POPULARITY
Yalan söyleyemem. Pek sevmediğim bir ifade ile Z kuşağı denen gençlik kuşağının apolitik oluşu, bireyciliği, toplumsal ve siyasi konulardaki duyarsızlığı konusundan dostlarla, hocalarla aramızda çok çekiştirdik sizi. Yanılmışız. Ne güzel bir yanılgı oldu bu. Ne umut dolu, ne mutlu bir yanılgı bu.Geleceğinizin nasıl karartıldığını görüp yaşarken, kendi geleceğinizle birlikte memleketin geleceğine de sahip çıkmak için el ele verdiniz. Başınızı yukarı kaldırdığınızda herkes tertemiz yüzlerinizi, pırıl pırıl gözlerinizi gördü.Mesele ne CHP ne İmamoğlu ne de Saraçhane… Gençler hürriyet istiyor! Biz işçi sınıfı devrimcisiyiz. CHP'de yokuz. İmamoğlu'nda yokuz. Saraçhane'de yokuz! Olmayız da. MÜSİAD markalarına boykot yapıp sövmekte, TÜSİAD markalarını övmekte de yokuz. İngilizden, Amerikalıdan, Almandan herhangi bir konuda medet umanlardan olmadık, olmayız, olmayacağız. Ama gençlerin mücadele azmini, enerjisini, coşkusunu kendi pazarlıklarında koz olarak kullananlar, istediklerini yarım yamalak alır almaz, gençleri istibdadın polis gaddarlığıyla baş başa bıraktığında, orada biz varız. Hocaysak, eğitim ve bilim emekçisi isek, memleketin pırıl pırıl gençleri hürriyet için mücadele ediyor, bedel ödüyorsa, elbette ki sahip çıkacağız, yalnız bırakmayacağız. Yoksulluğun, hayat pahalılığının, işsizliğin pençesinde kıvranan işçiler, emekçiler, yoksul köylüler yani emekçi halkımız da aynı şekilde memleketin evlatlarına sahip çıkmalı. Bunun yolu CHP'ye yazılmak değil. İmamoğlu'nu siyasi olarak savunmak değil. Bunun yolu gençler nasıl kendi gelecekleriyle memleketin geleceğine birlikte sahip çıkıyorsa, işçi ve emekçinin de işine aşına sahip çıkarken, memlekette hüküm süren sermayenin istibdadına karşı da hürriyet mücadelesi vermesidir. Kim diyebilir ki grevleri yasaklanan metal işçileri fiili grevlerle yasakları yırtıp attığında sadece ekmek mücadelesi vermiştir? Bu basbayağı bir hürriyet mücadelesidir. Kim diyebilir ki sendikalaştıkları için işten atılıp aylarca direnen, barikatlar aşarak Anayasal Hak Yürüyüşü yapan Polonez işçileri sadece işleri ve aşları için direnmiştir? Bu basbayağı bir hürriyet mücadelesidir. Antep'te tekstil işçilerinin önderi Mehmet Türkmen neden hapis yattı? Hürriyet için! Gençler niye yatıyor? Hürriyet için! Biz niye yatıyoruz? Hürriyet için!İnanıyorum ki içeride yatanların temsil ettiği mücadeleler dışarıda hürriyet için buluştuğunda zafere giden yolu arşınlamaya başlayacağız. Nasıl buluşacağız? Herkes kendi payına AKP'den, CHP'den ve benzerlerinden yani düzen siyasetinden koptuğunda, kendi gücümüze ve emekçi halka güvenip alçak ve katil emperyalistlerden, ikiyüzlü ve korkak burjuvalardan medet ummaktan vazgeçildiğinde, buluşacağız! Kimsenin karşısında duramayacağı bir güç açığa çıkaracağız. Kazanacağız!Not: Ramazan bayramında işçi, emekçi dostların, yoldaşların, arkadaşların destek ve dayanışma mesajları en güzel hediye oldu. Herkese çok teşekkür ediyorum. Bir sonraki bayramda yani 1 Mayıs İşçi Bayramı'nda iş, aş, hürriyet bayrağının altında mücadeleci gençleri, namuslu hocaları ve öncü işçileri bir arada görmek en büyük dileğimdir. Sevgilerimle. Silivri 3 No'lu Cezaevi
TÜSİAD başkanlarının gözaltına alınmasını ve kültürel hegemonya kavramını Konya Organize Sanayi Bölgesi'nden bakarak ele alıyoruz. İşçi-işveren ilişkileri, dindarlık ve ekonomi-politik ekseninde şekillenen yeni düzeni Emeğin Tevekkülü kitabı üzerinden inceliyoruz. Sekülerlik, İslamcılık, işçi sınıfı ve patronaj ilişkileri nasıl şekilleniyor? Tüm bu soruların peşine düşerken, Gaziantep'te tutuklanan sendikacı Mehmet Türkmen'in mücadelesine de selam gönderiyoruz.Adı geçen bölüm:Özak Tekstil'e Bakıp Türkiye'nin Düzenini Görmek------- Podbee Sunar -------Bu podcast Garanti BBVA BonusFlaş hakkında reklam içerir.Ramazan alışverişlerine 1.200 TL bonus!Ramazan'da Bonus üye işyerinde yapacağınız 2000 TL ve üzeri market alışverişlerinize toplam 1.200 TL bonus!Ramazan avantajlarını kaçırmamak için BonusFlaş'ı şimdi indirin.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Kobraların gündeminde bu hafta; çok şükür tahliye olan Kerimcan Durmaz, az kalsın tahliye olacak olan Ayşe Barım, tahliye kararı verdi diye hakkında soruşturma açılan savcı, "seviyorsan evlen" diyen Aile Bakanlığı, %62'si makarna ve ekmekle beslenen halk, bu durumu eleştiren Fatih Erbakan, 12 yıllık zorunlu eğitimi çok bulan Milli Eğitim Bakanı ve dayanak olarak gösterdiği rapor, depremlerle ilgili sorular soran Abdurrahman Dilipak, şaşırtan fitre açıklamasıyla Diyanet, emekli yılının sona ermesiyle kaybedilen haklar, oğlunu Beyaz Saray'a götüren Elon Musk, sabıka fotoğrafını çerçeveleten, Yunanistan'ın LGBT yardımlarını kesen Donald Trump var.Hukuk köşesinde; HDK'ya yönelik operasyonlarda tutuklanan Yıldız Tar ve beraberindeki 59kişi, TÜSİAD olayı ve tüm detaylarıyla yaşananlar, delil yetersizliğinden serbest kalan Dilan ve Engin Polat, istenen cezaları 25 yılı aşan Ekrem İmamoğlu ve polemik yaşadığı İletişim Başkanı, cumhurbaşkanının manevi tazminat davasını reddeden bağımsız yargı var. Ahmet Hakan köşesinde ise "Çerezlik Notlar" başlıklı gündem değerlendirmeleri ve "Zavallı Avrupa" başlıklı değinmeleri var. Cumhurbaşkanı köşesinde; Togg hediye edilen dünya liderleri, hediyeyi eleştirenlere lokumlu cevaplar, çok şeffaf açıklamalar, çok sert eleştirilen Özgür Özel ve çok önemsenen etik değerler var. Haftanın bütün gündemini konuştuğumuz yepyeni bölüm yayında! Kobralara destek olmak için: http://kreosus.com/kobrakobrapodcastTwitter: http://twitter.com/kobrapodInstagram: http://instagram.com/kobrakobrapodcast
Kobraların gündeminde bu hafta; çok şükür tahliye olan Kerimcan Durmaz, az kalsın tahliye olacak olan Ayşe Barım, tahliye kararı verdi diye hakkında soruşturma açılan savcı, "seviyorsan evlen" diyen Aile Bakanlığı, %62'si makarna ve ekmekle beslenen halk, bu durumu eleştiren Fatih Erbakan, 12 yıllık zorunlu eğitimi çok bulan Milli Eğitim Bakanı ve dayanak olarak gösterdiği rapor, depremlerle ilgili sorular soran Abdurrahman Dilipak, şaşırtan fitre açıklamasıyla Diyanet, emekli yılının sona ermesiyle kaybedilen haklar, oğlunu Beyaz Saray'a götüren Elon Musk, sabıka fotoğrafını çerçeveleten, Yunanistan'ın LGBT yardımlarını kesen Donald Trump var.Hukuk köşesinde; HDK'ya yönelik operasyonlarda tutuklanan Yıldız Tar ve beraberindeki 59kişi, TÜSİAD olayı ve tüm detaylarıyla yaşananlar, delil yetersizliğinden serbest kalan Dilan ve Engin Polat, istenen cezaları 25 yılı aşan Ekrem İmamoğlu ve polemik yaşadığı İletişim Başkanı, cumhurbaşkanının manevi tazminat davasını reddeden bağımsız yargı var. Ahmet Hakan köşesinde ise "Çerezlik Notlar" başlıklı gündem değerlendirmeleri ve "Zavallı Avrupa" başlıklı değinmeleri var. Cumhurbaşkanı köşesinde; Togg hediye edilen dünya liderleri, hediyeyi eleştirenlere lokumlu cevaplar, çok şeffaf açıklamalar, çok sert eleştirilen Özgür Özel ve çok önemsenen etik değerler var. Haftanın bütün gündemini konuştuğumuz yepyeni bölüm yayında! Kobralara destek olmak için: http://kreosus.com/kobrakobrapodcastTwitter: http://twitter.com/kobrapodInstagram: http://instagram.com/kobrakobrapodcast#elonmusk #kerimcandurmaz #ekremimamoğlu
Ali Rıza Güngen ve Ümit Akçay, Kriz Notları'nın son bölümünde TÜSİAD ve AK Parti arasındaki gerilimin Mehmet Şimşek programıyla bağlantısını ve yaşanan krizin siyasi sonuçlarını değerlendirdi.
Gazete ilanıyla hükümet deviren, darbecilere açıktan yol veren patronlar kulübü nasıl oldu da 'yeni Türkiye'de iktidarın en elverişli kum torbasına dönüştü? TÜSİAD yöneticilerinin kapısına polis getiren kavganın arka planında neler yaşanıyor? AK Partili yıllarda değişen sermaye yapısı bugünkü gerilimlerde ne kadar etkili oldu? MÜSİAD, TÜSİAD'ın yerini alabildi mi? İktidar tarafında bundan sonra hangi adımlar beklenmeli? Soru/Yorum'da Bahadır Özgür, Didem Mercan'ın moderatörlüğünde izleyici sorularına da yanıt vererek değerlendirdi...
Ekonomist Haluk Bürümcekçi, TÜSİAD operasyonunu ve olası etkilerini, dolar kurundaki beklentileri ve portföylerde dolar zamanının gelip gelmediğini, enflasyon beklentilerini ve ekonomik verilerin ne mesaj verdiğini değerlendirdi.
CHP'nin 38. Kurultayı kayyum tartışmalarıyla gündemde. TÜSİAD'ın sert çıkışı ne anlama geliyor? Sermaye sınıfı neden huzursuz? Türkiye'de hukuk düzeni nasıl işliyor, düşman ceza hukuku kimleri hedef alıyor? Bu bölümde, tüm bu soruların cevaplarını birlikte arıyoruz. Ben Ozan Gündoğdu, hazırsanız başlayalım.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
ikas'la e-ticaret sitenizi hemen açın!
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras Hakkında soruşturulması başlatılmasının ardından açıklama yayımladı.
Nuray Mert, Soru - Cevap'ın bu bölümünde, HDK'ya düzenlenen operasyonu, TÜSİAD'ın çıkışını ve HÜDA PAR'ın çalıştayını değerlendirdi. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices
Çavuşesku'nun Termometresi'nin yeni bölümünde Melis Konakçı moderatörlüğünde Burak Bilgehan Özpek ve İlkan Dalkuç; TÜSİAD çıkışının nedenlerini ve alımlanışı, İmamoğlu'na düzenlenen iddianameyi ve kayyum atamalarını değerlendiriyorlar.Become a supporter of this podcast: https://www.spreaker.com/podcast/daktilo1984--5970640/support.
Kerim Rota ve Ömer Rıfat Gencal, TÜSİAD'ın çıkışı ile başlayan tartışmaları, kötüleşen enflasyon beklentilerini, gümrük vergilerini, cari açıktaki son tabloyu ve portföy yatırımlarını tartıştı.
Komprador Burjuvazi'nin Vitrindeki Kulübü TÜSİAD'ın kadim alışkanlığı yine nüksetti. Bir kez daha siyasete ve yargıya ayar vermeye kalktılar.
TÜSİAD, Türkiye'nin en “ne istediler de vermedik” yapısıdır. Bunu TÜSİAD üyelerinin Cumhuriyetin başından bu yana aldıklarından verdiklerinden ettiklerinden falan anlatmaya gerek yok. TÜSİAD'ın kendi internet sitesindeki kıvanç tablosundan dahi anlatırım.
Necip Bahadir | Vaaay! TÜSİAD neler yapmış?| 16.02.2025 by Tr724
Ankara Sayfası'nın yeni bölümüden gazeteci Erdal Sağlam büyük yankı uyandıran TÜSİAD açıklamasını ve iktidardan gelen tepkileri değerlendiriyor. TÜSİAD'ın verdiği mesajları değerlendiren Sağlam, iktidar cephesinden yükselen şiddetli tepkinin nedenlerini masaya yatırıyor. Sağlam, Ssn dönemde artan baskının arkasındaki en önemli sebeplerden bir tanesinin ekonomide bir hikayenin yazılamayacak olmasının anlaşılması olduğunu belirtti. Kurda yaşanan hareketler ve enflasyonun mevcut seviyesine dikkat çeken Sağlam, bundan sonra bizi nelerin beklediğini aktardı.
TÜSİAD benim için her zaman “statükonun devamını temin etmek için işlevsel bir aparat” olagelmiştir. Statükonun devamını ve politik kaosun sürmesini temin ederek kendi parasal iktidarlarının keyfini çıkarmanın merkezidir nazarımda. Bir gram fazlası değil.
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), Olağan Genel Kurulu'nu gerçekleştirdi. TÜSİAD'ın 13 Şubat'ta toplanan Genel Kurulu'nda derneğin Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras ve Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan konuştu.
İşçiye, kamu emekçisine, emekliye ne verileceği belli oldu. Erdoğan istediği kadar enflasyona ezdirmedik desin İngiliz Mehmet'in işçi düşmanı Orta Vadeli Programı'nı uyguladı ve yaptığı TÜİK'in yalan enflasyonunun dahi altında kalan asgari ücret ve maaş zamları ile milyonları hayat pahalılığı karşısında ezdi. İşçinin, emeklinin, kamu emekçisinin geçim sıkıntısı biraz olsun hafiflesin diye beklediği değil; İMF'nin, emperyalist tekellerin, para babalarının, TÜSİAD'ların, MÜSİAD'ların istediği oldu. Ne de olsa ufukta seçim yok diyerek, düzen partisi CHP'nin aynı AKP gibi, patronların çıkarını öne koyan yumuşak muhalefetini fırsat bilerek bunu yaptılar. Daha önce seçim olan yıllarda, asgari ücrete daha yüksek zamlar yapıldığında da bu parayı, çarşıyı pazarı kasıp kavuran zamlarla ve devletin arttırdığı vergilerle fazlasıyla geri almışlardı. Ne verecekler diye beklemenin sonu her zaman hüsran oldu. Bizler “hak verilmez alınır” diyenlere ve haklarını söke söke alanlara bakmalıyız. MESS'in dayatmalarına grevle cevap veren, grev yasağını grevle yırtıp atan metal işçilerine, sendika hakkını fabrikasını işgal ederek söke söke alan Betek (Filli) Boya ve bir yıla yakın süre direnerek alan Perfetti işçilerine, işçi sınıfının Anayasal haklarını barikatları aşarak, Ankara yollarını adımlayarak, direne direne savunan Polonez işçilerine bakmalıyız. Böyle gelmişse de böyle gitmeyeceğini görmeliyiz ve göstermeliyiz. 2024 sonu itibarıyla Türk-İş açlık sınırını 21 bin TL, yoksulluk sınırını da 68 bin TL olarak açıkladı. 10 milyon işçi, aileleriyle birlikte ülkenin yarısı asgari ücretle açlık sınırına mahkûm edildi. Ama aynı zamanda işçilerin örgütlü mücadeleyle ücretlerini açlık sınırının katbekat üstüne çıkarabildiğini görüyoruz. Gebze'de Chen Solar işçileri bunu başardılar. MESS'in dayatmalarına karşı grev diyen, iktidarın grev yasaklarına Kavel ruhuyla cevap veren metal işçileri bunu başardılar. İktidardakiler “ne verirsek biz veririz, verdiğimizi de istediğimiz zaman geri alırız” diyorlar. Emekçi halkın, verdikleri üç kuruşa şükretmesini istiyorlar. Emperyalist sermaye, arkasını devlete dayamış, ülkenin sanayi bölgelerini karış karış ele geçirmiş, fabrikaların içine Anayasa'yı sokmuyor. Ama onlar emekçi halkın bunları görmeyip kendilerine verdiği “Şam Fatihi” havalarına kanmasını, Vaşington'la, Londra'yla, Brüksel'le birlikte yaptıklarını alkışlamasını istiyorlar. Yabancısıyla yerlisiyle sermaye sınıfı, memleketin işçisini en ucuza ve en kötü kölelik koşullarında sömürüyor, madenleri yağmalayıp toprakları kirletiyor. Onlar sermayeyi el üstünde tutup hakkını arayan işçiyi polis botunun altında eziyor. Ve onlar bu devir böyle gelmiş böyle de gidecek zannediyorlar. Ancak böyle gelmişse de böyle gitmeyecek. Onlar önümüzdeki yılı işçi ve emekçi milyonlar için sefalet ve kemer sıkma yılı yapmaya niyetliler. Kıdem tazminatına, emeklilik haklarına, işçi sınıfının kırmızı çizgilerine, kazanılmış tüm haklarına göz dikmiş durumdalar. Hak almak ve haklarımızı korumak için 2024'ün grevci direnişçi işçilerinin açtığı örgütlü mücadele, birlik, dayanışma ve kardeşlik yolundan yürümeliyiz. Fabrikalarda direne direne kazandığımız mevzileri, Birleşik İşçi Cephesi'yle konfederasyon ayrımı olmadan meydanlarda birleşerek güçlendirmeliyiz. 2025'i örgütlenme ve mücadele yılı yapmalıyız! İşçiler emekçiler çağrımız size! Sınıfını bil, safları sıklaştır! Örgütlü mücadeleye katıl! Fabrikanda, işyerinde sendikaya üye ol, sahip çık, denetle! Düzen siyasetinden medet umma, Devrimci İşçi Partisi saflarında sınıf siyasetine güç ver! Bu mücadelede ayrı gayrı yok, Türk-Kürt, Alevi-Sünni ayrımı yok, işçilerin birliği halkların kardeşliği var! Emekçi halkın yararına bir açılım varsa burada var. Bu mücadelede emperyalizmin kölesi de askeri de olmak yok! Bu mücadelede emperyalist zincirleri kırmak var! Bu mücadelede istibdadın baskılarına boyun eğmek yok! Bu mücadelede işçi sınıfının etrafında birleşen emekçi halk için iş, aş, hürriyet var!
Devrimci Ernesto “Che” Guevara'nın Küba Merkez Bankası başkanlığına getirilmesiyle ilgili eğlenceli bir hikâye anlatılır. Fidel Castro bir bakanlar kurulu toplantısında Merkez Bankasının başına geçmesi için iyi bir “ekonomist” (economista) gerektiğini söyler. Che elini kaldırır. Che tıp tahsili görmüştür. Fidel “sen nereden ekonomist oluyormuşsun” diye gülerek sorar. Che'nin cevabı: “Ben iyi bir komünist (comunista) dedin sandım!” Fidel Castro Küba'da devrim yapıp iktidara geldiğinde kapitalist düzenden devraldığı Merkez Bankasının başına bir “ekonomist” istemekte belki haklı görünüyordu. Ama Che Guevara bu göreve bir “komünist” olarak talip olmakta çok daha haklıydı. Çünkü Merkez Bankası ya emperyalizmin askerle yıkamadığı sosyalizm kalesini dolarla içeriden fethedeceği bir “Truva atı” olacaktı ya da Merkez Bankası üzerinde işçi sınıfı diktatörlüğü kurulacak ve emperyalizmin kalenin içine sızmasına engel olunacaktı. Küba ekonomisinin doktoru da tabii ki komünist olacaktı. Mesela 126 ekonomist akademisyen; ekonomi politikasını yönetenleri asgari ücret artışlarında gerçekleşen enflasyon oranını dikkate almaya, gelir dağılımını da gözeten bütüncül bir ekonomi politikası izlemeye davet eden bir bildiri yayınladı. Okuyunca gözlerime inanamadım. Bildiri kaş yapayım derken göz çıkartmış. Asgari ücrete hedeflenen enflasyon oranında artıştan bahsederek milyonlarca asgari ücretlinin cebine elini uzatan hırsızın elini kırmak gerek. Tamam da bunun karşılığı “gerçekleşen enflasyon oranını dikkate almak” mıdır? Kaldı ki hangi enflasyondan bahsediyoruz? TÜİK mi? ENAG mı? İTO mu? TÜİK iki yıldır mahkeme kararlarına rağmen madde sepeti verileri açıklamıyorken, TÜİK'in manipüle edilmiş yani aslında “gerçekleşmemiş” enflasyon oranları gözetilerek zam yapılırsa bu alenen hırsızlığın devam etmesi demek olur. Hırsıza kapı göstermenin alemi var mı? Denebilir ki TÜİK meselesi çözülene kadar somut bir iyileşme talep edilemeyecek mi? Biz de soruyoruz: Bir-iki cümle ile “gerçekleşen enflasyon”un bugün Türkiye'de doğru dürüst ölçülmediği söylenemez miydi? Ekonominin hakim tepelerini tutan özel bankaların kamulaştırılmasını geçtik, bankacılık sistemi ile ilgili kamu bankalarının siyasi sebeple zarar ettirilmesinin eleştirisi dışında hiçbir şey yok. Kaldı ki bu eleştiri TÜSİAD'ın da eleştirisidir. TİP'in uzmanları özelleştirilmiş olan her şeyi yeniden kamulaştırmaktan bahsediyor. Ama yeni hiçbir şeyi kamulaştırmayı önermiyor. TİP'in hiçleri burada bitmiyor. Pakette emperyalizm kelimesi hiç geçmiyor. Dolayısıyla Türkiye'nin emekçi halkın üzerindeki emperyalist boyunduruğun ana unsurları olan yabancı sermayeye, döviz piyasasına, dış ticarete ilişkin hiçbir şey söylenmiyor. Ne gümrük birliğinden çıkmak ne dış borcun reddi bunlardan da hiç bahsedilmiyor. Kapitalizm demek emek gücünün meta olması ve emek gücü piyasası demek. Emek gücü piyasası işsizlik demek. İşsizlik söz konusu olduğunda sosyalistler söze “işten atmak yasaklansın” diye başlar ve iş güvencesini savunur. TİP'in uzmanları iş güvencesinden hiç bahsetmiyor yerine istihdam yaratacağız diyor işsizlik sigortasından yararlanmayı kolaylaştıracağız diyor. Bunlar gerçekçilik değildir, gerçeklikten kopmaktır. Halkı yoksulluğa ve sefalete iten mekanizmalara dokunmadan kısa vadeli bile olsa gerçekçi çözümler üretemezsiniz. Bu bilim değildir! Bu ekonomi bilimi kisvesi adı altındaki burjuva ideolojisine iman etmektir! Karl Marx'ın bilimsel sosyalizmini bırakıp kapitalizmi ezeli ve ebedi doğal düzen olarak gören Adam Smith'e bağlanmaktır. Kapitalizm büyük depresyon içinde ölüm döşeğinde kıvranıyorken kapitalizmin ebediliğine iman etmekten daha büyük yobazlık olamaz. O yüzden bugün ekonomist, bir doktora değil üfürükçüye benzemektedir. Bugün işçi ve emekçi sınıflar derdine derman arıyor. Kapitalizmin krizi ekonomistleri değil komünistleri çağırıyor. Biz elimizi kaldırıyoruz ve buradayız diyoruz!
Ekonomist Murat Sağman, Donald Trump'a yapılan suikast girişiminin ekonomiye ve piyasalara olası etkilerini anlattı. Ayrıca, Mehmet Şimşek'in TÜSİAD'da yaptığı sunumu aktaran Sağman, en kötüsü geride kaldı söyleminin gerçekliğini sorguladı. İyi seyirler...
Türkiye'nin belirleyici gündemi uzun bir süre boyunca kapitalist sınıfla işçi sınıfı arasında kıyasıya bir mücadele olacak. Erdoğan'ın “nas” kisvesi altında ekonomiyi enflasyonun pençesine teslim etmesiyle ağır bir yoksullaşma yaşamış olan işçi ve emekçi, bu sefer de bu felaketin sona erdirilmesi için Mehmet Şimşek'in yönetiminde uygulanacak politika sonucunda işsizlik belasıyla karşılaşacak. Kıdem tazminatı güvencesi elinden alınmaya çalışılacak. Emekliliği banka ve sigorta şirketlerinin yağmasına sunulmak üzere özelleştirilecek. Bu gündemin dışında öne çıkacak konular (özel durumlar dışında) sınıf savaşını örtmek, sınıfı bölmek, yani “cambaza bak” demek amacıyla manipüle edilecek. Geçen yazıda, işçi sınıfının en zor durumlarda bile kendi iç güçleri sayesinde ayağa kalkabilecek kadar yüksek kapasiteye sahip bir sınıf olduğunu vurguladık. Bu sefer ise işin öteki yanını hatırlatacağız: İşçi sınıfı kendiliğinden harekete geçerek çok büyük eylemler yapabilir, hatta kısmi zaferler kazanabilir, ama bunların kapitalist sınıfı yenilgiye uğratacak olgunluğa ulaşması sınıfın iyi bir önderliğe sahip olmasına bağlıdır. Yani sınıf işi başlatabilir, bir süre sürdürebilir, ama zafere ulaşmak için bazen sendikal, çoğu zaman da siyasi önderliğe ihtiyacı vardır. Zonguldak nasıl bitti birazdan dönelim. Ama genel anlamıyla işçi hareketi ABD emperyalizminin komşumuz Irak'a açtığı “Körfez Savaşı” nedeniyle bir süre geri çekilmek zorunda kaldı. Ne var ki, savaşın hemen ardından Zonguldak'ın tarzını devralan Paşabahçe ve Erdemir grevleri geliyordu. Bu mücadele dalgası en azından Çiller-Karayalçın koalisyon hükümetinin 1994'te yaşanan derin ekonomik krize sözde çözüm olarak uyguladığı 15 Nisan paketine karşı düzenlenen işçi eylemlerine kadar devam etti. Peki sonra neden geriledi hareket? Üç ana nedenle. Birincisi, arada yaşanan Uğur Mumcu suikastı, Sivas Madımak ve Başbağlar katliamları aracılığıyla “derin devlet” denen kontrgerilla Türkiye'nin ayarlarıyla oynadı. Bunu başka siyasi cinayetler ve katliamlarla ta 1997'ye kadar sürdürdü. Bunun sonucunda, 1989-1993 arasında bir yandan Türk işçi-emekçisi, bir yandan özgürlüğü uğruna sokaklara dökülen Kürdün mücadelelerinde paralel bir yükseliş yaşanırken 1993'ten sonra araları açıldı. Sivas Madımak Otel'de yanan, Türk-Kürt mücadele kardeşliğidir. İkincisi, işçi sınıfının karga kılavuzları yüzünden hâkim sınıf partilerinin peşine takılmasıdır. Bunun en çarpıcı örneği; sınıfın, 1991 seçimlerinde Özal'ı yenen Demirel-İnönü koalisyonunun her türlü demokrasi demagojisini (Demirel “duvarları camdan karakollar” vadediyordu!) ciddiye almasıdır. Bir başkası, 100 bin Zonguldak işçisinin Ankara'ya yürüyüşünün CHP'li sendikacıların araya girmesiyle durdurulmasıdır. Üçüncüsü ise, sendikal hareketin, CHP'nin ve reformist solun Avrupa Birliği hayranlığı temelinde hem demokrasinin geleceğini bu emperyalist kampa bağlaması hem de AB'nin baş tuzağı “sosyal diyalog” sendikacılığının DİSK-KESK dâhil bütün sendika hareketinin amentüsü haline gelmesidir. Yükseliş ve zaferin derslerini işçi sınıfının gücüyle özetlemiştik. Her türlü koşulda sınıfın kendiliğinden harekete geçme kapasitesinin olabileceğini vurgulamıştık. Aynı hareketin uzunca bir canlılıktan sonra sönümlenmesini ise, değişimi emperyalist merkezlerden beklemek, hâkim sınıf partilerinin önderliğini benimsemek ve halk hareketinin bölünmesine izin vermek olduğunu görüyoruz. Bunlar bugün de devam eden sorunlardır. İşçi sınıfı hareketi son 35 yılda yaşanan tarihten mutlaka bugün için dersler çıkarmalıdır. Sonuç olarak, daha yeni, 1 Mayıs'ta CHP gibi TÜSİAD'ın çıkarlarını savunan bir partiye güvenmenin mücadeleyi nasıl etkisizleştireceğini yaşamadık mı? İşçi sınıfı kendi mücadelesini burjuvazinin etkisinden kurtarmalı ve kendi oluşturduğu sendikal ve siyasi önderliklerle mücadeleye atılmalıdır!
31 Mart yerel seçimlerinden hezimetle çıkan Erdoğan ilk konuşmasında “milletin sandıkta verdiği mesajları tartarak gerekli adımları mutlaka atacağız” dedi. Sonra da hâlihazırda emekçi halka kemer sıktırmakta olan ekonomik programı uygulamaya devam edeceğini “popülist adımlardan uzak durduk, ekonomi programımızın olumlu sonuçlarını görmeye devam edeceğiz” sözleriyle açık etti. Peşinden kemer sıkma programını yürütmek için emperyalizmin siparişi ile atanan Mehmet Şimşek (İngiliz Mehmet) ve aynı doğrultuda Cumhurbaşkanı Yardımcılığı'na getirilen Cevdet Yılmaz “durmak yok kemer sıkmaya devam” manasına gelen “enflasyonla mücadeleden taviz verilmeyecek” diye açıklamalar yaptı. Patron örgütleri TİSK, TÜSİAD, MÜSİAD hepsi neredeyse kelimesi kelimesine aynı açıklamaları yaptılar. Hepsinin dilinde aynı terane: “Dört yıllık seçimsiz dönemde ekonomiye odaklanalım!” Oysa Erdoğan'a sandıkta hezimeti yaşatan işçinin, emekçinin özellikle de emeklilerin mesajı başkaydı! İster muhalefet partilerine oy versin ister sandığa gitmeyerek ya da geçersiz oy atarak tepkisini göstermiş olsun emekçi halkın mesajı, “devam” değil “dur” olmuştur! Halk, emekliye vermediğini faize veren, kıdem tazminatı hakkına göz diken, esnek çalışma adı altında dizginsiz sömürüyü dayatan, sosyal sigorta sisteminin tasfiyesine yönelen İngiliz Mehmet'in Orta Vadeli Program'ına “dur” demiştir! “İsrail'le kanlı ticareti durdur” demiştir! Ama Erdoğan bu mesajı değil, patronların mesajını almakta ve o mesajın gereği olan adımları atmakta kararlıdır. Emekçi halk olarak kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız. “Dört yıllık seçimsiz bir dönem” adı altında iktidara sermayenin ve emperyalizmin işlerini yürütmesi için bir konforlu ortam yaratmak yerine tam tersine iktidarın ensesinde boza pişirmeliyiz. Fabrikamızda, işyerimizde, mahallemizde örgütlenmeliyiz. Dün hangi partiye oy vermiş olursa olsun bugün ekmek kavgasında yan yana olduğumuz sınıf kardeşlerimizle omuz omuza vermeliyiz! Ayrı gayrı yok! İşimize, aşımıza, haklarımıza örgütlü mücadeleyle sahip çıkmalıyız! Seçim gecesinin karşılıklı centilmenlik gösterilerine kimse aldanmasın. Düzen siyasetinin kayıkçı kavgası elbet yine kızışacak. Bizi ayırmak ve birbirimize düşürmek için bildikleri yöntemleri kullanacaklar. Irkçılığı, mezhepçiliği, ayrımcılığı devreye sokacaklar. Herkesin birbirini teröristlikle suçladığı yalan rüzgârı senaryoları yine yayına sokulacak. Enflasyonla mücadele adı altında ekmeğimize çöküp haklarımıza saldırdıkları gibi, emekçi halkı bölmek ve birbirine düşman etmek için yaptıkları operasyonlara da “terörle mücadele” adını takacaklar. Yedi düvele karşı savaşıyoruz edebiyatı yapacaklar. Geçsinler bunları! Merkez Bankasını 65 milyar dolar eksiye düşürüp ülkeyi 70 sente muhtaç ettiler. Onlar için parayı veren düdüğü çalar. Bu halde onlar emperyalizme karşı operasyon yapmaz, emperyalizm adına operasyon yapar! Biz bu filmi defalarca gördük! Hep seçimlerden önce yaparlardı, şimdi randevuyu seçim sonrasına verdiler. Çünkü kıdem tazminatı gibi, emeklilik hakkı gibi işçi sınıfının kırmızı çizgilerine saldıracaklar, bıçak kemiğe dayandığı halde kemiği de kıracak bir ekonomik saldırı programı uygulayacaklar ve karşılarında Türküyle Kürdüyle el ele, omuz omuza vermiş, ayrı gayrı demeden iş, aş, hürriyet için birleşmiş emekçi halkın buna izin vermeyeceğini gayet iyi biliyorlar. Kendi göbeğimizi kendimiz keseceksek, kendi hikayemizi de kendimiz yazacağız. Bu hikâyenin ana fikri işçilerin birliği ve halkların kardeşliği olacak! Sorunlarımızın çözümü için bize yıllar sonrasına verilmiş bir genel seçim randevusunu beklemeyeceğiz. Bugün, şimdi, örgütlenerek ve mücadele ederek işimize ve aşımıza sahip çıkacağız. Düzen siyasetinin iller haritasını kırmızıya boyayarak değil, sınıf mücadelesi meydanlarını kızıl gelincik tarlasına çevirerek hürriyeti kazanacağız! İşçi sınıfının uluslararası birlik ve mücadele günü 1 Mayıs'la başlayacağız!
31 Mart'ta yapılacak yerel seçimlere giderken burjuva partilerinin rant paylaşım kavgası sürece damgasını vuruyor. İşçi sınıfına ve emekçi halka bu kavgadan bir fayda yok. Ama bunu söyleyip duramayız. Bu kavganın arkasındaki sistemi görmeli ve taraflarını tanımalıyız. Devlet sistemi özünde yerel ve merkezî diye ikiye ayrılmıyor. Yereldeki belediyeler ve merkezdeki siyasi iktidar aynı devlet yapısının parçası, sadece yetki alanları farklı. Bu devlet yapısına hâkim olan sınıf da patronlar sınıfı, yani burjuvazi. Türkiye'de yolsuzluklar merkezî ve yerel yönetimlerin tam bir iş birliği ve koordinasyonu içinde gerçekleşiyor. İmar planları ve her türlü ruhsatlandırma işlemi belediyelerle valiliklerin ortak denetimindedir. Belediyelerdeki imar izinlerinden, ruhsatlardan her türlü ihaleye kadar en tepede beşli çete diye bilinen oligarklardan başlayıp yerel müteahhitlere uzanan bir rant paylaşım sistemi kurulmuş durumda. Bu sistemin işlemesi için yerel yönetimle merkezî yönetimin tam bir koordinasyon içinde çalışması gerekiyor. Ama bu da yetmiyor, yasaların engel olduğu yerde kişiye özel yasa çıkarılması için meclisin de bu sisteme dahil edilmesi lazım. 22 yıllık iktidarında AKP'nin 8 defa imar affı çıkarmasının, ihale kanununu 198 defa değiştirmesinin arkasında işte yerelle merkezin bu iş birliği var. Yolsuzluk ve hırsızlığın hesabını tutan bir Sayıştay var, ama hesabını sorabilen bir yargı yok! Çünkü yargı da tümüyle istibdad rejimi tarafından zapturapt altına alınmış durumda. Milletin sırtından geçinen bu parazitler avantasını almadan ne metro için bir metre kazılıyor ne de sokağa bir kaldırım taşı konuyor. Erdoğan'ın Hatay'da yaptığı mitingde söylediği “merkezî yönetimle yerel yönetim dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez” sözleri işte bu rant paylaşım sistemini anlatıyor. Önümüzdeki en önemli gerçek 31 Mart seçimlerinin hemen ardından, rant kavgasının ilk sonuçları açıklanır açıklanmaz Türkiye işçi sınıfına hızla ve artan bir ivmeyle dayatılacak olan kemer sıkma programıdır. Bu program Mayıs 2023 seçimlerinin ardından Mehmet Şimşek'in ekonominin başına getirilmesiyle hazırlanmış, Orta Vadeli Program adıyla duyurulmuştur. Sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesinden kıdem tazminatının gaspına kadar tüm saldırı paketi takvime bile bağlanmış durumdadır. En önemlisi de rant kavgasının muhalif kanadı bu saldırı programını rasyonel politikalara dönüş söylemiyle desteklemiştir ve destekleyecektir. Amerikan muhalefetini destekleyen TÜSİAD'ı da istibdad cephesinin arkasında duran MÜSİAD'ı da el birliği ile bu saldırıya hazırlanmaktadır. Emperyalist para babaları dolarları hazırlamış, istibdadın işçinin emekçinin ümüğünü sıkarak yaratacağı kaynağı kasasına indirmek için ülkeye girmeyi beklemektedir. Devrimci İşçi Partisi'nin örgütlenme ve mücadele seferberliği çağrısı yerel seçimlere giderken de sürmektedir. Bizim seçim bürolarımız işçi direnişleridir, grevlerdir, fabrikalardaki, emekçi mahallelerindeki örgütlenme mücadeleleridir. Sermayenin saldırısına karşı direneceğimiz mevziler belediyeler değil sendikalardır, her türlü işçi ve emekçi halk örgütlenmesidir. Yöntemimiz işgal, grev, direniş ve nihayet genel grev olacaktır! O halde yerel seçimler büyük saldırıya karşı safları sıklaştırmanın vesilesi olmalıdır. Rant kavgasına oy yok! Düzen partilerine destek yok! Düzen siyasetinin çeperlerinde boş hayallerle oyalanmak yok! Rant kavgasına karşı sınıf kavgasını ve sınıf siyasetini yükseltmek üzere el birliği yapıp, safları sıklaştıralım!
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) 9-11 Şubat tarihleri arasında düzenlenecek 17. Kongresi ilginç bir döneme rastlıyor. En önemlisi şu: Bir sendikal kuruluş açısından belirleyici bir kavşağa yaklaşıyoruz: Bu kavşak bazılarının sandığı gibi, 31 Mart yerel seçimleri değil. Bu kavşak, o seçimlerin hemen ardından, Recep Tayyip Erdoğan'ın başkomutanlığı altında, Mehmet Şimşek'in kurmaylığında, iktidarın, muhalefeti de yanına alarak işçi sınıfına ve geniş emekçi kitlelere karşı başlatacağı büyük taarruz. Bir İMF'siz İMF dönemine giriyoruz. İşçi sınıfı cephesinde ise ilginç kıpırtılar var. İlk dikkati çeken, MESS sözleşmesi bağlamında metal sektöründe görülen direnç. MESS'in yüzde 35'ten açtığı pazarlığı “şerefini kurtarmak” için yüzde 100'ün üstüne çıkmadan ama yüzde 98 gibi çok yüksek bir düzeyde bitirmek zorunda kalmasının nedeni işçi sınıfı cephesinde görülen değişiklik. Bir kere sadece Birleşik Metal hiç geciktirmeksizin grevi ve grev tarihini ilan etmedi. Türk Metal de onunla yarışa çıkmak, hatta medya yalanları aracılığıyla sanki grevi ondan önce ilan etmiş olma payesini kazanmak istedi. Birleşik Metal ise, çiçeği burnunda yeni yönetimi altında grev yasağını tanımayacağını, greve fiili olarak devam edeceğini açık seçik beyan etti. Bu, DİSK'in 17. Kongresine de bir deklarasyondur. Gelişme DİSK'in tarihi boyunca belirleyici olmuş olan metal sektörüyle sınırlı değil. Kamu işçilerinin toplu sözleşme pazarlığında Türk-İş tabanında ciddi bir kaynaşmanın yaşandığı açık seçik görüldü. Özellikle Harb-İş ve Demiryol-İş tabanı Türk-İş Başkanı Ergün Atalay teslim bayrağını çekmeden önce sadece İstanbul, Ankara, Eskişehir gibi kentlerde değil, daha dikkat çekici biçimde Kayseri, Sivas, Sakarya gibi tutucu bir ideolojik atmosferin hâkim olduğu kentlerde de eylemler düzenledi. En son Türasaş işyerindeki kulak sağır edici çatal-kaşık senfonisi işçi sınıfının ağır ağır kıpırdanmakta olduğunu gösteriyor. Son aylarda Anadolu'nun alışılmamış kentlerinde sendikalaşma konusundaki engellemelere karşı işçi sınıfı mücadelelerinin patlak vermesi de dikkat çekicidir. Gaziantep ve Şanlıurfa'da tekstilde yaşanan mücadeleleri, Rize'de enerji işkolunda bir mücadelenin izlemiş olması özellikle dikkat çekicidir. Bunlara Ocak-Şubat 2022'de tümüyle örgütsüz işçi sınıfı kesimlerinde yaşanan ücret mücadelelerini de eklemek gerekir. Demek ki, DİSK 17. Kongresine, burjuvazinin başlatacağı büyük taarruza karşı işçi sınıfı içinde harekete geçirilebilecek bazı dinamiklerin gözle görülebildiği bir ortamda gidiyor. Sınıf mücadeleleri tarihimize görkemli mücadele ve zafer sayfaları yazdırmış bu örgüte düşen, geçmişin ataletinden, sınıf işbirliğinden, Avrupa Birliği'nin (AB) beslemesi Avrupa Sendikalar Konfederasyonu'nun “sosyal diyalog” çizgisinden koparak bu eğilimlere yaslanan bir sınıf mücadeleci doğrultuyu benimsemektir. Metal sektöründeki mücadeleler DİSK'e yol gösterecek kutup yıldızıdır. Türkiye'nin genel tablosunda, İstanbul'da ve Ankara'da DİSK'le diyaloga açık bir TÜSİAD, iş Bursa'ya, Gebze'ye, Eskişehir'e gelince DİSK'in karşısına azılı bir düşman olarak çıkıyor. DİSK seçmelidir: TÜSİAD ve onun siyasi temsilcisi CHP müttefik midir yoksa hasım mı? 17. Kongre bu soruya henüz cevap veremez. Bunun önkoşulları henüz hazır değildir. Ama DİSK içinde TÜSİAD karşıtı kararlı bir mücadeleci dinamik olduğu bu kongrede tescil edilebilir. İşçi sınıfının bütün dostları ve örgütleri, bu mücadeleci dinamiğin bu kongrede, gelecekte DİSK önderliğine talip olacak güce kavuşabilecek bir tarz ve üslupla sesini yükseltip yükseltmeyeceğini izleyecektir. Kongre sonrasında sınav ise, burjuvazinin iktidarı ve muhalefeti ile, MÜSİAD'ı ve TÜSİAD'ı ile yerel seçimler sonrasında başlatacağı taarruza karşı DİSK'in takınacağı tavırda yaşanacaktır.
#ekonomi #zam #enflasyon Gazeteci Erdal Sağlam, Ankara Sayfası'nın bu haftaki bölümünde politika faizinin izini sürüyor ve gerçek fonlama maliyetinin hesabını çıkarıyor. Ankara kulislerinde konuşulan yabancı para ve 'bıyıklı' girişi iddialarını aktaran Sağlam, rezervlerdeki büyük artışın kaynağını tartışıyor. Sağlam son olarak Hazine'nin TCBM'de tuttuğu yüksek miktardaki mevduatın arka planını ve TÜSİAD'ın tespitlerini aktarıyor. İyi dinlemeler...
172.Bölümde konuğum Esas Holding CEO'su Çağatay Özdoğru oldu ve TÜSİAD ve TÜBİSAD iş birliğinde hazırlanan “Türkiye'nin 2. Yüzyılında Yüksek Teknoloji İçin Eylem Çağrısı” raporunu değerlendirdik. (00:00) - Açılış “Türkiye'nin 2. Yüzyılında Yüksek Teknoloji İçin Eylem Çağrısı” raporu - http://www.yuksekteknolojiraporu.org/ (01:12) - Önce klasik bir soru olacak ama önemli bir soru diye düşünüyorum. Türkiye'nin 2. Yüzyılında Yüksek Teknoloji için Eylem Çağrısı raporunu neden yaptınız? (05:11) - Sizin bir söyleminiz var. Bu çok hoşuma gitti gerçekten. Ülkemizi bir teknopark gibi yönetmemiz lazım diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? (17:51) - İçinde 7 tane ana bileşeni olan bir eylem çağrısı var raporda kısaca bahsedebilir misiniz? Türkiye Teknoloji Geliştirme Bankası kurulur mu? (25:10) - Dijital ekonomi potansiyelinin değerlendirilmesi için dijital dönüşümün işlerin ve sektörlerin geleceğini nasıl değiştirmekte olduğunu anlamak ve farklı sektörlerin buna hazır olmasını sağlamak gerekmektedir. (raporda gördüğüm bir dipnot) Dijital ekonomide ortaya çıkan yeni iş modelleri ve teknolojilerin geleneksel sektörlere etkisi nedir? Bu dönüşüm sürecinde karşılaşılan zorluklar ve fırsatlar nelerdir? (28:23) - Esas Holding girişimcilere nasıl bakıyor? (30:33) - Kitap önerisi - Tesadüf Yoktur - https://www.goodreads.com/book/show/107590573-tesad-f-yoktur?ac=1&from_search=true&qid=qZqrEgqouU&rank=3 Chip War - https://www.goodreads.com/book/show/60321977-chip-war?ref=nav_sb_ss_1_8 Success Is a Choice - https://www.goodreads.com/book/show/24551947-success-is-a-choice?from_search=true&from_srp=true&qid=hHn4O7iryv&rank=4 Power and Progress - https://www.goodreads.com/book/show/74871480-power-and-progress (32:41) - Kapanış Çağatay Özdoğru - https://www.linkedin.com/in/%C3%A7a%C4%9Fatay-chaatai-%C3%B6zdo%C4%9Fru-67536b12/ Sosyal Medya Hesaplarımız; Twitter - https://twitter.com/dunyatrendleri Instagram - https://www.instagram.com/dunya.trendleri/ Linkedin - https://www.linkedin.com/company/dunyatrendleri/ Youtube - https://www.youtube.com/c/aykutbalcitv Goodreads - https://www.goodreads.com/user/show/28342227-aykut-balc aykut@dunyatrendleri.com Bize bağış yapıp destek olmak için Patreon hesabımız - https://www.patreon.com/dunyatrendleri
Erdoğan'ın seçime giderken ülkeyi bir borç batağına soktuğunu seçimlerden sonra da alacaklıların kapıya dayanacağını söylemiştik. Teker teker gelmeye başladılar. İlk gelen NATO oldu. Daha resmi sonuçlar bile açıklanmadan NATO'nun istediği asker gücü Kosova'ya yollandı. Ardından uçaklar Almanya'daki NATO tatbikatına gönderildi. Hükümet açıklandı. Hazine ve Maliye, Batı emperyalizminin gözdesi İngiliz Mehmet'e, Merkez Bankası Amerikan bankalarından transfer edilen Gaye Erkan'a teslim edildi. İngiliz Mehmet ilk ziyaretini TÜSİAD'a yaptı. İşçisine lira ödeyip malını dövizle satan büyük patronlar adına Tuncay Özilhan ve turizm patronları değersiz Türk lirası istedi. Merkez Bankası kuru baskılamasın dedi. Dolar kuru 26'yı geçti. Patronların kasaları doldu. Alacaklılar Erdoğan'ın yeni iktidar döneminde istediklerini bir bir alıyorlar. Peki ya emekçi halk? Emekçi halkın payına hayat pahalılığı ve işsizlik düşüyor. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu'nun (ITUC) yayınladığı endekse göre Türkiye 149 ülke içinde işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasında yer alıyor. Asgari ücret zamları senede iki defa yapılıyor artık. Ama asgari ücret bir türlü açlık sınırını aşmıyor. Giderek daha fazla işçi asgari ücretli haline geliyor. Kamu emekçilerine ve emeklilere yapılan zamlar da aynı şekilde yapıldığı gibi enflasyon karşısında eriyor, buhar olup uçuyor. Elinde paranın gücünü bulunduranlar hükümetten istediklerini alırken işçi ve emekçinin haklarını savunabilmesinin tek yolu örgütlü olmaktan ve üretimden gelen gücünü kullanmaktan geçiyor.
Cumhur ve Millet İttifakları'nın ana kutuplarını oluşturduğu 2023 seçimlerinde sosyalistlerin önemli bir kısmı Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği (SGB) İttifakı çatısı altında yer aldılar. Seçim sonuçlarından, alınan oy oranlarından bağımsız olarak değerlendirilmesi gereken ve esas önemli olan konu bu ittifakların Cumhur ve Millet İttifakları'ndan bağımsız üçüncü birer siyasal odak işlevi görmemiş olmasıdır. Kılıçdaroğlu'na verdikleri destek ile iki buçukuncu ittifak olarak Millet İttifakı'na yedeklendiler. Bağımsız bir sosyalist odak ve cumhurbaşkanı adayı ihtiyacı Devrimci İşçi Partisi bu süreçte bağımsız bir sosyalist odak inşası için ve bu odağın bağımsız cumhurbaşkanı adayı göstermesi için çağrılarda bulundu. Sosyalist örgüt ve partilerle bu doğrultuda görüşmeler yaptı. Ancak bu çağrılar karşılık bulmadı. DİP neden protesto oyu kullandı? Çünkü sosyalistler CHP'nin de Kılıçdaroğlu'nun da seçmeni değildir. Sosyalistlerin bunlara oy vermemesi otomatik olarak Erdoğan'ın işine yaramaz. Çünkü bu tutum Kılıçdaroğlu'na olduğu kadar Erdoğan'a da oy vermeme çağrısıdır. DİP'e yapılan eleştirinin altında örtük olarak, sosyalistlerin Erdoğan'a oy veren seçmenlere seslenmeyeceği varsayımı yatmaktadır. Bu, sosyalizmi bir kimliğe indirgeyen ve bu kimliği de CHP'nin etrafında konumlandıran bir anlayıştır ve son derece yanlıştır. Emek ve Özgürlük İttifakı'nın apolitik suskunluğu ve açık çeki Emek ve Özgürlük İttifakı'nın ana doğrultusunu belirleyen, HDP'nin Millet İttifakı'na ve Kılıçdaroğlu'na destek kararı alması olmuştur. HDP'nin sosyalist solla geliştirdiği ilişki biçimi öteden beri ittifak değil iltihakı dayatmak olmuştur. CHP'ye yönelik eleştirilere Sol Parti göğüs gerdi Sol Parti Millet İttifakı'na politik desteğin ve açık çek vermenin Sosyalist Güç Birliği içindeki en ileri temsilcisi olmuştur. Temsilcileri Kılıçdaroğlu'nun NATO'culuğunu ehveni şer olarak savunmuş, makroekonomik dengeler adı altında TÜSİAD'cı kemer sıkma programına güven oyu sunan açıklamalar yapmıştır. Televizyonlarda Sol Parti temsilcileri CHP'ye ve Kılıçdaroğlu'na yönelik, eleştirel olmak bir yana, ona yönelen eleştirilere göğüs germe motivasyonuyla hareket etmiştir. Birgün gazetesi CHP yayın organı gibi çalışmış, bir aşamada Kılıçdaroğlu'nun Özal'ı öven açıklamasını yorumsuz haberleştirerek, işi Türkiye tarihinin en büyük işçi düşmanlarından Özal'ın aklanmasına aracılık etmeye kadar vardırabilmiştir. TKP'nin çelişkilerle dolu politikası Türkiye Komünist Partisi de bu süreçte Kılıçdaroğlu'na açık oy çağrısı yapan partilerden biri olmuştur. TKP'nin tutumu baştan aşağı çelişkilerle maluldür. Bir yandan Millet İttifakı'na karşı durduklarını söylemiş ama onun adayına oy çağrısı yapmıştır. Sırf Erdoğan gitsin diye bunu yaptıklarını söylediler, Millet İttifakı'nın sermaye ve emperyalizm yanlısı karakterini inkâr etmediler ama Cumhurbaşkanlığı seçiminde yürütmenin başının seçildiği yani adaya oy verenin onun programına da peşinen güven oyu verdiği gerçeğini gizlemiş oldular. Oysa TKP, Kılıçdaroğlu'na yönelik takındığı bu fazlasıyla esnek tutumu HDP'den ve Emek ve Özgürlük İttifakı'ndan esirgedi. Ya sosyalist odak ya zillet! Biz bu güçleri asla düşman olarak görmüyor, potansiyel müttefiklerimiz olarak değerlendiriyoruz. Bu güçlerle bağımsız bir sosyalist odak inşa etmeyi ve işçi sınıfının siyasette ağırlık kazanması için birlikte mücadele etmeyi istiyoruz. Sınıf düşmanıyla işbirliği politikasından ve düzen siyasetinden kopma çağrısı yapıyoruz. Eleştirilerimiz sert olabilir. Ancak bu konuda hiçbir muhatabımız bize sitem edemez. Çünkü biz eleştiriyoruz. Birlikte mücadele etmek istiyoruz. Destekledikleri ve son süreçte birlikte yürüdükleri CHP ise sosyalistleri kendine payanda olarak görüyor. Bizim önerdiğimiz yol, bu kirli düzen siyasetinden kopmak, ayağa kalkmak, işçi sınıfının ve emekçi halkın sermayeye, emperyalizme ve istibdada karşı ihtiyaç duyduğu bağımsız odağı hep birlikte inşa etmektir.
Kemal Kılıçdaroğlu, 1 Mayıs'a girilirken bir video yayınladı. Karikatür gibi. Bütün toplumun gözü yılda bir kez işçi sınıfına çevrilecek. Beyefendi 1 Mayıs konusunda kelime bile etmiyor. Zaten konuşmasını “bugün beyaz yakalı emekçilere seslenmek istiyorum” diye açıyor. Sonra “ben beyaz yaka-mavi yaka ayrımına inanmam” diyor. Madem inanmıyorsunuz ne demeye sadece beyaz yakalılara hitap ediyorsunuz? Zaten beyefendinin bütün konuşması aslında gerçekten büro çalışanlarına, hatta onun üniversite mezunu üst katmanlarına hitap ediyor. Türkiye'de sosyalistler işçi sınıfına yıllardır öylesine sırt çevirmiş durumda ki gerek Altılı Masa'nın çalışmalarında gerek Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarında işçi sınıfının esas mücadeleci, kapitalistlerle doğrudan çelişkiler yaşayan büyük kitlesine ilişkin hiç ama hiçbir şey söylemediğini ya fark etmiyor ya konu edinmiyor. Fabrika, maden, tersane, inşaat, ulaştırma, otelcilik ve ikram, perakende, motokurye ve benzeri, bir kısmı büro türü ortamlarda bulunsa da kol emeğine dayalı, büyük ölçekli işyerlerinde çalışan işçilerin sorunları hiç konuşulmuyor. CHP ekonomi dendi mi hep çarşı pazardan dem vuruyor, Akşener hep esnaf ziyaretiyle meşgul. Sendikalaşma çabalarının baskı altına alınması, grevlerin yasaklanması karşısında ise “tık” yok! Bu tabloya Babacan bir mizah katkısı yapıp partisini “Çalışan Türkiye'nin Partisi” olarak gösteren afişler astırıyor. Londra City-New York Wall Street Türkiye'de iyi çalışacak demek ki! Ama, varsa yoksa Kılıçdaroğlu'nun 1 Mayıs arifesinde yaptığı konuşmada olduğu gibi, Amerikan sosyolojisinin “orta sınıfı”ndan, Turgut Özal'ın uyduruk kavramı (bunu herkes unutmuş gibi görünüyor ya da unutma pozu yapıyor) “orta direk”ten başka bir şeyden söz edilmiyor. Edilir mi? Haşa! Sonra TÜSİAD'dan nasıl destek alınacak? Altılı Masa'nın diline dikkat edin: Halkın yoksulluktan çektiklerinden söz ediliyor hep, ama kapitalist sınıfın bu yoksulluktan elde ettiği yarardan ve bunu derinleştirme konusundaki sorumluluğundan (en başta sendika ve grev kırıcılığından) hiç söz edilmiyor. TÜSİAD sermayesi yok! Varsa yoksa “Beşli Çete” var. Böylece 418 milyar dolar, holdinglerin ve bankaların kasalarının Erdoğan ve AKP sayesinde dolup taşmasını unutturmak için kullanılıyor! Sosyalistler aslında bunu bilmiyor değil. Bilmez gibi yapıyorlar. Sadece hareketin biz dâhil bir azınlığı bu konuları ve şayet seçimi kazanırsa Millet İttifakı'nın ekonomik alanda işçi sınıfını ve emekçi halkı inim inim inleteceğini ortaya koyduğumuz için de herkes birbirini korumuş oluyor. Böylece, burjuvazinin bir kanadının, hem de daha güçlü kanadının siyasi temsilcisi rolüne soyunan bir ittifak ikirciksiz savunuluyor. Siz zannediyor musunuz ki seçimden sonra bu strateji değişecek? Halka istibdadı Kılıçdaroğlu'na verilecek oyla devirme vaadi yaparak oy çağıranlar, seçimden hemen sonra emekçi halka dönerek “haydi şimdi gün Kılıçdaroğlu'na ve Millet İttifakı'na karşı mücadele günü” mü diyecek? Önce, “aman şu hassas anda Cumhur'un ve istibdadın eline koz vermeyelim”le başlayacak. Sonra (seçimin sonuçlarına ve gelişmelere göre 7 Haziran-1 Kasım arasındaki gibi bir durum doğarsa) istibdadı ayakta tutmaya razı uzlaşma girişimlerine soldan “güzelleştirme” operasyonları yapılacak. En kötüsü ise, halka saldırılar “zorunlu idi” gerekçesiyle savunulacak. Babacan ekolü, muhtemelen İyi Parti'nin “yurtdışından getirdiğimiz yeni deha”sı Bilge Yılmaz'ın eliyle, Londra City-New York Wall Street ilişkileri doğrultusunda ağır kemer sıkma programını uygulamaya başlayınca, “ne yapalım, enkaz devraldılar” denecek. Kuşkusuz, onurlu tekil çıkışlar olacak. Ne kadar çok olursa o kadar iyidir. Ama ana doğrultu bu olacak. Öyleyse, sosyalistlerin çoğunluğu bakımından hem geçmiş politik hattın devamı hem de gelecekte uygulanacak politikaların başlangıcı olacak bir stratejik yöneliş ile karşı karşıyayız. Türkiye sosyalist hareketi Menşevikleşmiştir.
AKP iktidara geldikten sonra, 2003 yılında, önüne “2023 yılı Vizyonu” adı altında bir dizi hedef koymuştu. Bu hedefler arasında, sanayi üretiminde ve enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, ihracatta yüksek teknolojili ürünlerin payının artırılması, dünya ekonomisinden daha fazla pay almak, işsizlik oranının düşürülmesi, yoksulluk sınırı altındaki nüfusun azaltılması, yerli üretimin artırılması başta geliyordu. Ancak bu hedeflerin hemen hiçbiri gerçekleşmedi. Ulaştırma Bakanı Karaismailoğlu da “artık bundan sonra 2071 hedeflerimize odaklandık” (24.04.2022) diyerek bu gerçeği başka bir şekilde ifade etmiş oldu. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılına girerken ve muhtemelen seçimlerin yaklaşmasının da etkisi altında Erdoğan ve AKP hükümeti bu sefer önlerine “Türkiye Yüzyılı” adını verdikleri bir “vizyon” koymuş durumda. Bu vizyonun bir parçası da Erdoğan'ın yıllardır bir “babayiğit” bulmaya çalıştığı, başlarda Türkiye burjuvazisinin önde gelen temsilcilerinin pek hayırhah bakmadıkları (Mustafa Koç'un 2011 yılında yaptığı “yerli oto intihar olur” açıklamasını hatırlayalım) “yerli ve milli” otomobil üretme sevdası idi. TOGG adı verilen o otomobilin üretim tesisinin açılışı geçen günlerde yapıldı. Söz konusu otomobil üretiminin ne ölçüde yerli ve milli olduğunu değerlendiren bir yazı elinizdeki gazetenin bu sayısında yer alıyor. Biz ise okuyucularımızın dikkatini farklı bir noktaya çekmek istiyoruz. Kanımızca “Türkiye Yüzyılı” vizyonu sadece Erdoğan ve yakın çevresine mal edilemez. İçinde TÜSİAD, MÜSİAD ve TOBB gibi büyük burjuvazinin çeşitli kesimlerinin yer aldığı bu “ortak girişim”in, devlet desteğiyle, dünya pazarından daha fazla pay kapmayı, “Avrupa'nın Çin'i olma”yı hedefleyen, bu doğrultuda ülkeyi ucuz emek cenneti haline getiren Türkiye büyük burjuvazisinin “atılım” özlemlerini de yansıttığı kanaatindeyiz. Nitekim açılışta bunlardan biri, TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, “Türkiye'nin 100 yıllık hayalinin kendilerine nasip olduğunu” ve “Türkiye'nin kritik teknolojileri ithal eden değil, ihraç eden bir ülke haline geleceğini” belirtip, sözlerine şöyle devam etmiş: “Kararlarımızı alırken Paris'ten, Detroit'ten, Torino'dan izin almıyoruz. Kararlarımızı biz buradan, yani Gemlik'ten alıyoruz. Ezberleri bozmak kolay değil ama Türk girişimcileri olarak bizler ezber bozmak için buradayız ve ezberleri bozuyoruz ve bozmaya devam edeceğiz. İşte bu yüzden Türkiye'nin Otomobili, sadece yerli ve milli otomobil yapmak değildir. TOGG bir otomobilden daha fazlasıdır, TOGG bir meydan okumadır.” Hisarcıklıoğlu herhalde bu ifadesiyle, bir gerçekten ziyade, Türk burjuvazisinin bitmek tükenmek bilmeyen “atılım” özlemlerini yansıtıyor olsa gerek. Zira olgular tam tersini konuşuyor: AKP 2003'ten beri iktidarda, o zaman ekonominin ithalata bağımlılığı yüzde 60-70 arasındaydı; aradan 20 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ aynı düzeyde! Ülkenin dış borç yükünü ifade eden toplam brüt dış borç stokunun milli gelir içindeki payı 2002 yılında yüzde 55,4 iken, 2021'de yüzde 56,8 olmuş. O kadar övgüler düzülen ihracat rekorlarına karşılık ithalat her yıl daha fazla arttığı için bu yıl sonunda dış ticaret açığının 100 milyar doları geçeceği öngörülüyor. Orta-yüksek teknolojili ürünlerin toplam ihracat içindeki payı son 30 senedir yüzde 3-4 düzeyini geçebilmiş değil. Ve nihayet 2002'de Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki payı yüzde 0,6 iken, 2013 yılında bir ara yüzde 1,2'ye yükselmesine rağmen 2022'de bu pay yüzde 0,8'e gerilemiş durumda. Türkiye'nin kapitalist temellerdeki gelişme biçiminin emekçiler açısından doğurduğu vahim sonuçları, onlara hiçbir fayda sağlamadığına bu gazetede ve köşe yazılarımızda sıklıkla yer verildiği için değinmiyoruz bile.
Bir devrimi gerçekleştirenler, bazen gerçekleştirdikleri devrimin farkında olmazlar. Türkiye'nin dindarları, muhafazakârları, sağcıları yaptıkları işleri kıymetlendirme konusunda sorun yaşıyorlar. Türkiye'nin değer üreten siyaset yapan tarafları ürettikleri değeri anlamlı hale getiremezken, 70 yıldır değer üretemeyenler, sıfırın çarpanını yüz yapmayı başarıyorlar. Milleti zapturapt altına almaktan başka bir vizyon üretemeyen tek parti zihniyetine emperyalistlerin çabaları eklenince ne demokrasi, ne sanayi üretimi, ne de kalkınma konusunda kayda değer bir çaba görülmemiş, var olan girişimler de engellenmiştir. Kemal Tahir, Serbest Fırka'nın İzmir mitinginden sonra oğlu jandarma tarafından öldürülen bir babanın ağzından, dönemin ruhunu şu şekilde anlatır: Ölmüş oğlunu kürsüye taşıyan baba “bu çocuklardan bende daha çok var, yeter ki bizi bu CHP'nin mutemetlerinden kurtarın” der. ««« İnönü tek partisi, ülkeyi adeta bir karakola dönüştürmüştü. Anadolu illerinde jandarma denildiği zaman korkunç devler akla geliyordu. Hiçbir milletin tahammül edemeyeceği zulüm karşısında Anadolu insanı devletine isyan etmeden sabretmeyi başardı. Derken, dindar, milliyetçi ve muhafazakârlar Türkiye siyasetinde etkin bir rol üstlendiler. Tek partinin hasar verdiği ne kadar alan varsa onarmaya başladılar. AK Parti dönemi başladığında, devlet yönetimine 60 ihtilali ile başlayan vesayet rejimi hakimdi. 28 Şubat darbe girişimi neticesinde, devlet darbeciler eliyle soyulmuş, (TÜSİAD, generaller, medya ve siyaset işbirliği ile) devlet yönetilemez hale gelmişti. ««« AK Parti iktidara geldiğinde, Türkiye'nin sorunlarını tek tek tespit ederek, adım adım bu sorunları çözmeye başladı. AK Parti'yi iktidara taşıyan muhafazakâr kesimin “din ve vicdan hürriyeti, başörtüsü, vesayet” gibi sorunları vardı. Hükümet ilk başta ekonominin canlandırılması, devletin yönetilebilir olması, hayat pahalılığı ile mücadele, demokrasinin güçlendirilmesi, ulaşım ve sağlık gibi hizmetlerin geliştirilmesine yöneldi. Bu alanlarda hizmetlerini genişlettikçe kamuoyu desteğini artırdı. Halkın desteğini alan AK Parti devletin kangren olmuş sorunlarını çözme gücünü kendinde buldu ve Recep Tayyip Erdoğan, bugüne kadar, dokunanı yakan tehlikeli konuları ele alarak çözüme kavuşturmayı başardı. Devrimci nasıl olunur I. Dünya Savaşı'nın galipleri bir dünya düzeni kurmuş ve bu düzeni hiçbir aykırılığa mahal vermeden zapturapt altında tutmayı başarmışlardı. Türkiye'ye vesayet eden güçler, ülkeyi kendi adlarına yönetseler de galiplerin çıkarlarına hizmet ediyorlardı. Bu düzenin askeri, kültürel, iktisadi ve siyasi elitler elinde yıkılmaz olduğuna iman etmişlerdi. Recep Tayyip Erdoğan, büyük Türkiye hayali kurmuş, bütün adımlarını bu hayale göre kurgulamıştı. İktidarın ilk yıllarında, köhnemiş zihniyetin temrinleri vardı: “Bunlar iktidar oldu muktedir olamayacak, darbeciler bunları geldikleri yere geri gönderecekler”. Cumhuriyet mitingleri, cübbeli darbeciler, emekli generaller, ulusalcılar, her gün iktidar aleyhine ortalığı kasıp kavuruyordu. < Devrimci, önce ülkenin fiziki altyapısını güçlendirmeyi, gelişmiş ülke düzeyinde ele aldı. < Bir uçtan bir uca ulaşım ekosistemi kuruldu, limanlar ve havayolları ile bu atılım güçlendirildi. < Sağlık altyapısı, aynı şekilde, dünyanın gelişmiş ülkelerinden daha güçlü hale getirildi. < Eğitimde fiziki altyapı tamamlandı, okullaşma ve kız çocuklarının eğitime katılımı artırıldı, bugün daha sofistike alanların tartışılmasının altyapısı kurulmuş oldu. < Demokratikleşme konusunda Batılı devletlerin dediğini yapan Türkiye'nin yerini, kendi demokratikleşme vizyonunu ortaya koyan ve gerekli adımları atan Türkiye aldı.
Gazeteci Erdal Sağlam, Ankara Sayfası'nın bu haftaki bölümünde Merkez Bankası'nın faiz kararını, rezervlerdeki azalışı ve TÜSİAD'ın muhalefete yaklaşımını yorumladı.
Mevcut iktidarın boğazına kadar battığı yolsuzluk ve rüşvet bataklığını, mafyayla iç içe girmiş devlet ilişkilerini, kontrgerilla cinayetlerini ifşa eden bir kampanya tam gaz devam ediyor. Son dönemde ortaya dökülen pislikler, iddialara adı karışan bazı Cumhurbaşkanlığı danışmanları aracılığıyla külliyeye doğru uzanmaya başlıyor. İlk dönemde bu iddialar bir suç örgütü liderinin iddialarıdır diyerek Süleyman Soylu ve Mehmet Ağar gibi isimlere sahip çıkan ve ardından karşı saldırıya geçen iktidar şimdi biraz daha fazla sıkışmış gözüküyor. Cumhurbaşkanından görevden affını isteyenlerin sayısı artmaya başladı. Affını isteyenler terfi bekliyor Sermaye Piyasaları Kurulu (SPK) eski başkanı Ali Fuat Taşkesenoğlu ile birlikte adı borsa yolsuzluğuna karışan Cumhurbaşkanı danışmanı Serkan Taranoğlu ve yine adı rüşvet, kara para aklama ve muhabbet tellallığı iddialarına bulaşan Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu üyesi Korkmaz Karaca sağlık sebepleriyle görevlerinden aflarını istediler. Yargılanmayacaklarını düşünüyorlar. Yargılamaya soruşturmaya kalkan olursa başka örneklerde olduğu gibi Adalet Bakanı'nın yönettiği Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu tarafından sürüleceğine inanıyorlar. Yıllar önce Bakara suresiyle alay edip, halkın dini duygularını istismar etmekle övündüğü bir telefon görüşmesi basına yansıyan Egemen Bağış'ın görevden affedildikten sonra şimdi Prag Büyükelçiliği ile ödüllendirilmiş olması, bu kişilere de benzer şekilde terfi edebileceklerini düşündürüyor. Devletin tepesinden başka yönde bir davranış olacağına dair herhangi bir emare de henüz görülmüyor. Geleceğimiz için “temiz eller” değil “nasırlı eller” gerek! Pislikleri ortaya saçanların kim olduğu ve hangi çıkarla bunu yaptıkları emekçi halk için önemlidir ama hiçbir şey gerçeğin üzerine gidilmesine mâni değildir. Çünkü emekçi halkın çıkarları sadece hakikatin ortaya çıkmasındadır. Kirli pazarlıkta yeri de olmayan çıkarı da bulunmayan emekçi halktır. Dolayısıyla hepsi gitsin diyecek ve tüm suçluları yargılayacak olan bir iktidar da emekçi halka dayanmak zorundadır. Bunun için sermayeden, devletten ve emperyalizmden bağımsız bir işçi sınıfı odağının siyasette var edilmesi zorunludur. Zincirli meclisten ve güdümlü yargıdan medet umulamaz. Türkiye geçmişte örnekleri çokça olan yalan ve riya dolu “temiz eller operasyonları” ile değil işçinin emekçinin kirli, paslı, nasırlı ellerinin siyaset masasına yumruk vurmasıyla temizlenebilir. Düzen dikiş tutmuyor devrimci siyaset gerek Sadece suçlular değil yasamasıyla, yürütmesiyle, yargısıyla bu kirli düzenden nemalanan ve bu düzeni aklayan herkes, örneğin üç maymunu oynayan milletvekilleri de, “emir kuluyuz” diyerek suçlara ortak olan memurlar da, yetkili ve sorumlu olduğu halde harekete geçmeyen savcılar da, TÜSİAD'çısı MÜSİAD'çısıyla tüm bu pisliğin içinde kasalarını dolduran patronlar da yargılanmalıdır. Düzen dikiş tutmuyor. Devrimci bir siyaset gereklidir. Türkiye'yi temize çıkaracak olan zincirsiz bir Kurucu Meclis ve emekçi halkın adaletidir!
LGBT örgütlerinin Türkiye'deki yapılanmasına yönelik elime çok çarpıcı çalışma raporları, alınan kararlar ve davet mektupları geçti. Günlerce okudum. Kaynaklarımdan teyitler ve yeni bilgiler istedim. Sordukça, analiz ettikçe şunu net bir şekilde anladım: Türkiye'de görünen, zaman zaman sokaklara inen LGBT örgütleri buz dağının görünen kısmıymış. Maruz kaldığımız eşcinsellik propagandası aslında kamuoyunu oyalama, tartıştırma ve gündem oluşturma işlevi görüyormuş. Buz dağının görünmeyen kısmında ise “iş dünyasına özel” bir ekosistem inşa ediliyor. LGBT propagandası artık dünyada dayatma aşamasına geçti ve Türkiye'nin dev markaları da diz çökertilmek isteniyor. Öyle ki holding patronları eşcinsel personel çalıştırmayı taahhüt etmezlerse kredi kullanamama tehdidi ile karşı karşıyalar. Uzatmadan detaylara geçiyorum. LGBT dayatmasının arkasında Birleşmiş Milletler var. Şirketleri LGBT ekosistemine dahil etme sürecini ise BM'nin ‘Global Compact' adı verilen işdünyası örgütlenmesi yürütüyor. BM politikalarının işdünyasında uygulanmasına öncülük eden Global Compact 160 ülkede faaliyet gösteriyor. Dünya genelinde 15 bin şirket bu çatı kuruluşun üyesi. Global Compact Network Türkiye (GCNT)'de ise çoğunluğu TÜSİAD'a mensup 383 holding ve şirket bulunuyor. GCNT, 2020 yılında, “İşDünyasında Çeşitlilik ve Kapsayıcılık Rehberi” başlıklı bir doküman yayınladı ve faaliyet alanlarına, “LGBTI+ Bireylerin İnsan Haklarının Tesisi” başlığını da ekledi. Faaliyet raporına her ne kadar; engellilerin iş hayatına dahil edilmesi ve mültecilerin güvenceli istihdamı başlıkları eklense de dokümanın odağında LGBT yer aldı. Raporda LGBT ifadesi 204 kez geçerken, mülteciler 23, engelliler ise 90 kez geçiyor. Belirlenen yeni faaliyet alanları için de çalışma grubu oluşturulmuş. Bu rehberi, Global Compact Türkiye'nin herkese açık web sayfasından indirip okuyabilirsiniz. Ben size satır aralarından aktaracağım. “Rehber”in önsözündeki; “Çeşitlilik ve Kapsayıcılık Çalışma Grubu, Global Compact'in Türkiye'deki imzacılarının “Çeşitlilik ve Kapsayıcılık” konularında operasyonlarında ve etki alanlarında (değer zincirlerinde) olumlu adımlar atmalarını sağlayacak politika, uygulama ve öğrenme platformlarını sunar ve bu konuda kamu- sivil toplum- özel sektör işbirliğiyle kamuoyunda farkındalık yaratarak işdünyasına tam ve başarılı biçimde entegre edilmesi için çalısı̧r” cümlesi aslında meseleyi hem özetliyor hem de iş dünyasına tehditvari talimat veriyor. Bu cümle; LGBT propaganda ve dayatmasının işdünyasının kapısına dayandığını; “etik kodları” LGBT dayatması ile şekillendirme adına atılan, atılacak adımları gösteriyor. Nereden mi çıkarıyorum? Bu rehberdeki yönergeler sadece ilgili şirketler ile sınırlı kalmayacak. Etki alanları ve değer zincirlerinde; işyaptıkları diğer firmaların da bu rehberdeki hususları tam ve başarılı biçimde entegre etmesi hedefleniyor. “Operasyonlarında ve değer zincirlerinde çeşitlilik” demek, tüm bayilerin, tedarikçilerin mecbur bırakılacağının da ilanı. Mesela şirketler mal aldığı ve sattığı firmalara da LGBT dayatması yapabilecek.
İnsan Hakları Uzmanı Cemre Ülker'le 'Dünya Hali'nde gündemi değerlendiren Dış Politika ve Siyaset Bilimi Uzmanı Ömer Murat, Batı'nın Rusya'ya yaptırımlar konusunda Türkiye'yi yakından takip ettiğini belirterek ABD Maliye Bakan Yardımcısı Adewale Adeyemo'nun TÜSİAD'a gönderdiği mektuba dikkat çekti.
ABD Hazine Bakan Yardımcısı Wally Adeyemo haddini aşan iki hareketiyle kendini tüm Türkiye'ye tanıttı... Birincisi, Wall Street Journal'ın konu ettiği ve Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği'nin (TÜSİAD) doğruladığı mektubu... 22 Ağustos'ta Türkiye'de faaliyet gösteren Amerikan şirketlerinden oluşan bir ticaret birliği ve sivil toplum kuruluşu olan Amerikan Şirketler Derneği'ne (AmCham Türkiye) ve TÜSİAD'a gönderilmiş... Şöyle deniliyormuş: “ABD tarafından yaptırım uygulanan kişilere maddi destek sağlayan her kişi veya kuruluş, ABD yaptırımları riski altındadır.” İkincisi de Reuters'ın haberine göre, T.C. Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Yunus Elitaş ile yaptıkları telefon konuşmasının içeriği... Haberde, Adeyemo'nun “Rus kurum ve kişilerin, Ukrayna işgali nedeniyle getirilen Batı yaptırımlarını aşmak için Türkiye'yi kullanmaya çalıştıklarını” söylediği iddiası var... Rakamlardan hareket etmekte her zaman fayda görürüz... Haberturk.com Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Barlas dün sabah yayınında ifade etti: Rusya ile ticaretimizin toplam ithalatımız içindeki payı %17 imiş... İhracatımızın da %7-8'ini Rusya'ya yapıyormuşuz. Oradaki toplam yatırımlarımız da 2 milyar doların biraz üstündeymiş. Peki ya Avrupa ülkeleri?.. Barlas onların rakamlarını da açıkladı. İngiltere'nin, Rusya'daki yatırımlarının toplam büyüklüğü 41 milyar dolar... Hollanda'nın 47 milyar, İrlanda'nın 29 milyar, Lüksemburg'un 32 milyar, Almanya'nın 18 milyar, Fransa'nınki ise 19 milyar dolar imiş... Ortada en az 18 milyar dolarlık yatırım yapan Avrupa ülkeleri varken, Amerika'nın sopayı, toplam yatırımı 2 milyar dolar civarı olan Türkiye'ye göstermesi hiç de mantıklı görünmüyor... Bu 'ayar verme' çabasının gerçek nedenini başka yerde aramak lazım... Üstelik Yunanistan'a asker ve mühimmat yığdıkları, Suriye'nin kuzeyinde PKK ve türevlerini destekledikleri bir dönemde bu küstahlığa girişmelerinin üzerinde de ayrıca olunmalı... Gelelim yaptırım tehditlerine... Daha önce de konu etmiştik (Bkz. “Yaptırım yapınca yapılmış oluyor mu?”, 2 Nisan 2022, https://www.yenisafak.com/yazarlar/ali-saydam/yaptirim-yapinca-yapilmis-oluyor-mu-2062457)... Drextel Üniversitesi farklı ülkelere uygulanan küresel yaptırımlarla ilgili bir araştırma yapmış... Buna göre; 1950- 2019 arasında, ekonomik, politik, diplomatik vb. pek çok alanda toplam 1101 yaptırım gündeme gelmiş... Çin, Kuzey Kore, Suriye, Küba, Rusya, Irak, İran bu ülkelerde başı çekiyormuş... Yaptırımlar çoğunlukla şu gerekçelerle gündeme gelmiş: Demokrasi, özgürlük, insan hakları, basın hürriyeti... En çok yaptırımı ABD (yüzde 42) uygulamış... Onu, Avrupa Birliği (yüzde 12) ve Birleşmiş Milletler (yüzde 7) izlemiş... Peki sonuç? Hiç de arzu ettikleri gibi değil... Görülmüş ki yaptırımlarla hedeflediklerinin ancak yarısına kısmen, yaklaşık yüzde 35'ine de arzuladıkları ölçüde ulaşabilmişler... Biz ise bu konuda tecrübeliyiz... Bizzat yaşadık ki ABD ne zaman yaptırım uygulasa, o ülke abat oluyor... Bu durum bizim için de geçerli... Mesela 1974 tarihli Johnson mektubu... Bugünkü millî savunma sanayimizi biraz da o mektuba borçluyuz... O nedenle, Teşekkürler Amerika! Yap bunları ki hem millî bağımsızlık konusunda toplum konsolide olsun hem de senin gerçek yüzün iyice anlaşılsın... Bu arada Kılıçdaroğlu'ndan da “Seçilirsek bu firmalara biz de yaptırım uygulayacağız” açıklaması gelirse şaşırmayız doğrusu... Gözümüze takılanlar...
Türkiye'nin baskıcı ve keyfi bir yönetim olan istibdad rejimi ile idare edildiğini söylüyoruz. Bu rejim, sermaye sınıfına ve bu sömürücü sınıfın çıkarlarına dayanıyor. Hiç de söylendiği gibi milletin bekası için falan değil düpedüz bir avuç parababası, sermayedar ve tefecinin çıkarları için halkın ensesinde boza pişiriliyor. Örnekler saymakla bitmez. Ancak son dönemin birkaç olayını hatırlayalım. Ordu Sefaköy'de bulunan tek içme suyu ve tarımda kullandığı su kaynağının bir alabalık çiftliğine peşkeş çekilmesine karşı köylüler eylem yapınca jandarmanın sopasıyla karşılaşıyor. Bir basın emekçisi olayı görüntülemek isterken o da jandarma şiddetinden nasip alıyor ve basın özgürlüğü yok mu sorusuna “şu anda yok” cevabını alıyor. Kendine “kanun ordusu” diyen jandarmaya “hangi kanunda var bu” deyince de “kanunu aşağıda gösteririm” tehdidiyle karşılaşıyor. Günler sonra Erdoğan Ordu'ya geldi. Fındık taban fiyatlarını açıkladığı bir miting yaptı. Çiftçinin, iki-üç misline katlanan gübre, mazot ve girdi fiyatları karşısında en az 84 lira olmasını istediği fiyatı 54 lira olarak açıkladı. Erdoğan'a ve istibdad medyasına bakarsanız bu fiyat yüzleri güldürmüştü. Ama kimin? Çiftçinin yüzü gülmüyordu. Gülerek hatta sırıtarak ellerini ovuşturanlar ise fındık piyasasında alım tekelini elinde tutan meşhur uluslararası gıda endüstrisi şirketleri. Erdoğan aynı mitingde Ordu Fatsa'nın geçmişteki solcu, sosyalist Belediye Başkanı Terzi Fikri'yi de terörist ilân etmekten geri durmadı. Kelimesi kelimesine darbeci Kenan Evren'in sözleriyle konuştu. Terör dehşete düşürerek yıldırmak manasına gelir. Sonra Terzi Fikri'nin bir köylü mitingindeki konuşması düştü medyaya: “Bu soygun ve sömürü düzeninin beyleri, ağababaları, faizcileri, karaborsacıları bizleri yıllar boyu kendilerine köle etmişlerdir…” diyordu. Bu sözlerden kimin dehşete düşeceği belli, bu sözlerin sahibine terörist diyenin fındığın para etmemesinden, hayat pahalılığından, faizciden şikâyet eden köylüyü susturmak istediği de açık. Dediğimiz gibi örnekler saymakla bitmez. Ama bu devran dönecek. Öyle geçmişte çok gördüğümüz türden sermaye partilerinin miadını dolduranın gittiği taze olanın iktidarı devraldığı türden bir değişim dönüşümden bahsetmiyoruz. Cumhur İttifakı'nın gitmesinden, Millet İttifakı'nın gelmesinden, MÜSİAD'a karşı TÜSİAD'dan, birinin mafyasına karşı öbürünün çetesinden vs. medet ummuyoruz. Biz sermayenin orman kanunlarının karşısına sınıf mücadelesinin kanunlarıyla çıkacak olan işçi sınıfının iş, aş, hürriyet için yükselen mücadelesinden bahsediyoruz. Bu mücadele büyümeli, miting, yürüyüş, işgal, grev, direniş ve her türlü sınıf mücadelesiyle emekçi halk birleşmelidir! Sokakta da, işyerinde de, sandıkta da emekçi halkın sermayeden, emperyalizmden ve devletten bağımsız siyaseti kurulmalıdır. Memleketin başına diktatör seçmekle, istibdadın zincirlediği meclise figüran göndermekle değil, orman kanununa son verecek devrimci bir seferberlikle zincirsiz bir Kurucu Meclis'le hürriyete yürünecektir!
Komprador Burjuvazi'nin vitrindeki örgütü TÜSİAD, İsveç ile Finlandiya'nın stratejik müttefiki gibi! Ankara'ya “boş yapması” işte bundan dolayıdır. « MHP lideri Devlet Bahçeli, “Dışarıya Bağımlı” Büyük Sermaye zevatına şu tam isabet sözlerle çıkıştı: “TÜSİAD Başkanı, işi gücü bırakıp İsveç ve Finlandiya'nın yanında saf tutmuş... TÜSİAD'ın menşei nedir? Mensubiyet duyduğu ülke neresidir? Bari bir kez olsun, milli olsunlar!
TÜSİAD ve dünyadaki muadilleri fosil üretim tarzının temsilcileridir. Kürenin her tarafında fonksiyonları tıpkı Türkiye'de icra edildiği gibidir. Ekonomik aktör olmalarını yeni yorumlarla ön plana çıkarmaktansa siyasette kanaat önderi olmayı tercih ederler. Üzerine oturdukları fosil üretim tarzına sadakatleriyle, hayli muhafazakârlardır. Dönüşümü beceremez, direnir ya da çekinir veya korkar bu nedenle de eskiye sadık kalarak siyasetle pozisyonlarını korumaya çalışırlar. Tümü de başarısız ekonomilerde ya da başarısızlığından yana oldukları ekonomilerde varlıklarını sürdüren yahut sürdürmeye çalışan başarısızlardır. Çünkü başarılı ekonomilerde tarihin sayfalarına gömülmüşlerdir. Bakınız ABD örneğinde de siyaset, fosil sanayici birkaç çıkar grubunun çekiştirmesi veya baskısı altında uzun yıllar çelişkiler içinde kalmıştır. Fakat hepsi tarih olmuştur. Artık ABD'de, yeni ekonominin aktörleri kanaat önderliği yapmaktadır. Bilim, uzay, teknoloji tarafında etkin profiller yükselmektedir. Hem bunlar müstakilen başarılı oldukları ve olabilecekleri için siyasetle etkileşimleri de düşüktür. Türkiye'de aynı sosyoloji, Uğur Şahin Hoca'yı, Özlem Türeci Hoca'yı dahi siyasetin içine çekmek için var gücüyle çalıştı. Girmediler. Aziz Sancar Hoca'ya da aynı baskıyı yaptılar. Farklı bir örnek olacak ama Şener Şen'i siyasi yorum yapmadığı için linç etmeye kalkmış bir zihniyettir, TÜSİAD'ın temsil ettiği zihniyet. Tahmin ederim; Ayhan Sicimoğlu'nun siyaset konularıyla toplum önünde işi olmamasını şaşkınlıkla karşılayan bir anlayışa sahiptirler. Başarısını siyasete yaslamayanları anlayamıyorlar, havsalaları almıyor, çözemiyorlar. Onlar gibi olamıyorlar. Herhangi bir kariyer alanında siyasete yaslanmayan bir başarı olamayacağını düşünüyorlar. O yüzden de eski düzen sürsün istiyorlar. Bu zihniyetle de toplumdan karşılık bulamıyorlar. Hâlbuki dönüşseler, yeni ekonomiye adapte olsalar veya bu başlıktaki taleplerini dile getirseler, hatta topluma hak ettiği katma değeri sunmak, hak ettiği kalifiye iş kadrolarını açmakla ilgilenseler siyasetten de kamuoyundan da daha samimi destek alabilirler. Afgan mültecilere göre iş üretip artık farklı bir iş kültüründe, üretim tarzında var olmak isteyen Türk genci üzerinden siyaset yapmak biraz da iş dünyasının kendi başarısızlığıdır. Herkes şapkasını önüne koyup düşünecek. Ben istiyorum ki Türkiye'nin yeni dünyada yükleneceği rolde mevcut sanayicilerimiz önü çeksin. TÜSİAD önü çeksin, MÜSİAD önü çeksin yatırım yapabilecek durumda kim varsa o çeksin. Konuşacaklar, yeni ekonomi yatırımlarının önündeki engelleri konuşsun, bunları dile getirsin, bunları çözdürsünler. Türkiye'nin, eski dünyanın sorunlarına ayıracak ne zamanı ne de kaynağı var. Genç kuşakların da yerli Steve Jobsların (o da yerli gerçi-Malatyalı), TÜSİAD'ı ikame edeceği bir Türkiye'ye ihtiyacı var. Selçuk Bayraktar'a gençlerin ilgisini görmüyor mu, TÜSİAD? Kendisini sorgulamıyor mu? Selçuk Bayraktar'ın girişimciliğe getirdiği yeni soluğu, kendi ciğerlerinden daha kolaylıkla basabilirlerdi.
Diyarbakır'da gözaltına alınan gazetecilerden 16'sı tutuklandı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü soruşturma kapsamında 8 Haziran'da 20'si gazeteci 22 kişi gözaltına alınmıştı. Türk Demokrasi Vakfı'nın Ankara'da düzenlediği “Türk Demokrasi Vakfı; Yeniden” başlıklı toplantıya CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mansur Yavaş, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, Bülent Arınç ve Ertuğrul Günay gibi isimler katıldı. Toplantı salonuna giren Kılıçdaroğlu, pek çok kişiyle el sıkışırken Bülent Arınç ile el sıkışmadı ve kafa selamı vermekle yetindi. Gökçe Çiçek Kösedağı'nın sunduğu “Güne Bakış”da, eski TÜSİAD Washington Temsilcisi, George Washington Üniversitesi öğretim görevlisi Abdullah Akyüz ve iktisatçı Mustafa Sönmez ile Erdoğan-TÜSİAD arasındaki gerginliği konuştuk. Yayını izleyebilirsiniz: bit.ly/3OhWu0l
Ekonomik kriz gündemden düşmezken TÜSİAD ile hükümet bir kez daha karşı karşıya geldi. TÜSİAD'ın sert eleştirilerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Ey TÜSİAD" diye yanıt verdi. Ekonomide en çok tartışılan konu başka ülkelerden tarım için arazi kiralanması planı oldu. Türkiye, tarım için 10 ülkeden arazi kiralayacak... Ve bununla bağlantılı bir veri TÜİK'ten geldi. Tarım ürünleri fiyat endeksi yıllık yüzde 154,97 arttı... Gündemin tüm gelişmeleri Kısa Dalga Bülten'de...
Siyasete dair her şey, Türkiye'yi ilgilendiren her konu Konuşmak Lazım'da konuşuluyor. Konuşulmayanlar masaya yatırılıyor, uzman konuklar analizleriyle olaylara ışık tutuyor. Konuşmak Lazım'a bu hafta Terör ve Güvenlik Uzmanı Coşkun Başbuğ, Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Mehmet Metiner, Onur İste, Mustafa Kemal Çiçek konuk oluyor. DBP'li vekilin dokunulmazlığı kaldırılacak mı? Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan TÜSİAD'a sert tepki Vesayet merkezi TÜSİAD neden harekete geçti? TÜSİAD'ın değerlendirmesi siyasi mi, ekonomik mi? 6'lı masanın adaylık için anket formülü Yunanistan panikte. Ege'deki kriz nasıl aşılacak? Cüneyt Özdemir ile Konuşmak Lazım her çarşamba 20.45'te tvnet'te.
"TÜSİAD geç de olsa konuşmaya başladı. Çünkü artık ekonomiden demokrasiye sürdürülemez bir duruma gelindi" Murat Sabuncu'nun 16 Haziran 2022 tarihli yazısının seslendirmesidir.
"TÜSİAD heyeti dünden beri Ankara'da. Dün AKP Genel Başkan vekili Binali Yıldırım ile görüştüler. Endişelerini aktardılar. Ardından muhalefet liderlerini ziyarete başladılar" Murat Sabuncu'nun 8 Haziran 2022 tarihli yazısının seslendirmesidir. https://t24.com.tr/yazarlar/murat-sabuncu/tusiad-erdogan-in-politikasina-karsi-bayrak-acti-ankara-da-iktidarla-ve-muhalefetle-gorusuyor,35541
Saatleri ayarlama cephesi Sol 1990'lı yılları AB üyeliği hülyalarına dalarak geçirdi. 2000'li yıllarda bu hayaller bir bölüm solcuyu AKP'nin destekçiliğine kadar düşürdü. 2010 anayasa referandumuna verilen destek bunun doruğu oldu. 2010-2015 arası ise AKP'nin “petrol açılımı” peşinde harcandı. 2015'te ayaklar suya erdi. Devrimci İşçi Partisi'nin “Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet!” şiarı solda bu kadar çok yankılanıyorsa, bunun bir hikmeti var demektir. 1990'lı yıllarda yaşanan ağır krizleri (en önemlisi Susurluk'u) bir yana bırakalım. 2000'li yıllarda Tekel işçilerinin Sakarya seferinin, 2010'lu yıllarda ise Gezi'nin (2013), Kobani eylemlerinin (2014) ve “metal fırtına” olarak anılan büyük metal işçisi isyanının (2015) mücadele için ne büyük olanaklar yarattığını sol göremedi, daha doğrusu görmek istemedi. Hem Türk solunda hem de Kürt hareketinde düzen partilerinin düzenindeki çatlaklar politikanın tek biçimi haline gelmişti. 2013-2014-2015'te yaşanan bu fırsatlar heba edilince Türkiye bir gericilik dönencesine girdi. 7 Haziran 2015 seçimleri, daha önceki atılımın kuğu şarkısı oldu. AKP'nin yenilgisinin doğurduğu fırsatlar “barışçı çıkış” hayalleriyle harcandı. 20 Temmuz 2015'te patlatılan bombanın sadece Suruç'a değil bütün Türkiye'ye atıldığı, 10 Ekim'de Ankara'da Gar katliamı ile anlaşıldı. 2016 başarısız darbe yılı, 2017 OHAL altında “atı alan Üsküdar'ı geçti” uğrağı, 2018 “adam kazandı” aşaması oldu. Bütün bu dönem boyunca kısmi ve mevzii mücadeleler yaşandı elbette. Ama son dönemin karanlığını yırtamadı bunlar. 2022 başka türlü açıldı. Ocak ve Şubat ayları boyunca metalden petrokimyaya, tekstilden gıdaya, perakendeden kargoya, belediyeden sağlığa birçok sektörde işçiler ve kamu çalışanları, yani bir bütün olarak proletarya yaygın bir mücadeleye girişti. Bu, tek atımlık bir mücadele değildi, tekrarlanacaktır. Zira ardında işçi sınıfını ve bütün emekçileri sarsan, emeklileri çok ağır bir hayat memat sorunu ile karşı karşıya bırakan bir büyük ekonomik kriz var. 2021 sonuna kadar enflasyonu yüzde 19,99'da sabitleyen köyün yalancısı TÜİK bile artık yıllık tüketici enflasyonunun yüzde 70'e dayandığını itiraf ediyor. Bağımsız ölçüm yapan ENAG adlı kuruluşun ölçümü ise yüzde 150'nin üzerine çıkmış durumda. Hayat pahalılığı yakıyor kavuruyor. Çok ağır bir baskı mekanizması kurulmadıkça Ocak-Şubat aylarındaki yükseliş, bir kısa soluk almadan sonra yeniden bir atılım yapacaktır. Ve en önemlisi, bu genel bir harekettir, proletaryanın tamamının desteğini henüz alamasa bile onayını alıyor. İstibdad cephesi işçi sınıfı ve emekçilerin öfkesinin hedefi haline geliyor. Ama “altılı masa”da Ali Babacan oturuyor, masanın tepesinde TÜSİAD'ın ruhu dolaşıyor. Proletaryanın toplumsal hareketinin sosyalistler dışında bir politik ifadesi olması bugünün Türkiye'sinde mümkün değildir. Sosyalist hareketin bir atak yapması için ortam bütünüyle müsaittir. Seçimlere sadece bir yıl kaldı. Gün küçük hesaplarla, kısmi kazanımlarla geçiştirilecek gün değildir. Krize farklı bir çözüm önerisi temelinde berrak bir sınıf politikasının güdüleceği gündür. Sosyalist partiler sapasağlam bir ekonomik program temelinde, halkın acil sorunlarına ilişkin somut taleplerle, var olan siyasi çerçeveyi altüst edecek bir yönelişle, sermayeden, emperyalizmden, devletten bütünüyle bağımsızlaşmış bir sosyalist odak kurmak üzere bir araya gelmelidir. Türkiye solu saat ayarını yapmak zorunda. Gecikmeden, bir an önce, bir sosyalist masa kurulmalı!
Gündemin üst sıralarında yine ekonomik gelişmeler var. TÜSİAD'dan iktidarın yeni ekonomi modeline 'refah kaybına neden oldu' eleştirisi geldi. Merkez Bankası rekor kıran ev fiyatlarının son durumunu açıkladı: İstanbul'daki artış yüzde 100'ü geçti. Yüksek Hızlı Tren'e dört ayda üçüncü zam geldi. Gündemin tüm gelişmeleri Kısa Dalga Bülten'de...
Gündem Politika'da Erdi Tütmez'in konuğu Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat. Erdi Tütmez ve Fatih Polat, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ukrayna ve Rusya savaşında iç politika yönelik hamlelerini ve Özbekistan ziyareti dönüşü asgari ücret açıklamalarını, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneğinin (TÜSİAD) toplantısını değerlendirdi. Gündem Politika her pazartesi ve perşembe Evrensel'de.
Türkiye'nin ekonomisine kim hâkim? Millet iradesi mi? Hayır! Küresel irade yani TÜSİAD hâkim. Küresel kapitalist sistemin sözcüsü, gözcüsü ve hizmetçisi TÜSİAD.
Son ekonomik türbülans esnâsında ana muhalefet lideri Sayın Kılıçdaroğlu'nun çıkışı beni acı acı gülümsetti. Kılıçdaroğlu derhâl ve düşünmeden TÜSİAD'ı aramış ve hükûmete karşı âcil eylem geliştirmesini istemiş. Çok yazıldığı için kısaca değinip teferruatlara girmeyeceğim. Evet, böyle yaparak Sayın Kılıçdaroğlu bir bakıma halefi olduğu merhum Ecevit'in 1979'da aynı kuruluş tarafından nasıl düşürüldüğünü hiç dikkâte almamış oldu. Veyâ, tam aksine bu kuruluşun sicilini çok iyi hatırladığı için, 1979'da Ecevit'e yapılanları bu defâ Sayın Erdoğan'a karşı geliştirmesini istedi. İki ihtimâlden hangisi geçerli olursa olsun eş derecede sakat olduğu hemen anlaşılıyor. Eğer Kılıçdaroğlu, TÜRK-İŞ, DİSK vskuruluşlarla temâs etmiş olsaydı, sol partilere de bu yakışır deyip elbette yadırgamayacak, hattâ saygı duyacaktık. Ama anlaşılıyor ki bu ihtimâl Sayın Kılıçdaroğlu'nun aklına bile gelmedi.
TÜSİAD, Komprador Burjuvazi'yi temsil eder. Batılı devletlere tüm hücreleriyle bağlı “Büyük Sermaye” sınıfının vitrindeki örgütüdür. ê 28 Şubat döneminde, Generaller Yargı'dan Medya'ya kadar çoklarına “Brifing” attırırken... Cuntanın assolisti Orgeneral Çevik Bir ile onun Genelkurmay'daki J Başkanlarına Brifing veren ise TÜSİAD idi! Aslında... Tek başına bu örnek bile, Askeri Vesayet'in Kompradorların yani egemen sermaye sınıfının emrinde ve komutasında olduğunu göstermeye yetiyordu. DÜNDEN BUGÜNE Şu sıralar, TÜSİAD'ın Yeni Ekonomik Modeli hedef alması da derin hesaba dâhil bir kontra ataktır. Yani? Transatlantik Cephesi, İçerideki Batıcı Burjuvazi'yi bir kere daha “Ekonomik Saldırı” ile görevlendirmiştir. Önceki gece dolarda yaşanan Sert Düşüş ise Komprador Burjuvazinin medyadaki hem John Yoldaş, hem de Truva Yandaş leşkerlerini pek üzdü! ê Dolar düştükçe... Halk TV ekranındaki Şirin Payzın'ın boğazı düğümlendi, gardı dağıldı, morali sıfırı tüketti... Bir gece “Ansızın” gelen düşüş, Nagehan'da ise taşikardiye yol açmış olabilir! ê Taraf'tar ROK, 140journos'taki belgeselde Sarı-Kırmızılı eşofmanıyla “meşhur ekonomist!” pozlarında illüzyon için sahneye çıkarıldığından dolayı zaten raporludur. “Sıfırcı Hoca” lakaplı yazar Kurthan Fişek merhum; “Otur Sıfır” demeyi dahi çok gördüğü Erdal İnönü gibi siyasiler için “Raporlu!” notu düşüp geçerdi.
Bu programda yalan da yok algı da! Gündem masaya yatırılıyor, arka planlar detaylıca analiz ediliyor. #NetBakış'a bu hafta Güvenlik Politikaları Uzmanı Mete Yarar, Gazeteci Yazar Nedim Şener, CHP 26. Dönem Milletvekili Prof. Dr. Aytuğ Atıcı ve Eski Devlet Bakanı Dr. Masum Türker konuk oluyor. ◾ Erdoğan'ın mesajları sonrası #Dolar kurunda düşüş yaşandı ◾ #TürkLirası mevduatları için yeni düzenleme ◾ Ekonomide kararlaştırılan yeni adımlar ve asgari ücret ◾ #TÜSİAD neden 'Rant Ekonomisi'ni savunuyor? ◾ TÜSİAD yeni #ekonomi modelinden rahatsız mı? ◾TÜSİAD ve Kılıçdaroğlu ne görüştü? ◾ Siyasette #2023'ün yol haritası #ekonomimodeli #asgariücret #döviz #kur #zam #gündem #siyaset #politika #haber Serhat İbrahimoğlu ile #NetBakış her Pazartesi 20.45'te #TVNET'te.
Gündem Politika'nın bu bölümünde Çağrı Sarı'nın konuğu Evrensel Yazarı Nuray Sancar. Çağrı Sarı ve Nuray Sancar, 2022 yılı asgari ücretinin belirlenmesinin ardından AKP hükümetinin asgari ücret için uygulayacağını açıkladığı vergi istisnasını, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın TÜSİAD ile yaşadığı kavgaya varan gerilimi ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde başlayan yeni dönemi değerlendirdi. Gündem Politika her pazartesi ve perşembe Evrensel'de.
28Şubat öncesini bir kenara bıraksak bile TÜSİAD gibi bağımlı yapıların Türkiye'ye savaş açmaktan asla geri durmayacağı her gerilimde ortaya çıkıyor. 28 Şubat'ta bankalara, sermaye gruplarına ve basın dünyasına aşağı yukarı aynı merkezler hükmediyordu ve bunun bedelini Türk milleti ödeyecekti. Kirli ilişkiler bir ağ içinde kurulmuştu. Bu ağ devletin en hayatî kurumlarına tepeden hükmediyor ve derin bir umutsuzluk yaratıyordu. Örneğin en ağır bedeli teröre karşı mücadelede ödemiştik. İlişki ağları hiçbir zaman dağılmadı ama zaman içinde geriye çekilmeyi de bildiler. Gezi Kalkışması, 17-25 Aralık Darbesi, 15 Temmuz Darbe ve İşgal Girişimi gibi öne çıkan hadiselerde çok açık bir şekilde yer aldılar fakat oynadıkları rol sınırlı düzeyde gündeme geldi. Bu olayların öncekilerden farkı muhafazakâr grupların sürece aktif katılımıdır. TÜSİAD üyelerinin kimi muhafazakâr gruplarla geçmişte kurduğu ilişkiler derinleşmiş, daha üst örgütlü dayanışma ortaya çıkmıştı. MUHAFAZAKÂRLAR AVRUPAMERKEZCİ İLİŞKİ AĞLARINA DÂHİLDİR Büyük sermaye grupları genel olarak TÜSİAD çatısı altında bir araya gelmişti ve bu yapı Avrupa'nın ihtiyaçlarına göre şekillenmişti. Bu bir bağımlı yapı örneğiydi ve Avrupamerkezci bir anlayışa göre şekillenmenin olumsuz sonuçları özellikle millî meselelerde ortaya çıkıyordu. Hâlbuki büyük bir zihniyet dönüşümü vardı. Gayr-i millîlik vasfını etnik ya da dinî aidiyetlere göre belirlemediğimi özellikle ifade etmek isterim. Bu durum yerlilik ve millîlik kavramları için de geçerlidir. Sermaye gruplarının gayr-i millîlik vasfı, yapısal bir durumdur. Avrupamerkezcilik, ilişki ağları şeklinde karşımıza çıktı. Muhafazakâr liberaller de zamanla bu ilişki ağlarının etkili bir üyesi oldu. Bu ağların içinde yer alan unsurları etnik ve dinî aidiyetlerine göre ayırt etmek neredeyse imkânsızdır. Dâhil oldukları ilişki ağları onların vasıfları üzerinde belirleyicidir.
Günaydın. TÜSİAD "genel kabul görmüş iktisat bilimi kurallarına dönülmesi" çağrısı yaptı. Ermenistan ve Türkiye özel temsilcileri atadı. Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson eleştirilerin ardından seçmenlerini kaybetmeye başladı. Bugünün bülteni Wainer destekleriyle ulaşıyor. Fotoğraf: Felat Bozarslan / DW
Pankartlara, bayraklara, dağa, taşa “Hak verilmez alınır!” yazmanın zamanı Kasım'da mecliste bütçe tartışmaları… Aralık'ta asgari ücret pazarlıkları… İki perdeli tiyatro. Başı da sonu da belli. 3600 ek gösterge bu yılın bütçesinde yok. EYT'lilerde bilmem kaçıncı kez Erdoğan talimat verdi ama yine somut bir adım yok. Seçime kadar beklentileri yükseltmek derdindeler. Asgari ücrette de en fazla pansuman yaparlar. Gerçek enflasyonun yüzde 44 olduğu yerde TÜİK yüzde 19 resmi enflasyon açıklarken yapacakları zam oranının işçinin kaybını dahi karşılamayacağı belli. İktidardakilerin işçinin emekçinin derdine derman olmak gibi bir dertleri yok. Niyetleri olsa Demirören'den 750 milyon dolar kredi borcunu tahsil ederler, patronların vergi borçlarını silmekten vazgeçerler, devlet bütçesinden müteahhitlerin kasasına giden hortumu keserler. Yabancı sermayeye, gelin burada işçi çok ucuz diye reklam kampanyası yapmazlar. Erdoğan esiyor gürlüyor ama patronlara hiç dokunmuyor! Patronlar dokunsanız ağlayacak haldeler. İstanbul Sanayi Odası Başkanı bir demeç vermiş dokunmadan ağlamış: “Huzur ve sadakatle çalıştırdığımız işçiyle aramıza enflasyon girebiliyor. Son günlerde sanayicinin çok kazandığı ve bu kazancı da çalışanla paylaşması gerektiğine dair bir söylem dolaşıyor. Bu söylem çok tehlikeli.” Patronlar biliyor, Erdoğan zengini sever… Zenginin halinden anlar. Erdoğan ve iktidarı, ekonomide pansumanla, din ve inanç sömürüsüyle, hamasetle oy peşinde. Yıllarca halktan alıp patronları ve yandaşlarını besledi ve hâlâ halktan kendisine sadakat beklemekte. Sınıf mücadelesinin yükselmesi en büyük korkuları. Bu yüzden tüm söylem ve eylemleriyle kardeş kavgasını körüklemekte. Oysa kardeş kavgasını önlemenin tek yolu sınıf mücadelesini yükseltmekte. Patronlar da Erdoğan gibi işçiden emekçiden sadakat bekleme yüzsüzlüğünde. İşçi emekçi için ise artık bıçak kemikte. Yaraların pansumanla kapanacak durumu yok. Kimsenin iktidarın vaatlerine kanacak da patronların timsah gözyaşlarına acıyacak da hali yok. “Çalıştırdığımız işçiyle aramıza enflasyon girdi” diyen İSO başkanını korkutan dalga dipten yüzeye çıkıyor. Direnişlerden grevlerden yükselen sloganlar arşa çıkıyor: İşçiler açken patronlara huzur yok! Patronların iktidarı için de öyle… TÜSİAD'ı, MÜSİAD'ı TOBB'u hepsi bir yandan ağlıyor bir yandan da muhalefete mesaj verip Erdoğan'a aba altından sopa göstermeyi ihmal etmiyorlar. Kılıçdaroğlu da 29 Ekim filmi yayınlıyor. Vehbi Koç'un Ankara ahalisinin çatılarındaki kiremitleri ucuza toplayıp meclisi kazıklayarak zengin olma hikayesini milli kahramanlık olarak pazarlayıp selamını çakıyor. Değil mi ki onlar da zengini sevenlerden, zenginin halinden anlayanlardandır… Hem çalıyorlar hem de minnet bekliyorlar. İşçi ve emekçinin, patronlardan, patronların iktidarından ve dahası patronların muhalefetinden de bekleyeceği bir şey yoktur. İşçiden emekçiden patronlara da patron partilerine de sadakat beklemeyin boşuna. İşçi emekçi çoluğuna çocuğuna, ailesine, komşusuna, birlikte çalıştığı iş arkadaşına sadakat gösterecek! Sınıfını bilecek sınıfına sahip çıkacak. Sömürücüler, parababaları, asalaklar sizden bir şey bekleyen sizin gibi olsun! Pankartlara, bayraklara, dağa, taşa “Hak verilmez alınır!” yazmanın zamanıdır. Hakkımızı söke söke alacağız! Direnişse direniş! İşgalse işgal! Grevse grev! Siyasetse siyaset: Sınıf siyaseti!
"Ekonomi Tıkırında"nın 140. yayınında Sedat Pişirici, Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği'nin (TÜSİAD) önde gelen isimleri ve yetkililerinin, mevcut ekonomik sıkıntılardan neden şikayet etmemesi gerektiği sorusunu, geçmişten örnekler vererek cevapladı.
Siyasete dair her şey, Türkiye'yi ilgilendiren her konu Konuşmak Lazım'da konuşuluyor. Konuşulmayanlar masaya yatırılıyor, uzman konuklar analizleriyle olaylara ışık tutuyor. #KonuşmakLazım'a bu hafta Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Mehmet Metiner, Güvenlik Uzmanı Coşkun Başbuğ, Avukat Pınar Hacıbektaşoğlu ve Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Atik Ağdağ konuk oluyor. ◾ 10 büyükelçinin hadsizliği ◾ #TÜSİAD yine 'ayar verme' peşinde! ◾ ABD - #Yunanistan anlaşması ve Türkiye'nin tutumu ◾ Batı Türkiye'nin iç hukukuna neden müdahale ediyor? ◾ Büyükelçilerin skandal çağrısının arka planında ne var? ◾ 28 Şubat zihniyeti yine devrede mi? ◾ #Kılıçdaroğlu bürokratları tehdit mi etti? Cüneyt Özdemir ile #KonuşmakLazım her Çarşamba 20.45'te #TVNET'te.
Murat Kubilay, "Herkes İçin Ekonomi" programının 104. bölümünde, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği'nin (TÜSİAD) toplantısını değerlendirdi.
Ağır Ekonomi'de Prof. Dr. Haluk Levent ve Prof. Dr. Öner Günçavdı, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği'nin (TÜSİAD) açıkladığı "Geleceği İnşa Raporu" üzerinden Türkiye'de geleceğin nasıl inşa edilebileceği üzerine konuştu.
TÜSİAD'dan “Geleceği İnşa” raporu “TÜSİAD raporu hegemonya eksikliğini doldurmayı amaçlıyor” Acemoğlu: Diktatörler kendi başlarına gitmiyor Kılıçdaroğlu: Evet, mafyatik ilişkiler içine girenleri, tehdit ediyorum AİHM Cumhurbaşkanı'na hakaret davasında ihlal buldu, hukukçular 'bütün davalar düşmeli' diyor Cumhurbaşkanının maaşı 100 bin liranın üzerinde Gündemi en sade haliyle öğreneceğiniz Kısa Dalga Bülten her sabah yayında...
İstibdad hem baskıcı hem pahalı bir rejim İstibdad rejimini en genel ifadeyle baskıcı ve keyfi yönetim olarak tanımlıyoruz. Buna son derece pahalı bir rejim olduğunu da eklemek lazım. Yıllarca liberallerden Kamu İktisadi Teşekküllerinin (KİT) devletin sırtında bir kambur olduğunu dinledik. AKP'li yıllar özelleştirmelerin rekor kırdığı yıllar oldu. Güya devletin sırtından KİT kamburunu attılar ama bu sefer milletin sırtına iyice binen sermayenin kendisi oldu. “Devlet don üretmez” liberal sloganıyla başlayan serüvenin sonunda artık devlet sadece giysi, ayakkabı değil, Tekel'in peşkeş çekilmesiyle içki, sigara, tuz da üretmiyor… Dahası petrol de rafine etmiyor, telefon hizmeti de vermiyor, elektrik dağıtımı da yapmıyor, fabrika zaten kurmuyor ama artık köprü, yol, baraj, hastane de inşa etmiyor. Hepsi özelleştirildi! Eğitim ve sağlık bile elden gitti! “Ödediğiniz vergiler size yol su elektrik olarak dönecektir” sloganıyla toplanan vergilerin döndüğü falan yok, çünkü özel taşeron şirketlere kâr ve rant olarak akıp gidiyor. Erdoğan'ın konuşmalarında prompterden okuduğu bilmem kaç bin kilometre duble yol yaptık, şu kadar köprü bu kadar viyadük, şu sayıda şehir hastanesi bu sayıda bilmem ne diye saydığı listenin tamamının parası, geçiş garantisi, hasta garantisi, kredi garantisi vb. ile emekçi halkın cebinden çıktı ve çıkmaya da devam ediyor. Türkiye'de toplanan vergilerin yüzde 60'ı kaynaktan kesiliyor yani ücretli emekçiler daha maaşları bankaya yatmadan uçup gidiyor. Şirketlerden alınan kurumlar vergisi ise devletin vergi gelirinin sadece yüzde 33'ü. KDV, ÖTV vb. yükü de emekçi halkın sırtında… Vatandaşın vergi borcu olduğunda şahin gibi atılan devlet, patronların vergi borçları söz konusu olduğunda pamuk gibi oluyor. Beşli çetenin 9,5 milyar lira vergi borcunu tek kalemde sildiler. En son haberde bir cumhurbaşkanı kararı ile “Milletin …” diye küfreden Mehmet Cengiz'in kuracağı tesise; gümrük vergisi muafiyeti, KDV istisna ve iadesi, vergi indirimi, SGK işveren primi desteği, gelir vergisi stopaj desteği, azami nitelikli personel desteği, enerji tüketim harcamalarına %50 enerji desteği ve yatırım yeri tahsisi teşviği sağlanmış. Sonra neden Türkiye en pahalı elektriği, en pahalı mazotu en pahalı (ve en yavaş) interneti kullanıyor? Çünkü TÜSİAD'ı MÜSİAD'ı beşli çetesiyle özel sektör ama bilhassa da istibdad rejiminin kendisi doymak bilmiyor. Liberaller devleti küçülteceğiz demişti. En önde de AKP geliyordu. Şimdi istibdad rejiminin bekası için en büyük birimi tüm işi hakkını arayan işçiyi, emekçiyi, kadını, genci dövmek olan Çevik Kuvvetten müteşekkil devasa bir polis teşkilatı besliyoruz. Havuz medyasından paralı trollere kadar devasa bir propaganda makinesini yine halk olarak biz besliyoruz. Dünyanın en çok kamu ihalesi alma rekorunu elinde bulunduran beşli çete, istibdad rejimine iliştirilmiş bir tür partili sermayedir. Bu sermaye gruplarının patronları muazzam bir kişisel servet edinmiş olsalar da asıl işlevleri istibdad rejiminin siyasi olarak finansmanını sağlamaktır. Bu rejim o kadar pahalı ki Cumhurbaşkanı'nın milyarlarca liraya çıkarttığı örtülü ödenek yetmiyor. Erdoğan'ın sürekli seçim ekonomisinin finansmanı düşük faiz politikası ile finanse edilirken bunun Merkez Bankasına maliyeti 128 milyar doların buharlaşması oldu. Doğan medya grubunun havuza katılması ise Ziraat Bankası'ndan Demirören'e peşkeş çekilen 750 milyon dolara mal oldu. Bu ülkede yalan dinlemek bile bedava değil! İstibdad rejimi Türkiye'nin emekçi halkı için tam anlamıyla bir “kendi paramızla rezil oluyoruz” durumudur. Meydanlarda “Kahrolsun istibdad yaşasın hürriyet!” diye haykırırken sadece düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmuyoruz, emekçi halkın küçülen ekmeğinin, milletin yağmalanan birikimlerinin de hesabını soruyoruz.
Türkiye'de işsizlik ve yoksulluk at başı gidiyor. Geçen hafta mafyayı besleyen damarın işsiz ve eğitimsiz gençler olduğunu anlatan Sedat Pişirici, bu hafta Ekonomi Tıkırında'nın 123. yayınında da Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK), “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması”nın sonuçlarından hareketle memleketteki yoksulluk ve yoksunluk ile bundan yakınan TÜSİAD'ın tavrını değerlendirdi.
Sungur Savran: TÜSİAD'ın kuruluşunun 50. yılı: İşçi düşmanlığı üreten fabrika DİSK modern Türkiye tarihinin en özgür ortamının evladıdır: 1960'lı yılların. TÜSİAD ise sıkıyönetim çocuğudur. Türkiye'nin iki ana modern sınıfının genetik kodunu daha iyi anlatan bir simgesel karşılaştırma bulmak zordur. Bu yazı, kuruluşunun 50. yıldönümü vesilesiyle TÜSİAD'a ilişkin kısa bir değerlendirme yazısı. Neden bu iki örgütü karşılaştırarak başladık? Yalnızca bu iki örgüt bu topraklarda modern toplumun iki ana sınıfının tarihi çıkar ve eğilimlerini en arı, en saf biçimde ortaya koymuş oldukları için değil. (Bu söylediğimiz DİSK için sadece 1980'e kadar geçerlidir.) Aynı zamanda, bu örgütlerin kuruluşları dahi birbiriyle sıkı bir bağ içinde olduğu için. TÜSİAD'ın tarihi henüz yazılmadı. Türkiye'nin genç Marksist aydınları, artık “ithal ikamesinden dış pazara dönük sermaye birikimine geçiş” veya hep aynı kalan, hiç değişmeyen bir “askerî vesayet” türü basmakalıp analizlerden kurtulup gerçekten bu ülkenin ve en başta sınıf mücadelelerinin tarihini somut olarak anlamaya giriştiklerinde bu tarih TÜSİAD'ın kendi kaleme aldığı, kendini göklere çıkardığı bir resmî tarih olmaktan çıkacak. Bu Marksist tarihin çok önemli bir boyutu, o gün geldiğinde hâlâ tanıklar ve belgeler kaldıysa, yani çok geç kalınmadıysa, TÜSİAD fikrinin ne zaman doğduğunu ve ne zaman perçinlendiğini ortaya koymak olacak. Zira TÜSİAD'ın kendi resmî tarihi hep 2 Nisan 1971 sonrasını anlatıyor, kendi ideolojisinin at gözlüğünden. Oysa biz bu örgütün ön tarihinin, yani kuruluşuna giden sürecin başını ve gelişimini çok önemli buluyoruz. Çağdaş uygarlık = Askerî diktatörlük, işkence, idam? 1950'li ve 60'lı yıllarda palazlanan, 1971'den sonra “bir iktisadi sınıf olarak serpilen” Türkiye büyük burjuvazisinin TSK ile en temel ortak yanı, iki kurumun sınıfsal karakter bakımından kader ortaklığıdır. TÜSİAD burjuvazinin sınıfsal oluşumunu berraklaştırmak ve ülkenin gelişmesine damga vurmasını sağlamak için kurulmuştur. TSK ise bütün devlet kurumları gibi zaman içinde bütünüyle büyük burjuvazinin çıkarlarını savunmak üzere şekil kazanan burjuva devlet aygıtının sınıf hâkimiyeti bakımından en büyük teminatıdır. Türk solunun, TÜSİAD'ı “serbest piyasa ekonomisi” gibi sıradan suçlamalar temelinde algılayan, TSK'ya ise olmadık tarihî misyonlar atfeden çoğunluğu işte bu yakınlığı bir türlü anlayamamıştır. TÜSİAD ile TSK'nın son zamanlara kadar her belirleyici dönemeçte kol kola girmesi, TÜSİAD'ın sadece ekonomiyi değil, aynı zamanda devleti biçimlendirme misyonunun bir ifadesidir. TÜSİAD'ın gizli anayasası TÜSİAD'ın resmî tarihinden söz ettik. Oysa gerçek tarihi bambaşka gelişti. Bunun örneklerini vermeden önce TÜSİAD'ın tüzüğü dışında bir de gizli anayasası olduğunu hatırlatmamız gerekiyor. “‘Türkiye'de iktidarda kim olursa olsun, ülkenin yüzünün batıya dönük olmasını temin etmek, AB ile tam üyelik sürecinin gereklerini yerine getirmek, piyasa ekonomisinin tüm kurum ve kurallarıyla egemen olduğu, laik-demokratik, dışa açık bir Türkiye için çalışmak zorundadır,' demiştik. Bu değerlendirme, bir anlamda, partilerden ve siyasal görüşlerden bağımsız olarak gördüğümüz, Türkiye'nin ‘ulusal ideallerinin' tarifi olarak da kabul edilebilir.” TÜSİAD'ın genetik kodu Ama şunu kesinlikle biliyoruz. TÜSİAD Batı emperyalizmi yanlısı gizli anayasasından vazgeçse bile, genetik koduna 12 Mart sıkıyönetimi tarafından yazılmış öteki doğum lekesinden hiçbir zaman kurtulamayacaktır. Her zaman işçi düşmanı olacak, her zaman ihtiyaç olduğunda işçi sınıfına karşı TSK'nın baskı gücüne başvurmayı isteyecektir. Zira TÜSİAD büyük burjuvazinin demokrat gülücüklü zorba sınıf örgütüdür.
MİGROS’un Kocaeli-Şekerpınar’daki deposunda çalışan işçiler, taşeron firma US-Grup tarafından işten çıkarıldılar. US-Grup’un patronu Veysel Cingöz, MİGROS mağazalarında örgütlü Tez-Koop-İş Sendikası’nın eski genel başkan yardımcısı! İşçiler haklarını aramak için MİGROS’un yönetim kurulu başkanı ve TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan’ın evinin önünde seslerini duyurmaya çalıştılar. Ama Erdoğan’ın hükümetinin İçişleri Bakanı’na bağlı Beykoz Kaymakamı, mahallede toplantı ve gösteriyi yasakladı. Erdoğan 22 yıl önce AKP’yi kurmak için yola çıkarken “dostum” dediği Özilhan ile yemek yemiş, o günden bu güne Özilhan’ın TÜSİAD toplantılarındaki eleştirileri yüzünden atıştıkları da olmuştu. Ama işçiler haklarını aramak için Özilhan’ın kapısına dayandığında eski “dost” tavrını Özilhan’dan yana koydu. Sedat Pişirici, Ekonomi Tıkırında’nın 112. yayınında, bu ibretlik süreci değerlendirdi.
Hakkı Özdal ve Bahadır Özgür ile İki Satır: TÜSİAD'ın 'muhalefeti' ve Türkiye'nin yönü by Medyascope
Ekonomi daha ne kadar kötüleşecek? TÜSİAD'ın açıklamalarının anlamı nedir? Son Tahlilde'de Onur Öncü'nün konuğu Ekonomist Ozan Gündoğdu. Gündoğdu: “Ekonomi yönetimlerinin yapabileceği en başarılı iş, beklentileri doğru yönetmek. Şu anda bizim hükümetin yaptığı en kötü iş ise beklentileri son derece yanlış yönetmek ve güven vermemek. 19,20,21 mart'ta ne gördük? Yiğit Bulut'un TV'ye çıkıp güven telkin eden konuşmalarını gördük. Kimse inandı mı? İnanmadı. Çünkü ‘dolar 3 TL'nin üzerine çıkarsa yüzüme tükürün' diyordu...”
Başyazı: Sermayeye ve emperyalizme reform, emekçi halka acı reçete Aylardır Erdoğan'ın reform vaadi konuşuluyor. Bu vaadin içeriğini halk öğrenmiş değil. Çünkü adı “reform” konmuş olan bu politikalar dışarıda emperyalist merkezlerle içeride de sermayenin örgütleriyle müzakere ediliyor. Reform için AKP iktidarının görüşmediği patron örgütü kalmadı. Artık iyice ayıp olacağını düşünmüş olacaklar ki sonunda Türk-İş başkanını da saraya çağırdılar. Ergün Atalay o görüşmede bir rapor sunmuş, özellikle de ücretsiz izin uygulamasının sendikalaşmaya karşı suistimal edildiğini söylemiş. Erdoğan'ın ne dediğini açıklamıyorlar ama biz Karaman'da sendika üyesi oldukları için ücretsiz izne çıkarılan Türk-İş üyesi Döhler işçilerinin üzerine polisi salmasından ne yaptığını görüyoruz. İşçiye reva görülen bu muamele, Amerikan ve Avrupalı emperyalist sermayeye Türkiye'yi ucuz işçi cenneti olarak pazarlama vaadinin, yani ekonomide reform sürecinin bir parçası. Hâlihazırda yabancı sermayeli şirketler Systemair HSK (İsveç), Baldur (İspanya), Döhler (Almanya) Erdoğan'ın lütfu olarak ücretsiz izin saldırısını sürdürüyor. MESS'e bağlı General Electric (ABD) ve Schneider (Fransa) işçilere karşı Erdoğan'ın grev yasağı tehdidini arkasına alarak sefalet zamları dayatıyor. Cargill'de 1.000 gündür haklılıklarını mahkemelerde de kanıtlamış olan ülkenin işçilerine karşı Amerikan sermayesinin yanında yer alan iktidar bu tutumuna reform sürecinde de işçileri gözaltına aldırarak devam ediyor. Patronların, Erdoğan'ın istibdadını arkasına alarak işçi sınıfının örgütlenmesine yaptığı saldırılar, emekçi halkın geneline yönelik daha büyük saldırıların habercisidir. TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD ve TESK'ten oluşan patronlar koalisyonu ortak bildirilerinde “öncelik fiyat istikrarı olmalı” diyerek bu saldırının planını iktidarın eline veriyor. Kulağa hoş gelen “fiyat istikrarı” kavramı zehirli bir şekerdir. Nasıl patronlar “yapısal reform” dediğinde aslında “işçinin kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesini” ve “esnek çalışma dayatmalarını” kastediyorsa, “fiyat istikrarı” da iktidara “yüksek faiz politikasına, borçlanmaya ve yerli yabancı tefecilere faiz ödemeye devam et, işsizlik sorunuyla uğraşma” demektir. Patronlar bunu ücretsiz izinlerle birlikte işsizler ordusunun 10 milyona dayandığı, çalışmaya hazır nüfus içinde dört kişiden birinin işsiz olduğu bir ortamda söylüyor. “Fiyat istikrarı” deyince hiç değilse pahalılık olmayacak diye düşünmeyin. Patronlar aynı bildirilerinde fiyatların piyasada serbestçe belirlenmesini şart koşuyor. Yani gıda fiyatları emekçi halkın mutfağını yangın yerine çevirmişken “bırak yansın” diyorlar! İşte Erdoğan ve AKP'nin sermayenin çıkarlarına ve emperyalizme hizmette reform siyasetinin iç yüzü budur. Reform dedikleri emekçi halka dayatılacak acı reçetenin renkli ambalajıdır. Oysa acı reçeteyi hak eden, krizin faturasını ödemesi gereken krizi yaratan patronlardır. Ekmek ve hürriyet isteyen emekçi halk kendi taleplerini kendi gücüyle elde etmek zorundadır. Bunun için mahallelerden okullara, iş yerlerine ve fabrikalara her düzeyde örgütlenmekten başka yol yok. İstibdadın sermaye ve emperyalizme dost, emekçi halka düşman reformlarına karşı işçi sınıfının öncülüğünde devrimci bir sınıf siyaseti gerek. Devrimci İşçi Partisi, ekmek ve hürriyet için işçileri, emekçileri, kadınları ve gençleri işte bu siyasete ve örgütlenmeye çağırıyor!
DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR1522 - Rodos'un Osmanlı Donanmasınca fethi.1774 - Osmanlı padişahı III. Mustafa öldü. I. Abdülhamit tahta çıktı.1774 - Pugaçov İsyanı: Kazak isyan önderi Pugaçev, idam edildi.1793 - Vatana ihanetten suçlu bulunan Fransa kralı XVI. Louis, giyotinle idam edildi.1899 - Opel ilk otomobilini üretti.1908 - New York Belediyesinin aldığı bir kararla, kadınların toplum içinde sigara içmeleri yasaklandı.1925 - Arnavutluk Cumhuriyeti ilan edildi. 2006- Kosova Bağımsızlığının önderlerinden İbrahim Rugova vefat etti. TÜRKİYE'DE YAŞANANLAR 1580- İstanbul Rasathanesi bir gecede yıkıldı. Ünlü astronomi bilgini Takıyüddin tarafından kurulan rasathane Türkiye'nin ilk rasathanesi idi. Sokullu Mehmet paşa'nın emriyle Tophane bayırında yapılmıştı. Ancak rasathanenin ömrü çok kısa oldu. zamanın şeyhülislamı Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi'nin gökyüzünü incelemenin uğursuzluk getireceğini söylemesi üzerine kaptanı derya Kılıç Ali Paşa'ya verilen bir emirle rasathane 21 Ocak 1580'de bir gecede yok edildi.2010 - Ümit Boyner, TÜSİAD'ın yeni Başkanı seçilerek, TÜSİAD'ın tarihindeki ikinci kadın Başkanı oldu.2012 - Türkiye'de ilk yüz nakli gerçekleştirildi. SANATTA BUGÜN 1961- Saraçhane Tiyatrosu açıldı. İlk olarak Cevat Fehmi Başkut'un Hacıyatmaz oyunu sahnelendi.BUGÜN DOĞANLAR 1738 Amerikalı çiftçi, iş adamı, Amerikan Bağımsızlık Savaşı kahramanı, filozof, yazar ve politikacı Ethan Allen dünyaya geldi.1905 - Fransız moda desinatörü Christian Dior doğdu. 1989 Türk basketbolcu Doğuş Balbay, dünyaya geldi. Kendisinin 32. yaşını buradan kutluyoruz.BUGÜN ÖLENLER1774 Osmanlı'nın 26. Padişahı III. Mustafa vefat etti.1924 Sovyet Devrimi'nin mimarı Vladimir İliç Lenin hayatını kaybetti.1983 Türk yazar Kemal Bilbaşar hayatını kaybetti.2013 Türk bilim insanı, jeofizik mühendisi ve eğitimci "Deprem Dede" olarak bilinen Ahmet Mete Işıkara 21 Ocak'ta hayatını kaybetti.
Türkiye’deki iç ve dış politika, ekonomi gelişmelerini değerlendiren Zülfikar Doğan, iktidar ve muhalefetin karşılıklı suçlamalarıyla artık siyasette darbecilik iddiasının sıradanlaştığını, ucuzladığını söyledi.Mecliste Dışişleri bütçesi görüşülürken, muhalefet vekillerinin ‘bütçeyi idareli kullanın, yılın ikinci yarısı alacağız’ diye laf atmaları üzerine ‘2021’de seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz. Darbe mi yapacaksınız’ karşılığını verdi. Çavuşoğlu’nun bu sözlerine tepki gösteren Muhalefet sözcüleri seçim olsa da iktidarın verilmeyeceği ifadelerini darbe, sandığı ortadan kaldırmak iması şeklinde değerlendirerek tepki gösterdi.Bütçenin kabulü sonrasında ise CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun sosyal medyadaki ‘TBMM’den geçecek bir sonraki bütçe halkın bütçesi olacak’ paylaşımına MHP’den ‘darbe ve kalkışma’ iması suçlaması geldi. MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın seçimlerin 2023’te olduğunu belirterek, zillet ittifakı diye adlandırdığı Millet İttifakı ortaklarının darbe peşinde olduğunu öne sürdü.Darbe ve darbecilik suçlamalarının böylesine sıradanlaşmasının dikkat çekici ve tehlikeli olduğu yorumunu yapan Doğan ‘Sanki olağan bir şeymiş gibi herkes birbirini darbecilikle suçluyor, darbe istediğini, darbe yapacağını söylüyor. Oysa asıl demokrasinin savunulması gerek. Çok yanlış bir yola gidiliyor’ dedi.AKP Grubu’nun meclis gündemine getirdiği Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının ve Finansmanının Önlenmesi yasa teklifinin sadece 6 maddesinin bu konuya yönelik olduğunu vurgulayan Doğan, 43 maddelik teklifteki diğer maddelerin Cumhurbaşkanına mal varlıklarına el koyma yetkisini ve İçişleri Bakanına yargı kararı olmaksızın, dernek, vakıf, sivil toplum örgütlerini terör bağlantısı gerekçesiyle kapatma, el koyma, yönetimlerini görevden alma, kayyum atama gibi geniş yetkilerle donatılmasını içerdiğini kaydetti. OECD bünyesindeki, Mali Eylem Gücü’nün (FATF) kara para aklama, siyasi nüfuz ticareti, terörün finansmanı, rüşvet ve yolsuzlukla mücadele gibi 40 madde ve 12 kriterde Türkiye’yi eleştirdiğini, 2021 başına kadar bu konularda yasal düzenlemeye gidilmezse ‘gri listeye’ alma uyarısı yaptığını hatırlatan Doğan şu değerlendirmeyi yaptı:“İktidar bu yaptırımdan kurtulmak için alelacele bu yasa teklifini getirdi ama diğer kriterlere yönelik uyarılarla ilgili hiçbir düzenleme yok. 43 maddelik yasa teklifine sivil toplum örgütleri, derneklere dönük kısıtlamalar, yasaklar doldurulmuş. Muhalefet tepki gösterdi ancak hemen komisyona getirip, AKP+MHP oylarıyla bu maddeleri geçirdiler. Büyük ihtimalle bu hafta genel kurula getirip yasalaştıracaklar. Kapsam ve İçişleri Bakanına verilen yetkiler o kadar geniş ki, CHP’li Utku Çakırözer’in komisyonda dediği gibi bir gecede TÜSİAD’dan Mazlum-Der’e varana kadar pek çok derneği, STK’yı, hatta dernek statüsündeki kimi futbol kulüplerini bile mesela AMEDSPOR gibi, Atatürk’le ilgili açtıkları pankartlardan ceza alan Fethiyespor gibi kapatabilirler, yönetimlerini görevden alıp kayyum atayabilirler, binasına, banka hesabına el koyabilirler. Hatta Türk Tabipleri Birliği’nden TMMOB’ye kadar, bu iş genişleyebilir. Sadece valinin, emniyet müdürünün, kaymakamın terör bahanesiyle bir soruşturma talimatı vermesi yeterli”Yargıda bu haftanın kritik olduğunu dile getiren Doğan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AYM’ye yeni üye ataması yapacağını, Yargıtay üyesi yapılan Ankara ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılarının yerine de yeni isimlerin atanmasının beklendiğini, HSK, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine yeni atamaların yapılacağını kaydetti. Yargı dizaynı yanında, Para Politikası Kurulu’nun 24 Aralık’ta alacağı faiz kararıyla ekonominin de dizayn edileceğini belirten Zülfikar Doğan, Irak Başbakanı Mustafa el Kazımi’nin Ankara ziyaretinin ilişkilerin normalleşmesi adına kritik önemde olduğunu vurguladı.
Türkiye’deki iç ve dış politika, ekonomi gelişmelerini değerlendiren Zülfikar Doğan, iktidar ve muhalefetin karşılıklı suçlamalarıyla artık siyasette darbecilik iddiasının sıradanlaştığını, ucuzladığını söyledi. Mecliste Dışişleri bütçesi görüşülürken, muhalefet vekillerinin ‘bütçeyi idareli kullanın, yılın ikinci yarısı alacağız’ diye laf atmaları üzerine ‘2021’de seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz. Darbe mi yapacaksınız’ karşılığını verdi. Çavuşoğlu’nun bu sözlerine tepki gösteren Muhalefet sözcüleri seçim olsa da iktidarın verilmeyeceği ifadelerini darbe, sandığı ortadan kaldırmak iması şeklinde değerlendirerek tepki gösterdi. Bütçenin kabulü sonrasında ise CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun sosyal medyadaki ‘TBMM’den geçecek bir sonraki bütçe halkın bütçesi olacak’ paylaşımına MHP’den ‘darbe ve kalkışma’ iması suçlaması geldi. MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın seçimlerin 2023’te olduğunu belirterek, zillet ittifakı diye adlandırdığı Millet İttifakı ortaklarının darbe peşinde olduğunu öne sürdü. Darbe ve darbecilik suçlamalarının böylesine sıradanlaşmasının dikkat çekici ve tehlikeli olduğu yorumunu yapan Doğan ‘Sanki olağan bir şeymiş gibi herkes birbirini darbecilikle suçluyor, darbe istediğini, darbe yapacağını söylüyor. Oysa asıl demokrasinin savunulması gerek. Çok yanlış bir yola gidiliyor’ dedi. AKP Grubu’nun meclis gündemine getirdiği Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının ve Finansmanının Önlenmesi yasa teklifinin sadece 6 maddesinin bu konuya yönelik olduğunu vurgulayan Doğan, 43 maddelik teklifteki diğer maddelerin Cumhurbaşkanına mal varlıklarına el koyma yetkisini ve İçişleri Bakanına yargı kararı olmaksızın, dernek, vakıf, sivil toplum örgütlerini terör bağlantısı gerekçesiyle kapatma, el koyma, yönetimlerini görevden alma, kayyum atama gibi geniş yetkilerle donatılmasını içerdiğini kaydetti. OECD bünyesindeki, Mali Eylem Gücü’nün (FATF) kara para aklama, siyasi nüfuz ticareti, terörün finansmanı, rüşvet ve yolsuzlukla mücadele gibi 40 madde ve 12 kriterde Türkiye’yi eleştirdiğini, 2021 başına kadar bu konularda yasal düzenlemeye gidilmezse ‘gri listeye’ alma uyarısı yaptığını hatırlatan Doğan şu değerlendirmeyi yaptı: “İktidar bu yaptırımdan kurtulmak için alelacele bu yasa teklifini getirdi ama diğer kriterlere yönelik uyarılarla ilgili hiçbir düzenleme yok. 43 maddelik yasa teklifine sivil toplum örgütleri, derneklere dönük kısıtlamalar, yasaklar doldurulmuş. Muhalefet tepki gösterdi ancak hemen komisyona getirip, AKP+MHP oylarıyla bu maddeleri geçirdiler. Büyük ihtimalle bu hafta genel kurula getirip yasalaştıracaklar. Kapsam ve İçişleri Bakanına verilen yetkiler o kadar geniş ki, CHP’li Utku Çakırözer’in komisyonda dediği gibi bir gecede TÜSİAD’dan Mazlum-Der’e varana kadar pek çok derneği, STK’yı, hatta dernek statüsündeki kimi futbol kulüplerini bile mesela AMEDSPOR gibi, Atatürk’le ilgili açtıkları pankartlardan ceza alan Fethiyespor gibi kapatabilirler, yönetimlerini görevden alıp kayyum atayabilirler, binasına, banka hesabına el koyabilirler. Hatta Türk Tabipleri Birliği’nden TMMOB’ye kadar, bu iş genişleyebilir. Sadece valinin, emniyet müdürünün, kaymakamın terör bahanesiyle bir soruşturma talimatı vermesi yeterli” Yargıda bu haftanın kritik olduğunu dile getiren Doğan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AYM’ye yeni üye ataması yapacağını, Yargıtay üyesi yapılan Ankara ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılarının yerine de yeni isimlerin atanmasının beklendiğini, HSK, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine yeni atamaların yapılacağını kaydetti. Yargı dizaynı yanında, Para Politikası Kurulu’nun 24 Aralık’ta alacağı faiz kararıyla ekonominin de dizayn edileceğini belirten Zülfikar Doğan, Irak Başbakanı Mustafa el Kazımi’nin Ankara ziyaretinin ilişkilerin normalleşmesi adına kritik önemde olduğunu vurguladı.
İki Satır: Devlet A.Ş.'de sınıf içi çatışma: TÜSİAD ne istiyor? Hakkı Özdal & Bahadır Özgür by Medyascope
Medyascope ve Global İlişkiler Forumu (GİF) işbirliğiyle hazırlanan “Türkiye ve Avrupa 5.0” programının 10. bölümüne katılan GİF İcra Kurulu Başkanı ve emekli Büyükelçi Selim Yenel, Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldan, İktisadi Kalkınma Vakfı Genel Sekreteri Doç. Dr.Çiğdem Nas, TÜSİAD ve Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi Fatih Ebiçlioğlu ve Paris Bosphorus Enstitüsü Başkanı Dr. Bahadır Kaleağası, iklim değişikliği ve Avrupa Birliği’nin “Yeşil Mutabakatı”nı konuştular. PATREON'dan Medyascope'a destek olabilirsiniz → https://www.patreon.com/medyascopetv Teşekkürler!
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası Başkanı’nı değiştirip, istifa eden Hazine ve Maliye Bakanı’nın yerine yenisini atadıktan sonra, ekonomi ve demokraside yeni bir dönem başlatacaklarını duyurmuştu. Bunun üzerine başta Hazine ve Maliye Bakanı olmak üzere bir kısım bakan, geçen hafta TÜSİAD ve TOBB ile görüştü, bu hafta da MÜSİAD ile görüşecek. Ekonomi Tıkırında’nın 94. programında bu görüşmeleri değerlendiren Sedat Pişirici, Erdoğan’ın TÜSİAD’dan destek isteyerek başlayan siyasi yolculuğunda yine TÜSİAD’dan destek istenen bir aşamaya gelindiğine dikkat çekip, istişare ve diyalogun önemli olduğunu ama bunun işveren örgütleri ile kalmayıp işçi, çiftçi, memur, esnaf örgütlerine de yayılması gerektiğini söyledi. PATREON'dan Medyascope'a destek olabilirsiniz → https://www.patreon.com/medyascopetv Teşekkürler!
12 Eylül, burjuvazinin 15-16 Haziran'dan aldığı intikamdır. Kurulduğu 1971 yılından hemen hemen on yıl sonra, TÜSİAD'ın, sınıf bağımsızlığını bir sendikal odağın götürebileceği kadar ileri götüren ve Türkiye'yi bir devrimci krizin eşiğine getirmiş olan DİSK'ten aldığı intikamdır. 12 Eylül çok derin çatlaklarla bölünmüş bir burjuva siyasi sisteminin yarattığı boşluğu dolduracak bir burjuva birleşik cephesidir. Yazının tamamını okumak için buraya tıklayın.
On sekiz yıllık iktidarı boyunca AKP’yi “fabrika ayarlarına” döndürmeye çalışan pek çok girişim oldu. “Yeni Türkiye” hayalleri ve “tek Müslüman demokratik ülke” şiarıyla patronları ikna eden iktidarın artık bozulduğunu iddia eden yeni parti eski AKP’li Ali Babacan tarafından kuruldu. TKP’nin Sesi’nde bugün, TÜSİAD, TOBB, Doğan Holding, Sabancı Holding vb. patronların ve onların örgütlerinin desteklediği bir iktidarın yarattığı dertlere “deva” bulmanın düzen partileriyle değil, emekçi halkın örgütlü gücüyle mümkün olduğundan söz ediliyor.
İşsizlik rakamları, TÜSİAD'ın açıklamaları, Ekrem İmamoğlu'nun vaatleri, Ortadoğu'daki gelişmeler, Şule Çet davası ve fazlası Ne Var Ne Yok'ta https://evrn.sl/eYcjzL?a=0c406
Emin Çapa refaha, uygarlığa ulaşabilmemiz ve çağı yakalayabilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz zenginliği açıklıyor. Yeni Dünya’nın yeni bir Biz’e ihtiyaç duyduğunu vurgulayan Çapa, her gün yetkinliklerimizi arttırmakla sorumlu olduğumuzu hatırlatıyor ve “Karanlıkta kalmak istemiyorsak, o mum ışığını takip etmek zorundayız.” diyor. 1967 İzmit doğumlu olan Emin Çapa, 1984’te başladığı İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik bölümünde okudu, lisansüstü eğitimlerinin ikisini de AB üzerine yaptı. Üniversiteye başladığı sene Hürriyet’te stajyer olarak çalışmaya başladı. Ardından Tempo dergisinde ilk kez kadrolu ekonomi muhabiri oldu. Ardından Türkiye’nin ilk özel radyolarından Genç Radyo’nun kurucuları arasında bulundu. İşçi - işveren konularına olan ilgisi nedeniyle kısa bir süre TİSK’te çalıştıktan sonra, Sabah gazetesinde 5 sene ekonomi muhabirliği yaptı. Ardından TÜSİAD’da Muharrem Kayhan ve Erkut Yücaoğlu döneminde başkan danışmanı olarak çalıştı. 1999 yılı Kasım ayından 2018 yılına kadar 19 yıl CNN TÜRK’te çalıştı. Editör olarak başladığı CNN TÜRK hayatında, önce Ekonomi İstihbarat Şefi, ardından Ekonomi Haber Müdürü, son olarak da Ekonomi Müdürü oldu. Evli ve bir oğlu olan Çapa, hobi olarak bahçıvanlık ve sanat tarihi-arkeoloji rehberliği yapıyor.
, TÜSİAD senior fellow in the program at Brookings and director of , discusses his new book with the director of the Brookings Institution Press Bill Finan. Also in this episode, , senior fellow emeritus in the Governance Studies program, shares an excerpt on the day President Kennedy was assassinated from his forthcoming political memoir. Subscribe to Brookings podcasts or on , send feedback email to , and follow us and tweet us at on Twitter. The Brookings Cafeteria is a part of the .
In this episode of “Intersections,” Kemal Kirişci, TÜSİAD senior fellow and director of the Center on the United States and Europe's Turkey Project, and Ted Piccone, senior fellow in the Project on International Order and Strategy in the Foreign Policy program, examine Turkey’s history of democracy and military coups, its relationship with the Middle East and the European Union, and the Gülenist movement’s relationship with the Turkish government. They also discuss the future development of the country’s governance under Recep Tayyip Erdoğan. For the full show notes, visit: https://www.brookings.edu/podcast-episode/democracy-in-turkey-before-and-after-the-coup/ With thanks to audio engineer Mark Hoelscher, Carisa Nietsche, Sara Abdel-Rahim, Fred Dews and Richard Fawal. Questions? Comments? Email us at intersections@brookings.edu