POPULARITY
Prens Adaları'nda da doğa tahribatı 'temizlik' adıyla sürerken, dünyanın dört bir yanında orman yönetimi bambaşka bir yöne evriliyor. New York şehir ormanlarındaki uygulamasını konuşuyoruz. Sürdürülebilir ormancılık; Ekosistem Temelli Ormancılık, ormanı sadece odun değil; karbon yutağı, habitat, su kaynağı ve iklim düzenleyici olarak görüyor. İklim krizine, biyoçeşitlilik kaybına ve toplulukların haklarına birlikte bakan bütüncül bir ormancılık anlayışı… Bizler de Prens Adaları'nda, 50-100 yıl önce hazırlanmış endüstriyel ormancılık planlarının değil; tüm canlıların yararına işleyen, doğayla uyumlu yeni bir yaklaşımın uygulanmasını talep ediyoruz.
Fenerbahçemiz, Trendyol Süper Lig'in 25. haftasında Galatasaray'a konuk oldu. Ali Sami Yen Spor Kompleksi Rams Park'ta oynanan karşılaşma 0-0 eşitlikle sonuçlandı. Mücadeleden detayları Kaan Koç ve Yiğit Yılmaz konuştu.Programın içeriği; 00:00 Giriş01:00 Galatasaray maç analizi11:45 Oyuncu değerlendirmeleri21:10 Tribünler26:30 Maç sonrası açıklamaları ve Jose Mourinho33:50 Maçın hakemi: Slavko Vincic36:40 Şampiyonluk şansımız37:30 KapanışMevzu Fener'i diğer sosyal medya hesaplarımızdan da takip edebilirsiniz.X - https://x.com/mevzufener1907Instagram - https://bit.ly/4digAEzKaan Koç X - https://x.com/_kaankoc_Yiğit Yılmaz X - https://x.com/YgtylmzPodcast HesaplarımızSpotify - https://bit.ly/4cEYA7lApple Podcasts - https://bit.ly/462D21OMail - mevzufener1907@gmail.com#fenerbahçe #galatasaray #süperlig #analiz
İyi Ki Podcast'in bu bölümünde "Sorunlarımızı yürüyerek nasıl çözebiliriz?" bu sorunun peşine düşüyoruz birlilkte. Jean-Jacques Rousseau'dan, Nietzsche'ye, Murakami'den Frederic Gros'a yürümenin yazarlar, filozoflar, düşünürler için yerini irdeliyoruz. Thom Hartmann'ın Walking Your Blues Away kitabından, yürüyerek sorun çözme adımlarının reçetesini de paylaşıyorum bu bölümde sizinle.Bizler düşüncelerimiz değiliz. Bu sebeple düşüncelerimize uzaktan bakmayı ve izleyici konumunda kalabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bu bölümde iliklerinize kadar düşüncelerinize uzaktan bakmayı deneyimleyebileceksiniz. Yolunuz hep açık, adımlarınız sonsuz ve farkındalığınız da bol olsun.İyi ki Podcast'in diğer bölümlerini de dinlemek için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.https://open.spotify.com/playlist/5bHVefMy6JpOCm2sBbGZPP?si=203565b7bccd4d4d&nd=1&dlsi=583a0678adb146c1Benay Durmaz Günerwww.iyikipodcast.cominstagram.com/iyikipodcastDigiHead Media#yürümek #yürümeninfelsefesi #JeanJacquesRousseau #FredericGros #HarukiMurakami #ThomHartmann #walking #walkingyourbluesaway
İşçiye, kamu emekçisine, emekliye ne verileceği belli oldu. Erdoğan istediği kadar enflasyona ezdirmedik desin İngiliz Mehmet'in işçi düşmanı Orta Vadeli Programı'nı uyguladı ve yaptığı TÜİK'in yalan enflasyonunun dahi altında kalan asgari ücret ve maaş zamları ile milyonları hayat pahalılığı karşısında ezdi. İşçinin, emeklinin, kamu emekçisinin geçim sıkıntısı biraz olsun hafiflesin diye beklediği değil; İMF'nin, emperyalist tekellerin, para babalarının, TÜSİAD'ların, MÜSİAD'ların istediği oldu. Ne de olsa ufukta seçim yok diyerek, düzen partisi CHP'nin aynı AKP gibi, patronların çıkarını öne koyan yumuşak muhalefetini fırsat bilerek bunu yaptılar. Daha önce seçim olan yıllarda, asgari ücrete daha yüksek zamlar yapıldığında da bu parayı, çarşıyı pazarı kasıp kavuran zamlarla ve devletin arttırdığı vergilerle fazlasıyla geri almışlardı. Ne verecekler diye beklemenin sonu her zaman hüsran oldu. Bizler “hak verilmez alınır” diyenlere ve haklarını söke söke alanlara bakmalıyız. MESS'in dayatmalarına grevle cevap veren, grev yasağını grevle yırtıp atan metal işçilerine, sendika hakkını fabrikasını işgal ederek söke söke alan Betek (Filli) Boya ve bir yıla yakın süre direnerek alan Perfetti işçilerine, işçi sınıfının Anayasal haklarını barikatları aşarak, Ankara yollarını adımlayarak, direne direne savunan Polonez işçilerine bakmalıyız. Böyle gelmişse de böyle gitmeyeceğini görmeliyiz ve göstermeliyiz. 2024 sonu itibarıyla Türk-İş açlık sınırını 21 bin TL, yoksulluk sınırını da 68 bin TL olarak açıkladı. 10 milyon işçi, aileleriyle birlikte ülkenin yarısı asgari ücretle açlık sınırına mahkûm edildi. Ama aynı zamanda işçilerin örgütlü mücadeleyle ücretlerini açlık sınırının katbekat üstüne çıkarabildiğini görüyoruz. Gebze'de Chen Solar işçileri bunu başardılar. MESS'in dayatmalarına karşı grev diyen, iktidarın grev yasaklarına Kavel ruhuyla cevap veren metal işçileri bunu başardılar. İktidardakiler “ne verirsek biz veririz, verdiğimizi de istediğimiz zaman geri alırız” diyorlar. Emekçi halkın, verdikleri üç kuruşa şükretmesini istiyorlar. Emperyalist sermaye, arkasını devlete dayamış, ülkenin sanayi bölgelerini karış karış ele geçirmiş, fabrikaların içine Anayasa'yı sokmuyor. Ama onlar emekçi halkın bunları görmeyip kendilerine verdiği “Şam Fatihi” havalarına kanmasını, Vaşington'la, Londra'yla, Brüksel'le birlikte yaptıklarını alkışlamasını istiyorlar. Yabancısıyla yerlisiyle sermaye sınıfı, memleketin işçisini en ucuza ve en kötü kölelik koşullarında sömürüyor, madenleri yağmalayıp toprakları kirletiyor. Onlar sermayeyi el üstünde tutup hakkını arayan işçiyi polis botunun altında eziyor. Ve onlar bu devir böyle gelmiş böyle de gidecek zannediyorlar. Ancak böyle gelmişse de böyle gitmeyecek. Onlar önümüzdeki yılı işçi ve emekçi milyonlar için sefalet ve kemer sıkma yılı yapmaya niyetliler. Kıdem tazminatına, emeklilik haklarına, işçi sınıfının kırmızı çizgilerine, kazanılmış tüm haklarına göz dikmiş durumdalar. Hak almak ve haklarımızı korumak için 2024'ün grevci direnişçi işçilerinin açtığı örgütlü mücadele, birlik, dayanışma ve kardeşlik yolundan yürümeliyiz. Fabrikalarda direne direne kazandığımız mevzileri, Birleşik İşçi Cephesi'yle konfederasyon ayrımı olmadan meydanlarda birleşerek güçlendirmeliyiz. 2025'i örgütlenme ve mücadele yılı yapmalıyız! İşçiler emekçiler çağrımız size! Sınıfını bil, safları sıklaştır! Örgütlü mücadeleye katıl! Fabrikanda, işyerinde sendikaya üye ol, sahip çık, denetle! Düzen siyasetinden medet umma, Devrimci İşçi Partisi saflarında sınıf siyasetine güç ver! Bu mücadelede ayrı gayrı yok, Türk-Kürt, Alevi-Sünni ayrımı yok, işçilerin birliği halkların kardeşliği var! Emekçi halkın yararına bir açılım varsa burada var. Bu mücadelede emperyalizmin kölesi de askeri de olmak yok! Bu mücadelede emperyalist zincirleri kırmak var! Bu mücadelede istibdadın baskılarına boyun eğmek yok! Bu mücadelede işçi sınıfının etrafında birleşen emekçi halk için iş, aş, hürriyet var!
Geçmişin mirasına sırtını dayayan on binlerce kişi var bu ülkede. Biz eskiden şöyle başarılı bir firmaydık, biz böyle şampiyon bir şirkettik diye anlatıp duruyorlar. İyi ama kocaman bir eee sorusu var burada. EEE işte şimdi bu işleri yapamıyoruz çünkü üzerimize komplolar kuruyorlar. Bu hafta geçmişin mirasına sırtını dayayanlar hakkında konuştuk. Kendi yolunda olan hiç kimsenin hangi kökenden gelirse gelsin bu tarz cümleler kuracağına ben inanmıyorum. Bizler her şeyi geride bırakmayı göze alabilen kişiler olarak geçmişin miraslarını, sorunlarını ve bize yaşattıklarını da geride bırakabiliyoruz. Elbette insanız düşüyoruz. Ama kalkıp ilerlemeyi de biliyoruz. Başarısızlık da bizim başarı da bizim. Düşürseler de bizi bu hayat yolunda toparlanmak zorundayız. Çünkü kendi yolunda olmak bu hayatın yalnızca kendinin olduğunu bilen olmaktır.
2024'te ölen Gazzeliler değildi kuşkusuz. Hatta rahatlıkla diyebiliriz ki 2024'te “ölmeyen” tek topluluk Gazzelilerdi. İnsanlık, gözünün önünde, canlı yayında olup biten bir soykırıma lal kesilerek ölmeyi seçerken, Gazze halkı yaşamayı ve direnmeyi tercih etti. Aslında son derece basit bir şey yapabilirdik. Bizler de yaşamayı seçip çıplak ellerimizle direnebilirdik İsrail isimli terörist organizasyona ama sonu gelmez bahaneler ve avuntularla sürdürmeyi tercih ettik ölülüğümüzü. “Gazze'den sonra insanlık bir daha hiç eskisi gibi olmadı” yazacaklar ardımızdan. Buna hepimiz emin olabiliriz artık. Bir sürü politik bahane, bir dünya siyasi manevra ile sinik, uyumlu, aşağılık bir “insan olma” durumu söz konusu artık hepimiz için. Ölüyoruz sürekli.
Honda Jazz e:HEV merak listesi'ni sunar. Pek çok kişi hayal kurmak ile hedef koymayı aynı görüyor. Toplumda hayal kurabilenlerin sayısı her geçen gün düşüyor. Gençlerle yapılan araştırmada özel okulda ya da devlet okulunda okumanın hayalleri etkilemediği ve gençlerin hayal kuramadıkları görülüyor. Peki ya yetişkinler? Bizler hayal kurabiliyor muyuz yoksa sınırsız hayal gücümüzü kullanmayı uzun bir süre önce kaybettik mi? Yeniden hayal kurmak istersek, nasıl başlamalıyız? Nasıl sınırsız ve birbirinden farklı hayaller kurabiliriz? Gelin bu bölümde yeniden hayal kurmaya birlikte başlayalım. ⚡️ Patreon'dan destek olmak için https://www.patreon.com/meraklistesi --- Bölüm Akışı: (0:00) Bu hikayedeki kişi deli mi hayalperest mi? (1:15) Bölümün meraklı soruları (3:30) Hayaller üzerine araştırma (4:30) Hayal gücümüz budanmaya başlıyor (5:30) Hayaller birbirine benziyor (6:00) Hayalleri yeniden kurma rehberi - 10 Adım (7:30) Can sıkıntısı ve hayal gücü (9:50) Farklı bağlar kurabilmek (10:33) Honda Jazz ile tanışmaya ne dersin? (12:38) Düşünme egzersizi (15:25) Öğrenilmiş İyimserliği kullanmak (17:40) İmkansızı hayal etmek (19:10) Ekosistem yaratmak gerekiyor. Not: Bu bölüm Honda hakkında reklam içerir.
Öncelikle bu haftalık sesim için özür dilerim. Toplum yolundakilerin bir sözüne itiraz etmek istiyorum bu hafta. Kimse beni sevmiyor. Hayır. Okulumuzda, iş yerlerimizde veya hayatımızın içinde bir yerlerde bizi seven insanlar hep varlar. Onlar sadece onları görmek istemiyorlar. Çünkü sevgisini istedikleri kişiler ne yazık ki onları seven kişiler değil. Bizler böyle değiliz. Böyle davranmamalıyız. Elinin tersiyle itmelisin insanları, sana hâl hatır sordu diye yüzünü düşürmemelisin. Çünkü kendi yolunda olmak kendisine değer vereni el üstünde tutan olmaktır.
Üniversitene özel hazırlanmış derslerle vize ve finallerden yüksek notlar al. İlk dersini ücretsiz dene. https://go.unicourse.co/bpt - Bu bölüm "Unicourse" hakkında reklam içerir. - Hayatını Şekillendir: Üretkenlik ve Rutinler Atölyesi
Nasıl ki Hz. Ebû Bekir (r.a.), Muhâcirlerin en önde gelen şahsiyeti ise, Hz. Sa‘d (r.a.) de Ensâr'ın en önde gelen sîmâsı idi. Bu azîz sahâbî, Fahr-i Âlem (s.a.v.) Efendimiz henüz Medine'yi şereflendirmeden önce Mus'ab ibni Umeyr (r.a.) vâsıtasıyla müslüman oldu. Sa‘d (r.a.), Abdüleşhel oğullarının başkanı olduğu için, o müslüman olunca bütün kabile İslâmiyet'i kabul etti. Kâinâtın Efendisi (s.a.v.) ile Bedir, Uhud ve Hendek gâzvelerinde bulundu. Hendek Gâzvesi'nde kolundan ağır şekilde yaralandı. Hicretin 5. yılında bu yara açıldı ve henüz otuz yedi yaşında iken kolundaki bu kanamadan dolayı vefât etti. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz'in haber verdiğine göre Sa‘d (r.a.) vefât edince, Cenâb-ı Hâkk'ın yüce arşı, onun rûhuna kavuşmanın sevinciyle titremiş, gök kapıları kendisi için açılmış ve cenâzesinde 70.000 melek bulunmuş ve bu aziz insanın nâşını melekler taşımıştır. Bizler arş cansız bir varlık olmalıdır; “Cansız bir şey nasıl sevinir?” diye düşünmemeliyiz. Zira bu husus akılla bilinecek bir şey değildir. İşte burada, Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz'in Uhud Dağı'nı göstererek: “Uhud bizi sever, biz de onu severiz.” hadîs-i şerîfi hatırlanmalıdır. Uhud nasıl seviyorsa, arş da öyle sevinebilir. Arş'ın canlı mı, yoksa cansız mı olduğunu bilmiyoruz ama cansız olduğunu zannettiğimiz dağların, taşların bile Allâh (c.c.) korkusundan parçalanacağı, yuvarlanıp düşeceği Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle belirtilmektedir: “Şâyet biz, bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, sen onu Allâh korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün.” (Haşr s. 21) Yine Allâh (c.c.)'un kitabında Yahudilere hitâben de şöyle buyurulmaktadır: “Ama bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı da taş kesildi, hattâ taştan da beter oldu. Çünkü öyle taşlar vardır ki, bağrından ırmaklar çağlar. Öylesi de vardır ki, çatlayıp arasından sular akar. Bazısı da, Allâh korkusundan yuvarlanıp düşer. Sizin yaptıklarınızdan ise Allâh habersiz değildir.” (Bakara s. 74) (İmâm Tirmizî, Şemâil-i Şerîf, c.1, s.106-107)
Tüketim toplumu çılgınlığı içerisinde olduğumuz günümüz dünyasında haz ve zevklerin esiri olmak yerine anlamlı bir hikayenin parçası olmaya tevessül etmek nasıl bir duygudur acaba? Bizler boykotta bile sabır edemeyip bazı ürünleri kullanmaya devam ederken bir insanın Filistin'deki zulme sessiz kalmayarak aksiyon alması ve canını feda etmeye hazır olması ne ile açıklanabilir? Dünyadaki eşitsizliklere, sömürüye ve işgale karşı isyan etmek nasıl bir ruh hali ile mümkün olabilir?
Sonda söyleyeceğimi başta yazacağım yine. Dijital dünyanın hükümdarları, sahip oldukları kullanıcı kitlelerine hükmederek, ulus devletlerin sonunu getirmenin eşiğini çoktan aştılar. Bizler ise herhangi bir belediyenin başkanlık koltuğunun kavgasını Twitter'dan vermeye devam ediyoruz. “Başkan koltuğu” örneğini kimse üzerine alınmasın lütfen, ancak dileyen herkes kendine paylar çıkarabilir. Gidişatı izah etmeye çalışacağım. “Ulus devletlerin sonu” ise çok eski bir teoriydi, yıllardır tartışılıyordu. İhtimal verilmiyordu. Ancak günümüzde bu sonunun yumuşak bir geçişle başladığı ayan beyan ortada. Son yazımın son cümlesi, “Biz Müslümanlarda sizce ne eksik?” sorusu ile bitiyordu. Yanıtı ise önceki paragraftaydı aslında. Salı günü öğlene doğru bir meslektaşım aradı ve “Twitter'ı bıraktın ama bugünkü yazından bir cümleyi paylaşarak seni linç ettiriyorlar” dedi. Bu arada, WhatsApp'tan da yazılanların ekran görüntülerini göndermişti. Ümit Özdağ'a bağlı, sosyal medyaya her türlü zehri saçan hesaplardan biri o son cümleyi fotoğrafımla alıntılamıştı. Altında ise hem bana hakaretler ediliyor hem de soru üzerinden Müslümanları aşağılıyorlardı. Açıkçası hiç umurumda olmadı. Nazi artığı ırkçılıkla eş zamanlı Siyonizm'e beslemelik yapanlara ayıracak tek saniye kurduğum bu cümledir. Zaten burada asıl hedef ben değildim. Yazının konusu olan, TRT World ekibinin İsrailli işgalcilerin içlerine sızarak ortaya çıkardığı belgeselin açık kanallarda yayınlanınca nasıl bir itibar suikastına uğrayacağının işaretini veriyorlardı. Twitter'ı bırakalı 5 ay oldu. Kafam öyle rahat ki dönmeyi bir an bile düşünmedim. Kriminal gazeteci eskisi Tuncay Özkan'ın, CHP'de var olabilmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan'a küfürler ettiğinden tabii ki haberdarım. Ancak sadece bu kadar. Ucuz, pespaye ve adeta bir lağım çukurundan yükselen bu siyasi dile, Twitter kullanıcısı olarak maruz kalmadığıma fazlasıyla sevindim açıkçası. Tuncay Özkan'ın gazetecilik yıllarında sokaklara taşan profesyonel provokatörlüğünü siyasetçi olarak sosyal medyaya taşımasına şaşırmamak gerek. Haberini yapmak ve yazıda değinmek ise işimizin parçası. Çünkü ülke gündemi her geçen gün biraz daha Twitter'a teslim oluyor. Ülke her geçen gün Twitterlaşıyor.
“Bizler başlangıçtan beri yani 1949'da İsrail'i ilk tanıyan Müslüman ülke olduğumuzdan bu yana İsrail'in yanındayız.” *** Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, bu sözleri… Önde gelen Yahudi kuruluşu “Anti Defamation League”in Başkanı Abraham Foxman, ona “Seçkin Devlet Adamı” ödülü verdiğinde sarf etmişti. *** Yılmaz, New York'ta Plaza Oteli'ndeki törende ADL'ye “Türkiye-İsrail dostluğunu daha da ileriye götürme sözü veriyordu! (18 Aralık 1997) DERİN MESAJ 28 Mart 1949'daki işbu İsrail'i tanıma kararının altında dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün imzası vardır. *** Bu imzadan iki ay öncesinde yani 26 Ocak 1949'da İstanbul'a gelen Rum Ortodoks Patriği Athenagoras…
Büyük mütefekkir Sezai Karakoç, Osmanlı Devleti'ni bir aslana benzetir ve Sultan Abdülhamid'in, aslanın pençesinin olmadığını bildiğini söyler. Karakoç, bir devletin pençesinin, onun yetiştirdiği entelektüeller olduğunu belirtir. Abdülhamid, Osmanlı'nın bu açığını kapatmak için tedbirler almış, fakat Mekteb-i Mülkiye ve Tıbbiye'de yetişen gençler, kendisini erken yaşta siyaset sahnesine atmışlardır. Dünden bugüne geldiğimizde, bu pençenin varlığını kısa bir dönem hissettik. 1990'lı yıllarda Bülent Ecevit başbakandı; Ali Bulaç ve Fehmi Koru, bir programda konuk olarak Ecevit'e sordukları sorularla tüm ülkede gündem yarattı. Sol kesim ve Kemalistler, İslamcılar okudu ve seviyelerini yükselttiler. "Geri kaldık" ifadelerini kullandılar. Refah Partisi'nin siyaset birikimi ve geleceğe dair ütopyasıyla tanışmam, çocukluk yıllarıma dayanır. O günden beri, bu fikriyatın dünyayı değiştireceğine olan inancım tamdı. 1994-1997 yılları, Refah Partisi ve Türkiye dindar muhafazakârları için altın yıllardı. İstanbul, Ankara ve Diyarbakır büyükşehir belediyeleri kazanılmış, 40 yıllık kültürel birikim sahneye sunulmuş; siyasal devrim, kültürel ve bilimsel tartışmalarla kimlik kazanıyordu. İstanbul'da kültür ve tarih yeniden yazılıyor; bu milletin tarihi, kültürü, edebiyatı, fikir ve siyaseti her ortamda tartışılıyordu. Erdoğan yönetimindeki İstanbul'da yapılan kültür etkinlikleri, tüm Türkiye'den takip ediliyordu. Doğudan batıdankonferansları, sempozyumlar, küçük etkinlikler, Gösteri Sanatları Merkezi'nin sahneye koyduğu tiyatrolar... Geleneğimizin büyülü atmosferi sayılan Beytül Hikme tartışmalarının mekânlara yayılmış hali gibiydi. Bu etkinliklere dünyanın tüm kıtalarından birinci sınıf bilim adamları, siyasetçiler ve sanatçılar katılırdı. Bizler de bu iklimi doya doya solurduk. Bu bereketli yılların ardından, bizzat yönetimini temsil ettiğim ajans tarafında, İlyas Başsoy'un yer aldığı "Kentim İstanbul" projesi, bugünün yerel yönetim anlayışında ütopya sayılacak düzeyde bir etkinkikti.
"Bizler aslında hiç büyümeyiz. Hayatımız boyunca çocukken sahip olduğumuz hayallerle, korkularla ve umutlarla baş etmeye çalışırız."
İnanmak ve inanmamak insan varoluşunun en temel meselesi… Sanıldığı gibi temelde akılla mantıkla ilgili bir konu da değil. Daha çok kalple ilgili… Ve kalpten bağımsız olmayan türden bir akılla ilgili… İnanma halinin, birilerinin kendi düz ve yine kendi sınırlarıyla sınırlı mantıkları üzerinden ilerleyerek varabilecekleri bir netice olmadığını bilmek gerekiyor. Dolayısıyla mantık tokuşturarak inançla ilgili ikilemi çözmenin bir imkanı olmadığını da kabullenmek icap ediyor. Böyle bir tartışma, münazara ya da mükaleme bir tarafın diğer tarafı inanmaya ya da inanmamaya ikna etmesi sonucunu doğursa bile bu aslında yanıltıcı bir görüntüden öte bir şey olmaz. Çünkü inanç, adı üstünde inanmakla olur. Her zaman görünür bir mantığı bulunmaz. Külli hakikat içinde anlamlı olan pek çok şeyin bizim sınırları olan mantığımız içinde bir karşılığı yoktur. Beş duyuyla, cari sebep sonuç açıklamalarıyla mantıksal bir izah getiremeyeceğimiz pek çok şey, inanç temelinde anlamlıdır ve o külli hakikatin bir parçasıdır. İman hidayetle ilgili bir meseledir; Hâdî olan, yani hidayet veren Allah Teâlâ'dır. Dilediğine hidayet veren odur. Bizler arayanlarız, yönelenler, düşünenleriz; bu gayretimizde halis olabilmeyi umarız. Buna karşılık varsa eğer imanımız, onu bize bağışlayan Rabbimizdir. Kitab-ı Mübin'de imanın bizim gayret ve samimiyetimiz neticesinde bize ‘lütfedildiği' kaidesi vardır, diğer her şey gibi… Yani iman aslında bir lütuftur. Gayret vardır ama bunun yine de imana varan bir neticesi olmayabilir. Hikmetini bilemeyiz, bundan sual de edemeyiz. İman ederken, her şeyin hakikatinin ne olduğunu, nasıl ve nice olduğunu, olanın içinde ne hikmet olduğunu her zaman bilemeyeceğimizi de kabul ederiz. Çünkü Allah ilmin mutlak sahibidir, her şeyin hakikatini, hakikatin eksiksiz halini ancak O bilir. O
Önce 11 Haziran 2024 tarihli Hürriyet gazetesinde Hande Fırat imzasıyla yayımlanan şu cümleleri okuyalım: “Bugün gözler CHP Genel Merkezinde CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in misafiri Cumhurbaşkanı Erdoğan'da. Özgür Özel'in Hürriyet gazetesine yaptığı özel açıklamaları Turan Yılmaz'ın kaleminden okumuştunuz. Siyasi mesajlarının yanı sıra Özel'in Cumhurbaşkanına görüşmede ne ikram edeceğini de yazmıştık. Özel ‘Kendisine sorarız tabii. Ama burada başka yerde olmayan birkaç şey var; mesir çayı, mor reyhan çayı, keçiboynuzu çayı gibi' demişti. Özgür Özel biliyorsunuz Manisalı. Manisa denilince de akla ilk olarak meşhur Mesir Mâcunu geliyor. Özel'in bir de özel planı var. O planı da Hürriyet'e açıkladı: Mesir büyük bir haksızlığa uğruyor. 487 yıllık bir festival, gelenek. Dünyanın en eski halen devam eden halk ilacı, üstelik hâlâ kullanımda. Hem mistik, hem tarihi bir yanı var. Dokuz boğa deli deli koşuyor, önünden İspanyollar kaçıyor, bütün dünya orayı izliyor. Bizler böyle mucizevi bir şeyi 500 yıldır 100 bin kişiye saçıyoruz. Manisa'ya gelen 6 Çinli turist izliyor. Dünyaya mal edemedik. Çin büyükelçisine mesir ikram ettim ve faydalarını anlattım. Büyükelçiye, ‘Sizden sadece 6 turist geliyor, oysa 1,5 milyar kişisiniz' dedim. Gelecek sene için kendisini Manisa'ya davet ettim. ‘Bu mâcunu ülkeniz insanlarına anlatmanız lazım' dedim.” Çin büyükelçisinin 487 yıllık mesir mâcununun Çin halkına anlatmasını bir yana bırakalım, bu mistik ve tarihi geleneği kendi halkımıza yeteri kadar tanıtamadık. Bari ben bu konuda biraz bilgi vermeye çalışayım. Mesir Mâcunu deyince tabii ki aklımıza ilk önce Merkez Efendi hazretleri geliyor. İstanbul'da türbesi sık sık ziyaret edilen Musa Muslihiddin Efendi de, Akşemseddin hazretleri gibi hem bir gönül sultanı, hem de hâzık bir hekim idi. Kendi icadı olan Mesir Mâcunu ile Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Hafize Sultanı tedavi etmişti. Merkez Efendi, Denizli'de dünyaya geldi, bir müddet Manisa'da yaşadı, İstanbul'da vefat etti, Topkapı surlarının dışındaki türbesinde sırlandı.
Birisinin kulakları duymuyor. Şaşkın şaşkın bakıyor işitemediği konuşmaların ardından. Ötekinin ayakları felçli. Torunları duyanı duymayanla karıştırıyor. Duymazlığa gelmek oyununu bozmak için. Ablasının, “Ben artık işitemiyorum,” diye kulağına doğru bağırmasına sessizce, “İşitecek ne kaldı ki?” diyor. Abla, kardeşinin duymadığı sözleri yerine onun yatağa bağlanışına dertlenerek, “O daha küçük. Benden on yaş küçük. Sekseninde ha var ha yok,” diyor. Demek ölüm kimselere yakışmıyor. Sekseninde bile küçük olabiliyor insan. Gözleri evin ahşap kirişlerine takılıyor. İsten kararmış kara kirişlerine. “Aha bunları kadınlar getirmiş dağdan. Her birini bir kadın. Şimdiki on kadın kaldıramaz yerinden. Şimdinin kadınları kadın mı?” Torunları kahkahalarla cevap veriyor. “Doğru, şimdinin kadınları kadın değil. Erkekleri de erkek değil. Zaten insanlık öleli çok oluyor. Devir yaratık devri. Bizler yaratığız. Uzaydan geldik. Hööö.” Bir cevap gelsin diye sormadığı sorusu böyle sulu sepken cevaplanınca, eliyle havada umutsuz bir daire çiziyor. Gözü dalıyor. Fındık bahçelerinden aşağılara doğru, ta denize kadar bir şey akıp gidiyor gözlerinden. Torunlar şimdi başka âleme doğru bakmakta olan yaşlı kadına karşı sebebini bilemedikleri bir ürperme geçiriyorlar. Korkutucu geliyor yaşlılık. Belki babalarının annelerinin dualarından. “Herkesten geriye kalmak.” Her neyse herkesten geriye kalmak?.. Korkuyorlar. Hayatın yarışa benzeyen çehresi gibi ölüm. Oysa bazen kızıyor büyükler, “Ne vardı erkenden terk-i diyar edecek,” diye. Sonra, “Vakti gelen gider,” diyorlardı. “Allah sıralı ölüm nasip etsin,” diyorlardı. Sıra... Sırası gelen gider. Seksen yaşındaki küçük kardeş, ablasının bakışlarında sanki maziyi seyrediyor. “Aç kaldık. Açık kaldık. Başımızın üstünde bir dam olmadı. Velakin bir gün kırmadık birbirimizi. Malın ardına düşmedik. Yokluğumuzu bölüştük. Olaydı paramız pulumuz, onu da bölüşürdük.” Biri hariç ötekiler kahkahalarla gülüyorken geveze olanı şamata şenlik bağıra bağıra itiraz ediyor: “En kolay bölüşülen yokluktur. Olaydı fındık bahçeleriniz, çaylıklarınız... Bakalım neyi ne kadar paylaşırdınız?” İki takıma ayrılıveriyor torunlar. “Yok benim ninem diye söylemiyorum, bizimki cömerttir. Sizin ninenizin hakkını elden geldiğince verirdi. Ama tam vereceği sıra Hakkı sizlere ömür. Meğer Hakkı ölmemiş mi?” Sarışın oğlanın Hakkı'yı öldürme esprisinin altında kalmayan yeşil gözlü kız, “Yok şimdi bu olmadı. Hakkı öldü diye hak vermemek olmaz. Bizim ninemiz sizin ninenizden daha cömerttir. Mesela olaydı mal mülk, fındık, çay; bir bir paylaşırdı hepsini. Bütün malı ortaya koyar, seninki benim, benimki de benim diye...” Uzunca bir süre kahkahaların ardı arkası kesilmiyor. Karşılıklı havan ateşine mevzilenmiş gibi sırayla ihtiyarların hak bilirlikleriyle ilgili espri patlatıyorlar.
"Bedeninizi, hayallerinizi, isteklerinizi, başka bir bedende görerek kendinize alan yaratmak için, sizleri çağdaş dans gösterisine çağırmak isterdim. ... "Çağdaş dans bu çağa ait, günümüze ait, bedenin amaç değil araç olduğu bir sanat dalı. Özellikle 1980 sonrası ve yeni milenyumla, bedene olan demokratik bakış açısı, bireysellik, bireysellikteki yaratıcılık ve öznel ifade biçimleri, günümüz sanatını oluşturuyor ve çağdaş dans tam da bu noktadan çağdaş sanatlarla ilişkileniyor. ... "Bizler çağdaş dans sanatçıları ya da çağdaş dans eğitmenleri olarak bireyin şeklen ne yapabildiği kadar, neden ve nasıl yaptığıyla ilgileniyoruz. Bedenini plastik obje ya da kavramsal çerçeve dahilinde nasıl dönüştürebildiğiyle ilgileniyoruz. ... "Çağdaş dansta yaş önemli değil. Somatik yani anatomik bilgilerle çalışıyoruz. Her bedeni, kendi anatomik potansiyeli çerçevesinde değerlendiriyoruz ve bedenin kinestetik potansiyelini zedelemeden geliştirmek üzerine bir eğitim yapıyoruz. " Çağdaş dansta müziğin ve mekanın önemi... Çigong ve aikido derslerinin etkisi... Çağdaş Dans Anasanat Dalı mı, Akrobasi ve Sirk Sanatları mı? Ve daha pek çok şey! Bu sanat dalına başlamak ya da seyircisi olmak için bilmek isteyeceğiniz özel notlar... Tuğçe Ulugün Tuna dansın farklı branşlarından geçmiş, 40 yıldır dans ediyor. Koreograf, çağdaş dans sanatçısı, disiplinler arası performans sanatçısı, dans ve hareket terapisti. Halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi - İstanbul Devlet Konservatuarı "Çağdaş Dans Anasanat Dalı" Bölüm Başkanı. Türkiye ve dünyanın çeşitli ülkelerinde gösteriler hazırlıyor, psikosomatik çalışmalar, dans ve hareketin tedavi edici etkisi, kinestetik zekâ ve beden farkındalık çalışmaları yürütüyor.
Beyrut Amerikan Üniversitesi'nde ders veren Suriyeli Ortodoks Hristiyan tarihçi Dr. Konstantin Zurayk (1909-2000), İsrail'in kuruluşuyla neticelenen savaş devam ederken 1948'in yazında kaleme aldığı kitabına “Felâketin Anlamı” (Ma'nâ'n-Nekbe) adını vermişti. Zurayk, şunları yazıyordu: “Yedi Arap ülkesi, Filistin'de Siyonizm'e savaş açtı. Yedi ülke, Filistin topraklarının parçalanmasının önüne geçmek ve Siyonizm'i hezimete uğratmak için savaşa girdi, ancak savaş hızlı bir şekilde Filistin vatanının çok büyük bir kısmının kaybıyla sonuçlandı. Hatta [1947'deki] Taksim Planı'nda Araplara verilen kısımlar bile kaybedildi. Savaş patlak verdiğinde, kamu diplomasimiz hayalî zaferlerimizden bahsetmeye başlamıştı. Amaç Arap halkını uyutmak ve kolayca kazanabileceğimize ikna etmekti. Felâketi yaşayana kadar, bu böyle devam etti.” Zurayk'ın Araplarla Yahudileri karşılaştırdığı satırları da çok çarpıcıydı: “Siyonistler şimdiki zamanda yaşıyorlar ve gözlerini geleceğe dikmiş durumdalar. Bizler ise ihtişamlı bir mazi ile uyutulmuş haldeyiz. Hatalarımızı ve bu felâketteki sorumluluk payımızı itiraf etmekten başka çaremiz yok.” Konstantin Zurayk, yakın tarihe “Birinci Arap-İsrail Savaşı” adıyla geçen süreci tahlil eden ve Arap dünyasına özeleştiri teklifinde bulunan Arap tarihçilerinin ilkiydi. Zurayk, bu vesileyle bir ilki daha gerçekleştirmişti: Kitabına isim koyarken “felâket” kelimesini karşılamak üzere seçtiği “Nekbe” kelimesi, kısa süre içinde, Filistinlilerin yaşadığı çok boyutlu trajedinin sembol ifadesine dönüşecek ve yüzyılın en meşhur kelimeleri arasına girecekti. Nekbe'nin ilk nesilleri yani vatanlarından sürgün edilen ilk Filistinli kuşaklar, tarif ve tasvir edilmesi imkânsız acılarla yüzleşmek durumunda kaldı. Atalarının yüzlerce yıldır yaşadığı topraklardan sürülüp çıkarılmak, siyasî dağınıklığın ve sahipsizliğin en net manzarasıydı. Sığınılan komşu ülkelerde yıllar boyunca derme-çatma çadırlarda yaşamak mecburiyeti, mülteci hayatının eğitimden sağlığa gelecek nesilleri tümüyle etkilemesi ve şekillendirmesi anlamına geliyordu. Üstelik ufukta, yaşanan felâketin telafi edileceğine ve olumlu süreçlerin başlayacağına dair hiçbir işaret de yoktu. Aksine zaman geçtikçe acılar derinleşiyor, kayıpların duygusal yükü ağırlaşıyor, Arap kamuoyunun meseleye bakışı ise öfkeye bulanmış kaba hamasetten öteye geçemiyordu. Zaman içinde her ülkede iç politik gündemin ilk sıralarına yerleşen Filistin meselesi, Arap hükümetlerin birbirine hamle yapmaya çalıştığı bir satranç tahtasına da dönüşmüştü. Nekbe'nin ardından kendi kaderleriyle baş başa kalan / bırakılan Filistinliler, yaşananları farklı alanlarda tercüme ve tefsir ederek buradan kurtuluş için bir yol haritası çıkarmaya da odaklanmaya başladı. Madem Arap dünyasının durumu ortadaydı, o zaman mevcut şartlar içinde bir şeyler yapılmalıydı. Böylece, Nâcî el-Alî'den Gassân Kanafânî'ye, Abdülaziz Rantîsî'den Mahmûd Dervîş'e, Nekbe'nin ilk şok dalgalarını doğrudan doğruya yaşayan nice isim, işgale karşı mücadele tarihinin ayrılmaz parçalarına dönüştü. 76 yıl sonra, bugün Nekbe sürecine yeniden baktığımızda, karşımızda bambaşka bir manzara var: ABD ve İngiltere başta olmak üzere, dünyanın birçok yerinde, ataları türlü acılarla vatanlarından sürgün edilen Filistinli torunlar artık akademide, siyasette, ticarette, medyada, kısacası kamuoyunun görüşlerini şekillendirecek hemen her noktada oldukça aktif biçimde boy gösteriyor. Bugün mesela “Batı üniversitelerindeki Filistin direniş eylemleri…” şeklinde okuduğumuz hemen her tablonun arka planındaki motor güç, çok iyi organize olmuş Filistin diasporasının genç ve dinamik üyeleri.
Herkese merhabalar! Yeni bir Klimik podcast yayını ile karşınızdayız. Kongreden akılda kalanlar başlığı ile yayınların bu haftaki konuğu Doç Dr. Ömer Orkun. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Klinik Öncesi Bilimler Bölümü, Veterinerlik Parazitolojisi Anabilim Dalı'nda görev yapmakta olan Orkun, Klimik 2024'te 'Kenelerle Gelen İnfeksiyonların Moleküler Epidemiyolojisi: Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ve Lyme Hastalığ' başlığı ile oldukça ilgi çekici bir konuşma yaptı. Bizler de bu yayınımızda bu konuşmaya dair önemli noktaları ve daha fazlasını Doç. Dr. Ömer Orkun'a sorduk. Ülkemiz için oldukça önemli olan bu hastalıkları ele aldığımız bu yayınımıza katıldığı için hocamıza çok teşekkür ediyor ve de sizlere keyifli dinlemeler diliyoruz...
Ebû Nuaym (r.a.) şöyle rivayet eder: “Ben, Amine'nin vefâtı ile neticelenen hastalığa yakalandığı zaman, onu gördüm. Amine, büyük bir üzüntü ve hasretiyle oğlu Muhammed (s.a.v.)'in yüzüne baktı ve sonra şunları söyledi: “Ey oğlum! Allâh (c.c.) seni mübarek kılsın! Sen ki, çok nimetler ihsan edici Allâh (c.c.)'un yardımı ile ve adına yüz deve kesilerek kurtulmuş bir babanın evladısın! Baban Abdullah'a çıkmıştı kurâ da, yerine bu yüz deve fedâ edilmişti. Oğlum, eğer rüyâda gördüğüm aynen çıkarsa, muhakkak sen insanlara peygamber olarak gönderileceksin. Celâl ve ikram sahibi Allâh tarafından seçilmiş olacaksın. Mekke'de ve Mekke'nin dışında hakikati ortaya çıkarmakla ve İslâm'ı kullara tebliğ etmekle mükellef bulunacaksın. İslâm ki, senin atan ve büyük insan İbrahim (a.s.)'ın dînidir; İbrâhim ki, ne kadar iyi bir kuldur. Oğlum ben seni böyle görüyorum ve insanlara uyarak putlara saygı göstermekten seni sakındırıyorum! Şüphesiz her yaşayan ölür! Her yeni eskir, her genç kocar. İşte ben ölüyorum, fakat adım bakî kalacak! Ben, insanlara büyük bir hayır bırakıyorum, ben senin gibi tertemiz bir çocuk dünyaya getirmişim!” Bunları ifade etti ve sonra oracıkta vefât eyledi.” Cinlerin, Amine gibi büyük bir kadın için yas tutup ağladıklarını duyuyor ve onların şöyle dediklerini işitiyorduk: “Bizler, Amine gibi büyük bir kadının vefâtına ağlıyoruz!” “Bu güzellik ve yüksek iffet sahibinin acısıyla içimizi dağlıyoruz!” “Öyle bir kadın ki, oğlu âhir zamanın peygamberi olacak!” “Öyle bir peygamber ki, minber'i Medine'de kurulacak.” (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, s.143)
SÂFFÂT SÛRESİ 119-182 N056 M037 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile. 119- Sonrakiler arasında ikisinin namını bıraktık. 120- Musa ve Harun'a selam olsun 121- İşte iyileri biz böyle mükâfatlandırırız. 122- Şüphesiz ikisi de mü'min kullarımızdan idiler. 123- Şüphesiz İlyas da peygamberlerdendir. 124- Kavmine şöyle demişti: "Allah'tan korkmaz mısınız?" 125- Ba'l (putun ) a mı dua edersiniz de yaratanların en güzelini bırakırsınız. 126- Halbuki Allah sizin Rabbinizdir, sizden önceki atalarınızın da Rabbi'dir. 127- Bunun üzerine onu yalanladılar. Şüphesiz onlar (Cehennemde) hazır bulundurulacaklar. 128- Ancak, Allah'ın ihlas verilen kulları müstesna. 129- Sonrakiler arasında namını bıraktık. 130- İlyas'a selam olsun. 131- İyileri biz işte böylece mükâfatlandırırız. 132- Şüphesiz o mü'min kullarımızdandır. 133- Şüphesiz Lût da rasüllerden dir. 134- Onu ve ehlinin hepsini kurtardık. 135- Geride kalanlardan ihtiyar kadın hariç. 136- Geride kalanları yerle bir ettik. 137- Şüphesiz siz sabahları onlara (Helak edildikleri yurtlarına) uğruyorsunuz. 138- Geceleyin de (uğruyorsunuz), akıllanmayacak mısınız? 139- Şüphesiz Yunus da rasüllerdendir. 140- Hani dolu gemiye doğru kaçmıştı. 141- Kur'a çektiler de atılanlardan oldu. 142- O pişman olmuşken, balık onu yutuverdi. 143- Eğer o tesbih edenlerden olmasaydı, 144- Diriltiliş (kıyamet) gününe kadar balığın karnında kalırdı. 145 - O hasta olduğu halde boş bir yere attık. 146- Onun için geniş yapraklı Yaktin/kabak ağacı yetiştirdik. 147- Yüz binden daha fazla insana onu peygamber gönderdik. 148- Hemen onlar da iman ettiler ve biz de onları bir zamana kadar faydalandırdık. 149- Sor onlara: Kızlar Rabbinin de, oğlanlar onların öyle mi? 150- Yoksa biz melekleri dişi olarak yarattık da, onlar da şahit mi olmuşlar? 151- Dikkat edin, onlar kesinlikle yalanlarından konuşuyorlar. 152- "Allah doğurdu" diyorlar, kesinlikle yalan söylüyorlar. 153- (Allah) Kızları, oğlanlara tercih mi etmiş? 154- Ne oluyor size, nasıl hükmediyorsunuz? 155- Hiç düşünmez misiniz? 156- Yoksa size apaçık bir ferman mı var? 157- Eğer doğru söylüyorsanız kitabınızı getirin. 158- Onunla cinler arasında nesep uydurdular, cinler biliyorlar ki, Allah'ın huzurunda mutlaka toplanacaklar. 159- Onların anlattıklarından Allah'ı tenzih ederim. 160- Ancak, Allah'ın ihlas verilen kulları müstesna. 161- Siz ve tapındıklarınız, 162- O'na (Allah'a) karşı, kimseyi kandıramazsınız. 163- Ancak cehenneme gidecekler müstesna. 164- (Melekler şöyle derler:) Bizden her birimiz için belirli bir makam vardır. 165- Bizler saf tutanlarız. 166- Bizler tesbih edenleriz. 167- Daha önce şöyle diyorlardı. 168- "Bizim yanımızda öncekilerden bir zikir olsaydı”, 169- “Elbette biz Allah'ın ihlasa erdirdiği kullarından olurduk." 170- Şimdi O'na küfrettiler ama, yakında bilecekler. 171- Peygamber kullarımız için, şu kelimeler daha önce geçmişti. 172- "Şüphesiz onlar, elbette yardım olunacaklar.” 173- Muhakkak bizim ordularımız galip gelecektir. 174- Bir zamana kadar onlardan yüz çevir, 175- Onların haline bak. Onlar da görecekler. 176- Azabımızı mı acele istiyorlar? 177- (Azab) onların sahasına inince, uyarılanların sabahı ne kötü olur! 178- Bir zamana kadar onlardan yüz çevir. 179- Onların (haline) bak. Onlar da görecekler. 180- Onların anlattıklarından, izzet sahibi Rabbini tenzih ederim. 181- Peygamberlere selam olsun. 182- Alemlerin Rabbine hamd olsun. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/saffat-suresi-119-182-tefsiri
Ne Gezdin Be ! İsmini verdiğimiz podcast serimizin ilk bölümüne hoşgeldiniz. Bizler kimiz ? Seyahatlerimizde bahsetmediğimiz anlar ve seyahat masraflarınızı azaltacak ipuçlarını bu podcast serimizde dinleyebilirsiniz. Şimdi koltuklarınızı dik konuma getirin, emniyet kemerlerinizi bağlayın ve podcastin tadını çıkarmaya bakın :)
Medine Yahudilerinin daha doğumundan Peygamberimiz Aleyhisselam'a yönelttikleri düşmanlık, onun risaleti konusunda bilgisizliklerinden değil bilakis doğru ve kesin bilgilerinden kaynaklanmıştır. Peygamberimiz Aleyhisselam'ın gelişiyle, Yahudilerin zillet içindeki yaşayışlarına son vermesini umutla bekledikleri Mesih'in gelişi ertelenmekle kalmamış; onları tevhit inancında ve ahlakta tekrar toplamak isteyen bir yeni teklif / şeriat gelmiştir. Bu manada Yahudiler sadece Peygamberimiz Aleyhiselam'ın nübüvvet alametlerini değil, kendi peygamberlerinin emirlerini de içine alan çift yönlü ve dolayısıyla teyitli bilginin ikisini birden kibir, azgınlık ve hasetleri nedeniyle reddetmişlerdir. Nitekim İslam tarihçilerinden bazıları, “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler.” mealindeki ayetin (Bakara 2/146; Enam 6/20) tefsiri esasında başvurdukları şu bilgiyle onların söz konusu tutumlarına işaret etmişlerdir: “(Peygamberimiz Aleyhisselam'ın Mina panayırında kendisini korumalarına almaları talebiyle görüştüğü kabilelerden bir olan Abs kavmi de ona olumlu cevap vermemişlerdi ancak Fedek'teki Yahudilerden onun hakkında bilgi alma isteği de duyarak) Yahudilerin yurduna yönelip yanlarına vardılar. Yahudiler Beni Abslere bir kitap çıkartıp ortaya koydular. Onda, Resûlullah Aleyhisselam'ın anıldığı yeri okudular: ‘O Peygamber, ümmidir ve Arap'tır. Deveye, merkebe biner; ekmek kırıntılarını yemekle yetinir. Ne uzun ne de kısa boyludur. Ne kıvırcık ne de düz saçlıdır. Kendisinin gözlerinde hafif kırmızılık vardır. Teni pembedir.” (Kitap'tan bunu okuduktan sonra, Yahudiler): ‘Eğer O sizi getirdiği dine davet ederse, O'nun davetini kabul edin ve O'nun dinine girin! Bizler ise, O'nu kıskanırız ve O'na tabi olmayız, O'nun eliyle, bize birtakım savaşlarda büyük belalar gelecektir. Araplardan da ona tabi olmayan, onunla çarpışmayan hiç kimse kalmayacaktır! Siz, ona tabi olanlardan olun!” dediler.” (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Ketebe Yayınları, İstanbul 2023) Belâzürî de (ö. 892) Yahudilerin, Medine Vesikası'ndan şaşmalarının “sebebi” olarak zikrettiğimiz tutumları şöyle nakletmiştir: “Resûlullah (sav) Bedir'de galip gelip Medine'ye sâlimen ve bol ganimet ile dönünce Yahudiler azgınlaşıp anlaşmayı bozdular. Resûlullah (sav) onları topladı ve dedi ki: ‘Ey Yahudi topluluğu! Müslüman olunuz! Allah'a yemin olsun ki benim Allah'ın peygamberi olduğumu bilmektesiniz. Aksi takdirde Allah, Kureyş'i düşürdüğü (durumun) daha kötüsüne sizi düşürecektir.' Onlar da dediler ki: ‘Karşılaştığın şey seni aldatmasın. Sen (savaşmayı bilmeyen) tecrübesiz bir kavmi yendin. Bizler ise harp insanıyız. Şayet bizimle savaşırsan, benzerimizle (daha önce) savaşmadığını anlarsın.” (Trc.: Mehmet Akbaş – Musa K. Yılmaz, TYEK Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2020) Her savaşın bir sebebi bir de vesilesi vardır. Naklettiğimiz sebebe bağlı olarak hicretin 2. yılında yapılan Benî Kaynuka Gazvesi'nin “vesilesi” ise yine Belâzürî tarafından şöyle nakledilmiştir:
Tuğrul Tülek nasıl bu kadar çalışkan olabiliyor? Bir şeyler üretmek onun için neler ifade ediyor? İzleyici önüne çıkmadan kendi içinde ne gibi süreçlerden geçiyor? O Gezegen'in yeni bölümünde, bir şeyleri taviz vermeden yapma motivasyonuyla, Gülriz Sururi'den Fran Lebowitz'e uzanan hikâyeleriyle Tuğrul Tülek ve çok yönlü kariyeri var. Okan, şu sıralar Kızıl Goncalar dizisinin setinde bulunmanın yanı sıra yeni bir oyunun çalışmasını tamamlayan, grubu YaDa ve solo caz projesiyle müzik yapmayı hız kesmeden sürdüren Tuğrul'la sohbetinde, her zamanki gibi, gündem ve bağlam yakalamakla değil yeni bir gezegen keşfetmekle ilgileniyor. Hazırlayan ve sunan: Okan Urun Müzik, ses tasarımı, kurgu, edit: Ekin Sanaç
Balkan seyahatimizin Mostar ayağının izlenimlerini Seyfullah Yiğit kardeşimizin sürgit işlek hâle gelen, nehir gibi akmaya başlayan kalemiyle aktarıyorum. Gazze-Poçitel hattı nasıl da benziyor birbirine... Mostar'a gece vardık. Taksiyle şehir merkezine 10 dk mesafelik bir otelde konakladık. Yatay mimariyle yapılmış güzel bir hotel. Çok beğendim hotelin mimarisini. Kâinatla ve dolayısıyla insanla barışık bir mimariyle inşa edilirse yapılar, insanlar nefes alırlar. Diğer türlü olunca, dikey mimaride insan kendisini psikolojik olarak kötü hissediyor. Çok katlı yapılar, rüzgârı, güneşi, doğa manzarasını kesiyor. Kendinizi açık alanda hapsedilmiş gibi hissediyorsunuz. Daha da önemlisi inanç sembolümüz olan minarelerimizin, çok katlı yapılar arasında kaybolması, insanın en güçlü aidiyet duygusunun da zayıflamasına neden oluyor. Burası çok önemli bence. İmanın bununla ne alakası var diyebilirsiniz, ama öyle eğil. Zayıf damarlı insanlarda bilhassa bu durum daha çok olumsuz bir etki oluşturabiliyor. Minareler... şehirlerimizin sembolü olmalı ve minarelerden daha yüksek yapılara müsaade edilmemeli. Şehirlerimizi, çok katlı yapılarla kimliksizleştirmeyelim diyorum. Türkiye'de özellikle büyük şehirlerimizin çoğunda minarelerimiz, çok katlı yapılar arasında yetim gibi duruyorlar! Bu nedir? Tam bir çöküş! Buna dur demeliyiz. Gerekirse bütün bu çirkin yapıları yıkıp yeniden düzgün bir şekilde inşa etmeliyiz. Bunu ustam Yusuf Kaplan söylemişti. Ve bence çok haklıydı. Neyse uzatmadan seyahatimize geri dönelim. 17 Kasım Cuma sabahına Mostar'dan merhaba dedik. Kendimi çok iyi hissediyordum. Mostar'a daha önce hiç gelmememe rağmen sanki uzun yıllar önce burada yaşamış ve sonradan kendi memleketime gelmişim gibi hissediyordum. İşte tarihî doku'nun önemi! Tarihsel süreci bilmenin ve etraftaki tarihî yapılarla bu şuur üzerinden kurulan bağın getirdiği tanışıklık... Bu çok güzel bir şey. Mostar'a gelin ey Müslümanlar... Mostar, İslâm medeniyetinin Balkanlar'a nasıl harika bir damga vurulduğunun emsal şehirlerinden... Mostar'ın Poçitel köyüne doğru yol alıyoruz. Poçitel, sınırda yer alıyor, ismin anlamı da başlangıç demek. Bosna Hersek, Balkanlar'da en fazla Müslüman nüfusun yaşadığı ülkedir. Bu sınır köyünden sonra Hırvatların sınırı yani Avrupa'nın sınırları başlar. İnsanlar burada yaşamak için zar zor direniyorlar. Nüfusun çoğunluğu yaşlı Müslüman kadınlardan oluşuyor. Sevgili okuyucu, burada çok acı şeylere de yer vereceğim. Sansür yapmadan olduğu gibi anlatacağım. Niye mi? Unutmamak için. Bizler... Müslüman insanlarız. Kinle, nefretle hareket etmeyiz. Ancak tarihte yaşananları unutursak aynı katliamların bir benzerini bir daha yaşarız maazallah. Onlar bizim öğretmenimiz değil, olamazlar da.
Gerçek olan nedir? Nasıl tanımlarsınız gerçeği? Yanıtlaması çok zor bir soru bu… İnsanlık tarihi boyunca cevabı aranan, onlarca farklı felsefi, bilimsel ya da teolojik yaklaşım veya inanışla yanıtlanmaya çalışılan bir soru… Bir adım daha öteye götürelim sorumuzu. Ya hepimiz, etrafımızdaki her şey, hatta evrenin ta kendisi aslında bir simülasyondaysa. Bizler bir simülasyonda yaşıyorsak!111'inci bölümümüzde bu sorunun peşine düşüyoruz. Bir Matrix'te yaşayıp yaşamadığımız üzerine kafa yoruyoruz. Bölümün sonundaysa işi bir oyuna çeviriyoruz.Kırmızı Hap bölümünü buradan dinleyebilirsiniz.Mavi Hap bölümünü buradan dinleyebilirsini.Sunan: Barış ÖzcanHazırlayan: Özgür YılgürSes Tasarımı ve Kurgu: Metin BozkurtYapımcı: Podbee Media------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Enerjisa hakkında reklam içerir.Bu podcast, Meditopia hakkında reklam içerir.Meditopia hakkında detaylı bilgi almak için bu linke. tıklayarak Meditopia'yı telefonuna indir, yeni yıla özel %60 indirimle huzurlu bir hayata adım at.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Pirinç Tanesi Sekiz yaşındaydım. Rahmetli babaannem, pirinç ayıklıyordu. Bir pirinç tanesi yere düştü. Babaannem, eğildi ve pirinci aramaya başladı. “Aman babaanne!” dedim. “Bir pirinç tanesi için bu kadar çaba harcamaya, yorulmaya değer mi?” Rahmetli ilk defa bana kızdı. “Sen oturduğun yerden bilmeden konuşuyorsun.” dedi. “Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanın alın teri var biliyor musun?” diye çıkıştı. On dokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim. Bir otele yerleştim. Sabahleyin, tıraş olmak için banyoya gittim. Aynanın yanında ilginç bir not gördüm. “Lütfen tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın! Yanda bir kutu var, oraya bırakın. Bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı olun.” Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde “İsveç çeliğinden yapılmıştır.” diye yazardı. İşte o ülke, kullanılmış tek bir jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu. İsviçre'de zaman zaman radyolar, televizyonlar, gazeteler insanlara uyarıda bulunur: Şu tarihte, şu saatte, görevliler gelecek. Okumadığınız kitap, dergi, gazete, kâğıt varsa kapınızın önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun. Japonlar son derece sade, basit ve mütevazı yaşayan insanlardır. Evlerini gereğinden fazla eşyalarla doldurmazlar. İhtiyaçları neyse onu alırlar. Vaktiyle Japon ekonomisi bozulur. İç ve dış borçlar çok artar. Zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar ve durumu insanlara anlatır: “Bugünden itibaren, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim. Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.” Başbakan, dediklerini yapar, Japonya'da israftan uzak durma kampanyası başlatılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bizler de maddi durumumuz ne olursa olsun ailemiz ve ülkemiz için israftan kaçınmalıyız.
Merhaba Arkadaşlar, Bugünkü podcastimizde sohbet konseptimizin bu bölümünde ibadetlerden nasıl lezzet alınabilir alimler ibadet konusunda nasıl bu kadar uzun süre kalabiliyor? Bizler nasıl alimler gibi namaz ve diğer ibadetlerimizden lezzet alabiliriz? Bu gibi soruların cevabını sizler için ele aldık. Keyifli Dinlemeler...
İmamlarımıza nasıl ısınabiliriz? 0:50 Bir yerde üç kişi bulunursa biri imam olsun. 2:27 Müminin mümini gıybet etmesi düşünülemez! 5:12 İmama düşen vazife birlikte hizmet ettiği kimselerin her meselede düşüncelerini almasıdır. 8:12 Medine'de taş taşın üstünde kalmayacağını bilmeseydi dahi çıkacaktı. 9:09 İmam bunu yapmıyorsa vazifesini suistimal ediyor. Allah'a hesap verir. Yakasını kurtaramaz! 10:54 Seyyidül kavmi hadimühüm: İnsanların efendisi onlara hizmet edendir. 11:23 Her iki taraf çok makul davranırsa işlerimiz ahenkle yürür. 13:27 Bu hizmetin hatırına birbirimizin ayaklarını niye öpmeyelim ki! 17:16 Bizler boş bir dönemin çocuklarıyız.
Merhaba Arkadaşlar, Bugünkü Podcastimizde "Peygamber Efendimizin (SAV) Vefat Anında Yaşananlar"ı sizler için ele aldık. Peygamberimizin son vasiyeti neydi? Kızı Hz. Fatıma'ya(r.a) ne söyledi de ilk önce ağlayıp daha sonra gülümsedi? Bizler peygamber efendimizi ne kadar seviyoruz? Bu gibi konuları ele aldık. Keyifli Dinlemeler...
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi İstanbul 1. Bölge 2. Sıra milletvekili adayı ve Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP) Eş Sözcüsü Kezban Konukçu Kısa Dalga'dan Esra Tokat'ın konuğu oldu.
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
6 Şubat tarihinde meydana gelen depremlerden sonra, ülkece geçtiğimiz zor dönemlerden sonra yayın hayatımıza ara vermiştik. Bizler yaralarımızı sarmaya devam ederken bu süreçte neler yaşandığını konuşuyoruz. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Show Notes Bu süreçte destek olmak için bağış yapabileceğiniz bazı kurumlar: * AHBAP: https://ahbap.org/disasters-turkey * AFAD: https://www.afad.gov.tr/depremkampanyasi2 * İç İşleri Bakanlığı: https://www.icisleri.gov.tr/deprem-bagis-hesaplari Transcript Intro Müzik Haftanın Konusu Emin: [0:22] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Çoğunuz duymuşsunuzdur muhtemelen... Türkiye'de 6 Şubat tarihinde çok büyük iki tane deprem yaşandı. Bu depremden on tane şehir çok ciddi ölçüde etkilendi. Ve biz de bundan sonra yayın hayatımıza yaklaşık bir aylığına bir ara vermiştik. Geçen hafta cuma günü depremle ilgili bilgilendirme podcast bölümünden sonra bu hafta tekrar Cihat'la beraberiz. Bundan sonra eski yayın hayatımıza devam etmek istiyoruz herhangi bir engel çıkmazsa. Evet, Cihat... Nasılsın? Yani nasıl olunabilir bilmiyorum ama... Nasılsın? Cihat: [1:06] Ya söylediğin gibi. Olabildiğince iyi olmaya çalışıyorum. Çok kötüyüm diyemem. Biraz üzerinden vakit de geçtiği için, artık haftalar oldu. Biz de bu durumdan çok da doğrudan etkilenmeyen insanlar olarak, yani o bölgede yaşamayanlar veya en yakın akrabaları ya da eş, dost, sevdikleri orada olmayanlar olarak, olaydan etkilensek dahi İstanbul'da bizim için hayat devam ediyor. Ama kesinlikle bu durumun çok büyük psikolojik izleri hepimizde kalmıştır diye düşünüyorum. Hayatı normalleştirmeye çalışıyoruz diyelim. Hani çok acımasız duyuluyor artık böyle söylemek ama... Hayat bir şekilde devam ediyor. Biz de kalanlarla ne yapabiliriz? Bu durumu bir daha yaşamamak için, benzer bir duruma düşmemek için ne yapabiliriz? O seçenekleri arıyoruz aslında. Hâlâ her masada deprem konuşuluyor yani. Çok insanların aşabildiğini zannetmiyorum. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
“Görmüyorlar mı ki, onlar her yıl bir veya iki kere belâya çarptırılıp imtihan ediliyorlar. Sonra ne tövbe ederler, ne de ibret alırlar.” Tevbe 126 “Bil ki Allah Teâlâ, kalblerinde hastalık olanların, kâfir olarak öleceklerini beyan buyurup, bu da âhiret azabının mevcudiyetine delâlet edince, bundan sonra onların, her sene bir veya iki defa dünya azabına düçar olacaklarını beyan etmiştir. İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: "Onlar her yıl bir veya iki defa hastalıklara mübtelâ olurlardı da, yine de nifaklarından tevbe etmez ve mü'minler hastalandığında bundan ders aldıkları gibi, onlar bu hastalıklarından ibret almazlardı. Zira mü'min, hastalandığında, günahlarını ve Allah'ın huzuruna çıkıp duracağını hatırlar, bu da onun imanını ve Allah'a karşı olan saygı ve haşyetini arttırır. Böylece de bu, o mü'min kimsenin daha fazla rahmete ve Allah'dan olan bir rızaya müstehak olmasına sebep olmuş olur. Mücâhid, onların kıtlık ve açlıkla imtihan olunduklarını söylemiştir. Mukâtil şöyle demiştir: "Allah'ın Resulü, onların nifak ve küfürlerini ortaya koymak suretiyle, onları rezîl ve rüsvây ediyordu." Şu da ileri sürülmüştür: "Onlar, Hz. Peygamber (s.a.s)i tenkid etmek üzere biraraya geliyorlardı. Cibril (a.s), Hz. Peygamber'e gelerek, onların kendisi hakkında ne söylediklerini O'na haber veriyordu. Hz. Peygamber de, hakkında söylenenleri onlara anlatıyor, onları bundan dolayı azarlıyor ve onlara nasihat ediyordu. Ama onlar, ne nasihat dinliyorlar, ne de bu işten vazgeçiyorlardı." Razi Sehl İbn-i Sa'd (radıyallahü anh) anlatıyor: Bir kadın dokuduğu peştamal kumaşını Resulullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) getirip verdi ve; "Bunu giyesiniz diye kendi ellerimle dokudum" dedi. Böyle bir kumaşa ihtiyacı olan Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onu aldı, izar olarak (belden aşağısına) giyinip yanımıza geldi. Bunu gören bir sahabi Peygember Efendimize: "Ne kadar da güzelmiş" diyerek, o kumaşı istediğini ima etti. “…O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir.” Onlar, “mucize” der, sebebi kutsar! Bizlerse, “Allahü ekber” der ve sebebi yaratana teşekkür ederiz. Tekbirlerimizden rahatsız olan Kemalistler deprem bölgesine gelseydi de 1 tek canı kurtarsalardı. Kurtarırken İzmir marşı okusaydılar da biz de dinleseydik. Ama yoklar! 1 tek can kurtarmadılar ama binlercesini kurtaran cemaat-tarikatlara sövüyorlar! Münafıklar, halkın tepkisinden çok korktukları için, açıkça; Kur'an'a küfredemez ama Kur'an ayeti okuyan Hocaya küfrederler! Peygamberimize küfredemez ama Hadislerine küfrederler! İslam'a küfredemez ama müslümanlara küfrederler! Ülkemizdeki münafıkları iyi tanıyın. Onlar Hristiyanlığa ya da Budizm'e düşman değildir; Onların tek düşmanı İslam'dır. Bizler de bu kripto kafirlere karşı savaşan Allah dostlarıyız. Kimin tarafında olacağın sana kalmış çünkü üçüncü bir taraf yok! Gazamız mübarek olsun 4 milyon dolar buldu ve teslim etti. 2 milyon bulan da var. Kul hakkından korkan müslümanlara selam olsun. “Allah'ı anma hali, irfan sahiplerinin kalbinde hayme (çadır) kurar. Her yanını kaplar. Hak'tan gayri bütün düşünce izlerini siler, götürür. Bu ki tamam oldu, işte cennet orası olur. Peşin cennet bu olur. Vaad olan cennet ise öbür âlemdedir. Peşin cennete razı olmak, kalbin Allah'a yakın olması demektir. Hak'la kul arasındaki perdelerin kalkmasına gelince, buna ruh âlemine geçiş manasını vermek yerinde olur. Dünya cennetine kavuşan kula, perdeler açılır, Hak'la kendi arasında perde kalmaz.
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
6 Şubat tarihinde meydana gelen depremlerden sonra, ülkece geçtiğimiz zor dönemlerden sonra yayın hayatımıza ara vermiştik. Bizler yaralarımızı sarmaya devam ederken neler yaşandığını sizlere özetlemek istedik. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Show Notes AFAD: https://www.afad.gov.tr/depremkampanyasi2 İç İşleri Bakanlığı: https://www.icisleri.gov.tr/deprem-bagis-hesaplari AHBAP: https://ahbap.org/disasters-turkey Transcript Intro Müzik Emin: [0:27] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'e hoş geldiniz. 6 Şubat tarihinde meydana gelen depremlerden sonra, ülkece geçtiğimiz zor dönemlerden sonra yayın hayatımıza ara vermiştik. Bizler yaralarımızı sarmaya devam ederken neler yaşandığını sizlere özetlemek istedik. 6 Şubat 2023 saat 4.17 Kahramanmaraş merkezli 7.7'lik deprem sonrasında Türkiye büyük bir felakete uyandı. Yaşanan deprem Kahramanmaraş'ın yanı sıra Hatay, Gaziantep, Adıyaman, Osmaniye, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya ve Adana başta olmak üzere yakın illerde de yoğun şekilde hissedildi. Çok sayıda can kaybına ve yıkıma sebep oldu. Kandilli Rasathanesi depremin üç farklı şok ile meydana geldiğini ve seksen saniyeden uzun sürdüğünü açıkladı. Aynı gün saat 13.24'te yine Kahramanmaraş merkezli 7.6 büyüklüğünde meydana gelen deprem bölgeyi tekrar sarstı. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Hiç Unutamayacağım Ses Acı frenle sarsılıp duran otobüsün homurtusuna sekiz on çocuk koştu. Ellerinde çantalar, keseler, başlarında şapka vardı çocukların. Genzimi tıkayan zehirli dumanı yutkunurken sordum: -Okula mı gidiyorsun? Okul karşıda iki ağartı hâlinde görünüyordu. Çocuklardan birisi beyaz binaya döndü, "He ya!" dedi. Onlara öğretmen olarak geldiğimi söyledim. Bavulları, çantamı, daktilomu, eşyamı kucakladılar: -Sen tasalanma öğretmenim, biz taşırız... Yedek subaylık görevimi öğretmen olarak yapacaktım. İlk defa öğrencilerden "Öğretmenim" sözünü işitiyordum. Hiç unutmayacağım bu sesi. Bu beni saran, bir hüzünlü şarkı gibi içime işleyen sesi unutmayacağım. -Öğretmenim! Sesimin titrediğini çocuklar duymasın diye teşekkür etmedim. Şoför "Eyvallah" dedi, el salladım, yaşaran gözlerimi köye çevirdim. Köy yeni uyanır durumdaydı. Bozkırda bir boz lekeye benzeyen ev topluluğunun üzerine kara bulutlar çökmüştü. Kırbaç gibi yüzüme çarpan rüzgâr ve rüzgârın emrinde yağmur tanecikleri vardı. Bir gün önce yağmur yağmıştı. Vurduk tarlalardan... Saat sabah 8.30'a geliyordu. Öğrenciler toplanmaya başlamıştı. Soran, cevap isteyen garip bakışlar altında ayağımın çamurunu sivri taşlara sildim. Duvarsız avluda bir oraya bir buraya uçuşan kâğıt parçalarına ve köye bir daha baktım. -Aman, demişlerdi, felâkete uğramaksa bu kadar olur. Dikili ağaca vurgunsan, özleminden ölürsün. İlâç için bir yeşillik yoktur. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir çöl ova... Konya ilinde yüzlerce kişiye sordum, Yunak'ın Saray köyünü. Kimse bilmiyordu. Bilenin de söylediği bunlardı. Sekiz yüze yakın yedek subay öğretmen arkadaş birbirimize soruyorduk. Kimi iyi yerlere düşmüştü, sevinçliydi. Benim bağlı bulunduğum ilçenin haritalarda yeri yoktu. 1953'te ilçe yapılmıştı. Haritada yerini bulamayanların dilinden Eş- ref'in şu dizesi düşmüyordu: "Kaza ile kaza olmuş bizim Yunak kazası... " Yorgundum, uykusuzdum, sabırsızdım. Hava soğuktu, üşüyordum. Benden önce göreve başlayan Mehmet Duran, çay sunarken utançlı gibiydi. -Çay kötüdür ama kusura bakmayın. Buranın suyu biraz acıdır da... Biraz da kireçli midir ne, bir türlü iyi çay yapamayız. Üç şeker yeter mi? İki şeker istedim, üç koydu. Yudumladım, çayın deminde ayrı bir acılık vardı. Bir şeker daha attım, ardından bir beşincisi geldi... Çekecektik, kanuna ve kadere boynumuz kıldan inceydi. Yaşamak zorundaydık, yaşayacaktık. Buralarda yaşayanlar da can taşıyorlardı. Onlar da insandı. Bir çırpıda yurdun en ücra köşelerine kadar dağılan on iki bin beş yüz yedek subay öğretmen, bütün öğretmenler aynı durumdaydı. Bu memleketi tanıyacaktık, karanlığı aydınlatan on binlerce öğretmen aynı durumdaydı. Bu memleketi sevecektik. Tanıyarak sevmenin mutluluğuna varacaktık. Goethe, "Gençler, vaktinizi ziyan ediyorsunuz." diyordu. Bizler zamanımızı değerlendirecektik. Tahir Kutsi MAKAL
Bizler de Stêrka Ciwan Dergisi olarak Zap'ta, Metîna'da, Avaşîn'de ve tüm direniş alanlarında sergilenen direnişin, Kürdistan gençliğinde nasıl karşılık bulması gerektiğini ve bu çerçevede, “Werin Cenga Azadiyê” hamlesi kapsamında, Önder APO'ya karşı devam eden Uluslararası Komplo, Ekim Ayı Şehitleri ve Ekim Devrimi'ni konu edindik. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/sterka-ciwan/message
Bizler de Stêrka Ciwan Dergisi olarak Zap'ta, Metîna'da, Avaşîn'de ve tüm direniş alanlarında sergilenen direnişin, Kürdistan gençliğinde nasıl karşılık bulması gerektiğini ve bu çerçevede, “Werin Cenga Azadiyê” hamlesi kapsamında, Önder APO'ya karşı devam eden Uluslararası Komplo, Ekim Ayı Şehitleri ve Ekim Devrimi'ni konu edindik. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/sterka-ciwan/message
Bizler de Stêrka Ciwan Dergisi olarak Zap'ta, Metîna'da, Avaşîn'de ve tüm direniş alanlarında sergilenen direnişin, Kürdistan gençliğinde nasıl karşılık bulması gerektiğini ve bu çerçevede, “Werin Cenga Azadiyê” hamlesi kapsamında, Önder APO'ya karşı devam eden Uluslararası Komplo, Ekim Ayı Şehitleri ve Ekim Devrimi'ni konu edindik. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/sterka-ciwan/message
Bizler de Stêrka Ciwan Dergisi olarak Zap'ta, Metîna'da, Avaşîn'de ve tüm direniş alanlarında sergilenen direnişin, Kürdistan gençliğinde nasıl karşılık bulması gerektiğini ve bu çerçevede, “Werin Cenga Azadiyê” hamlesi kapsamında, Önder APO'ya karşı devam eden Uluslararası Komplo, Ekim Ayı Şehitleri ve Ekim Devrimi'ni konu edindik. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/sterka-ciwan/message
Bizler de Stêrka Ciwan Dergisi olarak Zap'ta, Metîna'da, Avaşîn'de ve tüm direniş alanlarında sergilenen direnişin, Kürdistan gençliğinde nasıl karşılık bulması gerektiğini ve bu çerçevede, “Werin Cenga Azadiyê” hamlesi kapsamında, Önder APO'ya karşı devam eden Uluslararası Komplo, Ekim Ayı Şehitleri ve Ekim Devrimi'ni konu edindik. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/sterka-ciwan/message
Bu videoda Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 23 Nisan 1989 tarihinde Pendik Çarşı Camii'nde verdiği "İmanın diriltici iklimi" konulu vaazı dinleyeceksiniz... • Camideki ön safları başkalarına vermeden, cennetin kapıları sonuna kadar açılsa diğer insanlara “Siz önden buyurun!” demeye kadar hasbî ve fedakâr ruhlar olmak gerektiği • Mü'min asayiş, nizam ve intizamın yanındadır, onları bozacak bir harekette asla bulunmaz. Çünkü o, mürüvvet, sevgi ve nizam insanıdır • Bizler, muhabbet fedaileriyiz. Rehberimiz Hz. Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) bir adı da Hz. Mahbûbdur. O (sallallahu aleyhi vesellem), sevgi ile insanlığa gelmiştir • Mü'minler, güzelliğin, iyiliğin temsilcisi ve emniyetin bekçisidir. Onlar bütün insanlara emniyet vaad ederler • İmanla birlikte hamle doğar.. “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam bütün kâinata meydan okuyabilir” • İman sayesinde aşılmaz gibi görünen dağlar aşılır, kandan irinden deryalar geçilir; insanlığın mâkûs talihi imanla değişir; iman sayesinde kömür gibi ruhlar elmaslara kalbolur • Sahabe-i kiram asrı, iman sayesinde akıllara durgunluk verecek seviyede bir kuruluşa ve dirilişe erdi. Onların maddî imkânları yoktu fakat iman sermayesiyle bütün dünyayla yaka-paça oluyorlardı • Necâşî'nin huzurunda Cafer İbn Ebî Tâlib'in imandan önceki ve sonraki hallerini anlatması • Birisinin, cahiliye döneminde kendi kızını nasıl diri diri toprağa gömdüğünü anlatması karşısında, Şefkat Peygamberinin (sallallahu aleyhi vesellem) hıçkıra hıçkıra ağlaması.. Kızını diri diri toprağa gömen bir cemaatten iman sayesinde karıncaları dahi öldürmeyen bir cemaatin doğması • Firavunun sihirbazlarının imanla birdenbire mahiyetlerinin değişmesi, kömür gibi ruhlarının birdenbire elmasa dönüşmesi • Uhud Savaşı'nda Abdullah İbn Cahş'ın Sa'd İbn Ebî Vakkas'la karşılıklı yaptıkları dua.. Abdullah İbn Cahş'ın şehitliği istemesi ve savaşın sonunda isteğine nail olması • Uhud Savaşı'nın ardından 70 şehide ve birçok yaralıya rağmen Peygamberimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem), müşrikleri takibe koyulması (Hamrâü'l-esed Vak'ası) • Mâlik İbn Hâris'in (r.a.) imanda yakaladığı derinlik ve şehadetle ömrünü noktalaması • Umeyr İbn Hemmâm'ın, Peygamberimiz'in “Bugün düşmana sırtını dönmeden sevabını Allah'tan umarak cihat eden kimselere Cennet'in kapıları sonuna kadar açılır.” çağrısına elindeki hurmaları atarak hemen icabet etmesi ve Bedir'de şehit oluşu • İmanla aydınlığa çıkmanın, Din-i mübîn-i İslâm'a hizmet etmenin, öncekilerin hatalarıyla meydana gelen uçurumların tertemiz nesillerle doldurulmasının, Cennette Peygamberimiz'e (sallallahu aleyhi vesellem) komşu olmanın niyaz edildiği hisli bir dua
Bu video 18/12/2016 tarihinde yayınlanan " ŞERBET" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Allah, Hizmet gönüllülerine öyle muvaffakiyetler lütfetti ki, onları “Gerçek Sahibi”nden (celle celâluhu) bilmediğiniz zaman, farkına varmadan şirke düşmüş olursunuz. Cenâb-ı Hak, size, devletlerin bile yapamadığı, milyonların yapamadığı şeyi yaptırdı. Dünyada büyük ölçüde bunu hemen bütün semâvî dinler sahipleri kabul ettikleri gibi, belli bir ölçüde semavî sayılmayan inanç ehli de kabul etti. (Muhammed Hamîdullah merhum, makamı cennet olsun, öyle bakmıyordu; Budizm'e de, Brahmanizm'e de, Şintoizm'e de öyle bakmıyordu: “Bir aslı-bir faslı vardı bunların, zamanla insanların oynamasıyla taşlar yerinden oynadı, çok ciddi farklılıklara uğradılar.” şeklinde bir mütalaası vardı.) Evet sadece semavî dinler dairesi içinde değil, aynı zamanda işte Uzak Doğu'da -gördüğünüz gibi- biraz evvel isimlerinden, yöntemleri adına -esasen- dinlerinden, diyanetlerinden, mezheplerinden bahsettiğim insanlar bile, sevgi ile, şefkat ile, re'fet ile bağırlarını size açtılar. Şimdi bu öyle büyük bir iş ki, bence bunu “Gerçek Sahibi”ne (celle celâluhu) vermediğiniz zaman, farkına varmadan şirke girmiş olursunuz. Oysaki biz günde kırk defa, sünnetleri kıldığımız taktirde -Bir de Teheccüd kılıyorsak, bir de Evvâbin kılıyorsak, bir de İşrak kılıyorsak, bir de Kuşluk kılıyorsak, varın sayın!- إِيَّاكَ نَعْبُدُ “Yalnız Sana kullukta bulunuyoruz; hepimiz, mütedâhil daireler/halkalar halinde, Ka'be'nin etrafında, Sen'in mihrap tayin ettiğin yere müteveccihen, kulluğumuzu Sana tahsis ediyoruz! Bizler hepimiz, Sen'in boynu tasmalı kullarınız, ayağı prangalı kullarınız!” diyoruz. Bu öyle ağır bir yük, öyle ağır bir mesuliyet ki, onu yapmak için, bir kere daha “atıf vâvı” ile yardım diliyor, وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ diyoruz. Atıf vâvı “matuf” ile “matufun aleyh”in hükümde farklılığını ifade etmek için konuyor; öyle bir farklılık arada olmasaydı إِيَّاكَ نَعْبُدُ، إِيَّاكَ نَسْتَعِينُ denirdi. Bir farklılık var: “Bu ağır ibadeti, ubudiyeti, (sofilerin kullandığı tabirle) “ubûdet”i yerine getirme, öyle ağır, öyle çetin bir iş ki, Sen'in i'ânen/yardımın olmazsa yapamayız! Bu büyük işi yapma mevzuunda da yardımı sadece Sen'den bekliyoruz!” diyerek yine “Kâf-ı hitab” ile işi Cenâb-ı Hakk'a tahsis ediyoruz. Bir de yalnızca kendi/şahsî ubudiyetimizi mesned yaparak, işi ona dayandırmıyoruz; “Yâ Rabbi, sadece benim dediğim değil, şu benim içinde bulunduğum, teşekkül etmiş olan halka var ya!.. Kâbe'ye en yakın olanından en uzak olanına kadar, hatta semâlara kadar, hatta Kâbe onun -bir yönüyle- izdüşümü olduğu Sidretü'l-müntehâ'ya kadar iç içe halkalar halinde halkalanmış, إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ diyenlerin demeleri içinde kendi deyişimi de dillendiriyorum! Bütün bunların hepsinin dediğini ben Sana takdim ediyorum. Onların hepsinin deyişiyle Sana hitap ediyorum!”. وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “Yardımı da ancak Sen'den istiyoruz!” diyoruz.
KPSS 2022, KPSS iptal mi? ÖSYM başkanı görevden alındı mı? Evet efendim, fark edeceğiniz üzere Flash Tv haberciliği ile gündem haberlerini sıkı sıkıya takip ediyoruz. KPSS'de sorulan 20 sorunun önceden Yediiklim yayın evinde basılmasından dolayı ortaya çıkan skandal şuanda ülke gündeminde yer alıyor. Bizler de sizler için bu skandala farklı bir açıdan yaklaşalım istedik ve doğuracağı sonuçları masaya yatırdık.
Medyascope Podcast'ten herkese merhaba. Hafta Sonu Yazıları köşemizde yayınlanan yazılarımızın seslendirmesiyle karşınızdayız. Burak Bilgehan Özpek'in "Bizler için Ramazan, Pegasus için Kurban Bayramı" başlıklı yazısını Gökçe Çiçek Kösedağı sizler için seslendirdi. Beğenerek dinlemenizi umuyoruz.
Bizler "zengin toprakların fakir insanları olmayı hakketmiyoruz". İşte bu nedenle geçmişte ve bugün tarımda neler olduğunu, hataları ve çözüm yollarını konuşmak, anlamak bir ihtiyaçtı. Bu bölümde konuğum bir gazeteci, nam-ı diğer tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım.Yıldırım ile tarımda üretici konumdan tüketici konuma gelme sürecimizi, sorunları ve çözüm önerilerini, GDO'lu ürünlerden hibrit tohumlara pek çok konuyu konuştuk. Benim için bir ders gibiydi sizin için de öyle olacağından eminim. Tarım bitti mi? Tohum bitti mi? Hâlâ umut varsa niye var? Hangi ürünlerde iyiyiz, hangi ürünlerde durumumuz sallantıda? Bu ekonomik krizden tarımdaki hangi fırsatlar kullanılarak çıkılabilir. Hobi bahçeleri alanlar, şehirden köye göçenler nelere dikkat ederek arazi satın almalı. Ve daha pek çok konu. Çok öğretici bir bölüm daha sizleri bekliyor.
Muhalefet ne yapıyor, nasıl strateji izleniyor, altılı zirveden ne çıkar? Bütün bu soruların cevapların cevaplarını Ruşen Çakır, Hatem Ete, Edgar Şar ve Ayşe Çavdar yanıtlayacak. Sevgili izleyicilerimiz, sorularınızı yazabilirsiniz. Bizler de sorularınızı konuklarımıza iletelim, yayınımızda tartışalım! Bize Medyascope'u Sorun başladı. #Muhalefet #AltıMuhalefetPartisi #MuhalefetPartileri #CHP #İYİParti #SaadetPartisi #DEVA #GelecekPartisi #DemokratParti
Kitap okumak için rakı sofrası ortamı kurmak gerekir mi yoksa sabah kalkınca bile bir şeyler okunabilir mi? Düzenli kitap okumak neden bu kadar zor? Merak etmeyin yalnız değilsiniz. Bizler de düzenli kitap okurken zorlanıyoruz ve çözümlerini her zaman olduğu gibi okuyarak bulduk. Hepsiburada'yı keşfetmek için: https://app.hps.im/d7ct/b034233d İnstagram: https://www.instagram.com/bumuyanipodcast/ Twitter: https://twitter.com/bumuyanipodcast Destek: https://patreon.com/bumuyani İletişim: bumuyanipodcast@gmail.com Website: https://bumuyanipodcast.com