POPULARITY
Gazze'de, insanlık tarihinin en gözler önünde işlenen cinayetlerinin, en seyirliğe dönüşmüş şiddetinin, en büyük masumiyet katlinin ve bütün bu cürümleri sırıtarak gerçekleştiren en arsız katillerinin görüntülerine şahit oluyoruz. Acı sınırlarının berhava edildiği ilk günden bugüne hepimize asırlar gibi gelen çok uzun zamanlar geçti. Aylardır hemen her günü, belki de gözlerimizi açık tutmakta en çok zorlanacağımız şeylerle; parçalanmış, bir yerleri eksik kalmış çocuk cesetleri, yavrusunun cansız bedenine sarılıp gözyaşlarını sessizliğin derin, dipsiz kuyularına akıtan anneler ve yavrularına sahip çıkamamanın derin kırılmışlığını yüzünün haritasına ekleyen kederli yetişkinlerle birlikte yaşıyoruz. Ne oluyor, bizler de onlarla birlikte parçalanıyor muyuz? Yoksa giderek bu derin acılara alışıyor muyuz? Net bir cevabı yok biliyorum bu sorunun. Her şey o kadar anı anına yaşanıyor ki, her acı o kadar taze, o kadar yakıcı ki bu acılara asla alışamayacakmışız gibi geliyor olmalı bir çoğumuza. Ama derinlerde durum nasıl? İçimizde neler oluyor? Hayata bir şekilde tutunmaya devam ediyoruz. Kimimiz belki de olması gerekenden daha da sıkı tutunuyoruz şimdi! Kendimizi sık sık bakacak başka bir yer, düşünecek başka şeyler, tabiri caizse kaçacak delikler arar halde yakalıyoruz. Ateşin ortasında olmayan herkes için böyle bu biraz. Tabiatımız böyle, çelişkilerle doluyuz. İçimizde bu acılara asla alışmamayı, bu kötülükleri asla unutmamayı telkin eden ‘şey'le, sessizce başka yere bakmaya teşvik eden ‘şey' birlikte yaşıyor. Bu yakıcı ikilemle ‘insan'ca başa çıkabildiğimiz ölçüde ‘iyilik zemini'nde kalabiliyor, kendimizi bizi içine çeken girdaplardan uzakta tutabiliyoruz. Bu taşınması zor kederlerden kaytarmaya çağıran unutkanlıklara teslim etmek ne kadar çürütecekse insanlığımızı; aynı nispette, bu ağır yükün altında çözülüp kalmak, ayakta duramamak, her türlü haddin aşıldığı bu vahşice zulme karşı mazlumun sesi olmaktan geri durmak da bir o kadar yıkacak insaf kalelerimizi.
Bismillâhirrahmanirrahim. Âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hakk'a nâmütenâhî hamdü senâ ve son kutlu elçi Muhammed Mustafa Efendimiz'e sonsuz salâtü selâmdan sonra deriz ki; Ecelimizin, rızkımızın ve imtihanımızın O'nun kudret eli tarafından takdir edildiği bir “kader (düzen)” içinde yaşıyoruz. Spinoza “Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi, kendi iradesiyle havada uçtuğunu söylerdi.” demiş. Hepimiz havaya fırlatılan taş gibiyiz aslında. Kimimiz bunun farkında, kimimiz değil. Hikmetli Kitap'ta “Ey Musa! Bir kader çizgisi doğrultusunda huzurumuza geldin.” (Tâhâ/40) buyurulur. Bütün geliş ve gidişlerimiz; bize özel yazılmış bir kader, bize özel tasarlanmış bir düzen doğrultusundadır. Bunu fark eden kişi; o kaderi yazan, o düzeni tasarlayan “El” ile dost olur. O'nunla dost olunca, O'nun kendisi için yazdığı her şey ile de dost olur. Dost, benim için kötü bir şey yazmaz ya! O halde, Dost'un benim için yazdığı her senaryoyu kemâl-i aşk ile okumalıyım. Yazan O, bense okuyanım… İşte bu fakir için “Dost Eli” tarafından yazılmış bir kader de, sizlerin karşısına bu köşede bir yazar olarak çıkmakmış. O halde bu ilâhî senaryoyu da aşkla ve şevkle okumalıyım. Demek ki; bu köşede ben aslında yazan değil, okuyanım. Bu kaderin, sebepler âlemi çerçevesindeki hikâyesine gelince… Geçtiğimiz ramazan ayı boyunca her gün Yeni Şafak gazetesinde yazılarımız çıkmıştı. Evvelce, Yeni Şafak gazetesinin “Düşünce Günlüğü” sayfasında bazı yazılarımız yayımlanmıştı. Ancak köşe yazıları yazmak ilk defa nasip oluyordu. Hem de her gün. “Ramazanın kendine has yoğunluğu içinde her gün yazı yazabilir miyim?” diye başta tereddüt etmeme rağmen, O'nun yardımına sığınarak bu teklifi kabul etmiştim. Biavnillâh her gün yazılarımızı yetiştirmek de müyesser oldu. Şimdi de gazetenin değerli yöneticileri, haftada bir gün bu köşede yazı yazmamızı talep ettiler; biz de “Eyvallah” dedik. Umarım mahcup olmayız. “Dilin görevi, hakikati gizlemektir” diyen Talleyrand'a inat, bu köşedeki yazılarımda dilimle gücüm yettiğince hakikati -hâşâ- ifşanın değil, ancak ona işaret etmenin gayreti içinde olacağım. Dilimi ve yazımı, hakikate götüren birer “işaret levhaları” olarak kullanmaya çalışacağım. Ama elbette ki “mutlak hakikat” iddiasıyla değil, “görebildiğim hakikat” inancıyla. Meriç'in ifade ettiği gibi “Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah”tır kalem (Kırk Ambar, s. 454). Ben de biiznillâh kalemimi, karanlık ile aydınlığın ezeli mücadelesinde, aydınlığın bir neferi olarak onun zaferleri için bir “silah” olarak kullanmaya gayret edeceğim.
Bismillâhirrahmanirrahim. Âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hakk'a nâmütenâhî hamdü senâ ve son kutlu elçi Muhammed Mustafa Efendimiz'e sonsuz salâtü selâmdan sonra deriz ki; Ecelimizin, rızkımızın ve imtihanımızın O'nun kudret eli tarafından takdir edildiği bir “kader (düzen)” içinde yaşıyoruz. Spinoza “Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi, kendi iradesiyle havada uçtuğunu söylerdi.” demiş. Hepimiz havaya fırlatılan taş gibiyiz aslında. Kimimiz bunun farkında, kimimiz değil. Hikmetli Kitap'ta “Ey Musa! Bir kader çizgisi doğrultusunda huzurumuza geldin.” (Tâhâ/40) buyurulur. Bütün geliş ve gidişlerimiz; bize özel yazılmış bir kader, bize özel tasarlanmış bir düzen doğrultusundadır. Bunu fark eden kişi; o kaderi yazan, o düzeni tasarlayan “El” ile dost olur. O'nunla dost olunca, O'nun kendisi için yazdığı her şey ile de dost olur. Dost, benim için kötü bir şey yazmaz ya! O halde, Dost'un benim için yazdığı her senaryoyu kemâl-i aşk ile okumalıyım. Yazan O, bense okuyanım… İşte bu fakir için “Dost Eli” tarafından yazılmış bir kader de, sizlerin karşısına bu köşede bir yazar olarak çıkmakmış. O halde bu ilâhî senaryoyu da aşkla ve şevkle okumalıyım. Demek ki; bu köşede ben aslında yazan değil, okuyanım. Bu kaderin, sebepler âlemi çerçevesindeki hikâyesine gelince… Geçtiğimiz ramazan ayı boyunca her gün Yeni Şafak gazetesinde yazılarımız çıkmıştı. Evvelce, Yeni Şafak gazetesinin “Düşünce Günlüğü” sayfasında bazı yazılarımız yayımlanmıştı. Ancak köşe yazıları yazmak ilk defa nasip oluyordu. Hem de her gün. “Ramazanın kendine has yoğunluğu içinde her gün yazı yazabilir miyim?” diye başta tereddüt etmeme rağmen, O'nun yardımına sığınarak bu teklifi kabul etmiştim. Biavnillâh her gün yazılarımızı yetiştirmek de müyesser oldu. Şimdi de gazetenin değerli yöneticileri, haftada bir gün bu köşede yazı yazmamızı talep ettiler; biz de “Eyvallah” dedik. Umarım mahcup olmayız. “Dilin görevi, hakikati gizlemektir” diyen Talleyrand'a inat, bu köşedeki yazılarımda dilimle gücüm yettiğince hakikati -hâşâ- ifşanın değil, ancak ona işaret etmenin gayreti içinde olacağım. Dilimi ve yazımı, hakikate götüren birer “işaret levhaları” olarak kullanmaya çalışacağım. Ama elbette ki “mutlak hakikat” iddiasıyla değil, “görebildiğim hakikat” inancıyla. Meriç'in ifade ettiği gibi “Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah”tır kalem (Kırk Ambar, s. 454). Ben de biiznillâh kalemimi, karanlık ile aydınlığın ezeli mücadelesinde, aydınlığın bir neferi olarak onun zaferleri için bir “silah” olarak kullanmaya gayret edeceğim. Yine Meriç, sanatkâr için “Agoraya inmek, hayırla şerrin savaşında ister istemez yer almak mecburiyetindedir. Fildişi kuleye kapananlar şerrin zaferini (bilerek veya bilmeyerek) kolaylaştırmış olurlar” der (Bu Ülke, s. 42). Aynı şeyi, ilim ve fikir insanları için de söyleyebiliriz. Gazete yazıları, onların agoraya inmeleri için bir vesiledir. Biz de, ilim ve fikir insanı tarafından, zaman zaman agorada da söylenmesi gerekenler olduğuna inanarak; günü birlik, geçici meselelerle değil, ama önemli gördüğümüz güncel konularda polemiğe girmeden ve bu köşeyi “şahsi bir mevzi” olarak değerlendirmeden, toplum yararına olduğunu düşündüğümüz fikirlerimizi burada paylaşmaya çalışacağız inşallah.
İnsan olmak demek bir şeyleri ortaya koyma, yeni şeyler yaratma iç güdüsüyle yaşamak demek. Hepimiz içimizde yaratıcı bir güçle doğuyoruz. Ancak bu gücü kullanmak cesaret ve çaba istiyor. Kimimiz yaratıcı gücüyle erkenden tanışıp kullanacak kadar şanslıyken, kimimiz onu en derinlere gömmüş ve kullanmayı unutmuş olabiliyor. Bu bölüm de yaratıcı yanımızla yeniden tanışmayı ve kendimizi üreterek yeniden tanımak üzerine konuşuyoruz. Şimdiden keyifli dinlemeler :) Hiwell'den %10 indirimli seans almak için tıklayabilirsin: https://hiwell.app/genelsesler indirim kodun: genel10 Kitap Kulübüne Katıl: https://superpeer.com/bilgesen/collection/kitap-kulubu-felsefe-edebiyat-ve-psikoloji-uzerine-okumalar ******* Bana yazın: genelsesler@gmail.com --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/bilge56/message
Kimimiz biyolojik yaşımızdan daha yüksek kimimiz ise daha düşük hissediyoruz. İşin ilginç yanı ise jenerasyon değiştikçe bu uçurumun artması. Peki neden olduğumuz yaşımızda hissetmiyoruz? Hadi birlikte göz atalım! Hiwell hakkında daha fazla bilgi almak için: https://hiwell.app/bumuyanipodcast Dinleyicilerimize özel %10 indirim için kodumuz: bumuyani10 Bölümün videocast haline https://www.youtube.com/@BuMuYani linkiyle youtube'dan erişebilirsiniz. Ayrıca "katıl" butonundan bize destek olarak üyelere özel içeriklere de göz atabilirsiniz. Instagram: https://www.instagram.com/bumuyanipodcast/ Twitter: https://twitter.com/bumuyanipodcast İletişim: bumuyanipodcast@gmail.com
Çocukluğumuzun neşesi, toprak sahaların tozu, sokaklarımızın gelecek aydınlığı, evimizin koridorundaki haylazlık, yastıktan, minderden top yaptığımız oyun, bir kez daha kaydı ayaklarımızın altından. Top sahibinin hep oynadığı, fasulyeden terimi ile ilk karşılaştığımız, başlangıcı belli olmayan ama bitişi akşam ezanı olan oyun. Kimimiz için yetenek gösterisi kimimiz için gelecek umudu, kimimiz içinse sadece koşturma olan, çocukluğumuzun sarı laciverti, sarı kırmızısı, yeşil siyahı... DEVASA BİR ENDÜSTRİ Bugün hepimiz çocukluğumuzun bu rekabetçi oyununun, mahalle maçlarımızın, halı saha tutkumuzun nasıl dev bir endüstriye dönüştüğüne şahitlik ediyoruz. Sadece Türkiye'de amatörden profesyonele binlerce kulüp. Uluslararası organizasyonlar, reklam ve sponsorluk anlaşmaları, futbol medyası, televizyon hakları ve yayın gelirleri. Bilet satışlarını ve lisanslı ürünleri saymıyorum bile. Yıldız futbolcular eşliğinde, milyarlarca doların gölgesinde, milyonlarca taraftarın huzurunda oynanan küresel bir oyun. Manchester City ve Real Madrid'in 700 milyon avronun üzerinde gelir ettiği, bizim kuluplerin ise hala kumda oynadığı bir oyun. Takım gelirlerinin yüzde 15'ini maç günü etkinliklerinden, yüzde 44'ünün yayınlardan ve yüzde 41'ini ticari kaynaklardan elde edildiği oyun. Deloitte Futbol Para Ligi 2023 raporuna göre; Futbol Para Ligi'nde ilk 30'a girenlerin 16'sını İngiltere Premier Lig kulüpleri oluşturdu. Listeye İspanya'dan 5, İtalya ve Almanya'dan 3'er, Fransa, Portekiz ve Hollanda'dan 1'er takım girdi. İlk kez, en iyi 20 kulübün yarısından fazlası (20 kulübün 11'i) tek bir ülkeden (İngiltere) çıktı. Premier Lig'in altı büyük kulübünden beşi, yeni ortaklıkların kurulması ve konserler ve stadyum turları gibi maç günü dışı etkinlikler nedeniyle euro bazında yüzde 15 veya daha fazla gelir elde etti. Manchester City Para Ligi'nin zirvesindeki yerini korudu ve ikinci kez dünya futbolunda en fazla gelir elde eden kulüp oldu.
Hayatta hepimizin geçtiği belli başlı sınavlar var. Kimimiz bu sınavlardan ders çıkartıp yola öyle devam eder, kimimiz de bu sınavlardan tekrar tekrar geçmek zorunda kalır. Eğer bakış açımızı değiştirebilirsek belki bu hayatı daha kolay yaşarız. Keyifli dinlemeler… organikbeyinlerpodcast@gmail.com https://www.instagram.com/organikbeyinlerpodcast/
Tanzimat'a (1839) kadar, aynen Avrupa'da olduğu gibi deri yüzmek, toprağa gömmek, çengele asmak, testislerini koparmak ve yedirmek, vücuda yara açıp yaraya tuz basmak, farelere kemirtmek, mil çekmek, organ kesmek, çengele asmak gibi birbirinden azap verici cezaları uygulayan Osmanlı Devleti'nde ‘hapsetmek' denildiğinde kastedilen, herhangi bir suçla itham edilen kişinin, yargılama süreci boyunca gözetim altına alınmasıydı. Yargılama süresi kısa olduğundan hapislik de kısa sürerdi.
Bir hayli dar bir aralıkta seyreden ideallere ve güzellik standartlarına ulaşmaya çalışırken masraflı, acılı ve yıpratıcı süreçlerden geçiyoruz. Güzellik ayrıcalığı, şişmanfobi, transfobi, ırçılık, seksizim, yaşçılık, türcülük ve daha birçok farklı ayrımcılık ve eşitsizlik üzerine kurulmuş düzeni değiştirmek de bir anda olmayacak. Bu yolda tartışmamız gereken hususlardan biri de kıllar. Kimimiz kılları olduğu, kimimiz kılları olmadığı için ayıplanırken ve yadırganırken kılsızlık dayatmasına maruz kalanlar büyük ölçüde kadınlar oluyor. Kıllı bir kadın vücut kıllarını göstermeye cesaret ettiğinde görünümüyle alakalı eleştiri yağmuruna tutuluyor.İşte tam da bu nedenle, bu bölümde kadınların, kadın atananların, transların ve non-binary'lerin sahip oldukları vücut kıllarıyla alakalı çetrefilli, duygusal ve güçlendirici deneyimlerini sizlerle paylaşmaya çalıştık.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Seni seviyorum… İki kelime olmasına rağmen etkisi ne kadar büyük değil mi? “Seni seviyorum aşkım” demek, sevgiyi ifade eden en önemli cümlelerin başında gelir. Kimimiz bunu derken zorlanırken kimimiz ise kısa, uzun ve etkileyici seni seviyorum söz...
Seni seviyorum… İki kelime olmasına rağmen etkisi ne kadar büyük değil mi? “Seni seviyorum aşkım” demek, sevgiyi ifade eden en önemli cümlelerin başında gelir. Kimimiz bunu derken zorlanırken kimimiz ise kısa, uzun ve etkileyici seni seviyorum söz...
Hem Almanya'da hem de Türkiye'de ligler start aldı. Futbolseverler heyecanla maç günlerini bekliyor yine. Çoğumuz hem Bundesliga'yı hem de Süperlig'i takip ediyoruz. Kimimiz ise ikisini de. İki ülke futbolu lig tarihi boyunca birbirinden nasıl etkilendi? Bu etkileşim günümüzde nasıl devam ediyor? Başlama düdüğü çalsın! Von Aydin Isik.
15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin 6. yılında Fetullahçı Terör Örgütünün elebaşı Pensilvanya melunu Gülen'in hasta olduğu iddiaları ortalıkta geziniyor. Kimimiz 'gebersin' diye dua ediyor, kimimiz ise İsrail'in katil Başbakanı Şaron gibi sürünsün “Kolay kolay gebermesin, canını kolay teslim etmesin” diye dua ediyor. Okyanus ötesi iblisi bu hastalık meselesini hayatının her döneminde istismar etti. 1960'ların başında askere gitti. Askerdeyken 'Hastayım' dedi hava değişimi izni aldı, gitti Erzurum'da NATO'nun Gladyo yapılanmasının faaliyeti olan antikomünizm hareketlerini örgütledi. Erzurum'da İzmir'den sonra ikinci antikomünizm derneğini kurdu. 12 Mart muhtırasından sonra yargılandı, hapis cezası aldı, ancak yine Manisa'da psikiyatrik hastalık yüzünden yakayı kurtardı. Nasıl olduğu bilinmez bir şekilde tekrar Diyanet'e geri döndü. 12 Eylül'den tam bir ay önce kronik kalp yetmezliği raporu aldı, raporlu iken darbe oldu. Sözde arananlar arasında yer almasına rağmen darbecilerin himayesinde il il gezdi. Aranıyor olmasına rağmen darbeden sonra da raporlar almaya devam etti.
Türkiye'den Almanya'ya işçi göçünün 60 yılını geride bıraktık, ama hala burada tam olarak kim olduğumuza karar vermiş değiliz. Kimimiz kendine Alman diyor, kimimiz Türk, bazımız Türkiyeli, bazımız ise Almancı. Gündelik hayatımızda kendimizi tanımlamakta çoğumuz güçlük çekiyor. Almancada da görüyoruz bu zorluğu. Biz kimiz gerçekten? Peki Alman toplumu bizi nasıl görüyor? Von Aydin Isik.
Şüphesiz herkesin en az bir tane batıl inancı vardır. Kimimiz gece tırnak kesmeyiz, kimimiz makasın ağzını açık bırakmayız. Bu bölümde batıl inançlarımızı incelemek istedik. Keyifli dinlemeler... organikbeyinlerpodcast@gmail.com https://www.instagram.com/organikbeyinlerpodcast/
Kaç bayramdır bu kadar rahat değildik; kısıtlamalar, karantinalar, uzaktan ve maske ile görüşmeler derken galiba o tuhaf günleri geride bırakıyoruz. Bu kez bayramı daha çok hissettik diyebiliriz. Kimimiz tatilde kimimiz evde kimimiz aile-eş-dost ziyaretleri ile neşeli bir bayram geçirmeye çalıştık. Bu arada güncel olaylardan kopmadık, hatta ilginç bir kaç gözlem ve deneyimimiz de oldu. Bu sohbetimizde sizlerle hepsini paylaşacağız. Hazırsanız hemen oynat tuşuna basın. Keyifli dinlemeler
Pencereleri, kapıları çarpan o uğultulu rüzgar, biz söylediğine kulak kesilmediğimiz için sesini yükseltiyor olabilir mi? Dünyayı okumak, hayatı okumak, insanı okumak... Yazılı metinleri okumaktan daha mı önemsiz bütün bunlar! Hele hele her gün onlarcası, yüzlercesi ekranlarımıza düşen lüzumu tartışılır ‘paylaşım'lardan daha mı önemsiz hayat, insan, dünya! Kimimiz entellektüel meraklarımızın içinde kilitli kalıyoruz. Kimimizin öyle bir derdi yok, hayatı sözel gargaralarla geçiriyoruz. Farkında olduğumuz, sonsuz çeşitlilikteki oyunlarına katıldığımız, her anına dikkat kesildiğimiz ve her anından unutulmaz dersler çıkardığımız bir hayatımız yoksa, neye yarar kitaplardan, metinlerden, kurulu cümlelerden edindiğimiz onca şey? Neye yarar aramızdaki bütün bu iletişim köprüleri, bütün bu irtibat noktaları, bütün bu paylaşım ağları; birbirimize söyleyecek adam akıllı bir sözümüz yoksa? Neye yarar bunca teknoloji, bir insanı diğerlerine, iki insanı birbirine esastan bağlayamayacaksa?
Timaş yayınlarından Allah'ın İsimlerini Öğreniyorum serisinden ‘'Somon Simsim Allah'ın Selam İsmini Öğreniyor'' kitabı seslendirilmiştir. Uyku öncesi çocuk masalımız 3-5 yaş aralığındaki çocuklar için uygundur. Değerli Eğitimciler ve Ebeveynler Bu masalda, Allah'ın 'Selam' ismini içerdiği, 'Her türlü tehlikeden koruyan kollayan ve güvenliğe kavuşturan' anlamıyla çocuklarımıza öğretmek amaçlanmıştır. Çocuklarımızın bu masal yardımıyla Allah'ın 'Selam' ismi hakkında edindikleri bu ön fikir, ileride bu ismi çok daha iyi kavramalarına destek olacaktır. Çocuğunuza Aşağıdakileri Anlatıp Sorabilirsiniz; 1- Okyanusa doğru yola çıkmadan önce annesi, Somon Simsim'e ne tembih etmiş? Kendisine bir sal yapmasını Arkadaşlarından ayrılmamasını Yanına yiyecek almayı unutmamasını Her şeyden çok Allah'a güvenmesini ve yalnızca Ondan yardım istemesini. 2. Selam ismiyle yarattıklarını her türlü tehlikeden koruyan Allah, hayvanlara özel savunma sistemleri ve yetenekleri vermiştir. Tehlikede olduğunu hissedince kimisi renk değiştirerek kendini gizler, kimisi ölü taklidi yapar. Aşağıdaki hayvanlara Allah'ın onlara nasıl bir korunma yeteneği verdiğini söyler misin? Kirpi Kaplumbağa Kedi Boğa 3. Bizleri de bebeklik ve çocukluk günlerimizde Allah'ın dilemesiyle annemiz ve babamız korur. Büyüdükçe de Allah'ın bize verdiği akıl sayesinde tehlikelerden korunma yollarını öğreniriz. Aşağıdaki durumlarda kendimizi nasıl koruruz? Karşıdan karşıya geçerken. Denize girerken. Otomobilde seyahat ederken. Balkondan dışarı bakarken. 4. Hepimiz bazen bir şeylerden korkarız. Kimimiz karanlıktan, kimimiz yalnızlıktan kimimiz bazı hayvanlardan... Senin böyle korkuların var mı? Bu korkularından kurtulmak için ne yapıyorsun? Serinin diğer kitaplarını Timaş yayınlarından temin edebilirsiniz.
Herkes kaliteli bir yaşam ister ancak kalite anlayışı görecelidir. Kimimiz kaliteli yaşam derken ailesi ve sevdikleri ile geçirdikleri zamanı, kimilerimiz ise sahip olduğu varlıkları kasteder. Bazen kaliteli yaşamak için feragat etmemiz gereken şeyler de olur hayatımızda. Biz de kendimizce bu konu hakkında konuşmak ve görüşlerimizi sizlere aktarmak istedik. Keyifli dinlemeler… https://www.powerapp.com.tr/podcast/organik-beyinler/ organikbeyinlerpodcast@gmail.com https://www.instagram.com/organikbeyinlerpodcast/
Korona salgınının resmi olarak Dünya Sağlık Örgütü tarafından tanınmasının üzerinden tam bir yıl geçti. Kime sorsanız hayatının en zor yılı idi bu yıl. Kimimiz maskeden, kimimiz sokağa çıkamamak ya da bir kahvede dostları ile oturamamaktan şikayetçi. Bir araya gelip sohbet etmeyi bırakın, yakınlarına doya doya sarılamayanlar var. Almanya'da yaşayan Türkiyelileri en mutsuz eden durumlardan biri de Türkiye hasreti çekmek. Herkes, salgın biter bitmez uçak bileti almaya hazırlanıyor.
Ergenlik/gençlik dönemi Şebnem Ferah'ın en "deli kız" zamanlarına denk gelen herkes en az bir Şebo şarkısında kendine ait bir parça bulmuştur. Kimimiz hayatına sil baştan başlarken kimimiz gözlerinin etrafındaki çizgilere üzüldü. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin bir Şebnem Ferah şarkısıyla sevinçler de üzüntüler de geri gelebilir. Her derde deva Şebo'ya özel yaptığımız bölümümüz ile sizlerleyiz.
Kimimiz uykuyu çok sever, kimimiz sabahlara kadar uyuyamaz, uyku bazılarımız için çok büyük bir problem. Bazılarımız farkında bile değil, ama uyku düzenimiz zannettiğimizden çok daha ziyade hayatımıza etki ediyor. Gelin verimli bir uykuyu ve başarıya götüren uyku düzenini konuşalım.
Bugün herkes aynı şeyi yapacak, üstelik çoğu da hiç inanmadığı hale Cumhuriyetin erdeminden, faziletinden söz edecek... Gelin biz bunun yerine "Olmasa ne olurdu?" sorusunun yanıtını arayalım...
Ayşe Hür "Covid-19 tehdidi altındaki 300 bin tutsak için infazda eşitlik" talebi bağlamında Osmanlı'dan günümüze af tarihine bakıyor. Ayşe Hür:" MÖ 403 yılında Atinalı General Thrasybule geçmişte suç işlemiş 30 tiranı Atina’dan kovduktan sonra “geçmiş şeyleri unutma kanunu” çıkardı. Bu kanuna Amnestia dendi. Osmanlı’da affetme yetkisi padişaha aitti. Padişah tahta çıktığında, sünnet veya düğünlerde, özel günlerde af çıkarırdı. Böylelikle halkın sevgisini ve güvenini kazanırdı. Padişaha tanımmış af yetkisi ilk kez 1858 Ceza Kanunu ile yazılı hale geldi. 1876’da tahta çıkan II. Abdülhamit, Kanun-i Esasi’nin 7. Maddesi ile padişaha verilen af yetkisini sık sık kullandı. En geniş affı ise tahta çıkışının 25.Yıldönümü olan 1901’de ilan etti. II. Abdülhamit, 1895-1896'da kendisine karşı mücadele eden Ermeni komitacıları; 1903, 1905 ve 1907'de ise Bulgar, Makedon, Yunan komitacıları affetti.1933’te Cumhuriyet’in 10.Yıl şerefine çıkarılacak affın 1926’da Mustafa Kemal’e suikast düzenlemekten hapis yatan TpCF üyelerini kapsamasına karşı çıkanları Dahiliye Vekili Şükrü Kaya “Onların affını Gazi Paşa rica etti” diye ikna etti....."
Korona korkusu hepimizi sardı. Korkuyla nasıl baş edebileceğimizi de bilemediğimiz için türlü türlü davranışlarda bulunduk. Kimimiz soluğu alış verişte alırken, bakkaldaki rafları boşaltıp evinde 2 yıla yetecek kadar erzak biriktirirken, kimimiz virüsü umursamayıp hiçbir şey yokmuş gibi hayatına devam etmekte. Kimimiz “yeter artık evhamlanmayın” diye seslenirken kimimiz “dikkat etmiyor kimse” diye haykırmakta. Günlerdir evlerden çıkamadığımız bu zor günlerde korona korkusu ile baş edebilmen için sana bu bölümü hazırladım. Şifa olmasını ümit eder iyi dinlemeler dilerim.
Birer yetişkin olsak da hepimizin içinde küçük bir çocuk hep vardır. Kimimiz onu besleriz, kimimizse ruhumuzun derinliklerine gömeriz. Bazılarımız ne kadar yaş alsa da içimizdeki meraklı, deli dolu, yargısız, öğrenmeye aç çocuk sayesinde hayata çelme takarız. Bana göre içimizdeki çocuğu çocuk olarak bırakmak ve büyümesine izin vermemek iyidir. Bazılarımız ise içlerindeki o çocuğu sevmez ve bir an önce büyütmek ister. İster ki büyüsün ve gerçek bir Ergin olsun. Bu bir seçimdir ve kimseyi bu konuda yargılayamayız. Ama o çocuğu Ergin yapacağız diye Ergen seviyesinde bırakmak, kişinin hem kendisine hem de çevresine yapacağı en büyük kötülüktür. Yani ya çocuk kalın ya da gerçek bir yetişkin olun.
“Havalar da yavaş yavaş ısınmaya başladı”, “Nasıl bu aralar, yoğun musun?”, “Haftasonu neler yaptın?”, “Tatil planın var mı?” ve daha birçoğu. Sevelim ya da sevmeyelim, yapalım ya da yapmayalım, small talk hepimizin hayatının kaçınılmaz gerçeği. Kimimiz kokteyllerin ve plaza asansörlerinin girişken ismi olur, kimimizse aklına söyleyecek bir şey gelmeyince çaresizce “Hmm iyiymiş abi, aynen ya” derken ben şu an burada ne bok yiyorum diye düşünür. Peki small talk’tan kaçmak mümkün müdür? Yerine derin konulardan konuşmayı mı koymak gerekir, yoksa sessizliği mi? Yeni tanışılan biriyle haddini aşmadan ve garip gözükmeden nasıl daha eğlenceli, ilgi çekici ve gerçek bir sohbet yapılabilir? Flört etmeye small talk’la başlamak ne kadar doğru? Tüm bu soruların ve small talk’la ilgili aklınıza gelebilecek diğer bütün soruların cevabını Dünya Nereye Gidiyor’un 6. bölümünde bulabilirsiniz.
Puslu ve soğuk bir günde, bozkırın ortasında uzanan Angara adlı mahsun şehirde toplandık. Kimimiz kıtaların birleştiği şehirden kimimiz herkesin unuttuğu köyden geldi. Kimimiz ise hiç bir yerden gelmedi. Zaten oradaydı. Her neyse toplandık çok zaman önce. Aramızda kadim dostumuz Murat Başekim vardı. Murat son kitabı İskit'i yeni çıkarmış. Çoğumuz, birkaç üşengeç hariç, kitabı hatmedip karşısına dik,lmiştik. Bozkırın ıssızlığında ve acımasızlığı ile hayatımızdaki yalnızlığımızı ve açmazlarımızı da anlatmıştı Murat kitabında. Oturduk hoş beş ettik. Kitaptan, yazım sürecinden, anlatıklarından ve anlatmadıklarından konuştuk. Çenemiz düştü, konuştuk durduk. Ancak bunları yapalı bir hayli zaman oldu. Podcasti ise şimdi çıktı. Huzurlarınızda Murat Başekim ve İskit. Yasal uyarı: kitap hakkında bilgiler içerebilir, daha okumamıştık, niye anlattınız gibi şikayetleri kabul etmeyiz. Ona göre.
Burada dinle: Bilgisayarına indir: bölüm 12 Bu bölüm 44 dakika. Bölümün konusu koşu bandında koşmak. Kışın çok sert geçtiği şu günlerde sevsek de sevmesek de koşu bandında antrenman yapmak zorunda kalıyoruz. Kimimiz bunu yapmayı seviyor kimimiz ise nefret ediyor. Biz de bu konuya değinelim istedik. Ayrıca bu … Okumaya devam et Bölüm 12 – Koşu Bandı