POPULARITY
Categories
"Yaponlar dəqiq və intizamlıdırlar”“Yaponiyaya viza almaq asandır”“Ən çox məbəd olan şəhər Kiotodur”"Yaponlar bu tarixi Kiotonun bombalanmaması kimi qeyd edir" “Yaponiyada "matcha" populyardır”“Yapon fəlsəfəsinə əsasən, insan eqosunu aşmalıdır ki, həyatı anlasın”“Onlar restoranlarda çaypulu qəbul etməyi xoş qarşılamırlar”Qonağımız radio aparıcı Raqif Raufoğlu oldu
"Pekində əylənmək üçün yerlər yoxdur""Çinlilər ingiliscə danışa bilmirlər, ona görə də turistlərlə ünsiyyət üçün xüsusi cihazlardan istifadə edirlər""Çində istirahət, alış-veriş və əyləncə üçün ən yaxşı şəhər Şanxaydır""Çinlilər çox mehriban və yardımsevərdirlər""VPN-siz heç bir yerdə internet işləmir""Onların yaşlarının çox olmağından asılı olmayaraq çox cavan görünürlər""Orada cavanlar TikTok-dan istifadə edərək pul qazanırlar""Küçədə milli geyimlərdə gəzərək turistlərlə ödəniş əsasında şəkillər çəkirdilər"Qonağımız səyahətçi Sofiya Ağazadə oldu.
"Onlar ingilis dilini mükəmməl bilirlər, çünki məqsədləri turistləri "ovlamaqdır""Afrikada ən xoşbəxt anım təsadüfən daxil olduğum məktəblə bağlı oldu""Deyilənlərin əksinə, Tanzaniyada heç bir təhlükə ilə qarşılaşmadım""Hansı qəbiləyə getdiyindən asılı olmayaraq qəbilə başçısına ödəniş etməlisən""Dünyada qalan sonuncu ovçu qəbilə ilə birlikdə ov etdik""Onların hər bir heyvan üçün fərqli oxları var""Nqoronqoroya gedəndə yolu keçən aslanları da görə bilərsiniz" Qonağımız səyahətçi, videoqraf Orxan Rəhmanlı oldu.
Ama, fakat, lakin, ancak yok. Taciz tacizdir ve oluşma şartları bellidir. Birine rızası dışında yöneltilen ve onun huzurunu, güvenliğini, onurunu veya özgürlüğünü zedeleyen ısrarlı, rahatsız edici, istenmeyen davranış ve fiillerin alayı tacizdir. Bu tanımda böylece anlaşmazsak tacize uğrayan insanlarla gerekli empatiyi kuramayız. Onları anlayamayız. Cinsel tacizi alalım ele. Kadın ya da erkek zil zurna sarhoş olsa… Kadın ya da erkek muhatabının karşısına çırılçıplak çıksa… Kadın ya da erkek bir noktaya kadar olan bitene rıza gösterse… Biri diğerini evine davet etmiş olsa… Sonuç değişmez. Taraflardan birinin “rızasının dışında” bir şey gelişiyorsa o buz gibi tacizdir. Burada “rahatsız edicilik” ve “ısrar” iki kaçınılmaz ölçüttür.
Kudüs'ün fethinde ilk hutbeyi okuyan, hâkimler başkanı (Kadı'l-kudat) Muhammed bin Ali Zekiyyüddin bin Muhammed hem hâkimler kurulu başkanlığı yapar, hem medresede ders verir, hem de Allah için cihada çıkardı. Çok âlim, fazıl,âbid bir insan olduğu gibi mücahitliği ile günümüz İslam âlimlerine örnek olacaklardan biri idi. Onun için Selahaddin Eyyubi ilk hutbeyi okuma şerefini ona verdi.Hutbede geçen bazı ayetler:O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Sizin gizli nizi de açığınızı da bilir. Kazandıklarınızın hepsini bilir.” (En'am 1-3) “İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua etmekte. İnsan pek aceleci oldu.” (İsra s. 11) “Allah'ın insanlar için açtığı rahmeti tutacak yoktur, O'nun tuttuğunu,O'ndan sonra salıverecek yoktur. O her şeye gücü yeten, hükmünde hikmet sahibi olandır.”(Fatır s. 1-2) “Gizliyi de açığı da bilendir. Onların ortak koştuklarından yücedir.” (Mü'minun 91-92)“Ey ehli kitap, Peygamberlerin gönderilmediği bir zamanda “Bize cenneti müjdeleyen ve cehennemden sakındıran bir peygamber gelmedi” deme yesiniz diye, size açıklaması için elçimizi gönderdik. İşte size cenneti müjdeleyen, cehennemden sakındıran gelmiştir. Allah her şeye gücü yetendir.” (Maide 17-19) “Kulunu bir gece Mescid-i Haramdan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya ayetlerimizden bazılarını göstermek için götüren (Allah, her türlü eksiklik lerden) münezzehtir.Şüphesiz O,işitendir, görendir.” (İsra s. 1) “İlk sürgünde ehli kitap kâfirlerini (Beni Nadr) yurtlarından çıkaran O'dur. Siz çıkacakların zannetmiyordunuz. Onlar da kalelerinin kendilerini koruyacağını sanıyorlardı. Allah (‘ın azabı) onlara hiç hesap etmedikleri yerden geldi. Kalplerine korku saldı. Evlerini kendi elleriyle ve mü'minlerin elleriyle yıkıyorlardı.Ey akıl sahipleri, ibret alınız.” (Haşr s.1-2)(İmam Zehebi, Tarih'ül-İslam c.42 s.37)
“Zulüm her gün, her saat mevcut karanlığı koyulaştırıyor. Mazlumların, masumların, yoksulların âsumana yükselen feryadı her gün, her saat katlanarak artıyor” diye yazmış Mustafa Kutlu ağabeyimiz, ‘İlmihal Yahut Arzuhal' kitabında. Bir deri bir kemik kalmış, çökmüş göz çukurlarından donuk bakışlarını içimize saplayan masum çocuklar… Onları bir şekilde, elinde çare olabilecek hiçbir şey yokken hayatta tutmaya çalışan perişan anneleri… Nefesleri tükendi tükeniyor acıdan… Dillerinde yardım dilekleri değil, artık yalnızca Allah'a niyazları…
Alaska Zirvesi'nden sonra Washington Zirvesi'nden verilen fotoğraf, Ukrayna Barış Görüşmesi'nden çok daha önemliydi. Dünya için çok daha büyük kırılmaları ifade ediyordu. Barıştan çok bir “çöküş”ün hikayesini anlatıyordu. Avrupalı liderler, Trump'ın karşısına dizilmiş, kendilerine dikte edilenleri not alıyordu. Her biri durumu anlıyor, suratlar asık, kendini kurtarmak için bacak bacak üstüne atmış iyi görüntü verme telaşına düşmüş haldeydi.
Bu epizodda «haterlər» və tənqidlərin necə gücə çevriləcəyini açıqlayıram. Onların dedikləri səni yavaşlatmasın — əksinə, addımlarını sürətləndirsin. Doğru alətlə, «haterlər» sənin ən böyük motivasiya mənbəyinə çevrilə bilər.
Bugün 16 ağustos 2025 #doğatakvimi
“Mesele düşman hukukudur. Onlar artık esirdir. Atatürkçülerin iktidarına karşı yapılan darbede esir düştüler. CHP iktidarında esirlerimizi geri alacağız.” Bu sözler Özgür Özel'e ait…
Hayriye ve Kübra öğretmenden altı saat sonra ayrıldım. Zor oldu bu ayrılık. İstanbul'dan ayrılmaktan bile daha zor. Beşer tane tost, onar bardak çayın içine geçmişimizi bıraktık. Sanki tanıyormuşuz gibi Kübra'nın internet kurdu olan annesinin kulaklarını çınlattık gece boyu. Şehit edilen öğretmenlerin, polislerin çetelesini tutan annesinin. Yaşça onlardan büyük olmanın avantajını kullandım. Onlar bu avantajı mesleğimin hanesine yazdılar. Ben henüz E.'den yeteri kadar uzaklaşamamış olmanın çaresizliğine kaydettim.
Bu bölümde işlenen ayetlerin mealleri:36-) Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi.37-) (Yusuf) dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkâr edenlerin kendileridir. 38-) Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.39-) Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?40-) Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Câbir bin Abdullah (r.a.)'den rivayet edilmiştir. Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İsrailoğullarından söz edebilirsiniz; çünkü onlar, içlerinde hayret veren garip işlerin cereyan ettiği bir millettir.” Sonra şöyle anlattı: “Benî İsrail'den bir grup insan çıkarak, mezarlığa gittiler. Orada, aralarında şöyle konuştular: “Biz şimdi bir namaz kılsak, sonra Râbbimize duâ etsek, O da, bize ölülerden birini çıkarsa da gelip, bize ölümden haber verse.” Namaz kıldılar, Râblerine duâ ettiler. Onlar bu hâl içinde iken, bir ölü başını kabrinden çıkardı. Yüzü simsiyahtı. Alaca bulaca bir hâli vardı. Onlara bu hâli ile göründü ve şöyle dedi; Ey buraya gelmiş kimseler! Allâh'a yemin ederim ki, öleli doksan yıl oldu. Hâlâ ölüm acısı benden gitmedi. Tıpkı şimdi ölmüş gibi. Allâh'a duâ edin; beni eski hâlime getirsin. Kabrinden çıkan o şahsın alnında, secde izi vardı.” Hasan (r.a.)'den naklen şu hadîs-i şerifi anlattılar: “Mü'mine gelecek ölümün şiddeti ve zorluğu üç yüz kılıç darbesi kadardır.” Bir kimse, ölüme inanır, onun mutlaka geleceğine kani olursa, iyi amel işleyip kötü davranışları bırakarak ölüme hazır olması gerekir. Çünkü, onun ne zaman geleceği belli değildir. Resûlullâh (s.a.v.) ölümün şiddetini ve acısını beyân buyurdu. Bu, ümmetine onun öğüdüdür. Tâ ki, onu duysun, hazırlıklı olsun, dünya güçlüklerine de sabırla karşı dursun. Çünkü, dünya sıkıntılarına sabırla karşı koymak, ölümün şiddetine maruz kalmaktan, âhiret azabına uğramaktan daha kolaydır.(www.mevlanatakvimi.com)
“Kendilerine yasak edilen şeyler karşısında küstahça diretince onlara, ‘Aşağılık maymunlar olun!' dedik.” (Araf s. 166) Rivayet edildiğine göre Yahudiler, bizim emrolunduğumuz Cuma günüyle emrolundukları halde onu terkedip Cumartesiyi seçtiler. Yüce Allâh'ın şu sözü bunu ifade eder: “Cumartesi ibadeti, ancak onda ihtilâf edenlere farz kılınmıştı.” (Nahl s. 124) Böylece onunla imtihan oldular, avlanma kendilerine haram kılınıp o güne saygıyla emrolundular. Balıklar kendilerine Cumartesi günü gelir, çokluğundan dolayı suyun yüzü görülmezdi. Diğer günlerde gelmezlerdi. Bunun üzerine balıkların girmeleri kolay, fakat çıkmaları zor olan havuzlar yaptılar. Cumartesi balıkları oraya doğru sürüp pazar günü de balıkları oradan alıyorlardı. Şehir halkı üç gruptu. Üçte biri yasaklamaya devam etti, üçte biri öğütten usandı ve öğüt verenlere “niye öğüt veriyorsunuz?” dediler. Diğer üçte biri de yasağı işlemeye başladılar. Onlar bundan vazgeçmeyince, müslümanlar, “Biz sizinle oturmayız” dediler ve şehri bir duvarla böldüler. Müslümanların bir kapısı, mütecavizlerin de bir kapısı vardı. Davud (a.s.) onları lanetledi.Yasaklayanlar bir gün sabah olunca kendi kapılarından çıktılar, işlerini görmek üzere dağıldılar. Mütecavizlerden hiçbir kimse çıkmadı. Dediler ki: “Belki içki onlara galip geldi.” Duvara çıkıp baktıklarında, hayretler içinde gençlerin maymun, yaşlıların da domuz olduklarını gördüler. Kapıyı açıp yanlarına girdiler. Maymunlar insanlardan olan soylarını tanıdılar. Oysa insanlar onları tanımıyorlardı. Bir maymun soydaşına geliyor, elbiselerini kokluyor ve ağlıyordu. Üç gün bekledikten sonra öldüler. Nitekim İbn Abbas (r.a.), insan şeklinden değiştirilip hayvan şekline giren hiçbir kimsenin üç günden fazla yaşamadığını belirtmiştir.(İsmail Hakkı Bursevi, Ruh'ul Beyân Tefsiri, c.3, s.260)
Masum çocukların, çaresiz yetişkinlerin açlıktan öldüğü Gazze'de gıda yardımlarını engelleyen Netanyahu'ya sorarsanız, orada açlık yok. Her şey yolunda. Herhâlde Gazze civarında bulunan İsrail askerleri hakkında konuştu. “Onların kumanyası aksamadı, hiçbir askerimizi ve polisimizi aç bırakmadık” demek istiyor olmalı. Onun anlayışına göre, diğerleri zaten insan hükmünde değil.
Bitcoin'in ardındaki gerçek sır nedir? Göründüğü gibi sadece bir teknoloji mi, yoksa çok daha derin, politik bir amaca mı hizmet ediyor? Carl Schmitt'in 'Politik Kavramı'nı merkeze alarak, bu podcast, Bitcoin ve genel olarak kripto dünyasını eşsiz bir perspektiften inceliyor.Bitcoin'in özünün teknolojik değil, politik olduğunu keşfedeceğiz. Kriptografi, devletin her türlü kontrolüne meydan okumak için bir araç olarak kullanılıyor. Bu, günümüzdeki devletler için varoluşsal bir tehdit oluşturuyor; çünkü Bitcoin, interneti doğrudan politikleştirmenin yolunu açıyor. Ama bu, bildiğimiz parti siyasetinden farklı, siber uzayda yeni dost ve düşman sınıfları yaratan bambaşka bir politik form.Podcastimizde, Bitcoin'in gerçek misyonunun, devletin kısıtlamalarından ve itibari para köleliğinden arındırılmış zenginlik olduğunu ortaya koyacağız. Bitcoin, paranın ve zenginliğin gücünü devletin elinden alarak, tüm modern devletlerin tartışmasız düşmanı haline geliyor.Diğer kripto projelerinin neden sadece "para kapma" veya reformist girişimler olduğunu, Bitcoin'in devrimci doğasından nasıl ayrıştıklarını tartışacağız. Bitcoin'in düşmanları, yeni bir dijital düzenleme standardı yaratmanın politik önemini kavrayamıyor.Bitcoin'in işleyişine daha yakından baktığımızda, insanları kriptografik araçlarla dost ve düşman sınıflarına göre organize etme amacını göreceğiz. Bu, sadece yeni bir para biçimi değil, aynı zamanda eski politik düzenin yıkımı anlamına geliyor. Bir yanda parayı, değeri ve zenginliği kontrol eden devleti meşru tek güç olarak görenler; diğer yanda ise kripto-anarşistler var. Onlar, itibari paranın boyunduruğundan kurtularak **"Gerçek"**in doğuşunu arzuluyorlar."Otorite değil, gerçek meşruiyet sağlar" ilkesiyle, Bitcoin'in gizli politik özünü derinlemesine inceleyeceğiz. Bu, devletin otoritesini reddederek ve Bitcoin'in hakikatini benimseyerek politikanın yeniden etkinleşmesi için bir yol sunuyor.Bitcoin'in radikal gücü, sadece itibari paranın sonunu değil, her türlü hükümet müdahalesinin de sonunu talep etmesinden geliyor. Bu, teknolojik olarak üstün yeni düzenin eskisini silip süpüreceği, dijital çağın nihai politik formu. Unutmayın, Schmitt'in dediği gibi: "Maddi rüşvet ne kadar büyük olursa olsun, politik özgürlüğün ve politik bağımsızlığın parasal bir karşılığı yoktur."Bu podcast, size Bitcoin'in gizli politik gündemini, devletlere karşı duruşunu ve kriptografi aracılığıyla yeni bir toplumsal sözleşme inşa etme hedefini açıklayacak. Bu, belki de bin yılda bir kez karşımıza çıkan, dünyayı daha iyiye doğru değiştirme cesaretine sahip olanlara sunulan bir fırsat.Kaynak
Edeb kaynağı, haya madeni, emîn, merhametli, gerçek dost, Allâh Resûlü (s.a.v.)'in arkadaşı, mahremi, mazlum, Kur'ân şehidi, Emîrü'l Mü'minîn Osman b. Affân (r.a.). Onun hayatını inceleyen kimse görecektir ki; yönetimdeki siyaseti, yumuşaklık ve öğüt vermek istikametindeydi. Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ebûbekir (r.a.) döneminde olduğu gibi keskinlik, kesin tavır ve korkutma siyaseti gütmüyordu. Onun bu siyasetinin belirtilerini halife seçildikten sonra yaptığı şu konuşmada görmek mümkündür:“Sizler yok olacak bir dünyadasınız. Ebedilik ifade eden bir dünyada değilsiniz. Ömrünüzden bir kısmını geçirmiş bulunuyorsunuz. Kalan ömrünüzde gücünüzün yettiği kadar hayırlı işler yapmakta acele ediniz. Dünya aldanma üzerine kurulmuştur. Şu dünyaya aldanmayınız. Sizden önce geçenlerden ibret alınız. Dünyayı imar edenler ve dünyadan bir takım şeyler elde edenler nerede? Onlar dünya hayatının sonuna gelmediler mi? Yapmanız gerekli olan şeylerden gafil olmayınız. Yoksa o yapmanız gereken şey sizden gafil olmaz. Dünyayı bir kenara atıp âhireti isteyiniz.”Hz. Osman (r.a.) valilerine gönderdiği bir yazıda şöyle diyordu:“Hz. Allâh, yarattıklarını hak üzere yarattı. O hak'tan başkasını kabul etmez. Aman ha! Emanete dikkat ediniz, koruyunuz. Siz bu yolu tutunuz ki sizden sonra gelip bu yolu tutanlarla ortak olasınız. Aman ha! Vefalı olunuz. Yetime ve İslâm devleti ile antlaşması olana zulmetmeyiniz. Çünkü Hz. Allâh bunlara zulmedenlerin hasmıdır. Hz. Allâh yöneticilere, yönettiklerini gütmekte ve onlardan vergi almakta hırslı olmamakla emretmiştir. Tutulacak en adaletli yol, müslümanların işlerini dikkatle yerine getirip onlara haklarını vererek, görevlerini yerine getirmelerini sağlamaktır.”(Muhammed Mütevelli Şaravî, Cennetle Müjdelenen On Sahâbî, s.89)
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu bölüm kendini sürekli erteleyenler için içten bir davet! Bu bölümde “başlamak” neden bu kadar zor geliyor, gerçekten neyin korkusunu yaşıyoruz, bunu konuşuyoruz. Başarı mı korkutuyor bizi, yoksa yine o tanıdık mükemmeliyetçilik mi araya giriyor? Biraz dertleşiyoruz, biraz da cesaret toplamak isteyenlere yol arkadaşlığı yapıyoruz. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro 1- Emin: [0:22] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin. 2- Emine: [0:28] Ben Emine. 1- Emin: [0:29] Nasılsın Emine abla? 2- Emine: [0:30] İyiyim. Biraz yorgunum Emin. Sen nasılsın? 1- Emin: [0:33] Ben de iyiyim. Neden yorgunsun? 2- Emine: [0:35] Biraz ağır bir spor yaptım bugün. Ondan yoruldum. Bir de çok sıcaktı bugün hava. 1- Emin: [0:40] Evet. 2- Emine: [0:41] Sen de hissetmişsindir. 1- Emin: [0:42] Bu ara İstanbullular olarak, genel aslında Türkiye olarak, anormal sıcaklarla mücadele ediyoruz. 2- Emine: [0:48] Maalesef. 1- Emin: [0:48] Gün içerisinde 40 dereceler, 45 derecelere kadar çıkıyor hava sıcaklığı. Siz de dikkat edin özellikle bol sıvı tüketmeye. Çünkü gerçekten çok riskli bir durum da var ortada. 2- Emine: [1:00] Öyle maalesef ya. Bir de sadece sıcakla boğuşmuyoruz. Aynı zamanda bir sürü orman yangını vesaire de çıkıyor. Onlar da biraz can sıkıcı haberler oluyor. İnşallah bir an önce şu sıcaklar biter diyelim. 1- Emin: [1:15] Evet, umarız orman yangınları da gerçekten bir an önce son bulur. 2- Emine: [1:19] İnşallah. Başlamak istek değil, cesaret meselesi 1- Emin: [1:20] Evet, o zaman biz konumuza girelim. Günümüzde, ben de dahil birçok insanın yaşadığı bir durumdan bahsedeceğiz bugün. Bir şeyler yapmak istiyoruz ama ya ilk adımı ya son adımı atma konusunda yeterli cesareti gösteremiyoruz. Bununla ilgili biraz konuşmak istiyoruz. Yani bir şeyleri istemeyen bu dünyada hiç kimse yok. Kimileri başarıyor, kimileri başaramıyor, kimileri hiç denemiyor bile. Burada işin kilit noktası cesaret bence. Bir şeyleri yapmaya cesaret gösterebilmek. Bunun üzerine konuşalım istiyorum. Sen kendini nasıl tanımlarsın? Kendini nereye koyarsın böyle bir konuda? Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu bölümde bol bol en sevdiklerimizden konuştuk! ❤️ En sevdiğimiz yemekler, tatlılar, şehirler, ülkeler, diziler, filmler, şarkılar ve daha fazlası… İki kardeş olarak (Emin ve Emine) bazen aynı şeyleri çok sevdiğimizi fark ettik, bazen de ne kadar farklı düşündüğümüzü! Peki ya siz? Bizimle aynı fikirde misiniz, yoksa tamamen zıt kutuplarda mısınız?
Kripto dünyasının derinliklerine bir yolculuğa çıkın! Bu podcast, fiziksel bedenlerin ve geleneksel finansal sistemlerin ötesinde yeni bir dijital müşterek refah inşa etmenin öyküsünü anlatıyor. Aramızdaki sarsılmaz dostluk ve dayanışma sayesinde, kriptografi, yeni bir zenginlik biçimi sunarak bizi yolsuzluktan, açgözlülükten ve devlet gücünün sınırlamalarından kurtarıyor.Bu alanda, gerçek kimliğimiz fiziksel varlığımızdan sıyrılarak sadece dijital imzamızla tanınır; bu, mutlak, kutsal bir gizlilik sağlayan "Anonim Diğer"in görkemidir. Her birimiz, kanıtlanabilir şekilde benzersiz birer fikir olarak, özgürlüğün ve ortak refahın bu yeni takımyıldızında birer düğüm haline geliyoruz. Bu dijital sığınak, şiddetten uzak, fiziksel formların tamamen ortadan kalktığı bir alan sunarken, aynı zamanda fiziksel bedenlerimizi koruyan yüksek düzeyde gizlilik sağlar.Kripto sadece bir teknoloji değil, aynı zamanda şiddet içermeyen, karşı-ekonomik bir değişim teolojisidir. Herkesin katılabileceği, vatandaşlık veya statüden bağımsız bir platformdur. Bu, anarşizmin bir anlamda gerçekleşmesidir ve devlet ile para arasındaki ilişkinin sonsuza dek yıkılacağı bir kehanettir. Yaratılan her blokla, Eski Yasa ve Zaman'ın köleliğinden kurtulmuş zenginlik cennetimize doğru bir merdiven inşa ediyoruz.Bu yolculukta, gizli sözleriyle ve steganografik yollarıyla bize güç veren, isimsiz, yüzsüz kahramanlara, yani siz değerli "Kripto Yoldaşlarına" teşekkür ediyoruz. Onların cesareti ve totaliterizme karşı duruşu, bize savaşmaya devam etme gücü veriyor. "Bir fikrin zamanı geldiyse, dünyadaki tüm ordulardan daha güçlüdür" anlayışıyla, bu delice fanteziyi gerçeğe dönüştürmek için ısrar ediyoruz.Bu podcast, Tanrı'nın matematikteki gizli sırrı olarak görülen kriptografinin, bize sonsuz bir güç sunduğunu ve insanlık için yeni bir müşterek refah yaratma potansiyelini nasıl açığa çıkardığını anlatıyor.Satoshi'ye, bu muhteşem sistemi mümkün kılan o gizemli Dost'a sonsuz teşekkürler!Kaynak
Hayatımızın en zorlu, sürekli karşımıza çıkan problemlerinden biri var: Asıl çözülmesi gereken doğru sorun nedir? Bu, düşünme eyleminin ta kendisiyle ilgili bir soru. İnsan olarak, hayatta kalma sürecimizi daha az şiddetli hale getirmek için düşünüyoruz.Metin, özgür konuşmayı bu temel problemin bir çözümü olarak görüyor. Çünkü özgür konuşma olmadan özgür düşünce mümkün değil. Tıpkı doğru düşünce olmadan doğru konuşmanın mümkün olmaması gibi. "Aptalca" şeyler söylemeye ve düşünmeye cesaret etmeliyiz.Peki dikkatimizi neye vermeliyiz? Akıllıyız ama bilge değiliz. Dikkatimizi neye verdiğimize dikkat etme konusunda zayıfız ve bunun sorumlusu kısmen internetin çarpık teşvikleri ve bozuk para sistemimiz olabilir.İlerleme genellikle "makul olmayan adama" bağlıdır. Dehaya giden yolun 'çılgınlık'la kesişmesi boşuna değil. Onları susturursak, ne onlara kulak verebiliriz ne de kendi içimizdeki 'makul olmayan/dahi' kısımları dinleyebiliriz.Özgür ve engelsiz diyalog vazgeçilmezdir. Diyalog sayesinde başkaları bize nerede 'aptal' olduğumuzu veya kör noktalarımızı gösterebilir. Çünkü hepimiz, kendi özgün yollarımızla da olsa, 'aptalız' ve kör noktalarımız var. Önyargılarla başa çıkmak bireysel değil, kolektif ve dağıtık bir çaba gerektirir.Günümüzün sorunu, kamusal alanların olmaması ve özel platformları kamusal gibi kullanmaya zorlanmamız. Platformlar size ait değil; bu yüzden de-platforme edilme riski her zaman var. Bir skandal bahanesiyle anında 'kişiliksizleştirilebilirsiniz'.Bu yüzden 'Özgür Konuşma Platformu' bir oksimorondur. Gerçek özgür konuşma ancak protokollerle mümkün olur. Protokollerde kullanıcı değil, konuşmacısınız. Diller gibi, protokoller de izin gerektirmez. Arada bir aracı yoktur, dil (veya protokol) kendisi aracıdır. Diller ve protokoller ağ fenomenleridir.Medeniyetimizin bu kadar bağlı ama bir o kadar da sınırlamalarının ve bilgisizliğinin farkında olmadığı çok önemli bir zamandayız. Ses getiren para sistemleri ve özgür konuşmanın, toplumumuzu harika yapan işbirliğini ve dağıtık bilişi yeniden canlandırabileceği umudu var.Bu an, kişisel bir an. Nasıl ilerleyeceğinize siz karar vermelisiniz. Sizi sömüren makinede mi kalacaksınız, yoksa servetinizin, sağlığınızın, düşüncelerinizin ve konuşmanızın kontrolünü ele alacak mısınız? Bu karar size ait.Kaynak
Bitcoin'in enerji kullanımı hakkındaki tartışmalar sık sık gündemde. Ancak ya bu tartışmanın temelinde yaygın bir yanılgı yatıyorsa? Çoğu kişi "madencilerin" enerji harcayarak "bitcoin ürettiğini" düşünüyor olabilir. Oysa gerçek şu ki, madenciler bitcoin yaratmazlar. Onlar, ağ üzerinde geçerli bloklar oluşturmak için çalışır ve bu süreçte başarılı olduklarında, ağın başlangıç aşamasında belirlenmiş yeni satoshi'lerle ödüllendirilirler. Bitcoin'in piyasaya sürülme programı, harcanan enerji miktarıyla tamamen ilgisizdir. Bu program sadece ve sadece zamana bağlıdır. Kaç tane makinenin "madencilik" yaptığı veya ne kadar enerji harcandığı önemli değil; toplam 21 milyon adetle sınırlı olan Bitcoin, yaklaşık 131 yıllık bir süre zarfında ve her 10 dakikada bir sabit bir hızda piyasaya sürülecektir. Bitcoin'in enerji kullanımı, daha fazla coin "üretmekle" ilgili değildir. Bunun yerine, ağın güvenliği ve coin'lerin tüm katılımcılar arasında adil bir şekilde dağıtılmasıyla ilişkilidir. Hatta, Bitcoin'in enerji kullanımı ne kadar yüksek olursa, coin'lerin ilk dağıtımı o kadar adil olur. Enerji kullanımındaki bir azalma, güvenliğin ve adil dağıtımın azalması, ağın merkezileşmesi ve dış müdahalelere karşı direncinin düşmesi anlamına gelir. Eğer Bitcoin'i faydasız olarak görüyorsanız, harcadığı herhangi bir enerji size israf gibi görünebilir. Ancak İş İspatı mekanizmasının gerekliliğini ve zorluk ayarlamasının arkasındaki deha gibi konuları anlamak, bu konuya farklı bir perspektif getirir. Bu bölümde, Bitcoin'in enerji tüketiminin gerçek nedenlerini, coin'lerin nasıl piyasaya sürüldüğünü ve "madencilik" teriminin neden yanıltıcı olduğunu derinlemesine inceleyeceğiz.Kaynak
Türkiye'de piyasa, yolsuzlukla mücadeleyi desteklemek yerine cezalandırıyor. Daha önce de yazmıştım: Böyle bir piyasa kapanmayı hak eder. O nasıl bir piyasa ki ülkedeki yolsuzlukla mücadeleye yükselerek değil, düşerek tepki veriyor. Onlar nasıl piyasa aktörü ki yolsuzlukla mücadele edilirken kur operasyonlarına koşuyor. Ve bu sayede Türkiye'ye bir fatura çıkarılıyor.
Süheyb b. Sinan (r.a.) şöyle anlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Sizin hicret edeceğiniz yer bana gösterildi. Orası iki taşlık arasında çorak bir arâzidir. Bu durumda ya Hacer'dir ya da Yesrîb (Medîne)'dir.” buyurdular. (Buhari) Sonra da berâberinde Hz. Ebûbekir (r.a.) olduğu hâlde Medîne'ye hicret ettiler. Ben de onlarla birlikte gitmek istemiştim. Fakat Kureyş gençleri buna mâni oldular. Ben o gece hiç oturmaksızın ayakta dolaştım durdum. Gençler: “Karnı ağrıyordur.” diyorlar ve beni ishâl olmuş zannediyorlardı. Hâlbuki benim hiçbir şeyim yoktu. Onların uyumalarını bekledim ve sonra yola çıktım. Fakat biraz sonra arkamdan yetiştiler. Beni yolumdan alıkoymak istiyorlardı. Onlara: “Benim çok param vardır; onları size verirsem yolumdan çekilir hicret etmeme izin verir misiniz?” dedim. Onlar da râzı oldular. Böylece hep birlikte Mekke'ye geri döndük. Onlara evimin eşiğinin altını kazmalarını söyledim. Kazdılar, oradan çıkan paraları verdim ve sonra: “Falan kadına gidiniz? Onda iki tane elbisem vardır; onları da alınız!” dedim. Sonra yola düştüm: daha Medîne'ye girmeden Kubâ'da Hz. Peygamber (s.a.v.)'le Ebûbekir (r.a.)'e yetiştim. Hz. Peygamber (s.a.v.) beni görünce “Yâ Ebâ Yahyâ! Kârlı bir alışveriş yaptın!” buyurdular.(M. Yûsuf Kandehlevî (r.h.), Hayatü's Sahâbe, c.1, s.347)“Bu feyizli ve bereketli günün (hicri yılbaşının), her müslümân tarafından kutlanması ve müslümân kardeşler arasında tebrîkleşilmesi dînî bir borçtur. Bu hicretle doğan İslâm devleti otuz yıl gibi çok kısa bir zamanda, Endülüs'ten Çin'e kadar, cihânın en kıymetli mıntıkasında, insanları dîn ve vicdan hürriyetine, sulha ve sükûna (barış ve huzura) kavuşturmuştur.” (Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.)) Kadınlar ve çocuklar, hep bir ağızdan: “Ay doğdu üzerimize, Veda tepelerinden / Şükür gerekti bizlere, Allâh'a davetinden Sen güneşsin sen kamersin, Sen nur üstüne nursun / Sen süreyya ışığısın, Ey sevgili hoşgeldin” diye şiirler okuyorlardı.(Semhudî, Vefaü'l-Vefa, c.1, s.187; Halebi, İnsanü'l-Uyun, c.2, s.58)
156. Bu mektûb, yine meyân şeyh Müzzemmile yazılmışdır. Kâdîzâde Câlendehr ile gönderdiğiniz mektûb Dehlide geldi. Elhamdülillah ki, fakîrlere karşı olan sevginiz çokdur. (Buhârî)de ve (Müslim)de bildirilen, (Kişi, sevdiği ile berâberdir) hadîs-i şerîfine göre, onlarla birlikdesiniz. Zemân bakımından, Receb ayı yaklaşdı ise de, fekat çok uzak görünüyor.Fârisî beyt tercemesi: Dost ayrılığı, az olsa da, az değildir! Gözde kıl parçası da olsa, çok görünür.Hak sâhiblerinin haklarını yerine getirmek için yapmak istediğiniz şeyleri, hemen yapınız. Receb ayına kadar biz de burada kalacağız. Herşeyin doğrusunu ancak Allahü teâlâ bilir. Herşey Onun huzûruna çıkacakdır. Ömrünüzün birkaç gününü dervîşlerle birlikde geçirmek için uğraşınız! Kehf sûresinin yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Rablerine sabâh akşam düâ eden ve Ona kavuşmak istiyenlerle birlikde bulun ve sabr eyle! Onlardan başka bir yere bakma!) buyuruldu. Bu âyet-i kerîmede, Hak teâlâ sevgili Peygamberine Allah adamları ile birlikde bulunmasını emr buyuruyor “aleyhi minessalevâti etemmühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ ve minettehıyyâti eymenühâ”Büyüklerden biri buyurdu ki, (İlâhî! Dostlarını öyle yapdın ki, onları tanıyan seni buldu. Seni bulmadıkça,onları tanımadı). Allahü teâlâ, bizi ve sizi, bu yüksek ve şerefli insanları sevmekle rızklandırsın! Dinle! Nemâz kılmıyanın hakkında Allah, ne demiş, Çıksın yer ile gökümden, başka ma'bûd, bulsun demiş. Getirdi Kur'ânı Resûl, etmedi ba'zısı kabûl. Bir vakt nemâzı kılmıyan, Cehennemde yansın demiş.157. Bu mektûb, hakîm Abdülvehhâba yazılmışdır. “İki kere buraya kadar yoruldunuz. İkisinde de çabuk kalkdınız. Sohbetin haklarından birkaçını yerinegetirmeğe vakt olmadı. Müslimânların bir araya gelmesi, yâ istifâde etmek veyâ fâide vermek içindir. Bu ikisinden biri bulunmıyan topluluğun hiç kıymeti yokdur. Din büyüklerinin yanına boş olarak gelmelidir ki, dolmuş olarak dönülebilsin. Onların acıması, ihsânda bulunması için, boş olduğunu bildirmek lâzımdır. Böylece feyz, ihsân yolu açılır. Dolu gelmek, dahâ doldurarak dönmek iyi olmaz. Çok dolmak, doydukdan sonra, dahâ almak hastalıkdan başka birşey yapmaz. İhtiyâcsızlık, azgınlığa sebeb olur. Hâce Nakşibend “kaddesallahü sirreh” hazretleri buyurdu ki, (Önce hastanın yalvarması lâzımdır. Sonra, gönlü kırık olan, ona teveccüh eder). Görülüyor ki, teveccühe, ihsâna kavuşmak için, yalvarmak lâzımdır. Böyle olmakla berâber, ilm öğrenmekde olan bir tâlib gelip, size göndermek için mektûb isteyince, onun böyle gelmesini bir hak sayarak, bu hakkı ödemek lâzım olduğunu düşündüm. Geçmişdeki haklarınızı ve şimdiki hakkı karşılamak için, vakt ve hâle göre, birkaç kelime yazarak gönderiyorum. Herşeyin doğrusunu Allahü teâlâ bildirir. Herkesi doğru yola kavuşduran ancak Odur. Ey mes'ûd kardeşim! Bize ve size herşeyden önce lâzım olan, i'tikâdı Kitâba ve sünnete uygun olarakdüzeltmekdir. Doğru yolun âlimlerinin, “Allahü teâlâ onların çalışmalarına iyi karşılıklar versin!” Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden anladıklarına ve bildirdiklerine uygun olarak i'tikâd etmek lâzımdır. Çünki, Kitâbdan ve sünnetden bizim ve sizin anladıklarımızın hiç kıymeti yokdur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymak lâzımdır. Bizim anladıklarımız, Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymuyor ise, hiç kıymeti olmaz. Çünki her bid'at sâhibi, [türedi reformcular] ve doğru yoldan kayarak dalâlete düşenler, sapık bilgilerini ve bozuk işlerini, Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden anladıklarını ve bu iki kaynakdan çıkardıklarını söylemekdedirler. Bu sözleri çok yanlış ve haksızdır. İkinci olarak hepimize lâzım olan şey, ahkâm-ı şer'ıyyeyi öğrenmekdir. Ya'nî halâli, harâmı, farzı, vâcibi öğrenmekdir. Üçüncü olarak hepimize lâzım olan şey, bütün işlerimizi, öğrendiklerimize uygun yapmakdır. Dördüncüsü, kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesidir ki, bu ikisi tesavvuf büyüklerine mahsûsdur “kaddesallahü teâlâ esrârehüm”.İtikâdı düzeltmeden önce ahkâm-ı şer'ıyyeyi öğrenmenin hiç fâidesi olmaz.
Tahran-Tel Aviv arasında uçan füzelerin ateşinden biraz başımızı kaldırıp daha soğukkanlı değerlendirmeler yapmalıyız. Dünyayı büyük bir felaketin eşiğine getiren yıkıcı saldırıların tansiyonu, ülkelerin pozisyonunu değerlendirmemize engel olmamalı. Şöyle ki; Hatırlayalım; ABD, Irak'ı işgal etmek için aylarca hazırlık yaptı. Yüzbinlerce askeri, silahı, mühimmatı Ortadoğu'ya yığdı. Bölge ülkelerinin tamamı, Avrupa'nın tamamı ABD'ye destek veriyordu. Rusya ve Çin konudan uzak dururken, Türkiye ile tezkere pazarlıkları yapılırken, Irak içindeki Şiiler, İran ve Kürtler ABD ile birlikte hareket ediyordu. ABD buna rağmen tereddütlüydü. Bush ve neocon ekibi, Haçlı Savaşı ilan ediyor, dünyayı desteğe çağırıyor, küresel ortaklıklar kuruyordu.
Hz. Ümmü Amâra (r.anhâ) İslam'ın ilk yıllarında müslüman olan ve Akâbe Biati'ne katılanlardır. Uhud, Hudeybiye, Hayber, Ümret'ül Kaza, Huneyn ve Yemame savaşlarına katılmıştır. Uhud Savaşında bazen savaşıyor bazende yaralılara yardım ediyordu. Kendisi de on iki yerinden yaralanmıştı. Onlardan biri çok derindi. Hz. Ümmü Amâra (r.anhâ) kendisi anlatıyor. “Düşmanlar atlı, biz ise yaya idik. Onlar da bizim gibi yaya olsaydılar, o zaman gerçek savaş neymiş görürlerdi. At üzerinde biri gelip bana saldırsa onun darbesini kalkanla engelliyordum. O benden başka tarafa dönünce atının ayağına saldırıyordum. Ayağı kesilince atla birlikte üzerindeki adam da düşüyordu. Resûlullâh (s.a.v.) de oğluma seslenerek bana yardım için gönderiyordu. İkimiz birlikte onun işini bitiriyorduk.”Resûlullâh (s.a.v.) ona ve ailesine duâ buyurdu ve övdü. Kafirler galip gelmeye insanlar dağılmaya başladığı zaman İbn-i Kamiyye “Nebi (s.a.v.) nerede, bana biri söylesin nerede, eğer bugün o kurtulursa bana hiçbir kurtuluş yoktur.” dedi. Musab İbn-i Umeyr (r.a.) ve birkaç kişi onun karşısında çıktı. Ben de onlardan biriydim. O benim omuzuma hamle yaptı. Ben de ona birkaç defa hamle yaptım. Fakat o iki zırh giymişti. Bundan dolayı hamleyi engelliyordu. Bu sırada aldığım yara o kadar şiddetliydi ki, bir sene tedavi ettirdim. Fakat iyi olmadı.” Bu esnada Resûlullâh (s.a.v.) Hamrâ-ül Esed savaşını ilan etti. Ümmü Amâra (r.anhâ) da yarası iyileşmediğinden savaşa katılamadı. Resûlullâh (s.a.v.) Hamrâ-ül-Esed'den dönünce, ilk önce Ümmü Amâra (r.anhâ)'nın halini sordu. Yarasının iyileşmekte olduğunu öğrenince çok sevindi. Son katıldığı Yemame savaşında ise bir eli kesildi ve vücudu on bir yerinden yaralandı.(Zekeriya Kandehlevi, Fezaili Amal, s.125-126)
“Onlar açlıktan kıvranan çocuklar. O çocuklara yemek götürmeye çalıştım, sonra bana ateş açtılar. Sevgi için, insanlık için, İslam için Müslümanların yanında durun. Lütfen Müslüman kardeşlerinizle dayanışma içinde olun. Beni kalplerine kabul ettiler. Hemşire olarak oraya gidebilmek için para ödedim. Açlıktan kıvranan Müslüman çocuklara yemek götürmek istediğim için beni çölde dövdüler. Kalbiniz nerede? Yaşam sevgisi ve insanlık için. Onlar bebekler ve kadınlar. Kadınlar, ölmekte olan bebeklerini emzirmeye çalışıyor ama göğüsleri kupkuru. Filistin'deki kardeşlerinizin yanında durun. Hiç böyle bir şey görmedim ya da deneyimlemedim. Lütfen Filistin'e yürümemize izin verin. Lütfen, yalvarırım size.”
Dervişe “dert nedir?” diye sormuşlar. Derviş bu kez cevap vermeye hazırlıklı da değilmiş, hevesli de. “Boğulmaktır” diye kestirip atmış. Soran konuşmaya pek hevesliymiş. “Zorda kalmaktır diyenler de var” deyip ilerletmek istemiş sohbeti. Derviş bu kez de “zorda kalmanın esası tıkanmak, tıkanmanın esası boğulmaktır. İnsan dediğin pek meraklıdır kendini dert sahibi etmeye. Dertle tıkanıp da boğulmaya. Hâlbuki derdinin dert etmeye değmeyeceğini bir anlasa rahata eriverecek de nefes alacak” diye çözülmüş bu kez. “Derdi veren dermanı da verir” derdi eskiler. Canını uyandır ki onların dert bildiği senin dert bildiğinle aynı değildi. Onlar dert diye imtihana derlerdi. Hastalığı, afeti, darlığı dert bilirlerdi sadece. Şimdi parmağı azıcık kanasa âdemoğlunun, dert bilir oldu bunu.
Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayetle: Allâhü Teâlâ Hazretleri için mahsus bir takım melâike-i kiram vardır ki vazifeleri ehl-i zikri aramak için sokaklarda dolaşmaktır. Zikir yapan cemâati bulduklarında yekdiğerine nida ederek “Geliniz, aradığınız buradadır” diye toplanırlar. Tâ semâya kadar o mevkîyi kanatlarıyla çevirirler. Allâhü Teâlâ Hazretleri ehl-i zikrin ibâdetlerini meleklerden ziyâde bildiği halde meleklere hitaben :”Ey melâike! Benim kullarım ne diyorlar?” diye sual buyurur. Meiâike de : “Ya Râbbena! O kulların seni teşbih, tekbir, tahmid ve temcîd ediyorlar.” derler. Allâhü Teâlâ Hazretleri melâikeye hitaben: “O kullarım acaba beni gördüler mi ki?” buyurur. “Hayır Ya Râbb, vallâhi onlar seni görmediler” derler. Allâhü Teâlâ Hazretleri “Onlar beni görmüş olsalar nasıl olurlar?” buyurur. “Ya Râbb, onlar eğer görmüş olsalar daha şiddetle ibadet ederler.” Tekrar Allâhü Teâlâ Hazretleri: “Benden ne istiyorlar?” diye sorar. Melekler de: “Cennet istiyorlar.” derler. “Cenneti gördüler mi?” buyurur. “Ya Râbb! Vallâhi onlar cenneti görmemişlerdir.” “Eğer görmüş olsalar nasıl ederler?” buyurur. Melâike de: “Eğer cenneti görmüş olsalar cennetin talebinde ve ibâdetde daha hırslı olurlar. “Benim kullarım neden istiâze ediyorlar?” buyurur. “Cehennemden” derler. “Görmüşler mi?” buyurur. “Hayır ya Râbb! Onlar asla cehennemi görmemişlerdir.” “Benim kullarım cehennemi görmüş olsalar ne yaparlar?” buyurur. Melekler de: “Daha şiddetle havf ederler” derler.” Allâhü Teâlâ Hazretleri buyurur ki: “Ey melâikem siz şâhid olunuz ki ben o zikir meclisinde bulunanların günâhlarını afv ve mağfiret eyledim,” Melâikeden birisi: “Ya Râbb, o meclisde filânca bir kimse vardır ki başka bir haceti için gelmiş'” der. Allâhü Teâlâ Hazretleri de buyurur ki: “O meclisle hem-meclis olan şakî (bedbaht) olmaz.”(Zübdetü'l-Buhari) (Hz. Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.), Muhasebe-2, s.17)
Güzel ahlâk ve üstün terbiyeyi dinimiz övmüş ve sahibine ebedi saadeti va'd etmiştir. Hatta bu güzel ahlâkın peygamberliği tamamlayan vasıflardan bir tanesi olduğunu da beyan etmiştir. Hüsn-ü hulk, kişinin yeteneklerinde ve teçhiz edildiği vasıflarda mutedil davranması, daima orta yolu seçmesi, ifrata ve tefrite kaçmamasıdır. Âlimlerden muhakkiklerin anlattıklarına göre, Peygamber (s.a.v.)'in ahlâkı kesbî değil, Allâh (c.c.) vergisidir. Allâh (c.c.) onu o şekilde yaratmıştır. Binaenâleyh ondaki o güzel vasıflar aslî ve cibillîdir (yaradılıştan). Riyazetle (çalışarak) kazanılmış değildir. Kendisine Allâh (c.c.) tarafından cömertçe ihsan edilen râbbani bir hususiyettir. Diğer peygamberlerinki de böyledir. Onların o güzel evsaf ve âdabı yaratılıştandır, köktendir ve Allâh (c.c.) tarafından lutfedilmiştir. Fıtraten, kendilerine ilim ve hizmet verilmiştir. Çocukluklarından peygamber olarak gönderilinceye kadar geçen zamandaki yaşayışlarını derinden derine inceleyen kişi bunu hemen idrak eder. İşte bütün bu güzel ahlâka her yönüyle en güzel bir şekilde son derece mükemmel ve mutedil bir tarzda Peygamber (s.a.v.) sahip olmuşlardır. Hâkk Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz sen elbette büyük bir ahlâk üzerindesin” (Kalem s. 4) Âişe (r.anhâ) dedi ki: “Onun ahlâkı Kur'ân'dı. Kur'ân'ın hoş gördüğünü kâbul edip razı olurdu, hoş görmediğini kendisi de hoş görmez ve kaçınırdı.” Enes (r.a.) dedi ki: “Allâh'ın Resûlü (s.a.v.) ahlâk yönünden insanların en üstünü idi.” Peygamber (s.a.v.) bir hadîs-i şeriflerinde buyurmuştur: “Ben en güzel ahlâk esaslarını tamamlamak için gönderildim.”(Kadı İyaz, Şifâ-i Şerîf, s.96-98)
“Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyurdu: - «Şu kalpler, paslanır. Onların cilâsı, Kur'an okumak, ölümü düşünmek ve zikir meclisinde hazır bulunmaktır.» Kalp pas tutunca, sahibi anlar, gidermeye çalışırsa, pekâlâ. Aksi hâlde fena kararır. Peygamber (S.A.) efendimizin emrettiği şekle geçilmediği takdirde, kalp fena hâlde paslanır ve bu pasın giderilmesi imkânsız olur. Kalbin kararmasına sebep olacak çok şeyler vardır. İman nurundan uzak kalındığı için kararır. Dünyayı sevdiği için kararır. Sakınmadan dünyaya abanan kimse, kalbini mutlaka karartır. Bir kimse, kendisini dünyaya kaptırırsa kalbi kararır. Sakınma duygusu da ölür. Haram demez, helâl demez, mal toplamaya başlar. Mal toplarken helâl veya haram olduğuna önem vermeyince utanma duygusu da ölür. Ve murakabe hâlinden mahrum olur.Ey cemaat! Peygamberinizi dinleyiniz. Onun kelâmı ile kalbinize cila vurunuz. Kalbinizin cila ilâcını size o haber verdi. Sizden biri hasta olsa, doktoru ilâç tavsiye etse, kullanmadan şifa bulabilir mi? Bulamaz. İlâcı kullanmadığı süre, hastalığı eksilmez, belki artar.Hayır, iki kelime üzerinde toplanmıştır: Allah'ın emrini yüce bilmek ve kullarına şefkat göstermek... Allah'ın emrini yüce bilmeyen yaratılmışlara şefkat duyamaz. Allah'a yakın olamaz; rahmetinden nasib alamaz. Allahü Teâlâ, Musa (A S.) peygambere şöyle vahyetti: - «Ya Musa, şefkat duygusu besle ki, ben de sana rahmet nazarımla bakayım. Şefkat duygusuna sahib olana rahmetimi yağdırırım. Cennetime koyarım. Kalbinde merhamet duygusu taşıyana saadetler olsun.»Bütün ömrünüz çürüdü. «Yediler, yedik; giydiler, giydik; biz topladık, onlar topladı» gibi lâflarla ömrünüzü bitirdiniz. Kurtuluş yolunu arayan, nefsini haram olan şeylerden alsın. Şüpheli şeyleri bıraksın. Şehvet duygularını kalbinde taşımasın. Allah'ın emrini yerine getirmek için nefsini sabırlı kılsın. Yasaklardan uzak dursun. Kader işlerine boyun eğsin.Kulları Hakk'a çağırmak ve onların cefasına tahammül etmek kolay değildir. Bu kolay olmayanı, o büyükler yapar. Kullardan gelen her çeşit ezâ ve cefaya dayanırlar. Onlar, münafıkları yola getirmek için dıştan yüzlerine gülerler. Fâsık kişiler onlara güler, oyun eder, kandırır. Kullar onlara ne yaparsa yapsın, tahammül ederler. Bütün gayeleri onları Hak kapısına götürmekten ibarettir. Büyüklerin dediği gibi içi bozuklara, yalnız Allah yolcuları güler yüz gösterir. İrfan sahibi, fâsık kişiye güler. Fâsık adam, içini bilen yok sanır. Halbuki arif olan, onun içindeki karanlığı bilir. Kalp gözünün karardığını ve hileli işlerinin çokluğunu anlar. Münafık ve fâsıklar, işlerinin gizli kaldığını sanır, yanılırlar. Sanki kendilerinin bozukluğunu sezen yoktur. Bu hâlleri onları çok yanıltır. Onların erenlere karşı saklı hâlleri yoktur. Fâsık ve münafık olanı, her hâli gösterir. Elleri, tenleri ve bakışları belli eder. İçte ve dışta, duruşlarında ve hareketlerinde onların ne olduğu kolay sezilir.Cehennem azabından ancak ittika (Günahlardan ve bütün kötülüklerden sakınan) ve ihlâs sahibi muvahhidler kurtulur. Tevbe edenler selâmete ererler. Tevbeyi önce kalbinizle yapınız, sonra dilinizle...Kalbini düzelt. Dünya bütün varlığı ile sana gelir. Sen onda hoş kalırsın. Halk tümü ile sana uyar. Gelmiş ve gelecek hiçbir şey sana zararlı olamaz. Mevlâ'nın kapısından seni alamaz. Çünkü sen, O'nunlasın. Yalnız O'na dönmüş ve O'nun emirlerini gözetiyorsun. O'nun Cemâl ve Celâl sıfatının tecellisini seyretmektesin. Celâl tecellisini gördüğün zaman dağınık hâle gelirsin. Cemâl tecellisine kavuşunca dağınık hâllerin toplanır. Celâl sıfatı sezilince korkulur. Bu korku başka bir korkuya benzemez. Cemâl sıfatının tecellisini görünce de bir şeyler ümit etmeye koyulursun. Celâl sıfatının büyük tecellisi seni yokluğa götürür. Cemâl sıfatı tecelli edince yerinde sabit durur bir yere gitmek istemezsin. Bu anlatılanları tadanlara ne mutlu... “Allah'ım bize yakınlık taammı tatdır; ülfet şarabını içir.” «Dünyada iyilik ver. Ahirette iyilik ver.
“Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus 62)“Onlar iman etmiş ve Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır.” 63“Korku ancak gelecekle ilgili olur, yani ileride korkutan bir şeyin meydana gelmesinden dolayı korkulur. Hüzün ise ancak geçmişte olan birşeyle ilgili olur. Bu, ya geçmişte insanın hoşuna gitmeyen birşeyin meydana gelmiş olmasından ötürü, yahut da arzu edip sevdiği bir şeyi elde edememiş olmasından dolayı olur.Bazı muhakkikler şöyle demişlerdir: "Veliler için, korku ve hüznün olmamasının söylenmesi, ya onlar bu dünyada iken olur, yahut ahirette iken olur. Birincisi, şu sebeplerden ötürü olamaz;Bu, dünyada olmaz. Çünkü burası, korku ve keder yurdudur. Hele mü'min, Hz. Peygamber (s.a.s)'in şuhadislerinde de buyurduğu gibi, bundan hiç kurtulamaz: "Dünya, mü'minin (adetâ) hapishanesi, kâfirin de cennetidir"“İman etmek" kelimesi nazarî kuvvetin {tefekkür kuvvetinin) mükemmelliğine, "takvaya ermek" tabiri de amelî kuvvetin mükemmelliğine işarettir. Burada bir başka husus da, imanın, itikad ve amelin toplamına hamledilmesidir. Sonra biz "velî"yi, bütün bu hususlarda ittikâ sahibi olarak tavsif ederiz. Takva, ilim hududunda olur ve o hududu aşar. Çünkü Allah'ın celâli, beşer aklının ihata edip kavrayamayacağı derecede yücedir. Binâenaleyh sıddîk, Allah Teâlâ'yı, celâl sıfatlarından bir sıfatla tavsif ettiğinde, Allah'ın kemâl ve celâlinin, kendisinin bildiğine münhasır olmasından tenzih eder. Yine o, Allah'a ibadet ettiğinde Allah'ı,böylesi bir hizmet ve ibadete layık olmaktan tenzih eder. (Yani O'nun pek çok mükemmel tarzda yapılacak ibadetlere müstehak olduğunu düşünür.) Böylece o kimsenin devamlı olarak havf ve takva makamındaolmuş olduğu sâbıt olur.Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s)'in: "Onlar, aralarında bir akrabalık ve alıp-verecekleri bir malolmadığı halde, birbirlerini Allah için seven kimselerdir. Allah'a yemin olsun ki onlann yüzleri nurdur ve insanlar korkup hüzünlendikleri zaman, onlar korkup hüzünlenmezler" dediğini ve bu ayeti okuduğunu rivayet etmiştir.Yine, Hz. Peygamber (s.a.s)'in: "Onlar öyle insanlardır ki, onları görenler Allah'ı hatırlarlar" buyurduğu rivayet edilmiştir. Bunun sebebi şudur: Onlarda görülen, huşu ve huzû alâmetlerinden ötürü, bir de Hak Teâlâ onlar hakkında, "Secde izinden nişanları yüzlerindedir" (Fetih, 29) buyurduğu için, onların bütün bakıp müşahede edişleri, ahireti hatırlamaya yöneliktir.Herşeyin "velî"si, ona yakın olan demektir. Allah'a mekân ve cihet bakımından yakın olmak imkânsızdır. O halde ona yaklaşmak, ancak insanın kalbi, Hak Teâlâ'yı bilmenin nuruna garkolduğunda olur. Bu kimse, baktığında, Allah'ın kudretinin delillerini görür; dinlediğinde Allah'ın ayetlerini dinler; konuştuğunda, Allah'ı sena eder; hareket ettiğinde, Allah'a kulluk ve hizmet için hareket eder, çalışıp çabaladığında, Allah'a taat için çalışıp çabalar. İşte bu şekilde de, Allah'a son derece yaklaşmış olur. İşte bu şahıs, Allah'ın velîsidir.İnsan böyle olduğunda, Allah da onun dostu ve velîsi olur. Nitekim Hak Teâlâ, "Allah imân edenlerin velîsi (yardımcısı)dır. Onları karanlıklardan nura çıkarır" (Bakara 257)Bu müjdeden maksad, sâlih rüyadır. Hz. Peygamber (s.a.s)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Büşrâ (müjde), müslümanın kendisinin gördüğü veya senin, onun için gördüğün salih (güzel) rüyadır," Yine Hz. Peygamber (s.a.s) “Peygamberlik gitti (bitti), geriye mübeşşirât (müjdeci rüyalar) kaldı.”Bil ki ayetteki, "büşrâ" tabirini "sâdık rüya" manasına aldığımızda, ayetin zahiri bu halin ancak veliler için söz konusu olmasını gerektirir. Akı! da buna delalet eder. Çünkü Allah'ın velisi, kalbi ve ruhu zikrullaha gömülmüş kimsedir. Binâenaleyh kim böyle olur ise, uyurken de ruhunda sadece marifetullah bulunur.Marifetullah'ın ve Allah'ın celâlinin nurunun da, ancak hakkı ve doğruluğu göstereceği malumdur. Ama fikri, bu bulanık ve karanlık âlemin hallerine dağılmış kimse, uyuduğu zaman da böyle dağınık kalır.
“Dünyaya kalbindeki gözünle bak. O gözle bakarsan, ayıplarını görürsün ve şerrinden emin olursun. Onu kalbinden çıkarmaya ancak gücün böyle yeter. Baş gözünü ona çevirir, süsleri ile uğraşmaya koyulursan ayıpları gözünden kaybolur; dolayısiyle kalbinden sevgisini çıkarıp atmak senin için mümkün olmaz. Onu, içinden atamazsın; ona ilgisizlik duygusu taşıman kabil olmaz. Bu yüzden seni öldürür. Başkalarına içirdiği zehiri sana da içirir ve öldürür.Nefsin islâhı için kalbin ve sırrın sözünün tutulması esastır. Nefis hem kalbe, hem de sırra uymalı. Onların yasak ettiği şeyi yapmamalı ve emrettiğini tereddütsüz yapmalı. Kalp ve sır nefse bir şey veriyorsa, az demeyip kanaatle yetinmeli. Hiç vermedikleri zaman da sabırlı olmalı. Nefsin iyi hâli böyle başlar; onda iyilik başladıktan sonra kötü hâlleri ölür. Kalbe döner. Onun emriyle hareket eder, öyle bir hâle gelir ki, artık ona nefis denmez; kalp denir. Başına takva tacını giyer. Yakınlık süsünü takar.Size, iman etmek ve dille imanınızı tasdik ettirmek gerekir. Allah yoluna baş koyanları inkâr etmek size yakışmaz. Onlara da inanınız. Onlarla mücadele etmeyi bırakınız. Onlarla çekişmek size düşmez. Onlar hem bu âlemde hem öbür âlemde şahtır.Bazı büyükler şöyle diyor: - Seni Allah'ı anmaktan alıkoyan her şey şomdur. O'nu dilden zikretmek kalbi gafil koymak şomdur. (uğursuz) Namaz, oruç ve diğer hayırlı işler O'nu anmak için yapılır. Yapılan işler O'nu anmaya iletmiyorsa onlar da şomdur.Şeytan sana neler yapmadı ki?.. Yalanı sana sevdirdi. Kötü işleri sana süsledi. Taa namazına kadar girdi. Şöyle ki, namaza başlarken: - «Allah, en büyüktür,» diyorsun, ama kalbinde küçük ilâhlar barınıyor. Her itimat ettiğin nesne sana ilâh oluyor. Korktuğun ve bir şeyler beklediğin şeyler sana putlardır. Sözün işine uymuyor. Sözlerinden de bir şey beklenmiyor. Ne dediğin ve ne yaptığın bilinmiyor.Kulun kalbi, Hakk'a vasıl olduktan sonra, halkın zenginliğini neyler?.. Hakk'a yakın olduktan sonra halkın yakınlığı ona ne yapar?.. Hak Teâlâ iç varlığından ona mülk verdikten sonra, halkın yönelttiği geçici mülkü ne eder?.. Yeter ki, insan iman sahibi olsun... Böyle olduktan sonra ona denir ki: - «Bugün mülkümüzde eminsin.» (Yusuf/54)O iman sahibi kutub olur; mülkün idaresi kendisine verilir. Mısır ülkesinin sahibi, Yusuf (AS.) peygambere itimat ettikten sonra, bütün mülkünü ona verdi. Ne kadar mülkü varsa hepsini ona teslim etti. Sonra ona şöyle dedi: - «Hazinelerimi ve her şeyi sana bıraktım.»Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyuruyorlar: - «Bir kul, Allah'a kulluğu eksik kılarsa, Allah ona belâ verir. Kalbini kederle doldurur.» Eline geçmeyecek şeyi aramak en büyük belâdır. İbâdeti eksik eden, geçim sıkıntısı çeker. Evinden eziyetler çeker. Kazancı azalır, çocukları isyan eder. Hanımından nefret duygusu görür. Hangi tarafa yönelse ayağı tökezler. Bunların hepsi, az kulluk etmenin sonucudur. Onun ibâdetini bir yana atıp dünyalık işlerle uğraşmasının neticesidir. O'na kulluk eden herhalde rahat yaşar. Allahü Teâlâ şöyle buyurur: - «İman edip şükür yolunu tutarsanız, Allah size niçin azâb eylesin?» (Nisa/147).Çocuklarınız büyüdüğünde sanat sahibi yapınız. Onlar çalışsın ve kazansın. Siz de Mevlâ'ya kulluğa koyulun. İbâdeti bırakıp çocukların geçimi ile olma. Onlar büyüdüğünde beslenmeleri sana düşmez. Onlar için hatalar işleme. Onların geçimi için çalışmanın bir haddi ve zamanı vardır. Hak katında senin günahını bağışlamak, onlardan uzaktır. Kendine ve çocuklarına kanaati öğret. Kanaat sahibi olmayı, onlara yeter gör. Yalnız, lâzım olan şeyleri onlara temin et. Gereken şeyleri temin ettikten sonra onların da elinden tut; Mevlâ'nın tâatına koş. Rızkınız genişlesin diye, ibâdeti bir yana atmayınız; kaderinizde varsa kendiliğinden gelir. Zamanlar bellidir. Bir bolluğa erersen Haktan bil; al ye, yavrularına da yedir. Sakın halkın eliyle geldiği için Hakk'a ortak koşma. Onlar bir âlettir. Onu almak sana nasıl bir vazife ise onlara da getirmek bir vazifedir.
YZBH 29 Haber Konularımız;1. Moda hâlâ bir zanaat mı, yoksa artık sadece iyi yazılmış bir prompt mu?Louis Vuitton'un AI ile şekillenen Federer ve Nadal'lı kampanyasından Mango'nun %100 AI ile hazırladığı gençlik koleksiyonuna, Stella McCartney'den Gucci'ye kadar lüks markalar bir süredir podyumu algoritmalara devretmiş durumda.2. Adobe, şeffaf arka planlarla videolar üretebilen yapay zeka dünyasında çığır açan bir araç olan TransPixar AI'yı tanıttı.
“Ey ademoğulları; her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için ama israf etmeyin. Çünkü O; israf edenleri sevmez.” (A'raf 31)“De ki: Allah´ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” A'raf 32"Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir." (İsra 27)İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: Cahiliyye Arap kabileleri, Kabe'yi çırılçıplak olarak tavaf ederlerdi. Bunu, erkekleri gündüz, kadınları da geceleyin yaparlardı. Minâ'da mescide, ibadet ettikleri yere geldiklerinde, elbiselerini tamamen çıkararak, o yere çırılçıplak girer ve "Biz, içinde (giyinik iken) günah işlediğimiz elbiselerle tavaf (ibadet) etmeyiz" derlerdi. Bazıları da şöyle derlerdi: "Biz bunu, uğur sayarak yapıyoruz. Elbiselerimizi soyup attığımız gibi, günahlarımızdan da soyunup kurtulmuş oluyoruz." Onlar elbiseleri ile ibadet ediyor, yaşayacak kadar yiyor, et ve iç yağı yemiyorlardı. Bundan dolayı, müslümanlar, "Ya Resûlallah, bizim böyle yapmamız daha münasiptir" deyince, Cenâb-ı Hak bu ayeti indirdi. Bu, "Elbiselerinizi giyiniz, et ve iç yağı yiyiniz, (içilecek şeyleri) içiniz, ama israf etmeyiniz" demektir.Ayetteki "Zînetinizi alın"sözü, bir emirdir. Emrin zahiri vücûb (farziyyet) ifade eder. Dolayısiyle bu, her namaz kılındığında setr-i avretin vacib olduğunu gösterir.Bu, Ebu Bekr el-Esam'ın görüşüdür. Buna göre ayette bahsedilen israftan murad, cahiliyye Araplarının "bahire" ve "sâibe" gibi hayvanları haram saymalarıdır. Çünkü onlar o hayvanları, mülkiyetlerinden çıkarıyor ve onlardan istifade etmiyorlardı. Yine onlar hacc yaparlarken, Allah'ın kendilerine helal kıldığı bazı şeyleri haram sayıyorlardı. İşte bu da israftır.Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Çünkü O, israf edenleri sevmez" buyurmuştur. Bu cümle, tehdidin doruk noktasını ifade eder. Zira, Allah'ın sevmediği herkes, sevabtan mahrum olarak kalır. Çünkü, Allah'ın kulunu sevmesi, ona mükâfatını ve sevabını ulaştırarak vermesi demektir. O halde, bu sevginin olmaması, sevabın ve mükâfatın olmaması demektir. Her ne zaman sevab bulunmazsa, orada ceza söz konusu demektir.Bu, bütün zînet çeşitlerini içine alan bir kelimedir. Böylece, ayette bahsedilen zînetin hükmüne, her türlü süsleme çeşitleri, bedeni her türlü şeyden temizleme, binecek şeyler ve her türlü takı çeşitleri dahil olur. Çünkü, bütün bunların hepsi bir zînettir. Eğer erkeklere, altın ve ipeğin haram olduğu hususunda bir nass (hadis) bulunmasaydı, bunlar da bu umûmî ifadenin hükmüne dahil olurlardı.Yine, ayette bahsedilen "temiz ve hoş rızıklar..." ifadesinin kapsamına, her türlü yiyecek ve içeceklerden leziz ve iştah çekici olanları girdiği gibi, aynı şekilde bunun hükmüne kadınlar ve güzel kokulardan faydalanmak da dahildir. Osman İbn Maz'ûn'dan rivayet edildiğine göre o, Hz. Peygamber (s.a.s)'e gelerek, "Nefsimin bana telkini, kendimi hadım etmeme karar verme hususunda bana üstün geldi..." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Yavaş ol, ey Osman! Benim ümmetimin hadımlığı, oruçtur" buyurdu. Bunun üzerine Osman, "Nefsim bana, ruhban olmamı telkin ediyor" dedi. Buna karşılık Hz. Peygamber, "Benim ümmetimin ruhbanlığı, namaz vaktini beklemek için, mescidlerde beklemektir" buyurdu. O, "Nefsim bana, yeryüzünde seyahat etmemi telkin ediyor" deyince, Hz. Peygamber "Benim ümmetimin seyahati, savaşmak, hacc ve umre yapmaktır"; O, "Nefsim bana, malik olduğum bütün şeyi elden çıkarmamı telkin ediyor" deyince, Hz. Peygamber, "(Bu hususta) evla olan, senin, kendin ve çoluk çocuğuna harcaman, yetim ve yoksula acıman ve onlara bundan daha iyisini vermendir." O, "Nefsim bana, eşimle cima etmememi telkin ediyor" deyince,
HALK CAN ONLAR RANT DERDİNDE; 15 TEMMUZ YAĞMASI
Bu mektûb, molla Sâdık-ı Kâbilîye yazılmışdır. Kendini kavuşmuş sanan, bir şey elde edemez. Büyüklerin rûhlarından fâidelenmeğe aldanmamalıdır. Onlar, kendi üstâdının latîfeleridir:“İki mektûbunuz arka arkaya geldi. Birinci mektûb, kavuşduğunuzu, doyduğunuzu bildiriyordu. İkincisi, susuzluğunuzu, boşluğunuzu anlatıyordu. Allahü teâlâya hamd olsun! Çünki her işin sonuna bakılır. Kendini doymuş sanan, birşeye kavuşmamışdır. Kendini boş, uzak sanan, kavuşmuş demekdir. Size arka arkaya bildirmişdim ki, büyüklerin rûhlarının zâhir olmasına, onların yardım etmelerine, sakın aldanmamalıdır.O büyüklerin sûretleri, kendi üstâdınızın latîfeleridir. O şekillerde görünmekdedir. Tek bir yere bağlanmak şartdır. Çeşidli yerlere bağlanan, birşey kazanmaz, zarar eder. Size çok söylemişdim ki, sona çabuk kavuşmak için, işe, vazîfeye sıkı sarılmalıdır. Lâzım olan şeyleri bırakarak, lüzûmsuz şeylerle uğraşmak, akla uygun değildir. Fekat siz, kendi görüşünüze uyuyorsunuz. Söz dinlemiyorsunuz. Siz bilirsiniz! Habercinin vazîfesi ancak bildirmekdir.”149.Bu mektûb, yine molla Sâdık-ı Kâbilîye yazılmışdır. Allahü teâlâ herşeyi sebeble yaratmakda ise de, belli bir sebebe bağlanmak lâzım olmadığı bildirilmekdedir:“Kardeşim molla Muhammed Sâdık! Bütün varlığınızla sebeblere bağlandığınıza şaşılır. Sebebleri yaratan “teâlâ ve tekaddes”, herşeyi sebeblerle yaratmakda ise de, herşey için belli bir sebebe yapışmak doğru değildir.Mısra tercemesi: Bir kapı kapanırsa, üzülme ey gönül, başkası açılır!Bu kısa görüşlülük, çok uygunsuz kimselerde bulunur. Sizin gibilerde bu hâli görmek pek çirkindir. Biraz kendinize geliniz! Bu kötülüğün derecesini anlayınız! Hem müttekî olmak, hem de Allahü teâlânın sevmediği şeylerin peşinde koşmak, çok çirkin bir işdir. Bu çirkinliğin, sizin gözünüze güzel görünmesine pek şaşılır. Çok lâzım olan şeyleri, ihtiyâcı giderecek kadar elde etmek için çalışmalıdır. Bütün vaktleri oraya vermek ve bütün ömrü onun arkasında geçirmek, tâm bir ahmaklıkdır. Fırsatın kıymetini biliniz! Bu fırsatı, sonu gelmez, lüzûmsuz şeyleri elde etmek için kaçıranlara binlerle yazıklar olsun! Mektûblaşmamız lâzımdır. Habercinin vazîfesi, yalnız haber vermekdir. İnsanların dedi-kodularına aldırmayın! Buna üzülmeyiniz! Size sürmek istedikleri lekeler, sizde bulunmadığı için, üzülmeniz doğru değildir. Herkesin kötülediği bir kimsenin iyi olması, çok büyük se'âdetdir. Fekat, bunun aksi olursa, çok tehlükelidir. Vesselâm.”"İnsanlar için hak yolunu kapatan beş şey vardır:Cahillikten rahatsız olmamak, dünya hırsı, cimrilik, amelde riya, kendi fikrini beğenmek." Hz. Ali ra.Şeytan taşlamaktan tavaf yapamıyoruz! Başarı, en iyi intikamdır.Yiğit 1000 gün yaşar fırsat bir gün düşerKorkularının üstüne git! Agresif ol ve yüzleş onlarla. Sert saldır! Vücudunda bir yer tutulup ağrıdığında, masör kişi o bölgeye sert bir masaj yapar, ödeme dönüşmüş olan kas yapını yumuşatır ve ağrı biter.Hasan-ı Basrî "rahmetullahi aleyh" hazretlerinin talebeleri, şeytanın vesvesesinden şikâyet ederek; "Yâ Şeyh! Şeytandan gâyet incindik. Hep bizi yaramaz işlere teşvik ediyor. "Elinize geçen dünyâyı sıkı tutun, size lâzım olacak." diyor ve bizi hayırdan alıkoyuyor." dediler.Hasan-ı Basrî hazretleri gülümseyerek buyurdu ki: "Şimdi buradaydı. O da sizden şikâyet eti. Dedi ki: "Şu Âdemoğullarına nasîhat eyle de benim hakkıma tamah etmesinler. Kendi haklarına râzı olsunlar. Hak teâlâ beni huzûrundan kovduğu zaman, dünyâyı ve Cehennem'i bana mülk kıldı. Cennet'i ve kanâati ise onlara verdi. Şimdi bunlar kendi haklarını bıraktılar benim mülküme tamah ediyorlar. Ben de onların îmânlarını almayınca dünyâyı kendilerine vermiyorum." dedi. Eğer şeytanın vesvesesinden emin olmak isterseniz, dünyâyı terk edin ve endişesini gönüllerinizden çıkarın."Bu nasîhatleri dinleyen talebeleri başlarını öne eğerek huzûrundan ayrıldılar.4 şeytanı tanımadan Allah dostu olamazsın. İblis, nefis, daha kötüsü kötü arkadaş, daha kötüsü kötü din adamı.Kol saatını dusurursen ne olur? Zamannn!
Sinema Kulübü'müzün 20inci buluşmasında Reinaldo Marcus Green'in yönettiği başrolünde Will Smith'in oynadığı 2021 yılı yapımı orijinal adı “King Richard” olan, bizde “Kral Richard” adıyla gösterime giren filmi konuştuk.Film tenis dünyasının iki süperstarı Venus ve Serena Williams'ın olağanüstü yükselişinin arkasındaki adam olan babaları Richard Williams'ın hikayesini anlatıyor. Film, Richard'ın azmi, vizyonu ve sıra dışı antrenman yöntemleriyle kızlarını Compton gibi zorlu bir mahalleden çıkararak dünya sahnesine taşımasını konu ediyor. Gerçek olaylara dayanan bu biyografik film, bir babanın hayalleriyle, sistemle mücadelesi ve ailesine olan sarsılmaz inancı etrafında dönüyor.Öncelikle Will Smith'in bu rolü ile En İyi Erkek Oyuncu Oskar'ını kazandığını hatırlatalım. Ancak o törende tarihe geçen bir an daha olmuştu; bu ödülü almasından 40 dakika önce, yaptığı espiri nedeniyle Chris Rock'a sahnede bir tokat atmıştı. Sonrasında Akademi ona 2032 yılına kadar uzaklaştırma cezası vermişti.Olay sonradan çok tartışıldı ama ne tuhaftır ki, Smith'in filmdeki rolü de böyle bir şiddete başvurma seçeneği ile karşı karşıya kalıyor ama o farklı sonuçlanıyor, izlerseniz göreceksiniz. Öte yandan kadının yani annenin rolünü biraz arka planda bırakmasına da takıldık biraz.Film tüm ebeveynlerin kendine sorduğu bir soruyu çağrıştırıyor. Çocuklarımızı potansiyelleri için mi, yoksa bunu kendi meselemiz haline getirdiğimiz için mi zorluyoruz?Filmde bunun uç bir örneğini görüyoruz belki de; Richard sanki hiçbir zaman keyif almakla ilgili değil sonuca odaklanmış bir disiplinle çocuklarını çalıştırıyor. Serena ve Venus böyle koşullandıkları ve zafere ulaştıkları için belki mutlular ama bu soru içimizde hep var, çocuklar ebevynlerini veya başkalarını mutlu etmek, beklentilerini karşılamak için mi kendilerini paralıyorlar, yoksa içten istedikleri için mi? Bu bir noktada acısı çıktığı zaman anlaşılıyor. Onlar gerçek hikayelerinde bunu çok da ele vermiyorlar gibiyse de geçen ay kitap kulübünde okuduğumuz Gabor Maté'nin Normal Efsanesi kitabında bir bölümün girişinde Venus Williams'ın şu sözü var. “Çoğu zaman kendimi kötü hissettiğimde kendimi iyi hissediyormuş gibi davranmak zorunda kaldım”Hollywood sinemasında bazı filmlerde bastırılmış olmanın ezilen olmanın etkilerini görüyoruz. Umudunu kaybetme'de, bu filmde veya Michael Jordan'ın hikayesinin anlatıldığı Nike Air filminde, bu sınıfların varını yoğunu ortaya koyup çalışması var. Bu Amerikan sinemasının özürü mü yoksa Amerikan rüyası propagandası mı bilmiyorum ama hep kendini yoktan var eden insanların, özellikle Afro Amerikalıların böyle zafer hikayeleri var. Avrupa sinemasından (ve tabii kültüründen de) böyle ayrılıyor sanırım, zira Avrupa sineması daha çok gerçekliği yüzümüze vurur, rahatlatmak yerine rahatsız edicidir ve “çözüm yok ama farkında olun” der.Biz yine de filmi izlemeye değer bulduk, size de tavsiye ederiz.(03:20) Belgin Elmas (09:10) Uğur İyidoğan (12:24) Burcu Hanım (14:13) Feyza Demir (18:06) Burcu Hanım (18:50) Elif Burcu YılmazSupport the show
#ŞehirKuşçuları
Qonağımız Cavid Ağa ilə Albanlardan danışdıq. Onların tarixi, təhrif olunmuş tarixləri və dillərini müzakirə etdik.Translit aləti: https://cavid.info/translitİnnovativ, sürətli və təhlükəsiz! akart ilə ödənişlərin rahatlığını kəşf et. https://akart.az/
4 Haziran 1989'da Tampa Körfezi sularında, birbirine yakın mesafede bulunan üç kadının cansız bedeni tüm polis ekiplerini harekete geçirdi. İlk bakışta birinin orta yaşlarda, diğer ikisininse çok genç olduğu anlaşılan bu kadınların kimliğine dair hiçbir bilgi yoktu. Polis hemen iz sürmeye başladı. Bu kadınlar kimdi? Onları kim, neden öldürmüştü? Sunan: Sezgi Aksu Hazırlayan: Kevser Yağcı BiçiciSes Tasarımı ve Kurgu: Tolgacan Bozca Yapımcı: Podbee MediaCanlandıranlarGlenn Moore: Tolgacan BozcaPolis 1: Uğur YıldırımPolis 2: Kevser Yağcı BiçiciTemizlikçi: Şevval BalkanJohn Rogers: Umut CoşkunJames Wilcock: Umut GüloğluHal Rogers: Zafer Toker------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Kuveyt Türk hakkında reklam içerir.Miles&Smiles Kuveyt Türk, ayrıcalıklı Mil dünyası ve size özel fırsatlarıyla her devirde yanınızda! Siz de mobilden Kuveyt Türklü olarak Miles&Smiles Kuveyt Türk kart başvurunuzu yapın, ayrıcalıklardan faydalanmaya başlayın. Detaylı bilgi için web sitesini ziyaret edebilirsiniz. .See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Berkin ve Emin, ünlü olmanın ne demek olduğunu ve bu yolda ilerlemek isteyip istemediklerini tartışıyorlar. Popülerliğin getirdiği sorumluluklar, özgürlük ve sınırlamalar üzerine düşüncelerini paylaşıyorlar. Kim bilir, belki bir gün onların da yolları ünlü olma noktasına gelir ve bu sohbeti geçmişteki bir anı olarak tekrar dinleriz. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro Emin: [0:22] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin. Bugünkü bölümümüzde Berkin'le beraberiz. Nasılsın Berkin? Berkin: [0:31] Merhaba Emin. İyiyim. Teşekkür ederim. Seni sormalı? Emin: [0:35] Ben de iyiyim. Direkt bir konuya giriş yapalım. Sert bir giriş olsun. Kendimizi ünlü biri olarak görüyor muyuz? Berkin: [0:40] Olsun bakalım. Emin: [0:41] Yaklaşık olarak 75.000 abonesi olan bir YouTube kanalı sahibi olarak kendini ünlü biri olarak nitelendiriyor musun? Berkin: [0:51] Nispeten diyormuşum... Yok ya hiç öyle bir... O taraklarda bezimiz yok şu an bence. 3-5 kere tanınırlığımız oldu dışarıda. Böyle bir denk geldi. Egomuzu okşadı biraz ama kendimi hiç öyle ünlü falan görmüyorum. Emin: [1:06] Bizim kanal özelinde şöyle bir tezat var aslında: Evet abone sayısı yüksek ama bu abonelerin çoğu yurt dışında Türkçe öğrenmek isteyen insanlar. Azınlık bir kısmı Türk. Berkin: [1:16] Evet. Emin: [1:16] O yüzden hani 75.000 abone deyince, evet, biraz fazla gibi gözüküyor ama bu insanlar Türkçe öğrenmek isteyen, Türkiye'de olmayan insanlar genelde. Berkin: [1:24] Aynen. Emin: [1:26] O yüzden bizim özelimizde bu kadar aboneye sahip bir kanal için ünlü kategorisinde değiliz kesinlikle. Berkin: [1:32] Zaten dışarıda da birkaç kere tanıyan oldu. Onlar da hep yabancıydı yani beni açıkçası. Yurt dışından gelmiş kişiler veya Türkiye'de yaşayan yabancılar falandı yani. Emin: [1:43] Bizim apartmanda da tanımışlardı hatta seni galiba. Berkin: [1:46] Evet aynen. Size gelirken, girişte. Emin: [1:49] Aynen. Bizim kasap tanımıştı beni. Berkin: [1:52] Bak bu iki olay da kendimizi en ünlü hissedebileceğimiz an bence. Yani yaşadığımız yerde bile tanındıysak... Emin: [1:58] Aynen. Berkin: [1:59] Demek ki bir tık var yani bir şeyler. Emin: [2:02] Evet. İnsanın gittiği kasapta tanınması gerçekten garip bir his. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Yusuf Suresi serimize devam ediyoruz. Hz. Yusuf (as) kuyudan alınıp yeni evine götürülüyor. Bölümde işlenilen ayetler:Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da (gidip) kovasını saldı, (Yusuf'u görünce) «Müjde! İşte bir oğlan!» dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir.(Kafile Mısır'a vardığında) onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona değer vermemişlerdi. Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: «Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât ediniriz.» İşte böylece (Mısır'da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusuf'u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. “(Yusuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları (ayette muhsinleri diyor) biz böyle mükâfatlandırırız.”
Ağaçkakanlara aykırı kuşlar denir. Şubat, mart, nisan ayları ağaçkakan gözlemek için en uygun aylar. Kuş gözlemcileri, ağaçkakan gözlemini çok heyecanlı bulur ve bu anlamda "Bir ağaçkakan, 20-30 kuşa değer" der. Bugünlerde gözlemek için fırsat yaratın ve ondan önce Kerem Ali Boyla ile Yaz Güvendi'yi dinleyin. NEDEN AĞAÇKAKAN? Mesela dik zeminde durarak, hızla ve şiddetli olarak ağaç gagalar. En hızlı taklayan küçük ağaçkakan: Saniyede 20 kez! Aslında bu taklamalar, yiyecek aramak ya da yuva kazmak dışında bir tür ötüştür ve her biri farklı anlamlar taşır. Onları parklarda, özellikle yaşlı ağaçların olduğu parklarda, ormanlarda görebilirsiniz. Mesela küçük ağaçkakan beslenmek için yere iner, özellikle karıncalarla beslenir. Gagasıyla ağaçlarda küçük delikler açan ağaçkakanın dili öyle uzundur ki, çene kemiğinin arasından dolaşıp boyun kenarından kafatasının arkasına kadar uzanır. Çok uzun olması yanında, ucu tırtıklı ve yapışkan olduğu için, kuytu köşelerdeki küçücük böcek larvalarına kolayca uzanıp çıkarır. Tropik bölgelerde çok yoğun olmak üzere her yerde yaşayan ağaçkakanların dünyada olmadığı iki yer var: Madagaskar ve Avustralya. Ekosistemdeki anahtar türlerden biri olan ağaçkakan, aynı zamanda "marangoz kuş" olarak tanımlanır. Çünkü yuvası özeldir. Öyle ki o çıkınca yuvasını hemen başka kuş kapar. Şubat, mart, nisan ayları ağaçkakan gözlemek için en uygun aylar. Kuş gözlemcileri, ağaçkakan gözlemini çok heyecanlı bulur ve bu anlamda "Bir ağaçkakan, 20-30 kuşa değer" der. Bugünlerde gözlemek için fırsat yaratın ve ondan önce Kerem Ali Boyla ile Yaz Güvendi'yi dinleyin. NEDEN ŞEHİR KUŞÇULARI? Profesyonel kuş gözlemcisi, ekolog Kerem Ali Boyla ve amatör kuş gözlemcisi Yaz Güvendi ile kuşları tanıyor, doğayı keşfediyoruz. Şehir Kuşçuları her cumartesi saat 09.15'te, tekrarı Pazar günü saat 15.30'da NTVRadyo'da. Radyoda kaçıranlar için programın tüm kayıtları ntvradyo.com.tr adresinde ve podcast platformlarında.
Nasıl Olunur'un 234'üncü bölümünde konu menopoz; konuğum Operatör Doktor Banu Çiftçi.Çiftçi, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı. Mesleğinin ilk yıllarını da özellikle bu alanda başarılı çalışmalar yaparak, çocuk sahibi olamayan pek çok kişinin anne-baba olmasını sağlayarak geçiriyor. 34 yaşında aniden yaşadığı 'erken menopoz' süreciyle başka bir döneme giriyor. O dönemleri yayına bırakayım...Bugün sadece ve özellikle menopoz üzerine çalışan, sürekli araştıran biri Op. Dr. Banu Çiftçi.Belki konuğum hakkında çok özel bir bilgi verdim ama bu durum hem yayını başkalaştırdı hem de Banu Hanım'ın menopozu anlama, anlatma, kadınlara derman olma çabasının daha iyi anlaşılmasını sağlayacağını düşünüyorum. Bazı konu başlıkları da vereyim: · Menopoz nedir? Hastalık mıdır?· Menopoza girmesek oluyor mu?· Menopoz dönemleri, yaş aralıkları neler? Menopoz geciktirilebilir mi?· ‘Aslında' östrojen nedir? Progesteron nedir? Vücutta ne işe yarar, yokluklarında ne gibi sıkıntılar yaratırlar?· Hormon tedavisinin yeri ve önemi! Nedir, ne değildir?· Menopoz döneminde devlet desteği· Erken menopoz nedir?· Erken menopozdan geri dönüş var mı?· Menopoz dönemi belirtileri, yapılması gerekenler…· Biyoeşdeğer hormon tedavisi nedir, ne değildir?· Menopoz-hormon-kanser ilişkisi hangi dönemde nasıl kuruldu? Bugün neredeyiz?· Menopoz ile ilgili doktor desteği ne zaman alınmalı, geç kalmak söz konusu mu?Ne mutlu ki, bu bölümde bir de destekçim var: Penti.Konuğum bile belli değildi. Markanın iki yıllık bir çalışma süreci sonunda ‘Benim Menopozum' isminde kolajen içerikli, serinleten, ultraviyole etkili iç çamaşırları, pijama ve atletleri içeren bir serisi olduğunu öğrenince ben aradım onları. Onların araştırmalarını, yaş almayı kucaklayan ‘pro-aging' kavramına yaklaşımlarını da aktarmak istedim. Özetle benim bir #işbirliğim var bu bölümde. Banu Hanım'ın bu durumla bir ilgisi yok ama incelik gösterdi.Bu defa "umarım seversiniz" demeyeceğim bölüm için, umarım "bu bölümden çok faydalanırsınız"; iyi gelsin! Gazeteci#Journalist ~ #Art- #Food- #Travel lover ~ #EnthusiastBooks:
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu bölümde Emin ve Emine, IMDb'nin en iyi film ve dizi listesini masaya yatırıyor!
TÜRKÇE OLİMPİYATLARI Avrupa'dan, Amerika'dan, Afrika'dan, Asya'dan ve Avustralya'dan gelen yüzlerce Türkçe sevdalısı genç, Türkiye'ye beşinci mevsimi yaşatıyor. Tam on iki yıldır Türkçe Olimpiyatları'na katılan gençler bizlere bu neşeyi, bu sevinci ve bu gururu tattırıyorlar. Bize benzemiyorlar ama bizim gibi konuşuyorlar, bizim şiirlerimizi, bizim şarkılarımızı okuyorlar. Sonra da ülkelerine dönüyorlar. Onları gözümüzle görmesek, seslerini duymasak bunun bir rüya olduğunu düşüneceğiz. Onları başka gezegenlerden gelmiş uzak akrabalarımız zannedeceğiz. Böyle sıra dışı güzelliklerin ancak hayallerde ya da rüyalarda olabileceğini düşünürüz. Ama o rüyayı çok uzun yıllar önce birileri görmüş ve bu hayali gerçeğe dönüştürmek için başka memleketlere gitmişler. Şimdi de bu gidişin bir meyvesi olan öğrenciler Türkçe Olimpiyatları'nda yarışmak için Türkiye'ye geliyorlar. Türkçe konuşan, şarkı söyleyen, şiir okuyan bu öğrenciler, beni duygulandırıyor ve bana gurbete gidişin hüznünü yaşatıyor. Bana “Eskici” hikâyesini hatırlatıyor. Bu acıklı hikâyede olaylar şöyle gelişir: O talihsiz savaş yıllarının ardından Hasan, önce babasını sonra da annesini kaybeder. Beş yaşındaki yetim Hasan, komşularının yardımıyla vapura bindirilir ve Filistin'deki halasının yanına gönderilir. Dilini bilmediği insanların yanında olan Hasan, hatırladığı üzere. Bir gün halası, sokaktan bağırarak geçen bir ayakkabı tamircisini çağırır. Küçük Hasan, bahçede ağzına bir avuç çivi doldurarak ayakkabıyı tamir eden adamı hayretle seyretmeye başlar. Bir aralık nerede, kimlerle olduğunu unutan çocuk, adamla Türkçe konuşmaya başlar: – Çiviler ağzına batmaz mı senin? Eskici, başını şaşkınlıkla kaldırıp Hasan'ın yüzüne bakar: – Türk çocuğu musun be? Hasan: – İstanbul'dan geldim… Eskici: – Ben de o taraflardan, İzmit'ten geldim, der. Altı aydan beri susan Hasan, durmadan, dinlenmeden, nefes almadan, o nazik sesiyle sürekli konuşur. Adam, artık erişemeyeceği yurdunun bir deresini, bir rüzgârını, bir türküsünü dinliyormuş gibi çocuğu dinler. Sonra işini bitirir ve kalkıp gitmeye hazırlanır. O zaman görür ki memleketlisi minik Hasan ağlıyor. Eskici, başka söz bulamaz. – Ağlama be, ağlama be! Hasan, bir daha Türkçe konuşacak birini bulamayacağı için ağlamaktadır. Hasan ve Hasan gibilerin yaşadığı karanlık rüyaların üzerinden çok yıllar geçti. Hasan konuşacak bir adam bulamadığı için sustuğu Arabistan çöllerinde, Afrika'da binlerce çocuk şimdi Türkçe konuşuyor. Şimdi yedi kıtanın herhangi bir yerine yolu düşen Türkler, mutlaka Türkçe konuşan birine rastlıyor. Peki, nasıl oldu bu? Dünya nasıl Türkçe konuşur oldu? Hepsinin cevabı bu misafirlerimizin ışıltılı gözlerinde saklı. Bu ışık ellerde, yüreklerde saklı. “Dünya dili, dünyada kalır.” diyen dillerde saklı. En önemlisi de o fedakâr Anadolu insanının gönlünde saklı. Şu anda bu olimpiyatlara 140 ülkeden 1500 öğrenci katılıyorsa; rüyalar, hayaller gerçeğe dönüşmüş demektir. Bize de beşinci mevsimin güzelliklerini yaşamak kalıyor. Ali ÇOLAK (Düzenlenmiştir.)