POPULARITY
Hayal Kuşunun Kanatlarından Bursa Hayal kuşuna binip Bursa semalarına doğru süzülmek ister misiniz? Cevabınız “Evet” ise tutunun kuşumuzun kanatlarına. Bakalım neler görüp neler duyacağız? Bu tarihî şehirde nelere şahitlik edeceğiz? Bursa'ya ne yönden girersek girelim, bizleri yeşil bir deniz karşılar. Tepelerden aşağı doğru süzülürken bakışlarımız mavi ile yeşilin kesiştiği büyülü bir çizgiye takılır. Bu güzel tablo bizleri kendine çeker. Bursa semalarında süzülürken ilk molamızı Tophane sırtlarında veriyoruz. Buradan şehri seyretmek doyumsuz bir zevk. Ama asıl ilgimizi çeken, burada yatan iki Osmanlı padişahı: Biri Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi, diğeri onun oğlu ve Bursa'nın fatihi Orhan Gazi. Tarihe yön veren iki büyük insanın huzurunda saygı ve edep içerisinde Fatihalar okuyoruz. Dalgın dalgın türbeleri seyrederken ak saçlı, ak sakallı bir dede yanımıza yaklaşıyor. Merakımızı ve heyecanımızı hissetmiş olacak ki “Gelin size bu iki padişahı anlatayım.” diyor. Dedeyi dinledikten sonra vedalaşıp Tophane sırtlarından, Ulu Cami'ye süzülüyoruz. Koca mabet tüm ihtişamıyla karşımızda duruyor. Cami, bizi önüne geçilmez bir merakla içine çekiyor. Duvarları kesme taşlarla örülü camiye üç büyük kapıdan girilebiliyor. Bu görkemli yapı, on iki kalın ayağın üzerine oturtulmuş yirmi kubbeden oluşuyor. Ortadaki kubbenin altında on altı köşeli bir havuz dikkatimizi çekiyor. Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan bu caminin inşaatında üç bin işçinin çalıştığı ifade ediliyor. Rivayete göre Bursa'nın meşhur evliyalarından Somuncu Baba, küçücük fırınında bu üç bin işçiye her gün ekmek çıkarırmış. Bursa halkı “Böyle küçük bir fırında, bu kadar ekmek nasıl çıkar!” diye hayretlerini gizleyemezmiş. Ulu Cami'nin açılış merasiminde; Somuncu Baba'nın Allah'ın sevgili bir kulu olduğu anlaşılmış. Cami cemaati, çıkış kapılarında bu güzel insanın elini öpmek için sıraya geçmiş. Ancak ne hâldir bilinmez, caminin her üç kapısından çıkan insanlar da “Somuncu Baba'nın elini öptük!” diye sevinmişler. O günden sonra bu veli zatı Bursa'da bir daha gören olmamış. Bu arada bahsetmeden geçmeyelim: Gölge oyununun başkahramanları Hacivat ve Karagöz, rivayete göre Ulu Cami'nin inşaatında çalışmış. Esprileriyle işçilere hoş anlar yaşatmışlar. Ulu Cami'den yükselip “Nereden devam edelim!” diye Bursa'yı süzerken Uludağ'ın heybetli duruşu gözlerimizi alıyor. Uludağ kış mevsiminde bir başka güzel. Karlardan yapılmış bembeyaz kürkünü sırtına almış. Eteklerine de çam yeşili nakışlar kondurmayı ihmal etmemiş. Yeşille beyazın böylesine uyumla kucaklaştığı bir başka yer var mıdır bilemeyiz. 2543 metre yüksekliğindeki Uludağ, ziyaretçileri yaz kış eksik olmayan bir yer. Bu nedenle de bol miktarda otel ve dinlenme tesisi mevcut. Kayak sporunun yapılması için gerekli altyapı hizmetleri de var. Uludağ'a ziyaretçilerin bir kısmı arabalarla, bir kısmı da teleferikle çıkmayı tercih ediyor. Bize sorarsanız teleferikle çıkmanızı tavsiye ederiz. Teleferik, çelik halatların takıldığı ayaklardan hızla aşağı doğru kayarken çoğumuzu heyecanlandırıyor. Uludağ'a çıkmışken millî parka da uğramayı ihmal etmiyoruz. Parkı sınırlayan tellerden geyiklere yiyecek atmak insanı çok mutlu ediyor. Yolculuğumuz devam ediyor. Derken kendimizi Emir Sultan Hazretleri'nin türbesinde buluyoruz. Yıldırım Bayezid'in hem damadı olan, hem de onu aydınlatan bu gönül insanının huzurunda Fatihalar okuyoruz. Kestane ağaçlarını geçip Bursa'nın alt kısmına yöneliyoruz. Ovayı sıra sıra şeftali bahçeleri süslüyor. Tekrar şehrin merkezine doğru süzülüyoruz. Yeşil Cami, Yeşil Türbe, Muradiye Külliyesi, II. Murat Türbesi, Cem Sultan Türbesi, Arkeoloji Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, Osmanlı Evi Müzesi ve daha nice tarihî mekânlar âdeta el sallıyor. “Bizi de gezin.” diyor. Fakat hayal kuşumuz bir hayli yoruldu ve vaktimiz doldu. “Bursa'ya doyum olmaz.” diyor. Dolu dolu bir gün geçirmiş olmanın huzuruyla evimize yöneliyoruz. Orhan Keskin (Düzenlenmiştir.)
Sevinç Hadi, Tülin Hadi, Ufuk Demirgüç ile söyleşimizin devamı olan bu programda, Sevinç ve Şandor Hadi ortaklığının mimari projelerinden konuşuyoruz. Milli Reasürans kompleksi, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, yıkım kararı çıkan Boğaziçi Üniversitesi Aptullah Kuran Kütüphanesi, Arkeoloji Müzesi ek binası Hadi çiftinin projeleri arasında bulunuyor. Ufuk Demirgüç'ün küratörlüğünde gerçekleşen "Çok Yönlü Bir Mimar: Şandor Hadi - Türkiye'de İkinci Nesil Bir Macar" sergisi, Liszt Enstitüsü İstanbul Macar Kültür Merkezi'nde açıldı. İki bölüme sahip sergi hem Şandor Hadi'nin yaratıcı kişiliğini ve gündelik hayatını hem de Sevinç Hadi ile yürüttükleri mimarlık ortaklığının üretimlerini inceliyor.
Sevinç Hadi, Tülin Hadi, Ufuk Demirgüç ile söyleşimizin devamı olan bu programda, Sevinç ve Şandor Hadi ortaklığının mimari projelerinden konuşuyoruz. Milli Reasürans kompleksi, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, yıkım kararı çıkan Boğaziçi Üniversitesi Aptullah Kuran Kütüphanesi, Arkeoloji Müzesi ek binası Hadi çiftinin projeleri arasında bulunuyor. Ufuk Demirgüç'ün küratörlüğünde gerçekleşen "Çok Yönlü Bir Mimar: Şandor Hadi - Türkiye'de İkinci Nesil Bir Macar" sergisi, Liszt Enstitüsü İstanbul Macar Kültür Merkezi'nde açıldı. İki bölüme sahip sergi hem Şandor Hadi'nin yaratıcı kişiliğini ve gündelik hayatını hem de Sevinç Hadi ile yürüttükleri mimarlık ortaklığının üretimlerini inceliyor.
Bilim İletişimi Ofisimiz tarafından yayımlanan video podcast serimizin bu bölümünde, Mimarlık Bölümü öğretim üyemiz Prof. Dr. Güliz Bilgin Altınöz ve müze araştırmacımız Dr. Deniz Erdem bizim için ODTÜ Arkeoloji Müzesi'ni anlattı
Açılışı 2015'te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan ve Türkiye'nin en büyük müze kompleksi unvanına sahip Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi neler var? Ziyaretçi rekoru kıran müzenin müdürü Celal Uludağ ile konuştuk.
İstanbul'da toplumun arkeoloji çalışmalarının her safhasına erişebilmesi konusunda İstanbul Arkeoloji Müzeleri neler yapabiliyor, neler yapamıyor; bu soruyu İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nden emekli arkeolog Gülbahar Baran Çelik'e soruyoruz.
İstanbul'da toplumun arkeoloji çalışmalarının her safhasına erişebilmesi konusunda İstanbul Arkeoloji Müzeleri neler yapabiliyor, neler yapamıyor; bu soruyu İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nden emekli arkeolog Gülbahar Baran Çelik'e soruyoruz.
“Müslüman sanatçı Allah'ın Kanunu'na olan bağlılığıyla bilmektedir ki güzelliği oluşturan veya ortaya çıkaran kendisi değildir. Müslüman'ın anlayışına göre sanat, göklerin hareketine egemen olan tanrısal yasalar gibi kişisel olmadığı zaman, insana Allah'ı hatırlatır.” Bu alıntı ünlü sanat tarihçisi ve kültürel antropolog İbrahim Titus Burchardt'a ait. İslam medeniyeti için sanat, hiçbir zaman sadece sanat değildir. Allah'ı hatırlatan bir vesile olarak görülür. Kendi gelişimini de bu bağlam üzerinden devam ettirir. Bugün onu anlamak için geleneğin izlerine de bakmamız gerekiyor. Çamlıca Camisi Külliyesi'nde açılan İslam Medeniyetleri Müzesi bu durumu gözler önüne seren eserlerle dolu. Müze, Millî Saraylar'a bağlı olarak Topkapı Sarayı ve Saray Koleksiyonları Müzesi, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul Türbeler Müzesi ve Vakıflar Müzesi koleksiyonlarından seçilen eserlerle hazırlanmış. Şu an 800'e yakın 7. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında yapılmış obje barındırıyor. Bu koleksiyonun özelliği, İslam sanatının kendi içindeki gelişimini, hikâyeleriyle yansıtıyor olması. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message
Çeşitli kültürlere ait bir milyondan fazla esere ev sahipliği yapan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, on yıllık restorasyon sürecinin ardından yeniden ziyarete açıldı. Burası, ülkemizde kurulan ilk müze; ayrıca dünyada müze olarak inşa edilen ilk on müze arasında. Yenilenmiş salonlarıyla birlikte bambaşka bir çehreye bürünen müzedeki yolculuğumuzda bize Müze Müdürü Rahmi Asal refakat etti. Kendisiyle müzenin yeni açılan salonları, çağdaş müzecilik anlayışı, teşhir ve tanzim çalışmaları üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. Ülkemizin en önemli müzelerden birinin başındasınız. Sizi daha yakından tanıyabilir miyiz? 1965 yılında Bitlis'te doğdum. Babam işçi, annem ev hanımıydı. Dört kardeştik. 1979'a kadar Bitlis'te yaşadım, sonra İstanbul'a geldim. Beyoğlu Fındıklı Lisesi'nden mezun oldum. Çekirdek ailemde üniversite okuyan tek kişi benim. Lisede öğrenciler arasında sayısal bölümler revaçtaydı, ancak ben tarih, sanat, edebiyat gibi kültürel alanlara ilgi duyuyordum. İkinci sınıfta bir arkadaşımdan Erich von Däniken'in Tanrıların Arabaları kitabını ödünç alarak okumuştum. Bu kitap uygarlıklar tarihine merakımı kamçıladı vearkeolojiye ilgim büsbütün arttı diyebilirim. Sonra liseden bir arkadaşımın babasının (Veysel Donmaz), Arkeoloji Müzeleri'nde çalıştığını öğrendim. Arkeoloji ve müzecilikle ilgili tüm merak ettiğim ne varsa gidip ona sordum. Veysel bey, sağ olsun bana çok yardımcı oldu. Kendisi çivi yazıları arşivinde görevliydi. Uluslararası alanda tanınan bir uzmandı. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message
Arkeolog Gülbahar Baran Çelik “Depo tek başına müze için bir konu olamaz. Müzenin işlevlerinden uzak bir alana taşınamaz. Darphane binaları müzenin karşısında, organik olarak fiziksel ve koleksiyon anlamında çok yakındır. Darphane binalarının İstanbul Arkeoloji Müzelerine verilmesi gerektiğini söylemek gerekir” ifadelerini kullandı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi depolarının Kültür ve Turizm Bakanlığı kararıyla İstanbul'un iki ucuna, Atatürk Havalimanı alanı ve Maltepe'ye, taşınmak istenmeleri doğru bir karar mı? Yıllarını arkeolog uzman olarak bu müzede geçirmiş ve 2009-2018 yılları arasında müzenin müdürlüğünü yapmış olan Zeynep Kızıltan'a sorduk.
İstanbul Arkeoloji Müzesi depolarının Kültür ve Turizm Bakanlığı kararıyla İstanbul'un iki ucuna, Atatürk Havalimanı alanı ve Maltepe'ye, taşınmak istenmeleri doğru bir karar mı? Yıllarını arkeolog uzman olarak bu müzede geçirmiş ve 2009-2018 yılları arasında müzenin müdürlüğünü yapmış olan Zeynep Kızıltan'a sorduk.
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler, Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler… Necip Fazıl Kısakürek Üsküdar vapuru Eminönü'ne yaklaşırken Tarihî Yarımada'ya baktığımızda, İstanbul'un yedi tepesinden ilk altısı hemen bize göz kırpar. Yedincisini görmek için ya Marmara Denizi'ne doğru açılmamız ya da Yenikapı sahilinde bulunmamız gerekir. Tarihçilerin periferi (merkezden uzak, kenar) olarak tanımladıkları Koca Mustafa Paşa - Cerrahpaşa Tepesi, bu sebepten olsa gerek, turist rehberlerinin görülmesi gereken yerler listesinde diğer tepelere göre nadiren yer alır. Aslında Bizans dönemine, fetihten sonraki ilk iskânlara veya sonrasına baktığımızda bölge oldukça canlıdır. Alman Seyyah Hans Jacob Breüning, 1579 yılındaki İstanbul gezisini anlattığı seyehatnamesinde görülmeye değer eski eserlerin en önemlilerinden birinin burada, Avratpazarı adı verilen meydandaki Arkadios Sütunu olduğunu anlatır. Breüning'den, helezon biçimindeki 233 basamaklı merdivenle tepesine çıkıldığını da okuduğumuz sütunun; günümüze ulaşan bazı parçaları İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenirken, kaidesi iki bina arasında sıkışıp kalmıştır. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message
23 NİSAN 2021 DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1827 - William Rowan Hamilton, Işık Sistemleri Teorisi'ni hazırladı. 1906 - Rusya'da Çar II. Nikolay, "Temel Yasalar" olarak bilinen anayasayı ilan etti. 1965 - İlk Sovyet haberleşme uydusu, Maniya-1 uzaya fırlatıldı. 1984 - AIDS'e neden olan virüs belirlendi. 2003 - SARS virüsü nedeniyle Çin'de okullar iki hafta tatil edildi. TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1920 - Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı ve ilk kez toplandı. 1948 - II. Dünya Savaşı'ndan beri kapalı tutulan Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi halka açıldı. 1961 - İlk TBMM binası müze haline getirildi. 1961 - Yerli yapım 27 Mayıs Treni ilk seferini yaptı. 1979 - 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, UNESCO'nun 1979 yılını "Çocuk Yılı" olarak duyurmasının ardından, TRT tarafından "TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği" adı ile ilk kez kutlandı. 1982 - TRT, haftada iki gün renkli televizyon yayınına başladı. BUGÜN DOĞANLAR 1791 - ABD'nin 15. Başkanı James Buchanan, doğdu. 1895 - Türk şair, yazar, edebiyat öğretmeni, yayımcı ve siyasetçi Yusuf Ziya Ortaç, dünyaya geldi. BUGÜN ÖLENLER 1616 - İspanyol yazar Miguel de Cervantes, öldü. 1939 - ilk Türk orkestra şefi ve flüt virtüözü Saffet Atabinen, vefat etti. 2007 - Rus devlet ve siyaset adamı Boris Yeltsin, hayatını kaybetti.
Halen İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan bir Sümer tableti rüşvetin ilk belgesi sayılabilir. Sümerolog Veysel Donbaz’ın çözdüğü “Sümer okul günleri” adlı tablette okulun başarısız bir öğrencisinin ailesinin öğretmeni evlerine davet edip yedirip içirmesi v türlü hediyeler vermesi anlatılıyor. Tabletin devamında, bu ağırlamanın sonucunu okuyoruz: Başarısız çocuk birden sınıfın en başarılı öğrencisi olmakla kalmıyor, ardından sınıf başkanı bile seçiliyor. 2.300 yıl öncesine ait bir Çin metninde, yolsuzluğun 40 yolu sayılmış. Belgeye göre, rüşveti önlemek için memurlara verilen "yang-lien" adlı ek ödeme yapılıyormuş, ama sonucun ne olduğu yazılı değil belgede. “Nasıl dilin ucundaki balı veya zehri tatmamak mümkün değilse, devlete hizmet edenlerin de kralın hasılatının en azından küçük bir parçasını yiyip bitirmemesi mümkün değildir. Nasıl sudaki bir balığın su içip içmediğini tespit edemezsek, devlete hizmet edenlerin de kendileri için para alıp almadıklarını tespit edemeyiz.” Bu satırlar da Hint hukukunun temel kaynaklarından sayılan MÖ 400’lü yıllarda yazılmış Arthasastra’dan alınma.
Bâb-ı Âli ve Tarihi Yarımada Doğan HIZLAN Uzun yıllar yaşadığınız bir semti bir yazıda anlatmak mümkün değil. Gerek gazetelerde gerek yayınevlerinde çalışırken hiç kuşkusuz o semtin başka nimetlerinden de yararlanıyorsunuz. Cağaloğlu gazetelerin ve yayınevlerinin bulunduğu bir semtti. Üstelik müzeleri de düşünürsek buranın önemini, İstanbul'daki yerini saptamış oluruz. Gündüzleri Sirkeci civarında lokantalarda mutlaka bir dostuma rastlardım. Yokuş'tan aşağı inerken ya da çıkarken gene bir çok kişiyle selamlaşırdım. Yalnız İstanbul'da yaşayan yazarlar değil Ankara'dan gelenler de benim çalıştığım yerlere uğrarlardı.Çünkü en rahat görüşülebilecek yer buradaki idarehanelerdi. Tarihi yarımadada bir çok buluşulacak, konuşulacak yerler vardı. Bunların başında rahmetli Çelik Gülersoy'un yaptırdığı Soğukçeşme Sokağı'ndaki Yeşil Ev gelirdi, şimdi orada İstanbul Kütüphanesi var. Gerek Türk İslam Eserleri gerek arkeoloji müzelerinde etkinliklerin yanı sıra belli günlerin kokteylleri de verilirdi. Arkeoloji Müzesi'nin bahçesinde de yazın oturulurdu. Topkapı Sarayı Müzesi'nin içinde Aya İrini'de de İstanbul Müzik Festivali'nde önündeki bahçede konuşmalar yapılır, oraya gelen yabancı sanatçıların CD'leri satılırdı. Öğle yemeğine çıkar, yokuş aşağı inerken yeni çıkan kitaplara bakardım, alacaklarıma karar verir dönüşte de onları alırdım. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message
24 ŞUBAT 2021 Tarihte bugün yaşanan olaylar arasında; Nizam-ı Cedit ordusunun kurulması, Yahudileri taşıyan Struma Gemisinin batırılması, Bağdat Paktının kurulması var.. DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1942 - 769 Romanya Yahudisini taşıyan "Struma" vapuru, Karadeniz'de Ruslar tarafından batırıldı; yalnızca bir yolcu kurtulabildi. Bağdat Paktı Kuruldu (1955) Türkiye, Irak, Pakistan ve İran arasında 24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat Paktı kuruldu. Bağdat Paktının diğer adı CENTO'dur ve İngiltere tarafından dışarıdan desteklenmektedir. Irak 1959'da pakttan ayrıldı.Pakt 1979'a kadar devam etmiştir. 1977 - Amerika Birleşik Devletleri, Arjantin, Uruguay ve Etiyopya'ya yardımı kesti. Başkan Jimmy Carter, adı geçen ülkelerde insan hakları ihlalleri olduğu gerekçesiyle bu kararı aldıklarını açıkladı. TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1793- Avrupa Tarzında Yeni Bir Ordu ‘'Nizam-ı Cedit'' Kuruldu 1936- Fenerbahçe Galatasaray'ı 6-1 yendi. 1955- Türkiye'nin ilk özel dedektiflik bürosu, İstanbul'da, Avukat Fethi İnder tarafından kuruldu. BUGÜN DOĞANLAR 1304 - Faslı gezgin ve yazar İbn Battuta, dünyaya geldi. 1955 - Amerikalı bilgisayar öncülerinden Steve Jobs, doğdu. 1971 - İspanyol Formula 1 pilotu Pedro de la Rosa dünyaya geldi. BUGÜN ÖLENLER 1910 - Türk arkeolog, ressam ve müzeci, Sanayi-i Nefise Mektebi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kurucusu Osman Hamdi Bey, hayatını kaybetti.
Yazar Mine Soysal İstanbul'da doğdu. 1981 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Önasya Dilleri ve Kültürleri Bölümü'nden mezun oldu. 1994'e dek İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde arkeolog, araştırmacı olarak çalıştı, sergileme projeleri gerçekleştirdi; birçok kazı ve yüzey araştırmasına katıldı. 1996 yılında Günışığı Kitaplığı'nı kurdu. Çocuklar için Ala Çocuk Yollarda (1. baskı: 2005, 7. baskı: 2017) adlı manzum öyküler kitabını, çocuklar ve gençler için bilimsel içerikli kitaplar hazırladı. Bugüne dek binlerce öğrenciyle yaptığı sohbetlerden esinlenerek kaleme aldığı başyapıtı Eyvah Kitap!‘ta (1. baskı: 2006, 50. baskı: 2017) çocukların ve gençlerin kitap okuma eğilimlerini, Odada Yalnız 'da (1. baskı: 2009, 5. baskı: 2014) gençliğin önemli sorunlarını öyküleştirdi. Gençler için yazdığı ilk romanı Eylül'de Aşklar‘da (1. baskı: 2001, 8. baskı: 2016) örselenmiş bir ilk aşk hikâyesini, Uzakta‘da (1. baskı: 2014, 3. baskı: 2016, ON8) yaşamın uç noktalarından iki gencin kendini bulma çabalarını anlattı. Her yaştan okur için kaleme aldığı İstanbul Masalı (1. baskı: 2003, 10. baskı: 2016) adlı anlatı, 2015'te İz TV'nin “İstanbul'un Yüzleri” kuşağında “Mine Soysal ile İstanbul Masalı” adlı belgesele konu oldu. Son romanı Daralan‘da (1. baskı: 2017) gençlerin içsesini duyulur kılan yazar, edebiyat, yayıncılık ve okuma kültürü üzerine seminerler de veriyor. Eşiyle birlikte İstanbul'da yaşayan Mine Soysal, Günışığı Kitaplığı'nın genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor. (Yazarın biyografisi Günışığı Kitaplığı'nın web sayfasından alınmıştır.)
Ahşaptan Betona, Mecidiyeden Jetona: 4 Nisan 2017
17 Aralık 2014: Handan Börüteçene: Kendime Gömülü Kaldım İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde, Çağlar Boyu İstanbul bölümünde sergilenen yerleştirmesi "Kendime Gömülü Kaldım" üzerine konuşmak için Handan Börüteçene ile Açık Radyo'da Açık Dergi programında buluştuk. 1999'dan beri farklı yerlerde sergilenen, kendine farklı isimler edinen yerleştirmesi "Kendime Gömülü Kaldım" üzerinden, bilinen ilk şair, İstanbul ve varolmak üzerine konuştuk.
12 Temmuz 2013: Açık Radyo'nun yeni binasının da bulunduğu semtimiz Tophane'de, 1860'larda yapılmış ve daha sonra yıkılmış eski bir kışla binasının bulunduğu yerde, MSGSÜ'nin kışlanın rekonstrüksiyonunu talep etmesi üzerine, Koruma Kurulu kazı yapılmasını istedi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından yürütülen kazı sırasında, kışla binalarının dayandığı yamaçta Bizans yapı kalıntıları ortaya çıktı. Burada da İstanbul'un heryerinde olduğu gibi "kayıp eserlerin ihyası" kervanına katılan sorunlu bir "koruma" süreci devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Açık Dergi'de konuyu programcımız Aykut Köksal'la konuştuk:
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
SALT Galata’nın açılış sergilerinden Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakın Doğu’daki zengin ve karmaşık hikâyesini seçili arkeolojik bölgeler üzerinden kronolojik bir anlatımla sahneliyor. Yunanistan’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyadaki arkeoloji faaliyetlerini sosyal, kültürel ve politik bağlamlarıyla inceleyen sergi, yaklaşık 200 yıl boyunca Osmanlı topraklarında gerçekleştirilmiş yerli ve yabancı arkeolojik girişimleri irdeliyor. Sergi ayrıca, Batı’nın “klasik dönemin kültürel mirasına” ilgisine odaklı araştırmalara paralel olarak Osmanlı tarih anlatısındaki dönüşümleri kapsıyor; modern anlamda ilk müze olan British Museum ile Osmanlı’nın Evkaf-ı İslâmiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) arasındaki izleği sürüyor. Serginin ana malzemeleri, Batılı ve Osmanlı kâşiflerin raporları ile seyahat izlenimlerine ilişkin kitaplar, bölgelerin detaylı çizimlerini içeren planlar ile Osmanlıların, Müze-i Hümayun’un (bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri) kuruluşu itibariyle eski eser mücadelesine dâhil oluşunun izdüşümünü sunan belge ve fotoğraflardan meydana geliyor. Bu malzemeler, Yunanistan, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır’daki önemli arkeolojik kazı alanlarından o dönemde çıkartılıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiş objeler ile destekleniyor. Serginin ana temasını ise, geçmişe yönelik ilginin 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir “mücadele” alanına dönüşmesinin hikâyesi oluşturuyor. Bu dönüşümün temelinde, Avrupa’da uygarlığın kökenlerini antik kültürlerde arama iddiasına hizmet eden arkeoloji faaliyetlerinin, 19. yüzyıl itibariyle emperyalist projelere dâhil edilmesi yatıyor. Osmanlıların arkeoloji arenasında yer bulmaya başlaması da, yine bu emperyal iddialara paralel olarak ortaya çıkan tarih bilincinin yükselişine dayanıyor. Arkeolojiye bakışın geçirdiği bu dönüşüm, sergide Avrupalı ve Osmanlı aktörlerin aralarındaki etkileşime vurgu yapılarak inceleniyor. Geçmişe Hücum, Zainab Bahrani, Zeynep Çelik ve Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlandı. Grafik tasarım çalışmalarını Aslı Altay yürüttü. Celine Condorelli’nin enstalasyonu, serginin destek yapısı işlevini görüyor. Mark Dion ve Michael Rakowitz’in özel olarak hazırladığı iki enstalasyon ise, serginin kavramsal altyapısının öne çıkardığı bazı meselelere gönderme yaparak, arkeolojiyle ilişkimizi ve bu dala dair gündelik algımızı ele alıyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin bahçesinde Seramik Heykeller sergisini izlediğimiz Ayfer Karamani'nin atölyesine konuk olduk. Sanatçıyla heykelden ve hayattan söz ettik.
12 Temmuz 2013: Açık Radyo'nun yeni binasının da bulunduğu semtimiz Tophane'de, 1860'larda yapılmış ve daha sonra yıkılmış eski bir kışla binasının bulunduğu yerde, MSGSÜ'nin kışlanın rekonstrüksiyonunu talep etmesi üzerine, Koruma Kurulu kazı yapılmasını istedi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından yürütülen kazı sırasında, kışla binalarının dayandığı yamaçta Bizans yapı kalıntıları ortaya çıktı. Burada da İstanbul'un heryerinde olduğu gibi "kayıp eserlerin ihyası" kervanına katılan sorunlu bir "koruma" süreci devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Açık Dergi'de konuyu programcımız Aykut Köksal'la konuştuk: