POPULARITY
ABD'nin Los Angeles kentindeki göçmen gözaltılarıyla başlayan eylemler, Trump'ın 2 bin Ulusal Muhafız gönderme kararıyla tırmandı. Bir Bakışta'da federal ve eyalet yönetimi arasındaki restleşmeyi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Özden Zeynep Oktav'la ile konuştuk.
MTO'nun en parlak talebelerinden Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizof kardeşimizin kurban kıssası üzerinden nasıl zihin açıcı bir medeniyet mefkûresi geliştirile-bileceğini gösteren nefis yazısının son bölümünü sizlerle paylaşıyorum. Bayramı bayram gibi yaşayacağımız günleri de görmeyi Rabbimin lûtfetmesi niyazıyla…
Kurban kıssası ne anlam ifade ediyor? Bu soru soruldu ve üzerinde de çokça konuşuldu ama Kurban kıssası üzerinden bir medeniyet tasavvuru geliştirilebileceği kimsenin aklına gelmedi. MTO'nun en parlak talebelerinden Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizof kardeşimiz -benim yazdıklarımdan da ilham alarak- kurban kıssası üzerinden nasıl imajinatif bir medeniyet mefkûresi geliştirilebileceğini gösteriyor. Bugün ve yarın onun bu konudaki nefis yazılarını sizlerle paylaşıyor olacağım.
“Tarih olayının genetiğini incelemezsek, gelecek dünyayı inşa edecek bilgi temeline ulaşmak imkânımız da ortadan kalkar” diyor ‘İslam'da Şehir ve Mimari' kitabında merhum Turgut Cansever. Bunun ne kadar böyle olduğunu, doğru olarak kurulmuş şehirlere sonradan ilave ettiğimiz yanlışlık ve çirkinliklerde tam olarak teşhis edebiliyoruz bugün. Yazık ki bu kültürel cinayetlere işaret ederek bizi uyandırmaya çalışan çok fazla Turgut Cansever'imiz de yok!
Geçen hafta sonundan itibaren Münih'ten Zürih'e kadar, Muharrem Kartancı Hocam, Selim Arslan ve Ayşe Akdağ kardeşimle, onun aracıyla ve fedakârlığıyla çok lezzetli, uzun soluklu 6 gün süren bir yolculuk gerçekleştirdik. Bu yolculuğa katılmayan MTO Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizov kardeşim, bazı maddî bilgilerle gitmediği bir ziyareti muhteşem bir dille ve duyarlıkla kaleme aldı. Bugün Basel bölümünü yayınlıyorum, paylaşıyorum sizlerle…
Hafta boyunca Münih'ten Zürih'e kadar uzun soluklu, Muharrem Kartancı Hocam, Selim Arslan ve Ayşe Akdağ kardeşimle, onun aracıyla ve fedakârlığıyla çok lezzetli bir yolculuk gerçekleştirdik. Bu yolculuğa katılmayan MTO Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizov kardeşim, bazı maddî bilgilerle gitmediği bir ziyareti muhteşem bir dille ve duyarlıkla kaleme aldı. Bugün sadece Münih bölümünü yayınlıyorum paylaşıyorum sizlerle…
MEDENİYET COĞRAFYAMIZ
Oval Ofis'te Trump ile Zelenskiy arasında yaşanan gergin görüşmenin ardından, Londra'da düzenlenen Ukrayna Zirvesi'nin anlamını ve Zelenskiy ile Trump'ın yeniden görüşme ihtimalini, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Helin Sarı Ertem ile konuştuk.
MEDENİYET COĞRAFYAMIZ
Medeniyet, hayata bütüncül bakıştır. Hayatı hakikatin ışığında bir bütün olarak kavrayış ve yaşayış. Ramazan medeniyeti, bu medeniyet fikrinin ete kemiğe büründüğü, “Yunus diye göründüğü” münbit bir mevsim. Diriliş, direniş ve varoluş iklimi. Ama bizde bir medeniyet fikri yok.
Merve Kaya'nın hazırlayıp sunduğu Depreme Dayanıklı Binalar programına İstanbul Medeniyet Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Prof. Dr. Fuat Aras konuk oldu.
Merve Kaya'nın hazırlayıp sunduğu Depreme Dayanıklı Binalar programına İstanbul Medeniyet Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Prof. Dr. Fuat Aras konuk oldu.
Donald Trump, dün yemin ederek ABD'nin 47'nci başkanı olarak resmen göreve başladı. İkinci dönemine birbiri ardına kararnameleri imzalayarak hızlı bir giriş yapan Trump, ABD'yi Dünya Sağlık Örgütü ve Paris İklim Anlaşması'ndan çekti. Sert göç uygulamaları ve dış politikada atacağı radikal adımları önceden duyuran Trump'ın stratejileri, dünya dengelerini nasıl etkileyecek? İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Helin Sarı Ertem ile konuştuk.
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Prof. Dr. Fuat Aras by ST Endüstri Radyo
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Prof. Dr. Fuat Aras by ST Endüstri Radyo
Sinema Kulübü'müzün 17inci buluşmasında başrolünde Jared Leto'nun oynadığı Jaco Van Dormael'in yönettiği 2009 yılı yapımı Türkçe'ye Bay Hiçkimse olarak çevrilen Mr.Nobody adlı filmi konuştuk.2092'de insanlık ölümü yenmiştir ancak son ölümlü 118 yaşındaki Nemo ölüm döşeğindedir. Bir gazeteci ondan hayatını anlatmasını ister. Ama Nemo çelişkili açıklamalar yapar. Çok geçmeden anlarız ki 9 yaşında anne ve babasının ayrılmasıyla yaptığı seçimler onu farklı yaşamlara yöneltmiştir ama hangisinin gerçek olduğu izleyiciyi merakta bırakır.Film hayattaki seçimlerimiz üzerine bir masal. Bunu zaten biliyoruz ancak yine de değiştiremeyeceğimiz şeyler hakkında kaygılanmaya veya hayıflanmaya devam ediyoruz.İnsanların kendilerini ne kadar önemsediklerini görmek ise beni artık sinirlendirmekten çok eğlendiriyor diyebilirim. Medeniyet tarihinde çok az insan büyük değişimlere yön verebilmiş, o da doğru zaman, yer ve benzeri koşulların bir araya gelmesiyle. Bunlar dışında bir şeyleri kontrol edebileceğimiz yanılgısı beni ancak güldürüyor.54 yaşındayım ve sanırım hayattan çıkardığım en önemli ders bu. Hayatta çevrene (ailene, şehrine, ülkene, dünyaya) fayda sağlamakta en iyi olduğunu hissettiğin konuda elinden gelenin en iyisini yap, bunu yaparken de keyif al ve keyif ver. Bunun dışındaki faaliyetler sana zaman kaybettiriyor. Etkinin çapını belli eden şey ise senin yeteneklerinin ne kadar benzersiz olduğu ve senin ne kadar gayret gösterdiğin. Nasıl fena bir özet olmadı galiba?Yine sohbetimiz bu alanda izlediğimiz filmlere ve kendi yaşamlarımıza kaydı, o nedenle yine buluşmamızdan çok kısa bir kesiti sizinle paylaşıyorum. Görüşlerine yer verebildiğim arkadaşlarım:(02:12) Özgür Karabulut, (04:41) Hicran Şaşmaz Çabuk, (09:35) Seda Diril Boyraz, (12:32) Elif Burcu Yılmaz, (15:10) Mete Yurtsever, (16:11) Seda Diril Boyraz, (17:51) Hicran Şaşmaz ÇabukSupport the show
Geçen hafta MTO Talebesi ve yönetim ekibi kardeşlerimizle birlikte Azerbaycan'a güzel bir ziyaret gerçekleştirdik. Muharrem Kartancı, Nuri Gür, Yusuf Karakuş, Büşra Uçur ve eşim Gökçen Hoca ile gerçekleştirdiğimiz ve son derece verimli ve kardeşlik dolu, ruh dolu bir atmosferde geçen ziyaretimizi MTO Bursa temsilcimiz Nuri Gür Bey kardeşimin derinleşen, akıcı ve leziz bir nitelik kazanan kalemiyle paylaşıyorum sizlerle. Nuri Gür Bey iş adamı. Önceden kitap okumak nedir bilmeyen Nuri Bey kardeşim, MTO talebesi olduktan sonra zehir gibi bir zihni ve kaleme kavuştu.
Geçen hafta Azerbaycan'a güzel bir ziyaret gerçekleştirdik MTO talebesi kardeşlerimizle birlikte. MTO Azerbaycan temsilcisi Vuqar Azizov'un daveti üzerine gerçekleştirdiğimiz leziz ziyareti MTO Bursa temsilcimiz Nuri Gür Bey kardeşimin ustalaşan kalemiyle aktarıyorum.
İnsanlık bugün yeryüzünden silinse ve yarım milyar yıl sonra bir yerlerde yeniden doğup şöyle çevresine baksa; bizden kalan bir iğne ucu büyüklüğünde iz bile göremezdi. Ne o devasa anıtlar, ne göğü delen binalarımız, ne de tüm endüstriyel başyapıtlarımız… Çoktan silinmiş olurduk. Ama bu bilgi çok ama çok ilginç bir soruyu doğuruyor. Eğer durum buysa, biz Dünya'daki ilk medeniyet olmayabilir miyiz acaba? Hiçbir Şey Tesadüf Değil'in bu bölümünde bu sorunun cevabını arıyoruz. Silurian Hipotezi'ni birlikte analiz ediyoruz.------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir . Pod50 kodumuzla Hiwell'de ilk seansınızda geçerli %50 indirimi kullanmak için Hiwell'i şimdi indirin. 1500'ü aşkın uzman klinik psikolog arasından size en uygun olanlarla terapi yolculuğunuza kolaylıkla başlayın.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Dünyanın en büyük 20 ekonomisine sahip ülke liderlerinin Brezilya'da bugün başlayacak zirvesinde küresel sorunlar nasıl ele alınacak? ABD'de ocak ayında başlayacak olan Trump devri, küresel ekonomik ve diplomatik ilişkileri nasıl etkileyecek? İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Helin Sarı Ertem ile konuştuk.
Üç yıl önce hayatını kaybeden ve ‘diriliş şairi' olarak da anılan, şair ve mütefekkir Sezai Karakoç, eserlerine de yansıttığı “medeniyet tasavvuru” kavramlarını nasıl yorumluyordu? Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü ve Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan ile konuştuk.
Cumartesi günü Bursa'daydık. Avrupa çapında öncü çalışmalara imza atan IGMG'nin (İslâm Toplumu Millî Görüş Teşkilâtı'nın) Türkiye'de de bir yılda hızla yayılmasını başaran Adem Uysal Hocam ve Asaf Bayram kardeşimle birlikte lezzetli bir yolculuk yaptık. Bursa'da IGMG temsilcisi Yahya Şekerci kardeşimin hazırladığı bir programda “Yol Haritası” başlıklı bir konferans verdim ve MTO Bursa Talebe Buluşmamızı gerçekleştirdik. MTO Bursa Temsilcimiz Nuri Gür Bey kardeşim, iki toplantıda yaptığım konuşma üzerinden nefis bir yazı çıkarmış.
Pazartesi günü MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) başvuruları başlıyor. Ülkemizin önünü açacak adam yetiştirecek adamları yetiştiren uzun soluklu bir öncü kuşak yetiştirme yolculuğu olan MTO'yu MTO'nun en kıdemli ve demirbaş talebelerinden Bursa temsilcimiz Nuri Gür Bey kardeşimin kaleminden tanıtan güzel bir yazıyla sizi başbaşa bırakıyorum.
11 Eylül 2001'de ABD'nin New York şehrindeki “Dünya ticaret merkezi”ne yapılan saldırıların üzerinden 23 yıl geçti. Saldırılar ABD'nin güvenlik politikalarını nasıl değiştirdi? İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Helin Sarı Ertem ile konuştuk.
Yazıma, İstiklal Marşı Derneği'nin arşivindeki bir yazının bir parçasını alarak başlıyorum. “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, ‘Medeniyet' dediğin tek dişi kalmış canavar? sözünden anladığım manayı söylemek içindir. Onun burada ‘Medeniyet' dediği şey elbette, bu kelimenin lûgatlarda veya sosyoloji kitaplarında yazılı olan umumî mânasına değil… On sekizinci Asrın ikinci yarısında, hele on dokuzuncu yüzyıldaki Garb medeniyetinin müesseseleridir. Herkes bilir ki, bu devirde Garb medeniyeti dediğimiz şeyin en büyük vasfı sömürgecilik, yani çok çabuk ilerleyen sanayie iptidai madde bulmak, mahsulleri için pazarlar elde etmek üzere geri denilen memleketleri kendilerine tâbi kılmaktır. Akif, ‘tek dişi kalmış canavar' demekle medeniyetin bu vasfını kast etmiyor mu? Hem, rica ederim, arkadaşlarınız içinde İngilizce, Fransızca, Almanca bilenler var. Aynı sözü, başka, hattâ bazan daha ağır söyleyen Fransız, İngiliz ve Amerikan, Alman fikir adamları yok mu: Sömürgeci devletler vatandaşı oldukları halde?...”
Tarihin yapıldığı anlar vardır. O anlarsan birini, minik bir kıvılcım ânını anlatacağım bu yazımda sizlere… Kimler yapar tarihi? Kimler kaçırır? Kimler yeniden tarihi yürütür yeniden önüne katarak? RÜYA GİBİ BİR GÜNDÜ! Adım adım, sayha sayha tarihin önünüzde canlı bir varlık gibi aktığını hissettiniz mi hiç? Ben hissettim... Hem de bir kaç defa... Ama bu kadarını, bu denli arı-duru akıp gidenini, müştereken gerçekleştirdiğimiz bir yürüyüşün tadını, lezzetini, geleceği getiren kokusunu, rayihasını hücrelerime kadar bu kadar ilk defa hissettim o cumartesi günü. Tam beş yıl önce bir sonbahar mevsiminde küçük bir kıvılcım olarak nitelediğim Medeniyet Tasavvuru Okulu'nun (MTO) açılışını yaptık. İlk ders günümüzdü. Ne gündü ama! Ne kadar leziz, ne kadar nefis bir gündü! TARİHİ SÜRÜKLEYEN BİZ DEĞİLİZ! Müslüman olma coşkusu'ndan bahsediyorum kaç zamandır. Pek bir şey anlaşılmadığını hissettiğim zamanlar oluyor ve üzülüyorum o zaman. Beş yıl oldu, MTO'da bunun çok iyi anlaşıldığını görüyorum hamdolsun. Bunu anlatabilmeliyim bu ülkenin insanına, diyorum her seferinde kendi kendime. Bir Batılının yaşama coşkusunu gördüm ben... Bir Paris kafesinde, bir Londra caddesinde, bir Viyana, bir New York üniversite kampüsünde... Kendini yaşama, kendi tarihini yapma, kendi kişisel tarihini, akıp giden ülkenin tarihine katma coşkusunu... Neden Batı'da kendini, kendi dünyasını yaşama coşkusu var da, bizde yok peki? Nedeni şu: Onlar var, biz yokuz. Batı uygarlığı yaşıyor, yakarak yıkarak da olsa tarihi Batı uygarlığı yapıyor; bizse bakıyoruz sadece, onların yaptığı tarihin önünde sürükleniyoruz... Tarihi sürükleyen biz değiliz çünkü. Değiliz; çünkü tarihin dışındayız; tarihi biz yapmıyoruz, bizim çağrımızın kurduğu bir çağda yaşamıyoruz; başkalarının çağrılarının kurduğu bir ağ'da yuvarlanıyoruz sadece oraya buraya... Rüzgâr nereden eserse oraya... BİTMEYECEK BİR YOLCULUK...
Osmanlı ve Balkan tarihi üzerine hazırladığı eserlerle dünya çapında saygı gören ve "Tarihçilerin Kutbu" olarak nitelendirilen Prof. Dr. Halil İnalcık'ın vefatının üzerinden 8 yıl geçti. Şahsiyetini ve geride bıraktığı mirasını, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ertuğrul İsmail Ökten ile konuştuk.
Geçtiğimiz günlerde ekranlara, belki de gazete sayfalarına düşen bir haber: “Dünyanın en zengin % 1'i dünya gelirinin % 45 'ini alıyormuş. Dünyanın % 99 ise kalan % 55 'i alıyor.” Çok özgün, kimsenin bilmediği bir bilgi vermeyen haberlerden, yani bir tür malumu ilam haberlerden. O yüzden kaynağını vermeyi gerekli görmüyorum. Bu tür haberler sıkça başka rakamlarla, başka çarpıcı örneklerle yaşadığımız dünyanın adaletsizliği üzerine bir gerçeği her zaman yüzümüze vurur. Bu durumu en çarpıcı biçimde Necip Fazıl'ın isyankâr şiiri ifade etmiştir belki de: “Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul; Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa”. Yaşadığımız dünyanın gelir adaletsizliği konusundaki bu çarpıcı durumu her türlü muhalefeti, hatta isyanları da hak ediyor. Tabi sistemi bu denge üzerine kuranlar, parayı ellerinde tutanlar sistemin bu şekilde yürümesi için gerekli tedbirleri almakta da o ölçüde mahirler. Gelirden düşük payları alan daha büyük kalabalıklar birleşse dersiniz, isyan etse ve haklarını alsa… Bu fikir de her zaman cazip ve oldukça uyarıcı bir fikir olmuştur. Ama bütün mesele tabi bu kalabalıkları birleştirmekte, bilinçlendirmekte, payın büyüğünü alan küçük azınlığa karşı harekete geçirmekte. 19. Yüzyılda bu adaletsizlik belki daha çarpıcı bir hal almış olmalı ki bu durumu düzeltmeyi misyon edinen bir sosyal bilim literatürü oluşmuş, sosyal bilim yapmakla kalmamış, yani dünyayı yorumlamakla kalmamış bir de önüne geçip yönlendirmeye, değiştirmeye kalkışmış. Marx bu eşitsizlikleri düzeltme misyonuna soyunmuş ve bütün dünya işçilerini birleşmeye ve insanları iliklerine kadar sömüren kapitalizme karşı ayaklanmaya ve bilahare eşitliğe dayalı bir sistem kurmaya davet etmiştir. Ancak bu davetine ilk icabet eden kitlelerinin Bonapartizme gelip takılmasının trajikomik tarihsel anlatımını yapmak da ona nasip olmuştur. Tarihsel şartlar yeterince olgunlaşmamıştır, o yüzden zamanından erken bu ayaklanmaların bu tür sonuçlar doğurması kaçınılmazdı. Bunun doğru zamanı neydi? Bu adaletsizlikler ne zaman tam olarak giderilecekti? Giderilinceye kadar yaşanacak olan zulümler, sömürüler, haksızlıkların hesabı ne olacaktı? Bu sorular tabii ki Marx'ı fazlasıyla aşacak metafizik sularda gezinmesini gerektirecekti. Yukarıda zikrettiğim bu rutin sayılacak haberin paylaşıldığı bir whatsapp grubunda çok değerli bir entelektüel-akademisyen dostumuz yine bu tür bahislerin rutin sayılabilecek bir sorusunu veya uyarısını tekrarladı: “Aslında bu tablo, alternatif bir medeniyet iddiasındaki Müslümanların gelir dağılımı adaletsizliklerine odaklanmaları gerektiğine işaret ediyor. Ama ne yazık ki gelir dağılımı adaletsizliğinin en yüksek olduğu yerler Müslüman coğrafyalar ve Müslüman münevverin hiç dikkatini çekmiyor bu konu.” Müslümanların medeniyet iddiasında olmaları oldum olası mesafeli olduğum bir söylem biçimi. Aslında bir medeniyet Müslümanların tarihsel mücadeleleri, vizyonları, pratikleri ve imkanlarıyla orantılı bir sonuç olarak ortaya çıkar. Tarihte Müslümanlar medeniyet(ler) de kurmuşlardır nitekim. Ama bir medeniyet kurmak için yola çıkmak, bir medeniyet iddiasında bulunmak bambaşka bir şey ve bunun bir İslami hareketin söyleminin merkezinde olmasını tasavvur edemiyorum. Peygamberler kula kulluğa ve onun ürettiği bütün haksızlıklara, zulümlere karşı çıkmışlardır, ilk etapta yıkıcı bir misyondur bu ve bütün yıkıcı misyonlar gibi şiddetli bir dirençle, cezalandırmayla karşılaşıp çoğu sadece uyarılarını yapıp gitmişlerdir. Medeniyet belki ancak muhtemel bir sonuçtur, hedef değil. Gelir adaletsizliğine odaklanmak ise elbette Müslümanların en önemli misyonlarından biri.
Yakın tarihine bizim kadar uzak ikinci bir toplum yok dünyada. Tarih karartıldı bu ülkede. Medeniyet iddiaları yok edildi bu toplumun; o yüzden tarihte tatile mahkûm edildi, tarihten sürgün edildi. Tarihten neden ve nasıl sürgün edildiğimizin hikâyesini en iyi anlatan ender fikir adamlarımızdan biri Kadir Mısıroğlu'ydu. Bugün vefatının beşinci yılı. Üstadı bir yazımla rahmetle anıyorum. TEK BİR ZAMANA/ TARİHSİZLİĞE HAPSEDİLMEK! Bin yıl dünya tarihini sürükleyen bir toplumdan başkalarının yaptığı tarihin önünde sürüklenmeyi marifet zanneden celladına âşık gulyabaniler türedi. Dünya tarihinin adalet ve hakkaniyet, sulh ve selâmet ilkeleri açısından en parlak timsallerinden birini, zirvesini oluşturan, herkese hayat hakkı tanıyan, -Batılılar gibi- karşılaştığı hiçbir medeniyetin kökünü kazıma ilkelliğine soyunmayan bizim muazzez medeniyet tecrübemiz unutturuldu; yetmedi, inanılmaz bir şekilde aşağılandı bu ülkede metamorfoz yemiş, devşirilmiş, celladına âşık kendi çocukları tarafından. O yüzden tarih bilinci linç edilmiş tek toplum biziz, diyorum. Bir İngiliz'in, Fransız'ın, Alman'ın, Rus'un, bir Japon'un ruhu vardır; bir aidiyet bilinci, tarih derinliği, emperyal ufku vardır. Bu toplumların insanları üç zamanı da yaşarlar aynı ânda; duyarak, hissederek, tecrübe ederek yaşarlar iliklerine kadar... Bizim toplumumuz, tek bir zamana mahkûm edilmiştir: Şimdiki zamana. Ruhu çalınmış bir şimdiki zamana. Tarihsizliğe. Geçmişin izlerini, geleceğin tohumlarını taşımaz o yüzden. Geçmişin izlerini silmekle, geleceğin ufuklarını karartmakla meşguldür bizim “şimdiki zaman”ımız; tarihimizi, yerimizi ve aidiyet bilincimizi yok etmekle! O yüzden “ibnü'l-vakt” (bütün vakitleri özümsemiş “vaktin çocuğu”) olmak en çok bize yakışırdı; ama biz, zamanını şaşırdığı için vakitleri bilmeyen, geçmiş zamanı hissedemeyen, gelecek zamanı duyamayan ve göremeyen vakti / zamanı / ruhu çalınmış, tarihi yok edilmiş çocuklarıyız insanlığın. O yüzden birbirimizle boğuşuyoruz; ve sürükleniyoruz sadece. Geçmiş zaman ve gelecek zaman duygularımız olsaydı, güçlü olsaydı, birbirimizi anlamaya vakit ayırsaydık, birbirimizle boğuşmaz, enerjimizi tüketmez, oraya buraya sürüklenmezdik; aksine, tarihi biz sürüklerdik yine. Hiçbir toplum, bizim yediğimiz darbeyi yemedi, bizim yaşadığımız travmayı yaşamadı: Kendini inkâr, medeniyet iddialarını inkâr hastalığı, sömürgeleştirilemeyen bir ülkenin (eğitim ve medya, kültür ve sanatta) kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığına soyunmayı bir marifet sanma absürditesi! Kadir Mısıroğlu, bu toplumun kendini, kendi medeniyet iddialarını, ruh köklerini inkâr etme girişimlerinin nasıl bu toplumun intiharına dönüştüğünü çok iyi gördüğü, bunu iliklerine kadar hissettiği, zaman algısının ruhsuz, sarsak, saçma bir şimdiki zaman algısına / tarihsizliğe hapsedildiğini bildiği için isyan ediyordu! Sesinin yüksek çıkması, evdeki yangının büyüklüğündendi! Kadir Mısıroğlu'nun üslubu, tarzı hatta söyledikleri eleştirilebilir. Ama onun dik duruşu, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmadan karartılan tarihimizi aydınlatma çabası, çilesi, yılmaz mücadelesi aslâ eleştirilemez, küçümsenemez ve gözardı edilemez!
Türkiye –Irak hattında önemli gelişmeler yaşanıyor. Baş döndüren bir trafiğe tanıklık ediyoruz. Her şey Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçen hafta yaptığı “Bu yaz Irak sınırımızla ilgili sorunları çözmüş olacağız” açıklamasıyla başladı. Dışişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı ve MİT Başkanı hafta başında sürpriz bir toplantı gerçekleştirdi.. Ardından Dışişleri Bakanı ve MİT Başkanı Washington'a giderek terörle mücadele konusunu görüştü. Son olarak güvenlik, diplomasi ve istihbaratın başındaki 3 isim Bağdat'a gitti.. Iraklı muhataplarla görüşüldü. Güvenlik zirvesinin sonuç bildirisinde terör örgütü PKK'nın Irak'taki mevcudiyetinin her iki ülke için de güvenlik sorunu oluşturduğunun altı çizildi. Trafik aslında bununla da sınırlı değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da Bağdat'ı ziyaret etmesi bekleniyor. Bu gelişmeler ne anlatıyor, yakın bir tarihte Irak'a operasyon düzenlenir mi? Bunun uluslararası yansıması ne olur ve en önemlisi sahada neler yaşanır? Kayıttayız'da bu sorulara yanıt arandı. Konuklar Oytun Orhan – ORSAM Levant Çalışmaları Koordinatörü Doçent Helin Sarı Ertem – İstanbul Medeniyet Ünv. Öğretim Üyesi
Her yönden kuşatıldık. Hristiyan, Musevi, Siyonist, Budist, Hindu, Şamanist, ateist ve daha nicesi Müslüman düşmanlığında ittifak ettiler, güç birliği yaptılar. Şair Fuzuli'nin asırlar önce kim bilir hangi iç sıkıntısıyla yazdığı “Derd çok hemderd yok düşman kavî tâli' zebun” (Dert çok, derdi paylaşan yok, düşman güçlü, talih zayıf) dizeleri bugün ümmet-i İslâm'ın ortak sesi oldu. Evet, düşman güçlü, hem de çok güçlü. Çok paraları var… Afrika'nın elmaslarını, Amerika'nın altınlarını, Ortadoğu'nun petrolünü çaldılar. Ekmeği de emeği de sömürdüler. Ticaret yollarını tuttular. Yoksul bıraktılar, borç verdiler, faizle, tefecilikle daha da çok kazandılar. Dilediklerini büyütüyor, dilediklerini yok ediyorlar. Hırsla üretiyor, azgınlıkla tüketiyorlar. Hesabı bilinmez hazinelerin üzerinde oturuyor, suyun başında duruyor, paralarıyla köleler, ülkeler, zalim diktatörler satın alıyorlar. Çok güçlü silahları var… Karada, denizde, havada ölüm yağdıran, yenilmez gibi görünen orduları var. Bir düğmeye basıp insanlığı tümden yok edecek bombaları var. Bilimde çok güçlüler… İnsanlığın birikimini şeytanca hedefleri için tutsak ettiler. Üniversitelerinde sömürmenin ve öldürmenin ilmini çoğaltıyorlar. Dünyanın her yanından zeki çocukları devşirip, dönüştürüp yıkıcı emellerine alet ediyorlar. Hikmete açılan tüm kapıları kapatıyor, kendi şahsi çıkarlarına hizmet etmeyen bilgiyi bilgiden saymıyorlar. Kendileri gibi düşünmeyenlere tahammülleri yok. Bilgiyi de, bilimi de, akademiyi de esir almış durumdalar. Kültürde çok baskınlar… Kendi dillerini, inançlarını, yaşam tarzlarını, alışkanlıklarını, müziklerini, filmlerini bütün dünyaya dayatıyorlar. Televizyonları, radyoları, gazeteleri, kitapları, internet içerikleriyle en ücraya kadar ulaşıyor, beşikteki bebeklerimize, okuldaki çocuklarımıza kadar kültürlerini enjekte ediyor, bozuyor, çürütüyor, saptırıyor, kendilerine benzetiyorlar. Enformasyonda güçlüler… Bütün kaynakları kontrol ediyor, haberleri süzgeçlerinden geçiriyor, bazen sağır, kör, dilsiz oluyor, bazen pireyi deve yapıyorlar. Kurnazlar. Hem para kazanıyor, hem istihbarat topluyor, hem dönüştürüyor, etkiliyor, algıyla oynayabiliyorlar. Bir o kadar da zalimler… Gözlerini kırpmadan öldürüyor, toplu halde yok ediyor, soyları kırıyor, eziyor, işkence ediyorlar. Merhametleri, acımaları yok. İlkeleri, sınırları yok. Medeniyet görüntüsü altında her türlü barbarlığı büyütüp üzerimize boca ediyorlar.
Bu yıl da Ramazan'ı çok buruk karşılıyoruz. Gazze'de kan gövdeyi götürüyor. Doğu Türkistan'da ve Hindistan'da Müslüman kıyımı bütün hızıyla sürüyor… Allah (cc) bu zalimleri kahr u perişan eylesin, biz Müslüman toplumlara da basiret ve ümmet şuuru nasip eylesin! Ramazan'da Gazze'deki ve diğer beldelerdeki Müslüman katliamının sona erdirilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalı. Ramazan'ın manevî havasını bütün Müslümanlar, mazlum kardeşlerimiz iliklerine kadar soluyabilmeli. Ramazan'ı doyasıya yaşayacağımız günlere kavuşmak dileğiyle, diyorum. Ramazan'ı bir medeniyet olarak düşünüyorum. Bu konuda yıllardır yazıyorum. Ramazan, kişinin bilme, bulma ve olma yolculuklarının gerçeğe dönüştüğü manevî bir iklim. Medeniyet de zihinde, mekânda ve zamanda insan yeşertme ve yetiştirme yolculuğu. Bu konuları çok yazdım. Orucun benzersizliği, oruç ayı boyunca insan yeşertme yolculuğunun enlemesine ve boylamasına, enfüste ve âfâkta gerçekleşmesine imkân tanıyor. Bu ramazan bütün ramazan medeniyeti yazılarımı derli toplu yayınlamak istiyorum. Bu arada Üsküdar Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) olarak Ramazan boyunca her Çarşamba teravihten sonra saat 21.30'da Ramazan Medeniyeti başlıklı hasbihalimiz olacak. Bütün kardeşlerimize açık olacak hasbihallerimiz. ALLAH'IN BENZERSİZLİĞİ İLE ORUCUN BENZERSİZLİĞİ Bütün ibadetlerin her birinin kendine özgü özellikleri, güzellikleri vardır. Namaz, kişinin içini onararak dış dünyasını inşa eder. Zekât, kişinin dışını, çevresini onararak iç dünyasını inşa eder. Orucu anlatmak sanıldığından da zordur. Oruç, bütün ibadetlerin özü ve özeti gibidir; dahası, bütün ibadetlerin özellikleri ramazan ayı boyunca oruçta özetlenir. Neresinden bakarsanız bakın, oruç, diğer ibadetlerden pek çok bakımdan ayrılan benzersiz bir ibadettir. Orucun benzersizliği, kolayca geçiştirilecek türden bir özellik değil. Orucun benzersiz olması ile Allah'ın “benzersiz” (misilsiz) olması arasında yakîn, derûnî bir irtibat var. Şûrâ sûresinin 11. âyet-i celîlesinde Rabbimizin benzersizliği, “O'nun benzeri / misli bir şey yoktur” (Leyse kemislihî şey'un) ifadesiyle dile getirilir. Allah'ın eşi, ortağı, benzeri yoktur. Ramazan orucunun benzersizliği ile Allah'ın benzersizliği arasındaki bu hayatî irtibat, hem “Ramazan” kelimesinde, hem de “oruç / savm, sıyam” kelimesinde kendini gösterir. “Ramazan”, Allah''ın (cc) isimlerinden biridir. Ve Allah'ın “Es-Samed” ism-i şerifiyle aynı anlama gelir: Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir. Allah, beslenmekten münezzehtir. UZAKLAŞARAK YAKLAŞMAK... Oruç, tek kelimeyle, “tutmak” demektir. Biraz daha deşmek gerekirse, oruç, kişinin kendisini yeme, içme, cinsî münasebet gibi bütün beşerî eylemlerden uzak tutması, tenzih etmesi, dolayısıyla ilâhî mertebelere ulaşması, yakınlaşması anlamına gelir. Başka bir ifadeyle, oruç, beşerî özellikleri terk etmek, böylelikle ilâhî özelliklerle donanarak Allah'a yaklaşmak ve yükselmek demektir. Nitekim oruç âyetinin (Bakara-185) hemen ardından gelen 186. âyette Rabbimiz, oruç ibadetiyle birlikte, oruçlunun Rabbine nasıl yakınlaştığını, bu “yakınlık, yakınlaşma”
Batı uygarlığı, baş döndürücü bir hızla yayıldı dünyaya. Batı uygarlığını vereden dinamikler, Batı uygarlığını yok edecek dinamitlere dönüştü. Önce tabiatı kontrol ve kolonize etmeye çalıştı. Francis Bacon'ın “bilgi, güçtür” mottosu ilk itici gücü oldu. Amaç bilgiye sahip olunması değildi; gücün ele geçirilmesi, güç üreten araçlara sahip olunmasıydı. Bacon'a destek Descartes'tan geldi: “Tabiatın efendileri ve sahipleri olacağız” diye emir buyurmuştu modern felsefenin kurucu babası! BATI'NIN DERDİ HÂKİMİYET, İSLÂM'IN DERDİ HAKİKAT Batı uygarlığı, hâkimiyet kurma temeli üzerine kuruldu ve yola koyuldu hızla. İslâm medeniyetinin kurucu ilkesi, ana gâyesi, hâkimiyet kurma kaygısı değildi, bizzat hakikat'in kendisiydi, hakikatin izini sürme kaygısı. Batı uygarlığının kalkış noktasının, itici gücünün hâkimiyet kurma kaygısı olması, boşuna değildi: Grek uygarlığı ile Roma tecrübesi pagan uygarlık olmaları hasebiyle, muharref Yahudilik ise dünyaperest olması sebebiyle Tanrı fikrine ulaşamamış, insanı, dünyayı ve her şeyi tanrılaştırma sığlığı sergilemekten kurtulamamış, Yahudilik özelinde ise Tanrı fikrini yitirmiş, epistemolojik olarak kuru bilginin, tabiat ve insan üzerinde hâkimiyet kurulmasını kolaylaştıracak ve zamanla silah olarak kullanılacak ruhsuz bilgi'nin izini sürmüştü. Hakikati bütün boyutlarıyla kavramaktan yoksun bu epistemolojik körlük, kısırlık, sığlık, başta Tanrı olmak üzere bütün varlığı kavrama melekelerinden yoksun olduğu için ontolojik yok oluş biçimlerini ve araçlarını alabildiğine artırmaktan ve bütün dünya ölçeğinde şiddete dayalı ilişki biçimleri geliştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Sonuç, Gazze'deki ürpertici soykırıma yol açan felâketti: Tabiat üzerinde, dünya üzerinde, insan üzerinde ve nihayet tanrı üzerinde hâkimiyet kurma kaygısı ile hareket eden bir uygarlık 2,500 yıllık tarihi boyunca şiddete dayalı ilişki biçimleri geliştirecekti. 2500 YILLIK İKİ HEGEMONYA STRATEJİSİ: ASİMİLASYON VE ELİMİNASYON Greklerden itibaren geliştirilen hâkimiyet kurma biçimlerinin hayata geçirilmesi sürecinde iki hegemonya kurma stratejisine başvurdu Batı uygarlığı: Önce asimilasyon (kendine benzetme, eritme) stratejisi hayata geçiriliyordu; sonra asimilasyona direnildiği takdirde, ikinci strateji devreye giydiriliyor'du: Eliminasyon (yok etme) stratejisi. Ya onlar gibi olacaktınız, onlara benzeyecektiniz; ya da eğer onlar gibi olmayı, onlara benzemeyi reddederseniz, yok edilme saldırısını göze alacaktınız. İskender'den Bush'a kadar 2500 yıldır hep bu iki ye başvurulmuştu: Bu iki hegemon da, rakiplerine “ya bizim gibi olacaksınız, bize boyun eğeceksiniz ya da bunun sonuçlarına katılacaksınız, yok edileceksiniz!” diye buyurmuşlardı!
Tarih, büyük krizlerin çocuğudur: Büyük krizler, büyük doğumlara gebedir. Büyük kırılma anları, aynı zamanda büyük kurulma zamanlarıdır. Gazze'de yaşanan soykırım, insanlık tarihinde nadir rastlanan ürpertici cinayetlerden biridir. Gazze'de tarihin şahit olduğu en büyük cinayetlerden biri işleniyor: Özellikle çocuklar ve kadınlar katlediliyor. Katledilen insanların sayısı 27 bine ulaştı dört ayda. Bunların üçte birinden fazlası çocuklar! İnanılır gibi değil ama acı ve acıtıcı gerçek böyle! GAZZE'YE İKİ TÜRLÜ BAKIŞ: BASAR VE BASÎRET Gazze'ye nasıl bakmalı? İki türlü bakılabilir Gazze'de yaşananlara: Birincisi, sıradan bakışla. İkincisi, sıradışı bakışla. Sıradan bakış, sadece basar'la (çıplak göz'le) görünen'e bakan bakıştır. Akışı kaçırır; son duruma odaklanır; arkaplanı, akışı ve bütün art arda yaşanan hâdiseler arasındaki ilişkiyi, irtibatı göremez. Çağımızın en büyük sanat tarihçilerinden ve estetlerinden Ernst Gombrich “çıplak göz, kördür” demişti. Çıplak göz, göremez; göremediğini de göremez. Kendinin farkında değildir. Bir kitabı ya da bir hâdiseyi okumanın üç olmazsa olmaz durağını oluşturan fark erme, tefrik etme ve fark olma melekelerinden yoksundur. Sıradışı bakış, mü'min bakışı basiret, iç göz'dür, görünenin ötesindeki görünmeyeni görür, bir hâdisenin derin anlamlarını idrak eder, fark etme, tefrik etme ve fark olma melekelerini aynı anda harekete geçirdiği için furkan'dır; sadece okuma biçimlerini değil, okumayı okuma biçimlerini de inşa eder. Basar / çıplak göz, hasarları görür sadece. Basiret / iç göz veya derûnî göz ise, hisarlar örer; derinlikli, kapsamlı ve kuşatıcı bir kavram haritası, anlam haritası ve yol haritası inşa eder ve bu üç haritayı da yeri ve zamanı geldiğinde sunar insanın önüne… İSLÂM MEDENİYETİNİN SINIRLARI YOKTUR UFUKLARI VARDIR
Dijital mecralarda haberin kullanımı üzerinden gelir elde edilmesi, haber değeri taşıyan içeriklerin bu mecralardaki telif hakları konusunu da gündeme getirdi. Peki, haberin telifi olur mu? Küresel ölçekte hangi örnekler var? Avrupa Birliği ülkeleri bu alanda hangi adımları atıyor? Anadolu Ajansının hazırladığı "Haberin Telifi" kitabında bölüm hazırlayan Anadolu Ajansı Hukuk ve Uyum Müşavirliğinden Avukat Elif Remle Yaralı ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cahit Suluk ile konuştuk.
Mesut Koçak ile Bellek ve İnşa: Mehmed Âkif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç şiirinde tarih, coğrafya ve medeniyet üzerine konuşuyoruz.
Türkiye, herhangi bir İslâm ülkesi değil. Medeniyet-kurucu, (medeniyetin istikametini, yönünü, yörüngesini ve ruhunu yitirmemesini sağlaması anlamında) medeniyeti-konumlandırıcı ve her tür saldırıya karşı medeniyeti-koruyucu roller üstlenmiş tarih yapıcı bir ülke, böyle bir tarihin mirasçısı. Bin yıl İslâm'ın bayraktarlığını yapmış, hilâfeti devraldıktan sonra Müslümanların hâmisi, korucuyu-kollayıcısı olmuş bir umut. Adı, İslâm'la özdeşleşmiş, kaderi İslâm'la belirlenmiş, geleceği İslâm'a endekslenmiş bir ruh. İslâm'la varolmuş, geliştirdiği derinlikli, kapsamlı ve benzersiz medeniyet atılımıyla İslâm'ın dünyada varolmasını, varlık göstermesini, hükümran olmasını, dünyaya adaletle ve merhametle yön ve şekil vermesini sağlamış, bu konuda öncülük etmiş bir büyük ufuk. Varlığını İslâm'a borçlu bir toplumdan söz ediyoruz. İslâm'la etle tırnak gibi iç içe geçmiş bir toplumdan. Öte yandan İslâm'ın kaderinin şekillenmesinde dün tarihî roller oynayan, yarın da yine belirleyici, tarihin akışını şekillendirici büyük roller oynayacak bir toplumdan, elbette ki. Ama tek şartla: Yeniden tarih-yapıcı, medeniyet-kurucu rolümüzü oynamamızı sağlayacak medeniyet mefkûresini diriltecek atılımlar yapabilirsek... Bu atılımları yapmamızı mümkün kılacak büyük, çaplı, bütün insanlığa seslenebilecek parlak öncü kuşaklar yetiştirebilirsek... Bu öncü kuşakları yetiştirecek eğitim, kültür, sanat sistemleri ve kurumları inşa edebilirsek... Ne var ki, durum, kısa vadede çok vahim. Orta ve uzun vadede vazifemizi hakkıyla yerine getirebilirsek bu vahim durumu aşabiliriz. Ama şu an İslâm, hiç olmadığı kadar hakarette aşağılanmaya maruz kalıyor. Sadece İslâmî çevrelerin dışından saldırılarla değil, aynı zamanda İslâmî çevreler tarafından da çok kötü temsilden kaynaklanan, haram helal ölçülerini takmayan ürpertici Müslümanlık anlayışından kaynaklanan bir iç yıkımla, çürümeyle karşı kaşıya. İslâm'ın geleceği güvende değil bu ülkede. İslâm›ı yitiren bir Türkiye, istiklalini de, istikbalini de yitirir. Paramparça olur, kurda kuşa yem olur biter. Düşünebiliyor musunuz: İslâm'ın bayraktarlığını yapan bir toplum, dünyada İslâm'a en yoğun ve en iğrenç saldırıların yapılabildiği bir derekeye sürüklendi. Bu, İslâm tarihinin yapılmasında kilit rol oynayan, İslâm'la özdeşleşmiş bir toplum için yüzkarası bir durumdur. Çok trajik, insanı kahreden bir düşüştür. İnsanın aklı havsalası almıyor gerçekten: İslâm'ın en temel kurucu isimlerine, bizi biz yapan, bizi bin yıl ayakta tutan, bizim bin yıl insanlık tarihini yapmamıza imkân tanıyan aziz değerlerine saldırılar gırla gidiyor: Hz. Peygamber'e (sav) hakaretin bini bin para! Aşağılık türedi tipler, son derece sığ, berbat, salaş bilgilerle hiç anlamadıkları meselelerde ahkâm kesmekten, inanılmaz yalanlara başvurmaktan, iftira üstüne iftira atmaktan geri durmuyorlar! Kelime-i tevhid'in ne olduğunu bilmeyen ve hilâfetten nefret eden kişiler, bir kurşun bile atılmadan zihinleri işgal edilen, celladına alık edilen zavallılar hem ülkenin hem de kendilerinin altını oyuyorlar ama bunun farkında bile değiller! Hilâfet, emperyalizme karşı direnişin kalesiydi. Emperyalistlere, özellikle de İngilizlere karşı destansı direniş, hilâfet sancağı ile gerçekleştirildi. Bizim istiklal savaşını kazanmamızı sağlayan maddî ve manevî yardımlar biz hilâfetin sahibi olduğumuz için yapıldı bize.
Muasır Medeniyet serimizin yeni bölümde Koç Üniversitesi'nde öğretim üyesi Doç. Dr. Suncem Koçer ile anketler ve sonuçlarını konuştuk.
Türkiye'de yeni bir milliyetçilik akımı doğuyor: Seküler Milliyetçilik. Peki bu ne demek? Konunun uzmanına sorduk. Konuğumuz Boğaziçi mezunu, Sciences Po Paris'te konuyla ilgili tez yazarı Mehmet Yaşar Altundağ.
Tek adam rejiminde ülkenin her sahada korkunç bir medeniyet kaybına uğradığını belirten İktisatçı ve Siyasetçi Nesrin Nas, Erdoğan'ın toplum nezdinde değil, iktidarı paylaştığı çıkar odakları nezdinde meşruiyetini sürdürmek için seçime gitmek zorunda olduğunu söyledi.
Medyascope Podcast'ten herkese merhaba. Hafta Sonu Yazıları köşemizde yayınlanan yazılarımızın seslendirmesiyle karşınızdayız. Ali Hakan Altınay'ın "Muasır medeniyet ve biz" başlıklı yazısını Elif Özge Yalçın sizler için seslendirdi. Beğenerek dinlemenizi umuyoruz.
Alper Çelik, Ömür Okumuş ve Nuri Çetin ile varyantlı hususlara yolculuk
Yine Lavrov yine Suriye Rus Dışişleri Bakanı Ankara'ya geliyor. Gündem Suriye'ye olası harekat ve insani yardımlar. İki başlıkta mutabakat sağlanabilecek mi? Buğday için koridor da önemli bir diğer başlık. Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Helin Sarı Ertem Lavrov ziyaretini Beşte Beş'te yorumluyor.
Salgınlar matematikle modellenebilir mi? Koronavirüs salgını bize ne öğretti? Epidemiyoloji nedir? Epidemiyologlar hangi problemlerle uğraşır? Koronavirüs salgını alanda neleri değiştirdi? Günümüz imkanlarıyla epidemiyoloji, salgın yönetimine nasıl katkılarda bulunabiliyor? Meraklısına Bilim'de bu hafta, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi, hesaplamalı epidemiyoloji uzmanı, fizikçi Prof. Dr. Hasan Güçlü, Gülçin Karabağ'ın sorularını yanıtladı.
Tarihçiler nasıl bilgi üretir, arşivlerde çalışmak nasıl bir iştir, belgeler neyi anlatır veya anlatmaz, tarih diğer disiplinlerle nasıl ve nerelerde kesişir? Bilim Akademisi işbirliği ile hazırlanan popüler bilim programı Meraklısına Bilim'de bu hafta İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi, BAGEP ödüllü Doç. Dr. M. Talha Çiçek, Gülçin Karabağ'ın tarihçilik üzerine sorularını yanıtladı.
Derin ekonomik krizle eşliğinde TL'nin yabancı para birimleri karşısındaki değer kaybına meyilli istikrasız seyri sürerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Katar'a yaptığı ziyaret “acaba sıcak para mı gelecek?” spekülasyonlarına yol açtı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Doç. Dr. Helin Sarı Ertem, hem bu spekülasyonlara yol açan atmosferi, hem de Türkiye'nin Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan'la ilişkilerini değerlendirdi.