Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık.Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik.Fırtınalı günlerde sığını…

Türkiye'de tarihin geniş kitlelerce ilgi görmesinde, kuşkusuz İlber Ortaylı'nın payı yadsınamaz. Uzun yıllar boyunca hem televizyon ekranlarından –çoğu zaman yanındaki jeologla birlikte– hem de akademik derinlikten yoksun popüler kitapları aracılığıyla toplumda bir “tarih bilinci” inşa etti. Ancak bu bilincin niteliği, birazdan ele alacağımız gibi, epey tartışmalıdır. Zira gerçekte popülerleşen şey tarih değil, bizzat İlber Ortaylı'nın kendisiydi.

“Terörsüz Türkiye, Terörsüz Bölge” sürecinde önemli bir viraja girildi. Türkiye, SDG'nin süreci zehirlemesinin önüne geçmek için adeta teyakkuz ilan etti. Bunun için gerekli tüm önlemler alınacak. Sürece ilişkin arazideki son durum ve Türkiye'nin tavrı şöyle:

Türkiye tarihi bir süreçten geçiyor. Yarım asırdır ülkemizde terör eylemleri gerçekleştiren PKK'nın tasfiyesi süreci başladı. Terörsüz Türkiye adıyla başlayan süreçte önemli ilerlemeler sağlanırken, ciddi tehditler de yaşanıyor.

Hep ilkleri yaşıyoruz. ABD'nin hem Çin hem Rusya karşısında aynı anda –erilediği demeyelim ama– ‘geri bastığı' günlere şahit oluyoruz. Moskova ve Pekin, Amerika'yı kadim müttefiklerinden bile daha iyi okuyor…

Bir defasında, dostlarla sohbet ederek İşkodra'dan Prizren'e doğru gidiyorduk. Yol boyunca derin vadilerle, nehirlerle ve ihtişamlı dağlarla örülü muhteşem bir manzarayı izliyorduk. Nihayet Arnavutluk-Kosova sınırına çok yakın Kökes'e ulaştığımızda, karşımıza ilginç bir sürpriz çıktı.

1 Ekim'den beri federal devletin kapanması, en uzun kapanma olarak tarihe geçmek üzere ve tünelin sonunda ışık da görünmüyor. Her iki parti de pozisyonlarında diretiyor, Trump ise uzlaşma için herhangi bir adım atmıyor. Aksine Trump'ın Senato oylama kurallarını salt çoğunluğa çevirme önerisi, Cumhuriyetçilerin istedikleri bütçeyi geçirmelerine olanak verebilir ancak senatörler oyalama (filibuster) sürecinden vazgeçmek istemiyor.

Bazı kurumlar vardır; varlığıyla hatırlatır insana, iyiliğin hâlâ mümkün olduğunu. Bir yanda hızla değişen bir dünya, diğer yanda değerlerini korumaya çalışan bir gençlik. Kimileri modernliğin ritminde yürürken, kimileri maneviyatın sükûnetinde soluklanıyor. Ama aslında herkesin aradığı şey aynı: anlam.

Berlin'in merkezinde Sudan halkıyla dayanışma gösterisi düzenlendi. Gösteride, “Özgür Sudan” ve “Tüm sömürgeler yıkılacak” sloganları atıldı. Yağmur altında gece toplandılar. Bir ellerinde şemsiye diğer ellerinde çocuk.

Gazze'deki ateşkesin kırılganlığı ve sivillere yönelik devam eden saldırılar, İsrail'in Batı'daki itibarını aşındırmayı sürdürüyor. Siyonist lobilerin küresel basın eliyle oluşturduğu “savunma devleti” anlatısı artık Batılı toplumları ikna etmiyor.

Nereden geliyor bu? Televizyonun geçit vermediği, basındaki bazı okur yazar çevrelerin burun kıvırdığı İbrahim Tatlıses, nasıl böyle birden milyonların sevgilisi oluveriyor? Radyodaki arkadaşlarla konuşuyoruz. Musikiyi biliyorlar, İbrahim'i tanıyorlar. Hasan Semercioğlu, bugün Türkiye'de “en iyi ses” olduğunu söylüyor. Bazıları katılmıyor bu görüşe, ama ben Hasan'ın değerlendirmesine inanıyorum.

Tramp emir verdi, ABD uzun yıllardan sonra nükleer deney yapacak. Laboratuvarda değil, okyanusta. Belki Nevada çöllerinde de. Çevreciler, neredesiniz? ABD memurlarına maaş veremiyor, bombalarını deneme derdine düşmüş. Dünyanın en borçlu ülkesi aynı zamanda.

Pastırma yazını fırsat bilip Üsküdar'da yürüyüşe çıkan Ali Bey, karşılaştığı Ahmet Bey'le iki çift lafın belini kırsa, sahil boyunca yürürken. Dünyanın ahvalinden, memleketin hal ve gidişinden laflasalar etraflıca, kendilerini takip eden iki şüpheli adamdan habersiz. Salacak'ta bir çay bahçesinde Mahmut Bey'le birlikte çaylarını yudumlayan Fatih Bey, ayak üstü gençlerle sohbet eden Yavuz Bey'i görüp masalarına davet etseler ve onların sohbet mevzuu da Türkiye ve dünya gündemi olsa. Sohbet o kadar koyulaşsa ki masaya çayları bırakıp giden garsonun içeri girerken yakasındaki mikrofondan bir yere fısıltıyla bir haber uçurduğunu görmeseler bile.

Dünyanın en büyük millet bahçesi İstanbul'da açıldı. Ancak muhtemelen yarın kimse bunu konuşmayacak.

Gazze'deki soykırımın yol açtığı coğrafi travma ile yüzleşirken bu sefer Sudan'da benzer vahşet örnekleri başladı. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yönetiminde ve İsrail destekli Hızlı Destek Güçleri (RSF) adlı terörist grup, Güney'deki El Feşir'i ele geçirince kitle katliamlarına başladı.

Üzerinden neredeyse üç hafta geçti. Türkiye, ABD, Mısır ve Katar garantör ülkeler olarak, 13 Ekim'de, dünya liderlerinin huzurunda Ortadoğu barışı beyannamesine imza attı. O tarihte, Gazze'de ateşkes ve barış sürecinin ikinci aşaması da başlamış oldu. Ancak görülüyor ki… İkinci aşamanın başlamış olması, ateşkes planının ilk aşamasının tamamlandığı anlamına gelmiyor. Gazze'de ateşkes de barış da pamuk ipliğine bağlı. MİT Başkanı Kalın, ateşkesin sağlanmasında oldukça etkili bir rol oynamıştı. Şimdi bu ateşkesin korunması gerekiyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Trump'la New York toplantısına katılan Müslüman ülkelerin Dışişleri Bakanlarını İstanbul'da ağırladı. Sebebi ateşkesi koruma misyonudur. O halde arkaplanda bazı sorunlar yaşanıyor. Sahada ve masada neler oluyor? Anlatayım…

“Trumpçı Kamp”taki “İsrail” odaklı “iç savaş” yeni boyutlar kazanıyor. Bu kampın belirleyici sloganı “Önce Amerika”dır. Bu slogan sadece ABD'nin çıkarlarını ilerletmeye odaklı bir dış politikaya işaret ediyor. Trump da Amerikalılar'ın kanını ve parasını tüketen “Sonu gelmez savaşlar”dan ABD'yi çıkaracağını vaat etmişti. Buna göre ABD tüm gücünü Amerikalılar için kullanmalı. Bu yaklaşım “Amerika'yı Yeniden Büyük Yap(MAGA)” sloganıyla ifade ediliyor.

Biz yeni bir dünya için faizsiz bankaların peşine düşmüştük. Ama anlaşılıyor ki mesela bazılarımızın da ganyansız at koşturmanın peşine düşmesi gerekiyormuş. Bazılarımızınsa kumarsız futbol ideali olmalıymış. Hakemler bile azıtmış. Kapitalistler sürmedik tarla bırakmamış.

Mısırlı feminist yazar, aktivist ve psikiyatr Nevâl es-Saadavi'nin bir röportajı çokça paylaşılıyor… Sunucunun sorusuna “Orta Doğu” diye başlaması, es-Saadavi'nin itirazıyla karşılık buluyor:

Büyüklerimizden dinleyerek, kitaplardan okuyarak bilgi sahibi olduğumuz üzere I. Dünya Savaşı'ndan beri, “coğrafyamız” olarak nitelediğimiz müstaz‘afların, mâdûnların ve Müslümanların dünyasından ulaşan olumsuz haberlerle başlıyoruz günlere ve gecelere…

Ne kadar bilirsek, bilemediklerimiz daha da çoğalıyor. Ne kadar işitirsek, işitemediklerimiz daha fazla artıyor. Ne kadar görürsek, göremediklerimiz fazlalaşıyor. Nereden yol açsak kendimize, sanki hayatımız oradan düğümleniyor. Bilmeceler bulmacaları karmaşıklaştırıyor. Çünkü biz aramak denen şeyi çok yanlış biliyoruz. Neyi istersek bizim olacağını sanıyoruz. Çözümünü bildiğimiz üç beş kırık formülün hakikatin denklemini kolayca çözeceğini sanıyoruz. Hiç öyle olmuyor; her varış noktasından yeni yollar çıkıyor, her anlam karnından yeni anlamlar doğuruyor. Her hasat bir başka ekimin tohumu oluyor.

Parti içinde Ekrem İmamoğlu Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu ve Mansur Yavaş'ın başı çektiği bloklar arasında kıyasıya bir güç mücadelesi yaşanıyor. Özellikle İmamoğlu'nun yolsuzluk dosyaları, iptal edilen diploması ve Casusluk suçlamalarından sonra Silivri'den yükselen “Beni betonlara gömdüler” serzenişi sonrası Cumhurbaşkanlığı adaylığının artık “fiilen bittiği” yorumları öne çıkıyor. İmamoğlu›nun aday olamayacağını gören Özgür Özel ise bir yandan “son ana kadar İmamoğlu” diyerek tabanı idare etmeye çalışıyor, diğer yandan Mansur Yavaş'ı zaman zaman öne sürerek hem rakibini yıpratıyor hem de Yavaş'ın yoluna taş koyuyor.

Tarihçi Avi Shlaim bir konuşmasında İsrail'in devlet yapısını tanımlamak ve Filistinlilerin ne yaptığını anlamak için son derece açık bir şey söylüyor: “İsrail ırkçı bir kolonyalist devlettir ve Filistinlilerin direnme hakkı vardır.” Bu cümlenin anlamı açık fakat bağlamını ortaya çıkarabilmek için tahlil edilmelidir. Ne yazık ki uzun bir süre İsrail'le ilgili tartışmalar daha ziyade dinî eksende yürütüldüğü için bu yapının kolonyalist niteliği daima göz ardı edildi. Buna karşın küresel ölçekte yaşadığımız gerilimler emperyalist ve kolonyalist sistemlerin yeniden canlanmasının sonucu olduğu için dikkatimizi doğrudan bunlara yöneltmemiz gerekiyor. Dinî farklılıkların önemsiz olduğunu söylememiz elbette doğru değil fakat bugün Doğu ve Batı ya da Küresel Kuzey ve Küresel Güney arasında canlanan gerilimleri dine indirgememiz imkânsızdır.

Sudan'da aslında iki buçuk yıldır yaşanmakta olan katliamlar, tehcirler, tecavüzler, gasp ve yağmalar birkaç gün önce El-Faşir'in BAE'nin desteklediği Muhammed Hamdan Daklu (Hemedti) komutasındaki Hızlı Destek Kuvvetleri milislerinin eline geçmesiyle bir anda bütün dünyanın gündemine geldi. Hemedti'nin komutasındaki HDK aslında daha önce de Hükümet güçlerine karşı isyan etmiş ve emrindeki Cancevid güçleriyle başkent Hartum'u Cezire'yi, Omdurman'ı ele geçirmiş ve burada sayısız katliamlara ve insanlık suçlarına imza atmıştı. İki yıl boyunca başkent Hartum'u kontrol altında tutan Hemedti burada bir yönetim tesis etmiş de değildi. Esasen bir yönetim tesis edecek bir kültürü, donanımı ve niyeti de yoktu. Tarzı ve hedefi sadece bu yerleşim bölgelerinin yağmalanabilecek bütün varlıklarını yağmalamak, yakıp yıkmak olmuş, adamlarıyla girdiği her yeri kurutmaktan başka bir şey yapmamıştı.

Dr. İbrahim Nâsır, Sudan Emniyet Teşkilatı'nda teğmen rütbesinde genç bir polisken YTB bursunu kazanarak eğitim için Türkiye'ye geldi. İstanbul Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler alanında doktorasını önceki hafta tamamlayan Nâsır'la Sudan üzerine kısa bir mülakat yaptım. Buyurunuz:

Pek çok kaynak küreselleşmenin nevzuhûr bir gelişme olduğunu ifâde eder. Bu târih itibârıyla doğru bir değerlendirme değildir. Küreselleşmenin hikâyesi, çok gerilere gider. Bizzat sömürgeler ağının varlığı küresel bir niteliğe sâhiptir. Bunun arkasında da sermâyenin genişlemesi (expansion of capital) hâdisesi rol oynamıştır. Kapitalizmin birikim/yatırım süreçleri ile genişleme/dolaşım süreçlerinin birbirinden hayli farklı olduğunu düşünürüm. İlki, yâni birikim boyutu, tıpkı merkantilist tecrübede olduğu üzere ne kadar kıskanç ve kapalı bir mâhiyet taşıyorsa diğer en az o kadar açılımcıdır. Hâsılı kapitalizm tabiatı icâbı küreseldir.

7 Ekim sonrasında İsrail'in sistematik ve organize biçimde icra ettiği soykırım politikaları, tedrici bir biçimde yükselen İsrail karşıtlığına yol açtı. İsrail lobisi eliyle, milyarlarca dolarlık bir bütçe marifetiyle hem konvansiyonel hem de dijital medya üzerinden uygulanan sansür mekanizmasının yetersiz kaldığı bu süreç, sadece İsrail karşıtlığı ve izolasyonda değil, İsrail'e müzahir olmayı ya da onu desteklemeyi de sorunlu bir şey haline getirdi. Son günlerde siyaset sahnesinde, İsrail'e müzahir olmanın maliyet ürettiği ve seçmen nezdinde ciddi bir antipatiye neden olduğu açık biçimde görülmektedir.

Türk düşüncesine Türkiye'nin dışından çok sessiz ama derinlikli bir katkı geliyor. MTO Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizov kardeşim muhteşem yazılar yazıyor. Bu yazısında MTO'nun ne olduğunu, neden ve nasıl bir başlangıç olduğunu ve bütün bunların ne anlama geldiğini izah ediyor leziz bir dille.

Ülke nüfusunun hızla yaşlanması ve doğurganlık oranının 1.48'e kadar düşmesi sonrasında 2025 yılı Aile Yılı olarak ilan edildi. Bu kapsamda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığınca bir dizi tedbir alındı. Bu konuyu hazırlanan bir rapor özelinde açıklamaya çalışacağız.

AA Finans'ın Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından bugün açıklanacak olan ekim ayı enflasyon beklenti anketine göre, ekim ayında aylık enflasyon beklentilerinin ortalaması yüzde 2,69 oldu.

Türkçede son yıllarda çokça karıştırılan terim gruplarından biri de nefs ve ruh ikilisidir. Hem çeşitli vesilelerle verdiğim konferanslarda hem de televizyon programlarında konuşma nefs veya ruh hakkında ise bu iki kelimenin anlamı hususunda mutlaka sorularla karşılaşıyorum. Aslında meselenin epeyce ayrıntısı var. Kalb, fuâd, sadr, sır gibi kelimelerin de üzerinde ayrıca durulması ve bunların nefs ve ruhla ilişkisinin belirginleştirilmesi gerekiyor. Fakat şimdilik sadece nefs ve ruh terimlerinin kullanım alanlarına işaret edip kısmen açıklığa kavuşturmak istiyorum.

Fatih Sultan Mehmed'in çok sevdiği hocalarından biri de – bilindiği üzere – Molla Hüsrev'dir. Nitekim bu büyük âlim ne zaman Ayasofya Camii'ne gelse Fatih, cemaate, ayağa kalkınız, asrın İmam-ı Âzam'ı teşrif ediyor, dermiş.

New Yorklular salı günü belediye başkanlarını seçecekler. Daha önce de değindiğim gibi bu seçim Siyonistler'in çıkardığı büyük gürültü sebebiyle yerel seçim olmaktan çoktan çıktı. Demokrat Parti'nin ön seçimlerinden birinci çıkan Zohran Mamdani'nin İsrail'in Filistin soykırımını eleştirmiş olması Siyonist çevrelerce 'Yahudi karşıtı' ilan edilmesi için yeterliydi.

Bu yazıyı yazmama, önceki gün Marmaray'da karşılaştığım bir gencin sorusu vesile oldu. “Abi” dedi ve başladı konuşmaya: “Bir haftadır gündemimiz bir anda Sudan oldu. Ancak orada yaşananlar yeni değil. Haberler, paylaşımlar elbette insanlık adına, oradaki mazlumlar için çok önemli. Belki de yıllardan beri bekledikleri kamuoyu ilk defa oluşuyor. Ancak yine de aklımı kurcalıyor: Ne oldu da hepimiz bir anda Sudan'ı konuşur olduk?” O kadar yerinde bir soruydu ki, üzerine düşünmemek mümkün değildi. Dünya, neden yıllardır devam eden katliamlardan bazılarını görmezden geliyordu?

AK Parti, kuruluşundan bugüne kadar siyaset üretiminde araştırmalardan olağanüstü derecede faydalanmış bir partidir. Bu yönüyle, diğer siyasi partiler için de “araştırma kültürünün” oluşmasına katkıda bulunmuştur. Her ne kadar diğer partilerde araştırma kültürü AK Parti kadar kurumsallaşmamış olsa da hemen her parti irili ufaklı araştırmalar yapmaktadır.

Bize özgü, bizim medeniyetimizden beslenen özgün ve özgürleştirici bir eğitim sistemimiz yok maalesef. Dünyada dünyaya yön veren bir medeniyete sahip olup da eğitim sistemi yok olan tek ülke biziz, dersem abartılı bir cümle kurmuş olmam. Oysa her tarih yapmış toplumun kendine özgü bir eğitim sistemi vardır ve o eğitim sistemi medeniyet mefkûresi etrafında şekillenir.

Bugünkü yazımda yıllardır gündemde tutmaya çalıştığım yönetim ilkeleri ve sonuçlarından bahsetmeye çalışacağım. Yönetimde adalet, ehliyet, istişare, emanet, dürüstlük ve sorumluluk gibi temel ilkeler kenara itme lüksümüzün olmadığı temel kavramlardır. Hangi dünya görüşüne tabi olursanız olun yönetimde bu ilkeler deniz fenerleri gibidir.

Süleyman Seyfi Öğün'ün geçen perşembe günkü yazısını okudum. AB sürecini özetliyor ve son dönemde AB'den Türkiye'ye doğru gelişen yakınlaşmaya dair “hayırdır” sorusunu soruyordu.

Karzı Hasen Vakfı, Ekim 2025 itibarıyla 1455 genç çifte evlilik öncesi faizsiz borç para verdi. Ailelere verilen toplam para miktarı 242.432.000 TL. Vakfa yapılan toplam bağış 83.906.686 TL. Dünyayı kötüler çirkinleştirirken, iyiler güzelleştirir.

Yerli yersiz kullanılan, maksadından saptırılan ve merhum Âkif'in bir şiirinden alınan “Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı-Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı” cümlesinin doğru anlaşılmasına yardımcı olmak istiyorum.

Gazze ve Aksa Tufanı'nın bir etkisi de dünyada demokrasi, insan hakları, modernizm, ilerleme, aydınlanma adına ileri sürülen bütün iddiaları ve iddia sahiplerini gerçek bir samimiyet testine tabi tutması. Tabii bu testin bütün bu iddia sahipleri için hiç de başarılı sonuçlar vermediğini hep birlikte gördük.

“Türk vatandaşı, Fransız idare hukukuna göre idare edilen, Alman ceza muhakemelerine göre yargılanan, İtalyan ceza yasalarına göre cezalandırılan, İsviçre medeni kanununa göre evlenen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir!”

“Ankara'da bir mesaj vermek istiyorum; gelin, ilişkilerimizin sunduğu olağanüstü potansiyeli önümüzdeki yıllarda daha iyi değerlendirelim. Buna zorunluyuz. Zira, yeni bir jeopolitik sürece giriyoruz ve bu süreçte büyük güçlerin siyaseti belirleyici olacak. Buradan şu sonucu çıkarıyorum; Alman olarak, Avrupalı olarak stratejik partnerliklerimizi geliştirmeliyiz. Türkiye de burada devre dışı kalamaz. Kalmamalı”…

Sudan, yaklaşık iki yıldır çok kanlı ve vahşi bir iç savaşın pençesinde can çekişiyordu. Ancak hadiseler artık “dünyanın da ilgisini çekecek” boyutlara ulaşmaya başladı. Özellikle Darfur bölgesinden gelen görüntüler, kelimenin tam anlamıyla bir soykırımın yaşanmakta olduğunu gösteriyor. İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiğinin aksine, bu defa Müslüman dünya içinde yaşanan bir mezalim bu. Ölen de öldüren de bu taraftan. Önce vahşetin görünürdeki başrol oyuncusuna, ardından perde arkasındaki destekçisine ve onun ana motivasyonuna gelelim:

Türkiye'de bir dönem toplumsal istikrarın teminatı sayılan “orta sınıf”, bugün sessiz bir çöküşün tam ortasında. Ne yoksulluk sınırının üstüne çıkabilmeyi başarmış durumda ne de eski refah standardını koruyabiliyor. Makro-ekonomik göstergeler, yüksek enflasyon, kalıcı hayat pahalılığı, kısa vadeli dış borç baskısı ve reel gelirdeki erime, bu kesimin alım gücünü ve ekonomik güvenliğini zayıflatıyor. Ancak sorun sadece gelir kaybında değil; orta sınıfın “güvence” duygusunu yitirmesinde yatıyor. Bir dönem “orta sınıf” olarak tanımlanan kesimler, artık maaşını kiraya yetiremeyen ve yüksek faiz–düşük üretim dengesi içinde “ev sahibi olma” hayalini yitiren bir gruba dönüştü. Değeri artan eve erişememek, onları hem maddi hem de manevi açıdan evsizlik hissine sürüklemekte. Bir zamanlar konutu “aidiyet, istikrar ve dinginlik alanı” olarak gören bu kesim, artık evi değil, evi olanları stalkluyor.

Bir dönem siyasi tartışmalara da konu olan ve bana göre merdiven altı enflasyon hesapçılarının dezenformasyonu ile haksız yere eleştirilen TÜİK, enflasyon hesabında yeni yıl ile beraber çok önemli bir değişikliğe gidiyor.

Veri hırsızlığı, dolandırıcılığı almış yürümüş… Düne kadar ortada olmayan ‘siber vatan' kavramı, bugün hassas konular arasında en başı çekiyor…

Günümüzdeki söylenişiyle gelenek-sel-sanat ehlinin, Abdin Dino'nun kelimeleriyle esrarkeş kahvelerinde “içi su dolu hindistancevizli, kamış saplı, lüleli nargilerin ocakçılığını” yapmaya mecbur bırakıldıkları bir zamanda doğmuş ve böyle bir kültürel yenilgi ortamında sanat yapmış olan Mehmed Necmeddin Okyay'ın (1883-1976) Hayâtımdan Hatıralar'ı M. Uğur Derman'ın resimlemesi ve notları eşliğinde Kubbealtı Neşriyat tarafından kitaplaştırıldı (İstanbul 2025).

Çocuklarımızı kaybediyoruz… Bir eğitim sistemimiz yok. Bize özgü, bizim medeniyetimizden beslenen özgün ve özgürleştirici bir eğitim sistemimiz yok maalesef. Oysa her tarih yapmış toplumun kendine özgü bir eğitim sistemi vardır ve o eğitim sistemi medeniyet mefkûresi etrafında şekillenir.

Kipling “Doğu Doğu'dur, Batı da Batı'dır; asla birleşmez yolları/Ta ki yer ve gök Tanrı'nın yüce hüküm kürsüsünde hazır bekleyene dek (Oh, East is East, and West is West, and never the twain shall meet/Till Earth and Sky stand presently at God's great Judgment Seat)” demişti. Bunu derken aslında Batı açısından Doğu'nun, asla bir araya gelemeyeceği bir “öteki” olduğunu vurguluyordu.

Yahudilere yaptıkları yüzünden normalde Hitler'i sevmeyiz. Formaldehitleri sevmediğimiz gibi. Holokost ile ilgili sayısız film izlemişizdir. Piyanist'inden Şindler'in Listesi'ne, Hayat Güzeldir'den Çöküş'üne kadar, kim bilir kaç tane ‘acıklı' film yaptı.

Televizyon ve medya araçlarının ‘sosyal öğrenme etkisi' 60'lı yıllardan itibaren sosyal bilimlerin çalışma alanı oldu. Fransız bilim adam A. Bandura çocukların, şiddet davranışını televizyon içerikleri ile öğrendiğini ispatlamıştır. Bandura'nın sosyal öğrenme kuramı, özellikle gözlem ve taklit yoluyla gerçekleşir.