POPULARITY
Öyle bir bekleme safhası yok. Toprak altında kalan beden bildiğin çürümüş bir beden, orqanik madde.... O mezarda insan yok... Ruhu derhal ya cennete, ya cehennem geçer....
Suriye'de 61 yıllık Baas, 54 yıllık da Esat aile diktatörlüğünü yıkan devrimin daha Halep aşamasında Halep'in Suriye'de çözümün kapısını açıyor olacağını söylemiştik. Ne yalan söyleyelim o aşamada Halep kapısının bu kadar büyük bir hızla bütün Suriye'de kimsenin tahayyül edemeyeceği bir çözüme doğru açılabileceğini tahmin edemiyorduk. Aslında olayın sonunda kim ne derse desin kimse tahmin etmiyordu. Operasyon başta bir “saldırganlığa karşı koyma” amacıyla yola çıktığında ufukta Halep'in kurtuluşu görülmeye başlamıştı. O aşamada bu bile yıllardır Türkiye'nin ve bütün Suriye halkının mustarip olduğu sorunların önemli bir kısmının hafifletilmesi için önemli imkanlar sunuyordu. Ancak kısa süre içinde bütün Suriye'de özgürlük ateşi yanmaya başladı ve Baas rejimi sapır sapır dökülmeye başladı.
2024’ün sonuna yaklaşırken Garip Zamanlar yapımcıları Evren İnançoğlu, Kemal Baykallı ve Sertaç Sonan, zamanın ruhunu sosyal medyada, teknolojik gelişmelerde ve yapay zekada aradılar. Amerikan seçimleri, kurumların dejenerasyonu, Elon Musk ve Trump, üstenci bakış, Nobel ve teknolojik gelişmeler derken bölüm bitti. The post Garip Zamanlar – Bölüm 55: Zamanın ruhu sosyal medyada dolaşıyor (8/12/2024) first appeared on Island Talks.
Mücadele Ruhu | Gönülden Nağmeler 3 | 1 Şubat 1980 by Çınar Medya
DANGANTAKAN IYAYE DA YARANS
Türkiye'nin iki asırdır yaşadığı modernleşme / Batılılaşma / laikleşme / yokoluş süreci, Türkiye'nin ruhunu yok edecek kadar İslâm'dan, yani kendinden, tarih yapan dinamik-lerinden ve ruh köklerinden uzaklaştırdı bizi. Bir dizi yazıda dünyanın ihtiyacını hissettiği bu hayatî sorunu mercek altına almak niyetindeyim.
O kadar tuhaf akademisyen talepleriyle karşılaşıyorum ki makul bir taleple karşılaştığımda muhatabımı şaşırtacak kadar gönüllü, her isteklerini yerine getirmeye amade bir duruma düşürüyorum kendimi. Yine öyle oldu. Şehir dışından gelen iki akademisyen telefon ile konuşulup halledilebilecek bir mevzu için ille de görüşme talebinde ısrar ettiler. Instagram efekti dedim, özneyi ille de görecekler, tartacaklar, uygunluk kriterlerinden geçirecekler, sonra da “A o mu? Hiç göründüğü gibi değil aslında!” diyecekler. Sosyal medya sonrası artık ahali kendini jüri başkanı konumunda görüyor. Nihai kararı verecek ya… Her vesile ile kendini, kararını tescilleme azmi içinde. Taleplerini makul hale getirmek için “Size en yakın olan yere geliriz” dediler. Bana en yakın olan yer? Onlar yakınlığı mesafe olarak, ben rahatlık olarak anladığımdan yıllardır gittiğim yere gittim. Yolu hesaplayamadığım için vakitlice gittim. Beklemiyor gibi beklemeye karar verdim. Hal böyle olunca mekânda konuşulan her konu, konuşan her kişi bir şekilde benim kulağıma da uğramış oldu.
Resûlullâh (s.a.v.)'e salı günü hakkında sual ettiler. Resûlullâh (s.a.v.): “Kan günüdür, çünkü o gün Havva hayz getirdi. Âdem'in oğlu kardeşini o gün öldürdü. Yine o gün Cercis, Zekeriyyâ, Yahya ve oğlu, Firavun'un karısı Âsiye bînt-i Müzârrın ve Benî İsrail'in bakarası katlolundu. Resûlullâh (s.a.v.) salı günü hacamat yaptırmaktan şiddetle nehyetmişlerdir. Çünkü o günde öyle bir saat vardır ki, kişi hacamat yaptırırsa kanı durmaz ve ekseri hallerde insan kanı durdukdan sonra ölür. Yine salı günü İblis yeryüzüne indi. Yine o gün cehennem yaratıldı ve yine o gün Eyyûb (a.s.) derde tutuldu.” buyurdular. Çarşamba gününden sordular. Cevaben buyurdular ki: “Meşakkât ve azâb günüdür. Çünkü o gün Firavun ve kavmi boğuldular, yine o gün Âd, Semûd ve Sâlih (a.s.) kavmi helâk oldular ve o gün tırnak kesmek nehyolundu. Çünkü çarşamba günü tırnak kesmek baras hastalığına neden olur.” Bazıları çarşamba günü hasta ziyaretini mekruh gördüler. Resûlullâh (s.a.v.)'e perşembe gününden sordular; Resûlullâh (s.a.v.) cevaben; “Hacetlerin yerine getirildiği gündür. Gerektiğinde sunanların huzûruna da perşembe günü çıkılır. Çünkü İbrahim (a.s.) Mısır melikinin huzûruna perşembe günü çıktı, hacetini gördü ve Mısır meliki ona Hâcer'i hediye eyledi.” Resûlullâh (s.a.v.)'e cuma gününden soruldu cevaben: “Nikâh günüdür. Âdem (a.s.) Havva ile, Yûsuf (a.s.) Züleyha ile, Mûsâ (a.s.) Şuayb'ın kızıyla, Süleyman (a.s.) Belkıs ile ve Resûlullâh da Hâtice ve Âişe ile cuma günü nikâhlandılar” buyurdu. Abdullâh İbn-i Mes'ud (r.a.)'den rivâyet olunduğuna göre şöyle demişdir: “Kim cuma günü tırnaklarını keserse, Allâhü Teâlâ ondan dertleri çıkarır, yerine şifâ koyar.” (Ruhu'l Beyân, c.2, s.6) (Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.), Yunus ve Hud Sûreleri Tefsiri, s.9-10)
Şu sıra dillere pelesenk olmuş kavram ne?.. “Değişim”, öyle değil mi... Hemen de akla diyalektik düşüncenin babası olarak kabul edilen Herakleitos'un (Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz) o ünlü sözü geliverir: “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” Son tahlilde oraya varılacağı, her şeyin değişeceği, o değişime ayak uyduramayan, ‘Zamanın Ruhu'nu doğru okuyup ona göre kendini yenilemeyen unsurların devre dışı kalacağı bilinse de, bir başka deyişin daha gerçekliğini hiç gözden kaçırmamak gerekir: “Değişmeyen tek şey değişime karşı dirençtir…” Şu anda CHP'de olan biten budur… Lafı ve iddiası hiç fena değil… “CHP değişirse Türkiye değişir!”… Ne değişiyormuş CHP'de?... Mesela hizipçilik mi bitiyormuş? Hayır tam tersine… PKK/HDP/DEM kanadı bizi ‘ikili eş başkanlığa' alıştırmaya çalışırken; bunlarda ‘dörtlü eş başkanlık' devrede alimallah… Kılıçdaroğlu, Özer, İmamoğlu, Yavaş… “Gardrop Atatürkçülüğü”nü bir kenara bırakıp, Parti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün “Benim karakterimdir” dediği millî bağımsızlıktan yana tutum sergilemeye mi başlamışlar… Yoo… İktidar olurlarsa yüzlerini ABD'ye ve Avrupa Birliği'ne döneceklerini ifade ettikleri seçim vaatlerinden farklı bir noktaya geldiklerine dair en ufak bir işaret de yok… Tersine; S-400'leri verip F-35'leri almak için kimin düdüğünü çalmaları gerekiyorsa onu çalacakları vaadi hâlâ ortada duruyor. Peki ülkenin bölünmez bütünlüğü ile ilgili değişimleri ne durumda?.. Güneydoğu illerimizi içine alan ‘sözde Kürdistan' haritasını savunan DEM Parti ile iş tutma konusunda en ufak bir geri adımları var mı… Bize görmek kısmet olmadı… Peki DEM ile PKK arasındaki organik bağa karşı millî bir duruş ve reddiye var mı? Zerresi yok… Ülkenin en can alıcı meselesi olan Millî Savunma Sanayii'ni sahiplendiklerini görüyor muyuz? Tabii ki hayır… Tam tersine PKK'nın uydurduğu Silahlı Kuvvetlerin kimyasal silah kullandığı yalanına sarılan ve uluslararası boyutta TSK aleyhine propagandaya katılan Türk Tabipler Birliği Başkanı'na aslanlar gibi sahip çıktılar, çıkmaya devam ediyorlar…
Devlet, bugün Malazgirt Zaferi'nin yıldönümü münasebetiyle Ahlat'ta toplanıyor. Malazgirt Zaferi, bir ordunun bir başka orduya karşı verdiği bir savaşın sonucunda elde edilmiş bir zaferin adı değildir. Malazgirt Zaferi, bir ruhun adıdır; direniş ve diriliş ruhunun. Mekke'den süt emen, Medine'den beslenen, Kudüs'te meyve veren hakikat medeniyetinin insanlık çapında bir yürüyüşe soyunmasının başlangıç noktasıdır. Malazgirt, sadece Türklerin tarihinde dönüm noktası değildir; hem İslâm tarihinde hem de insanlık tarihinde tarihin akışının, yönünün, yörüngesinin belirlendiği bir büyük dönüşümün miladıdır. O yüzden Malazgirt ruhu, Selçuklu'nun ufku, insanlığın umududur. ALP ARSLAN: SAMİMÎ BİR MÜSLÜMAN, ASALET VE MERHAMET TİMSALİ BİR SULTAN Sultan Alp Arslan, 1030 yılında doğdu, 43 yaşında ömrünü doldurdu. Bu kısacık ömrüne hem bu toprakların insanlarının, hem bütün müslümanların hem de insanlığın kaderinin nihâî yönünü belirleyecek bir dünya tarihi haritası sığdırdı. Sadece dokuz yıl hükümran oldu, dokuz yılda yaptıklarıyla dünya tarihinin alacağı şeklin tohumlarını ekti, yörüngesini belirledi. Anadolu'dan Balkanlar'a, Kuzey Afrika'dan Yemen'e kadar dalga dalga, sayha sayha yayılacak Hakikat Medeniyeti Çınarı, Sultan Alp Arslan'ın diktiği işte bu dev çınardı. Böylesi bir çınarı herkes dikemezdi; bu şeref herkese lûtfedilemezdi. Sultan Alp Arslan, her şeyden önce, samimî, ihlaslı, donanımlı bir müslümandı. Asalet timsali bir sultandı. Adalet, ahlâk ve merhamet anıtı bir insandı. Sadece müslüman kaynaklar değil, Süryani, Ermeni, Rum kaynaklar da, Sultan Alp Arslan'ı böyle tasvir ediyorlardı. Alp Arslan, bu hakikati kendisi de açıkça dile getirmiştir: “Biz, tertemiz, bid'atten uzak müslümanlarız. Allah rızasını kazanmak için kefenimizle yola çıkmış insanlarız. Bu sebepledir ki, Allah Teâlâ bize yardımını esirgememiştir.” ASKERÎ ORDULAR YETMEZ; FİKİR VE MEFKÛRE ORDULARI ŞART! Sultan Alp Arslan, İslâm dünyasının yaşadığı fitne-fesadı, darmadağınıklığı, kaosu, yıkımı iliklerine kadar yaşayan, o yüzden yüreği yangın yerine dönen bir müslüman, hedefe kilitlenen bir sultandı. İslâm dünyasının yaşadığı iç buhranları ve dış sorunları hal yoluna koymayı kafasına koymuştu.
Gazze'de işgalci İsrail'in 290 günü bulan katliamlarına ABD sınırsız desteğini vermeye devam ederken aynı anda Suriye'de güya bir terör örgütüne karşı bir başka terör örgütüne de aynı pervasızlıkla sınırsız desteğini vermeye devam ediyor. Üstelik verdiği bu destek NATO'da müttefiki olan, ittifakın en büyük ikinci ortağına karşı bir saldırganlık, bir düşmanlık da içeriyor olduğu halde bu desteğine devam ediyor. Bu açık tutarsızlık ve çelişki durumunu izah etme ihtiyacı bile hissetmiyor ABD. Kendini sorgulanamaz bir makamda görüyor. Suriye'de destek çoğunluğu Arap olan bölgelerde yıllardır PKK ve PYD'yi silahlandırarak kazandırdığı pozisyonla Kürt-merkezli yeni bir Baas rejimi tesis etmeye çalışıyor. “Kürt-merkezli” dediğime bakmayın, bu destekle Kürtleri herşeyden önce Kürt olmaktan çıkararak İsrail'in lejyoneri durumuna sokmuş oluyor. Uluslararası hukuku işletecek bir otorite olsa, ABD'nin bu yaptığı açıkça teröre destek ve insanlık suçu olarak yargılanacak bir suç. Ama uluslararası ilişkilerde güçlü olanın faydalandığı bir tür ibahiye durumunun olduğu da trajik bir gerçektir. Bugün o gerçeğin en acı boyutuyla bütün insanlık yüzleşmiş oluyor. ABD hem soykırımcı İsrail'e hem de onun lejyoneri PKK'ya verdiği destek dolayısıyla bütün insanlık karşısında ve Türkiye karşısında suçlu durumdayken, hiç utanmadan ABD'de bazı çevreler Türkiye'nin Hamas'a verdiği söylemsel desteği “teröre destek” kapsamında değerlendirmekten geri durmuyorlar. Hamas'a verilen söylemsel ve diplomatik destek aslında Erdoğan'ın Siyonist dünya düzeninin ikiyüzlülüğüne karşı bir meydan okuması gibi. Gizlediği bir sır değil. Oysa İsrail'in tahrikleriyle ABD'deki lobileri üzerinden Türkiye'yi Hamas'a fiilen askeri destek veriyor olmakla suçlama yönünde ciddi bir hareketlilik gözleniyor. Özellikle Gazze'den Türkiye'de tedavi edilmeye getirilen yaralılar üzerinden verilen desteğin, hatta Gazze'ye ulaştırılmaya çalışılan insani yardımların doğrudan Hamas'a, dolayısıyla teröre destek kapsamına alınması gibi bir pişkin-yüzsüz bir çabanın içinde bu çevreler. İsrail imajı bütün dünyanın gözünde insanlık suçlusu, soykırımcı, aşağılık bir katliamcı savaş suçlusu olarak işlenmişken böylesi bir atağa girişmesi çileden çıkarıcı bir pişkinlik. Tabi bu bile cesaretini yine suçlu dünya düzeninden almaktadır. ABD'nin İsrail ile birlikte Suriye içindeki Siyonist faaliyetlerine karşı, teröre verdiği desteği boşa çıkaracak hamle arayışları elbette kaçınılmaz hale gelmiştir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye devlet başkanı Beşşar Esad ile görüşme ihtimali üzerine "Zamanın ruhu bizi barış aramaya zorluyor" şeklinde bir açıklamada bulunmuştu. “Zamanın ruhu” kavramı tabii ki soyut bir kavram. Biraz siyasi yorumsamacılığa açık da bir alan. Gerçekten zamanın ruhu bizden ne yapmamızı istiyor? Bunun hiçbir zaman siyaseti öldüren, seçenekleri teke indiren bir yanı olmaz, ama ona baskı yapan bir tarafı olabilir. Bunun içinin çok iyi bir stratejik akılla, gerçekçi değerlendirmelerle doldurulması gerekiyor. Zamanın ruhundan bazı gelişmelere ve seçeneklere münhasıran bir mütareke ile teslim olmak anlaşılamaz elbet. Bilakis kavram dünyada değişen durumların karşımıza çıkardığı yeni tehditlerle baş etmek için yine karşımıza çıkan yeni fırsatları akıllı ve ölçülü bir biçimde değerlendirmeyi de ifade eder.
13 Temmuz gecesi yalnızca Türkiye'de değil, tüm Dünya'da Donald Trump Trend Topic'ti. Trump'ın gümbür gümbür gelişi Avrupa-ABD 68'inin de gidişini temsil ediyor olmasın! Bu bölümde Trump'ın gelişi neyin gidişi diye sorduk.------- Podbee Sunar -------Bu Podcast, Hiwell hakkında reklam içerir. Hiwell'in klinik psikologlarıyla ücretsiz tanışma görüşmeleri yapmak ve terapi seanslarınızda pod10 koduyla %10 indirimden faydalanmak için. tıklayın. Bu Podcast, Agesa hakkında reklam içerir. AgeSA BES ile Yatırımda Rahat Edin. Yüksek kazançlı geniş fon seçenekleri, %30 Devlet Katkısı ve Finansal Danışmanlık AgeSA'da. Yatırımlarla ilgili daha iyi hissetmek için. tıklayınız.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Hicrî yeni yıl başladı. 1446 sene geçmiş Peygamber Efendimiz'in (sav) Mekke'den Medine'ye hicretinin üzerinden. Hicret, fetih ruhudur; insanın iç dünyasını fethi; nefsini teslim alması; kalbine giden yolları döşemesi. Hakikatin yol haritasının başlangıcı, iç dünyanın fethiyle başlar. Sonra içeride yapılan fetih, dışa yansır, yansıtılır: Enfüs'ten âfâk'a sınırsız bir fetih yolculuğuna çıkılır: Aklın, kalbin ve ruhun kuleleri dikilir sabırla… Hakikat medeniyetinin tohumları ekilir, çileyle, aşkla ve neşve'yle… Bugün sütunumu, zevkle ve istifade ederek okuyacağınızı umduğum yıllar önce özene bezene kaleme aldığım, dokunmadan sizlerle paylaşmak istediğim zihin açıcı bir hicret yazıma ayırıyorum. Hicret, sadece İslâm takviminin başlangıcı değildir. Hicret, esas itibariyle, Müslümanca duruş, bakış, duyuş, düşünüş ve yaşayış yolculuğudur. Direnişin / ilim, dirilişin / irfan ve yenilenişin / hikmet yolculuğunun hem miladı hem de adıdır. Milat, başlangıç demek; doğum demek... Hicret, müslüman zamanının başlangıcıdır ama müslüman zaman idrakinin çağları aşan, müslümanı her dem diri tutan, yenileyen hayat ve ruh ikliminin şifrelerini sunan bir yol haritasıdır. O yüzden, doğum, bir yerde, insanı hakikatle buluşturan bir kıvılcım çakmıyorsa, bir umut ateşi yakmıyorsa, bir ufuk açmıyorsa, bu doğum, diriliş ve varoluş tohumları eken bir doğum değildir; ölü doğumdur. Ve oradan diriltici Hicret'e, Hicret ruhuna hicret etmek vakti gelmiş demektir... HİCRET'LE GELEN: HAKİKAT MEDENİYETİNİN DOĞUM MÜJDESİ... Bir diriliş çocuğu'dur hicret; özenle bakılan, sevgiyle büyütülen, muhabbetle yetiştirilen, aşkla, şevkle ve zevkle yeşertilen bir "peygamber çiçeği". Mekke'den medine'ye gerçekleştirilen sarsılmaz bir direniş, diriliş ve varoluş yolculuğu... Tohumları mekke'de müminlerin ruhlarına ekilen, som altından üretilen soylu bir aşk ateşi, sönmez bir ışık... Allah'a ve Rasûlü'ne yapılan eşsiz, benzersiz, bitimsiz, doyumsuz yolculukla hakikat meşalesinin aşkla tutuşturulması... İnsanı meleksileştiren, kanatlandıran; şirkten, zulümden, küfürden / hakikatin üstünü örten perdelerden kurtaran; tevhidle / hakikatle, nurla / aydınlıkla buluşturan; mekke,de kendilerine getirerek kendilerinden geçirdiği müminleri medine'de, kendilerinden geçirerek kendilerine getiren eskimez, pörsümez, sönmez bir hakikat güneşi... Bütün insanlığa ve bütün varlığa hayat sunacak, ruh üfleyecek hakikat medeniyetinin doğum müjdesi... DİRİLİŞ ÇİLESİ VE DERÛNÎ HAKİKAT SARAYI...
Almanlar, Avrupa tarihi boyunca, Avrupa'nın, hem kurucusu hem de yıkıcısı olarak öne çıkan milleti ya da aktörü. Hegel'in dilini kullanmak gerekirse, “Cermenler”, aslında, “Almanlar” derken kastettiğim. Cermenler, kısmen İngilizleri, Hollandalıları da kapsar. Alman ruhu, Cermen ruhudur. Cermen ruhu da Avrupa'nın aynı anda hem kurucu hem de yıkıcı kaynağı: Avrupa'nın diyalektik gücü -hatta silahı da diyebilirsiniz siz buna. “Silah” metaforu çok güçlü olsa da, hakikati iyi ifade ediyor: Avrupa'nın bu çifte hakikatini: Çıkmaz sokağını ve çıkış yolu olarak başvurduğu metodu. Savaşlarla kuruluyor Avrupa, küresel ölçekli sonuçları olan büyük savaşlarla ve büyük âfetlerle. Büyük cihan savaşlarıyla da yıkılıyor. Son cihan savaşlarından sonra toparlanamadı, aklını yitirdiği için belki de. Belki de'si fazla. Öyle. ALMANYA, SİYONİSTLERİN ÖNÜNDE NEDEN DİZ ÇÖKÜYOR? Almanların akıllarını yitirdiklerine dair yeni bir haber var önümde: İngilizlerin küresel elitler üzerinde son derece etkili gazetesi The Financial Times, Almanya ile ilgili oldukça düşündürücü bir haberi öne çıkarmış: Buna göre, Alman hükümeti, Alman vatandaşı olma süresini Almanya'da 5 yıl yaşama şartı getirerek kısaltmış (İngiltere'ye uyarlamış sanki! Brexit'e mi girdi yoksa Almanya!). Şaka bir yana ama Alman vatandaşı olacak kişilerin işini biraz daha zorlaştırmış ve Alman vatandaşlığına girecek kişilere “İsrail'in varlığını tanıma” şartını getirmiş! Nedir bu? Bence, akıl tutulmasıdır. Almanların Yahudilerin kölesi olduğunun bir kez daha ispatlanması. Almanya bağımsız mı şimdi? Almanya'nın bağımsız olduğunu kim söyleyebilir -hele de son bir asırdır Almanların yaşadıkları ya da Almanlara yaşatılan trajedilere bakarak söyleyecek olursak…? Almanya, Siyonistlerin önünde diz çökmüş bir devlet! Bu kadar net! ALMAN RUHU'NUN KURUCU İKİ AKLI
İbn Haldun haklı: Devletler de, toplumlar da insan gibidir: Doğar, yaşar ve ölürler. Bendeniz İbn Haldun'un okumasına bir okuma ekleyerek şöyle düşünüyorum: Devletlerin de ruhu vardır, toplumların da. İnsanın ruhu nasıl insanın yaşamasının yegâne şartı ise, devletlerin veya toplumların ruhu da, devletlerin ve toplumların sadece yaşamalarının değil başkalarını yaşatmalarının ve tarih yapmalarının da yegâne şartıdır. Şunu söylemiştim: Nefes alıyorsanız, yaşıyorsunuz demektir. Nefes veriyorsanız, yaşatıyorsunuz demektir. Nefes oluyorsanız, tarihi siz yapıyorsunuz demektir. İşte ruhu olan toplumlar veya devletler sadece yaşamaz ve yaşatmakla kalmazlar. Aynı zamanda tarihin akışını değiştirecek dinamizmi de üretirler, tarih yaparlar. İşte tarihi yapan o dinamiğe ve dinamizme ruh diyorum. TÜRKİYE'NİN RUHU VAR MI? Yakıcı soru şu burada: Türkiye diye bir ülke var mı? Ruhu olan, dolayısıyla hem dimdik ayakta duran hem her tür zorluğa göğüs geren hem de tarihin akışını değiştiren bir aktör olarak Türkiye var mı? Bu sorunun cevabı, ne yazık ki, hayır. Türkiye orta ölçekli bir kargaşada yerle bir olabilir - Allah muhafaza! Kemalizm'i ve laisizmi, Türkiye'nin ruhu olarak gören kişiler, Türkiye'nin ruhu olmadığını açıkça ilan ediyorlar demektir ama bunun farkında bile olabileceklerini zannetmiyorum. Kemalizm de, laisizm de ithal ideolojilerdir çünkü. İthal bir ideolojinin ruhu olmaz. Millî Mücadele'yi bu ithal, ödünç ideolojilerle değil İslâm'ın direniş, diriliş ve varoluş ruhunu iliklerimize kadar yüreğimizde hissettiğimiz için kazandık. Güçlü felsefî temellerden yoksun, tarih bilincine ve tecrübesine sahip olmayan bir ideolojinin, bir topluma tarihin akışını değiştirecek bir ruh verebilmesi, elbette ki, imkânsızdır. Biz bu topluma tepeden Jakoben yöntemlerle ithal ideolojiler dayattık ve sosyal mühendislik projesi uyguladık. Tarihin akışını biz değil, Batılılar belirliyor. Tarihi yapanlar, önlerine katıp sürükleyenler biz değiliz, biz Batılıların yaptığı tarihin önünde çöp gibi sürüklenen nesneleriz. Türkiye iki asırdır tarihten çekildi. Tarihi biz yapmıyoruz. Tarihi Batılılar yapıyor. Biz Batılıların yaptığı tarihte tatil yapıyoruz yalnızca. Türkiye, sahipsiz bir ülke. Ruhu olmayan, ruh köklerini kendi elleriyle kurutan bir gulyabani. O yüzden tarihi bizim yapmamız ve önümüze katıp sürüklememiz sözkonusu değil, bu mümkün de değil aslında! Türkiye, ruhunu yitirdiği için, yönünü de, yörüngesini de yitirdi; o yüzden oraya buraya sürüklenip duruyor... Osmanlı'nın durdurulmasından sonra, büyük bir vakumun ortasına sürüklendi. İki tür nihilizmi de iliklerine kadar yaşıyor: Hız, haz ve ayartının köleleri arasına güle oynaya katılarak pasif nihilizmi tecrübe ediyor ve dünyaya karşı duyarlığını yitiyor. İkinci olarak da, epistemik ve zihnî felçleşme yaşadığı için de aktif nihilizme açık, her tür zihnî ve zamanla fiilî işgale, saldırıya hazır acıklı bir ülke manzarası sergiliyor. Zihnî saldırı, iki asırdır bizi perperişan etti. Kendimize olan güvenimizi yok etti, celladımıza âşık etti. Türkiye fiilen işgal edilmedi ama zihnî işgal altında. O yüzden ülkenin kurda kuşa yem edilmesi ân meselesi. Yani 40-50 yıllık kısa bir zaman diliminde bile ülkenin seküler entelijansiya ve kitleler tarafından kolaylıkla terkedilmesi ve Batılılara peşkeş çekilmesi bizi asla şaşırtmamalı.
Yakın tarihine bizim kadar uzak ikinci bir toplum yok dünyada. Tarih karartıldı bu ülkede. Medeniyet iddiaları yok edildi bu toplumun; o yüzden tarihte tatile mahkûm edildi, tarihten sürgün edildi. Tarihten neden ve nasıl sürgün edildiğimizin hikâyesini en iyi anlatan ender fikir adamlarımızdan biri Kadir Mısıroğlu'ydu. Bugün vefatının beşinci yılı. Üstadı bir yazımla rahmetle anıyorum. TEK BİR ZAMANA/ TARİHSİZLİĞE HAPSEDİLMEK! Bin yıl dünya tarihini sürükleyen bir toplumdan başkalarının yaptığı tarihin önünde sürüklenmeyi marifet zanneden celladına âşık gulyabaniler türedi. Dünya tarihinin adalet ve hakkaniyet, sulh ve selâmet ilkeleri açısından en parlak timsallerinden birini, zirvesini oluşturan, herkese hayat hakkı tanıyan, -Batılılar gibi- karşılaştığı hiçbir medeniyetin kökünü kazıma ilkelliğine soyunmayan bizim muazzez medeniyet tecrübemiz unutturuldu; yetmedi, inanılmaz bir şekilde aşağılandı bu ülkede metamorfoz yemiş, devşirilmiş, celladına âşık kendi çocukları tarafından. O yüzden tarih bilinci linç edilmiş tek toplum biziz, diyorum. Bir İngiliz'in, Fransız'ın, Alman'ın, Rus'un, bir Japon'un ruhu vardır; bir aidiyet bilinci, tarih derinliği, emperyal ufku vardır. Bu toplumların insanları üç zamanı da yaşarlar aynı ânda; duyarak, hissederek, tecrübe ederek yaşarlar iliklerine kadar... Bizim toplumumuz, tek bir zamana mahkûm edilmiştir: Şimdiki zamana. Ruhu çalınmış bir şimdiki zamana. Tarihsizliğe. Geçmişin izlerini, geleceğin tohumlarını taşımaz o yüzden. Geçmişin izlerini silmekle, geleceğin ufuklarını karartmakla meşguldür bizim “şimdiki zaman”ımız; tarihimizi, yerimizi ve aidiyet bilincimizi yok etmekle! O yüzden “ibnü'l-vakt” (bütün vakitleri özümsemiş “vaktin çocuğu”) olmak en çok bize yakışırdı; ama biz, zamanını şaşırdığı için vakitleri bilmeyen, geçmiş zamanı hissedemeyen, gelecek zamanı duyamayan ve göremeyen vakti / zamanı / ruhu çalınmış, tarihi yok edilmiş çocuklarıyız insanlığın. O yüzden birbirimizle boğuşuyoruz; ve sürükleniyoruz sadece. Geçmiş zaman ve gelecek zaman duygularımız olsaydı, güçlü olsaydı, birbirimizi anlamaya vakit ayırsaydık, birbirimizle boğuşmaz, enerjimizi tüketmez, oraya buraya sürüklenmezdik; aksine, tarihi biz sürüklerdik yine. Hiçbir toplum, bizim yediğimiz darbeyi yemedi, bizim yaşadığımız travmayı yaşamadı: Kendini inkâr, medeniyet iddialarını inkâr hastalığı, sömürgeleştirilemeyen bir ülkenin (eğitim ve medya, kültür ve sanatta) kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığına soyunmayı bir marifet sanma absürditesi! Kadir Mısıroğlu, bu toplumun kendini, kendi medeniyet iddialarını, ruh köklerini inkâr etme girişimlerinin nasıl bu toplumun intiharına dönüştüğünü çok iyi gördüğü, bunu iliklerine kadar hissettiği, zaman algısının ruhsuz, sarsak, saçma bir şimdiki zaman algısına / tarihsizliğe hapsedildiğini bildiği için isyan ediyordu! Sesinin yüksek çıkması, evdeki yangının büyüklüğündendi! Kadir Mısıroğlu'nun üslubu, tarzı hatta söyledikleri eleştirilebilir. Ama onun dik duruşu, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmadan karartılan tarihimizi aydınlatma çabası, çilesi, yılmaz mücadelesi aslâ eleştirilemez, küçümsenemez ve gözardı edilemez!
AK Parti herkesin kendi kafasına göre kimlik giydirmeye çalışacağı amorf bir kitle partisi değildir. Kitle partisidir lakin kimliği, misyonu ve ilkeleri olan bir partidir. AK Parti bu ilkeleri kabul eden herkese açık olan ve herkesin temsiline imkân sağlayan bir Türkiye partisidir. “Biz farklılıklarımızla birlikte Türkiye'yiz!” anlayışıyla dini, ırkı, mezhebi, dili ve yaşam tarzı farklı olan herkesi kendinden bilip kucaklayan bir Türkiye partisidir. xxxxx AK Parti yola çıkarken kendini gayet açık bir biçimde tarif etti. “Muhafazakâr demokrat” tanımı, AK Parti'nin kimliğinin özünü oluşturdu. AK Parti'nin muhafazakârlık anlayışı, tarihe-geçmişe saplanıp kalan tutucu bir anlayışa yaslanmıyordu. Tarihini-geçmişini sahiplenen, yani kökünün ayırdında olan ama bugünü ve geleceği de değişimci ve yenilikçi bir anlayışla doğru okuyup tarifleyen bir anlayışa yaslanıyordu. Bir başka deyişle, kendi kökleri üzerinde değişime ve yeniliğe açık bir anlayışın temsilcisi olarak ortaya çıkıyordu. Yahya Kemal'in “Kökü mâzide olan atiyim” ifadesine tam da uygun bir anlayışın siyaseten ete kemiğe bürünmüş haliydi. Muhafazakârlık, dinî duyarlığı da içeriyordu elbette. Çünkü din aziz milletimizin kökünü oluşturan ve anlamlandıran en önemli unsurların başında geliyordu. Milletin değerlerini üstünde taşıyan bir partinin dini duyarlılığı onun dinci ve dinsel milliyetçi bir parti olduğu anlamına gelmiyordu. AK Parti'yi “dinci” veya “siyasal İslamcı” olarak tanımlayanlar yanlış bir laikçi okumanın içindeydiler. AK Parti devlet marifetiyle dini yoluma dayatmayı öngören totaliter ve otoriter bir İslamcı siyasi proje olmadığı gibi din üzerinden siyaset yapmayı amaçlayan bir dinci parti de hiç değildi. Demokratlık, AK Parti'nin bu muhafazakâr kimliğini taçlandıran diğer bir aidiyetiydi. AK Parti'nin demokratlığı “herkes için özgürlük isteyen” ve “herkesi farklılıklarıyla birlikte kendinden bilen” özgürlükçü ve birleştirici bir demokratlıktı. Adalet anlayışı, bu demokratlığın en başat unsuruydu. AK Parti'nin demokratlığı devrimci bir öze sahipti. Zira devlet paradigması denilen şey, farklılıkları homojenize etmeyi amaçlayan tekçi, inkârcı ve yasakçı bir uygulamayı içkindi. Bütün bunları yıkmak için demokratik devrimci bir anlayışı kuşanmak gerekiyordu. AK Parti'nin devrimciliği demokratlığın yerine ikame edilen bir şey değildi; tersine demokratlığının gerektirdiği doğal bir davranıştı. Xxxxx AK Parti'nin kurulurken ilan ettiği kırmızı çizgileri anlamlıydı. AK Parti milletimizi ayrıştıran ve çatıştıran şu üç milliyetçilik türüne karşı olduğunu gayet netlikle ilan etmişti: -Dinsel milliyetçilik. -Etnik milliyetçilik.
Konuğumuz Serdar Soydan ile İsmi Yad Ruhu Şad Olsun kitabını konuşuyoruz.
Konuğumuz Serdar Soydan ile İsmi Yad Ruhu Şad Olsun kitabını konuşuyoruz.
İbadet, kişinin varlık sebebi ve varoluş şartıdır. Çünkü kişi ancak ibadetiyle yani Rabbine kul olmasıyla, kula ve paraya pula kul olmaktan kurtulur, özgürleşir ve kendine gelir. Ubûdiyetin / kulluğun harekete geçmesidir ibadet: Dikey eksen ve yatay eksen. Mekke süreci ve Medine süreci. Enfüs ve âfak'ta aynı ânda yolculuk... Bütün ibadetler, bu iki ekseni harekete geçirerek kişiyi kirlerden arındırır, temizler, kendine getirir: Namaz insanı, Hacc hayatı, Zekât maddeyi, Oruç ruhu kirlerden arındırır, temizler. KULLUK'LA, PUTLARI REDDEDER VE ÖZGÜRLEŞİR İNSAN... Her ibadet gibi oruç da bir kulluktur (ubûdiyet); insanın kul olduğunu hatırlaması, unutmaması. Kulluk, özgürleşmektir. Büyük romancı ama aynı zamanda bilge adam Dostoyevski, “Tanrı yoksa, her şey mübahtır,” der ve insanın özgürlüğüne Yaratıcı fikrine inanmakla kavuştuğuna dikkat çeker. Benzer gözlemleri, ateşst psikanalist Jacques Lacan da yapar. “Tanrı inancını yitiren bir insan” der Lacan, “Tanrı inancını yitirdiği andan itibaren artık her şeyi tanrılaştırmaya başlamış demektir.” Yaratıcı inancı, kişiyi, yalnızca Yaratıcı'ya yöneltir; böylelikle yaratılan her şeye kulluktan, kölelikten özgürleştirir. Kul olmayan, kulluğunun şuuruna varamayan insanlar, özgürlüklerini yitirirler; kâh kula, kâh paraya-pula kul olurlar; kâh kulun yapıp ettiklerine, kâh dünyaya, dünyadaki her şeye, kâh nefislerine, nefislerinin arızî arzularına ve ârızalarına... Ama Hakk'a kul olmayan insan, hakîkati göremez, hakkıyla; en zayıf şeylere de, en güçlü şeylere de kul-köle olur da farkedemez bile bunu. İşte oruç, insana, her şeyden önce kulluğunu hatırlatır. Hakka kul olmadığı takdirde kolaylıkla her şeyin kulu olacağını.... SEKÜLER HAYAT, İNSANI AYARTARAK KÖLELEŞTİRİR Seküler hayat, insanı özgürleştirmek adına her şeyin kulu kılar: Hızların, hazların ve arzuların kulu-kölesi yapar: Ayartarak... Oysa hızların, hazların ve arzuların peşinden koşmak, özgürleşmek midir yoksa özgürlüğün yitirilmesi mi? Aslında bütün bunlar birer kaçıştır: İnsanın iradesinin boşalması ve özgürlükten kaçış biçimleri... İnsanın kendisinden kaçması... sorumluluklarından kaçması... kulluğundan kaçması... Sonuçta, Rabbine kul olacağına, Rabbinin kullarının kullarına kul olması... Seküler / Batılı hayat, ruhu yok eder; ruhun yerine şeytanı ikame eder; iyiyle kötüyü, şeytan'la Tanrı'yı eşitler. Hâl böyle olunca, böyle bir ortamda ruh, sırra kadem basar. Ruhu yok olan insan, her şeyin kulu-kölesi olmaya başlar; kendini kurtaramaz bundan. RUH, KULLUK'LA ÖZGÜRLEŞİR... Bütün diğer ibadet biçimleri gibi oruç da, insanın ruhunu özgürleştirir.
Fütüvvet Ruhu | Süleymaniye Vaazları 3 | M.Fethullah Gülen by Çınar Medya
Vaize ve Yazar Fatma Bayram ile Ramazan ayında kötü alışkanlıklarını değiştirmek isteyen bir müslümanın neler yapması gerektiğini konuştuk.
Tam insanın bir ruhu/nefsi bir de bedeni vardır. Din dilinde “kalb, ruh, nefs” aynı manada da kullanılır. Bedenin doymaya/beslenmeye ihtiyacı olduğu kadar ruhun da beslenmeye ihtiyacı vardır. Tam insanlığını idrak edememiş ham adamlar yalnızca bedenlerini beslerler, ölünce bu bedenler kabirde çürür. Tamlığını idrak etmiş olanlar ise az çok ruhlarını da beslerler; ölünce bu ruh/nefs çürümez, yok olmaz, Berzah âlemine gider orada beslenmenin keyfiyet ve kemiyetine göre muâmele görür. Tam insanlar yalnızca kendi beden ve ruhlarını doyurmazlar, başkalarına da yardım eder, onların da açlık ve tokluk hallerinden istifade etmesini sağlarlar. Ramazandan Ramazana oruç tutanlar (bunu da tutmayanlar var da, Allah onlara orucu tattırmayı nasip etsin) o ay hariç yıl boyu bedeni beslerler, elbette diğer ibadetlerle ruhu da beslerler, lakin ruhun oruçla beslenmesinden on bir ay mahrum kalırlar. Hamiyetli Müslümanlar, zekât, fitre ve kurban gibi farz ve vacip ibadetler dışında da ihtiyaç sahiplerine yardım ederek “bedence açların doymasını” sağlarlar, âlimler ve mürşitler ise “ruhların açlığını giderirler¸ bu manada açlar da tok olur, doyarlar”. Ruhları beslemenin, insanın ta kendisi olan nefisleri eğitmenin, emmâreden rıza makamına kadar yükseltmenin genel ve kişilere özel yolları vardır ama bir eğitim aracı olarak açlık hemen her eğitilende ortaktır. Az yemek, az uyumak, az konuşmak (yani bunları kontrollü yapmak) ve ibadetler, bedenin günahlara karşı zayıflamasını sağlar, ruhun/nefsin ise yücelere doğru tırmanmasını kolaylaştırır. Hz. Mevlânâ'nın bir temsîli var: “(Kurşun kalemi gibi) sivri uçlu bir kalem toktur, onu mürekkebe batırırsanız aldığı kadarıyla birkaç kelimeyi zor yazarsınız, (dolma kalem ucu gibi) divit ucu ise açtır; onu mürekkebe batırınca satırlarca yazarsınız…” Ruhu beslemek, nefsi eğitmek maksadıyla bedence aç kalmak insanı divit ucu gibi yapar, insanın kemal yolculuğunda güç kaynağı gibi olan feyz (mürekkep) işte bu aç divite dolar, tok olana dolamaz. Biz kullar eksik veya tam olarak yapabildiğimiz bütün ibadetleri Allah'a yaparız, peki niçin “Oruç benim içindir…” demiş!
Mümtazer Türköne | 28 Şubat'ın Ruhu by Tr724
*İnsanın, başkalarını kendisine tercih etmesi mânâsına gelen îsâr; ahlâkçılara göre, toplumun menfaat ve çıkarlarını şahsî çıkarlarından önce düşünmek demektir; tasavvuf erbabınca ise, en hâlisâne bir tefânî düşüncesiyle topyekün şahsîliklere karşı bütün bütün kapanıp, yaşama zevkleri yerine yaşatma hazlarıyla var olmanın unvanı kabul edilegelmiştir Bu video 22/09/2013 tarihinde yayınlanan “Îsâr Ruhu: Başkalarını Kendine Tercih Etme Ufku” isimli bamtelinden alınmıştır.
Kartalcast'in yeni bölümü sizlerle... Mert Güven ve Oğuz Üregen, Beşiktaş'ın sahasında yaşadığı Club Bgrugge rezaletini, takımın rezilliğini, Ankaragücü maçını ve yaklaşan seçim öncesi adayların son durumunu enine boyuna değerlendirdi. Keyifli dinlemeler...
Bu bölümde, Ece kendimizi soğuk mevsimlerin getirdiği enerji ve moral düşüklüğüne karşı korumanın yollarıyla tanıştırıyor. Son dönemdeki favorileri ve ona keyif veren pratik önerileriyle, ruh halini canlandırmak ve pozitif enerjiyi güçlendirmek için rehberlik ediyor. Seni hem duygusal olarak besleyecek hem de değişen mevsimlere farklı bir açıdan bakmanı sağlayacak bir sohbet. Bölümün sponsoru Hiwell'den ilk terapi seasında 10% indirim kullanmak için buraya tıkla ve yoldayiz10 kodunu kullan! Desté kartlarını incelemek ve satış kanallarını görmek için web sitesine uğra thisisdeste.com. Intagram'dan takip etmek için tıkla @thisisdeste Flov Studio Online'da düzenli olarak yenileri eklenen yüzlerce yoga ve meditasyon dersini sınırsız izlemek ve ay ritüellerine katılmak için flovstudio.com
Dinin ruhu nedir? 0:44 Dünya ve içindekilere bir tekme vurduğunuzda yol genişliyor 03:50 Bu kavga dimin kavgası değildir!.. Nefsinizin kavgasıdır bu kavga! 06:34 Dine fatura edilemez bu mesele! 07:56 Her ne istiyorsa verin, hakkını bana helal etsin
Bitlis'te düzenlediğimiz MTO Fuat Sezgin ve Bilim Tarihi kampımızın Ahlat ve Bitlis gezisi izlenimlerini Nuri Gür kardeşimizin şiirsel kaleminden aktarıyorum. Güzel bir pazar yazısı. ANADOLU'NUN KAPISI VE TAPUSU AHLAT'IN RUHU... Sabahın taze ışıkları, ruhumuzu coşku ve merakla doldururken Ahlat'a doğru yolculuğumuza başladık... Bir rüya gerçek oluyordu... Her döneme ait bir hikâye anlatan bu eski topraklara Abdurrahman Gazi Türbesi'nin kapısından girdik. Bu türbe, geçmişin sırlı kapılarını aralamamıza yardımcı oldu. Abdurrahman Gazi, tarihin tozlu sayfalarında kayıp gitmiş bir kahraman gibi dururken, bu topraklarda Hz. Ömer zamanında hayatın kaynağı olan İyaz bin Ganem komutasındaki el-Cezire'nin parlayan yıldızıydı. Bu toprakların hikâyesi, sanki tarihin derinliklerinden yükselen eski bir destanın notaları gibiydi. Muaz bin Cebel'in soyundan gelen bu kahraman, Arap ordularının Ahlat'ı fethi sırasında şehit olmuştu. İşte bu topraklar, sanki kahramanların ruhlarıyla işlenmiş bir tabloydu; her köşesi, tarihin nefes aldığı ve bize de nefes aldırdığı bir eser gibi duruyordu. Emir Bayındır Camisi ve Kümbet'inin göz kamaştıran bir mimarisi vardı. İslâm'ın estetik anlayışı, burada zirveye ulaşıyordu. Hem minaresi, hem kümbeti, İslam'ın incelikleriyle işlenmiş bir dua gibi yükseliyordu. “Harabe Şehir”e ayak bastığımda, bu adının tam anlamıyla haklılığını gördüm. Harabe Şehir, adeta bir zaman makinesiydi. İnsanı geçmişin derinliklerine çeken, tarihin görkemli resmini
Kendi ruhuna bakmak imanı güçlendirmek için en temel konudur. Kendi içi yapısını gören insan, içindeki “ben”i bilen, duyduğunu hisseden insan müthiş bir açılma yaşar. O zaman insan sırf kolundaki saate bakarak, tek bir çay kaşığına bakarak en yüksek noktada iman eder.
MTO Bingöl Temsilcisi Seyfullah Yiğit kardeşimin 2. Doğu seferimizle ilgili izlenimlerini sizlerle paylaşıyorum: Tatvan'da MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) talebe buluşması vardı. Alelacele döndük vetalebe buluşmamızı yaptık. Biraz sonra ekibimiz de geldi ve hep birlikte yola revan olduk... Akşam Siirt'te de talebe buluşmamız olacak. Tatvan'dan çıkmadan önce söz verdiğimiz üzere Ohin'e bağlı Ravza Medresesi'ne ziyarette bulunduk. Çok güzel bir program oldu. Kısa ama derin... Tatvan'dan Norşin/Güroymak ilçesinde bir talebe ailesini ziyarete gittik. Yusuf Hoca söz vermişti. Sonra direk Siirt... Gecikmeli de olsa programa yetiştik. Siirt Tügva Temsilciliğinde mütevazı bir talebe buluşması oldu. Nefes almak için dışarı çıktım. Akşam namazı yakındı. Bir mescitte akşam namazını eda edip geri döndüm. Hoca, burada aşkın bir ruh haline bürünmüş ve çok kaliteli bir program ortaya çıkmış. Kaçırdık. Neyse, nasip diyelim... Mücahit ağabey, programın dehşet olduğunu söylemişti.
MTO'muzun başta Siirt'teki liseli beş parlak talebesi olmak üzere Güneydoğu'daki kardeşlerimizin gönüllerini fetih, medreselerimizi keşif için çıktığımız İkinci Doğu Seferi'mizi, MTO Bingöl Temsilcisi Seyfullah Yiğit kardeşimin coşkulu, tefekkür dolu ve su gibi akıcı kaleminden yayınlamaya devam ediyorum. 9 Haziran Cuma Sabah erkenden kalktım. Bingöl Milli Eğitim Müdürlüğü'nden Muhammed Fatih Kartal dostumuzu aradım. Sabah 10:00'da Bingöl Müftülüğü'ndeki program üzerine konuştuk. Sunum metni istedi. Yusuf Hocayı almaya gidiyordum. Hocayı beklerken yazarım diye düşündüm, 10 dakika sonra atarım dedim ve 10-15 dakika içinde bir metin yazıp gönderdim. Az ve öz bir sunuş metni oldu. Hoca, anlamış! Sonra konuştuk. İşte talebesini yazı üslubundan tanıyan usta hoca! Sabah 08:30'da kahvaltı programı vardı STK'larla. Oraya katıldık. Sonra saat 10:00'daki nefis geçecek olan konferansa katıldık. Hafız Dostum Sadullah Turan
geçtiğimiz hafta çok önemli ve anlamlı bir yolculuğa çıktık Güneydoğu Anadolu'muzda beş şehrimize. Siirt'teki beş liseli parlak talebemizi görmek, gönüllerini fethetmek için düzenledik bu programı. Bu arada Ohin, Tillo, Norşin ve Zukayd medreselerine güzel bir çıkarma yaptık. Bu yolculuğu MTO Bingöl Temsilcisi Seyfullah Yiğit kardeşim yazdı. Ama ne yazış öyle! Sizin de zevkle okuyacağınız bu seyahat yazısını paylaşıyorum sizlerle. Aylar öncesinden kendini “beşli çete” olarak adlandıran Siirt MTO lise talebelerinin isteği üzerine MTO Samsun Temsilcisi Muharrem Kartancı hocamızın da teşvikiyle karar verdik Siirt programına. Ramazan'dan önce Yusuf Kaplan hocamızla yaptığımız online bir toplantıda bir kardeşimizin Bingöl'de iftar programı isteği üzerine hocamız söz verdi bu kardeşe. Bizi de görevlendirdi program için. Bizim de şöyle bir ahlakımız var; genel olarak hayırlı işleri ertelemeden yapmaya gayret etmek. Muharrem ağabey de geniş bir program yapmamızı rica etti. Şırnak'ı da ekleyecektik ve böylece altı il olacaktı. Bingöl-Van-Muş-Bitlis-Siirt-Şırnak. Biletler alındı. Ramazan'ın ilk günü Bingöl'den başlayacaktı programlar. Burada MTO talebesi Bilal Arslan (Bingöl
Melih Arat, hazırlayıp sunduğu Melih Arat ile Yeni Fikirler ve Kitaplar programında Ranjay Gulati'nin Derin Amaç Yüksek Performanslı Şirketlerin Kalbi ve Ruhu kitabını konu aldı.
Oruç Ruhu Olgunlaştırır by Çınar Medya
Gaziantep merkezli Kırkayak Kültür ve Doğa Derneği Genel Koordinatörü, Göç ve Kültürel Araştırmalar Merkezi'nin yöneticisi Kemal Vural Tarlan'la depremin ardından Gaziantep'in durumu üzerine konuşuyoruz.
Keşif Sineması'nın ikinci sezonunun yeni bölümünde sinema, kültür ve sanat özelindeki basın ve halkla ilişkiler alanında uzmanlaşmış Uğur Yüksel'le sinema alanında iletişim ve filmlerin yolculuğuna rehberlik etmek, !f ruhu ve yirminci yüzyılın ilk yarısının avangart sineması hakkında sohbet ettik, Jean Cocteau'nun sinemasını onunla keşfettik.
Atatürk, Bir Örgütleme Dehasıydı ! Youtube'dan İzleyin: https://youtu.be/l3d6dChOJf8 Atatürk'ün ölümünden sözetmekten nefret ediyorum.. O bizlerde yaşıyor bunu biliyorum. Bugün O'nu anarken onun en büyük ustalığı olan örgütlenme faaliyetlerinden söz edelim istiyorum. Bence o efsanevi bir örgütlenme ağı kurmuştu ve bu dikkatle incelenmesi gereken konulardan biri. Metin Aydoğan'dan özetleyelim: "Mustafa Kemal Paşa gizli örgütlenmeyi yaparken üzerinde işgal güçlerinin koyduğu idam cezası vardı .. Buna rağmen her kesime her gruba sızıyordu.. Yabancı elçiliklerde bile adamları vardı. Gizli faaliyetin ustasıydı..Tüm gizli direniş örgütleriyle ilişkisi vardı..." Milli mücadeledeki örgütlenme Mustafa Kemal Atatürk'ün dehasının en belirgin göstergelerinden biridir ve Türk milletine ders olmalıdır.. Çünkü ölümlerden ölüm beğen denilen bir millet, bir dehanın önderliğinde sadece 5 yılda örgütlü bir direnişi gerçekleştirmiş ve kurtuluşun kitabını yazmıştır! Er ya da geç ona layık olacağız. Bu bir zaruret. Ruhu şad olsun!
Artist: RUHU & CARA (Russia) Name: DHM Podcast #1378 (October 2022) Genre: Electronic Release Date: 19.10.2022 Exclusive: Deep House Moscow Ruhu: https://soundcloud.com/ruhudj Cara: https://soundcloud.com/zpdasxvtfrhz CONTACT (DHM): Email — deephousemoscow@hotmail.com Follow us: www.facebook.com/deephousemsk/ www.instagram.com/deephousemoscow/ vk.com/deephousemsk/
Bibliyoterapi'nin bu bölümünde Aslı ve Tuna, enselerini karartanlar için derman arıyor.Aslı ve Tuna'ya bibliyoterapi@podbeemedia.com mail adresinden yazabilirsiniz.Bölüm Künyesi:Aslı Perker - Sen Beni Aşağılayabilirsin Ama Ben Aşağılanmam,Lisa Aisato - Hayatın Tüm Renkleri,Muhammad Ali, Hana Yasmeen Ali - Kelebeğin Ruhu,Kate Atkinson - Hayat, Sil Baştan,Çetin Altan - Enseyi Karartmayın,Bonus: Aliya İzzetbegovic - Tarihe Tanıklığım.------- Podbee Sunar ------- Bu podcast, GetirAraç hakkında reklam içerir. GetirAraç'ı indirmek ve ilk kullanımda 500 TL indirimden faydalanmak için, tıklayın. Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir. Hiwell'i indirmek ve "pod10" koduyla %10 indirimden faydalanmak için tıklayın. See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.