POPULARITY
Her yıl aynı olaylar üzerine birçok tarih kitabı yayımlanıyor ve tarihçiler pek çok konuda anlaşmazlık yaşıyor. Peki, tarihi kimler yazıyor? Tarih nasıl yazılıyor? Tarihte nesnellik mümkün mü? 111 Hz'in bu bölümünde tarih disiplininin ne olduğunu inceliyor ve bu sorulara yanıt arıyoruz.Sunan: Barış ÖzcanHazırlayan: Uğur YıldırımSes Tasarım ve Kurgu: Metin BozkurtYapımcı: Podbee Media------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir.50podbee koduyla Hiwell'de ilk seansınızda geçerli %50 indirimi kullanmak için Hiwell'i şimdi indirin..1750'den fazla uzman arasından ücretsiz ön görüşmelerle size en uygun uzmanı seçebilir, yolculuğunuza kolaylıkla başlayabilirsiniz. Buradan indirin.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Eğitim sistemi zihnimizden düşman tanımını silmiştir. İnsanların içinde mutlaka insan olmak hasebi ile iyi-kötü ayrımı yapacağı zaman bir düşman tanımı olacaktır. Bizim ise düşman tanımımız komşumuza sirayet etmiştir. Hem de çok ilginç bir durum mevcuttur. Suriye'de bir devlet... Tarihte Suriye'de bir devlet mi vardır? Irak devleti... Tarihte Irak diye bir devlet mi vardır? Ürdün, Cezayir, Tunus... Tarihte böyle devletler mevcut mudur? Bunlar bizim insanımızdır. Bizim topraklarımızdır burası. Sonra bölmek parçalamak için Irak demişler. Ne demek Irak? Suriye demişler, Suriye diye bir halk mı vardır tarihte? Araplar Müslüman millettir ve burası senin topraklarındır. Eğitim sistemimiz de maşallâh (!), baştan sona kadar düşmanları denize döküyoruz ama düşmanın kim olduğu meçhul bırakılmış. Fransızlarla savaşıyoruz ama Arap'a düşmanız. İngilizlerle çarpışıyoruz ama Arap'a düşmanız. Amerikalılarla Avrupalılarla çarpışıyoruz ama Arap'a düşmanız. Bizim topraklarımızı kaybettiren Arap mı? Hataları var mı? Var tabii. Bizim hatamız yok mu? Var. Müslüman millet hata yapabilir fakat bir düşman belleyeceğiniz zaman tarihinize, dininize, kültürünüze, vatanınıza düşman olana düşman olursunuz. İngilizler esir aldığı onbeş bin askerimizi krizol havuzuna sokup kör etmediler mi? Bizim tarihimizde bu böyle başkalarına karşı düşmanlık hissi taşıyan genç arkadaşlar neden İngiliz'in bu hadisesini söylemezler? Anadolu'daki bir insan hangi ırka mensup olursa olsun eğer kafasında düşman deyince derhal İngiliz uyanmıyorsa bu insanın bizimle bir alakası yoktur. Bu insan yönlendirilmiş, bu insan şartlandırılmış insandır. Tarihe bakılır ona göre düşman tanımlanır. Çanakkale'de savaştığımız nasıl da düşman kategorisinde bulunmaz? Onlar değil de orada bizimle omuz omuza birlikte çarpışan düşman (!). Bu nasıl bir anlayıştır?(Doç.Dr.Ahmet Kavlak)
Send us a textKitap Kulübü'müzün 45inci buluşmasında Mustafa Suleyman'ın Yaklaşan Dalga adlı kitabını konuştuk.Mustafa Suleyman ilk anda kulağa geldiği gibi bir Türk değil, Suriyeli bir baba ve İngiliz anneden 1982 yılında Londra'da dünyaya geliyor. (Tatlıses'e nispet yaparcasına) Oxford Üniversitesi'ni bırakıp bir arkadaşıyla zamanın ilerisinde bir Yapay Zeka şirketi olan DeepMind'ı kuruyor. Dört yıl sonra 2014'te Google'a satıyorlar ve 10 yıl boyunca Google'ın yapay zeka birimini yönetiyor. Bu yıl Mart ayında ise yeni kurulan Microsoft AI'ın başına geçti. Yani yazar yapay zeka konusunda konuşacak en yetkili ve etkili ağızlardan biri.Açıkçası kitabı okumadan önce yapay zeka konusunda biraz daha iyimser bir bakış açısına sahiptim, kitapla tedirginliğim arttı diyebilirim.Bir yanda ömür uzatan, tamamen bireyselleşen sağlık hizmetleri, enerjinin bedava hatta sonsuz hale gelmesi diğer yanda neyin gerçek neyin sahte olduğunu kontrol edemeyeceğimiz bilgiye, güvene ve sosyal uyuma temel oluşturan enformasyon sisteminin çökmesi tehlikesi.Tarihte hep olmaz denilen şeylerin kaçınılmaz hale geldiğine şahit oluyoruz. 20 yüzyılın başında doğan, köyde odun ateşinde ısınıp, at arabası ile yolculuk eden bir çocuğun, yaşamının sonunda atomun parçalanmasıyla ısınan bir evde oturup uçağa bindiğini düşündüğünüzde çocuklarımızın nasıl yaşayacağını tahmin etmemiz mümkün olmuyor.Kitap yaklaşan dalganın dizginlenmesini zorlaştıran 4 faktörü açıklıyor:Asimetri: Yapay zekanın gelişimi, insan kapasitelerinin çok ötesine geçerek, bir çeşit bilgi asimetrisi yaratıyor. Bu durum, yapay zekayı anlama ve kontrol etme yeteneğimizi sınırlayarak riskleri yönetmeyi zorlaştırıyor.Hiper Evrilme: Yapay zeka sistemleri, kendi kendilerini geliştirme ve optimize etme yeteneğine sahip hale geliyor. Bu hiper evrilme süreci, sistemlerin davranışlarının tahmin edilemez hale gelmesine ve kontrolün kaybedilme riskini artırmasına neden oluyor.Otonomi: Yapay zeka sistemlerinin karar verme yetenekleri arttıkça, insan müdahalesi olmadan kendi başlarına hareket etme eğilimi gösteriyorlar. Bu otonomi, sistemlerin istenmeyen sonuçlara yol açma olasılığını yükseltiyor. (tahmin edilemezlik: Otonominin doğası budur)Her Yerde Kullanım: Yapay zeka, günlük hayatımızın her alanına entegre oluyor. Bu yaygın kullanım, potansiyel risklerin etki alanını genişleterek, daha büyük çaplı sorunlara yol açma ihtimalini artırıyor.Suleyman, bu riskleri yönetmek için, yapay zeka geliştirme süreçlerinde etik ilkelerin benimsenmesi, düzenleyici çerçevelerin oluşturulması ve sürekli olarak yeni risklerin değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.Biz de toplantıda Suleyman'ın açık sözlülüğü karşısında hem şaşırdık hem ürperdik. Hakkımızda hayırlısı olsun diye bağladık.Bu bölümde söz verdiğim arkadaşlarım: (03:24) Yavuz Abut, (08:19) Halime Özben Hacı, (12:04) Aydan İrem Sungur, (15:02) Suat Soy, (20:01) Mustafa Pancarcı, (22:06) Bengü İlhan, (24:05) Sena Taşcı, (26:09) Mürsel Çavuş ve (27:36) Yavuz Abut.Support the show
Ehl-i Sünnet, tarihinin en zorlu dönemlerinden birini yaşıyor. Tarihte 12. ve 13. yüzyıllarda birinci büyük medeniyet krizi sırasında Haçlı ve Moğol sürüleriyle Şia'nın saldırıları karşısında büyük bir zorlukla karşı karşıya kalmıştı Ehl-i Sünnet. O zaman, Gazâlî, Ehl-i Sünnet'i temellendiren ve sistemleştiren sağlam bir entelektüel yapı inşa etmiş, çeyrek asırda bin yılı bizim kurmamızı sağlayan büyük bir medeniyet atılımına ve yolculuğuna öncülük etmişti.
19.09.2024 Bu bölümde çok daha keyifli bir sohbet geçti diyebilirim öncekilere göre. Çünkü soru tarzımızı biraz değiştirmek istedim hep ciddi sorular sorulur genelde ben biraz ortaya karışık yaptım ve Kerem hoca da hepsine çok güzel cevaplar verdi Allah razı olsun kanalına da aşağıdan ulaşabilirsiniz kardeşlerim herkese iyi seyirler dilerim. Oğuzhan Çağlayan Youtube Kanalı -------------------------------------------------------------- 00:00 | Misafir kanalımız: Kerem Önder 00:27 | Sohbetlere nasıl hazırlanıyorsunuz? 01:53 | Bir gamer hoca olduğunuz doğru mu? 02:51 | Dürüst bir cevap isteriz: Pes mi Fifa mı? 03:44 | Günlük hayatınız nasıl geçiyor hocam? 04:12 | Aldığınız en güzel hidayet mesajı? 05:04 | Azrail canınızı almaya gelse ve... 06:16 | Dünyaya hangi videonuzu açardınız? 06:50 | Tarihte hangi zaman mekana giderdiniz? 07:28 | Cennette ilk neyi ya da neleri isterdiniz? 08:10 | Hangi peygamberle görüşme isterdiniz? 08:56 | Cehennemde kiminle görüşürdünüz? 09:45 | Son olarak gençlere tavsiyeleriniz 10:59 | Bitiriş konuşması ve son sözlerimiz
Dün bir grup gazeteci ve muhabir arkadaşla, üzerinde bulunduğumuz toprakların son 200 yılındaki siyasi ve sosyal hadiseleri adım adım dolaştık adeta. Tarihte yolculuk derler ya hani, Eyüpsultan'daki vapur iskelesinden Marmara açıklarına doğru böyle bir sefere çıktık işte. Eski adıyla, -eskilerin deyimiyle adı batasıca- Yassıada'ydık. Adı silinmiş ama acı hatıraları yerli yerinde duruyordu. Demokrasi tarihimizin "kara lekesi" 1960 askeri darbesinin ardından yargılamaların yapıldığı, 2020 yılında yeniden düzenlenerek açılan Demokrasi ve Özgürlükler Adası canlı bir hafıza merkezine dönüştürülmüş. 15 Temmuz darbe girişimini püskürtmenin 8. yılına girdiğimiz şu günlerde 27 Mayıs ile özdeşleşen mekânda olmak bazı meseleleri yeniden düşünmeme vesile oldu. Mesela, 15 Temmuz darbe girişimi henüz çok taze olduğundan olsa gerek, kahraman Türk halkının tam olarak nasıl büyük bir badireyi bertaraf ettiğini yine halk olarak idrak edemediğimizle yüzleşmiş oldum. Hızlı bir özet geçmek gerekirse; sayıları az olmayan bir grup asker üniformalı terörist 15 Temmuz 2016 akşamı darbe girişiminde bulundu. Kalkılmayı duyan cesur insanlar sokaklara döküldü ve canları pahasına namluların önüne dikildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan direniş çağrısı yaptı. Hainler, uçaklar, tank ve helikopterlerle TBMM'yi, emniyet binalarını ve sivilleri hedef alarak bombalar yağdırdı. Siyasetçiler, halk ve vatansever güvenlik güçleri geri adım atmayınca darbeciler pes etti. Kalkışmanın üzerinden 12 saat geçmeden FETÖ'cüler teslim alındı. Bu çetin vatan müdafaasında 251 şehit verildi. İki binden fazla da gazi. Sonrası ise gözaltılar, firarlar, yargılamalar, ayıklamalar, deşifreler ve hapis cezaları şeklinde gelişti. Gelinen süreçte 15 Temmuz birileri tarafından politik bir çatışma ve ayrışmaya da dönüştürüldü. ‘Tiyatro' denildi. Darbeciler kendilerini mağdur dahi ilan etti. Oysa ben her seferinde 16 Temmuz sabahını düşünüyorum. Orada kaldım. Ya başarılı olsaydılar? Ya halk canını ortaya koymasaydı. Ya Cumhurbaşkanı Erdoğan geçmiş darbe dönemlerinde ülkeyi yönetenler gibi darbecilerle uzlaşmayı gündemine alsaydı? Öyle ya FETÖ'cüler girişimin ilk saatlerinde müzakere çağrılarında bulunmuşlardı. İşte bu soruların sarsıcı yanıtlarını dün Demokrasi ve Özgürlükler Adası'nda buldum. Başarılı olmuş bir askeri darbeden sonra neler olabileceğinin canlı tanığı gibi tek tek anlatıyordu Marmara'nın kalbindeki 120 dönümlük toprak parçası. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonucunda Demokrat Partilileri yargılamak üzere kurulan Yassıada Mahkemeleri orada duruyordu. Dahası da vardı. Osmanlı'nın döneminden itibaren son 200 yılın politik süreçlerinin, darbeler ve demokrasi mücadeleleri özelinde canlandırılarak anlatıldığı zaman çizelgesi ziyaretçilerine kronolojik bir tarih yüklemesi yapıyor. Tarihimizin kırılma noktalarını adım adım dolaşırken yolunuz bir süre sonra tekrar 27 Mayıs dönemine düşüyor ve askeri cunta tarafından mahkeme salonu haline getirilen spor salonundan içeriye giriyorsunuz. Tarih sanki duruyor. Zalimlikleriyle anılan Salim Başol'un başkanlığındaki mahkeme heyetinin mumyadan tasvirleri, karşılarında yorgun ve bitkin halde ama ayakta savunmasını yapan merhum Adnan Menderes, hemen arkada Celal Bayar, Fatih Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan... Bir film sahnesindeymişsin gibi. İşte o salona girenin öfke yüklü çıkmaması elde değil. Dahası bu salonda, mumyadan bile olsa Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol, Başsavcı Altay Ömer Egesel ve diğer divan üyelerinin yüzlerine tükürmemek de elde değil. Dışarı çıktığımda zihnimde yine 16 Temmuz sabahı vardı. 15 Temmuz gecesi aslında neyi göğüslediğimizin, tarihin akışının nasıl değiştiğinin yanıtı bu adadaydı aslında.
Önce, yazarını bulamadığım bir metinden alıntı yapayım: “Önemli insanla değerli insan farklı kavramlardır. Önemli diye tanımlanan insan, önemini işgal ettiği makam, sahip olduğu imkanlar veya ilişki ağlarından alır. Değerli insan ise şahsiyetinden, hayat karşısındaki tutum ve davranışlarının toplamı olan duruşundan, entelektüel birikiminden, hülasa insanlığından dolayı değerlidir. Değerli insanlar baskı altında, zor ve sıkıntılı anlardaki tercihleriyle gösterirler kendilerini.” Bu, burada bir dursun. Şimdi de Hüseyin Gökalp hocanın nefis tespitlerine kulak verelim: “Entelektüel tefecilik diye bir olgu var. Türkiye'de İlber, Dücane, Celal, Mustafa Öztürk gibi pek çok isim sayılabilir. Bunlar zeki pazarlamacılar. Kimin hangi duygu ve düşünceye ne kadar ihtiyacı olduğunu, ihtiyaçların değişkenliğini, tahsilatın nasıl yapılacağını bilen adamlar. Bunlar, halkların çoğunluğunu oluşturan tembel cahillere bir miktar detay lüzumsuz bilgi, ters çıkarım, çarpıcı metafor, hızlı tüketilebilir veri sağlarlar. Tahsilatları ağır olur. Geçimleri bunun üzerinedir….. Dikkat edin, bunlar çok özgüvenli ve emin konuşur. Karşılarına çıkan, onları yücelten figüranlar veya yanlarında onlara omuz veren sunucular bulunur. Çünkü onlar da nasiplenir. Kibirlidirler çünkü bu da oyunun bir parçasıdır. Cahil tembeller bayılırlar kibirlilerin tekebbürüne…. Tarihte gerçekten kurucu metinler yazmış, idealler ortaya koymuş, kaliteli nesiller çıkarmış ve onlarla dünyayı etkilemiş isimlere bakın. Hak ya da batıl, samimi olduklarını görürsünüz. Kendilerini değil fikirlerini ortaya koyarlar ve gerçekten bedel öderler…. Piyasa böyle olduğu sürece bu adamlar ve benzerleri daha çok tezgâh kurarlar. Her zaman derim ‘bize lazım olan şey süperstar âlimler, entelektüeller, bilim insanları falan değil.' Tembellikle mücadele etmeli ve halkımızın ortalama kalitesini artırmalıyız.” Gökalp hocanın bu tespitleri de burada bir dursun.
“Her hastalığın kökü tokluk, devası da açlık” Osmanlı hekimleri neden az yemek üzerinde durdu, günde kaç öğün yenir, nasıl beslenilirdi? Tıp Tarihçisi Prof.Dr. Ayten Altıntaş anlatıyor. #doktorbanadoğruyusöyle bayram özel bölümü. İyi dinlemeler.
Ülkemizdeki ilk internet girişimlerinden Ekşi Sözlük'ün kurucusu Sedat Kapanoğlu ile, çeyrek asırdır hayatımızda bir referans kaynağı olarak yer edinen Ekşi Sözlük'ün hikayesini ve yeni çıkan "Sokak Kodcusu" kitabını konuştuk. Swipeline Podcast'in 195. bölüm konuğu Ekşi Sözlük'ün kurucusu Sedat Kapanoğlu. Sedat Kapanoğlu: https://www.linkedin.com/in/kapanoglu/
Tarihin en ürpertici dönemlerinden birinin tam ortasından geçiyoruz: Tarihte benzeri olmayan, önceden yaşanmamış grotesk (=gülünç, kaba ve çirkin) hâdiselere tanık oluyoruz. Dünyanın gözü önünde, bütün insanlığın gözünün içine baka baka canlı yayında çocukları katlediyor İsrail terör devleti! Çocukları ve kadınları özellikle! Yaptıkları bu aşağılık katliamı, soykırımı izah ederken de açık açık Nazi dili ve taktikleri kullanmaktan çekinmiyorlar: “Bunlar insan bile değil, insanımsı, bizlere köle olarak yaratılmış mahlûklar!” (!) Aynen bunları söylüyorlar! Ama tastamam kendilerini tasvir ediyor bu aşağılık mahlûklar aslında böyle yapmakla! İsrail Savunma Bakanı adı bilmem ne belâ, aynen bunları söyledi, bütün dünyanın gözünün içine baka baka, bütün dünya ile adeta kafa bulurcasına! İsrail ahalisi de aynen bu şekilde düşünüyor! Filistinlilerin kendilerine hizmet eden köleler olduğunu söylüyorlar, bunları dillendiren videolar çekiyorlar! Evet, çok küçük birkaç istisnâî grup hariç İsrail halkı böyle düşünüyor ve hareket ediyor! Sanki “Yahu genelleme yapmayalım, İsrail yönetimi başka, İsrail halkı başka” diyen zavallı kişilerin her fırsatta dillendirdikleri o “Sıradan halk masumdur” söylemi bir ayartıdan başka bir şey değil, burada! İsrail'de sıradan halk da, yönetimden farklı düşünmüyor, farklı bir görünüm sergilemiyor. Aynen mazlum ve masum insan kasapları yöneticileri gibi düşünüyor! 7 Ekim'den önce de, sonra da sıradan halk dediğimiz İsrail halkının Filistinlilere nasıl muamele ettiklerini, nasıl evlerine el koyduklarını, nasıl yaka paça yağmalayarak kapı dışarı attıklarını, köpek muamelesi yaptıklarını dünya âlem görmüştü zaten. ŞIMARMAK, AZMAK VE HADDİ AŞMAK… Nietzsche'nin modern Avrupa'nın kurulmasında kilit rol oynadığını söylediği, bendenizinse Avrupa'nın yıkılmasında da kilit rol oynayacağını söyleyeceğim “hazımsızlık sorunu”, hiçbir şeyi tam olarak hakkıyla hazmedememe, hiçbir şeye hakkıyla nüfûz edemeyecek kadar entelektüel sığlık ve yüzeysellik sergileme, bütün bu arızaların (defect'lerin / noksanlıkların) neden olduğu görmemiştik ve şımarıklık sendromu bütün İsrail yönetiminde ve ahalisinde aynen mevcut! Hırsızlık, yağmacılık, tecavüzcülük, zorbalığın ve zulmün binbir türü, her şey var bu aşağılık adamlarda! Her şeye hâkim olma, herkese hükmetme, her şeye çekidüzen verme, güce sahip olma, gücü tepe tepe kullanma güdüsü, hırsızlığı, yağmacılığı, tecavüzcülüğü yaygınlaştırıyor, yaygınlaştıkça da normalleştiriyor. Sonuçta, emperyalistlerin tecavüz ve yağmaları ile her şeye hâkim oldukları, her şeye çekidüzen verdikleri bir dünya, başkalarına, başka kültürlere, inançlara hayat hakkı tanımadıkları, kendilerine boyun etmeyenleri gözünün yaşına bakmadan yok etmekten, katletmekten çekinmedikleri, güçlünün haklı olarak görüldüğü Darwinyen bir dünya. İşte bu tehlikelidir. Her şeyden önce güce sahip olmak, hâkim olmak, başlangıçta güven verir insanlara ve toplumlara; ama bu güven, sahte ve ayartıcı bir özgüvendir. İçi boş bir güven patlamasına yol açar bu her zaman. İşte bu şımarıklık ve bu şımarıklığın yol verdiği fütursuzluk, katliamların ve soykırımın aksamadan sürdürülmesine yetti de arttı bile! Paramparça olan bedenler… Kafası gövdesinden koparılan, yerlerde sürüklenen ceset parçaları… Cayır çayır yakılan sözümona güvenli, BM koruması altındaki çadırlar, o çadırlarda cayır çayır yanan insanlar, bebekler, kadınlar!
Hareket halinde bir millet olduğumuz için tarih boyunca gerek Selçuklu Devleti'nin gerekse Osmanlı Devleti'nin içine dışarıdan el girme ihtimali hep yüksek olmuştur. Tarihte kurulan devletlere baktığımız zaman, Çin gibi İran gibi devletler binlerce yıl aynı topraklarda varlıklarını devam ettirmişler. Türklerin kurduğu devletler daha çok doğudan batıya sürekli hareket halinde, sürekli genişleyen, sürekli farklı topraklarda farklı coğrafyalarda hüküm süren devletler olmuşlar. Bugün Osmanlı tarihi üzerine bir değerlendirme yapacak olursak, baktığınız zaman Osmanlı'nın tarihi kentlerinin tamamında mesela Bursa'da, Üsküp'te ya da Edirne'de neredeyse bir tarihi cami ya da bir sarayın bile ustalarının bir kısmı Buhara'dan bir kısmı Horasan'dan bir kısmı Semerkant'tan gelmiştir. Dolayısıyla millet olarak hareket halinde bir ‘ordu millet' görüntüsünü tarih boyunca sergilemişiz. Her ne kadar Cumhuriyet döneminde on yılda bir darbe trafiğini görüyor olsak da Osmanlı'da da gerek saray içi gerek isyanlar halinde devletin karşı karşıya kalmış olduğu riskler ve darbelerin sayısı hiç de az değil. Türkiye'deki darbelerin tümünü sıralamaya gerek yok ama 15 Temmuz'da bu millet hain bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kaldı. Ve milletin içerisinde 40 yıldır yuvalanan, milletin parasıyla, milletin çocuklarıyla ve milletin doyurduğu askerlerle bu millete ihanet ederek Meclis'i bombalayan, topyekûn ülkeyi bataklığa sürüklemek isteyen bu tehlikeye Türk toplumu geçit vermedi.
Socrates FC'de İlhan Özgen, Atahan Altınordu ve Buğra Balaban sizlerle birlikte. Programın ilk bölümünde Vega ve Pamela Spence hakkındaki değerlendirmelerin ardından son günlerde gündemden düşmeyen Edgar Ié ve ikiz kardeş karmaşasına geçiliyor. Tarihte, maça kendisi yerine ikizini göndermiş olabilecek futbolculardan konuşulurken, Rüştü Reçber'in İlhan'a kızma sebebini öğreniyoruz. Atahan'ın unutulmaz dart anısının ardından Serie A'ya yükselen Como dosyası açılıyor. İlhan'ın Patrick Cutrone ile mesafeli olduğunu öğrendiğimiz Como yorumlarının ardından ülkenin futbol gündemi derinlemesine değerlendiriliyor. Türkiye'de Süper Lig'in ardından en çok izlenen ligin Serie A olmasının sebeplerinin masaya yatırıldığı bölümün ardından Süper Lig'de yılın 11'inin belirlenmesiyle programın kapanışı yapılıyor.
Socrates FC'de İlhan Özgen, Atahan Altınordu ve Buğra Balaban sizlerle birlikte.Programın ilk bölümünde Vega ve Pamela Spence hakkındaki değerlendirmelerin ardından son günlerde gündemden düşmeyen Edgar Ié ve ikiz kardeş karmaşasına geçiliyor. Tarihte, maça kendisi yerine ikizini göndermiş olabilecek futbolculardan konuşulurken, Rüştü Reçber'in İlhan'a kızma sebebini öğreniyoruz. Atahan'ın unutulmaz dart anısının ardından Serie A'ya yükselen Como dosyası açılıyor. İlhan'ın Patrick Cutrone ile mesafeli olduğunu öğrendiğimiz Como yorumlarının ardından ülkenin futbol gündemi derinlemesine değerlendiriliyor. Türkiye'de Süper Lig'in ardından en çok izlenen ligin Serie A olmasının sebeplerinin masaya yatırıldığı bölümün ardından Süper Lig'de yılın 11'inin belirlenmesiyle programın kapanışı yapılıyor.
Tarih eğitiminde müfredatı belli ders saatlerine ayarlama zorunluluğundan olacak daha ziyade belli başlı olaylar üzerinden bir makro tarih anlatısı tercih ediliyor. Bu anlaşılır bir durum ama geçmişi anlamak noktasında insanlarımızı ne yazık ki eksik bırakıyor. Okul yılları boyunca sürdürdüğümüz tarih mesaisinde, zihinlerde genellikle çok belirgin, sürekliliği ve anlam derinliği olan bir insanî hikaye oluşmuyor. Bu durum, hafızamızda iyi kötü bir tarih enformasyonu bulunmasına rağmen, bir tarih idraki ve şuuru oluşmamış olmasının önemli sebeplerinden biri... Bu eksikliğin toplumun azımsanamayacak bir kesiminde ne kadar büyük bir anlama güçlüğüne neden olduğuna aylardır Gazze tecrübesiyle şahit oluyoruz. Filistin'de süregiden israil zulmü şu günlerde başlıkta yer alan iki kavramı en acı şekilde yeniden gündemimize soktu. Filistin halkı aynı anda hem vahşi bir soykırıma hem de insafsız bir sürgüne maruz bırakılıyor. İnsanlık suçlarının en ağırları olarak niteleyebileceğimiz bu suçlar, siyonist-terörist bir devlet eliyle yapılıyor ve herkesin gözü önünde oluyor. Bu kanlı ve acımasız zulmün görüntüleri her gün neredeyse canlı olarak yayınlanıyor, iç kanatan görüntülerle elimizdeki telefonlara, salonlarımızdaki ekranlara kadar anbean ulaştırılıyor. Geçmiş zamanlarda böyle imkânlar olmadığından, o zamanlarda yaşanan zulümler, masum toplulukların etnik köken, dini inanç gibi kabul edilemez gerekçelerle maruz bırakıldığı soykırım ve sürgünler; solgun fotoğraflarla, dilden dile anlatılan kahır hikâyeleriyle yaşamaya devam ediyor hafızamızda. Bir de halkın kendi arasında geliştirdiği anlatma ve yaşatma çareleri var. Tarihte acı-tatlı iz bırakan hemen her hadisenin, halk kültürünün çeşitli ifade araçlarıyla canlı tutulduğunu ve hissiyatını koruduğunu görüyoruz. Bunların başında da türküler, şarkılar, marşlar geliyor. Cumartesi akşamı Ankara'da bütün bu acılar tarihini sayfa sayfa müzikal bir anlatıya döken çok dokunaklı bir konser gerçekleştirildi. Hayal Meyal Müzik Topluluğu, İlim Yayma Cemiyeti'nin değerli katkılarıyla organize edilen Sürgün ve Soykırım Anma Konseri'nde sahne aldı ve her biri içimize kor gibi düşen şarkılar, türküler, marşlar seslendirdi.
1970'lerde sokak sanatçılarının yaratıcı bir ifadesi olarak başlayan break dans, zamanla dünya çapında gençlerin ve hatta yetişkinlerin de favorisi haline geldi. Ama kim tahmin edebilirdi ki bu enerjik, yer yer akrobatik dans hareketleri, bir gün olimpiyat madalyası mücadelesine dönüşecek? New York, Bronx sokaklarında doğan break dans, resmi bir spor dalı olarak 2024 Paris Olimpiyatları'na kabul edildi. Berna Abik'in sunumuyla dünden bugüne Olimpiyat tarihindeki birçok olayın anlatıldığı '60 Saniyede Olimpiyatlar'ın yeni bölümünde ‘break dansın kısa tarihi' var. Video
İsmailağa Cemaati bir süredir yine hem gündemde hem de hedefte. Merkezi Fatih Çarşamba'da olan cemaatin kamuoyunda konuşulmasına alışkınız aslında. 28 Şubat sürecinin ‘irtica' konulu haberlerinin aşinalığı diyelim. Hatırımda şöyle bir televizyon haberi var: Ramazan ayıydı. Sanırım 2006 yılıydı. Çünkü öncesinde, Bayram Ali Hoca vaaz verdiği esnada İsmailağa Camii içinde katledilmişti ve dönemin kartel medyasında hemen her gün; çarpıtıcı, hedef gösteren, suçlayan bir İsmailağa Cemaati haberi yayınlanıyordu. Reha Muhtar tarzı denilen, içeriğinde bilgi olmayan lakin ilgi çekmesi için abartılı tonlamalarla seslendirilen, görüntü efektlerinin, flaşların, ‘bakın ne oldu' tahriklerinin tüm nüvelerini barındıran televizyon haberi zihnimde yer edindiği kadarıyla şöyleydi: “Tartışmaların odağındaki İsmailağa Cemaati mensuplarından çok konuşulacak görüntüler… Camide iftar yaptılar! Fatih Çarşamba'daki cemaatin bir grup üyesi İsmailağa Camisi içinde, halıların üzerinde yemek yerken görüntülendiler.” Ekrana gelen o görüntüler muhtemelen dönemin cep telefonlarıyla çekilmişti. Yere serilmiş örtü üzerinde iftar eden o birkaç kişinin yüzleri belli olmuyordu. Haberin kalitesizliği her haliyle ortadaydı. Şimdi bu aktarımı okuyanlar haklı olarak “haber mi bu şimdi” diyebilir. Hatta abarttığımı düşünenler de olabilir. Ancak 28 Şubat süreci ve sonrasını hafızalarından silmeyenler anımsayacaktır; bırakın haber değeri olmasını, günümüzde sosyal medyada bile paylaşılmayacak manşetlere ve ‘şok olayda flaş gelişmelere' maruz kaldı memleket. Bir de “muhabirimiz herkesin konuştuğu Fatih'in Çarşamba semtine girdi” cümleleriyle pazarlanan yazı dizileri vardı. Liseyi 500 metre aşağısında okuduğum ve okulun yurdunda kaldığım için 4 yıl boyunca önünden, arkasından, yanından, sağından solundan sorgusuz sualsiz geçtiğim İsmailağa Camii ve cemaatini hedef alan bu tarz haberlere haliyle en fazla ben şaşırıyordum. Son 20 yılda Türkiye'deki siyasi iklimin değişmesi ile bir kısım medyanın Fatih Çarşamba merkezli haberleri de azaldı. Haliyle “oluşturulmak istenen gizem” ortadan kalktı. Ancak İsmailağa Cemaati bu süreçlerde dışarıdan gelen saldırılara karşı bir savunma mekanizması da geliştirmemişti. Yıllarca hedef gösterilmelere ve değerli hocaları katledilmesine rağmen, “Bizim bir suçumuz, yanlışımız yok. Her halimizle ortadayız. İlimden başka bir amacımız, gayemiz olmadı ve olmayacak da. Kim ne derse, kim ne yazarsa yazsın. Sormak isteyene anlatırız” görüşünü benimseyen İsmailağa Cemaati şimdilerde yeni bir sürecin kapısını aralıyor. Tarihte bir ilke imza atılarak hem de. İsmailağa Cemaati, yine gündemde ve bu kez farklı bir noktadan hedefteler. Yine dışarıdan ancak “tabana” yönelik bir ayrışma söz konusu. Cemaatin, 1960'dan beri önderliğini yapan Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi 2022 yılında vefat ettiğinde yerine yoldaşı ve müridi Hasan Kılıç Hocaefendi'yi tayin etmişti. Hasan Kılıç Hoca'nın da geçtiğimiz günlerde vefat etmesi üzerine, İsmailağa Cemaati'nin yeni şeyhinin Ahmet Fikri Doğan Hocaefendi olduğu ilan edildi. Ancak İsmailağa'da yetişen ve uzun zamandır kendi sohbet halkalarını oluşturarak bir bakıma cemaatini de oluşturan Cübbeli Ahmet Hoca yeni şeyhi tanımadığını ilan etti. Arada bir sürü tartışma, açıklama ve iddialar var. Ben bunlara değinmeyeceğim. Ancak İsmailağa Cemaati'nden bir ayrışma hatta bölünme sancıları yaşandığı da ortada. İşte tam da böylesi bir ortamda, dün sabah (1 Mayıs) bir grup gazeteci ile İsmailağa Camii'nde, cemaatin hocalarının daveti üzerine kapalı bir basın toplantısı yapıldı. İsmailağa Cemaati'nin tarihinde bir ilk olan medya buluşmasına; televizyon, gazete ve internet sitelerinde görev yapan, yazı yazıp, programlara çıkan 20 gazeteci katıldı.
Tarihte pek çok örneği vardır.. ‘Acı reçete nasıl hedef kitleye kabullendirilecek?', ‘Nasıl en olumsuz koşullar kabul edilecek?' gibi soruların yanıtları, ilişki ve iletişim yönetiminde gizlidir. Bunu en iyi anlatan örneklerden biri Çin'de yaşanmış. Çin Komünist Partisi'nin Çan Kay-Şek güçlerinden kaçma kararıyla, ülkenin doğusundan batısına doğru, tarihe ‘Uzun Yürüyüş' olarak geçen 13 bin kilometrelik kaçış harekâtında askerlerin beslenmesi büyük sorun oluşturur. 100 bin kişilik küçük bir grubu önden göndererek, ‘en hızlı yetişen sebze' olduğu söylenen kabak ektirirler. Milyonlarca kişilik ordu da arkadan gelerek o kabakları toplar, pişirir ve yer. Yıllarca, sürekli kabak yerler... Sonrasında Mao Zedung'a, “Başkan, orduda bir kıpırdanma var, kabak yemekten mutsuzlar” mesajı verilir. Mao Zedung da Merkez Komitesi'ni toplar ve uzun uzun tartışırlar. Sabah, her yerde aynı slogan görülür: “Yaşasın devrim, yaşasın kabak!” Bunun üzerine, bir 7 sene daha hiç şikayet etmeden kabak yedikleri söylenir... Bu tabii ki çok uç bir örnek... Başka örnekler de var... En zor durumların iletişim ve ilişki boyutunda nasıl yönetildiğini o örneklerde görmek mümkün. O zaman Yarbay rütbesindeki Mustafa Kemal'in, Çanakkale'de, ölüm kalım çizgisinde askerlere “Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” dediği o ünlü konuşması hâlâ akıllardadır. O ortamda Mustafa Kemal'in böyle bir konuşma yapması ve askerleri inanılmaz
Tarihte kendine yer edinmiş her kültürde mevsimlerin geçişi ve Dünyanın canlanışı kutlanır. Eski Türk medeniyetlerinde Nardugan, İskandinav kültürlerinde Yule festivalleri, Hristiyanlarda Noel. Peki günümüze kadar uzanan adetler nereden geliyor? Noel Baba'nın kökeni nedir ve Aziz Nikolas ile ne ilgisi var? Hristiyan mezheplerinde farklılıklar gösteren Noel aslında ne anlama geliyor? Evlerimize koyduğumuz yılbaşı ağaçları ve süslemeler nereden çıktı? Tüm bu soruların ve çok daha fazlasının yanıtı Pelin Batu ile Her Şeyin Kökeni'nde.
Fairy Chimney seyahat acentası sahibi Burhan Falay, THY'nin Avustralya uçuşlarını değerlendirdi.
Yapay zeka denince bugün akla gelen ilk isim olan Sam Altman, geçenlerde kendi kurduğu şirketten sorgusuz sualsiz kovuldu ve birkaç çalkantılı gün sonunda, kendisini kovanları kovdurarak geri döndü. Eğlenceli bir pembe dizi gibi ama yüzeyin biraz altını kazıyınca ortaya çıkan tablo beni endişelendirdi. Esas kavga kişiler arasında değil, etik kaygılar ile rekabetin arttırdığı ticari kaygılar arasında. Ödül de bir taht değil, yapay zekanın geleceği. Ve bence bu roundu "iyiler" kazanmadı..Konular:(00:00) OpenAI'daki pembe dizi.(02:26) Tarihte bugün: Deep Blue ve Alphazero.(05:00) OpenAI'ın closedAI oluşu.(07:07) Kar amacı gütmeyen kuruluş(11:58) Kovulma.(13:53) Custom GPT.(15:58) Project Q*(17:54) Para para para.(21:12) Devletlerin rolü.(23:30) Patreon Teşekkürleri.Kaynaklar:Haber: Google shared AI knowledge with the world — until ChatGPT caught upThe inside story of how ChatGPT was built from the people who made it.------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Cambly hakkında reklam içerir.Cambly'de yılın en büyük indirimi %60'dan fular60 koduyla faydalanmak için tıklayınız.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
AKP VE SARAY ARASINDA BÜYÜK YARILMA..! KRİZİN MERKEZİNDEKİ DANIŞMAN..TARIK TOROS'LA MANŞET • Yargıtay kararını hangi danışman kaleme aldı? • Yargı kaosunun çözümü basit.. • AKP ile Saray arasında büyük yarılma! • Tarihte bir ilk, değil.. • "Halkı kalkışmayı bastırmaya" davet.. • Yargıtay kararında 3 büyük suç.. • Ünlü ceza hukukçusundan 5 mühim tespit • Saray ve MHP: 3 kritik isimden aynı kelimelerle tepki..
Cambly hakkında detaylı bilgi almak ve bize özel indirimden faydalanmak için: https://cambly.biz/60yasa Bize özel %60 indirimden ve ücretsiz deneme dersinden faydalanmak için kod: 60yasa * Instagram: @ortamlardasatilacakbilgi Twitter: @OrtamlardaB * Reklam ve İş birlikleri için: ortamlardasatilacakbilgi@gmail.com Farkındalık Defteri: https://www.podcastbpt.com/ortamlarda-satilacak-bilgi * *Bu bölüm "Cambly" hakkında reklam içerir*
Dünya Mülteci Günü'nde üzücü rekor: Tarihte hiçbir zaman şimdi olduğu kadar evinden olmuş mülteci yok. BM'nin mülteci kurumu verilerine göre Ukrayna, Sudan ve Afganistan'daki çatışmalar yüzünden yaklaşık 110 milyon insan mülteci, ülkesinin içinde evinden olmuş kişi veya sığınma hakkı talep ediyor.
"Enflasyon canavarı” kalıbı, soyut olayları kişileştirmenin güzel bir örneği. Bu şekilde faturayı başkasına yıkabiliyoruz. Gider gelirden fazla, tüketim üretimden fazla, ama suçlu "canavar".Fakat bugün konumuz enflasyon canavarından da korkunç olan hiperenflasyon canavarı. Tarihten bazı örnekler vereceğim ve yüzde 42 katrilyon enflasyonun nasıl bir tecrübe olduğunu anlatmaya çalışacağım.Konular:(00:03) "Enflasyon Canavarı"(01:44) Hiperenflasyon(02:50) İspanyol Fiyat Devrimi(04:53) Roma: 3.yy Krizi(08:39) Enflasyon döngüsü(10:30) Weimar Cumhuriyeti: En detaylı bilinen hiperenflasyon(12:02) Sponsor Mesajı(13:10) 1946 Macaristan(25:24) Zero StrokeBazı Kaynaklar:Hyperinflation in the Roman Empire and its Influence on the Collapse of Rome Understanding Hyperinflation, From Revolutionary France to Zimbabwe Odea hakkında daha detaylı bilgi almak ve indirmek için tıklayın.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Tarihte sadece beşinci kez, Victoria'daki bir grup Geleneksel Sahip, Avustralya Federal Mahkemesi tarafından tanınan yerel tapu hakkını kazandı.
BM Nüfus Fonu, 15 Kasım 2022'de Dünya nüfusunun 8 milyarı geçtiğini açıkladı. Sadece son 11 yılda, 1 milyar bebek doğdu. Sanayi Devimi'nde ivmelenen nüfus artışı, Dünya Savaşı sonrasında da hızla artmaya devam etti. Dünyanın kaynakları kısıtlı olduğundan, değişen tüketim alışkanlıklarıyla birlikte nüfus artışı, gezegenin geleceği açısından bir sorun. Tarihte görülmemiş bu sıçrayış, 2080'de tepe noktasına varacak. Sonrasında nüfus artış hızı yavaşlayacak. BM, 2100'e kadar nüfusun 10,4 milyar seviyelerinde kalmaya devam edeceğini öngörüyor. Nüfus, siyasetçilerin de önem verdiği konulardan. Çocuk yapma sayısından tutun kürtaj hakkına, “aile birliği”nden kadının istihdama katılmasına dair yürütülen politikalar, aslında nüfus artış hızıyla bağlantılı. Hatta Elon Musk gibi dünyanın en zenginleri bile bu konuya takmış durumda. İyi de neden? Dünya kaynakları alarm verirken daha çok çoğalmak ve tüketmek, ne gibi sorunlara gebe? Yeşil Dalga'da Mehveş Evin ve Ferdi Akarsu bu hafta nüfus konusunu enine boyuna tartışıyor.
Günaydın. Zelenski, Noel öncesi Rusya'ya ateşkes çağrısında bulundu. FTX'in kurucusu Sam Bankman-Fried tutuklandı. Tarihte ilk kez bir nükleer füzyon deneyinde sarf edilen enerjiden daha fazla enerji üretildi. Bugünün bülteni TCL ile birlikte ulaşıyor.
Tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapan Hatay'da, Roma döneminde inşa edilen Antakya Antik Hipodrom'da eğlence yeri olarak kullanıldığı düşünülen ve içerisinde çeşitli oyun malzemelerinin bulunduğu iki mekan gün yüzüne çıkarıldı
Tarihte ilk otomatın kutsal su dağıtmak için dizayn edildiğini biliyor muydunuz? Geçmişten günümüze hayatımızın bir noktasında bizi yakalayan, evrilerek başkalaşsa da “Otomatlar” artık hayatımızın vazgeçilmezleri arasında. Otomatların tarih içerisindeki rolünü de ele aldığımız bu sıradışı bölümü keyifle dinlemeniz dileğiyle!HKBUPODCAST.COMSupport the show
Tarihteki çok çeşitli mücverler varken neden sadece kabak mücveri yaşamış da diğerleri unutulmuş. Bunun sırrı kabak dolmasında. Kabak dolması da çok sevilen bir yaz yemeği. İçini atmaya da kimsenin gönlü el vermez, o kabak içlerinden mutlaka bir mücver yapılır. Kabak dolması sevgimiz yüzünden kabak mücveri yaşamış, diğerleri kaybolmuş. Tarihte mücver tariflerinde, örneğin 1844 Melceüt't-Tabbâhîn kitabında kaşık kaşık akıtılan bir kıvam gibi anlatılıyor. 1924 tarihli Yeni Ev Kadınının Yemek Kitabı'ndaki “kıyma mücmer”i ise düpedüz kadınbudu köfte. Artık kızartma yerine fırın mücverler daha çok tercih ediliyor. Fakat dibi tutunca tepsiyi ya da kalıbı temizlemek zor oluyor. Bunu önlemek için püf noktası kaydımızda. Aylin Öney Tan'dan bir tutam tarih biraz da tarif dinleyin.
Bu video 26/02/2017 tarihinde yayınlanan "SİZ NEREDESİNİZ EY MÜ'MİNLER!.." isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... İslam dünyası, âdeta zâlimlerin hay-huyunun korosu haline geldi; mazlumların iniltisinin korosu haline geldi. Bir, toptan bağırıp çağırma, hay-huy etme; bir de toptan inleme, âh u vâh etme. İki tane ses duyuluyor; bir yerde ezenin zâlimce hay-huyu; beri taraftan sesini çıkarmadan ezilenin, öldürülenin, ırzı çiğnenenin, namusu doğrananın, haysiyetiyle oynananın iniltileri, âh u efgânı duyuluyor. Tarihte belki bir-iki-üç defa, bir kısım zâlimler sebebiyle yaşanmış bir tablo; İslam dünyasında, hususiyle beş asır, altı asır devletler muvazenesinde dümende bulunan bir milletin vatanında, acı acı!.. O çığlıklar, o çığıltılar, kulaklarımda çınlıyor gibi!.. Evet, onu söylemek belki doğru değil: Her gün birkaç defa kendimi yataklık, yatağa düşmüş bir hasta gibi hissediyorum; sonra başımı seccadeye koyuyor, “İçimi Sana döküyorum!” diyorum. Çevrede hâlden anlamayan, dilden anlamayan bir sürü dilsiz şeytan var. “Dilsiz şeytan” diyor Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm. Bunca mezâlim karşısında, sesini yükseltebilecek bir Ebu's-Suud yok!.. Bir Molla Gürânî yok!.. Yok!.. Bir Hızır Çelebi yok!.. İsterseniz Frenkçe ifadesiyle deyin, “Bir Emile Zola yok!..” Yok!.. Müslümanlara Şi'b-i Ebî Talib'de boykot yapıldığı dönemde, üç tane insan, kabilelerinin gücünü de arkalarına alarak, bütün Mekke müşriklerinin, bütün kabilelerin altına imza attıkları, “Beni Hâşim'i iflah etmemek lâzım!” muahedesine karşı çıktılar. İnsanlığın İftihar Tablosu da o mağdurlar arasında, o mehcûrlar arasındaydı; mübarek eşi annemiz de. Anneler annesi, annelerimizin hepsi ona kurban olsun!.. Hadîcetü'l-Kübrâ. Hadîce, “erken doğan” demektir. En erken hakikate uyananın o olması itibariyle, isim ile müsemmâ arasında ne kadar da bir mutabakat var?!. Analar anası… Kurban olayım!.. Bilmem ki Âişe validemizin de durumu nasıl; Âişe validemizin büyüklüğünü ölçecek kantarım yok. Ahiretteki mizana konulduğunda bile, o mizanın kırılacağına inanıyorum!.. Ama Efendimiz, kendisine öyle bende olan Hazreti Âişe validemizin yanında, hep “Hadîce'nin yakını…”, hep “Hadîce'nin -bilmem- akrabası…” demek suretiyle, o “erken doğan”ı yâd-ı cemil olarak zikredip duruyor. Evet, “Mezâlim yaşanıyor.” dedim: Mesâvî irtikâp ediliyor, me'âsî meşrû gösteriliyor. Bohemce yaşayış âdeta alkışlanıyor, ona göz yumuluyor. Suiistimaller örtbas ediliyor, tecavüzler örtbas ediliyor… Nâm-ı Celîl-i Nebevî dört bir yanda şehbal açsın diye, dünyevî herhangi bir beklentiye girmeden, o bayrak omuzlarında, sağa-sola koşan insanların yolları kesiliyor. Yolları kesiliyor kırk haramîler tarafından; “O bayrağı her yerde dalgalandıramazsınız!” diyerek, o bayrağı aşağıya çekiyorlar. O bayrağın dalgalandığı müesseseleri kapatmaya çalışıyorlar. Bir şeytan dürtüsüne uymuşlar ki, hiç sormayın?!. Tarihte ender zâlimler dahi mesâvînin bu ölçüde insanı çıldırtanını yapmamıştır zannediyorum.
Tarihte birçok kez farklı sebeplerle çip krizleri yaşandı. Son yaşanan ve halen devam eden çip krizi ise bunların en büyüğü. Yazan: Yavuz Selim İşleyen Seslendiren: Halil İbrahim Ciğer
Medyascope Podcast'ten herkese merhaba. Hafta Sonu Yazıları köşemizde yayınlanan yazılarımızın seslendirmesiyle karşınızdayız. Alphan Telek'in “Tarihte kalmamış mıydı savaşlar, salgınlar, darbeler?” başlıklı yazısını ben Elif Özge Yalçın sizler için seslendirdim. Beğenerek dinlemenizi umuyorum.
Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) seçilmişlerine yönelik düzenlenen 4 Kasım 2016 operasyonunun üzerinden beş yıl geçti. 4 Kasım 2016'da aralarında eski eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın da bulunduğu HDP'li seçilmişler gözaltına alınıp tutuklandı. Medyascope'tan Özgür Özdemir'in sorularını yanıtlayan HDP Grup Başkanvekili ve Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş, “Tarihte bir siyasi partinin organlarını hedefleyen böyle eş zamanlı ve sistematik operasyon çok azdır. Maalesef muhalefetin de bunda günahları çok” dedi.