POPULARITY
Kapitalizm esâsen birbirine bağlı bir dizi yapıdan müteşekkildir. İşlevsel açıdan bakacak olursak kapitalizm temelde bir birikim sürecidir. Birikim ile irtibatlı her yapı burada ortaya çıkar. Birikimi, onu çeşitli açılardan açığa vuran her nev'i dolaşım ve bölüşüm işlevleri takip eder. Bunu da çeşitli yapısal varlıklarda görebiliriz. Mühim olan bunların merkezîleşme ve yoğunlaşma dinamikleriyle tezâhür etmesidir.
WŁASNY POKÓJ | Co łączy kapitalizm z kultem ciała i zaburzeniami odżywiania? To smutne, że młode osoby muszą myśleć o tym, że mają odnieść sukces, że dzieci są wcześniej oceniane pod tym kątem. To też los dzieci uczących się muzyki. Często przyczyną jest ich szybkie wypalenie.BARBARA JÓZEFIK – profesorka, psycholożka kliniczna, certyfikowana psychoterapeutka i superwizorka psychoterapii Polskiego Towarzystwa Psychiatrycznego i Polskiego Towarzystwa Psychologicznego. Członkini międzynarodowych towarzystw, m.in. American Family Therapy Academy i European Family Therapy Association, organizatorka wielu konferencji naukowych i warsztatów. Autorka i współautorka ponad stu publikacji, w tym monografii: „Kultura, ciało, (nie)jedzenie. Terapia. Perspektywa narracyjno-konstrukcjonistyczna w zaburzeniach odżywiania” (2014), „Relacje rodzinne w anoreksji i bulimii psychicznej” (2006), „Gender w gabinecie” (2024). Rozmowa z Barbarą Józefik została też opublikowana w książce Marty Szarejko pt. „Masz to po mnie. Jakie przekonania dostałyśmy od naszych matek i babek?” (2025). „Własny pokój" to cykl rozmów Katarzyny Kubisiowskiej w Podkaście „Tygodnika Powszechnego” – o tym, jak w kobiecie tworzy się i umacnia niezależność.Współwydawcą podkastu jest Fundacja Tygodnika Powszechnego
Pojawiające się głosy, że za rewolucję obyczajową odpowiada wyłącznie wielki kapitał, są fałszywe. Kapitalizm nie jest ideologiczny, tylko materialistyczny i konsumpcjonistyczny. Lewica natomiast jest nurtem przede wszystkim emancypacyjnym i jako taka nie może zrezygnować z imperatywu „wyzwalania” kolejnych grup. Drogą do tego celu jest wyłącznie rewolucja. Wezwania do rezygnacji z wojny kulturowej, które coraz częściej słyszymy z lewej strony, są jedynie unikiem, grą na czas. Tak naprawdę wojny kulturowe są wpisane w samą logikę ideowej diady prawica-lewica, która organizuje nasze myślenie o polityce. Pozostałe artykuły możesz czytać na
Dlaczego Dzień Kobiet został sprzedany w imię kapitalistycznej konsumpcji?Dlaczego to święto zostało wymienione za promocję w perfumerii i naręcze tulipanów? Boli mnie, że z wydarzenia, które miało przypominać o solidarności i politycznej walce, zrobiono kolejny punkt w kalendarzu promocyjnym — gdzieś między Black Friday a Walentynkami. I to nie wydarzyło się przypadkiem. To jest część większego procesu — procesu odbierania historii jej pazurów, depolityzowania wszystkiego, co mogłoby być dla systemu niewygodne. Tak było ze świętem pracy i tak samo stało się z 8 marca. Kapitalizm ugłaskał, a potem wchłonął Dzień Kobiet, a tak naprawdę powinien się go bać. Bo Ten Dzień, nie powinien wyglądać jak lukrowana bajka o kobiecym pięknie. To dzień, który powinien przypominać nam wszystkim, że kobiety są klasą polityczną, że mają swoje interesy, swoje postulaty i swoje powody do sprzeciwu. A dziś? Dziś to jest święto sprzedaży, igrzyska dla biznesu. Wrzucasz rabat, dodajesz pastelowy plakat i masz gotową kampanię reklamową. Żadnych pytań, żadnych niewygodnych tematów, zero polityki.O tym właśnie jest nowy odcinek podcastu feministycznego. Zapraszam!
Kapitalizm “kaynaklar sınırlı ancak ihtiyaçlar sınırsız” diye tanım koyarak düşünce sistematiğini kurgular. Tüketimin esas hedef olduğu bu sisteminin bireysel çıkarın maksimize edilmesi şeklinde bir diğer hedefi de vardır. Yani diğerkâmlık asla akla bile getirilmez. İşte bu tanıma temelden meydan okuyan düşünce sistemi “Ramazan” da saklıdır.
Hayattaki tercihlerinizin hepsini siz mi belirliyorsunuz? Kontrol tamamen sizde mi? Emin misiniz? Farkında olmasak da algoritmalar, topladıkları verilerimiz sayesinde karşımıza çıkan içerikleri, izlediğimiz videoları, hatta düşüncelerimizi ve davranışlarımızı bile şekillendiriyorlar. Peki ama tüm bu verilerimiz kimin elinde? Güvendeler mi, yoksa tekno-feodal lordların daha da güçlenip zenginleşmesine yardım mı ediyorlar? 111 Hz'in bu bölümünde, algoritmaların hayatımızı nasıl etkilediğini, verilerimizin nasıl kullanıldığını ve tekno-feodalizmi konuşuyoruz.Sunan: Barış ÖzcanHazırlayan: Kevser Yağcı BiçiciSes Tasarım ve Kurgu: Metin BozkurtYapımcı: Podbee MediaSee Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Teknolojideki devrimci dönüşümlerin daha 1950'lerde başladığını biliyoruz. Bunların ekonomideki üretim, mübadele ve tüketim tarzlarına dönük çarpıcı neticelerini henüz tam mânâsıyla idrak edebilmiş değiliz. Kapitalizm, tarımsal/ticârî ve sınâî aşamalarından geçerek tekno bir evrene açılıyor. Teknoloji burada araçsal, tâlî rolünün hâricine çıkıyor; bizzat kendisi merkeze yerleşiyor. Meselâ üretim açısından bakalım: Tekno üretimin bizzat otomasyon olarak târif edilen, insan merkezkaç süreçlere sokan, püskürten, dışlayan bir niteliği olduğunu biliyoruz. Otomasyon ve robotlaşma hızla gelişiyor. Lâkin henüz kemâle ermiş olduğunu söyleyemeyiz.
Naujausio „7 meno dienos“ numerio apžvalga;Nacionaliniame Kauno dramos teatre žiūrovus pasitinka premjera „Antrininkas” pagal Loreno Ipseno pjesę;Neskaičiuojant atminimo lentų ir gatvių pavadinimų, Kaune nėra įamžintas nei vienos istorijai svarbios moters atminimas. Apie pokyčius kalba Labdaros ir paramos fondas FRIDA, inicijavęs projektą „Moterų detektorius“;Vilniaus oro uoste atidaroma skaitmeninio meno galerija;Žaidimui „Monopolis“ sukanka 90 metų. Pokalbis apie žaidimo istoriją ir fenomeną su stalo žaidimų kūrėjais Dmitrijumi Babičiumi ir Tadu Kastanausku;Užsienio kultūros spaudos apžvalga;Kultūros paveldo objektams atnaujinti ir įveiklinti bus suteikiamos lengvatinės paskolos.Ved. Donatas Šukelis
Bilincimizi ve hafızamızı ikiye ayırmak... Unutmak istediğimiz her şeyi kolaylıkla geride bırakabilmek... Son yılların en ses getiren dizilerinden biri Severance'ın hikayesi, işte bu konuların üzerine inşa ediliyor. Fakat bu dizi bir bilim kurgu anlatısından daha fazlasını sunuyor bize, bazı derin sorgulamalar yapmamıza olanak tanıyor. Yönelttiği en önemli soruysa "Sen kimsin?" 111 Hz'in bu bölümünde Severance'ın felsefi altyapısını analiz ediyoruz. Kendimize "Ben kimim?" sorusunu yöneltiyor, bilinç ve kimlik meselesini anlamaya çalışıyoruz.Sunan: Barış ÖzcanHazırlayan: Özgür YılgürSes Tasarım ve Kurgu: Metin BozkurtYapımcı: Podbee MediaSee Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Özgür Üniversite'den Fikret Başkaya ile iklim krizi ve kapitalizmi konuşuyoruz.
Yine köylere doğru yolumuz düştüğünde şose dedikleri asfalt yol kenarında tarlaya bir şey eken bir orta yaşlı bir köylüyü görünce durup biraz konuşalım dedik. -Kolay gelsin amca hayırdır ne ekiyorsun. -Sağ olun, ekmiyorum ilaçlıyorum. -Hayırdır.
5 Kasım'da dünyanın en güçlü ülkesi ABD'de yapılan seçimi kazanarak yeniden iktidara gelen Donald Trump, zaferini büyük ölçüde işçi sınıfının ve köylülerin çıkarlarına sahip çıkar görünmesine borçlu. Varsa yoksa “Amerikan işçisinin çiftçisinin çıkarları” diyor. Kendisi dünyanın dört bir yanında yatırımları olan, İstanbul'da koskoca bir “Trump Tower” kurmuş bir patron nasıl olacak da işçinin, küçük çiftçinin çıkarları için çalışacakmış? Söylediği şu:“Küreselleşme” denen “serbest piyasa” politikaları sermayenin Amerika ve Avrupa gibi zengin ülkelerden ve bölgelerden düşük ücret ekonomilerine kaçmasına yol açtı. Bir de göç politikası milyonlarca yabancının ülkeye akmasına neden oldu. Hem sermaye kaçtığı için hem göçmen işçiler daha ucuza çalışmaya razı olduğu için Amerikan işçisi işinden oldu. Trump efendi bu “küreselleşme” politikasına son vererek Amerika'yı yeniden “büyük” kılacak. Bütün ülkelerden yapılacak ithalata yüzde 10 ya da 20 gümrük vergisi koyacak. Amerika'nın esas güçlü rakibi Çin'e ise yüzde 60! Daha önce başkanken Çin'e yüzde 20 uygulamıştı, şimdi yüzde 20 herkese, Çin'e ise yüzde 60! Böylece Amerika içinde yapılacak üretimi desteklemiş olacak. Trump o kadar işçi yanlısı ki, Amerikan kapitalist sisteminin kalbi olan borsasıyla ünlü Wall Street'in Washington'daki hâkimiyetine de sövüp sayıyor. Hatta 2016 seçiminde dünyaca ünlü finans kapitalisti George Soros'a bir küfür etmediği kalmıştı. Güzel. Yalnız bir küçük sorun var. Trump şimdi bakanlarını seçiyor. ABD sisteminin en önemli iki bakanlığına kimleri getirdi dersiniz? Hazine Bakanlığı'na, yani İngiliz Mehmet rolüne, Soros'a on yıldan fazla para kazandırmış, 1992'de İngiliz lirasını çökerterek Soros'a milyarlarca dolar kazandırmış olan birini, Scott Bessent'i. Gümrük tarifelerinin uygulanmasından sorumlu bakanlık olan Ticaret Bakanlığı'na da Wall Street'te paradan para kazanan iki şirketin birden yöneticisi (CEO'su) olan Howard Lutnik'i. Demek ki bir bit yeniği var bu işte. Şu: Kapitalizm öylesine derin bir kriz yaşıyor ki, her ülke yaşadığı krizden kurtulmak için diğerlerine ekonomik olarak saldırmak zorunda. ABD de en çok Çin'e. O yüzden milliyetçi ekonomi politikaları patronlar sınıfının kendi ihtiyacı. Bu milliyetçi politikaların iki avantajı var tek tek ülkelerin sermayeleri için. Birincisi, rakip ülkelerin sermaye gruplarına karşı kendi sermaye gruplarının çıkarını koruyor bu politikalar. İkincisi bizce daha bile önemli: işçi sınıfına hedef şaşırtıyor. Onlara kendi sorunlarının sorumlusu olarak başka ülkelerin işçilerini ve göçmenlerini gösteriyor. Yani dünya çapında işçi sınıfını bölüyor, birbirine düşürüyor. Bu şekilde her ülkede işçi sınıfı kendi patronlar sınıfı karşısında zayıf düşecek. Sınıf mücadelesi vermeye hazır sendikalar “hain” ilan edilecek. İşçi sınıfının “millî çıkarlar” edebiyatından bağımsız örgütleri, partileri düşman ilan edilerek ezilecek. Kapitalizmin dünya çapındaki büyük krizleri sırasında işçi sınıfını sözde “ulusal çıkarlar” temelinde bölerek zayıflatan, sınıfın kapitalizme karşı tepkisini “ulusal” öfkeye dönüştüren, bağımsız sınıf örgütlerini “hain” ilan edip ezen, bunları yapabilmek için bütün demokratik hak ve kuralları ayaklar altına alan hareketlere verilecek bir tek ad vardır: Faşist! Trump'ın “Hitler iyi şeyler de yaptı” demiş olduğu iddia ediliyor. O reddediyor, yalan diyor. Demiştir. Çünkü kendisi de faşisttir. Yalnızca kendi milisleri, askerî birlikleri, sokakta “itleri” yok henüz. Onun için ön-faşist diyoruz ona ve benzerlerine. Yarın doludizgin faşist olacak bunlar. Amerikan işçisinin ve gençliğinin şimdiden özsavunma birlikleri kurması gerekiyor. İşçiler, Trump Türkiye için iyi midir, kötü müdür tartışmasına kanmayın. Faşizm, hangi ülkede olursa olsun, işçiler için kötüdür. Tarihî görevi sizi, işçi sınıfını ezmek, un ufak etmektir. Nerede görülürse ezilmelidir. Trump ve bütün faşistler, dünyada ve Türkiye'de, sizin, çocuğunuzun, ekmeğinizin düşmanıdır. Bütün ülkelerin işçileri, her bir ülkede faşizme karşı birleşin!
Devrimci Ernesto “Che” Guevara'nın Küba Merkez Bankası başkanlığına getirilmesiyle ilgili eğlenceli bir hikâye anlatılır. Fidel Castro bir bakanlar kurulu toplantısında Merkez Bankasının başına geçmesi için iyi bir “ekonomist” (economista) gerektiğini söyler. Che elini kaldırır. Che tıp tahsili görmüştür. Fidel “sen nereden ekonomist oluyormuşsun” diye gülerek sorar. Che'nin cevabı: “Ben iyi bir komünist (comunista) dedin sandım!” Fidel Castro Küba'da devrim yapıp iktidara geldiğinde kapitalist düzenden devraldığı Merkez Bankasının başına bir “ekonomist” istemekte belki haklı görünüyordu. Ama Che Guevara bu göreve bir “komünist” olarak talip olmakta çok daha haklıydı. Çünkü Merkez Bankası ya emperyalizmin askerle yıkamadığı sosyalizm kalesini dolarla içeriden fethedeceği bir “Truva atı” olacaktı ya da Merkez Bankası üzerinde işçi sınıfı diktatörlüğü kurulacak ve emperyalizmin kalenin içine sızmasına engel olunacaktı. Küba ekonomisinin doktoru da tabii ki komünist olacaktı. Mesela 126 ekonomist akademisyen; ekonomi politikasını yönetenleri asgari ücret artışlarında gerçekleşen enflasyon oranını dikkate almaya, gelir dağılımını da gözeten bütüncül bir ekonomi politikası izlemeye davet eden bir bildiri yayınladı. Okuyunca gözlerime inanamadım. Bildiri kaş yapayım derken göz çıkartmış. Asgari ücrete hedeflenen enflasyon oranında artıştan bahsederek milyonlarca asgari ücretlinin cebine elini uzatan hırsızın elini kırmak gerek. Tamam da bunun karşılığı “gerçekleşen enflasyon oranını dikkate almak” mıdır? Kaldı ki hangi enflasyondan bahsediyoruz? TÜİK mi? ENAG mı? İTO mu? TÜİK iki yıldır mahkeme kararlarına rağmen madde sepeti verileri açıklamıyorken, TÜİK'in manipüle edilmiş yani aslında “gerçekleşmemiş” enflasyon oranları gözetilerek zam yapılırsa bu alenen hırsızlığın devam etmesi demek olur. Hırsıza kapı göstermenin alemi var mı? Denebilir ki TÜİK meselesi çözülene kadar somut bir iyileşme talep edilemeyecek mi? Biz de soruyoruz: Bir-iki cümle ile “gerçekleşen enflasyon”un bugün Türkiye'de doğru dürüst ölçülmediği söylenemez miydi? Ekonominin hakim tepelerini tutan özel bankaların kamulaştırılmasını geçtik, bankacılık sistemi ile ilgili kamu bankalarının siyasi sebeple zarar ettirilmesinin eleştirisi dışında hiçbir şey yok. Kaldı ki bu eleştiri TÜSİAD'ın da eleştirisidir. TİP'in uzmanları özelleştirilmiş olan her şeyi yeniden kamulaştırmaktan bahsediyor. Ama yeni hiçbir şeyi kamulaştırmayı önermiyor. TİP'in hiçleri burada bitmiyor. Pakette emperyalizm kelimesi hiç geçmiyor. Dolayısıyla Türkiye'nin emekçi halkın üzerindeki emperyalist boyunduruğun ana unsurları olan yabancı sermayeye, döviz piyasasına, dış ticarete ilişkin hiçbir şey söylenmiyor. Ne gümrük birliğinden çıkmak ne dış borcun reddi bunlardan da hiç bahsedilmiyor. Kapitalizm demek emek gücünün meta olması ve emek gücü piyasası demek. Emek gücü piyasası işsizlik demek. İşsizlik söz konusu olduğunda sosyalistler söze “işten atmak yasaklansın” diye başlar ve iş güvencesini savunur. TİP'in uzmanları iş güvencesinden hiç bahsetmiyor yerine istihdam yaratacağız diyor işsizlik sigortasından yararlanmayı kolaylaştıracağız diyor. Bunlar gerçekçilik değildir, gerçeklikten kopmaktır. Halkı yoksulluğa ve sefalete iten mekanizmalara dokunmadan kısa vadeli bile olsa gerçekçi çözümler üretemezsiniz. Bu bilim değildir! Bu ekonomi bilimi kisvesi adı altındaki burjuva ideolojisine iman etmektir! Karl Marx'ın bilimsel sosyalizmini bırakıp kapitalizmi ezeli ve ebedi doğal düzen olarak gören Adam Smith'e bağlanmaktır. Kapitalizm büyük depresyon içinde ölüm döşeğinde kıvranıyorken kapitalizmin ebediliğine iman etmekten daha büyük yobazlık olamaz. O yüzden bugün ekonomist, bir doktora değil üfürükçüye benzemektedir. Bugün işçi ve emekçi sınıflar derdine derman arıyor. Kapitalizmin krizi ekonomistleri değil komünistleri çağırıyor. Biz elimizi kaldırıyoruz ve buradayız diyoruz!
Giełda. Handel. Spekulacje. Kapitalizm. Żywa gotówka. A wszystko to przesłonięte woalem działalności dobroczynnej. Opis współczesnej rzeczywistości? Również. Ale jest to przede wszystkim temat gry, o której rozmawiamy w dzisiejszym odcinku. Zapraszamy do słuchania. Przy okazji czemu by nie polubić naszej stronki na Facebooku i nie zasubskrybować naszego kanału na Youtubie? Zachęcamy. MP3 do POBRANIA
Gezegenin tüm problemleriyle birlikte kapitalizm kavramını - özellikle de Antroposen dönem içinde nereye koymamız gerektiği üzerine konuşuyoruz.
Avrupa'nın dört tane büyük ülkesi var. Üçü Avrupa Birliği (AB) üyesi: Almanya, Fransa, İtalya. Dördüncüsü, yani İngiltere, eskiden üyeydi, 2016'da Brexit adıyla yapılan referandum sonucunda AB'den ayrıldı. Dört büyük ülke Avrupa'da doğan bütün büyük gelişmeleri başlatan ve onlara yön veren ülkelerdir. Ekonomik liberalizm mi benimsenecek? Önce bunlarda görülür. Askerî harcamalar mı arttırılacak? İlk atak bunlardan gelir. Göç rejimi mi sıkılaştırılacak? Önce bunlar kapar sınırları. Peki ya faşizm gelecekse? Haziran ayı başında AB üyesi bütün ülkelerde Avrupa Parlamentosu seçimleri hep birlikte yapıldı. İtalya'da iki yıldır başbakan olan kadın politikacı Giorgia Meloni oylarını arttırarak durumunu sağlamlaştırdı. Meloni, 20. yüzyılın ilk faşist sistemini kurmuş olan Benito Mussolini'nin partisini atası gören bir partinin lideri. İkinci Dünya Savaşı'ndan beri kıtada başbakanlığa gelen ilk faşist. Faşizmin en sert politikalarına başvurmaya hemen girişmedi. Koşullar henüz ona uygun değil. Ama birçok alanda adım adım ilerliyor. Aynı Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bu sefer Fransa'da ta 1980'li yıllardan itibaren ağır ama emin adımlarla yükselmekte olan faşist parti, oyların üçte birini alarak seçimden birinci parti çıktı. Faşizmin bu büyük zaferi karşısında Cumhurbaşkanı Macron Fransız meclisini lağvederek baskın seçim yapmaya kalkıştı. Onu da yüzüne gözüne bulaştırdı. Şu anda faşistler parlamentonun en büyük partisi konumunda. 2027'de iktidarı gözlüyorlar. Arada bir fırsat doğmazsa. Temmuz sonu-Ağustos başı sıra İngiltere'deydi. Üç küçük çocuğun öldürüldüğü bir olay sonrasında ırkçı güruhlar katilin göçmen olduğu yolunda bir yalan haber yayarak ülkenin çok çeşitli yerlerinde gösteriler yaptı, birçok binayı ateşe verdi, sokakta göçmen avı düzenledi, göçmenlerin geçici olarak yerleştirildiği otelleri bastı, bütün bunların doğurduğu terör duygusu ülkeyi günlerce teslim aldı. Bu olaylarla birlikte görüldü ki, faşizm sadece bir seçim sandığı sorunu değildir, günlük hayatın orta yerinden yarılması, koskoca insan topluluklarının arasında yerli/göçmen, İngiliz/yabancı gibi düşmanlaştırıcı ayrımlar temelinde sokak savaşları demektir. İngiltere ayrıca Temmuz başında bir seçim yaşadı. Irkçı-faşist parti, oyların yüzde 14'ünü (4 milyonu aşkın oy) aldı. Bu parti Amerika'nın eski başkanı Donald Trump'ın İngiltere'de kendine en yakın muhatap olarak gördüğü Nigel Farage adlı politikacının partisi. Haziran İtalya ve Fransa, Temmuz-Ağustos İngiltere, şimdi Eylül ayında Almanya. 1 Eylül Pazar günü federal bir sisteme sahip Almanya'nın iki eyaletinde, Türingen ve Saksonya'da seçim yapıldı. İlkinde faşist parti birinci parti olarak çıktı, ikincisinde çok küçük bir farkla ikinci. Almanya'nın bu konudaki yeri apayrı. Hitler'in ülkesi bu! Faşist parti bir eyaleti ilk kez kazanıyor. Bugün bir eyalet, yarın bir ülke mi? İşte size Avrupa'nın yolunu çizen dört ülkede faşizmin yükselişinin kısacık özeti. Peki bütün bunların Türkiye işçi sınıfına dersi nedir? Ders çok ama en önemlisi şu: Dört büyük ülkede birden faşizm yükseliyorsa bunun ulusal koşullardan bağımsız bir nedeni olmalı. “İngilizler eski sömürgecidir”, “Fransızlar çok milliyetçidir”, “Almanlar zaten Nazidir” falan olmaz. Öyle diyene inanmayın. Neden şu: Kapitalizm ekonomik krizinden çıkamıyor. Ceremesini işçi sınıfı ve emekçiler ödüyor. Onların düzene karşı öfkesini saptırmak patronların çıkar yolu. Irkçı faşistler sorunların kaynağı olarak göçmenleri işaret edip onlara bu hizmeti veriyor. Onlar da faşist partilerin parasını ödüyor. Siz siz olun, Kürde, Alevi'ye, Afgan'a, Suriyeli'ye yıkmayın suçu. Emekli geçinemiyorsa, asgari ücretli inliyorsa, sendikalaşan işçi işini yitiriyorsa, öğretmene kadro verilmiyorsa, işçi çocuğuna okul yemeği verilmiyorsa bunun nedeni sermaye düzenidir, sermaye istibdadıdır. Yönümüzü şaşırmayalım: Mücadele başka halklardan sınıf kardeşlerine karşı değil. Mücadele iş, aş, hürriyet mücadelesidir.
Enflasyonla yaşamak ya da yaşamamak… Yaşamamak derken komple yaşamamayı kastediyorum. Türkiye için de tartışmıyorum. ABD'den başlayıp tüm dünyaya yayılacak herkesin birbirinden ucuza mal almak için uğraş vereceği bir iklimi kastediyorum. Kapitalizm ve enflasyon ilişkisi araba ile motor benzetmesiyle tarif edilir. Gelin ben size daha yerinde bir somutlaştırma yapayım; Kapadokya'nın bir sembolü haline gelmesiyle dünyada artık Türkiye'ye has bir binek olarak görülen sıcak hava balonu üzerinden örnek vereyim. (Bir bilgi; Türkiye'nin imajında çok büyük yeri olduğu halde ilk sıcak hava balonu uçuşu daha henüz denebilecek bir yılda 1984'te gerçekleştirilmiştir.) Kapitalizm bir balonsa enflasyon bu balonun açık ağzındaki ısı kaynağıdır. Deflasyonda balona ısı girmez ve yükselmez. Yani kapitalizm çalışmaz. Aksine ocağın altı çok açılır balon çok ısıtılırsa da zarar görür, düşüp çakılır. Bu nedenle ılıman enflasyon seviyesinin altındaysa ekonomi ısıtılır, yani bazı merkez bankaları enflasyonu yükseltmeye uğraşır; yok, ılıman seviyenin üzerindeyse enflasyon düşürülmeye çalışılır. Fakat tartışmadan anlaşılacağı üzere kapitalizmde esas olan balonu uçurmak yani enflasyonu çıkarmaktır, ılıman seviyeye kadar. Türkiye'de ekseriyetin enflasyonu düşürülecek bir olgu sanması her ekonomi için doğru olmayan bir sanrıdır. Merkez bankaları ve bugünkü para tasarımı enflasyon üretmek için var edilmiştir. Çünkü önceki para sistemi (değerli metal para) deflasyonisttir. Kapitalizm bunu sevmez. O simyacı Karun'un, ormanları yakan Nemrut'un tarafındadır. Şimdi bugünkü formunun sonuna gelen kapitalizm yaratıcısız yıkımını kavurucu bir enflasyonla gerçekleştirmeye hazırlanıyor. Liderler bu süreci doğru yönetemezse kapitalizmin skolastisizmine teslim olanlar dünyayı yakacak. Tabi kapitalizmin dünyayı lidersiz bırakmış olmasını da bu girişim için önemli bir hazırlık olarak görmek lazım. Demokrasi, cumhuriyet, kapitalizm kardeştir amenna… Ama o eski kapitalizm. Yeni kapitalizm demokrasileri sorgulatacak… Dünyada seçimle iş başına gelenlere yahut daha doğru ifadesiyle getirilenlere bir bakın. Abidik gubidik örnekleri saymama sanırım gerek yoktur. Krallıkların son yıllarda demokrasilere göre güçlü karaktere sahip liderler ortaya çıkardığı insanlığın gözüne sanırım boşuna sokulmuyordur. Bugün kral durumundaki liderlerden en yetersizi dahi birçok demokrasinin başbakanlarını şunlarını bunlarını alt alta üst üste toplasanız her bakımdan daha üstün gelir.
Dün bütün dünya bir kıyamet senaryosu denemesine sahne oldu adeta: Başta havaalanları olmak üzere, bazı bankalar, özel şirketler ve devlet daireleri siber saldırıya uğradı ve sistemleri çöktü. DÜNYA, BİR “SİBER KIYAMET” DENEMESİ Mİ YAŞADI? Havaalanlarında uçaklarına binmeyi bekleyen yolcular, kelimenin tam anlamıyla birdenbire “havalarını aldılar”. Çünkü neredeyse bütün büyük havaalanlarında yaşanan bu sıkıntı, yolcuların perişan olmasına yol açtı. Küçük havaalanları görece biraz daha az etkilendiler ya da hiç etkilenmediler bu siber saldırı'dan. İstanbul Havalimanı 84 seferi iptal ettiği, sonradan bunların çoğunu geç de olsa uyguladı ve THY bütün yolcuları teker teker arayarak uçuşlarının saatlerini haber verdi yolculara. Türk Hava Yolları, teknik olarak bu tür saldırılara karşı önceden çok iyi önlemler aldığı için gelen büyük saldırıyı göğsünde göğüsledi ve teknik altyapısını yeniden işler hâle getirmeyi başardı. Oysa sağlam teknolojinin en önde gelen ülkesi Almanya'nın Berlin Havaalanı çöktü. Londra'da ve belli başlı Batı başkentlerindeki havaalanları da kıyamet provasını yaşadı! Bu arada Sabiha Gökçen siber saldırıya uğramadı ya da hiç etkilenmedi ve Havaalanı'nda hiçbir sefer iptal edilmedi. Bütün bu sistemleri işleten Bill Gates'in Microsoft şirketine bağlı Growstrike şirketi, bu siber saldırının sorumlusuydu ve şirket borsada % 18 değer kaybetmiş bir günde! Bu, şirketin iflası anlamına gelir! Tabii Growstrike çökerken, başka şirketler semirdi yine bir günde! Kapitalizm vahşî canavar çünkü: Darwinizm'in en acımasız şekilde işlediği alan, insanî olan ne varsa hepsini hayatımızdan çekip alan bu karteller, tekeller, kapitalist sistemin dişlileri son derece büyük ağababaları, küçük olan işletmelere aslâ hayat hakkı tanımayan haydutlar! “Dünya siber kıyamet denemesi mi yaşadı? Siber kıyamet kapıda mı?” gibi sorular etrafında bu önemli meseleyi yarınki yazımda mercek altına inceleyeceğim. TÜRK EKONOMİSİ BAĞIMSIZLIĞINA KAVUŞMADAN TÜRKİYE BAĞIMSIZLIĞINA KAVUŞAMAZ! Bendeniz bugünkü yazımda gözardı edilen hayatî bir meselemizi, bir STK'mız üzerinde gündeme getirmek istiyorum. Ama önce ekonomimiz hakkında bazı önemsediğim tespitler yapmakta yarar görüyorum: Türkiye, son 20 yılda ekonomik hacim bakımından tahmin edilemeyecek kadar büyüdü. Dünyanın ilk 20 ekonomisi arasına girmeyi başardı. Fakat Türkiye'nin büyüyen ekonomisi, hem ülkenin sosyal yapısının ve kültürel dokusunun delik deşik edilmesine yol açtı; hem de büyüyen, palazlanan, semirenler Anadolu çocukları değil küresel kapitalist sisteme göbeğinden bağlı, Türkiye'nin değil zorba kapitalist sistemin çıkarlarının sözcülüğünü ve gözcülüğünü yapan bu ülkenin her şeyine yabancı, bu ülkeyi vareden bütün değerleri, tarihî birikimi ve medeniyet ruhunu yerle bir eden ülkenin altını oyan, vatansız, ilkesiz, ülkesiz, sömürgen ve semirgen ekonomik elitler şebekesiydi! Türkiye'nin ekonomik olarak büyümesi, tam bir ham hayalden ibaret! Büyüyen Türk
Modern dünyânın başat niteliklerinden birisi nüfus kesâfetidir. Kapitalizm, eski dünyâların nüfus dengelerini alt üst eden bir tesir göstermiştir. Kâhir ekseriyeti kırsalda yatan, dağınık nüfusları mülksüzleştirmiş ve kentlere yığmıştır. Daha sonraları onları, bilhassa sanâyi evresinde, yedek ve reel işgücü hâlinde üretime sokmuştur. Bu mâlûmat, genel kültürü sağlam herhangi bir insanın bilebileceği mâhiyettedir. Mesele, bu demografik birikimin nasıl yorumlandığında odaklaşır. Kitle isyânları, târihsel olarak kökleri çok eskiye uzanan bir hadisedir. Sosyolojik olarak bakıldığında bunların başlıca üç örüntüsü (pattern) olduğu söylenebilir. Başlıcası köylü isyanlarıdır. Bu tarz isyanlar merkezden uzak olarak ortaya çıkar. Köle isyanları diğer bir örüntüdür. Bunlar kenarda yaşanabileceği kadar merkezde de yaşanabilir. Nihâyet zenaatkâr isyanlarından bahsedilebilir ki, bunların merkezi tuttuğu âşikârdır. Bahsi geçen üç örüntü ,birbirlerinden kopuk veyâ bağlantılı gerçekleşebilir. İşin tuhafı, karizmatik figürlerin başını çektiği bu isyanların hemen hepsinin merkez tarafından trajik bir biçimde bastırılış olmasıdır. Antik sistemler, bunların dağınık ve örgütsüz yapılarının avantajını kullanmayı çok iyi bilmiştir. Modern dünyâda ise durum değişmiş görünmektedir. Kapitalizmin merkezî- bürokratik dünyâsında proleterleşmiş kitleler de buna uygun olarak eski dünyânın dezavantajlı kitlelerinden farklı olarak merkezîleşmiş, yoğunlaşmış ve daha mühimi sınıfsal bir nitelik kazanmıştır. Burjuva entelektüel dünyâlarda pişirilmiş çeşitli fikirler etrafında nasıl ve neye karşı isyan edeceklerine dâir bir rehberlik desteği kazanmışlardır. Eski dünyâda isyanlar çok defa mevziî kalmış; deyim yerindeyse cirmi kadar yer yakmıştır. Hâlbuki modern dünyâda , işçi hareketlerinin zincirleme bir reaksiyona dönüşüp tekmil sistemi, hattâ külliyen târihi değiştirme veyâ dönüştürme potansiyeli ortaya çıkmıştır. Sosyalist liderlerin beklenti ve umudunun, bu târihsel avantajın doğmasının işlevi olarak değerlendirilebilir. Gelin görün ki, modern devrimlerin pratiği, Marx'ın öngördüğünün aksine işçi sınıflarının en yoğun olduğu kapitalistleşmiş Avrupa'da değil, yarısı sanâyileşmiş, ama kalan yarısı ise hâlâ zırâî ilişkilerin devâm ettiği coğrafyalardan başlayarak kesif köylülüğün hüküm sürdüğü kenar coğrafyalarda yaşanmıştır. Thompson'ın “İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu” başlıklı muhteşem çalışması, merkez dünyâdaki kırılmayı son derecede çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.
Krytyczne uwagi o genezie i sposobie działania współczesnego kapitalizmu. O jego perwersji i demonicznej skuteczności. O tym co robi z ludzkim pragnieniem. O jego potajemnych związkach z chrześcijaństwem. I o wielu innych istotnych sprawach. Przede wszystkim zaś o tym, że choć inteligentny to całkiem bezrozumny. A wszystko nasycone transową improwizacją muzyczną.
Perşembe günümü, Ankara Başkent Millet Bahçesi'nde ilki düzenlenen Çevrefest'te geçirdim. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, çevre konusundaki duyarlılığı artırmak için ağırlıklı olarak çocuklara ve gençlere yönelik güzel, temiz bir iş koymuş ortaya. Festivalden söz edeceğim tabii ama önce başka bir şey söylemem lazım. Yolu Teknofest'in açtığı, Etnospor'un devam ettirdiği bu tür festivallerin sayılarını artmasını çok arzu eden biriyim. Çünkü “işin” buralarda olduğunu düşünüyorum. O “işi” biraz açayım. Aynı Perşembe gün Kahramanmaraş'ta Milli Eğitim Müdürlüğü ile Büyükşehir Belediyesi işbirliğiyle bir bilim festivali düzenlenmiş. Sosyal medyadan gördüğüm kadarıyla beş bine yakın lise öğrencisinin katıldığı şenlikte 200'e yakın bilim takımı kendi aralarında yarışmışlar. Robotlar, icatlar falan havada uçuşmuş. Depremin yaralarını sarmanın ana iş olduğu bu şehirde bu faaliyetin de bir “yara sarmak” olduğunu düşündüm ilgili haberi okuyunca. Ve tabii şunu da: “Anadolu'nun bir şehrinde binlerce öğrenciyi bilim ve teknoloji konusunda mobilize eden şeyin adı Teknofest.” Bir şey daha. İki yıl önce DERGİBİR'in düzenlediği dergi günleri ile Teknofest'in günleri çakışmıştı. Ben, katıldığım bir programda “söz varlığımız, edebiyatımız, dergilerimiz, kitaplarımız da kendi Teknofest'ini bekliyor” demiş ve eklemiştim: “Çünkü işin buralarda olduğunu düşünüyorum.” Hadi Mahmut Derviş'in o nefis dizesini ödünç alayım: “Şiir uçak düşüremez ama pilotun kafasını karıştırabilir.” Örneği şöylece netleştireyim: Tekonofest'te Siyonist'in uçağını doğrudan düşürecek insan kaynağı yetişirken, dergi günlerinde Siyonist'in söylemini paramparça edecek insan kaynağı yetişirken, Çevrefest'te de Siyonist'in pislediği, varlığına kast ettiği gezegenimizin yarınlarını kurtaracak insan kaynağı yetişecek.” Çok mu politik oldu? Evet ve elbette. Çünkü her şey çok politik. İnsan ırkının var olup var kalma serüvenine her zamankinden çok emek verecek bir nesil, bir kuşak yetiştirmemiz gerekiyor zira. Ben diyeyim Siyonizm, siz anlayın en vahşisinden Kapitalizm. Nasıl isimlendirirsek isimlendirelim sonuç değişmeyecek. Dünyanın yoluna devam edebilmesi için silahlara da, söze de, çevreyi koruyanlara da, kendini zinde tutanlara da, türünü-töresini bilenlere de… Velhasıl her türden nitelikli insan kaynağına ihtiyacımız var.
Kapitalizm ,çok hoşlanmasa da devleti; devlet ise yine haz etmese de kapitalizme ihtiyaç duymuştur.Bunu bir soruyla açalım. Kapitalizm veyâ daha genel mânâda ekonominin birikimci ve yatırımcı güçleri devletten ne için rahatsızlık duyar? Sebebi, öz sâikleri itibarıyla gâyet mâkûldür. Çünkü devletler hazineleri için vergi toplar. Devletlerin kadim zamanlardan beri değişmeyen niteliğidir vergi toplayıcılığı. Bu da sermâyenin, kârın maksimizasyonu güdüsü ile çelişir. Vergi veren sermâyenin kârı kaçınılmaz olarak eksilecektir. Marx bunu görmemiş, düz bir akıl yürütmeyle devleti küçümsemiş ve onu sermâyenin bağımlı değişkeni; daha yakın bakıldığında ise kaba gücü olarak değerlendirmiştir. Evet, 19.Asırda devletler sermâyeye karşı ,bilhassa işçi sınıflarından gelen tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmek için baskıcı bir rol oynamışlardır. Ama bu, devletlerin sermâyeye mutlak olarak tâbî olmalarından; yine Marx'ın öngörmüş olduğu gibi onun basit bir aparatı, aygıtı olmasından kaynaklanmıyordu. Devletler kendi akıl yürütmelerini gerçekleştiriyor ve vergi sâhasında en fazla kaynak devşireceği toplumsal kesim olan sermâye ile uzlaşıyordu. Sermâyenin devlete ihtiyaç duymasının ve onun koyduğu vergileri sineye çekmesinin sebebi ise sâdece devletin kılıç temelinde kendisine toplumsal-sınıfsal tehdit ve tehlikeler karşısında emniyet sağlaması değildi. Dışsal faydalar sağlayan kamusal nitelikli ağır ve büyük yatırımları ancak devlet organizasyonları mârifeti ile sağlayabileceğini görüyordu. Sermâye bilhassa genişleme dinamiğinin gerektirdiği yatırımları ancak devletlerin liderliğinde yapabileceğini kestiriyordu. Buna ilâveten devletin merkezî kurumsal kapasitesinden de istifâde ediyor
Socjalizm i kapitalizm zdominował kolejne wydanie magazynu Do Zobaczenia. O jakich filmach dyskutowali autorzy audycji? THE OLD OAK, czyli 87-letni Ken Loach na straży marksistowskiej rewolucji. Tym razem z syryjskimi uchodźcami u boku w bardzo szczerym manifeście mistrza brytyjskiego kina. Czy filmowo się broni? FACET Z ZASADAMI raczej by się nie dogadał z Loachem. Kapitalizm po amerykańsku w intrygującej powieści Toma Wolfa. Jeff Daniels jak zawsze błyszczy. Ile lukru jest w BEZ LUKRU? Jerry Seinfeld na korporacyjnej wojnie śniadaniowych płatków. Gwiazdozbiór komediowy u legendarnego komika w absurdalnej historii opartej na faktach. Czy coś poza korpo lukrem? Na koniec Freud vs. Lewis, czyli OSTATNIA SESJA FREUDA. Anthony Hopkins w swoim żywiole! My sesji nie robimy i kina nie lukrujemy. Mamy swoje zasady i jeszcze nie spróchnieliśmy. Prawda?
Kapitalizm böyle bir şeydir; Küresel şirketlerin Siyonist patronları Gazze'de israile doğurmasınlar diye anneleri, büyümesinler diye çocukları öldürtür, dünyanın diğer tarafında da anneni seviyorsan hediye alarak ispatla der. Anne senede bir gün hatırlanacak kadın değildir ama kapitalizm “bir gün hatırla yeter” der. Küresel şirketlerin anneler gününde anneyi sevme ölçüsü alışveriştir. Küresel şirketler, “Anneler gününe özel indirimler var, bu fırsatı kaçırma anneni hediyelerle sevindir” der. “Git ananın elini öp, yanında otur, onunla zaman geçir, gönlünü okşa” demez. Küresel şirketler Anneler günü diye bir gün icat etmeseydi muhtemelen annelerin daha çok hatırlanacağı neden kimsenin aklına gelmez? Toprak öyle işlenmemiş de o yüzden. ** Küresel şirketler anneyi neden sevmez? Anne onların istediği tüketici tipi değildir. Anne bebeğini hazır mama ve biberonlarla doyurmak yerine anne sütü ile doğal yollardan yedirmeyi tercih eder. Anne zorunlu olmadıkça alışveriş yapmaz. Anne israfı sevmez, tutumlu olmayı tercih eder Anne marketten alışveriş yapmak yerine mahalle pazarına gider. Anne lüzumsuz gereksiz alışveriş yapmaz. Anne asli ve temel ihtiyaçlarına odaklanır. Anne alışverişte önceliği acil ve gerekli ihtiyaçlara verir. Anne salçayı kavanozla marketten almak yerine pazardan en bol ve ucuz zamanı gözeterek aldığı domatesle evde salça yapmayı tercih eder. Anne sütünü ambalajlı fabrikasyon ürünü yerine sokak satıcısı denilen üreticiden almayı tercih eder. Anne yoğurdunu pekmezini reçelini kendi yapar, evdeki balondaki çiçeğini bile kendi çoğaltır. ** Anne küresel şirketlerin ürettiği birçok ürün ve hizmeti evde kendisi yapmayı tercih ederek onları zarar ettirdiği için küresel şirketler annenin evde olmasını istemezler.
oturan muhtar, unicef kızları & epstein yolları taşlı
Kazana kazana kaybediyoruz, demiştim. Maddî olarak kazanıyoruz; yetmiyor; sonra da maddî kazancı kutsuyoruz. Aslında maddî olarak kazanmak ve bunu kutsamak, manevî olarak kaybedişimizin tohumlarını ekmek, dinamitlerini döşemek demek. Her zaman söylediğim gibi: Dünyayı dâr / yurt edinenler, dünyayı dar ederler insanlığa. Ne demişti İbn Haldun: “Bir toplumu açlık değil, tokluk öldürür.” Siyaset, günü kurtarmakla ilgilidir. Hakikat, geleceği kurmakla. Siyaset ân'la ilgilidir. Hakikat, Zaman'la. Zaman'ın bütün mekânlarıyla; geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman aralıklarıyla aynı ânda… Hakikat, bütün zamanlara uzanır ve bütün zamanlarda yankılanır, yankısını bulur. Siyasete odaklanmak, siyaseti her şeyin merkezine yerleştirmek, insanı hem zamansızlığa, ân'a hapsetmekle hem de araçların kölesi hâline getirmekle sonuçlanır. Siyasete odaklanmak, tek bir zamana, dolayısıyla zamansızlığa ve tabiatıyla mekânsızlığa mahkûm olmakla sonuçlanır. Siyaset dünyayı eksene alır, dünyayı yani bura'yı, şimdi'yi, geçici olanı. Hakikat bura'yı, şimdi'yi aşar, kalıcı olan'a böyle böyle ulaşır. Bütün zamanlara ışık tutar, bütün mekânlara ışık olur, her şeyi aydınlatır. Siyaset zaman duygusunu yok eder, hakikat fikrinin temeline hem siyaseti hem de hakikati bitirecek bombaları eker… Siyaset ile iktisat ikiz kardeştir. Siyaset varlığını, iktisada borçludur; iktisat da siyasete. Siyaset, çıkarı paylaştırma stratejisidir. İktisat, çıkarı paylaştırma stratejisinin kaynağıdır. Siyasetle iktisadın imtizacından kapitalizm doğar. Kapitalizm, hiçbir kural tanımaz. Kural'ın, kendisi olduğunu zanneder. Kapitalizm hakikat düşmanıdır. Kapitalizm'in hem kural hem de kral olduğu yerde, hakikat barınamaz; sömürü çarkı hızla işlemeye başlar ve herkesi ezer geçer… Kapitalizm insanlık düşmanıdır: kapitalizmin hükümran olduğu yerde insan köledir, kapitalizmin hâkim olduğu yerde insan mahkûmdur. Kapitalizm insanı kurtaramaz, aksine, kurtarılmaya muhtaç hâle getirir. Kapitalizm, arzu teknolojisi ve teknolojik benler üretir. Kapitalizmi ayakta tutan şey, ürettiği arzu teknolojisinin ayartıcılığının ve baştan çıkarıcılığının çapıdır. Kapitalizmin aklı yoktur, duyguları vardır. Kapitalizm duygu sömürüsü yaparak hem ayakta durur hem de önüne çıkan her şeyi siler süpürür…
Mal satmak bizde sevimsizdir. Alınmış alınmıştır bir kere. Ne alırsan ucuza alırsın hem. Hatta Anadolu'da miras malı satmak ar sayılır. Mal satanlara iyi gözle bakılmaz, müflis görülür. Bunlar düstur. Gençlere hayat dersi. Konumla da bağlantılı ama tümüyle değil. Şimdi konuma gireyim. Öyle bir ortam var ki millet devletten daha zengin, öyle de bir ortam var ki devlet milletten daha zengin. Toplumda gelir dağılımının bozulmuş olmasının ürettiği bir sanrı bu. Doğrusu ne millet yoksul olmalı ne de devlet acze düşmeli… Temel problemlere değil de yüzeysel problemlere odağın kayması bu sanrı yüzünden. Dağ gibi kamuda verimlilik meselesi üç beş ya da üç yüz beş yüz her neyse araba satışına kurban ediliyor. Bu otomobillerin satılması değil mesele, alınması. Eğer fazlalıktılarsa… Bakan Yardımcısının İkinci Maaşı Osmanlı'da kamuda yükseltme için maldan mülkten fedakârlık yapıp vakıflar kurmak ve kalkınma projelerinin sponsoru olmak gibi işlerin belirleyici görüldüğü kaydedilir. Paşa ünvanlı isimlerle anılan birçok cami, külliye, çeşme, imaret bulunması belki bu yüzden yahut bu sayededir. Fakat bu usulün eleştirildiğini, müsadere ithamıyla yüzleştiğini görürüz. Cumhuriyet'e geçişle bu iklim de değişmiştir zaten. Yükselenler fakirleşmez aksine zenginleşir. Cumhuriyetten beklenenin bir kısmının da bu olduğunu sanırım söylemeye gerek yoktur. Sonuçta cumhuriyette yükseltme alt gelir grubundan da olabilir. Kapitalizm de bu yüzden cumhuriyet taraftarıdır. Efendilerin değişmediği ama diğerleri arasında aşağı yukarı hareket mümkün olduğu için... Bu mekanizma kapitalizme işlerlik kazandırır. Yükselenlerin zenginleşmesi çoğu durumda ise sevimsizdir. Şaibeli bile görülür ki bu da kapitalizme uyar. Son günlerde Turizm ve Kültür bakan yardımcısının bir özel bankanın yönetim kurulunda üye olması ve bu üyelikten aldığı ikinci ücret tartışma konusu oldu. İlk bölümde bahsettiğim sanrı yüzünden yani devlet ile millet arasındaki zenginlik-fakirlik farkı yüzünden konunun taban bulduğunu söylemek mümkün. Fakat aynı sorunun zengin millet tarafından meseleye bakıldığında bakan yardımcısının aldığı ikinci ücret değil, birincisi yani asıl iştigali olan bakan yardımcılığından aldığı maaşın yeterli olup olmadığı tartışma konusu olmalıydı. Ve doğrusu da buydu. Kimse kimseyi kandırmasın. Kimse kendini de kandırmasın. Türkiye gibi yüksek veya çok yüksek ücretlerin görüldüğü bir ülkede A grubu memurlar ve üst düzey kamu yetkililerinin aldığı maaş görece düşük. Ama şu da söylenebilir; emeklilerin veya ortalamadakilerin aldığı maaşa göre de yüksek. Meselenin kafa karıştırıcı görünmesi ölçüt olarak bu karşılaştırmalara başvurulması nedeniyledir.
Banu Güven, depremin ardındaki rant hırsını anlattı: "Ecevit Alkan "Kültür yok olmuş, insanlar evlerini, mahallelerini bırakmak istemiyormuş, bunlar sermayenin umurunda değil” diyerek özetlemişti. İnsanların mahallelerini bırakmak istememeleri, bu iktidarın da umurunda değil. Kapitalizm, felaket ve fırsat döngüsü kırılmadıkça bu senaryoyu tekrar tekrar göreceğiz. İstanbul için yazılacak senaryo ise, emin olun daha büyük olacak."
TEN ODCINEK ZAWIERA TREŚCI PROMOCYJNE. Darię Gocał można znaleźć tutaj: https://pl.linkedin.com/in/dariagocal A jej spreadsheety tutaj: https://excelready.etsy.com Czy "millenialsi" i "zetki" są z dwóch różnych światów? Przekonajmy się. Ja nazywam się Andrzej Tucholski i zapraszam do odsłuchu. Jestem psychologiem biznesu zajmującym się wysokosprawczością i ogarnianiem w późnym kapitalizmie. Trzy razy zaproszono mnie na TEDx. Piszę książki, nagrywam kursy oraz prowadzę (ten) podcast o sile psychicznej i odwadze emocjonalnej. Szkolę w firmach. Wysyłam popularny newsletter, który raz głaszcze, a raz szturcha. Nagrywam rolki na insta i tiktoka. Po dekadzie spędzonej w TOP30 Najbardziej Wpływowi Blogerzy w Polsce wywalili mnie do Hall of Fame, żebym nie zapychał miejsca. W drugim życiu piszę książki fabularne i scenariusze. Piję stanowczo za dużo kawy. --- Wszystkie linki znajdziesz tutaj: https://andrzejtucholski.pl/ (Piosenka w intro to "Amsterdam" by lately lui.)
TEN ODCINEK ZAWIERA TREŚCI PROMOCYJNE. E-book "NIE CHCĘ BYĆ WIECZNY" znajdziesz tu: https://sklep.andrzejtucholski.pl/ Innej epoki nie będziemy dla siebie mieli, a ta jest dla człowieka wroga i nieciekawa. Jak możemy lepiej o tym myśleć? Przekonajmy się. Ja nazywam się Andrzej Tucholski i zapraszam do odsłuchu. Jestem psychologiem biznesu zajmującym się wysokosprawczością i ogarnianiem w późnym kapitalizmie. Trzy razy zaproszono mnie na TEDx. Piszę książki, nagrywam kursy oraz prowadzę (ten) podcast o sile psychicznej i odwadze emocjonalnej. Szkolę w firmach. Wysyłam popularny newsletter, który raz głaszcze, a raz szturcha. Nagrywam rolki na insta i tiktoka. Po dekadzie spędzonej w TOP30 Najbardziej Wpływowi Blogerzy w Polsce wywalili mnie do Hall of Fame, żebym nie zapychał miejsca. W drugim życiu piszę książki fabularne i scenariusze. Piję stanowczo za dużo kawy. --- Wszystkie linki znajdziesz tutaj: https://andrzejtucholski.pl/ (Piosenka w intro to "Amsterdam" by lately lui.)
Türkiye'nin önde gelen bıyıklı ekonomistlerinden Enes Özkan'ın konuk olduğu bu bölümde sahte üstünzekalılar derneğini , tatilde vicdan sorununu ve Thomas Piketty'nin “21. Yüzyılda Kapital”ini konuştuk.
Ozan Şakar ve Irmak Akman, Kimin Ekonomisi'nin bu bölümünde emperyalizmin tarihini ve bugüne etkilerini tartıştı. Kapitalizm ile olan ilişkisini, İngiltere'nin nasıl emperyalist bir güç olduğunu ve Mustafa Kemal Atatürk'ün emperyalizme karşı kazandığı zaferi anlattı. İyi dinlemeler...
Friedrich Naumann Vakfı'nın destekleriyle ve Erkin Ergüney'in hazırlayıp sunduğu 'Ekonomi Hakkında Her Şey' isimli yeni podcast serimiz, Türkiye'de ekonomiyi sıkıştığı 'Dolar kaç olur?' tartışmasından çıkartıp ekonomik meseleleri kapsamlı bir şekilde ele alarak inceliyor. Serinin ilk bölümünde Erkin Ergüney, ekonomist ve köşe yazarı Arda Tuncay'ı konuk alıyor ve eşitsizlik kavramını odağa alıyor. Ekonomik eşitsizliğin tarih boyunca dönüşümünü incelerken günümüzdeki eşitsizlik durumunu, kapitalizmle tarihsel bütünlüğünü ve ekonomik olarak daha eşit bir toplumun mümkün olup olmadığını tartışıyor.
Jesteśmy bardziej napakowani niż BAKI!!!!!11 (takie anime, sprawdźcie sobie) Dzisiaj Dominik Gąska jest DJ-em, a dr Tomasz Pstrągowski ma urodziny!!! STO LAT TOMEK, STO LAT, STO LAT!
49W'da bu hafta Ömer ve İbrahim, Max Weber'in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu kitabı üzerine konuştu. Kapitalizm nasıl ortaya çıktı? Kapitalist ruh nedir? Protestanlık, kapitalizmi ve para kazanmayı nasıl ahlakileştirdi? İşçilerin verimliliğinin artırılmasında dinin etkisi ne? Protestan Batı gelişirken diğer toplumlar geri kalmaya mahkum mu? Sorularının ve daha fazlasının cevabı bu videoda. Keyifli dinlemeler...
Co ma filozoficzne ujęcie tematu wartości do ustroju społecznego, jakim jest kapitalizm? Wartości „same w sobie”, subiektywizm wartości i obiektywistyczna teoria wartości – jak te trzy podejścia przekładają się na możliwość zaistnienia „nieznanego ideału”? Dlaczego obiektywna teoria wartości jest jedyną teorią moralną nie do pogodzenia z rządami siły? Co wynika dla kapitalizmu z faktu, że wartości nie mogą istnieć (nie mogą być wartościowane) poza pełnym kontekstem życia człowieka, jego potrzeb, celów i wiedzy? Jak rozumieć stanowisko Ayn Rand, według której „obiektywny pogląd na wartości przenika całą strukturę społeczeństwa kapitalistycznego”? Jak ma się obiektywistyczna teoria wartości w filozofii do subiektywistycznej teorii wartości w ekonomii, na której ufundowana jest cała „najmłodsza z nauk” od czasów Carla Mengera? Czy istnieje tu jakaś sprzeczność? Wreszcie: skoro kapitalizm jest tak dobry – to dlaczego przegrywa? O tym wszystkim rozmawiają dziś Ziemowit i Mateusz – zapraszamy! ________________________________________ #kapitalizm #ustrójkapitalistyczny #wolnyrynek #leseferyzm #liberalizm #gospodarka #ekonomia #społeczność #społeczeństwo #moralność #indywidualizm #prawa #prawaczłowieka #prawajednostki #aksjologia #wartości #teoriawartości #obiektywistycznateoriawartości #subiektywizm życie | rozum | wolność
Kapitalizm to... ... stan przejściowy między epoką feudalizmu a nieubłaganym nadejściem socjalizmu? Potwór, którym bojownicy o „sprawiewdliwość” społeczną straszą małe dzieci? Złowróżbny ustrój wyzysku, oszustw i katorżniczej pracy zniewolonego proletariatu? A może – nieznany ideał? Czym jest tak naprawdę kapitalizm? W dzisiejszym odcinku Klasy Atlasa Ziemowit i Mateusz rozmawiają o naturze ustroju kapitalistycznego: jak zdefiniować kapitalizm? Co stanowi fundamentu tego systemu? Dlaczego wokół kapitalizmu narosło tyle nieporozumień i niejasności? Co tak naprawdę motywuje zadeklarowanych antykapitalistów? Czy istnieje jedno rozumienie kapitalizmu czy może to wieloznaczny termin, a jeśli to drugie, to jak rozumieć jego rozmaite warianty? To pierwszy z dwóch odcinków poświęconych filozoficznemu spojrzeniu na kapitalizm z punktu widzenia idei Ayn Rand. Zapraszamy! ________________________________________ Zachęcamy do komentowania, zadawania pytań i sugerowania tematów. Jeśli cenicie Klasę Atlasa – dajcie kciuka w górę, zasubskrybujcie kanał oraz udostępniajcie i polecajcie nasze videopodcasty. Zapraszamy do polubienia naszego fanpage'a na Facebooku: https://pl-pl.facebook.com/obiektywizm – oraz obserwowania profilu na Instagramie: https://www.instagram.com/obiektywizmpl/ ________________________________________ #kapitalizm #ustrójkapitalistyczny #wolnyrynek #leseferyzm #liberalizm #gospodarka #ekonomia #społeczność #społeczeństwo #moralność #indywidualizm #prawa #prawaczłowieka #prawajednostki #rząd #rządzenie #państwo #naturarządu #wolnespołeczeństwo życie | rozum | wolność Słuchaj nas na Spotify i innych platformach streamingowych! http://www.podcast.obiektywizm.pl www.obiektywizm.pl – polskie centrum sympatyków myśli Ayn Rand --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/laissezfairepl/message
Kapitalizm serisinin yeni bölümünde Ömer John Maynard Keynes'i anlattı. Keynes iktisadi düşünceyi nasıl dönüştürdü? Keynes'in teorisi neydi? Keynes'e göre ekonomik krizlerin çözümü nedir? Keynes kapitalizmi nasıl kurtardı? Keynes'in kendinden önceki ekonomistlerden farkı neydi? Keynes dünyayı nasıl etkiledi? Keynesyen iktisat politikaları nedir? Sorularının ve daha fazlasının cevabı burada.
İbrahim'le birlikte efsane serimiz Kapitalizm de yeni bölümüyle geri döndü. Ömer ve İbrahim bu bölümde Karl Polanyi neden liberallerin bizi kandırdığını düşünüyor? Serbest piyasa ekonomisinin tam olarak uygulanamamasının sebebi anti-liberal bir komplo mu? Adam Smith'in homo economicus'u gerçek mi? Neden devlet ekonomiden elini bir türlü çekemiyor? sorularını ve daha fazlasını tartışıyor.
Siyasal olmayan bir din olabilir mi? Nazi kamplarındaki Türk-İslam propagandaları. Toprak reformunun Demokrat Parti'yi doğurması. Soğuk Savaş, 12 Eylül, yetmez ama evetçilik, Erdoğanizm ve dahası. Ozan Gündoğdu ile 1 saat boyunca Türkiye tarihinin belli dönemeçlerini konuştuk. Çok şey öğrendim. Bahsi geçen kaynak ve kitaplar aşağıdadır..Bu podcast, Cambly hakkında reklam içerir.Cambly'nin %60 indirimden 6fular koduyla yararlanmak için aşağıdaki linke tıklayın.https://cambly.biz/6fularCambly Kids'in %60 indiriminden 6fularkids koduyla yararlanmak için ise aşağıdaki linke tıklayın.https://cambly.biz/6fularkids.Bölümler:(00:00:14) Ozan Gündoğdu (Trend Topic)(00:01:24) Siyasal İslam nedir?(00:02:26) Üç Tarz-ı Siyaset (Yusuf Akçura, 1904)(00:03:26) The Failure of Political Islam (Olivier Rohl, 1994)(00:03:56) Politik olmayan bir din var mı?(00:06:36) Devletin denetlediğini din niye denetlemesin?(00:07:52) Türkçülüğün zaferi.(00:09:07) Halkın Türklük bilinci.(00:10:56) Toprak reformu.(00:13:39) Gayrimüslimler.(00:15:41) Özet: Türkçülük merkezde, İslamcılık yükselişte.(00:16:38) Soğuk Savaş'ın etkisi.(00:20:44) Almanya'nın etkisi.(00:22:26) Ruzi Nazar: Roman gibi hayatlar.(00:27:09) Nazilerden CIA'ye.(00:31:22) Asrı Saadet yüzünden dünyaya ilgisizlik.(00:32:26) 12 Mart: Genç subaylar rahatsız.(00:38:03) 12 Eylül: Türk-İslam sentezi.(00:41:06) Yetmez ama evetçilik.(00:47:23) Kapitalizm ve Siyasal İslam ilişkisi.(00:51:45) Bugünkü durum: Fikren yenilgi.(00:52:57) Türban-başörtüsü farkı: Şule Yüksel Şenler.(00:55:03) Ayasofya'ya cami.(00:56:21) Sosyal İslam'a güvenmek.(00:58:21) İslamcı ütopyanın bitişi.(01:00:07) Erdoğanizm.(01:02:01) "Faysal'ın Prensleri Kral Oldu"(01:04:34) Gelecek tahmini.(01:06:59) Patreon teşekkürleri..Kaynaklar/Kişiler:Siyasal İslamcılık (Ozan Gündoğdu, 2022)Üç Tarz-ı Siyaset (Yusuf Akçura, 1904)The Failure of Political Islam (Olivier Rohl, 1994)Bediüzzaman Said Nursi Olayı (Şerif Mardin, 1989)Ruzi Nazar (CIA ajanı)Şule Yüksel Şenler (Şulebaş'ın yaratıcısı)See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Pelin Batu ile Sapien Tarihi'nde konumuz Kapitalizm.
Pelin Batu ile Sapien Tarihi'nin yeni bölümünde konumuz Erken Dönem Kapitalizm.
Bülent Somay, iklim krizini sınıfsal açıdan değerlendiriyor: “Küresel felaketler çağında yaşıyoruz: Hepimizin en temel merakı: Yahu şu milyarderler bu kadar da salak mı, yaklaşan küresel felaketi nasıl oluyor da görmüyorlar? Elcevap: Merak etmeyin, görüyorlar. Görüyorlar ve tedbirlerini almak için de epeyce uğraşıyorlar. Tek sorun şu: Onların kıyamet sonrası planlarında ve hesaplarında biz yokuz. Onlar bizim olmadığımız bir dünyanın hazırlığını yapıyorlar. Biz ise oların olmadığı bir dünyayı hayal edemiyoruz henüz. Ne diyelim, darısı başımıza.”
Kültür Tarih Sohbetleri'nde bu hafta, Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Dr. Çağrı İdiman, Immanuel Wallerstein'in dünya-sistem analizi üzerine Cengiz Özdemir ve Ozan Sağsöz'ün sorularını yanıtladı. Yayını izleyebilirsiniz: bit.ly/3e7CFMr
Yayını izleyebilirsiniz: bit.ly/3zsemQH
Kapitalizm ve ulus-devlet ile hesaplaşmadan barış istemek, güzel bir temenniden öteye geçmez. İki imparatorluk özentisi devlet ve onların daha küçük taklitleri, yakın gelecekte otokratik bir kapitalizmin kimin güdümünde kurulacağı konusunda hesaplaşıyor. Barış talebi, bu hesaplaşmaya kapitalizm-sonrası bir alternatif oluşturmaktır günümüzde. Bülent Somay, Akıntıya Karşı'da Rusya'nın Ukrayna'ya beş gündür devam eden saldırılarını ele aldı.