POPULARITY
Categories
Keloğlan yolda hızlı hızlı yürürken Nasrettin Hoca'ya rastlamış. Hoca onun telaşlı hâlini görünce merak etmiş, nereye gittiğini sormuş. “Siyasete girmeye gidiyorum” diye cevaplamış Keloğlan. Göbeğini tutarak gülmüş Hoca. “Bir sen kaldıydın” demiş “bir de ben”. Doğruya doğru.
Fatih Camii avlusunda açılan kitap fuarına ben de gittim. Ketebe Yayınları arasında yeni çıkan “Dersaadet'te Ramazan Akşamları” isimli kitabımı imzaladıktan sonra bir de konuşma yaptım. Bu sohbetim esnasında bir Ramazan klasiği olan “Huzur Dersleri”nden de kısaca bahsettim. Gece geç vakit eve gelince TRT'nin kültür kanalını açtım. Baktım, değerli tarihçilerimizden Prof. Mehmet İpşirli Hoca da bu konuyu anlatıyordu. Programı sonuna kadar takip ettim. Unutmadan söyleyeyim; İpşirli Hoca'nın “Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi”ne yazdığı “Huzur Dersleri” maddesi efradını câmi, ağyârını mâni bir üslupla kaleme alınmıştır ve bu özelliğinden dolayı takdire şâyândır. Kitap olarak da merhum Ord. Prof. Dr. Ebu'l-Ulâ Mardin'in üç ciltlik “Huzur Dersleri” tam bir şaheserdir. Böyle bir âbideyi yayına hazırladığı için Prof. İsmet Sungurbey'i de hayırla yâd etmek gerekiyor.
Bu bölümde, kitap kulübümüzün yazarla buluşma etkinliğinde ağırladığımız Dünya ve Avrupa Bilim ve Sanat akademileri üyesi, beyin ve hipofiz cerrahı Prof. Dr. Türker Kılıç ile söyleşimizden bir derlemeyi sunuyorum.Son yıllarda yapılan kapsamlı çalışmalara rağmen beyin vücudumuzun hakkında en az şey bildiğimiz parçası olmaya devam ediyor. En büyük gelişme ise bu çalışamlarda sadece beyni değil tüm yaşamı anlamamıza kapı açan yeni bir matematiğin keşfedilmiş olması.Türker Hoca, yaşamın aslında bir enformasyon sistemi olduğu fikrini ele alarak, beyin nasıl düşünce üretiyorsa yaşamın da aynı şekilde gerçeklik ürettiğini vurguluyor. Bu bakış açısı, modern bilimin temel taşlarını yeniden gözden geçirmemizi sağlıyor. Peki, yapay zeka gerçekten “yapay” mı? Kılıç'a göre, her enformasyon işleyen sistem er ya da geç zeka üretiyor. Bu durumda, insan zekası ile yapay zekanın gelecekte nasıl bir etkileşim içinde olacağını anlamak büyük önem taşıyor.Eğitim sistemimiz ise başka bir önemli konu. Mevcut sistemin sahip olmaya dayalı bir yapı üzerine kurulu olduğunu, ancak çocukları geleceğe hazırlamak için sahip olmaya değil anlamlandırmaya dayalı bir modelin gerekliliğini vurguluyor. İhtiyacımız olan eğitim modelini şöyle tanımlıyor: Merakla başlayıp çalışkanlıkla zeki olmanın üzerine eklemlendiği, yaratıcılık ve iyilik haliyle devam eden, anlamlandırmayla sonuçlanan bir eğitim.Hocanın canlı hayat, bilinç, yaşamın anlamı üzerine dile getirdiği düşünceler çok etkileyici. Üzerine düşünmek şart ve eminim podcastimin en uzun bölümünün bazı kısımlarını tekrar tekrar dinlemek isteyeceksiniz.Bilim ve felsefenin kesiştiği, zihninizi açacak bu bölümü kaçırmayın!Türker Hoca'nın geçtiğimiz Eylül ayında çıkan “Nasıl Daha İyi ve Güzel Bir Yaşam Kurarız? Beyinbilimin Yanıtı” adlı kitabını okumanızı hararetle tavsiye ediyorum.(04:40) Beyin hakkında bilmemiz gerekenlerin ne kadarını biliyoruzdur? (09:53) Kadim bilgi ile bilim kavuştu mu? (Ufuk Çarşıbaşı'nın sorusu) (17:05) Çocuklarımızın eğitimine nasıl yön vermeliyiz? (Fatma Saniye Canbek'in sorusu) (29:17) Fizik-Kimya-Biyoloji, canlılığın kaynağı hangisi? (36:08) Yapay zeka beynimizle nasıl bir ilişki içinde olacak (Aycan Acar Şahin'in sorusu) (44:56) Bilinç nedir? (49:55) Yeni bir yaşam nasıl kurulacak? (Feyza Demir'in sorusu) (01:02:08) En yetkin öğretmen yaşamın kendisi (01:04:17) Türker Hoca'nın kardeşi Yasemin Şahin'in kitaptan alıntısıSupport the show
Pazarda bir dükkanın önünde geçen Nasreddin Hoca'yı hem konuşturmak hem de takılmak için laf atan esnaf; “Hocam az önce sizin mahalleye elinde koca bir baklava tepsisi ile giren bir adam gördüm” der. Hoca hiç istifini bozmadan cevap verir; “Bana ne”. Esnaf sözüne devam eder; “Ama hocam baklava tepsisini taşıyan adam sizin eve doğru yöneldi” diyerek sözüne devam edince hoca da yine aynı ses tonuyla cevap verir; “Sana ne” Hocanın cevaplarıyla verdiği ölçüyü hayatında uygulayan insan sayısı oldukça azdır.
TÜRKÇENİN SIRLARI Her dil, kullandığı ölçüde gelişir ve yenilenir. Bir dili yetersiz görmek; o dili tanımamak, o dilin söz varlığından haberdar olmamak demektir. Bunun için bizler ana dilimiz Türkçeye ne kadar çok değer verirsek, onu ne kadar çok kullanırsak dilimizi geliştirmiş ve kendimizi yenilemiş oluruz. Bir milletin varlığı ana diline bağlıdır. Peyami Safa'nın ifadesiyle, “Dilini kaybeden bir millet, her şeyini kaybetmiş demektir.” Ufkumuzu genişletmek ve dilimizi güzel konuşmak istiyorsak kelime hazinemizi geliştirmeliyiz. Dünyaca ünlü devlet adamlarının ve dünyaca ünlü klasik eserlerin ne kadar geniş kelime hazinesine sahip oldukları bilinen bir gerçektir. Zengin kelime bilgisiyle dile hâkim olan insanlar, büyük bir güce sahip olurlar. Bu insanlar konuşma sanatını çok iyi kullanırlar. Yunus Emre bu gerçeği şöyle ifade eder: “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı.” Kelime bilgisini geliştirmek için dilin iyi konuşulduğu ortamlarda bulunmak ve kitap okumak çok önemlidir. Bir dilde bir kavramı ifade etmek için kullanılan kelime sayısı ne kadar çoksa o dilin konuşan milletin kültürü de o kadar zengin olur. Mesela, Türkçede yiğitliği ifade eden şu kelimelere bakın: “Er, eren, yiğit, alp, mert, bahadır, cesur, kahraman, yavuz, arslan, efe ve gözü pek...” Türkçe veya Türkçeleşmiş daha nice kelime, bizde değişik kahramanlıklar için kullanılan isim ve sıfatlardır. Böyle daha birçok kelime ve deyimler vardır. Mesela: “Gözünü daldan budaktan sakınmamak” deyimi de bunlardan biridir. Dilimizi güzel sesli, hoş nağmeli kelimelerini severek öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Türkçe belki de tabiatdaki sesleri kelimeleştiren ve yerli yerinde kullanabilen yegâne dillerden biridir. "Şırıl şırıl, çıtır çıtır, şakır şakır, havul havul" gibi ikilemeler başka dillerde yoktur. "Gül" kelimesi güldürür, "çiçek" kelimesi gül gibi gönlümüzde açar, "gönül" kelimesi bizi güneş gibi rahatlatır, "güneş" kelimesi pırıl pırıl ve göz kamaştırıcıdır. "Göz" kelimesi ise açık, net ve incedir.Nasrettin Hoca'nın şu fıkrasını hangi dille ifade edebilirsiniz? Bu fıkrayı, hangi dile tercüme edebilirsiniz? Nasrettin Hoca'nın şu fıkrasını hangi dille ifade edebilirsiniz? Bu fıkrayı, hangi dile tercüme edebilirsiniz? Nasrettin Hoca bir gün evini taşıyacakmış. Bir araba çağırıp arabacıyla pazarlığa başlamış. Arabacı bütün eşyamı taşımak için on lira isterim, demiş. Hoca bu fıkrayı şöyle anlatır: Çok istekli değildim, bu kadar eşya için on lira para istenir mi, deyince arabacı: Bu kadarcık demeyin Hoca. Eşya az değil, bazıları ağır ve taşınması zor. Ayrıca şu maşa var, samanlıkta var ama şu eşya var, şu eşya var, diyerek parayı haklı göstermeye başlamış. Hoca: Peki, demiş ve bunu kabul etmiş. Eşya taşınıp iş bitince Hoca, arabacıya beş lira vermiş. Arabacı sormuş: Hocam, paranın yarısını niye kestiniz? Hoca cevabı vermiş: Evladım, sen eşyanın ancak yarısını getirdin! Samanlık nerde? Şu maşa nerde? Şu eşya, şu eşya nerde? Gördüğünüz Türkçemizi sürekli konuşarak ve yazarak zenginleştirebiliriz. Bunun için Hz. Mevlana'nın şu sözü ne güzel: “Bir söz, bir milleti oluşturur, bir milleti de yıkar.” Bu sözden de hareketle dil, bir milletin kimliği, kültürü ve hürriyetinin göstergesidir. Çünkü dil bir milletin varoluşudur. Dilin gelişimi ise o dilin üzerinde titizlikle çalışmayı gerektirir. Türkçemizi koruyup geliştirmek için hem birey hem de toplum olarak görevlerimizi yerine getirmeliyiz. Çünkü millet dilde yaşar, dille var olur. Bir milletin büyüklüğü onun dilinin terimlerine ve zenginliğine de bağlıdır. Son olarak şu hatırlatmayı yapmalıyız: Yaşadığımız dili öğrenemeyen kendini de, milletini de öğrenemez. Bernard Shaw, bu gerçeği şöyle ifade eder: “Kendi dilini tam olarak bilmeyen, başka dili de bilemez.” Süleyman DOĞAN
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari bilimler Fakültesi İşletme Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Behçet Yalın ÖZKARA sosyal medya hesabından adeta fırtına gibi esiyor. Hocanın kabına sığmayan bir yapısı olduğu kesin. Üslup sorunu var mı derseniz yok demek oldukça zor. Son olarak dikkat çekmek için girdiği üniversite yerleştirme sınavında eksi net fizik sorusu ile fizik bölümüne yerleştirilmesi gündem oldu. Daha çok da verilen disiplin cezaları gündeme oturdu. Bu yazıda konuyu açıklamaya çalışacağız.
Geçen hafta MTO Talebesi ve yönetim ekibi kardeşlerimizle birlikte Azerbaycan'a güzel bir ziyaret gerçekleştirdik. Muharrem Kartancı, Nuri Gür, Yusuf Karakuş, Büşra Uçur ve eşim Gökçen Hoca ile gerçekleştirdiğimiz ve son derece verimli ve kardeşlik dolu, ruh dolu bir atmosferde geçen ziyaretimizi MTO Bursa temsilcimiz Nuri Gür Bey kardeşimin derinleşen, akıcı ve leziz bir nitelik kazanan kalemiyle paylaşıyorum sizlerle. Nuri Gür Bey iş adamı. Önceden kitap okumak nedir bilmeyen Nuri Bey kardeşim, MTO talebesi olduktan sonra zehir gibi bir zihni ve kaleme kavuştu.
Er zeigt, wie Islam und Humor zusammenpassen: Der türkische Schelm Nasreddin Hoca begeistert mit seinen humorvollen Geschichten seit Jahrhunderten.
Nasreddin Hoca (Todesjahr 1284) begeistert mit seinen humorvollen Geschichten seit Jahrhunderten. Er zeigt, wie Islam und Humor zusammenpassen. Von Marfa Heimbach.
Son devirde ülkemizde yaşamış en büyük velilerden Hz. Sâmî (k.s.)'un “tabiri câiz ise” kucağında doğmuş, onun terbiyesinde büyümüş, hayatını Hz. Sâmî (k.s.)'a hizmete ve ondan istifadeye adamış ve yine o zâtın vasiyyetleri gereği teçhiz ve tekfin işlerini yapmış, onun yolunu hâlâ insanlara anlatan ve Hz. Sâmî (k.s.)'un manevî evlâdı ve vazifelisi olan Muhterem Ömer Muhammed Öztürk, Hz. Sâmi (k.s.) ile yaşadıkları bir Berât kandili gecesini şöyle anlatmışlardır: “Şaban-ı Şerîf'in başlarında Mahmûd Gezer Ağabeyle (Allâh (c.c.) rahmet eylesin Mekke'de vefât etti, Cennetü'l Muallâ'ya defnedildi.) devlethanenin bahçesinde oturuyorduk. Efendi Hazretleri'nin hâdimesi gelerek beni bir kenara çağırdı ve “Ömer Ağabey babam mahrem bir husus söyledi. Bunu Ömer Öztürk'e anlat. Kendisinde kalsın. Îcâbını yerine getirsin. Fakat kimseye de bir şey söylemesin.” dedi ve Efendi Hazretleri'nin “Ben Berât gecesini Ömer Öztürk ile değerlendirmek istiyorum. Kendisi bir imâm bulsun. Ayrıca iki kişiyi de çağırsın. İsterse birisi kendi babası Mehmet Öztürk olabilir. Bir de başka ihvân, benimle birlikte hepimiz beş kişi olacağız. Akşam namazını burada devlethanede kılacağız. İftarı beraber eder, akşam ve yatsı namazını beraber kılar, geceyi de beraber ihyâ ederiz inşâallah.” buyurduğunu söyledi. Fakir, babama ve (Sami Efendimiz'in son yıllarında namazlarını kıldıran) Mahmûd Hoca'ya haber verdim. Sonra Ömer Kirazoğlu ağabey, İsmail ve Cevat Öztürk ağabeylerimi çağırttı. İftar, namaz ve yemekten sonra Efendimiz Hazretleri her zaman oturdukları demiryolu cihetine karşı olan koltuğa oturdular. Az sonra ayağa kalkarak kendi karşısındaki koltuğa geçtiler. Kendi koltuklarına, Fakiri çağırıp “Sen gel, buraya otur, burası senin yerindir. Fakir de karşısında oturacağım” diyerek kendi koltuklarına Fakiri oturttular. Muhteşem bir sohbetten sonra yatsı namazı kılındı, tekrar aynı yerlerde oturarak sohbet, duâ ve murâkabe edildi. İzin alınarak evlere hareket edildi. (www.r am a z a n o g lu m a h m u ds am ik s.c o m )
Nasıl bir insanının türbesini ziyaret ettim? Âtıf Hoca ile görüşen Japonya büyükelçisi Baron Uşida'nın tespiti şöyle: “Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydı, İslâmiyet bütün Doğu'yu bu arada Japonya'yı da fethederdi.” Dünyaca meşhur bir İtalyan müsteşriki de Şeyhülislâmlık kapısına başvurarak bazı suallerine cevap istiyor. Onu Âtıf Hoca'ya gönderiyorlar. Âtıf Hoca ile saatlerce görüşüp ilmine hayran kalan müsteşrikin intibâı şöyledir:
Bir gün Nasreddin Hoca, elinde bir kepçe yoğurt mayasıyla köyün yakınlarındaki göle doğru gider. Hoca'nın elinde yoğurt mayasıyla göle doğru yürüdüğünü gören köylüler merakla Hoca'nın ne yapacağını izler ve sonunda dayanamayıp sorarlar: “Hocam, elinde yoğurt mayasıyla göle ne yapmaya gidiyorsun?” Nasreddin Hoca, gayet ciddi bir şekilde cevap verir: “Gölü mayalayacağım.” Köylüler bu cevap karşısında şaşkına dönerler ve Hoca'yı alaya almaya başlarlar: “Hocam, olur mu hiç öyle şey? Koca göl yoğurt tutar mı?” Hoca ise sakin bir şekilde, gülümseyerek: “Ya tutarsa!” diye cevap verir.
Popüler olmakla popülistlik yapmak arasında ciddi bir fark vardır… Hele de ‘ilginç' olacağım diye tarihi gerçekleri saptırmaya kalkarsanız, birileri bunun hesabını soruverir bir gün… Örneğin, “Devletin temeli millî kültürdür”, “Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız” (10. Yıl Nutku) diyen ve Cumhuriyet'in inşasında ulus devletin üzerine oturacağı kültürel zeminin oya gibi işlenmesini ve inşasını adım adım yöneten Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bir büyük liderin ‘millî kültür devrimi'ni yakından izlemiş,
Hem benim anlattığım “ev toplantısı” versiyonu doğru, hem de ben o versiyonu anlattıktan sonra “Asfa Koleji'nin toplantı salonunda yaşandı bu olay” diyerek beni arayan arkadaşlarımın anlattığı versiyon da. O gün Asfa Koleji'nin toplantı salonunda yaklaşık 100 kişi, Rahmetli Esad Coşan Hoca'yı epeyce bekledikten sonra hoca salona giriş yapıyor. Normalde insanları bekletmek, toplantılara geç gelmek adeti değil. Çokça sinirli olduğu her halinden belli. Bu da alışıldık bir durum değil, hocayı tanıyanlar açısından.
Tıp ve eczacılık dünyasının efsane ismi, İnsan Biokimyası adlı eserin yazarı Prof. Dr. Mutahhar Yenson'un ünlü sözünü kendisine düstur edinmiş olanlar arasında kendimi de rahatlıkla sayabilirim… Hoca, “İlim karışık değildir çocuklar; onu karıştıran kafası karışık insanlardır” dermiş… Bir de Almanların çok şey ifade eden bir deyişleri vardır: “Warum einfach, wenn es acu kompliziert geht”… (İşi karmaşıklaştırmak varken, neden yalın olsun ki…)
Yeni podcastimiz FIXMENU sizlerle! Fritz Fassbender ve Koray Gök, haftanın en iyi maçlarını seçti, fikstürü bölüştü, bazı maçlar da Kıyıcı Hoca'ya emanet edildi... :) Hoş bulduk, iyi dinlemeler!
Nasreddin Hoca, soğuk bir kış günü karakaçanı alıp Akşehir'den yola çıkmış. Kar yağmur soğuk dememiş, köyden köye konaklayarak, dere tepe aşarak Ankara'ya doğru ilerlemiş. Günler sonra bir akşam vakti vardığı Mogan Gölü kenarında son molayı vermiş. O gece orada konaklamış. Sabah namazından sonra çorbasını içip karakaçanın istikâmetini Ankara'ya çevirmiş. Mesai başlamak üzereyken şehre ulaşmış. Gidip durduğu yer Türk Dil Kurumu binası önü olmuş. Bina önünde eli kuşağında dikilip oraya çalışmaya gelenlere bakmış. Ankara'nın meşhur ayazına karşı tedbirli olmak için kalın giyinmiş olan çalışanları birer ikişer kapıdan girerken seyretmiş. Paltolarını, kabanlarını giyinen, kaşkollarını kuşanan, şapka veya berelerini, kabanlarının kapüşonlarını başlarına geçiren, personel arasından bazıları Hocayı görünce hem gülüyor hem de yürürken kapıya tosluyormuş. Hocayı gören TDK yöneticileri, büyük bir memnuniyetle içeri buyur etmişlerse de kabul etmemiş. Gülümseyerek yolunun uzun olduğunu söylemiş. Akşehir'e dönmek için otoparka bağladığı karakaçanın yularını çözmüş ve gerisin geri yola koyulmuş. Kararından caydıramamışlar. Bir şaka bile yapmadan, bir öğüt vermeden, tavsiyede bulunmadan geldiği gibi aniden giden Hoca'nın arkasından üzülerek bakakalmışlar. * Aradan altı ay geçince Nasreddin Hoca bir kere daha karakaçanın yönünü Ankara'ya çevirmiş. Aynı yolu bu defa sıcak mı sıcak bir havada katetmiş. Öğle vaktine yakın yine aynı yere varmış. Karakaçanı yine otoparka bağlayıp saman torbasını başına takmış. Öğle arası olunca kapıdan çıkan kurum personelini izlemiş. Yaz sıcağında ince giyinen kurum çalışanlarının çoğunun, güneşin sıcağından korunmak için başlarına yazlık kepler, şapkalar geçirdiklerini görmüş. TDK yöneticileri Hoca'yı yine davet etmişler. Gelmez diye düşünürken, bakmışlar ki Hoca kabullenmiş.
Yakın tarihimizde kendi derslerinin kitaplarını, yine kendileri yazan iki muallim vardır ki, bunlardan biri Ahmed Rasim Bey, diğeri de merhum Tahir Olgun'dur. Ben bu yazımda birincisinden muhtasaran (kısaca), ikincisinden ise mufassalan (uzunca) söz etmek istiyorum. Ahmed Râsim'in en önemli eserlerinden biri de, “Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi”dir. Sultan Reşad döneminde kaleme alınan bu kitabın orijinal yönü, siyasi tarihin yanı sıra kültür tarihine de yer vermiş olmasıdır. Üstad, Darüşşafaka Lisesi'nde talebe iken mevcut tarih kitaplarının yetersiz olduğunu, vak'anüvis tarihlerinin ise ders kitabı olarak okutulamayacağını görüyor ve işte bu eserini kaleme alıyor. Merhum, bahsini ettiğimiz bu kitabının takdim yazısında tarih derslerinde karşılaştığı sıkıntıları, yaşadığı bir takım olumsuzlukları uzun uzadıya anlatıyor. Osmanlı medeniyeti hakkında bilgi edinmek isteyenler bu tarih kitabına bigâne kalmamalıdırlar. Şimdi de Tahir Olgun'un iki dolgun çalışmasından bahsedelim. Tanıyanların bildiklerine göre, bu zat çok yönlü ve son derece velûd bir kalem erbâbıdır. Hiç şüphe yok ki, en mühim eseri 14 ciltlik nâtamam Mesnevi Şerhi'dir. Ayrıca edebiyat tarihiyle ilgili eserler kaleme aldığı gibi, şiirle de iştigal etmiştir. Darüşşafaka Lisesi'nde olduğu gibi, Kuleli Askeri Lisesi'nde de yıllarca edebiyat hocalığı yaptı. Bu kadar görevinin yanında matbaacılık ve yayıncılıkla da meşgul oldu ve kültür tarihimizin zengin kaynaklarından birini teşkil eden “Mahfil” mecmuasını yayımladı. 1951 yılında Rahmet-i Rahman'a kavuşunca Yenikapı Mevlevîhânesi'nin haziresinde annesinin kabrine defnedildi. Merhumun iki önemli eserine gelince, bunlardan biri “Müslümanlıkta İbadet Tarihi”, diğeri de “Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri”dir. Birincisi hakkında kaleme aldığım uzun bir değerlendirme yazısı kitaplarımdan birinde bulunmaktadır. Dolayısıyla burada eserin muhtevasından bahsetmeyeceğim, sadece eski Diyânet İşleri Başkanlarından büyük İslâm âlimi Ahmed Hamdi Akseki'nin bu esere çok önemli ve ayrıntılı bir takdim yazdığını hatırlatmakla yetineceğim. Nitekim Aksekili Hoca da, mukaddimesine bu önemi dile getiren şu cümlelerle başlıyor: “Müslümanlıkta İbadet Tarihi” İslâm dinin bir kısmına ait tarih demektir. Gerek bu cihetten, gerek şimdiye kadar bu mevzuda toplu bir eser yazılmamış olması bakımından muhterem üstad Tahir Olgun'un bu eseri yüksek bir kıymeti haizdir. Ben, bu mukaddimede eseri tahlil etmeyerek, sadece eserde bahis mevzûu olan ibadetin ne demek olduğu ve bunun İslâm'da hâiz bulunduğu kıymet hakkında biraz izahat vereceğim.” Hatırlatırım, bu kıymetli izahlar büyük bir vukûfiyetle ve ihlâsla kaleme alındığı için, ibadetlerin önemini ve âbidin ruh dünyasında oluşturduğu sevgi hâlelerini olanca güzelliğiyle canlandırıyor. Aksekili Hoca, bir kitapçık hacmindeki bu mukaddimesini şöyle bitiriyor: “Gerek uzun zamandan beri devam eden hocalığı, gerekse tarih ve edebiyat alanındaki kıymetli yazılarıyla ve eserleriyle memleketimizin irfanına büyük hizmetlerde bulunmuş olan sayın üstada bu eserinden dolayı da teşekkürümü ve tebriklerimi sunarken Allah'tan âfiyet ve sağlık dilemeyi de vecibe sayarım.”
Uzun süredir tedavi görmekte olan değerli Selçuklu tarihçisi Prof. Dr. Mikail Bayram Hoca'nın dâr-ı bekâya irtihalini bildiren haberini, Şehit İsmail Heniyye'nin cenazesi için Doha'ya indiğimiz dakikalarda öğrendik. Bu da öyle bir tevafuk. Doha'dan aynı gün dönüp ayağımızdaki şehit kabristanının tozuyla Mikail Bayram hocayı son yolculuğuna uğurlamak üzere Konya'ya yöneldik. Kendisine ve cenazesinde hazır bulunanlara İsmail Heniyye'nin cenazesi esnasında kulaklarımızda, haleti ruhiyemizde kalmış bütün duyguları, duaları, selamları ulaştırdık. Gördük ki Mikail hocanın duasına koşanların duygularında da Şehit İsmail Heniyye ile cenazesine koştukları sevgili hocalarına karşı duaları birbirine katışmış. Selçuk Üniversitesinde çalıştığım uzun yıllarda tanışmayı ve sohbetlerinde bulunmayı en büyük nimet bulmuş olduğum isimlerden biri de Mikail Hocaydı. Her zaman aynı şekilde yad ettiğim bir diğerini de yani, Sait Şimşek Hocayı da geçtiğimiz Kurban Bayramının 2. Gününde dâr-ı bekâya yolcu etmiştik. Konya'nın ilim ve irfan sahasında arka arkaya iki büyük yıldız kaymış oldu, benimse Konya ile hala devam eden en güçlü bağlarımdan ikisi. Mikail Bayram Hoca yıllarca çalıştığım aynı fakültenin Tarih bölümünde öğretim üyesiydi. Selçuklu araştırmaları konusunda Türkiye'de üstüne yok denilecek türden biri. Mükemmel Farsçası, Arapçası, Azerice, Kürtçe hatta Sâsânî dönemi Pehlevîce ve Osmanlıcasıyla Orta Çağ tarihçiliğinin gerektirdiği donanıma fazlasıyla sahipti. Daha önce de bir vesileyle yazmıştım, 13. yüzyıl Konya'sında ikamet etmekte olan 2500 hanenin bütün yerleşim planlarını, içinde yaşayan insanların künyeleriyle birlikte biliyordu. O yılların Konya'sı adeta zihninde kazınmış, sokak sokak, ev ev içinde geziniyor ve refakat edenlere rehberlik ediyordu Yıllarca Konya'daki Yusuf Ağa Kütüphanesinin belki de tek müdavimiydi. Kaç defa onu ararken orada bulmuşum, hatta aramazken, kütüphanenin yanından geçerken içeriye bir göz atmış orada bulmuşumdur. Oradaki binlerce tarihi yazma eseri didik didik etmiş, birçoğunu defalarca okumuş, üzerinde çalışmalar yapmıştı.
Üniversitelerdeki öğretim elemanlarının kalite sorunu uzun yıllardan beri yazılan ve çizilen müzmin bir konu haline gelmiştir. Özellikle kalite sorununun temelinde yatan araştırma görevlisi alımı sürecinin etkisi tartışmasızdır. Gelinen süreçte ciddi iyileştirmeler olsa da hala sorunların olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Bu yazımızda bir akademisyenin feryatları eşliğinde konuyu açıklamaya çalışacağız. Sorunları kimin söylediğinden ziyade ne söylediğine odaklanmamız gerekiyor Üniversitelerde sorun denilince hemen birçoğunun aklına akademik personelin ücretlerinin düşüklüğü gelmektedir. Halbuki ücret düşüklüğü yaşanan sürecin hem çıktısı hem de çok küçük bir kısmıdır. Bu çerçevede, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari bilimler Fakültesi İşletme Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Behçet Yalın ÖZKARA sosyal medya hesabından öğretim elemanlarının üniversitede yaşadığı sorunları en yalın haliyle izah etmeye ve vahim tabloyu gözler önüne sermeye çalışıyor. Hocanın kişiliğini, tarzını, olaylara yaklaşımını vb. birçok şeyi eleştirebiliriz. Ama anlattıkları şeyler dikkate alındığında akademinin iyileştirilmesi gereken ciddi yaraları olduğunu göstermektedir. Kaldı ki bu sorunlar bilinen sorunlar ama yüksek sesle dillendirilmeyen sorunlardı. Üniversitelerde akraba, eş dost istihdamı yeni değil Geçmişten günümüze akademide eş dost ataması bilindik bir yöntemdir. Keşke bu konuda ciddi bir çalışma yapılsaydı da cümle alem detaylarını duymuş olsaydı. Ancak eş dost atamasına ilişkin ciddi bir akademik araştırmaya ve çalışmaya rastlamadım ama belki de yapılmıştır. Üniversitelerde geçmişe göre büyük iyileştirmeler yapılmıştır. Ancak üniversitelerin çoğalması yapılan iyileştirmeleri yetersiz hale getirdiği için hala hakları yenilenlerin feryatları yükselmektedir. Hoca, araştırma görevlisi olmak için girdiği çok sayıda mülakat sınavında nasıl elendiğini belirterek özellikle de bir sınavda yaşadığı olayı ironik bir şekilde açıklamaktadır. Anlattığının doğru veya yanlış olduğunu test edemeyiz. Ancak anlatılan örnekler oldukça bilindik ve günümüzde de çok sayıda örneği bir çırpıda sıralamak mümkündür.
Hamas'ın Siyasi Büro Şefi İsmail Heniyye'yi uğurlamak için Katar'a akın edenler arasındaydım. Yeni Şafak, İnternet Servisi, TVNET, GZT ekipleri ve yabancı diller muhabirimiz ile Albayrak Medya'dan 7 arkadaş gittik. Açıkçası habercilik yapmakta zorlandık. Çünkü güvenlik önlemleri üst düzeydeydi ve gazetecileri cami içerisine hatta avluya kadar bile sokmadılar. Zaten bir tek Katar TV yayın yaptı. Ben ve muhabirimiz Burak Doğan ise bir yolunu bulup camiye girmeyi başardık. Sanırım içeride bizden başka gazeteci yoktu. Dünyanın en büyük camileri arasında gösterilen Doha'daki Muhammed bin Abdülvehhab Camisi'ni dolduran kalabalığın çok daha fazlası avludaydı. Sıcaklık dışarıda 45, hissedilen ise 50 dereceydi. İsmail Heniyye'nin cenazesi önceki gün öğleden sonra ulaşmıştı Katar'a. Aynı saatlerde dünyanın her tarafından Müslümanlar ülkeye akın ettiler. İsmail Heniyye'nin eşi, evlatları, torunları, dava arkadaşları, Hamas'ın üst düzey kadrosu ve neredeyse tüm teşkilatı cenaze namazında hazır bulundu. Filistin davasına gönül veren, ortak olan, Heniyye'nin mücadelesini omuzlayan tanıdık bildik kim varsa Abdülvehhab Camisi'ndeydi. Türkiye ise TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un öncülüğünde kalabalık bir heyetle katıldı cenazeye. Katar'ın ev sahipliği ve Türkiye'nin siyasi iradesi Şehit İsmail Heniyye'nin son yolculuğunda vücut bulmuştu. Bu vefa ve duruş dünyanın geri kalanına ve Filistin davasından sapanlara da açık mesajdı. Caminin içerisindeki havayı gözlemledim bir süre. Türkiye'den gelen heyetle konuştum. Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Görmez Hoca'yı gördüm, yanına gittim. Dünya Müslüman Âlimler Birliği heyetinin arasındaydı. Geceden gelmiş ve İsmail Heniyye'nin ailesi tarafından misafir edilmiş. TBMM Filistin Dostluk Grubu Başkanı Hasan Turan ile yan yana oturduk. Dostluk grubunun değişik partilerden 21 üyesi varmış, tamamını davet etmişler. Büyük çoğunluğu gelmiş. Cuma hutbesinde imam Filistin davasının önemine değindi. Katar Emiri Temim bin Hamed es-Sani ve TBMM Başkanı Kurtulmuş namazı en ön safta kıldılar. Namazdan sonra cemaate hitap eden Dünya Müslüman Âlimler Birliği Genel Sekreteri Ali Karadaği Hoca, Filistin davasını anlatırken dünyadaki bütün yöneticilerin, âlimlerin ve halkların sorumluluklarını hatırlattı. Cenaze namazından önce ise Hamas'ın dava arkadaşı halefi ve şimdi geçici selefi Halid Meşal, hem can yoldaşını toprağa vermenin hüznüyle hem de Filistin davasının omuzlarına yüklediği iradeyle kararlı ve zaman zaman hiddetli bir konuşma yaptı. Hamas'ın kurucuları Şeyh Ahmet Yasin ile Abdülaziz er-Rantisi'nin şehadetlerini hatırlattı ve İsrail'in suikastlarla kendilerini asla yıldıramayacağının altını bir kez daha çizdi. Meşal, şehadetlerin kendilerini yıldıramayacağını, davalarından geri alım attıramayacağını, tam tersine şehitlerin kanlarının Filistin'in özgürleşmesine vesile olacağını söyledi. Cenaze namazı kılınırken caminin havası büyük bir hüzne boğuldu. Sadece imamın tekbirleri ve cemaatin hıçkırıkları duyuluyordu. Ağlamayan yok gibiydi. Adlarının anılması dahi İsrail'e büyük korku salan Hamas'ın o dağ gibi liderlerini de ancak İsmail Heniyye gibi bir yoldaşın yoksunluğu böylesine ciğerden ağlatabilirdi. Sonra dakikalarca süren tekbirler. Arka saflardaki Filistinli gençler, öfkelerinin asla dinmeyeceğini uzun süre beyan ettiler.
Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu akademik çalışmalarına İstanbul Üniversitesi'nde başlar. Şerif Mardin, Tarık Zafer Tunaya, Kemal Karpat gibi önemli isimler çalışmalarında etkili olur. Abdullah Cevdet üzerine yazdığı doktora tezi sahada bir ilk sayılabilir. Sabırlı ve kuyumcu titizliğiyle çalışan bir akademisyen olarak biliniyor. Otuz yılı aşkın süredir Amerika'da Princeton Üniversitesi'nde yakın dönem tarihi dersleri veriyor. Şükrü Hoca üniversitede basın tarihi derslerimize gelmişti. O zaman da ezber bozan, özgün bir akademisyendi. Jön Türkler, İttihat ve Terakki ve erken dönem Cumhuriyet üzerine yaptığı çalışma izleğini Batı'da devam ettiği akademik yaşamında sürdürdü. Uzun süredir Türk Kahvesi'nde konuk etmek istiyordum. Nihayet 30 Haziran'da kendisini ağırlama fırsatım oldu. Programda erken Cumhuriyet tarihindeki zihniyet analizleriyle bugün arasında bağ kurdu. Öyle ki; sadece program sonrası süreçte katıldığım Meclis çalışmalarında bu zihniyetin devamlılığına şahit oldum. Meclis'te muhalefetin (bu bazen CHP, bazen DEM, bazen İYİ parti olabiliyor) söylemlerinde Atatürk dönemine ilişkin, eğitim, din, Türk tarihi üzerine yapılan konuşmalarda tekrarlanan pek çok klişenin ve düşüncenin 100-150 yıl öncekilerin tekrarı olduğunu fark ettim. Kürsüde sık sık bilimin izinde gitmek üzerine kurulan cümleler, CHP vekilinin evrim dersinin ders kitaplarından çıkarılmasının bir felaket olduğunu söylemesi, DEM vekili Özgül Saki'nin hayvan hakları ile ilgili tartışmayı Darwinizmin inkârına bağlayıp, muhafazakâr vekillerin evrim teorisini reddettiği için bu yasayı hazırladığını ileri sürmesi gibi pek çok olay sayabilirim. Aşağıda yazılanlar bugün ile bağlantılı. Çünkü bugünkü kutuplaşma, Cumhuriyet'in lideri Mustafa Kemal Atatürk'ün ve kurucu ekibin zihniyet dünyalarının nasıl şekillendiğiyle ve o dönemin ruhuyla çok yakından ilişkili. İki bölüm olarak planladığım bu yazı bir özettir. Detaylar Şükrü Hanioğlu'nun Atatürk-Entelektüel Biyografi kitabındadır. Ancak bilgi ve belgeler ışığında yazılan bu kitapta okuduklarım Türkiye'de iki mahalle olarak ortay çıkan yaklaşımın tarihine işaret ediyor. Bir zihniyet inşası ve devamlılığı üzerinden aşağıda okuduklarınız bugüne de ışık tutuyor. “Nurlar içinde yatsın” temennisi yerine geçen “Işıklar içinde yatsın” lafına kadar derin bir zihniyet analizine kapı açıyor. Yargılamadan anlamanın peşinde olduğumu belirtmek isterim. BİR ENTELEKTÜEL BİYOGRAFİSİ OLARAK ATATÜRK KİTABI Doktor Abdullah Cevdet, Türkiye Cumhuriyeti'nin düşünsel fikir babalarından birisi. Şükrü Hanioğlu doktora tezini yine bir zihniyet analizi ve entelektüel biyografi olarak Abdullah Cevdet üzerine yaptı. Hanioğlu, Abdullah Cevdet'i bugünkü Cumhuriyet zihniyetinin fikir babası olarak görür. Bunu da şöyle bir anekdot ile anlatır: Atatürk, Abdullah Cevdet'i bir dönem mebus yapmak istiyor. A. Cevdet, bunu, İçtihad mecmuasında “Gazi Paşa'nın Köşkünde” makalesinde anlatır. Atatürk, “Doktor sen bunca yıl bir sürü şeyler yazdın. Şimdi bunlar hayata geçiriliyor ne diyorsun?” diye sorar. Abdullah Cevdet bundan çok etkilenir. Makalede çok ilginç de bir ifade kullanarak der ki: "Gazi Paşa ile görüştükten sonra şunu anladım ki, o, başkalarının kulaklarıyla duymayı ve başkalarının gözleriyle görmeyi istemeyen ve kabul etmeyen bir insan."
Ağaçları budamak tecrübe ister. Gerektiği gibi budanan ağaç gürleşir, güçlenir. Yanlış budanırsa da zayıflayabilir. Nasreddin Hoca elinde testereyle ağaca çıkmış, dallardan birini kesmeye başlamış. O sırada yoldan geçen biri bakmış ki Hoca üstünde durduğu dalı kesmeye çalışıyor. Uyarmış onu. “Bindiğin dalı kesiyorsun, düşeceksin.” Hoca aldırmamış ama az sonra dalla birlikte paldır küldür yere düşmüş. Hemen koşmuş adamın arkasından. “Düşeceğimi bildin, sen benim ne zaman öleceğimi de bilirsin.” Adam “Olur mu öyle şey” demiş, “nereden bileyim?” Fakat Hoca, adamın yakasını hemen bırakmamış. Adamcağız bakmış ki kurtuluş yok; odunları karakaçana yükleyip yokuşu çıkarken zorlanacağını, o yüzden ‘zart' edeceğini, üçüncüsünden sonra Hoca'nın öleceğini söyleyip kurtulmuş. * Adamın dediği gibi, yokuşta karakaçan zorlanmış. Bir, iki derken üçüncü ‘zart'ından sonra Hoca “İşte ben öldüm” diyerek kendini yere atmış. Bir süre bekleyip gelen geçen kimse olmayınca, kalkıp evine gitmiş, karısına haber vermiş. “Ben öldüm hatun!” Gitmiş aynı yere boylu boyunca uzanmış. Kadıncağız dövünmüş. “Yetişin komşular, Hoca ölmüş, Hoca ölmüş!” Konu komşu gelmiş, kara haberi kimden aldığını sormuşlar. “Vatsaptan mesaj yazdı, konum attı” dememiş tabii Hoca'nın karısı. “Kimi kimsesi mi var garibimin” demiş “kendi gelip haber verdi”. * Ahali toplanmış Hoca'nın olduğu yere gitmişler. Tabuta koyup götürürlerken yol ayrımına geldiklerinde “Şuradan mı gidelim, buradan mı gidelim?” diye kararsızlığa düşmüşler. Hoca başını kaldırıp seslenmiş: “Ben sağlığımda şuradan giderdim.” Ahali korkuya kapılmış. Her biri bir tarafa kaçışmış. Ortada kimse kalmayınca, Hoca kalkıp mezarlığa gitmiş, boş bulduğu bir yere uzanmış, bir süre sonra uykuya dalmış. * Hoca uyurken, fincan tüccarları yüklü katırlarıyla beraber mezarlığın yanından geçmeye başlamış. Hoca şangır şungur sesleri duyunca uykudan uyanmış. Ne olduğunu anlamak için yattığı yerden doğrulduğu anda, kendi halinde peş peşe ilerleyen katırlar ürküp kaçışmışlar. Fincanların pek çoğu kırılmış. Büyük zarara giren tüccarlar Hoca'yı yakalayıp bir güzel dövmüşler. * Hoca üstü başı perişan, yüzü gözü yara bere içinde köye dönmüş. İlk andaki korkularını atan köylüler Hoca'yı o halde görünce “Öbür dünyada vaziyet nasıl?” diye sormuşlar. Hoca şöyle cevap vermiş: “Fincancı katırlarını ürkütmedikten sonra vaziyet gayet iyi.”
Uzun bir dersten çıkmıştı. Hava soğuk ve pusluydu. Puslu da değil düpedüz kirliydi, kurum yağıyordu sanki havadan. Trafik yine tıkanmıştı, arabaların camlarından kederli insan yüzleri sabit nazarlarla dışarı bakıyordu. Bir ahmak ıslatan biteviye yağıyordu. Ellerini ağabeyinden kendisine intikal eden gocuğun cebine soktu, sırtını kamburlaştırdı. Beyazıt'a doğru yürümeye başladı. Hoca uzun bir “okunacak kitaplar listesi” yazdırmıştı. Bu listedeki kitapların bir kısmını kendisi daha önceden keşfetmişti. Kıymetli yazarlarımızın kıymetli eserleri. Lakin biri hariç ötekileri alamamıştı. Onu da sergiden edinmişti, üçte bir fiyatına. Derin bir nefes aldı, içini geçirdi. Kitaplara ulaşmak gittikçe zorlaşıyordu. Güç bela sığındığı bir arkadaş evinde kalıyordu. Şehrin kıyıcığında, kendisi gibi Anadolu'dan gelmiş birkaç arkadaş, bir göz oda bulmuşlardı zorlukla. Islak odunlar, tüten bir soba, yıkanmamış çamaşırlar, yemek nöbeti, kuru-pilav. Kuru neyse de pilav yapmayı öğrenememişti bir türlü, her seferinde lapa oluyordu ve bir gürültüdür kopuyordu odada. Bir kot pantolon bir milyona fırlamıştı. Ayakkabıcı vitrinlerinde ne botlar vardı oysa. Botlar da milyonun üzerinde. Gel gelelim “fukaralık edebiyatı” yapmak bir kararname ile yasaklanmıştı. Kimseye derdini açamıyordu, hele eve yazmak. O, hiç... Bir yandan paralı eğitim tartışılıyordu. Bu cepheden olanlar devletin eğitim yükünün altından kalkmasının artık mümkün olmadığını söylüyor, üniversitelerin özelleştirilmesini istiyor, eğitime ancak bu şekilde bir kalitenin getirilebileceğini savunuyordu. Hocaların da canına tak demiş olmalı ki, yürümeye başlamışlardı işte. Bir taksi hayli yakın geçti, üzerine kara- sıvaşık su sıçrattı. Taksinin ardından sövmek, bağırıp çağırmak geçti içinden. Bir an. Takati yoktu. Başını iki yana sallamakla yetindi. Yaşlı, gün görmüş insanlar gibi hissetti kendini. Midesi kazınıyordu. Şöyle sıcacık bir çorba içebilse, bir soba başına oturup biraz ısınabilse. Otobüs durağında kızlı-erkekli bir küçük kalabalık, neşeli devinimlerle kıpırdıyordu. Bakımlı saçlar deri çantalar, gün yüzü görmemiş yüzler, muhallebi çocukları. Şimdi onlar buradan doğru Beyoğlu'na çıkar, sıcak salonlarda sıcacık salepler içer, AKM'ye veya tiyatroya gider, birlikte son açılan sergileri gezerlerdi. Paralı eğitime karşı çıkanlar bunun fırsat eşitliğine aykırı olduğunu, parası olanlara avantaj sağlayacağını, diplomaların parayla satılacağını ileri sürüyorlardı. Ara yerde kalanlar ise öğrencilerin katkı paylarının artırılmasını, ödeyebilecek olanlardan bu payın alınmasını, ödeyemeyenlere ise devletin burs vermesini istiyordu. Bir de vakıf üniversiteler meselesi açılmıştı. Şu anda devletin bunlara katkısından söz ediliyordu. Ulan, şunlardan birine kapağı atabilsek, diye düşündü delikanlı. Sonra birden meyus oldu. Doğum yerini, anasını-babasını, bitirdiği mektepleri, bildiği lisanları falan soracaklardı elbette. Mülakata girecekti. Yarışa yüz metre geriden başlamıştı o. Geçilecek kulvar hakkında da bilgisi yoktu. “Okumak senin neyine be oğlum” dedi, “herkes okuyacak diye bir kaide yok ya, bir iş bulup çalışaydın...” İyi de, nerde o iş?.. Üniversiteyi kazanıp büyük şehre okumaya giderken, mahalle arkadaşları, işte o “senin neyine okumak” diye yarışı terk edenler, ardından gıpta ile bakıyor “Vay be gidiyorsun ha, yakında dönüp gelince bizi tanımazlıktan gelme sakın ha!” diye takılıyorlardı. Onlar orada ne yapıyor şimdi acaba?.. Küçük esnaflık, berber kalfalığı, belediyede temizlik işçiliği veya talihi yaver gidenler için Rusya'da, Orta Doğu'da inşaat işçiliği... Çarşıkapı'nın kalabalığına katıldığında yağmur hızlanmıştı. Ayakkabıları su çekiyordu. Delikanlı ömrü de işte öyle geçip gidiyordu. Birden oralardaki vakıf medreselerden birinin duvarı üzerinde bir hana takıldı. “Üniversite Meselesi” tartışılıyordu içeride. Islak saçlarını eliyle düzelterek girdi.
Konya'da bulunduğum, Selçuk Üniversitesi'nde çalıştığım yıllarda nimet saydığım çok şeyler yaşadım, çok dostluklar edindim, çok iyi sohbet meclislerinde bulunup feyz almaya çalıştım. Büyük nimet saydığım konulardan biri Sait Şimşek Hoca ile tanışmış onun sohbetlerinde bulunmuş olmak ama yine en çok hayıflandığım hususlardan birini sorsanız o da onun sohbetlerinde daha fazla bulunamamış olmaktı. Yıllarca süren ve ilahiyatçı, sosyolog, tıp, edebiyat ve iş dünyasından arkadaşların bir araya geldiği Salı sohbetlerimizin hiç aksatmayan müdavimlerindendi. Sohbetleri o idare etmiyordu ama açıkçası benim gözüm kulağım meclis içindeki herkesten ziyade onda olurdu. Herhangi bir konuya yapacağı katkı, bir meseleye yaklaşımı, açıklaması benim için ciddi bir merak konusuydu, çünkü her zaman kendine özgü bir açılımı olurdu. Bu açılımda da yanlış anlamayın en önemli boyut yalınlığı, sadeliği ve en açık olanını tercih ediyor olmasıydı. Kur'an, vahy onun için her zaman birincil temel referanstı. Çoğu kişinin bazı alışkanlıklarla veya modalara uyarak en son başvurduğu referanslara o ilk planda başvuruyor ve belki de sonraki kelamın havanda su dövmek olduğu gerçeğiyle yüzleştiriyordu. Hiçbir sohbette kimseyle tartıştığını, didiştiğini göremezdiniz. Hakikat onun için kimsenin malı olamazdı, ama onun çok temel konularda bir hakikat iddiası vardı ve bundan asla tavizi yoktu. Ama taviz vermediği bu hakikat iddiasını başkalarına zorla dayatmak gibi bir derdi, telaşı hiç yoktu. Bu da onun en önemli şahsi özelliklerinden birini öne çıkarıyordu. Hocanın ne bir telaşı ne bir acelesi ne de bir makama bir yere ulaşma hırsı vardı. Kendini tamamen Kur'an'ı anlamaya, başkalarına kendi anladıklarını benimsetmeden önce kendisi için anlamaya, bu anlamada derinleşmeye ve anladığı ölçüde yaşamaya adamıştı. Onun anladıklarından, edindiği ilimden nasiplenmek istediğinizde, soracak sorunuz olduğunda, bu soruyu sorup açtığınızda karşınızda Kur'an ve İslami ilimler alanında bir derya- deniz olduğunu hissederdiniz. Sizi asla aldatmayacak, saplantılı fikirlerini size kabul ettirme telaşı taşımayan, yanındakini size zorla satmaya çalışmayan, anlattıkları karşısında bir ücret, bir karşılık, bir çıkar talep etmeyen, güven verici bir rehber… Tabi rehber dediysem de onun hayatı boyunca karşı çıktığı bir anlayışı kendisine asla atfetmek istemem. Rehber denilince yeri geldiğinde sözü Kur'an'ın ve Resulullah'ın önüne çıkarılan bir yüceltme kültürüne karşı hayatı boyunca da bir duruşu oldu. Tam da bu yüzden belki bazı hoşgörülü kültürel çevrelerce hiç de hoş görülmedi, hatta söylemedikleri kendisine atfedilerek dışlandı, en iyi ihtimalle yok sayıldı. Zaman zaman karşımıza çıkan ve benim “ehl-i sünnet fetişistleri” dediğim, inançları ve yolları ehl-i sünnetten fersah fersah uzak çevrelerin tam da bu noktada da hedefi oldu. Oysa Kur'an'ı, Sünneti anlama ve tefsirini yapma biçimi kategorik olarak ehl-i sünnetin en iyi çağdaş örnek pratiklerinden birini oluşturur.
G7 zirvesi yaşandı bitti ama yankıları devam ediyor. Sağlam kaynaklardan aldığımız bilgileri aktaralım. Nasreddin Hoca'yı G7 zirvesine davet etmişler. Hoca toplantıya giderken yanında bir bakraç yoğurt bir de kepçe götürmüş. Görenler yoğurtla ne yapacağını sormuş Hoca'ya. “Göle maya çalacak değilim; bunlarda maya tutacak göl de yok, deniz de. Birer kepçe yoğurt ikram edeyim, yesinler de akıllansınlar” demiş. * Zirveye davet edilen baş papaz Nasreddin Hoca'dan önce kürsüye çıkmış. “Yapay zekâ” hakkında konuşmuş. Bizim Hoca, G7'deki liderlere şöyle seslenmiş: “Bir kenara bırakın şimdi yapay zekâyı. Gerçek zekâya, gerçek akla ve gerçek vicdana bakın. Orada (Filistin'i kast ederek) on binlerce çocuk, on binlerce bebek can veriyor.” Ayrıca “G ile 7 arasına niye bir D eklemediniz?” diye sormuş. Demokratikin D'si. * Toplantıda bulunan herkes takdir etmiş Hoca'yı. Alkışlamışlar. Yalnızca bir iki tanesi başka tarafa dönmüş. Hoca onları umursamamış tabii. Sözünü şöyle tamamlamış: “Aklınızı başınıza alın. Yoksa kepçeyi başınıza yersiniz.” * Allı pullu davetiye gönderip Hoca'yı toplantıya davet eden İtalyan Başbakanı Meloni, iki kolunu açıp bizim Hoca'ya sarılacak olmuş. “Destur kızım” demiş Hocamız, “Sen beni Makron mu sandın? Ne Makron'um, ne seninle akranım. İlle sarılacak birini arıyorsan, git İngiltere Başbakanına sarıl.” * Güvenilir kaynaklardan aldığımız habere göre Nasreddin Hoca, G7 zirvesinde havasını atmış, toplantıya rengini katmış. Çok renkli bir kişi olduğu için, toplantı salonu kırk renge bürünmüş, ışıl ışıl olmuş. Dönerken de kalaylı bakır bakracı Meloni'ye hediye bırakmış. Evde yoğurt yapması için. “Çoluk çocuğuna market yoğurdu yedirme” diyerek veda etmiş. BMGK VAR, BMGK'DAN İÇERİ Biri Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, diğeri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi. Yıllardan bu yana bazen birinde, bazen ikisinde birden müsamereler sergilenir. İsrail hakkında alınan kararlar buna örnektir. Elbette daima İsrail aleyhindedir bu kararlar. BM'de İsrail hakkında alınan 200'den fazla kararın hiçbirine uymayan İsrail, dünya ile eğleniyor. En son Baydın tarafından hazırlanan ateşkes oylandı. İsrail temsilcisinin orada söylediği sözler ibretlikti. Kendi yaptıklarını Filistinliler üzerine yıktı. Doğrusunun ne olduğunu anlamak için her cümlenin öznesini değiştirmek yeterli. ABD'nin ateşkes teklifi hakkında “İsrail'in kabul ettiği” şeklinde düpedüz bir yalan ifade kullanması ise müsamerenin en çarpıcı yanıydı. Dönüp dolaşıp geldiğimiz yer şurası: “Dünya beşten büyüktür.” IRKÇI İSRAİL YÖNETİCİLERİNİN DÜNYAYA BAKIŞI
Merhaba Akadaşlar, Bugünkü podcastimizde Çapraz Sorgu Videomuzun bu Bölümünde Kerem ÖNDER Hocaya "Selefilik Hakkında En Zor Soruları Sorduk!" Keyifli Dinlemeler...
Rahmetli Nurettin Topçu ızdıraptan bahsederken şunları söylüyor: “Izdırap insanda kalbin varlığına ilk alâmettir ve onun dost gibi karşılanması kalbin şaheseridir.” Uğranılan büyük felaketler ve sevdiğim insanların kaybı karşısında bir şey yazamıyorum. Herhâlde şu sebepten olmalı. Kaybettiğim şey (kişi) bende öylesine büyük bir yer tutuyor ki; bu kaybı söz ile anlatmaya kalkıştığımda sözlerim duyduğum ızdırap yanında çok zayıf, cılız, acımı yansıtmaktan çok uzak görünüyor. Yazınca Âkif gibi yazacaksın. Çanakkale'yi onun gibi içimize gömeceksin. Yoksa herkes elbette bir şeyler duyuyor, bir iki söz edebilir. Ama düşünün aklınızda “Çanakkale Şehitleri” gibi bir Bosna şiiri var mı? Filistin yıllardır kan ağlıyor, şimdi de Irak, Suriye, Arakan. Her nereye baksan Müslüman kanı akıyor. Izdırap gittikçe katlanıyor. Ya feryat edeceksin ya sükut (bu konularda kırık dökük denemelerimi daha sonra Fırtınayı Kucaklamak adlı kitabımda topladım). Topçu Hoca şöyle devam ediyor: “İnsanlığın büyük hareketlerini yansıtan ızdıraptır. Dinler ve sanatlar, tarihin kaydettiği parlak medeniyetler ızdırabın şaheserleridir. Peygamberler ümmetlerinin ızdırabını yüklenerek kurtuluş vadini Allah'tan getiren büyük muzdariplerdir. Büyük sanatkârlar da dünyamızın bahtiyarları değillerdir. Yunus'tan Âkif'e, Fuzulî'den Dostoyevski'ye kadar bu insanüstü kafilenin sahip olduğu büyük ve adeta ilahî imtiyaz, onların büyük ızdıraplarıdır.” Mevlânâ İdris bir görünüp bir kaybolan yıldız gibidir. Onu Atmeydanı'nda ararsınız, o sırada Kaçkar dağlarında sadece orada yetişen bir çiçeği koklamaktadır.
Nasreddin Hoca'ya sormuşlar: -Adam olmanın yolu nedir? Bilge adam cevap vermiş: “Kulaktır evladım!” Adam şaşırmış haliyle. “Nasıl yani?” diye sormuş şaşkınlıkla. Hoca anlatmış tane tane: -Evvela ağzından çıkanı kulağın duyacak. Sonra karşındakine kulak vereceksin. Onu can kulağıyla dinleyeceksin. Adam olmanın yolu kulaktan geçer. Ne hikmetli bir söz! Bugünkü halimizi ne güzel özetliyor aslında. Bilgelik böyle bir şey işte! Az sözle her şeyi anlatmak. Bana bu fıkrayı geçen hafta Çevre ve Şehircilik Bakanımız can kardeşim Mehmet Özhaseki whatsApp'tan göndermişti. Üzerinde çok düşündüm. Ben bu fıkraya dili de ekliyorum: Dil ve kulak, adamlığın ölçütüdür. Her aklına geleni dile dökenin aklı yoktur. Ağzından çıkanı şayet kulağın duymuyorsa adamlıktan çıkarsın. Karşındakinin ne dediğini can kulağıyla dinlemiyorsan adam değilsin. Hakikaten adamlığın yolu, kulaktan geçiyor. Dil ile kulağın birbirine çok yakın olmasının sebebi de bu olsa gerek. Dil, üslup demektir aynı zamanda. O yüzden “Üslub-u beyan ayniyle insan!” denilmiştir. Sadece kulağın ağzından çıkanlara açıksa yani kendinden gayrısının dediklerine sağırsa bil ki ziyandasın. Kendinden gayrısının dediklerini dinlemeye değer bulmayan bir kulağın sahibi isen adam değilsin. Sahip olduğun narsisizm seni adamlıktan çıkarmış, farkında değilsin. Başkasını can kulağıyla dinlemeye değer bulmayan bir kibir budalasının adamlıktan zerre nasibi yoktur. Kur'an'da Rabbimiz o yüzden istişareyi emrediyor.
İLBER HOCA PLANI AÇIK ETTİ; SİYAHİ GÖÇMEN DALGASI HAYIRLI OLSUN..! DETAYLAR..
Şuan da cumhurbaşkanlığı aday olarak nitelendirilen kişiler de kendinize yakın gördüğünüz biri varmı Gülşen'in imam Hatiplerle alakalı sözünü nasıl yorumlarsınız? zasını doğru buluyor musunuz? Fatih Terim kesin olarak cennete girecek değil mi hocam? Konuşanlar programının sunucusu Hasan Can ile bir araya gelseydiniz ilk ne derdiniz? Neden Allah camilere zarar vermesin diye paratoner kullanıyoruz? Tarikatlar olmalı mı? Her tarikata güvenmelimiyiz? Kerem Hocam sizin hiç sorguladığınız ve anlam veremediğiniz bir nokta olmuşmuydu? Varsa neydi? Madem İslâm barış dini dinden çıkan Mürted'in bulunduğu yerde öldürülmesini Hz. Muhammed neden emret Hocam sosyal hayatınızda neler yapıyorsunuz? oyun oynar mısınız? dizi izler misiniz? izliyorsanız me Benim anlamadığım Allah kalplerini mühürlediği insanları neden cehennemle cezalandırıyor? Şeriat sizce olmalı mıdır? Ve şeriat kurallarının hepsini uygun buluyor musunuz? Kadın ve erkeğin eşit olmaması dinin yayılmasında kadın cinsini daha aşağı göstermez mi? İslam'ın doğru din olduğunu nasıl kanıtlayabilirsiniz? Hocam selamünaleyküm takım tutar mısınız? Şu yaşıma kadar gördüğüm ilim sahibi tüm müslümanların konuşmalarına baktım hepsinde de ya münafık t Kehf Sûresi 86. Ayete göre “Zülkarneyn (ilahiyatçılara göre büyük iskender olabileceği konuşulur bu Hoca olmaya tam anlamıyla Müslüman olmaya nasıl karar verdin? eden Hristiyanlığı seçmedin ne fark vardı? Allah istese herkesi bir anda müslüman yapamaz mıydı? Yaşadığımız dünya bir oyun mu? Eğer öyleyse Allah neden oyun oynuyor? Ülkemiz Afganistan, Pakistan, Arabistan gibi kadınlara yasak koyan bir yer olabilir mi? Olması sizce Allah neden günah işlememize izin veriyor? İslamiyet'e inanmayanlar bu görüşlerini belirtince neden "İslam'a saldırıyorlar!" veya "Efendimize h Ya Hristiyan veya Ateistler haklıysa? Kur'an-ı Kerim herkese göre yorumlanabilen bir kitap mı? Neden sert duruyorsunuz?
Aylin Öney Tan bugün “Mercimekçi Hoca” lakabı ile anılan Prof.Dr. Ayşe Baysal'ı, ev ekonomisi notlarını, kök sebzelerle neler yapılabileceğini, çimlendirme örneklerini paylaştı.
Aylin Öney Tan bugün “Mercimekçi Hoca” lakabı ile anılan Prof.Dr. Ayşe Baysal'ı, ev ekonomisi notlarını, kök sebzelerle neler yapılabileceğini, çimlendirme örneklerini paylaştı.
Tottiler Messiler tam kadro yayında! Fritz Fassbender, Hüseyin Kıyıcı ve Koray Gök, TSL'nin son haftasını değerlendirdi, menümüz için buyrunuz: (3.00) Samsun-BJK, Rıza Hoca'nın oyunu bu kadroya uyar mı? Seçim gündemi, (22.00) FB-Karagümrük, Alparslan Erdem övgüsü, FB'de sorun sadece Fred'sizlik mi? (41.00) GS-Alanya, GS'nin görkemli galibiyeti, Mertens United maçında 11 başlamalı mı? (1.08.00) Anadolu'dan notlar, Rize maçındaki hakem, Sivas'ın performansı, BŞK, Konya, Alper Uludağ, hakemlerin arka adaleleri (1.21.00) Fikstüre bakış, (1.28.00) Soru-cevap-kapanış. İlginize teşekkürler, iyi dinlemeler!
Tottiler Messiler yeni bölümüyle tam kadro yayında! Fritz Fassbender, Hüseyin Kıyıcı ve Koray Gök milli ara öncesi TSL'nin son haftasını değerlendirdi, menümüz için buyrunuz: (1.00) KRAL TV Müzik Ödülleri 1997 En İyi Beste Ödülü (7.00) ADS-FB, Kluivert'ın planı, FB'nin bol pozisyonlu oyunu, Kartal'ın değişiklikleri (24.00) BJK-BŞK, hoş geldin Rıza Hoca, Burak Yılmaz'ın açıklamaları, Ante Rebic, Çağdaş Atan'ın takımı (51.00) Hatay-GS, oyunda mı sorun var, takım mı yorgun? Okan Hoca'nın kadro seçimi, Kerem Aktürkoğlu'nun rolü (1.11.00) TS-Konya, TS'nin topla sınavı, Onuachu abim saygılar (1.26.00) Anadolu'dan notlar, Shelvey, Güven Yalçın, Emre B. vs Nuri Şahin, Paşa-Kayseri, Erencan Yardımcı (1.32.00) Soru-cevap-kapanış. İlginize teşekkürler, iyi dinlemeler!
Bu arada kim yeni sezonda takımını yalnız bırakmaz? Sen tabii ki! Trendyol Süper Lig coşkusu yine TOD'da! Çok heyecanlı bir Süper Lig sezonuna tanık olacağımız kesin. Bu sezon, bu nefes kesen rekabeti ve takımınızın maçlarını kaçırmayın diye TOD'da Sezonluk Taraftar Paketi ayda 99 TL'den başlayan fiyatlarla. Hem de akıllı TV'den, Web'den, cepten, tabletten hangisinden istiyorsan izle. Detaylara açıklama kısmındaki linkten ulaşabilirsiniz. https://www.todtv.com.tr/sinirsiz-spor/super-lig?utm_source=VoiceMedia&utm_medium=TottilerMessilerPodcast&utm_campaign=TOD_Spor_SezonAcilisKampanyasi_Eylul_0923&utm_term=Display Menü: (3.00) ANK-FB, 6 numara şart mı? İsmail Kartal'ın oyunu (23.00) BJK-Sivas, Şenol Güneş övgüsü, transferlerin kaçı Şenol Hoca'nın oyununa uygun? (32.00) ANT-GS, Kerem & Kerem AŞ. Ndombele ve Davinson Sanchez transferleri, Galatasaray'ın dizilişi (1.07.00) Anadolu'dan notlar, Bardhi, Enis Destan, Çağdaş Atan, Emre Belözoğlu (1.20.00) Soru-cevap-kapanış. İlginize teşekkürler, iyi dinlemeler!
KAÇIN BAHÇELİ DEVLET GELİYOR! ÖLME EŞEĞİM ÖLME EKONOMİSİ. HOCA'NIN EŞEĞİ BİZDEN ŞANSLI OLABİLİR Mİ?
Melbourne'da doğup büyüyen ve tam 45 yıldır tekvando yapan Murat Matt Eryürek, Viktorya'da 2023 yılının Tekvando Baş Hocası seçildi.
Mehmet Tahsin | Fetva Hayrettin Hoca'dan: Rejime muhalefet etmek terör faaliyetidir | 08.05.2023 by Tr724
CEVHERİ GÜVEN #yerlimotor #savunmasanayi #seçim #tei Erdoğan'ın en büyük seçim kozlarından yerli motor balonu bugün sönüyor. 2 Milyar Dolar harcandı peki ortada yerli motor diye gerçekten tek bir motor var mı? Bayraktar TB2, Bayraktar Kızılelma, Akıncı, Yerli Muharip Uçak, Atak Helikopterleri, Hürkuş, gibi yerli denilen hava araçlarında yerli motor kullanılıyor mu? Tek tek bu araçların hangi ülke motoru kullandığına ilişkin detaylı bilgiler.. Erdoğan'ın çok değer verdiği Cevat Akşit Hoca'nın iki oğlu nasıl savunma sanayinin en önemli kurumlarından TEİ'ye çöktüler? Yerli motor için verilen 2 milyar dolar nasıl lüks harcamalarda kullanıldı? TEİ nasıl arpalığa dönüştü? Kurumda 800 kişi aynı soyadını taşıyor. Songüler soyisimli karı koca görümce kendilerine 15 günlük iş gezisi yazıp TEİ'nin parasıyla ABD'de tatil yaptılar mı? Yurt dışına giden yöneticiler yanlarında aşçı, garson götürecek kadar nasıl çığrından çıktılar?
Greek Festival of Sydney kapsamında 5 Mart Pazar günü 16:00'da düzenlenecek Kültürler arası Köprü: Nasreddin Hoca Hikâyeleri adlı etkinlikte yer alacak Burcu Çevik Compiegne SBS Türkçe'ye detayları anlattı.
Medyascope Spor'un yeni podcasti “Basit Goller Yedik” ikinci bölümü ile karşınızda! Spor Toto Süper Lig'de 20. hafta heyecanı sona erdi. Medyascope Spor Servisi'nin yeni podcasti ''Basit Goller Yedik'de'' Kubilayhan Kavrazlı ve Yahya Kemal Doğan, 20. hafta maçlarında ön plana çıkan maçların yanı sıra Avrupa futbolundaki son gelişmeleri konuştu. -Süper Lig'de 20. hafta -Juventus'a verilen puan silme cezası -Erik ten Hag'ın performansı
Bahane Kimi zaman beceremiyorum demenin bir başka ifadesidir bahane. Canımız bir şey yapmak istemediğinde mantıklı mantıksız sıralar dururuz. Daha çok da başarısız olduğumuzda ya da başarısız olacağımız anlaşıldığında başlarız bahane uydurmaya. “Öğretmenim ödevimi yapacaktım; ama akşam elektrikler kesildi.” İlköğretimde uydurulan en baba bahanedir. Bir de “Ödevimi yapacaktım; ama akşam misafir geldi.” Diye de uydurulan versiyonu vardır. Lise de ise “Annem hastaydı dün o nedenle gelemedim hocam.” olur. Sınavdan istenen notu alamayınca, “Hoca zor sordu.”, “Anlatmadığı yerden soru geldi.” diye sıralanır sonra. ÖSS'de ise en baba bahane, “Hocam optik formda kaydırmışım.” ya da “Zamanım yetmedi hocam.” şeklindedir. Bahane, yaş ilerledikçe “Başım ağrıyor bugün akşam misafir kabul edemeyeceğim.” şeklini alır. Telefona cevap verilmek istenmediğinde ise “Şarjım bitti.” en çok tutandır. Karşıdaki, aslında olayı anlamıştır; ama çoğu zaman olumsuz tepki vermez. Bir de masum bahaneler vardır. “Geçiyordum uğradım.” diye gösterir kendini ya da “Sen burada mıydın? Ne hoş bir sürpriz bu!” diyerek farkında olmadan karşılaşılmış gibi yapılır. Bazen de, bir arada olmak için bahaneler vardır: “Nereye gidiyorsun, çarşıya mı? Seni bırakayım. Ben de o tarafa gidiyorum.” şeklinde ortaya çıkabilir. Peki, neden bahane uydurmak zorunda kalır insanlar? Gerçeği söylemek bu kadar da zor mudur? Bahane, aslında yalanın kılık değiştirmiş şeklidir. Çoğu zaman cezalandırılmamak ya da karşıdakini kırmamak için söylenir. Etrafımız doğruları hazmedememe sorunu yaşayan insanlarla doludur. Çocuk annesine: “Devamsızlık yaptığım için dersi kaçırdım, sınavda da sorular o konulardan çıktı, bu nedenle düşük not aldım.” dediğinde acaba annenin tepkisi ne olur? Kaç anne ya da baba, olumlu yaklaşıp: “Olsun mutlaka geçerli bir nedenin vardır, o nedenle devamsızlık yapmışsındır, ikinci sınavda işi sıkı tutar notunu yükseltirsin.” diyebilmektedir. Mutlaka bu tür yaklaşan anne ve babalar vardır; ancak genel olan hemen hesap sorma şeklindedir. Çocuk, okul dönüşünde daha kapıdan içeri girer girmez: “Sınavın nasıl geçti?”, “Komşunun oğlu kaç aldı?”, “Haylazlık yapacağına oturup ders çalışsaydın!” tarzında hesap sormak neredeyse ailelerde gelenek hâline geldi. Bilmeden, istemeden, tamamen iyi niyetle çocuklarımızı kendi elimizle bahane üreten, hatta daha kötüsü yalan söyleyen bireyler hâline getiriyoruz. Her anne-baba, çocuklarına karşı, hatta eşler birbirlerine karşı tutum ve davranışlarını kontrol etmelidir. Anne babalar, çocuklarını doğru söylemeye teşvik etmelidir. Eğer bir yerde bahane varsa bilinmelidir ki orada yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. O yerde bulunan herkes, anne-babalar, karı-kocalar, yöneticiler, bölüm şefleri, kendi davranışlarını dürüstçe gözden geçirmelidir. Bahanenin temelinde yatan unsurlar tespit edilerek çözüm yoluna gidilmelidir. Ahmet GÜNAY
Tottiler Messiler yeni bölümüyle yayında! Fritz Fassbender, Hüseyin Kıyıcı ve Koray Gök, STSL'nin fırtınalı 11. haftasını değerlendirdi, menümüz ise şöyle: (1.00) Hüseyin Göcek ile ADS maçında dalağı şişiri-YORUM (4.00) Beşiktaş'ta Şenol Güneş dönemi, Valerien Ismael'in ayrılığı, Şenol Güneş'in ideal 11'i ne olur? (37.00) GS-Alanya, harika ilk 30, Ali Palabıyık, Okan Buruk'un değişiklikleri, (1.20.00) FB-BŞK, Jesus vs Belözoğlu (1.29.00) Anadolu'dan notlar, ADS-Konya, Gökhan Akkan, Çağdaş Hoca (1.35.00) Fikstüre bakış, kapanış.
Önceki haftadan mizah sohbetine doyamayan Töre Sivrioğlu ve Mahir Ünsal Eriş bu hafta konuyu daha da açarak Türk mizah geleneğinden girip, Karagözler, Nasreddin Hocalardan geçerek Aziz Nesin'e, Rıfat Ilgaz'a, Muzaffer İzgü'ye saygı duruşunda bulunuyor. Mizah politik olmak zorunda mıdır, Çavuşesku mizaha nasıl bakıyordu, İslamcı karikatür dergileri neden komik olamıyor, karikatür dergilerini Gezi mizahı mı bitirdi, sorularına cevaplar aranıyor. Töre Hoca, ayıplı Nasreddin Hoca fıkralarını anlatmaktan kaçınıyor, İtalyan filmleri övülüyor, Levent Kırca'nın Özal anıları hatırlanıyor. Mizah, Geri Dönüyoruz'un masasına boylu boyunca yatıyor.
İsmailağa Cemaati'nin önde gelen isimlerinden “Cübbeli Ahmet Hoca” olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, Sakarya'da bir camide Kuveytli Vahhabi Şeyhi Osman El Hamis'in namaz kıldırıp vaaz vermesine tepki gösterdi. Ünlü, “Diyanet'i uyarıyoruz; hangi ırktan ve milletten olursa olsun eğer camilerde bu adamlara konuşma izni verirseniz, selefiliğe vehhabiliğe hizmet edip, iç savaşı körüklemiş olacaksınız” dedi. Ruşen Çakır, Cübbeli Ahmet Hoca'nın açıklalarının perde arkasını, cemaatlerin Vahhabilik nefreti ve korkusunu değerlendirdi. Yayını izleyebilirsiniz: bit.ly/3RKXY66
Mehmet Efe Çaman | Hakan Hoca'nın ardından | 28.06.2022 by Tr724