektedir.
Emin Ma‘lûf Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri adlı eserinde bilhassa dönemin görgü tanığı tarihçilerin tanıklıklarını esas alan akıcı bir anlatı sunar. Kitabın sonunda bütün anlattıklarından iki sonuç çıkarır. Birincisi, Türklerin İslam dünyasının varlığını muhafaza ettirmesindeki hayati rolü ve bunun sonuçlarıyla ilgilidir. Buna göre Türkler Haçlılarla mücadele ederek İslam dünyasını erken bir yok oluştan kurtarmışlardır. Şayet Türk hanedanların kahramanca mücadeleleri olmasaydı Müslüman dünya neredeyse tamamen işgal ve dönüşüme konu olabilir ve Müslümanlar etkisiz bir azınlığa dönüşebilir yahut Müslümanlık beklenmedik bir şekilde tarihten silinebilirdi. Araplar mücadele etme cesaretini bile gösteremezken Türkler Haçlılarla göğüs göğüse mücadele ederek İslam dünyasını yok olmaktan kurtarmışlardır.
Ses itibariyle birbirine benzeyen, ancak anlamları ayrı olan üç kelime vardır ki, bunları muhasebe, mübahase ve musahabe diye sıralayabiliriz. Muhasebe hesapla ilgili olup, bu işle iştigal edenlere de muhasip denir. Mübahase ise bahisleşmek, karşılıklı konuşmak mânâsındadır. Üçüncüsü olan musahabeye gelince, o da doğrudan doğruya sohbetle alakalıdır. Aynı kelimenin bazı kitaplara isim olarak verildiğini de biliyoruz. Mesela son vak'anüvis Abdurrahman Şeref Efendi ile Yahya Kemal Beyatlı'yı zikredebiliriz. İkisinin de “Tarih Musahabeleri” adıyla kitapları bulunuyor.
İsrail, İran saldırısını da Tevrat'a dayandırdı. Mivtza'am ke-Lavi olarak isimlendirdiği operasyonun tam ismi “Aslan Gibi Halkın Operasyonu” olarak Türkçeye çevrilebiliyor. İsim Tevrat'ın 4. Kitabı (Ba-Midbar) 23-24'ten alıyor, aslan gibi yükselen bir halk. Tevrat'ta iki yerde Yahudilik “aslan”a benzetilir. Birincisi, Yakup'un 4. oğlu, İsrailoğulları'nın kendilerini nispet ettiği Yehuda, aslana benzetilir. “Ey Yehuda sen kuvvetle bir aslan yavrusu gibi olacaksın… Kardeşleri de gelecekte Yehuda'nın yöntemini benimseyecektir. Ormanların kralı nasıl aslansa kardeşlerin kralı da Yehuda'dır.”
ABD Başkanı Donald Trump'ın “MAGA kampı”nın içinde “İsrail'e koşulsuz destek” konusunda ciddi bir bölünme yaşandığı bir vakıa. Bölünmenin bir tarafında ABD'nin İsrail'le birlikte İran'a karşı savaşmasını isteyenler, diğer tarafındaysa savaş yerine diplomasiyi önerenler yer alıyor. Bölünme çok net, ancak Trump net değil ve her aşamada zikzaklar çizerek hareket ediyor.
İsrail'in İran'a yaptığı saldırı barbarcadır ve şiddetle kınıyorum. İran Genelkurmay Başkanı, nükleer çalışmalar yapan bilim adamları hedef alındı ve katledildi. Bu ürperticidir. İsrail bütün uluslararası kuralları ayakları altına almakta zırnık kadar sakınca görmüyor!
Savaş sanatı üzerine dünyanın en ünlü bilgelerinden Sun Tzu der ki: “Savaşlar müttefikliklerle kazanılır ve kaybedilir.” Ben buna bir ekleme yapmak istiyorum: Müttefiklikler, güçlü olduğunuz zaman kurulur. Bütün dünyanın da bildiği gibi İsrail haydut bir devlettir. Ancak bu devlet aynı zamanda açık bir terör devletidir. Gözünü kırpmadan 60.000 sivili, on binlerce çocuğu, kadını ve hastayı öldürmektedir. Burada insanlıktan, insanların oluşturduğu bir hukuktan, ahlaktan, erdemden ve insanı insan yapan değerlerden bahsediyoruz. Ancak İsrail'deki haydut rejim bu değerlerin hiçbirine sahip değildir.
İktidar erkleri hangileridir? Kuvvetler hala yasama-yürütme-yargı alışılagelmiş denkleminde mi ayrılıyor? Medya hala 4. güç mü? Siyasetin denge denetlemede rolü ne? İşte, aktüelden sıyırıp düşünsel tarafta yapacağımız tartışmalardan bazıları da bunlar… Erkleri artık yasama-yürütme-yargı şeklinde ayrılmak yapıyı açıklamıyor, medya artık 4. güç değil, 5. güç.
Okuyucularımızdan gelen sorunları gündeme getirdikçe onların adeta sesi olmaya başladık. Bu yazımızda da okuyucularımızın sorunlarını ve taleplerini gündeme getirmeye çalışacağız.
Hem köpeğin hem köpeğin sahibinin kudurduğu zaman dilimindeyiz. Dünyanın iki katil devleti dünyanın suskunluğundan cesaret alarak akıl almaz cinayetler işliyorlar. Çocuk kadın demeden şehirleri bombalıyorlar. İstedikleri ülkelere saldırıyorlar.
Dervişe “dert nedir?” diye sormuşlar. Derviş bu kez cevap vermeye hazırlıklı da değilmiş, hevesli de. “Boğulmaktır” diye kestirip atmış. Soran konuşmaya pek hevesliymiş. “Zorda kalmaktır diyenler de var” deyip ilerletmek istemiş sohbeti. Derviş bu kez de “zorda kalmanın esası tıkanmak, tıkanmanın esası boğulmaktır. İnsan dediğin pek meraklıdır kendini dert sahibi etmeye. Dertle tıkanıp da boğulmaya. Hâlbuki derdinin dert etmeye değmeyeceğini bir anlasa rahata eriverecek de nefes alacak” diye çözülmüş bu kez. “Derdi veren dermanı da verir” derdi eskiler. Canını uyandır ki onların dert bildiği senin dert bildiğinle aynı değildi. Onlar dert diye imtihana derlerdi. Hastalığı, afeti, darlığı dert bilirlerdi sadece. Şimdi parmağı azıcık kanasa âdemoğlunun, dert bilir oldu bunu.
Bir iddiayı dinledim; iddia sahibi, “faiz ancak mal değişiminde olur, para alım satımında veya borçlanmalarında faiz olmaz; çünkü Bakara suresinin 279. Allah Teâlâ ‘faizden vazgeçer tevbe ederseniz mallarınızın aslını alabilirsiniz' buyuruyor” diyordu. İddia sahibi şunu da diyordu: “faizle ilgili âyette mal kelimesi geçiyor, para geçmiyor, bankalar da para/kredi verdikleri kimselerden zaten faiz almıyorlar, enflasyon farkı ve biraz hizmet bedeli alıyorlar…” Bu iddia şuna benziyor:
İki yıla yakın bir süredir insanlığın bütün değerlerini, modern medeniyetin bütün iddialarını hiçe çevirerek Gazze'de soykırım uygulamakta olan İsrail'in İran'a yönelik “beklenen” saldırısı nihayet geldi. Bu saldırıyı “beklenen bir saldırı” haline getiren şey günlerdir, hatta aylardır İsrail'in İran'a saldıracağını duyurmuş olması, ama İsrail'in bu saldırısı Gazze'nin en önemli mesele olduğu bir dünyanın güç dilinde İran ve İsrail arasında dönen bir çatışma alanına ait bir saldırı değil. Zaten yıllardır İran'ı kendisine tehdit olarak görmekte olan (belki de İsrail'in karşısında kurulduğu günden beri kendisini bir büyük tehdit olarak lanse eden İran İslam Cumhuriyeti'nin söylemleri doğrultusunda) İsrail'in bu saldırısı başında Gazze gibi bir büyük ve gerçek sorun olan İsrail için bir bakıma dikkatleri başka yöne çekmekten başka bir anlama gelmiyor.
Bir süre önce halamın kabrini ziyaret etmek üzere gittiğim Edirnekapı Şehitliği'nde, bazıları yerle yeksân olmuş mezarların arasında yürürken Ömer Rıza Doğrul'un kabrine rastladığımda çok şaşırmıştım. Şaşkınlığımın sebebi, kabri, etrafındaki “şöhretsiz” insanlarla tamamen alakasız biçimde, kendi başına ve yapayalnız gördüğüm içindi. Garip, ama demek ki başka bir beklentiye girmişim. En azından, yolun karşı tarafında yatan meşhur kayınpederi Mehmed Âkif Ersoy'un yanında-yöresinde bir yerdedir diye hayal ettim herhalde.
Neredeyse iki senedir gece gündüz demeden, bayram filan aldırış etmeden İsrail terör devleti Gazze'deki soykırıma, katliama, vahşete devam ediyor… Bütün dünya seyrediyor… Ama bu böyle gitmez, gidemez! Böyle giderse insanlık insanlığını yitirir. İnsanlığın bitmediğini, insanlığın insanlığını yitirmediğini gösteren cirmi küçük ama anlamı ve sonuçları büyük bir eylem yapıldı geçen hafta Gazze açıklarında.
Pazar günü Umman'da ABD-İran nükleer müzakerelerinin yeni ayağı toplanacaktı. Ancak çarşamba ve perşembe günü Washington, “bir tıkanma noktasına gelindiğini, ilerlemenin zorlaştığını” söyledi. Hemen ardından, bölgedeki güvenlik mahfillerini tereddütlü bir alarma sürükleyen uyarılar gelmeye başladı… En belirgin ipucu, bölgedeki Amerikan misyonlarında acil görevi olmayanların ve ailelerin bulundukları ülkelerden ayrılması ikazıydı. Yani İsrail saldırısından evvel iki ipucu vardı ortada, görüşmelerin çıkmaza girdiği ve tahliye duyuruları. Perşembe günü CENTCOM komutanının Tel Aviv'e gideceği, ardından da bu ziyaretin iptal edildiği haberi geldi. Bir hareketlilik vardı ama kimse bu çapta saldırının gelebileceği konusunda herhangi öngörüde bulunmuyordu…
Eskiden bir milletin istilaya uğraması için sınırlarına ordu dayanırdı; artık ekranın sağ üst köşesinde beliren bir indirim bildirimi yetiyor. Kaleyi içerden teslim etmişiz: kart bilgileri kayıtlı, “sepete ekle” refleks olmuş, akıl sağlığıysa hâlâ “kargoya verilecek” statüsünde bekliyor. Ticaret Bakanlığı'nın 2024 e-ticaret raporu, yalnızca sepetlerin değil, zihinlerin ve ilişkilerin de dijital pazar yerinin algoritmasına teslim olduğunu gösteriyor. Harcadıkça büyüyen bu vitrinde ekonomi değil, sadece sepetteki airfryer büyüyor. “Geçinemiyoruz” diyen biz, kampanya görünce yine dayanamıyor: Kaçmaz ya! deyip tıklıyoruz… Sonra bir bakıyoruz, kart limitleri daralmış ama alışveriş geçmişimiz hayli kabarmış.
19 Haziran'daki kritik Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı yaklaşırken başta reel sektör olmak üzere piyasaların gözü faiz oranlarına çevrildi. Reel sektörün can suyu beklediği bu dönemde Merkez Bankası hafta içinde art arda repo ihaleleri ile fonlama maliyetini %46 seviyesine doğru çekmeye başladı. Elbette TLREF biraz daha gecikmeli bir şekilde bu seviyeyi yakınsayacak ancak 19 Haziran'a kadar piyasa fonlama maliyetinin %46'da oluşması da PPK faiz indiriminin önünü açmış olacak.
İsrail'i, yaptıklarını, yapmadıklarını ifade etmek için en doğru kavram hangisidir diye uzun boylu düşündüm… Bütün yollar döndü dolaştı, tek bir sıfata odaklandı: Küstah… Aslında saygısız, kaba, terbiyesiz anlamlarında kullanılan Farça bir kelime… İngilizcede ‘insolence', ‘arrogance', ‘impudence', ‘cheek / cheekiness', ‘audacity', ‘effrontery' gibi kavramlarla karşılanmaya çalışılıyor. Yaklaşık Türkçeleri; saygısız, haddini bilmez, kibirli, utanmaz, arsız…
Yazımı cuma namazından hemen önce kaleme alıyorum. Yani ben yazımı yazarken İsrail, İran'a vuralı ve aralarında çok kritik askeri personelin de olduğu İranlıları öldüreli 10 saate yaklaşmıştı. Belli ki İsrail, Gazze'de sahip olmadığı istihbarata İran'da, Tahran'da, Tebriz'de sahip. Nokta atışlarla kilit isimleri öldürebilecek istihbaratı edinmiş. Bu, İsrail'in istihbarat gücünden çok İran'ın istihbarat zaafını gösterir bir durum bence. Diğer yandan İsrail'in, ABD desteği olmadan asla herhangi bir askeri operasyonda başarılı olamayacağı da gün gibi aşikâr oldu bence.
ABD Başkanı Trump-İsrail Başbakanı Netanyahu ilişkisi kopma noktasına gelmişti. Trump, Netanyahu ile fikir ayrılığı yaşıyordu. Gazze'deki tartışma stratejik değil taktikseldi. Suriye'de iki ülke farklı kamplara kaymıştı. Trump'ın Oval Ofis'te Netanyahu'yu “Makul ol” diye azarladığını hatırlayın. İran konusunda da İsrail Başbakanı'nın istediği noktaya gelmiyordu Trump. Netanyahu'ya mesafe koymuştu. Geçtiğimiz ay Tel Aviv'i bölge ziyaretinin dışında tutmuş, Savunma Bakanı Hegseth'in İsrail ziyaretini de iptal ettirmişti.
Bugün hayatta olanlar arasında Osmanlı'nın dağılışını gören nesil kalmadı. Cihan devletinin çöküşünü görmediğimiz için ne kadar şükretsek az. Büyük bozgunun yaşatacağı travma, ömür boyu gitmezdi. Zamanla azalmak şöyle dursun, dünyanın bugünkü hâlini gördükçe artardı mutlaka.
PKK kendisini feshettiğini açıkladı. Sıra silahların teslimine geldi. Peki bu mümkün olacak mı? Ben olacağı kanaatindeyim. Bunun için vakte ihtiyaç var. Bunun şekli, yöntemi ve zamanlaması konusunda gerekli müzakereler yapılıyor elbette.
Tarih akışının çok hızlandığı bir dönemdeyiz. Dünyanın Doğu'sundan Batı'sına kadar istisnasız tüm bölgelerinde “Belirsizlik” hâkim. Öyle ki; belirsizlik tek kalemde de değil; ekonomiden, dış politikaya her konuda çok bilinmezli denklemler var.
29 Mayıs 2025'te 7549 nolu kanun TBMM tarafından onaylandı. Mezkûr kanuna göre, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki Din İşleri Yüksek Kurulu, Kur'ân meallerini kamu kurumları, özel kişi ve kuruluşların talebi üzerine veya resen inceleyebilecek, bir mealde İslam'ın temel ilkelerine aykırılık tespit ettiği takdirde, onun toplatılmasını, yayımdan kaldırılmasını ve dijital ortamlardan silinmesini talep edebilecek.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Irak'taki diplomatları geri çektiği ve Ortadoğu'daki asker yakınlarının bölgeden ayrılmasına izin verildiği haberleri, İsrail'in İran'a saldırmasının an meselesi olduğu yorumlarını yoğunlaştırdı. Başkan Trump'ın İran'la nükleer görüşmelerle ilgili karamsar sözleriyle birlikte İngiltere'nin deniz taşımacılığına karşı tehditlere karşı uyarısı bölgede askeri çatışmanın yakın olabileceğine işaret ediyor.
Yapay zekâ üzerine çekilen hesapta “komik” vidyolar çok rağbette. Geçenlerde bir arkadaşım böyle vidyolardan birini gönderdi. Sizin için vidyoyu tasvir ediyorum:
Çok değil, bundan sadece birkaç ay öncesine kadar İsrail, dünya ve Türkiye'deki bir kesim nazarında, barbar ve geri kalmış Ortadoğu'da tutunmaya çalışan, batılı, modern, laik, ilerici, barışçı bir ülke imajına sahipti. İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya'da soykırımdan kurtulan mazlum Yahudiler gelip bu topraklara yerleşmişti, aşırıcı cihatçı teröre karşı haklı mücadele veriyorlardı. Sayfalarından kan akan Kur'an'dan beslenen teröristler coğrafyalarında medeniyete tahammül edemedikleri için İsrail'e düşmanlık yapıyor, İsrail ise burada batılı yüksek değerler adına kutsal bir savaş veriyordu.
Beğenmek genel anlamda bir şeyi iyi ve güzel bulmak demek… Bir şeyin iyi ve güzel olduğuna bir an içinde karar verebiliriz, ancak bu anlık kararın arkasında yaşanmış bütün anlarımız vardır. İyi ve güzel kavramları, yaşayarak biriktirdiğimiz kanıların hasılası olarak ortaya çıkar. İçinde belirleyici olarak inançlarımız, geleneksel değerlerimiz, kişisel hissiyatımız, duygu ve düşüncelerimiz ve daha birçok başka şey vardır. Bir an içinde karar veriyor olsak da; geriye doğru bütün ömrümüzü kapsayan hayat tecrübelerimizle bakar ve kanaat getiririz aslında neyin iyi ve güzel olduğuna. Beğenmek ya da beğenmemek için ölçümüzün böyle bir derinliği vardır.
Geçen hafta Uluslararası Ceza Mahkemesi başsavcısı Kerim Han'ın İngiltere eski dışişleri bakanı David Cameron tarafından 2024'te tehdit edildiğini öğrendik. Hatırlanacağı gibi Kerim Han, Gazze soykırımından sorumlu oldukları gerekçesi ile İsrailli yetkililer hakkında tutuklama emri çıkarılması için uğraşmıştı.
Şöyle bir öneri ya da çağrı yapsak. Akdeniz'den Gazze'ye yönelecek yüz gemilik bir filo oluşturulacak. Yolcu gemileri, yük gemileri, tekneler, sürat motorları, yatlar, balıkçı tekneleri ve aklımıza gelen bütün deniz araçları Akdeniz'in ortasında toplanacak.