Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık.Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik.Fırtınalı günlerde sığını…
İnsan bazen kendini geçmişin içinde, hatta bir metnin içinde, adım adım yol alışını gözlerken buluyor. Benim böyle bir nasibimin olduğunun yeni farkına vardım. Cumartesi günü Ezel Erverdi Beyefendi ve İsmail Kara Hocamızın birlikte hazırladığı Nurettin Topçu'nun Bütün Yazıları adlı eser iki cilt olarak elime ulaştı. Kitapları açarken Besmele çekip tefeül ederim. Bahtıma çıkan ilk yazıda bir müddet oyalanırım. O gün dahi öyle yaptım. Elimdeki cildin ikinci cilt olduğunu fark etmeksizin açtım: “Günah”. Metni okudum. Tekrar okudum. Pek çok satırını evvelinden bildiğimi fark ettim. Metin, Mart 1961'de Düşünen Adam'da yayınlanmış.
1995 yılının sonbaharıydı. Memleketimiz olan Afyonkarahisar'ın Dinar ilçesinde büyük bir deprem meydana gelmiş; pek çok bina yıkılmış ve onlarca insanımız deprem nedeniyle vefat etmişti. Rahmetli pederim, yöre halkını teselli etmek ve onlara manen destek olmak amacıyla Dinar'a gitmiş; bizi de beraberinde götürmüştü. Dinar'ın merkezî camilerinden birinde öğle namazını kendi aramızda kılmıştık. Namazı bendeniz kıldırmıştım. Namazdan sonra cami içerisinde bekleyen kişiler, bizim Dinarlı olmadığımızı anlayıp yanımıza geldiler.
Havalimanında karşılaştığımız kişilerden bazıları Havai'ye bir kısmı da Dubai'ye giderken, bizim biletlerin üstünde yazan Bosna Hersek'in merkezi Saraybosna'ydı. Niyetimiz Srebrenitsa katliamının otuzuncu yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen törenlere katılmaktı.
Serzenişim, kimsenin aklına ihtiyaç hissetmeden sorun çözmek isteyenlere. Kendi aklını herkesin aklından üstün tutanlara. Her şeyin merkezine yalnızca kendi aklını yerleştirmek isteyenlere. “Devlet aklı”nın arkasına sığınıp kendi dava arkadaşlarının aklını bile “hiç” veya “önemsiz” görenlere. Sitemim, egosu şişkin olanlara.
Osmanlı Devleti'nin son yıllarında “millet”, “milliyet”, “Osmanlı”, “ümmet” gibi kavramlar ve bu kavramların çerçevesi çok yoğun şekilde tartışılıyordu. Tartışma, yeni kurulan Cumhuriyet'e de miras kaldı. Hemen her tartışma gibi bu önemli tartışma da Çankaya sofrasında sabaha karşı alınan kararlarla alelacele bir çerçeveye kavuşturuldu, üzeri örtüldü, dosyalar kapatıldı ve yeniden tartışılması adeta yasaklandı.
Ülkemizin kaderinde karınca kararınca rol oynayacak sessiz bir devrime imza atıyoruz: MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) benzeri olmayan bir maarif modeli ve ruhu geliştiriyor: Birinci sınıf hocalarıyla, benzersiz ders yelpazesiyle, şehir, üniversite ve lise çalışmasıyla dünyanın dört bir tarafından 59 bin talebesiyle evi, dünyaya, dünyaya okula dönüştüren akademiye ruh katan, entelektüel hayatımıza derinlik kazandıran bir küresel bir okul bu. Adam yetiştirecek adamları yetiştiren bir okul mottosuyla ülkemizin kremasını yetiştiren, günü kurtarmak için değil geleceği kurmak için yola çıkan, inanmış ve adanmış, çağrısı çağını kuracak öncü kuşakları hazırlamak için çıkılan uzun soluklu bir medeniyet inşası yolculuğu.
MAGA (Amerika'yı Tekrar Büyük Yap) hareketinin önde gelen isimleri, Amerikan Adalet Bakanlığı'nın Epstein raporu sonrasında adeta Trump yönetimine kazan kaldırmış durumda. Başkan Trump'ın seçim zaferinde kritik rol oynayan en önemli komplo teorilerinden biri, Jeffrey Epstein'in elinde olduğu iddia edilen elit müşteri listesindeki isimlerle ilgiliydi. 2019'da tutuklanması sonrasında hücresinde intihar ettiği açıklanan Epstein'in elinde reşit olmayan kızların pazarlandığı bir müşteri listesi bulunduğu ve içinde çok ünlü isimlerin olduğu iddia ediliyordu. Trumpçı aktivistler, bu listede Demokrat ünlülerin bulunduğunu söyleyerek siyasi rakiplerini pedofiliyle suçlamış ve bu komplo teorisi 2024 seçim kampanyasındaki kültür savaşları bağlamında Trump kampanyası lehine son derece etkili olmuştu. Trump, Epstein davasıyla ilgili detayları açıklamayı vadetmişti ancak Adalet Bakanlığı'nın geçen hafta bunu yapmayacağını açıklaması, Başkan'ın tabanında adeta bir ayaklanma başlattı.
Rusya-Ukrayna savaşının şiddetlenmesi Avrupa Blokunda tartışmaları tekrar alevlendirdi; savunma için gereken adımlar atılmalı! 2022'de Rusya'nın Ukrayna'yı işgali sonrası Almanya, güvenlik politikalarında tarihi bir dönüşüme gitti. Şansölye Olaf Scholz bu süreci “dönüm noktası” olarak adlandırmıştı. Almanya, askeri gücünün modernizasyonu için 100 milyar Euro'luk özel bir savunma fonu oluşturdu.
Ramazan Dikmen, 44 yıl önceki yazısında, edebiyata göre daha genel olan yayınsal ve yazınsal faaliyetler kapsamında medya ahlâkını da konu edinmekle birlikte, -Müslümanlar olarak Sünnete uygun bir edebiyat, sanat vs. icrâ ediyor muyuz? -Sünnete uygun edebiyat, sanat ve yayın anlayışımız nedir?
Türk demokrasi tarihi, millet iradesine yönelik mütecaviz tutumların sıklıkla tekrarlandığı bir laboratuvar niteliğindedir. Başta bürokrasi ve askeri kuvvetler olmak üzere farklı unsurlar aracılığıyla demokratik sisteme müdahale eden aktörler, Türkiye'nin kapasitesini aşındırmışlardır. Milletin, siyasete etkisini asgariye indirecek olan bu adımların inşa ettiği vesayet sistemi on yıllar boyunca etkili olmuş ve nihayet 15 Temmuz 2016 işgal ve darbe girişiminin akabinde sona erdirilmiştir.
Sanâyi kapitalizmi, zihnen kategorik sert kavramsal ayırımları benimser. Dünyâ siyah ve beyazlardan oluşur. Bunun arası yoktur. Hâlbuki tecrübelerden anlaşılmıştır ki yaşadığımız hayatlar bunun tam aksini söyler bize. Sanâyi toplumunun kültürel boyutu tam da bu ara durumların reddine; eğer başa gelinmez olursa baskılanmasına adanmıştır. Aldıkları eğitim vasıtasıyla insanların zihin dünyâları da buna göre şekillendirilmek istenmiştir.
7 Ekim 2023'ten sonra çoğunluk, Almanya'nın İsrail'e koşulsuz desteğini olağan bir durum olarak karşıladı. Onlara göre Almanya, Hitler döneminin günahlarını ödüyordu. Gelişmeler bu görüşü teyit etmese de uzun süre Almanya'nın İsrail'e ve Yahudilere borçlu olduğu inancı sarsılmadı. Bu sebeple Netanyahu ve ekibi ile Hitler ve Nazi dönemi arasında benzerlikler kuruldu.
Bir piton, kral kobrayı yakalayıp boğarak öldürmeye çalışırken kral kobra pitonu ısırmış ve güçlü zehrini zerk etmiş. Zehrin etkisi ile hızlıca ölen ve iyice kasılan piton kral kobrayı daha da sıktığı için kral kobra da ölmüş. Eski Mısır ve Antik Yunan'da birbirlerine sarılı halde ölen iki yılanı tasvir etmek için “Ouroboros hali” kavramı kullanılıyor. Peki ben neden bugünkü yazıma bu kavram ile başladım?
İsrail Suriye için nasıl bir tehditse Türkiye için de öyle bir tehdittir. İran için, Lübnan için, Mısır için nasıl bir tehditse Türkiye için de öyle bir tehdittir. İsrail, Gazze'de Filistin halkına nasıl kesintisiz soykırım uyguluyorsa, Lübnan'da, Anadolu'da, İran'da, Mısır'da aynı zihinsel hastalığı uygulamak için yanıp tutuşmaktadır.
Termometreler hava sıcaklığının mevsim normallerinin çok üstünde seyrettiğini söylüyor; nasıl oluyorsa bu aşırı sıcaklıklar bile buz tutmuş kalpleri ısıtmaya yetmiyor! Bazen insan içinden gelip geçenlerin nereden gelip nereye gittiğini merak ediyor. “Seni birkaç kez aradım ama bulamadım” dedi kırmızı desenli tişörtü olan. “Bazen beni ben de bulamıyorum!” diye öylesine cevapladı onu düz yeşil gömlekli olan.
Türkiye'de gerçekleşen darbeler, bir yandan dönemin ekonomi ve siyasi politikalarına müdahale olurken diğer yandan sebep olduğu siyasi istikrarsızlık ve iklim nedeniyle ekonomiye ciddi maliyetler yükledi.
Özgür Özel bir televizyon kanalında 15 Temmuz özel yayını için konuk olmuş. Haftalık Oksijen gazetesi de konuşmanın tamamını yayınlamış. Bu şekilde CHP'nin ifadelerindeki tenakuzların tarihine bir yenisi eklenmiş.
Hiç elektrik olmadan havadan su çeken bir pencere tasarlamak kimlerin aklına gelirdi? Dünyanın en kurak çöllerinden birinde, MIT mühendisleri olağanüstü bir şeyi test etmiş: Çöl havasını içilebilir suya dönüştüren pasif bir cam pencere hem de hiçbir kablo, elektrik veya tesisat olmadan. Güneş enerjisiyle çalışan bir panele yerleştirilmiş hidrojel teknolojisini kullanan bu sistem, geceleri buharı toplayıp gündüzleri temiz su salıyor.
15 Temmuz'u bir darbe teşebbüsünün yıldönümünden ziyade darbelere karşı destansı direnişin bir yıldönümü olarak görmek tabii ki çok daha önemli. Türkiye tarihi, siyasi ve ekonomik rejimi 1876 yılından beri darbelerle, balans ayarlarıyla örülmüştür. Darbeler Türkiye için istisnai haller oluşturmuyordu. Aslolan darbelerdi, darbeleri yapan, darbelerle ülkeye balans ayarı yapan mihraklardı.
Eğitim camiasından bazı isimlerle istişare toplantısındaydık. Ortamdakilerden biri söz aldı, doğrudan bana dönerek “Hocam, artık ümmetin modası geçti. Ümmetçilik fikri iflas etti. Bundan sonra artık millet fikrine dönmek gerekiyor” deyiverdi. Ümmetle milleti -sanki ikisi birbiriyle çelişiyormuş gibi- kafa kafaya tokuşturmak epeydir süre gelen bir akım malum, dolayısıyla muhatabım aslında bana şunu söylemek istiyordu: “Demode fikirlerinden artık kurtul. Ümmetçilikten vazgeç. Doğru yolu bul!” Gülümsedim.
Art Basel Qatar'ın ilk artistik direktörü olarak Mısırlı sanatçı Wael Shawky'nin atanması, sanat dünyasında heyecan ve tartışmayı aynı anda tetikledi. Sanatçı kimliğiyle küratöryel bir pozisyona geçişi sıra dışı bulanlar olduğu kadar, bunu yenilikçi bir yaklaşım olarak görenler de var. Shawky, özellikle Ortadoğu sanatının küresel sanat ortamında tanınmasına önemli katkılar sunmuş bir isim. 1971 yılında İskenderiye'de doğan Shawky, İskenderiye Güzel Sanatlar Fakültesi'nde lisans eğitimini tamamladıktan sonra 2001 yılında ABD'de Pensilvanya Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptı. Mısır'ın çağdaş sanat sahnesinin en yaratıcı ve etkili figürlerinden biri olarak biliniyor.
Türkiye ekonomisi uzun süredir fena halde hissedilen bir kuşatmanın altında, sabah akşam derin nefes egzersizi yaparak hayatta kalmaya çalışıyor. Oksijen maskesi takan yok, ama herkes daralmış durumda. Üç ayaklı bir şer ittifakı tarafından etrafı sarılan ekonomi, döviz–enflasyon–faiz sarmalında dönüp duruyor. Kurtulmanın yollarını arayanlar da var, mış gibi yapanlar da. Kimi yapısal reform diye fısıldıyor, kimi sadece Allah sonumuzu hayretsin diyor. Ve maalesef ikincisi daha kalabalık görünüyor.
Cumhurbaşkanı tarafından, ‘Türk-Kürt-Arap' müstakbel birlikteliğine yapılan atıf elbette bölgeye yönelik. Bunun da katmanları var. Bir tanesi, Türkiye-Suriye-Irak üçgeni. Bu iki ülkeyle kurulan “özel” ilişkinin bir çekirdek oluşturduğu görülüyor…
Başkan Trump'ın son günlerde Rusya'ya karşı yaptığı sert açıklamalar, Washington'ın Ukrayna'ya yardım stratejisinde net adım attığını gösteriyor. Trump, Putin'i müzakere masasına getirmekte başarısız olması sonrasında Ukrayna'ya destek konusunda yeni bir adım atmaya karar verdi. Trump, Biden'ın karşılıksız yardım politikası yerine ABD'nin Ukrayna'ya verilmek üzere NATO'ya silah satacağını açıkladı. Putin 50 gün içinde masaya oturmazsa Rusya'yla ticaret yapan ülkelere karşı da ek vergi tehdidi savuran Trump, Rusya'ya karşı baskıyı artırarak sonuç almaya çalışacak.
Türkiye 9 yıl önce büyük bir badire atlattı ve tarihi bir eşiği geçti. 1071'den bu yana Anadolu coğrafyasında çok olaylar yaşandı, büyük ihanetler meydana geldi. Bin yıllık tarihimizde 15 Temmuz ihaneti en büyük ihanetlerin başında geliyor.
Bu dördüncü yazı. Geçtiğimiz günlerde gösterilen İNSAN 3.0 isimli belgeselde anlatılanları alıntılayarak kâğıda dökmeye devam ediyorum. Kahramanımız genç bir kız. Çocukluğunda cinsiyet kimlik karmaşası yaşamış, ameliyatla erkek olabileceğini düşünmüş. Önceki yazıda ağzından aktarmıştım.
ABD Ankara Büyükelçisi Barrack, New York'ta bir grup gazetecinin sorularını yanıtladı. ABD Kongresi'nin Suriye'deki "SDG"ye karşı sempati duyduğuna işaret eden Barrack, ABD'nin bu grubun Suriye hükümetine dahil olması için yol açmak istediğini söyledi.
Sorsanız “Ümmet nedir?” diye emin olun ki bilmezler. Basit bir tarif bile getiremezler. Sadece kafalarındaki yanlış ezberlerle suçlamayı becerirler. Hem İslâm'ı bilmezler hem Kur'ânî kavramları bilmezler, hem de çok bilmiş edasıyla konuşup dururlar. Pek bir cahildirler.
Belediye başkan yardımcısının, işyerini büyütmek için inşaat izni isteyen bir iş adamına söylediği: “İzni alabilmen için komisyon vermen gerek” Kibar adam tabii, açıkça rüşvet demeyi kendine yakıştıramamış, komisyon diyor. İlgili kişi “Ne komisyonu? Ortak mıyız? Bizim şirketin hissedarı mısın? Bu işler zaten senin görevin değil mi?” diye sormuyor. Başını eğip dışarı çıkınca, doğrudan polise ve savcılığa giderek durumu anlatıyor.
New York merkezli “İftira ve İnkârla Mücadele Birliği (Anti-Defamation League-ADL)” sözde Yahudi karşıtı eylem ve söylemlerle mücadele etmek için kurulmuştu. ABD'deki “İsrail Lobisi”nin en eski kuruluşlarından “ADL”, İsrail'i eleştirmeyi bile ‘Yahudi karşıtı faaliyet' olarak gösterecek kadar işi ilerletti. İsrail'in Gazze'de yürüttüğü soykırıma tepki gösteren anti-Siyonist Yahudilerin de “Yahudi karşıtı” olarak etiketlendiklerini belirtmek gerekiyor.
15 Temmuz 2016'da ne oldu? Tarih nasıl değişti? Türkiye imha edilecekken küresel güce nasıl dönüştü? Ve bizler bu “büyük tarih sıçraması”nı ne kadar algılayabildik? O gece Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana ilk kez dışarıdan ve içeriden aynı anda saldırıya uğradı. Osmanlı tarihi dahil, bilinen Anadolu isyanlarının çok daha ötesinde bir şey gerçekleşiyor, 21. yüzyılın eşiğinde Anadolu'yu parçalayıp Türkiye'yi küçültme senaryosu uygulanıyordu.
Emperyalistler; İngiltere ve Fransa başta olmak üzere dönemin büyük güçleri, Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalayarak bölgeyi kendi işgal topraklarına dönüştürdü. Sykes-Picot Anlaşması bunun somut örneğidir. 100 yıl süren bu savaşta Osmanlı Devleti içten ve dıştan parçalanmış ve Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu'da devam eden Osmanlı varlığı çökmüş; Osmanlı Devleti'nin nüfuz alanı işgal, kan ve gözyaşından başka bir şey görmemiştir. Bugün Gazze'de yaşanan soykırım ve vahşet, iki yüzyıllık sömürünün özetidir.
Gazetemiz Yeni Şafak'ın 15 Temmuz Özel Ekinde günün anlam ve önemine binaen duygu ve düşüncelerimi paylaştım. O yüzden bu yazıda farklı bir konuyu ele alacağım. Biraz örtük, biraz komplo, gerçekten teyit edilemeyen ve fakat emareleri epeyce belirip amaç, kapsam ve araçları şekillenen bir uzlaşıdan bahsedeceğim. Bu uzlaşının yeni dünya düzeninin ekonomik strüktürünü biraz da olsa tarif edebilmek için ehemmiyeti var. Mesele de bu zaten. Olası strüktürü biraz çözüp iyi giden ve iktisatta Yeni Ekonomik Coğrafya olarak bilinen bir atılıma giren Türkiye adına yeni dünyada konumlanırken daha ince ayar neler yapılabilir onu çözümlemek.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde sizce “Kaç tane kırılma noktası vardır?” Bence beş tane sayılabilir: 1. Kurtuluş Savaşı ve Atatürk inkılapları, 2. Tek partili dönemden demokrasiye geçiş ve 1950 seçimleri, 3. Kıbrıs harekâtı, 4. 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi ve 5. Terörsüz Türkiye projesi.
Önce, Cihat Gökdemir'in tespitini alıntılayayım: “Kudüs ittifakı, Selçuklu ruhu. Öyle görünüyor ki genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı'nın mirasını da bagajına alıp Selçuklu'nun mirasına yürüyor. Osmanlı, bir Balkan devletiydi. Selçuklu ise bir Anadolu-Ortadoğu devleti. Bir tür Türk, Kürt, Arap ittifakı. Devlet, Selçuklu mirasına karar vermiş.”
Yazı/edebiyat planında benim kuşağımın yani '80 kuşağının doğru cevabı vermede aciz kaldıkları sorulardan biri, edebiyatın tebliğ için mi yoksa sanat için mi yapıldığıydı. İlgili tartışmaların yoğunlaştığı yılların aynı zamanda 12 Eylül darbesine çıkan yıllar olmasıyla bu soruda bir kimlik çatışması da kendiliğinden uçlanıyordu. Aradan yarım asır geçtiği halde söz konusu soru cevaplanabilmiş değildir. Bilakis eli kalem tutan hemen herkesin ille de yazar olmaya soyunduğu şu ortamda o soru, muhafazakarlığın daha açık bir söyleyişle sekülerleşmenin hakimiyetiyle geriye itilmiştir ki, tek başına bu sebeple bile -yazının mahiyeti değil işlevi bakımından- tekrar ele alınmayı beklemektedir.
Düşüncelerimiz, hissiyatımız, hayallerimiz, edindiğimiz hayat tecrübeleri derûnumuzda bir bütünlük oluşturuyor mu? Bizler hayat sürerken önümüze çıkan bir ‘şey'in ne olduğuna, nice olduğuna, nasıl olduğuna, nereden geldiğine, nereye doğru gittiğine dair bir ‘his'se sahip olurken, iç irtibatlarımızdan, iç oluşumuzdan, öz hissiyatımızdan, fıtrî cevherimizden ne kadar besleniyoruz? Bunu söylerken aslında insanın tabiatının hakiki işleyişine, hakikatle fıtrî bağına atıfta bulunmuş oluyoruz. Hal böyle değilse, bu tabii işleyişte kırılma ve aksaklıklar mevcutsa, devrelerdeki bir arızadan, bir kopukluktan, insanla fıtrî kabiliyetleri arasına tabii olmayan birtakım engellerin girmesinden söz etmek durumundayız.
FETÖ'nün 15 Temmuz 2016 tarihinde iç savaş çıkarma ve Türkiye'yi kamplara bölme ve kalkışma planının devlet millet iş birliği ile önlenmesinin 9'uncu seneidevriyesinde 15 Temmuz 2016'da vatanımız ve milletimiz için canlarını seve seve feda eden 252 şehidimizi ve binlerce gazimizi minnet ve şükranla anıyorum. 15 Temmuz gazisi ve o dönemin Terörle Mücadele (TEM) Daire Başkanı kahraman müdürümüz Turgut Aslan darbe gecesi Jandarma Genel Komutanlığı'nda darbeci FETÖ'cü askerler tarafından rehin alınmış ve koruması Hasan Gülhan'ın gözlerinin önünde infaz edildiğini açıklamıştı. Darbeci FETÖ askerleri tarafından başından vurularak ağır yaralanan Aslan, 5 ayda birçok ameliyat geçirerek hayata tutunmayı başarmıştı. Aslan, FETÖ hakkında hazırladığı rapor sonrası infaz listesine alındığını belirtti. Olaylar nasıl gelişti?
FETÖ'cülüğün Türkiye'nin en temel sorunlarından biri olarak görülmeye başladığı zamanı veya olayı belirlemek isteğimizde çoğu kimse 2009 Davos “one minute” çıkışında uzlaşır. 2009'dan çok daha önce FETÖ elebaşının yönlendirmesiyle grup üyelerinin İsrail'le ilişkileri çok yoğundu ve bu durum gözlerden kaçacak gibi değildi. Fakat 1990'lı yıllardan itibaren FETÖ'cüler, liberal emperyalizmin himayesinde Türkiye'de ve yakın coğrafyamızda sürekli mevzi kazanmış ve güçlenmişti. Geriye doğru yapılacak araştırmalar, örgütsel yayınlarda din dilinin bariz bir şekilde geri palanda kaldığını gösterecektir.
Süleymaniye'de cuma günü sürecin yol haritasına uygun olarak gerçekleşen PKK militanlarının silah yakma merasimi sembolik anlamları son derece incelikle işlenmiş ve tasarlanmış mükemmel bir organizasyonla gerçekleşti. Sürecin ruhuna uygun, ilgili tarafları, aktörleri, müdahil insanları rahatsız edecek gereksiz her türlü hareketten özenle kaçınılmış; böylece sergilenen hassasiyetler başlı başına toplamda çok ince bir mesajın içeriklerini ince ince yazıyordu. Organizasyonu düzenlemekte emeği geçen herkesi bilhassa, süreci başından beri büyük bir titizlikle yürüten MİT'i ve bölge yönetimini, DEM partili yetkilileri tebrik etmek gerekiyor.
Yarın 15 Temmuz: Fetullahçı Terör Örgütü'nün kanlı darbe girişiminin 9'uncu yıldönümü. FETÖ 1970'li yıllarda ortaya çıkmış, 12 Eylül darbesi sonrası güçlenmiş, başta TSK, Emniyet, yargı ve istihbarat olmak üzere Türkiye'nin en kritik kurumlarında sinsice örgütlenerek paralel devlet haline gelmişti. Cumhurbaşkanları Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül; Başbakanlar Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit FETÖ'ye dokunmamış, dokunamamış, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yarım asırlık bu örgütü karşısına almış, mücadele etmiş, doğrudan darbe girişimlerine maruz kalmış ama örgütü püskürtmeyi, yok etmeyi, tarihten silmeyi başarmıştı.
Terörsüz Türkiye ile ilgili sürecin geldiği nokta, kritik eşiklerin birer birer aşıldığını göstermektedir. Her aşamanın bütün detaylarıyla düşünüldüğü bu projeksiyonun başarılı olması durumunda, yeni bir sürecin başlayacağını söylemek mümkün. Bu doğrultuda, sadece Türkiye değil bölgesel düzen açısından da yeni bir perspektif ve siyasetin mümkün olabileceği bir vasat teşekkül edilecek ve Türkiye sınırlarını aşan bir model ortaya koyulacaktır.
Türkiye, terör örgütü PKK'ya silah yaktırdı. Tarihî bir sürece şahitlik ediyoruz. Benzersiz bir kardeşlik örneği inşa edilebilir. Tıpkı dün olduğu gibi. Bu süreç şu temel gerçek üzerinden inşa edilmeli: Selçuk çocukları ile Salahaddin çocukları ne zaman birbirilerine omuz vermişlerse, o zaman tarihin akışını değiştirmişler. Ama öte yandan Selçuk çocukları ile Salahaddin çocukları ne zaman birebirlerine omuz vurmuşlarsa, ikisi de hüsrana uğramaktan kurtulamamışlar ve tarihten çekilmişler. Bazı çevreler ve kişiler, bu benzersiz süreci, gölgelemek ve hatta baltalamak için yoğun gayret gösterecekler gibi görünüyor.
Weber modernleşmeyi soğuk bir kışa benzetir. Son üç asrın dinamikleriyle yükselen modernleşme ile berâber dünyânın kültürel iklimi de değişmiştir. Ondan evvel, binlerce senelik târihleri düşündüğümüzde çok farklı bir tablo ile karşılaşmaktayız. Toprağa dayalı ve tabiata bağımlı iş bölümü ve iş kollarına göre teşekkül etmiş olan medeniyet, bugün ile mukâyese edildiğinde hayli kısır sayılabilecek döngülerle işlemekteydi. Zamân, mekân ve ilişkilerin tasarruf edilmesi de bugünden çok farklı yapılanmaktaydı. Kişiselliğin veyâ öznelliğin baskın olduğu bir dünyâydı bu. Bana kalırsa en mühim çıktılarından birisi de insanın tahayyül kudretini bilemesiydi. Destanlar, hikâyeler, efsâneler, zengin inançlar muazzam bir müktesebât oluşturuyordu.
07.07.2025 tarihinde Mali ve Sosyal Haklara İlişkin Genelge'nin yayınlanmasından sonra temmuz ayında uygulanacak maaş katsayısı 1,170211, taban aylık katsayısı ise 18,316014 olarak açıklanmıştı. Maaş katsayısındaki artışla birlikte memur ve diğer kamu görevlilerine yapılan bazı ödemelerdeki artış ile vatandaşlara yapılan bazı ödemelerdeki artışı açıklamaya çalışacağız.
PKK'nın silah bırakması ile beraber Türkiye'de yeni bir dönem başlamış oldu. Yeni dönemde ülkenin siyasi odağında daha kapsayıcı ve yapıcı alanlar öncelik olacağı gibi güvenlik odaklı siyasetin yerini ekonomik kalkınmanın, sosyal barışın, diyaloğun ve uzlaşmanın merkezde olacağı açıktır.
Türkiye'de üzerinde en çok durulması gereken meselelerden biri sanırım Türkçenin son yüz elli yıldaki dönüşümüdür. Osmanlı'nın son döneminde kitle iletişim araçlarının ortaya çıkmasıyla başlayan dilde sadeleştirme temayül ve hareketi, Batılılaşmanın resmî ideoloji haline geldiği Cumhuriyet döneminde Türkçeyi dinî referanslardan arındırma sürecine evrildi. Bu süreç hala doyuma ulaşmadı. Türkçenin bin dört yüz yılda biriktirdiği anlam ve kelime zenginliğini tam yüz elli yıldır yok etmeye çalışıyoruz ama hala bitiremedik.
Tel Aviv merkezli “Haaretz” gazetesinde geçen Mayıs'ta yer alan bir haberde İsrail'in Gazze'de yürüttüğü soykırımla ilgili askerî harcamalarının yüzde 70'ini ABD fonlarından sağladığı belirtilmişti. Gazze'de, Batı Şeria'da soykırım devam ediyor ve ABD de İsrail'e askerî yardımı sürdürüyor. ABD her yıl İsrail'e 3.8 milyar dolarlık askerî yardım yapıyor. Gazze'deki soykırım sürecinde görüldüğü gibi ABD yıllık rutin yardımın dışında da İsrail'e para akıtıyor.
Meşhur ilahiyatçı hocalarımızın hemen hepsinin hatıralarını okudum ve çok istifade ettim. Bugünlerde de Yusuf Ziya Kavakçı hocamızın “Göçüp Giderken” adıyla neşredilen hatıralarını bitirdim. Nehir söyleşi şeklinde hazırlanan eserin muhtevasını Dr. Müjdat Uluçam Bey'in soruları ve Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı hocanın bunlara verdiği cevaplar teşkil ediyor. Belirtmek gerekir ki, bu usul, bu minval üzere kaleme alınan kitapların okunmasını biraz daha kolaylaştırıyor.
2023 seçimlerine giderken Altılı Masa henüz kurulmamıştı. O dönemde Saadet Partisi ve AK Parti'den ayrılarak kurulan iki partinin, DEVA ve Gelecek'in toplam oyu %7 civarındaydı: DEVA %3, Saadet Partisi %2, Gelecek Partisi %2. Buna karşılık Yeniden Refah Partisi'nin oy oranı yaklaşık %1,2 idi. Seçim sürecinde bu üç parti, CHP ile birlikte hareket ederek bir strateji benimsedi. Saadet, DEVA ve Gelecek Partisi CHP ile aynı safta yer aldı. Öte yandan Yeniden Refah Partisi, Genel Başkan Vekili Bayram Sakartepe'nin etkili siyasi manevrasıyla seçimlere Cumhur İttifakı içinde girdi. Bu tercih, YRP'nin oy oranını %1,2'den %3,5'e yükseltti. Ayrıca parti, ittifakın içinde kalmakla birlikte bağımsız durarak kendi milletvekillerini de Meclis'e taşıdı.
Dervişe bir şey sormamışlar bu sefer. Tekkede genç derviş adayları, sokakta bu işlere meraklı adamlar. Hiçbiri ağzını açıp bir sorucuk olsun sormamış bizim dervişe. Kendisine soru sorulmasından hoşlanmayan derviş, başlangıçta memnun olmuş bu duruma. Kafasını dinlemiş. Sorusuzluk iyi gelmiş ona. Hatta “Ne güzel oldu bu iş. Kafamı dinliyorum işte” diye geçirmiş aklından.