POPULARITY
Türkiye'nin siyasal, toplumsal ve iktisadi hayatıyla ilgili önemli konuları masaya yatıran AREDA Survey'in Ocak ayı “Sosyometre” araştırmasının sonuçlarını şirketin genel müdürü Yusuf Akın iletti. Areda'nın çalışmalarını dikkate değer bulmamızdaki en önemli faktör son seçim sonuçlarıdır… Özellikle siyasi araştırmalarındaki isabetsiz tahminleri nedeniyle anket firmalarının itibarı son derece düşüktür. Areda ise bunlar arasından sıfıra yakın yanılma payıyla seçim sonuçlarını tahmin etmeyi başarmış bir firma olarak, Genar ve Optimar araştırma şirketleriyle birlikte öne çıktı… Firmanın Ocak ayı Sosyometre'sinde hayli çarpıcı sonuçlar var… Öncelikle İstanbul'da Murat Kurum'un durumu… Araştırmaya göre Kurum, kendisinin de ifade ettiği gibi %52 ile önde. Ankara'da ise şartlar biraz daha farklı; Mansur Yavaş kazanır diyenler %54,8'e ulaşmış. Hatta, “Yavaş kazanır” diyenlerin AK Parti seçmeni içindeki oranı %13,1, MHP içindeki oranı ise %18,9. Yani, Cumhur İttifakı kendi seçmenlerinin tamamını Turgut Altınok adına ikna edebilirse Ankara'yı da zorlayacak gibi görünüyor. Bir de “Sizce CHP Dem Parti ile ittifak yapmalı mıdır” sorusu var… Ortalamada yüzde 65,1 “Hayır” demiş. Fakat partilere dağılım ilginç… AK Partililer yüzde 12,5 oranında “Evet, ittifak yapmalı” derken; bu rakam CHP'lilerde yüzde 63,9. Başka bir deyişle CHP içinde ittifaka karşı olanlar yüzde 36,1‘lik oranla hiç de küçümsenemeyecek boyutta… Öte yandan DEM'liler, beklendiği gibi, CHP ile ittifak konusunda çok daha hevesli: Yüzde 90,4 “Evet” demiş…
TBMM'de İsveç'in NATO üyeliğine onay verilmesinden hemen sonra Başkan Biden'ın Kongre'ye bir mektup göndererek F-16 satışına onay istediği basına yansıdı. Bu gelişmeler uzun süredir gündemi meşgul eden F-16 meselesinde sona doğru yaklaştığımızı gösteriyor. Satışın gerçekleşmesi durumunda Türk-Amerikan ilişkilerinde epeydir devam eden derin güvensizlik bir nebze de olsa azalacak. Bu güvensizlik, iki NATO müttefiki arasında aslında daha rutin işlemesi gereken bir silah alışverişinin bu kadar sancılı bir süreçten geçmesinin ana nedeni oldu. Bunun aşılması iki ülkenin de çıkarına olacaktır ancak iki ülke arasında yeni bir dönem başladığını söylemek için henüz erken. F-16 satışının gerçekleşmesi, karşılıklı güven sorununun azalmasını sağlayarak yeni bir dönemin başlamasına zemin hazırlayabilir. YAPTIRIMLAR Türkiye'nin Rusya'dan S-400 satın alması, F-35 programından çıkarılmasına neden olmuştu. Trump yönetimi döneminde Kongre'nin baskısıyla CAATSA (Amerika'nın Hasımlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma) Yasası üzerinden Türkiye'ye yaptırım uygulanmıştı. Dönemin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, bu yaptırımların Türkiye'yi değil Rusya'yı hedef aldığını söyleyerek Ankara'yı teskin etmeye çalışmıştı. Trump'ın yaptırımların en alt seviyeden uygulanmasını tercih etmesi ikili ilişkilerin tamamen kopmasını engellemişti. Türkiye'nin savunma sektörünün Batı ülkelerinden yaptığı alımları durma noktasına getiren yaptırımlar, Türkiye'nin savunmada kendi yağıyla kavrulma kapasitesini artıran bir etki de yaratmıştı aslında. Türk-Amerikan ilişkilerinde F-35 programından çıkarılması ve yaptırım süreçleriyle birlikte iki ülkenin Suriye'deki anlaşmazlıkları en ciddi güvensizlik unsurlarından biri oldu ve olmaya devam ediyor. Başkan Trump'ın Suriye'den tamamen çekilmek istemesine karşı Amerikan Kongresi ciddi bir direniş göstermişti. CENTCOM ve Amerikan basınını da yanına alan Kongre üyeleri, Trump aleyhinde ‘Amerika'nın Kürt dostlarını Türkiye'nin insafına terk ediyor' teması etrafında kampanya yapmışlardı. Trump birkaç kez niyetlenmesine karşın Suriye'den çıkamayarak Obama'nın ‘yerel güçlere destek' politikasına devam etmişti. Trump zaman zaman Türkiye'nin haklı olduğunu açıkça söylemesine karşın bu konuda Amerikan siyasetine yenilmişti.
Kuzey Irak'ta 9 şehit daha verdiğimiz saldırıları PKK'lı teröristlere yaptırtan devletin azılı düşmanımız ABD olduğu gerçeği, herkesin bildiği sır! Aynı bölgede 20 gün arayla yapılan her iki saldırıda da, ABD'nin tandemi İsrail terör devletidir. Gazze Savaşı'nda sahada fevkalade ağır bir yenilgi yaşayan Soykırım İkilisi, PKK'yı Türkiye'ye saldırtıyor. YPG-PKK'nın Suriye'deki (Kamışlı ve Deyrizor) kamplarında ABD askerlerinin yaptırdığı tatbikatların ardından... PKK'lı teröristler, CIA ve MOSSAD unsurlarınca Irak'ın kuzeyinde sahaya sürüldü. Amerikan uydularının da, PKK'nın hizmetinde olduğunu ekleyelim! “Müttefikimiz” olduğuna dair büyük yalan uzun yıllardır ısrarla tekrarlanan Haydut ABD, maşası PKK ile “istihbarat paylaşımı” yapıyor. İsrail, Türkiye'nin MOSSAD ajanları ve köstebeklerine yönelik operasyonuna PKK eliyle karşılık veriyor. TERÖRİSTAN DEVLETİ Ankara “Hangi sebeple olursa olsun, güney sınırlarımız boyunca Teröristan kurulmasına izin vermeyeceğiz” dedi. -Peki, bu Teröristan'ı “İkinci İsrail” misali kurmak isteyen kim? -El Cevap: ABD! Ankara, artık bu gerçeği üstü kapalı şekilde veya dolaylı olarak değil, açıkça söylemelidir. NATO'nun lokomotif devleti Haydut ABD'nin riyakârlığı, cümle âleme “ayan beyan” gösterilmelidir. Bu mevzuda, mebzul miktarda kanıt var! Dahası... ABD & İsrail terör üretim tandemi, sadece güçten anlar! Türkiye, bunun gereğini yapmakta daha fazla gecikmemelidir. Yani, düşmanların anladığı dilden konuşmak şarttır! VAŞİNGTON PORTAKALLARI “Bölgede yalnızlaştık! PKK'ya karşı ABD'yi yanımıza çekmeliyiz!” gibi akla ziyan, trajikomik analizler fışkırtanlar... Ankara'yı, Washington'a eklemleme kafasındalar! PKK'lı teröristlerin aslında ‘Amerikan Askerleri' olduğu ortada iken... Böylesine işbirlikçi ve de teslimiyetçi lakırdılar hezeyandır. Şu ibretlik örneği de not edelim: PKK terörünü yorumlaması için hala daha “uzman” diye ekranlara çıkarılan bir emekli tümgeneralin; yakın geçmişte “Suriye'nin kuzeyinde laik PYD olsun” dediğini unutmuyoruz! Bu şahsın “Laik PYD” dediği PKK'lı teröristleri; Haydut ABD, Mehmetçiğe saldırtıyor... O vakit, bu emekli tümgeneralin de aslında “Bir tür Yanki/Amerikan askeri” olduğu ortaya çıkıyor! Aynen, 15 Temmuz darbe girişimini yapan FETÖ'cü subaylar gibi! HAÇLI-SİYONİST TEHDİDİ
Bir simülâsyon yapalım: 13 Eylül 1921'de Yunan Ordusu Sakarya'da Türk Ordusu'nun savunmasını kırdı ve Ankara'yı işgal etti. Kuzeye ilerleyerek hayal ettiği Karadeniz'e ulaştı. Anadolu'daki milyonlarca Türk Sivas'a toplandı ve orada sıkışıp kaldı. Bütün dünyadan Hristiyanlar işgal edilmiş topraklara gelip yerleştiler. Ancak Yunanistan Sivas'ta da bir Türk nüfusu istemiyor. Zaman zaman Sivas'ı havadan bombalıyor, zaman zaman operasyonlar yapıyor. Hukuk yok. Uluslararası hukuk Yunan'a işlemiyor. Bütün dünya Yunan'ın arkasında, işlediği soykırımı görmüyor. Milyonlarca Türk, ambargo altında, açlık, susuzluk içinde. Çocuklar için okul, hatta ilaç yok. Yunan'ın en küçük protestoya, eleştiriye, itiraza, hatta yakınmaya tahammülü yok. Türklerin ya ölerek ya da topraklarını terk ederek yok olmasını istiyor. Öldürüyor, hapsediyor. Sivil Yunanlar dahi Sivas sokaklarında masum insanları keyfîce katledebiliyor. Türkler “Kuvayı Milliye” adında bir örgüt kurup güçleri yettiğince işgale direniyorlar. Ellerindeki her imkânı kullanıp Yunan'la savaşıyorlar. Sonra birileri kalkıp “Kuvayı Milliye teröristtir” diyor. “Türkler rahat dursun” diyor. Bir operasyon yaptığında “Kuvayı Milliye başlattı” diyor. “Yunan'ın kendisini savunma hakkı vardır, terörle mücadele hakkı vardır” diyor. Simülasyon tabii. Ama olmadı değil. İzmir'in işgalinden sonra başlayan direniş, hem İstanbul Hükümeti hem de egemen devletler tarafından (o zaman terör kavramı bugünkü kadar yaygın kullanılmıyordu) “isyan” ve “ihanet” olarak tanımlandı. Oysa o “isyan”, “ihanet” ya da “terör” zaferi getirdi. İsrail'e yaranmak için ağızlarını açtıklarında “ama Hamas” diye başlayanlar, 100 yıl önce yaşasalar, Anadolu direnişine “terör” diyecek bir zihniyete ve ezikliğe sahipler. Daha doğrusu, Anadolu direnişine “isyan” ve “ihanet” diyenlerin safında yer alacaklarına hiç şüphe yok. Hamas'a terörist diyen, en başta kendi varlığını inkâr eder. Hamas'a terörist diyen insaflı, vicdanlı, merhametli değildir ama milli de değildir. TOPRAK SATMAK
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın geçtiğimiz günlerde verdiği bir mesaj hayli önemli. Üzerinde durmak gerekiyor. Fidan bölgede yaşanan kriz üzerine “ABD'nin moral üstünlüğü zedelenmiş durumda. Belki kalıcı bir kopuşun arifesindeyiz” ifadesini kullandı. Bu ifadenin ne anlama geldiğini irdeleyeceğim ancak önce birkaç noktaya değinmem gerekiyor. Bu krizde İsrail ordu ve istihbaratının caydırıcılık makyajının döküldüğünü vurgulamıştık. İsrail bunu telafi etmek için - beklendiği gibi- sivilleri hedef alıyor. Ehl-i Baptist Hastanesi'ne yapılan saldırıda 471 kişi -çocuk, kadın, hasta- hayatını kaybetti. Büyük bir katliam bu. Gerilimin jeopolitik ve diplomatik seyrini etkileyecek önemli bir dönüm noktası. İsrail daha önce ilan ettiği kara saldırısına hazırlanıyor. Hamas'ın sahada hazırladığı sürprizleri öngörme çabası, Lübnan'dan açılacak yeni cephenin oluşturacağı yükün analizi gibi sebeplerle henüz adım atmıyor. Bir sebep de ABD'nin onu -şimdilik- durdurması. Gazze'deki vatandaşlarının tahliyesi için Mısır ile müzakere yürütüyor Washington yönetimi. Ancak Gazzelilerin korunmasız kalacağı gerekçesiyle Kahire yönetimi talepleri karşılamıyor. İsrail şartlar olgunlaştığında kara saldırısına başlayacaktır (Biden'ın ziyareti bir teşvikti, siz bu yazıyı okurken başlamış olabilir.) Hedef Gazze'nin işgalidir. Gazzelileri Mısır'a sürerek işgalin boyutlarını büyütmeye çalışmaktadır. Sonraki hedef Suriye'nin güneyinde oluşturulacak tampon bölgedir. (Detayları için ilgili yazımıza lütfen bakınız, Jeopolitik Düzlemde Oynayan Fay Hatları, 10 Şubat 2023). ANKARA'YI KIZDIRAN TEŞVİK ABD savaş gemileriyle, hastane katliamına rağmen Tel Aviv'e giden Başkan'ıyla, sarmaş dolaş pozlarıyla, yaşanabilecek her şey için İsrail'i teşvik ediyor. Şiddeti körüklüyor. ABD'nin bu tutumunun Ankara'yı nasıl rahatsız ettiğini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarının satır aralarında görebilirsiniz. Ankara'nın pozisyonunu doğru okumak gerekir. Türkiye yıllardır süren şiddet sarmalının sona ermesi için somut adım atılması gerektiğini düşünüyor. Bunun da iki devletli çözümün hayata geçirilmesiyle mümkün olabileceğini söylüyor. Bu kapsamda yoğun bir diplomasi trafiği yürüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan muhataplarıyla yaptığı telefon görüşmelerinde sorunun çözümü için harekete geçilmesi gerektiğini vurguluyor. Dışişleri Bakanı Fidan da önceki gün İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında Türkiye'nin garantör ülkeler modelini anlattı. GARANTÖRLÜK SİSTEMİ ÇALIŞIR MI?
Hamas'ın 7 Ekim'de başlayan Aksa Tufanı saldırısı konusunda Ankara'nın izlediği politikayı biliyorsunuz. Türkiye dikkatli bir dil kullanıyor. Şiddet sarmalının sadece Filistin ve Gazze ile sınırlı kalmayacağını düşünüyor. Sivillerin can güvenliğinden endişe ediyor. Taraflara itidal telkin ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan çatışmaların durması için Türkiye'nin arabuluculuğa hazır olduğunu söyledi. Bu mesajların yaşanan yoğun diplomasi trafiğinde muhataplara iletildiğine şüphe yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas başta olmak üzere birçok liderle krizin çözümünü konuştu. Dışişleri Bakanı Fidan da mevkidaşlarıyla konuyu ele aldı. Fidan'ın ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile görüşmesinin ardından yaşanan bir olay dikkat çekti. Blinken görüşme sonrasında sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşımı silmek durumunda kaldı. Mesaj incelendiğinde ABD'nin, Türkiye'den, Hamas'ın elindeki rehinelerin serbest kalması için yardım istediği görülecektir. Ancak bunun fark edileceği düşünülerek twit silinmiş olmalı. Daha sonra Ankara'nın Hamas'la sivillerin serbest kalması için temas kurduğu basına yansıdı. Görünen o ki Ankara'yı endişelendiren bir konu daha var: Jeopolitik oldubitti peşinde koşan küresel ve bölgesel aktörlerin varlığı.. Üçüncü tarafların müdahalesi çatışmaların yayılmasına neden olur ve felaketin boyutlarını artırır. Ankara bu yüzden muhataplara büyük harflerle “Üçüncü ülkeler işin içine girmesin” mesajı veriyor. Sebep-sonuç zincirini doğru kurmazsanız, fotoğrafın bütününü göremezsiniz. Bugün orada yaşananların sebebi Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e düzenlediği o beklenmedik saldırı değil. İsrail'in yıllar içinde Gazze'yi açıkhava hapishanesine dönüştürmesi, ağır insan hakları ihlalleri, adı konmamış Apartheid rejimi ve benzeri gelişmeler bizi bu noktaya getirdi. İsrail'in karşı saldırısıyla insani dram ne yazık ki büyüyecek. İki devletli çözüm hayata geçmeden ne Filistin'in ne de İsrail'in gün yüzü görmeyeceği açık. Bu temel kabulün altını çizerek devam edelim. 7 Ekim olayı İsrail için hezimettir. Tel Aviv'in güvenlik mimarisi çökmüştür. Mossad'ın sağırlığı, İsrail ordusunun hazırlıksızlığı gün yüzüne çıkmıştır. İsrail dökülen caydırıcılık makyajını tazelemek için Gazze'de yaşayan sivilleri hedef alıyor. Çatışmanın insani boyutlarının tahminlerimizin ötesine taşınması muhtemeldir. İsrail, Gazze'ye bir kara saldırısı başlattığında Hizbullah'ın (İran'ın) kuzeyden cephe açmasından endişe ediyor. İkinci aşamada İran'ın bölgedeki unsurlarını hedef almak istiyor. Gerilim İsrail-İran düzlemine kaydığında müdahale etmesi için ABD'yi bölgeye davet etti. Washington Akdeniz'e uçak gemisi ve beraberinde donanma filosu gönderdi. Yakın zamana kadar İsrail hükümetiyle gerilim yaşayan, Suudi Arabistan üzerindeki kontrolünü kaybeden ABD için bu kaçırılmayacak bir fırsattır. Çatışmanın büyümesi ABD'nin işine gelir. Ukrayna savaşıyla Doğu Avrupa'yı kanatları altına alan ABD, İran-Hamas bağlantısını işleyerek İsrail ve Arap dünyasında hegemonyasını yeniden tesis etmek isteyecektir.
Karabağ'da barış masası devriliyor; Paşinyan'ın koltuğu sallanıyor. Ankara ve Bakü, AB toplantısına neden gitmiyor? Fransız bakandan Ankara'yı kızdıran paylaşım. Suriye'ye harekat tehdidi altında F-16 ve İsveç denklemi. Dış politika analisti Barçın Yinanç ve T24 dış politika editörü M. Kaan Kurtuluş yorumladı. 5 Ekim 2023 yayını
‘Olay Yeri İnceleme'deki ‘yer' çok geniş... ‘Terör uzmanları'nın yaptıkları da dahil, teröristlerin/saldırının bir başka amacı/hedefi olduğuna yönelik çıkarımlar hayatın akışına eksiksiz, içe sinecek kadar oturmuyor. Denebilir ki, “terörün akışı hayata uymaz”. İyi de.. Terörün akışına ilişkin bu kadar hayat tecrübesi başka hangi ülkede var? Baştan sona doğru ‘teknik analiz' yapıp, sonuç bölümüne, tahayyül yazılmaz. Söylenebilir; ‘benim açımdan olayın giriş-gelişme-sonuç bölümü şöyle yaşanmıştır, hedefi de şurasıdır', tamam. Öylesi de yarımdır ama ‘Ockham'ın Usturası' çalışmıştır... ‘Olasılıklar, zorunluluk olmadan çoğaltılmamalıdır”... Diğer yarıya gelince... “Mesaj” yoktur ortada. Bu köpekler sahipliydi. Onların ısırması kadar sahibinin, “saldır” emri üzerine konuşmayacak mıyız, nedenini merak etmeyecek miyiz?.. Terör saldırısının hedefi de mesajı da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)'neydi... Elde mevcut, mutabakata/akla en yakın kanaat budur. O halde saldırı tekniği açısından iki ihtimal kalır; ya önce TBMM'ye gitmek istediler ve bunu bir noktada/bir nedenle gözleri yemedi, ikincil hedefe yöneldiler. Veya baştan TBMM'ye saldırmanın mümkün olmayacağını değerlendirip, mesajın yine de anlaşılacağı fikriyle-ki doğrudur, ‘ayarlanmış tarih' en üstteki veridir-İçişleri Bakanlığı/Emniyet Genel Müdürlüğü hattına yöneldiler. Yoksa kimse, Ankara'nın kalbindeki bu “güvenlik kompleksinin” iki terörist tarafından-silah ve mühimmatları ne olursa olsun-ele geçirilebileceğini herhalde düşünmüyordur! TBMM'nin, İçişleri'nin/Emniyet'in içine girerek, pozisyon tutmak diye bir şey yok. Hayal bu. Hele TBMM'nin açılış gününde, Cumhurbaşkanı, Bakanlar, Kuvvet Komutanları, yabancı misyon, üst düzey tüm bürokrasi, milletvekillerinin katılacağı bir törenin içine girilebileceğine, mevzi yaratıp/tutulabileceğine inanmak, Ankara'yı, Ankara'nın gerçeklerini bilmemek demek... Keşke, o esnada “tüm bölgede, adı geçen kurumlar ve çevresinde” bulunan silahlı asker, polis, istihbarat personelinin sayısı açıklansa da, kim nereye girer, sonra orada nerede/nasıl çıkar anlaşılsa. Duamız hep onlarladır, altı polisimiz gereğini yaptı, daha nizamiyeyi geçemediler... İlk engeli aşabilseler, mümkün olabilecek en yüksek zayiatı verme konumunda tüm silahlarını kullanacaklardı. Hepsi bu...
İYİ Parti Genel İdare Kurulu, 81 ilde ve ilçelerinde aday belirlenmesine karar verdi. Toplantının ardından açıklama yapan Parti Sözcüsü Kürşad Zorlu, süreçte Başkanlık Divanı'nın yetkili olduğunu söyledi. İYİ Parti'nin kararını değerlendiren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, müzakere kapılarının kapanmadığını düşündüğünü söyledi; bir kez daha “En önemli unsur toplumsal ittifak” dedi. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise Özgür Özel'in yarın (15 Eylül) kongrede kendisinin rakibi olmak üzere adaylığını açıklayacağını söyledi. İYİ Parti yerel seçim strateji ile güçlenecek mi, zayıflayacak mı, Özgür Özel ne söyleyecek, muhalefet seçmenini yeniden heyecanlandırmak mümkün mü, İmamoğlu İstanbul ittifakını kurmayı başarabilecek mi? Gökçe Çiçek Kösedağı sordu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Emre Erdoğan ve Politikyol Yayın Koordinatörü gazeteci Murat Aksoy yanıtladı. Videomuzu beğenin, mutlaka yorum yazın, paylaşın - ve en önemlisi - kanalımıza abone olmayı unutmayın!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar'ı kapsayan Körfez turu, geçtiğimiz hafta dünya basınında en çok konuşulan konular arasındaydı. Yapılan değerlendirmeler, temasları ekonomik, siyasî ve stratejik yönlerden ele alırken, hepsinde altı çizilen nokta aynıydı: Ortadoğu'da bölgesel entegrasyon ve işbirliği imkânları artıyor, bu arada Türkiye'nin rolü de belirginleşiyor. Cidde, Abu Dabi ve Doha'ya yapılan ziyaretler, Türkiye'de bazı kesimler tarafından “Arapların ayağına gitmek” parantezine alınarak karikatürize edilse de, meselenin çok daha geniş bir bağlamda, bölgemizin iç dengeleriyle ilişkilendirilerek yorumlanması şart. Bu çerçevede, şu noktaların altının bilhassa çizilmesi gerekiyor: Ortadoğu'da hiçbir ülke, diğerini ya da diğerlerini dışlayıp yok sayacak durumda değil. Buna hem bölgenin kendine has özellikleri hem de uluslararası arenanın mevcut durumu müsaade etmiyor. ABD belirgin biçimde sahadaki tesirlerini yitiriyor, Avrupa iç sorunlarla boğuşuyor, Rusya kapana kısılmış vaziyette, Çin'in elindeki kapital tek başına bölgeyi domine etmeye yetmiyor. Türkiye, geçtiğimiz yıllarda yaşanan gerilimler ve krizler sırasında, her zaman yapıcı davranan taraf oldu. Arap dünyasıyla ve Körfez ülkeleriyle su yüzüne çıkan anlaşmazlıklarda, ilk negatif adımlar hep muhataplarımızdan geldi. Şimdi şahit olunan değişim ve iyileşmeler, aslında karşı tarafta / taraflarda tavır değişikliği yaşandığını gösteriyor. Yeni süreçte Türkiye'yi “Araplara muhtaç” olarak görmek, fotoğrafı tamamen yanlış okumak olur. Körfez'in de birçok alanda Türkiye'ye ihtiyacı var. Hatta öyle meseleler var ki, çözümün anahtarı sadece Türkiye'de. Bunun farkında olan Arap muhataplarımızın, Ankara'yı kaybetmek yerine kazanmayı seçmeleri son derece doğal. Arap dünyasının genelinde, İran, tahripkâr tesirleri giderek artan ve muhakkak alt edilmesi gereken bir rakip -hatta hasım- şeklinde algılanıyor. Türkiye'nin yeniden Körfez'le entegre olması sürecinden, İran'ın Ortadoğu'daki etki ve nüfuz alanının daraltılması şeklinde bir netice de bekleniyor. Özellikle Suudi Arabistan, bu noktada Türkiye ile yakın çalışmak istiyor.
Bundan sonra çok konuşacağımız bir sürecin henüz başındayız, çerçeveyi anlamamız gerekiyor. Seçimlerin ardından diplomasi sahasında yaşanan hareketlilikten bahsediyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın NATO zirvesinde verdiği mesajlar, ABD ile ilişkilerde yaşanan pozitif gelişmeler, İsveç'in NATO üyeliğine yeşil ışık yakılması kamuoyunun dikkatini çeken gelişmelerdi. Wagner isyanıyla kırılganlaşan Moskova'yı hesaba katanlar “Türkiye kendine yeni bir yön mü arıyor” sorusunu dile getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir hayli başarılı geçtiği anlaşılan Körfez turunu tamamlarken Ankara'nın nasıl bir strateji izlediğine ilişkin çok sayıda soru gündeme geliyor. “Türkiye'nin yönüyle” ilgili ana sorunun yanıtını baştan verelim: Ankara'nın paradigmasında değişen bir şey yok. Dün nasılsa bugün de öyle. Türkiye merkezli, Türk çıkarlarını önceleyen, dengeli, oyuna rengini veren bir diplomasi izleniyor. O halde Batı ile pozitif seyreden ilişkiler nasıl bir düzleme oturuyor? Ankara, başta ABD olmak üzere Batı ülkeleriyle sorunlarını azaltmak istiyor. Bu, Rusya'ya karşı atılan bir adım değil. Ruslarla güvene dayalı bir ilişki var. Moskova'dan gelen -resmi- açıklamalar çerçevenin anlaşıldığını gösteriyor. Tahıl Koridoru anlaşmasından çekilen Rusya'nın, alternatif senaryolar için yine Türkiye ile konuşması, Moskova'nın Ankara'yı güvenilir bir partner olarak görmeye
Reis tekrar seçildi. Cumhur İttifakı Meclis'te çoğunluğa sahip. Şimdi önümüzde yerel seçimler var. Sadece büyükşehir statüsündeki illerimiz değil her bir ilimiz, ilçemiz ve beldemiz önemli. Ama İstanbul ve Ankara çok daha önemli. Siyasal istikrarın sürdürülmesi açısından İstanbul ve Ankara seçimlerinin sonuçları büyük bir önem arz edecek. Kemal Beyin CHP'nin genel başkanı olarak varlığını rahatlıkla sürdürebilmesi için yerel seçimlerde AK Parti karşısında gözle görülür bir başarı elde etmesi şart. Şayet yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara'yı açık ara farkla elinde tutmayı başarır, İstanbul ve Ankara'da AK Parti'nin elindeki ilçelerden bazılarını kazanırsa, dahası total olarak oy oranını arttırırsa, bu durumda siyaseten elinin güçleneceğini söylemek hiç de yanlış olmaz. Bu siyasi başarıyı elde etmiş Kılıçdaroğlu hem parti üzerindeki iktidarını mutlaklaştırmış olur hem de başlatacağı erken seçim tartışmalarıyla yeni bir siyasi krizi tetiklemiş olur. CHP kongresini yerel seçimler sonrasına öteleme planının altında yatan amaç da bu bence. O yüzden zafer sarhoşluğuna kapılmadan, daha doğrusu zaferin yol açtığı özgüvenin rehavete dönüşmesine meydan vermeden sahalara inmek lazım. Zaferle çıkılan bir genel seçimden sonra yerel seçimlerde yaşanacak bir hezimet, milletin Reis'e ve Cumhur İttifakı'na verdiği desteği çektiği biçiminde yorumlanarak siyasi krize dönüştürülebilir. Gördüğüm o ki Kemal Beyin oyun planı, tamamen yerel seçimlerle alakalı bu hesap üzerine oturuyor. ÖNERİLER AK Parti'nin yerel seçimlere giderken yapması gerekenler var. -Evvela, başarısız teşkilatları yenilemek. Bunu yeni kırgınlıklar oluşturmadan yapmanın mümkün yollarını bulmak. -“Aslolan teşkilattır!” anlayışına uygun güçlü bir teşkilat yapısı oluşturmak. Herkesin kendi adamını yerleştirdiği yamalı bohça teşkilat yönetimi modeline son vermek. Belirlenen/seçilen başkanların kendi yönetimlerini kendilerinin büyük ölçüde oluşturmalarına izin vermek. Objektif başarı ve performans ölçülerine göre teşkilatları merkezden denetlemek. Başarılı olanların önünün açıldığı, başarısız olanların da değiştirildiği bir yönetim modeli geliştirmek. Teşkilat başkanlarının kendi illerinde güçlü milletvekilleri veya belediye başkanları tarafından belirlenmediği bir yeni sisteme geçmek. “Onun-bunun adamı” olduğu için başarısız olanların kollanmadığı, ama başarılı olanlara da kim karşı çıkarsa çıksın sahip çıkıldığı bir teşkilat modelini görünür kılmak. -Teşkilat güçlü ve saygın insanlardan oluşursa milletteki karşılığı da o ölçüde güçlü ve saygın olur. -Kendi ilindeki veya ilçesindeki güçlü milletvekilinin veya belediye başkanının boyunduruğunda olursa, yani onların belirlediği ve dolayısıyla gücünü onlardan alan başkan ve yönetimlerden oluşursa, işte o vakit “Aslolan teşkilattır!” düsturu yerle yeksan olur ve siyasi güç kavgaları da fitne unsuru olarak karşımıza dikilir. -Milletvekilleri milletvekilliği, belediye başkanları da belediye başkanlığı görevini yapmalı. Teşkilatları belirleyen değil, teşkilatların belirlenmesi sürecinde sadece kanaat belirtmekle yetinen ve sonuçta ortaya çıkan yapıyla uyum içinde olan aktörler olmalı. Milletvekilleri veya belediye başkanları üzerinden siyasi monarkların ortaya çıkmasına zemin sağlanırsa, teşkilatlar anlamını yitirir. -Hiç kimsenin kendini her şey sanmadığı ama herkesin teşkilatın öngördüğü çerçevede uyum içinde çalıştığı bir model bir an evvel devreye alınmalı. Bu cümleden olarak şunu da hatırlatmakta yarar görüyorum: Milletvekilleri ve belediye başkanları seçilmiş insanlardır. Ne teşkilat başkanları onları emrindeki biri gibi görmeli ne de ellerindeki siyasi ve ekonomik gücü milletvekilleri ve belediye başkanları teşkilata karşı kullanmalı.
#enflasyon #erdoğan #vize Adem Yavuz Arslan, Tarık Toros, Levent Kenez ve Metin Yıkar gündemi Editör Masası'nda değerlendiriyor. Seçim sonrası CHP'de değişim sesleri artarak devam ediyor. 'Muhalif' gazeteciler de ateşe başladı. Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu buluştu. CHP'de neler oluyor? Yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara'yı kaybedebilirler mi? Erdoğan'ın 'Ben aynı şerdeyim. Şimşek'in atacağı adımları kabullendik' açıklamasını nasıl okumak lazım? AB vize vermeyi kesti. Neden?
Erdoğan seçimi kazanmasına kazandı ama depremin enkazının üzerine bir de ekonomik enkaz ekledi. Ülke Erdoğan'ın sözüm ona “Türkiye Yüzyılı”na devasa bir borç batağına batmış olarak, Merkez Bankası boşaltılmış, devlet bütçesi delik deşik olmuş bir şekilde giriyor. Erdoğan'ın emekçi halka ödetmeye hazırlandığı kabarık bir fatura bizleri yani işçileri, emekçileri, küçük esnafı ve köylüyü bekliyor. Tahsilat memuru olarak emperyalist finans çevrelerinin gözdesi ve bizzat kendisi de İngiliz vatandaşı olan Mehmet Şimşek çoktan göreve çağrıldı. Hayat pahalılığı giderek artacak. Önümüzde yerel seçimler olduğu için Erdoğan yine asgari ücret zamları yapacak eli mahkûm, ama makas giderek açılacak ve yoksullaşma hızlanacak. Erdoğan ise sermayenin bu sınıf saldırısında yine en kritik rolü oynayacak. İngiliz Mehmet'i yanına alıp yapısal reform yapıyoruz diyerek işsizlikle mücadele kisvesi altında kıdem tazminatının kaldırılması ve esnek çalışmayı raftan indirecek. İşte işçi sınıfına ve emekçi halka Erdoğan'ın ödetmeye hazırlandığı ağır fatura budur. Hoş Kılıçdaroğlu da kazansa farklı bir programla gelmeyecekti. O Mehmet Şimşek'in yerine bu işi Ali Babacan'a havale etmişti. Ama Erdoğan farklı bir yol izleyecek. Krizin sorumluluğunu dış güçlerin oyunu olarak lanse edecek. Beka sorunu edebiyatına devam edecek, soğan ekmek yeseniz de işsiz kalsanız da vatan millet aşkına susun diyecek. Sesini çıkaranı ise terörist ilan edecek. Bu seçim sürecinde iktidarın propagandasına kanıp başka partiyi tutan sınıf kardeşine, iş arkadaşına, komşusuna terörist vatan haini diye çıkışanlar belki de bir anda ve sırf hakkını aradığı için terörist olarak yaftalananlardan olacak. Tekel işçisinden THY işçisine, inşaat işçisinden metal işçisine, madenciden tersane işçisine, köylüsünden aydınına, spor taraftarından sanatçısına, öğrencisinden öğretmenine kimler terörist ilan edilmedi ki? Ama kimse kusura bakmasın! İşçi sınıfının eli de armut toplamayacak elbet! Seçimini mücadeleden ve örgütlenmeden yana yapanlar işçiye, emekçiye, halka kalkan sopayı kırmasını bilir. Gerektiğinde fabrikaları da meydanları da zapt eder. Barikatları aşar, grev yasaklarını yırtar! İşçi sınıfımıza sesleniyoruz. Seçimlere bakıp zafer turuna çıkan da karalar bağlayan da yanlış yapar. Tarihimize bakalım ve hatırlayalım. “Su kullananın, toprak işleyenin” diye emekçiyi yanına çeken Ecevit bile seçildikten sonra DİSK'e döndü, “kimseye ödeyeceğimiz diyetimiz yok” dedi. Farklı farklı partiler geldi hepsi faturayı işçiye emekçiye ödetti. Ama tarihimizde grev hakkını grevle kazanan Kaveller var. İşçi sınıfının sendikasına, örgütlülüğüne, birliğine sahip çıkarak ayağa kalktığı, koskoca konfederasyon DİSK'i kurtaran 15-16 Haziranlar var. MESS'i ezen büyük grevler var. Kıdem tazminatı o dönemin mirası bize. Ankara'yı zapt eden Tekel direnişleri, Koç'ları tir tir titreten metal grevleri var. Zonguldak madencilerinin dev grevi ve yürüyüşü madenlerin kapatılmasını önledi. 12 Eylül karanlığını yırtan 1989 Bahar Eylemleri, kamu emekçilerinin sendikalarının yasalaşmasını sağlayan Kızılay direnişi, 10. yıldönümünü yaşadığımız Gezi ile başlayan halk isyanı ve daha niceleri… Hakların söke söke alındığı, yasakların yırtılıp atıldığı, barikatların aşıldığı, meydanların zapt edildiği, sonunda emekçi halkın patronlara ve onların iktidarlarına hatırı sayılır faturalar ödettiği örnekler bunlar. “Terörist”, “anarşist” yaftalarının yırtılıp atıldığı, halk arasında yayılan düşmanlığın işçilerin birliği ve halkların kardeşliği ile bertaraf edildiği, Türk'ün Kürt'le Sünni'nin Alevi'yle el ele omuz omuza sınıf düşmanına karşı dövüştüğü örnekler bunlar. Seçimini mücadeleden ve örgütlenmeden yana yapanların eseri olan yol gösterici örnekler bunlar. Ve gelecekte bu örneklere mutlaka yenileri eklenecektir. Geçmiş işçi kuşakları size büyük miras bıraktı. Tarih yapma sırası sizin! Zafer doğru seçimi yapanların, sınıfını bilen, saflarını sıklaştıran ve sınıf mücadelesi yolundan yürüyenlerin olacaktır!
Osmanlı Hanedan üyeleri hudut hârici edildikleri zaman, ellerine tek gidişe mahsus pasaport ve 1000 İngiliz lirası tutarında para verilmişti. Eli açık, hayır hasenâta düşkün ve muayyen bir hayat seviyesinde yaşamaya alışmış insanlar için bu paranın ancak çok az bir zaman idare edeceği aşikârdı. Götürebildikleri mücevherler ve yükte hafif pahada ağır eşya satıldıktan sonra, acı hakikât bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı. Sürgünün birkaç ay süreceğini sanmışlardı. Şimdi ne yapacaklardı? Hicaz Meliki Şerif Hüseyin, 11 Mart 1924'te bir beyannâme neşretti: “Osmanlı ailesinin İslâmiyete ve müslümanlara yaptığı hizmetler inkâr edilemez; kahramanlıkları küçük görülemez. Bu aile hakkında verilen son (sürgün) kararı müslümanların yüreklerini dağlamış, kalblerini kırmıştır. Bu sebeple, ailenin ihtiyaçlarını karşılamayı ve maişet sıkıntısı çekmelerine mâni olmayı, İslâm kardeşliğinin bir icâbı görüyoruz. Ecri büyük olan bu işe iştirâk etmek isteyen mertlik erbâbının, Mekke-i Mükerreme'de bulunan vekillerimize arzularını bildirmeleri lâzım gelir.” Ancak İngilizler, Ankara'yı küstürmemek adına, hanedanın para sahibi olmasını istememiştir. Yardım için kendilerine müracaat edenleri de “bütçede yeri olmadığı” gerekçesiyle geri çevirmiştir. Haydarabad Nizâmı, hanedanın hâlini öğrenince, esaslı bir yardım etmek istemiş; İngilizleri razı edebilmek için de, Halife'nin meteliksiz ve açlıktan ölmek üzere olduğunu vurgulamıştır. Bu devre ait ve mevzuya dair İngiliz raporları, ailenin sefâletine karşı hissiz, hatta küçümseyici mahiyettedir. Yardım için İngiliz ve Fransız hükümetine, Hindistan racâlarına şehzadelerin yazdığı mektuplar, okuyanın içini parçalar. Böylece sürgünün ilk seneleri inanılmaz sefâlet içinde geçti. Sultan Vahîdeddin'in tabutuna alacaklılar haciz koydular. Borçları, Şerif Faysal ve Abdullah ödedi. Bazısı ümitlerini Sultan Hamid'in yurt dışındaki efsanevî mirasına bağlamıştı. Hatta birkaç şirket, bu işi takip etmek için hanedan efradına üç beş kuruş avans bile verdi. Ama bu iş de, Londra-Ankara konsorsiyumu tarafından engellendi. (Prof Ekrem Buğra Ekinci, Sürgündeki Hanedan)
İstiklal Caddesi saldırısı Türkiye'ye karşı harekete geçirilen terör mekaniğinin bir parçasıydı. Gaziantep'te 5 yaşındaki Hasan'ı ve öğretmen Ayşenur Alkan'ı şehit eden roket saldırıları bu mekaniğe ait tahrik amaçlı zincir terör eylemidir. Terör örgütü PKK'nın tahrik eylemlerinin bir hedefi var. O konuya geleceğim ancak önce fotoğrafın eksik parçalarını yerli yerine koymam gerekiyor. Ukrayna'da patlak veren savaş, Suriye sahasındaki aktörleri etkileyen parametreleri kökten değiştirdi. Ankara'nın nüfuz alanı ve diplomatik itibarı arttı örneğin. Ukrayna-Rusya arasında arabuluculuk faaliyeti yürüten tek ülke Türkiye'ydi. Arabuluculuk marjı ABD-Rus istihbarat örgütlerini Ankara'da buluşturmak suretiyle Batı-Rusya katmanına taşındı. Bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu ve sonuçlarını önümüzdeki dönemde göreceğiz. Bu süreç ABD'nin Türkiye'ye bakışını istemsiz de olsa dönüştürüyor. Washington Ukrayna meselesinde Ankara'yı yanında tutmak istiyor. F-16 müzakerelerinden gelecek iyi haberler bunun bir yansıması olacak. Ulaştığım analizlere göre ABD son dönemde Türkiye
Amerika farklı bir yer. Amerika'nın farklılıkları hakkında gidip görmeye gerek kalmayacak kadar Hollywood filmleri herkesi fikir sahibi yapmıştır, sanırım. Kültürü, alışkanlıkları, teknolojik kabiliyetleri, toplumsal ilişkiler değişik... Bazen aşırı Darwinist. Hayatta kalmak kesinlikle ve sadece rekabetçi bir deneyim. Dayanışma her halde tam bir lütuf. Bu şartlar altında var olması zor ama şimdilik kurtarırı var; çalışmanın ve çalışanın övülmesi... Osmanlı mesela genişleyebildikçe sürdürülebilirliğini sağlamıştı, Amerika ise iş yaratabildikçe zor da olsa bir süre daha sürdürebilir, gibi geliyor. Amerika'nın farklılıklarından birisi de sıfırdan şehir yaratma tecrübesidir. Türkiye mesela sadece Ankara'yı icat etmiştir. Neredeyse diğer tüm şehirleri kadimdir. Avusturalya'yı falan çık çok ülke de böyledir. Amerika ise belki de dünyada en çok şehir icat edilen yerdir. Hatta tüm Amerika kıtası böyledir. Amerika'nın tam tematik şehirleri de vardır. Bunlardan birisi de Las Vegas...
ABD Senatosu, bir aylık aranın ardından bugün yeniden toplanarak Kasım ayında yapılacak ara seçimlere giden süreci resmen başlattı. Başkan Biden'ın kabine toplantısında gündem, yeni çip, iklim, sağlık ve vergi yasaları. İngiltere'de yeni başbakan Liz Truss resmen göreve başladı ve kabinesini açıklıyor. Eski başbakan Boris Johnson veda konuşması yaptı. Ankara'yı ziyaret eden Fransa Dışişleri Bakanı Colonna, Çavuşoğlu ile Ukrayna ve AB gündemini görüştü. Avrupa'da yayınlanan bir rapora göre Rusya'nın AB yaptırımlarına rağmen enerji gelirinde azalma olmadı. ABD'de yapılan bir araştırma ailelerin üçte biri, tam zamanlı çalışmalarına rağmen hayat pahalılığı nedeniyle temel gıda ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. Ayrıntılar Stüdyo VOA yayınında
Ukrayna kanı üzerinden Rusya cezalandırılıyor. Savaş şiddetlendi, kritik tarih 9 Mayıs mı? Savaşın uzamasını kim istiyor? Ankara'yı sıkıştıracak ikincil yaptırımlar yolda. Batı'dan hangi uyarılar geldi? T24 Dış Politika Analisti Barçın Yinanç ve Dış Politika Editörü M. Kaan Kurtuluş yorumladı. 21 Nisan 2022 yayını
Ankara'yı Karıştıran Dayak | Medyada Bugün 23.03.2022 by Tr724
Veysel Ayhan | Ankara'yı Danimarka ile değişsek? | 13.07.2021 by Tr724
Libya'daki geçici hükümet tam kadro Ankara'yı ziyaret ederek Avrupa devletlerine hangi mesajı verdi? Trablus ile Ankara'nın işbirliği hangi alanlara yayılacak? Libya'daki geçiş sürecinin Aralık'taki seçimlere kadar nasıl geçmesi bekleniyor? Anadolu Ajansı'nın uzman ekibi anlatıyor: Trablus'tan Aydoğan Kalabalık, Ankara'dan Enes Canlı, Faruk Çalışkan'ın sorularını cevapladı.
15. Bölümümüzde Burak Yılmaz ve Mephisto filmi üzerinden sanat-politika üzerine konuştuk. Biraz Celil'in ilk kitabının kritiğini yaptık ve İstanbul ve Ankara'yı karşılaştırdık.
Berlin'e yerleşen rapçi Ezhel, Can Dündar'la buluştu; Ankara'yı, zorlu ilkgençliğini, hapishaneyi, müziğini, isyanını anlattı Ezhel: 'Ezhel' Osmanlıca'da aklı bir karış havada anlamına geliyor. Hip-Hop kültüründe kendini öven değil de kendini aşağıya konumlandıran bir lakap seçmek vardır, bu alt kültüre de bir göndermedir. Bu noktaya gelene kadar sokakta gitar da çaldım, fırında da çalıştım hatta yastık fabrikasında da çalıştım. ”Çocuk işçiydik” denilebilir. Fabrika'da 1 ay çalıştıktan sonra paramı alıp eve gittiğimde, elektrikler kesikti. O noktadan sonra sorgulamaya başladım ve içimde biriken isyan müziğe yansıdı. Arabeskteki isyan kaderci, Rap bu kaderi kabul etmeyen -isyanı pratiğe dökmek isteyen- asi bir damar. Rap bir isyan müziği. Hip-hop kültüründeki başkaldırının gücü beni etkiledi. Kendi hayatımdaki problemleri bununla haykırabilirim diye düşündüm." Can Dündar: "Rap devreye girene kadar Türkiye'de rock kültüründen gelmeyen kesimin isyanını arabesk dile getiriyordu."
Prof. Dr. Emre Kongar ve Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, Türkiye'deki ve dünyadaki önemli gelişmeleri yorumluyor. Bazı başlıklar: Bekçiler yasasıyla yapılan düzenleme iyi niyetli görünmüyor. Polisin silah kullanması yasayla sınırlanmışken, bekçilerin silah kullanmalarının önünde yasal bir sınırlama yok. Nasıl ve ne kadar eğitildikleri belli olmayan (toplum bilim, hukuk eğitimleri veriliyor mu?), hangi kriterlere göre bekçi alındıkları bilinmeyen(KPSS sınavıyla mı?), ideolojik bir oluşum içerisinde olduğu yönünde ciddi iddialar bulunan bir kolluk kuvveti oluşturuluyor. Sınırsız silah kullanma yetkisi, gözaltına alma yetkisi, arama yetkisi veriliyor. Arama yapmak, kişinin özel hayatına müdahaledir, mahkeme kararı gerektirir. Polise verilmeyen yetki bekçiye veriliyor. Önümüzdeki günlerde bir dizi provokasyon, çatışma, toplumu germe hamlesi gelebilir. Mülakatlar, liyakatı ortadan kaldırdı. Teknik bilgi gerektiren görevlerde İskilipli Atıf Hoca soruluyor. Bu tarz sorulara verilen cevaplar neticesinde, yazılı sınavdan 98 alan kişinin yerine 54 alan kişi tercih edilebiliyor. Mülakatlar denetlenmeli. Mart'tan itibaren 4609 kişinin hayatını kaybettiği Coronavirüs belası Türkiye'nin en önemli sorunu olmalıyken, açılan meclisin gündeminde Bekçiler Yasası vardı. MY: Fetö artığı Melih Gökçek Efendi, bu iş Ankara'yı yağmalamaya benzemez. Gel, istediğin yerde tartışalım. Fetih nedir, işgal nedir tartışalım. MY: Ben yargılandığım her davadan onur duyuyorum ama sizin onur duyacağınız bir davanız yok hayatınızda. Podcast ile ilgili görüşleriniz ve önerileriniz için: 18dakika@gmail.com Diğer her şey için: www.tele1.com.tr Tele1 Destek Hattı: 0212 963 25 25
bugün ankara'da meetupımız var! 31 mayıs 2018, saat 18.30'da ümitköy meetup detayları:https://www.meetup.com/Girisimci-Muhabbeti-Meetup/events/251233948/bu bölümde ankara ekosisteminin önde gelen kuluçka merkezi vivekanın kurucu ortağı emin'i konuk ettik. emin ile ankara ekosistemini, istanbul'dan nasıl farklılaştığını konuştuk. emin ve viveka hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz:https://www.linkedin.com/in/eminokutanhttp://viveka.com.tr/home/