POPULARITY
Siyonist İsrail'in Gazze'de uygulamakta olduğu soykırım son aylarda doruk noktasına ulaştı. Ocak'ta başlayan ateşkes sürecinin son aşamasında, 2 Mart'tan başlayarak Gazze'ye dışarıdan gelen yardıma tamamen engel olmaya girişen Siyonist İsrail, Gazze'yi açıkça mutlak bir açlığa mahkûm etmişti. Siyonist İsrail'in katil başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Gazze'nin tamamını kontrol etme hedefini dile getirdiği açıklamalarla birlikte ilerleyen bu süreçte günbegün Filistinli bebekler açlıktan ya da hastalıktan ölümle karşı karşıya gelmeye başladı. Aç bırakma taktiğiyle birlikte, Siyonist İsrail ordusu da Gazze'ye karşı savaşın başından bu yana gerçekleştirdiği en büyük askerî operasyonlarından birini başlattı.Bu dönemde Siyonist İsrail'in pervasızlığını ve buna karşı gelişen cevabı açıklayan çelişkili iki gelişme var. 7 Ekim 2023'te başlayan El-Aksa Tufanı operasyonu sonrası, yaklaşık ilk bir yıl boyunca Filistin direnişi ve müttefiklerinin ciddi bir askerî başarısına tanıklık etmiştik. Dünya siyasetindeki hava ise en azından ilk altı aylık süreçte bunun tam tersiydi. 7 Ekim sonrasında Filistin davasının düşmanı sayılmayacak bazı güçler dahi tereddütlü pozisyonlar açıklarken, Siyonizmin emperyalist müttefikleri Filistin karşısında tam bir birlik görüntüsü veriyordu.Bu tablo, farklı zamanlamalarla da olsa değişti. Tüm dünyada ama özellikle emperyalist ülkelerin içindeki kitlelerin Filistin davasına verdiği destek, bir öğrenci kuşağının bu davanın bayraktarlığına da soyunmasıyla birlikte, Batı'daki Siyonist yanlısı fikir birliğini yavaş yavaş aşındırmaya başladı. Fakat Filistin davasının bu uzun erimli siyasi başarısına askerî bir gerileme süreci eşlik etti. Özellikle emperyalizmin bütün istihbarat gücünün de seferber edilmesiyle, öncelikle Filistin direnişinin askerî ve siyasi önderlerini hedef alan bombalama ve suikastlar Siyonistlere ilk askerî başarıyı sağladı. Bununla birlikte, savaşın ilk döneminde Gazze'deki Siyonist işgalcilere sokak sokak kök söktüren silahlı direniş, dışa kapalı küçük bir alanda kendi imkânlarıyla savaşmanın doğal bir sonucu olarak, başlangıçtaki yüksek yoğunluklu askerî eylemleri sürdüremez hale geldi. Direnişin özellikle yeni savaşçılar edinmekteki büyük başarısını Siyonist basın dahi dile getiriyor, dahası hala askerî eylemler de gerçekleştiriyorlar fakat bunların yoğunluğunun ciddi biçimde azaldığı da bir gerçek. Bunlara ek olarak, Lübnan Hizbullahı'nın Siyonistler karşısındaki askerî başarısızlığı ve Suriye'de Beşar Esad iktidarının devrilmesi, Siyonistleri hemen hemen hiçbir askerî tehdit ile karşılaşmadan hamle yapabilir hale getirdi. İran ise İsrail'e yönelik Ekim 2024'teki başarılı saldırısının ardından, Hizbullah ve Esad gibi müttefiklerinin de yenilgisiyle daha düşük profilde bir pozisyona geçti. Bu gelişmelerin istisnası olan Yemen'deki Ensarullah hükümetinin hamleleri etkileyici olsa da sahada belirleyici olabilecek düzeyde değil.Fakat Siyonizmin şimdilik elinde tuttuğu bu askerî üstünlüğe, belki de tarihinde görmediği düzeyde bir siyasi yenilgi eşlik ediyor. Özellikle emperyalizmin merkezindeki ülkelerde halkın Filistin'e artan desteği, emperyalistlerin Siyonizme olan desteğini de siyasi olarak daha zorlayıcı kılıyor. Özellikle son aç bırakma hamlesi sırasında, Fransa, Britanya ve Kanada hükümetlerinin ortak açıklamalarla İsrail'i hedef alması, dahası Almanya, Avusturya ve Hollanda gibi geleneksel olarak en Siyonizm yanlısı Avrupa ülkelerinin dahi İsrail'i açıktan eleştirir hale gelmesi, kitle eylemleri ile başlayan sürecin yarattığı etkinin açık bir göstergesi.Filistin direnişi zor günlerden geçiyor olsa da, tarihinde işgale hep mücadeleyle cevap veren Filistin halkı yine direniş destanları yazacaktır. Tüm dünyadaki Filistin dostlarına bu süreçte düşen görev ise Filistin davasına daha da sıkı sarılmak ve Siyonist terörü siyasi olarak daha da fazla köşeye sıkıştırmak.
Görevden alınan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun Mart ayı ortasında tutuklanmasının ardından, İBB'ye yönelik beşinci dalga operasyonu kapsamında 47 kişi yolsuzluk iddiasıyla gözaltına alındı. BirGün gazetesi yayın koordinatörü İbrahim Varlı, podcast COSMO TÜRKÇE'de operasyonların amacını, CHP'nin protesto mitinglerini ve Türkiye'deki genel siyasi gerilimi değerlendirdi. Gazeteci Can Dündar, ülkedeki siyasi gidişatı ve AKP iktidarının stratejisini yorumladı. Mikrofonda Gökçe Göksu ve Serap Doğan var. Von Gökçe Göksu und Serap Doğan.
Bu bölümde hem yeni kitap kulübümüzün kapısını aralıyorum, hem de hafızanın bireysel ve toplumsal katmanlarını birlikte düşünüyorum.Kitap kulübü bilet linki Kimi zaman kişisel olanla hesaplaşıyor, kimi zaman sessizleştirilen kolektif deneyimlere kulak veriyorum.Annie Ernaux'nun Seneler'i üzerinden birlikte hatırlamaya, birlikte anlatmaya davet ediyorum.
Türkiye'de, İmamoğlu'nun tutuklanmasının ardından başlayan siyasi gerginlik devam ediyor. CHP, protesto eylemlerini devam ettirecek. Von Gökce Göksu, Elmas Topcu.
Bu bölümde, dinleyicilerden gelen sorulara kaldığımız yerden devam ediyoruz. Saraçhane bir son mu, yoksa başlangıcın ilk halkası mıydı? Halk sokaktan neden ve nasıl çekilir? Gençlik hareketleri ne kadar sürer, maratonu kim koşar? Ve devrim kelebeği… O hiçbir zaman durmaz. Bir bakmışsınız boykottayız, bir bakmışsınız grevdeyiz. Ben Ozan Gündoğdu, hazırsanız kaldığımız yerden devam edelim.------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir.50podbee koduyla Hiwell'de ilk seansınızda geçerli %50 indirimi kullanmak için Hiwell'i şimdi indirin .1750'den fazla uzman arasından ücretsiz ön görüşmelerle size en uygun uzmanı seçebilir, yolculuğunuza kolaylıkla başlayabilirsiniz. Buradan indirin podcast.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Son dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'yle ilgili tartışmalarda ortaya çıkan tablo, konunun hukuki boyutundan ziyade politik olan tarafına ilişkin bir çerçeve üzerinden yürüyor. Bir yanda kategorik bir reddiye ile hukuki çerçeveyi dikkate almayan muhalif bir tutum diğer yanda ise siyasetin hukuka müdahale ederek sivil bir darbe yaptığına ilişkin ithamların muhatabı olan iktidar.
Saraçhane Direnişi'nin 6. günü geride kaldı, meydanlar hâlâ dolu, sorular ise yanıt bekliyor. Bu bölümde Ekrem İmamoğlu'na yöneltilen suçlamalardan MASAK raporuna, düşman ceza hukukundan medya manipülasyonuna kadar pek çok başlığı, halkın gündemindeki “sık sorulan sorular” üzerinden ele alıyoruz.Soruların devamı 2. bölümde.Ben Ozan Gündoğdu, hazırsanız başlayalım.------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir.50podbee koduyla Hiwell'de ilk seansınızda geçerli %50 indirimi kullanmak için Hiwell'i şimdi indirin .1750'den fazla uzman arasından ücretsiz ön görüşmelerle size en uygun uzmanı seçebilir, yolculuğunuza kolaylıkla başlayabilirsiniz. Buradan indirin podcast.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Öğrencilerin başlattığı halk ayaklanmasının etkileri neler? Genel Grev gerçekleşmesi mümkün mü? Boykot ne kadar etkili olur? CHP sokağın sesini duyuyor mu? 27-28 Mart İş Bırakma Eylemi hedefi nedir?30 Yıldır sendikal mücadelenin içinde olan Başaran Aksu ile konuştuk.
Ramazan Medeniyeti kavramlaştırmasına bugün yeni bir boyut eklemek istiyorum. Maddî olan'la manevî olan arasında kopan ilişkinin ya da daha muhkem ifadeyle kopmaz irtibatın nasıl gerçekleştiğini ve hayatımızı nasıl köklü bir değişime uğratma imkânı sunduğunu göstermek niyetindeyim. Direniş, diriliş ve varoluş mevsimi olarak tarif ettiğim Ramazan Medeniyeti'ni daha derinlikli ve uzun soluklu bir şekilde anlamamızı sağlayacak taze bir nefes üfleme çabası da diyebilirsiniz siz buna.
Ramazan Medeniyeti yazıları bir hayli ilgi görüyor. O yüzden hepinize teşekkür ediyorum. Direniş, diriliş ve varoluş mevsimi olarak tarif ettiğim Ramazan Medeniyeti yazılarına bugün de devam ediyoruz… Ramazan, İslâm medeniyetinin, aynı ânda hem özünü ve şuurunu, hem de söz'ünü ve şiirini sunar bize, demiştim.
Hafta başında Temsilciler Meclisi'nde onaylanan geçici bütçe tasarısı federal hükümetin eylül ayına kadar fonlanmasını sağlıyor. Cumhuriyetçi temsilciler tasarıyı Demokratların desteği olmadan geçirdikten sonra seçim bölgelerine gitmek üzere Washington'ı terk ederek müzakereye açık olmadıklarını göstermiş oldular. Normalde Senato'daki pazarlıklar sonucu tasarının değiştirilmesi ve tek taslak metin haline getirilerek oylanması gerekiyor. Cumhuriyetçiler bu opsiyonu iptal ederek Demokratlara ‘'ya tasarıyı bu haliyle kabul edersiniz ya da federal hükümetin kapatılmasına sebep olursunuz'' demiş oluyor.
Terör devleti İsrail'in, İsrailli uzmanları, Hamas ile İsrail arasındaki ateşkesin ardından Gazze'nin direnişi şok ederken yaptıkları değerlendirmelerde, Tel Aviv'in görmeyi istemediği senaryoyla yüzleştiğini; Hamas'ın ise 15 ayı aşan saldırıların ardından bile hala yerini koruduğunu belirttiler. Hamas ve İsrail arasında varılan esir takası mutabakatı kapsamında 3 İsrailli kadın karşılığında 90 Filistinli çocuk ve kadın, pazarı pazartesiye bağlayan gece işgal altındaki Batı Şeria'da bulunan Ofer Askeri Cezaevi'nden serbest bırakıldı.
Üç aylara bu yıl da hüzün ve öfkeyle giriyoruz, Gazze'deki zulüm sürüyor… Doğu Türkistan kan ağlıyor…
En başta ifade edeyim; Dünyanın büyük bir kısmının Noel tatilinde olduğu, çılgın yılbaşı eğlencelerinin yorgunu olduğu dakikalarda Gazze için vicdanlarını yollara düşüren insanların arasına karışmak büyük bir onurdu. Duygusu tarif edilemez bir sabahtı yaşadığımız. 1 Ocak sabahı, gün ağarırken, civardaki selatin camilerinde kılınan sabah namazının ardından aynı anda Galata'ya doğru hareket edildi. Sultanahmet'ten, Süleymaniye'den Sirkeci'ye doğru akan insan seli, köprünün üzerinde bir hat kurdu. Gazze hattı. ‘İkinci Galata Nöbeti'ndeydik. Bu hat geçtiğimiz sene de kurulmuştu. “Geçen sene kurdunuz da ne oldu?” diyenler var. “Hani! Gazze'deki soykırım durmadı, o halde bu işler yürüyerek olmaz” diyenler de var.
Direniş! Ama nasıl? | Ekrem Dumanlı ile Okuma Zamanı by Tr724
Emperyalistlerin Batı Asya'daki (Ortadoğu) ileri karakolu İsrail, 1948'den beri Filistin'deki Siyonist sömürgeci işgalini sürdürürken emperyalizmin çıkarlarını da tüm bölge çapında korumaya devam etmekte. Bunun için defalarca savaşa ve katliamlara başvurdu. Son dönemde, bilhassa 2017 sonrasında askeri saldırganlığı elden bırakmadan ABD'nin koordinasyonunda bölgedeki gerici rejimlerle kol kola Filistin'i yavaş yavaş haritadan silme planları için ellerini ovuşturmaktaydı. Körfez emirlikleri ve krallıklarıyla İbrahimi anlaşmalar adıyla başlatılan, Türkiye'yi de yakın zamanda kapsama alan bu yeni işbirlikçi yapılanmaya darbe indiren, Filistin direniş örgütlerinin El Aksa Tûfânı operasyonu oldu. Direnişle tek başına baş edemeyen İsrail savaşı yaymak ve ABD'yi kendi yanında sıcak çatışmanın içine çekmek istiyor İsrail El Aksa Tufanı'na vahşi bir işgalle ve soykırım saldırısıyla yanıt verdi. Filistinli direniş örgütleri ile İran'dan Irak'a, Lübnan'dan ve Yemen'e uzanan Direniş Ekseni güçleri İsrail'in soykırım saldırısına askeri olarak karşılık vermekte. Böylelikle bir süredir düşük bir tempoda ilerleyen gerilimlerin yerini, bölge sathına yayılabilecek bir savaşın girizgâhı olarak yorumlanabilecek bir süreç aldı. Bugün bir savaş olasılığını arttıran faktör, Siyonist gayrimeşru devlet mekanizmasının dümeninde Netanyahu'nun bulunması ve hem Hamas lideri Haniye hem de Hizbullah lideri Nasrallah'ı katletmeyi hem de sivil katliamlarını, hava bombardımanlarıyla Lübnan'ın başkentine taşımayı, İran'ı da havadan vurmayı içeren kışkırtıcı hamleleri. Netanyahu hem İsrail içindeki muhaliflerini bir savaş atmosferinde etkisizleştirmek hem de bölgede İsrail'in düşmanlarına tayin edici darbeyi indirmek için ABD'nin savaş makinesini kendi yanında doğrudan çatışmanın içine çekecek büyük bir savaşı başlatmak istiyor. ABD emperyalizmi İsrail'e tam destek veriyor ama patron benim demeye devam ediyor Fakat emperyalizmin gündeminde İran'a yönelik topyekûn bir saldırının en azından bu aşamada bulunmadığı anlaşılıyor. ABD 2023 Ekim'inden bu yana bölgesel bir savaşa kapı açacak gelişmeler karşısında hep temkinli bir pozisyon aldı. Yine benzer şekilde İran'ın da savaştan kaçındığını söylemek olanaklı. ABD açısından, aynı anda hem Ukrayna'da NATO'nun Rusya'ya yönelik savaşını finanse etmek hem de İsrail'in saldırılarına arka çıkmak giderek daha büyük maliyetler doğurmakta. İkinci bir husus, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Katar gibi bölgedeki işbirlikçi rejimlerin, bir tarafı doğrudan İsrail olan bir bölgesel savaşta İsrail'le aynı safta tam anlamıyla seferber edilmesinin zor olması. Suud egemenliğindeki, petrol parası ile büyük oranda satın alınmış bir nüfus için bile açık açık İsrail'le birlikte savaşmanın kolay kabul edilemeyeceği tahmin edilebilir. Benzer bir durum nüfusunun bir bölümü Şii olan Bahreyn ve Filistinli nüfusun büyük ağırlık taşıdığı Ürdün için çok daha geçerli. Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyan ve İbrahimî anlaşmaların da mimarı olan Trump'ın ABD başkanlığını kazanmış olması, normalde bölgesel savaş olasılığını arttıran bir diğer faktör olarak sayılabilirdi. Trump'ın Netanyahu'ya Ocak ayında kendisi göreve gelene kadar Gazze'deki işi bitirmesini söyleyen çıkışı, daha önemli bir rakip olarak gördüğü Çin'e odaklanma isteğini gösteriyorsa, bunun tersi söz konusu olur. Zaten İsrail ordusu da Kasım ayı içinde Lübnan'da Hizbullah karşısında zorlandıktan sonra ABD'nin arabuluculuğunda bir geçici ateşkese imza atmak zorunda kalmış durumda. Siyonistlerle tekfirci-mezhepçi çeteler kirli ve kanlı bir işbirliği içinde
4 gündür Ege ve Akdeniz seferindeyiz MTO'muzun demirbaşlarından Muharrem Kartancı hocamla birlikte. “Ege fatihi” Cemal Demirtaş Bey kardeşimin hazırladığı kapsamlı bir konferanslar dizisi için yollardayız; şehir şehir, ilçe ilçe Ege'yi ve Akdeniz'i dolaşıyoruz, dur durak demeden. Direniş, diriliş ve var/oluş tohumları ekmek için.
2010 yılının sonunda Tunus'ta başlayıp kısa süre içinde mücavir bölgelerde etkisini hissettiren toplumsal hareketlerin temel motivasyonu, uzun süredir devam eden tek adam rejimlerini devirmekti. Tunus'ta Zeynel Abidin Bin Ali ve Mısır'da Hüsnü Mübarek gibi, on yıllardır iktidarı gasp eden ve meşruiyetleri sorunlu olan aktörlerin devre dışı bırakılması, bir bahar havası yaratmış ve direniş devrimlerle sonuçlanmıştır. Benzer bir durumun yaşanması beklenen Suriye'de ise İran ve Rusya gibi aktörlerin müdahalesi, süreci rejim lehine şekillendirmiş ve toplumsal talepler göz ardı edilerek tedhiş dönemine girilmiştir.
Başkan Biden bir kitapçıdan çıkarken Rashid Khalidi'nin Filistin'e Karşı 100 Yıllık Savaş: Yerleşimci Sömürgecilik ve Direnişin Bir Tarihi, 1917-2017 adlı kitabıyla görüntülendi. Columbia Üniversitesi'ndeki tez hocalarımdan biri olan Khalidi'nin kitabını okurken, 7 Ekim sonrası yaşanan sürecin şaşırılacak bir yanı olmadığını hatırlıyor insan.
İktidarda bir “iç cephe” edebiyatı sürüp gidiyor. “Dış cephede tehlikeler var, iç cepheyi sağlam tutmak gerekir” diyorlar. Her zaman olduğu gibi dedikleri ile yaptıkları birbirini tutmuyor. Dış cephede ABD ve İsrail tehdidinden bahsedip emperyalist ve Siyonist güçlere hizmet etmekten geri durmuyorlar. İncirlik üssünden vızır vızır kalkan Amerikan uçakları Siyonist soykırım makinesine cephane taşıyor. İskenderun'dan Azerbaycan petrolü Gazze'deki yangını harlamak üzere İsrail'e akıyor. Malatya Kürecik'teki NATO radarı İsrail'in gözü kulağı kalkanı… İsrail'e ticaret kesilmedi. İsrail'e kesilen faturaların adresi değişti sadece. Dış tehdit mi dediniz? Tehdit sınırın ötesinde değil içinde. 15 Temmuz'da TBMM'yi bombalayan uçaklar sınır dışından değil İncirlik'ten geldi unutma! Amerikan başkanı Trump, Rahip Brunson olayında Türkiye'yi füzelerle değil bir tivitle ve Amerikan dolarıyla vurdu. Dış tehditten bahsedenler ekonomiyi İngiliz Mehmet'e teslim etmiş, Merkez Bankası Başkanı İMF'nin direktifleriyle hareket ediyor. İç cephe dedikleri duvar sıvası değil de bu memlekette yaşayan insanlarsa eğer bu iktidar o cepheyi sağlamlaştırmak bir yana yıkıyor! Açlık sınırının altındaki asgari ücretle, ağır vergilerle ve zamlarla milletin emekçi çoğunluğunun belini kırıyorlar. Ülkenin bölünmez bütünlüğünden bahsediyorlar ama patronlar çoktan bağımsızlıklarını ilan etmiş, ne anayasa tanıyorlar ne hak ne de hukuk! Ülkenin Anayasası fabrikalarda, madenlerde, tersanelerde askıya alınmış durumda, sermayenin orman kanunları hüküm sürüyor. İşçiler köylüler hakkını aramaya kalktı mı polisi ve jandarmayı karşısında buluyor. Türkün Kürdü, Kürdün de Türkü sevmesi farzmış… Biz işçiler, emekçiler, yoksullar olarak birbirimizi severiz! Yeter ki siz aramıza nifak tohumları ekmeyin. Bizim sevgimiz lafta da kalmaz. Polonez'den MKB Rondo'ya, Perfetti'den Eker'e, As Plastik'ten Mersen'e grevlerde direnişlerde Türk ve Kürt iş aş hürriyet için birlikte direniyoruz. Edirne'den Batman'a Samsun'dan Diyarbakır'a 100 bin işçi Ankara'da birleştik, “zordayız geçinemiyoruz” diyerek haykırdık. Biz işçiler, emekçiler, yoksullar olarak birbirimizi seviyoruz! Ama siz sadece parayı ve patronları seviyorsunuz! Biz aynı gemide de değiliz, aynı cephede de değiliz. Sizin “iç cephe”yi sağlamlaştırmaktan anladığınız, milyonlarca işçinin ve emekçinin, zulme karşı sesini çıkarmadan susup sinmesidir. Emperyalistlere ve Siyonistlere yaptığınız hizmetlere gözlerini ve kulaklarını kapatması tepki göstermemesidir. Türk ve Kürt birlikteliğinden anladığınız Türk ve Kürt yoksullarının kârlarınız için fabrikalarda alın terini, savaşlarda kanını dökmesidir. Biliyoruz ki Türk ve Kürt yoksulları köleniz de fedainiz de olmayı reddettiğinde sevmek farzdır diyen aynı ağızlar, katli vaciptir fetvaları verecek. Kardeşlik edebiyatınıza da yalancı sevgi sözlerinize de kanmayacağız, vatan millet edebiyatıyla bizi birbirimize düşürmenize de izin vermeyeceğiz. İşçi sınıfının, emekçilerin yoksulların cephesi emperyalizme, Siyonizme, yerli/yabancı parababalarına ve sermayeye karşıdır. Bizim içeride cepheyi sağlamlaştırmaktan anladığımız Birleşik İşçi Cephesi'dir. Evet o cepheyi sağlamlaştırmamız lazım. Çünkü hâlâ dağınığız. Ankara'da Türk-İş'le 100 binler olup alanı doldurduk. Ama DİSK'le Hak-İş'le KESK'le, meslek odalarıyla, demokratik kitle örgütleriyle ayrı gayrı demeden yeniden 1990'lı yılların “Emek Platformu”nu inşa edersek milyonlar olabiliriz. Milyonları açlık sınırına mahkûm edip sermayeye ucuz işgücü olarak sunmak isteyenlere karşı fabrikalarda madenlerde direnişler grevler artıyor. İşçiler örgütlenerek kendi kaderlerini ellerine alıyor. Ayrı gayrı demeden Birleşik İşçi Cephesi'ni inşa etmeli, hiçbir mücadeleyi yalnız bırakmamalıyız. Her grevi her direnişi işgalciye karşı vatan toprağını savunur gibi savunmalıyız! Direniş ve grev dereleri birleşmeli, genel grev genel direnişle sömürünün bentlerini yıkan bir sele dönüşmeli! İş, aş, hürriyet için ileri!
Kendisi de bir Yahudi olan ve ailesinin önemli bir bölümünü soykırımlarda kaybeden Norman G. Finkelstein, Holokostun zaman içerisinde nasıl bir endüstriye dönüştüğünü ayrıntılı biçimde analiz eder.
Allah yolunda şehit olmanın anlamını tüm toplumlar unutmuştu. Bağımsızlık savaşları, pek çok isimsiz kahramanı ortaya çıkarır. 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda her ilin, her bölgenin yüzlerce isimsiz kahramanı ve onlarca hikayesi vardır. Daha dün Prof. Mazhar Bağlı, Urfa'nın Fransız işgalinden kurtuluşunda bir belediye başkanının ve aşiretlerin örgütlü rolünden bahsetti. Bu tarihi gerçeklikleri her ilimizde ve Osmanlı Devleti'nin kaybedilmiş topraklarında görebiliriz.
Malatya'da 5,9 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Direnişleri 53 gündür devam eden Fernas işçilerinin açlık grevi 4. gününe girdi. Önceki gün polisin müdahale ettiği işçilere dün de Valilik yasağı geldi. Bu bölüm QNB hakkında reklam içermektedir. Türkiye'nin bankacılık sektörü öncülerinden QNB Finansbank, 14 Ekim itibarıyla faaliyetlerini "QNB" olarak sürdürüyor. QNB Group, uluslararası bir marka olma vizyonu ve bütünleşik marka mimarisi yaratma hedefleri doğrultusunda bankanın 37 yıllık deneyimini birleştirici bir yaklaşımla harmanlıyor, QNB Finansbank, QNB olarak müşterilerinin hayatlarını kolaylaştırmaya devam ediyor.
Yaşasın onurlu mücadelemiz! Merhaba ben Trakya Et ve Süt Ürünleri'nde yani Polonez'de çalışmaktaydım. Ta ki insanca bir yaşam için çoluk çocuğumuzun geleceği için sendikalaşma yoluna çıkana kadar. Bu süreçte bazı arkadaşlar yanıma gelip “Biz sendika getirmek istiyoruz, sen de var mısın?” dediler. Sadece “Paketleme bölümü var mı?” diye sordum. “Var” deyince “ben de varım” dedim. Peki sonra ne oldu? Biz hepimiz sendikaya üye olduk. Bana gelip “üye olun” diyenler “Bu işe var mısın?” diyenlerden bazıları şu anda içeride çalışıyor. Bu bizi sattılar demek. Tabii ki içimizde çürük elmalar olacaktı ama hiç beklemediğim arkadaşlar tarafından satılınca kendimi kötü hissettim. Bu olaylar beni yıldırmadı, daha çok direnç gösterdim. İlk iki kişiyle başladı işten çıkarmalar. Sonra 11 kişi daha çıkarıldı. Ben bu ilk çıkarılan 13 kişiden biriyim. Fabrika müdürümüz içerideki arkadaşlara “bana bir hafta müddet verin düzelteceğim” dedi. Sonra ne oldu? Müdürün yaptığı konuşmadan 15 dakika sonra bir kişi daha işten çıkarıldı, sabah saat 7'de bir kişi daha… Bu çalışanlar sana nasıl güvensin müdür bey? Şaka gibi! Biz 13 arkadaş sabah tekrar işe gelip içeri girmeyi denedik. Nedeni üç gün üst üste gitmezsek iş hakkımızı tazminatsız feshedeceklerdi. Personel müdürü bizi kapıda karşıladı. Normalde işe saat 9'da gelen müdürler saat 5'te fabrikaya gelmişti ve içeri alınmadık. Daha sonra tazminatlarımızı sorduğumuzda “hakkınız var ama biz vermiyoruz” dediler. Mahkeme yoluyla alabileceğimizi söylediler. Yani hakkımız olduğu kabul edildi ama şirket olarak biz vermiyoruz, gidin uğraşın dendi bize. Biz de bu işçi kıyımına son vermek için, haklarımızı almak için sendikayı fabrikanın önüne davet ettik. “O ilk günü hiç unutamam, arkadaşları o şekilde görünce biz 13 kişi gözyaşlarına boğulduk.” Bu süreç bu şekilde başladı. Biz dışarıda direnişe başladık, ses arabasıyla birlikte sendika geldi. Yönetime seslendi, her saat başı yanlış yaptıklarını, işçi kıyımına son vermelerini defalarca söyledi. İçerideki arkadaşlar “Bizim moralimiz bozuk, keskin bıçaklarla, aletlerle çalışıyoruz” diyerekten çalışmama haklarını kullandılar. “Çıkarılan arkadaşlarımız işe geri alınsın, sendikal haklarımız yerine getirilsin” diye dışarı çıktılar. Biz kapının önünde, onlar fabrika bahçesinde. O ilk günü hiç unutamam, arkadaşları o şekilde görünce biz 13 kişi gözyaşlarına boğulduk. Doğru yolda olduğumuzu anladık. Sendika örgütlenme uzmanımız her gün mikrofonla yönetime sesleniyor; gelin müzakerede bulunalım, atılan işçiyi geri alın, sendikal haklarını tanıyın, bu sendikal mücadeleyi daha üst seviyelere taşımayalım diye… Ama hiçbir şekilde geri dönüş sağlanmadı. “İstanbul'daki tüm polis çevik kuvvet burada. Bizi buradan söküp atacaklardı. Direndik, bizi alamadılar. Biber gazı ve kalkanlarla bizi sürmeye çalıştılar ama başaramadılar.” “6 ay içinde işveren, işçi alacaksa kendi çıkardığı elemanı almak zorunda. Bu kanun ve yasa! Ama fabrika yönetimi hiçbir kanunu ve yasayı takmıyor.” “Üçüncü gün sabah saat 05:00'te bize şafak operasyonu gibi bir operasyon düzenlendi. İki gün suç olmayan olay 3. gün suç oldu. Peki fabrika yönetiminin suçları onlar ne olacak dediğimizde gidin şikâyet edin dediler.” “Değil 74, 740 gün dahi olsa ölürüm de bu davadan dönmem!”
“Direnin dostlar, haklılara korku yok!”, “Direnin dostlar, işçilere korku yok!”, “Korku ölüme, cesaret zafere götürür!” Bunlar, Polonez direnişinde 20 Ağustos'ta düzenlenen slogan yarışması için bulunan sloganlardan bazıları. O gün çadırda yarışma kısmı rafa kalkmış, direnişin bağrından çıkan sloganlar hep birlikte coşku ve neşe içinde atılmıştı. Bu sloganların çadırda atıldığı ilk günden sonra da tıpkı o güne kadar olduğu gibi Polonez işçileri, bu sloganların hakkını fazlasıyla verdiler, iki ayı aşkın süredir korku nedir bilmeden mücadele ediyor, cesaretlerini de dosta düşmana gösteriyorlar. Hele bu mücadelenin en önünde dövüşen emekçi kadınlar! Daha direnişin ilk haftasında, Cumartesi günü kapının önünde ilk biber gazını yediğimiz gün, yani Polonez işçilerinin, patrona kalkan olduğu için polisle ilk kez karşı karşıya geldikleri gün, sözde değil gerçekten de en önde, polisin karşısında işçilerin en önünde duran bir kadın arkadaşımız dönüp “Kadın olduğumuz için bize dokunmazlar, dokunamazlar değil mi?” diye sormuştu. Sonra? Sonrası malum. O gün gaz yedik, ilerleyen günlerde dokunmak ne kelime, emniyet müdürü çevik kuvvete “saldırın” talimatı bile verdi. Çevik kuvvet ve özel tim polisleri işçilerin boğazını sıktı, yerlerde sürükledi, ters kelepçe ile gözaltına aldı. İşçilerin kiminin kolu bacağı kırıldı, kiminin belinde çatlak oluştu, kiminin omurgası yaralandı, kimi saldırılar sırasında baygınlık geçirdi, fenalaştı. Kadın işçilere müdahale için kadın polisler getirildi, onların gücü yetmeyince erkek polisler de kadın işçilere müdahale etti. Sonra mı? Sonrası gurur! İlk Cumartesi günü o soruyu soran kadın arkadaşın kelimeleriyle söyleyecek olursak, “Yıkılmadık, daha da güçlüyüz!” Polis saldırıları sadece sert değildi aynı zamanda fabrikanın iki kapısının önünde verilen mücadelelerde polis bilinçli bir şekilde başörtülü işçi kadınların başörtüsünü açacak şekilde müdahaleler yaptı. Buyurun “benim başörtülü bacım…” sözleriyle emekçi halkı bölmeye çalışan iktidarın ikiyüzlülüğüne karşı Polonez işçisi ablamızın sözleri: “Başörtülü ablaları ayak altına verdiler. Biz anneyiz, biz bacıyız, biz kardeşiz. Bir anne, bacı, kardeş böyle yerlerde sürüklenmez.” Ve bu bilinçli saldırılara rağmen bizim başörtülü başörtüsüz bacılarımız sinmek bir yana daha da güçlü çıktı sermayenin, onlara kalkan olanların karşısına. Polonez çadırında anıldığı adıyla bir şafak operasyonu ile emniyet, yüzlerce polisi işçilerin üzerine saldığı sırada, kol kola girdiği, birbirine kenetlendiği kadın erkek tüm işçi arkadaşlarına cesaret vermek için bir işçi ablamız Yunus peygamberin okyanusun ortasında bir balığın karnındayken oradan çıkmak için okuduğu duayı yüksek sesle okuyor, alacakaranlığı onun sesi yırtıyor, sanki savaş meydanında edilen yeminler gibi herkesin mücadele azmini, inancını tazeliyordu. Diğer kapıda aynı dakikalarda başka bir işçi kadın, zincirlendiği arkadaşından koparıp kendisini gözaltına almaya çalışan polise “Ben Türk kadınıyım, gücünüz bana kolay kolay yetmez” diye bağırıyordu. Bir başka anda, işçiler fabrikanın önündeyken, burası yol kapatamazsanız müdahale ederim diyen polise karşı kadın işçiler, “15 Temmuz'da sokağa dökülün demeyi biliyordunuz” diye haykırıyordu. Böyle sayısız örnek var Polonez işçisi kadınların bugüne kadar yarattığı. Polonez direnişine kadınların damgasını vurmasının sebebi direnen işçilerin çoğunluğunun kadın olması değil. Polonez bir kadın direnişi değil. Polonez bir iş, aş, hürriyet, onur, haysiyet mücadelesi. Ve bu mücadeleye emekçi kadınlar, her barikatta, her kavgada en önde saf tutarak, en kritik anlarda görev almak için öne çıkarak, direnişin moral gücü anlamında da öncülüğünü yaparak damga vuruyor! Selam olsun Polonez'de en öne çıkan emekçi kadınlara! Ve elbette selam olsun, onların öncülüğünde, onlarla omuz omuza mücadele etmekten gurur duyuyoruz diyen Polonez işçisi erkek yoldaşlarımıza, kardeşlerimize!
Ayrı gayrı bitsin! Birleşin! Gaz almak için değil hak almak için eylem istiyoruz! Sınıf mücadeleci sendikacılar, işyeri temsilcileri, öncü işçiler göreve! Birleşik İşçi Cephesi için ileri! İşçi konfederasyonları Türk-İş, DİSK ve Hak-İş Temmuz ayında asgari ücret zammı, vergide adalet, enflasyonla mücadele, emekliler, sendikal örgütlenme ve iş kazaları gibi işçi sınıfını ve emekçi halkı doğrudan etkileyen konularda ortak bir bildiri yayınlamıştı. Daha sonra konfederasyonlar çeşitli miting, basın açıklaması ve eylemlerle meydanlara indi. Türk-İş ilk olarak Tekirdağ Çerkezköy'de ve Zonguldak'ta iki kitlesel miting düzenledi. Daha sonra fabrika ve işyerlerinde oturma eylemleri ve basın açıklamaları gerçekleştirdi. DİSK Gebze ve Saraçhane'de işçi buluşmaları Mersin, İzmir ve Ankara'da miting organize etti. Bu süreci en sakin geçiren, Kayseri'de miting yapan Hak-İş oldu. Konfederasyonlar alanlara inmeye başlarken fabrikalarda da direnişler ve grevler sürdü. Türk-İş'e bağlı Tekgıda-İş sendikasının İstanbul/Çatalca'da Polonez işçileri her türlü baskıya karşı kararlı bir direnişle iş, aş, hürriyet kavgasını Türkiye'nin gündemine taşıdı. Yine aynı sendikaya bağlı Esenyurt'ta Perfetti direnişi sürmekteydi ve bu iki direnişe Bursa/Kemalpaşa'da Eker Süt direnişi eklendi. Selüloz-İş sendikası İstanbul/Tuzla'da MKB Rondo'da greve çıktı. Petrol-İş sendikası art arda Kocaeli/Gebze'de Tarkett ve İstanbul/Hadımköy'de As Plastik, Tekirdağ/Çerkezköy'de Elba Bant grevlerine çıktı. DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş sendikasının Gebze'deki Mersen grevi sürerken Hatay/İskenderun'daki Befesa grevi kazanımla sonuçlandı. Hak-İş'e bağlı Lezita'da ise grev ve mücadele tüm zorluklara rağmen devam ediyor. Konfederasyon üyesi olmayan DGD-SEN'in İstanbul/Esenyurt'daki CarrefourSA deposundaki fiili grevi kazanım elde ederken iş güvenliği ve sendikal haklar için direnen Bağımsız Maden-İş üyesi Fernas maden işçileri de mücadelelerini bir Ankara yürüyüşüyle Türkiye'nin gündemine taşıdılar. Sorunlar ortak! Düşman ortak! Mücadele de ortak olmalı! Konfederasyonların miting, eylem ve basın açıklamalarında işlenen konular ortak. Hayat pahalılığı, vergide adaletsizlik, iş güvenliği, emeklilik hakları, sendikal örgütlenme üzerindeki baskılar… Direnişlerin ve grevlerin hepsi de bu sorunları biraz olsun hafifletmek için işçi sınıfının örgütlü gücüyle verdiği mücadeleler. Tüm konfederasyonları harekete geçmek zorunda bırakan, fabrikalarda birbiri ardına grevlerin ve direnişlerin patlak vermesine yol açan sebep ve failler belli. İktidarın İngiliz Mehmet eliyle, Orta Vadeli Program adı altında yürüttüğü işçi düşmanı kemer sıkma ve hak gaspı politikaları ve bu politikalardan güç alarak işçi sınıfına sefaleti dayatan patronlar… Sermayenin iktidarı, istibdad rejiminin tüm aygıtlarını kullanarak, patronlarla tam bir birlik içinde işçi sınıfına saldırıyor. Bu saldırıya karşı işçi mücadelelerinin de birleşmesi ve büyütülmesi gerektiği açık. Tüm işçilerin özlemi ve isteği de bu yönde. Dahası çeşitli eylemlerle tepkilerini ortaya koyan köylüler ve kamuda tasarruf adı altında üzerlerindeki baskı günden güne artan kamu emekçileri başta olmak üzere ekonomik krizin faturasını şu ya da bu ölçüde üstlenen tüm emekçi halk kesimleri de bu birliğin gerçekleşmesini istiyor. Çözüm Birleşik İşçi Cephesi'nde! İrade direnen işçilerde! Sınıf mücadeleci sendikacılar, işyeri temsilcileri, öncü işçiler göreve!
Toprakları işgal edilmiş, soykırıma uğramış, sürülmüş, ezilmiş, Gazze ve Batı Şeria adında iki küçük toprak parçasına sıkıştırılmış tüm Filistinlileri temsilen Hamas, bir yıl önce tam bugün, haklı, meşru, aynı zamanda başarılı ve yiğitçe bir operasyon gerçekleştirdi.
26 yaşındaki Ayşenur Ezgi Eygi, Filistin topraklarında on yıllardır devam eden İsrail zulmüne karşı çıkıyordu. 6 Eylül'de işgal altındaki Batı Şeria'da düzenlenen barışçıl gösteride İsrail keskin nişancısının hedefi oldu. 1998'de Antalya'da dünyaya gözlerini açan Filistin direnişinin cesur isminin hayat hikayesini bu belgeselimizde anlattık. #gdh #filistin #israil #gazze
İşçiler pek çok fabrikada ve işyerinde iş ve aş için direnişteler. Direnenler her zaman kazanmadı. Bu bir gerçek. Ama kazananlar hep direnenler oldu. Bu da bir gerçek. Sermayeyi yenmenin formülü nedir? Öncelikle birliktir. Kazanan mücadelelere baktığınızda her zaman işçilerin tam bir birlik içinde hareket ettiğini ve bu birliği bozmadığını görürsünüz. Polonez işçilerine bakın. Kanıtımız zafere ulaşan işçi mücadelelerinde ve bugün zafere yürüyen Polonez'dedir. İşçilerin birliği ile olmaz denenler nasıl da oluveriyor… Pek çok direnişte patronun hukuk dışı uygulamalarına karşı müfettiş çağırılır. Sonra kara treni bekler gibi müfettiş bekleriz. Geldiğinde patron kebabını yedirir geri gönderir çoğu zaman. Ama Polonez işçisi fabrikanın önünde direnip, grev kırıcıları içeri salmayınca, biber gazına rağmen yılmayınca, kilometrelerce yürüyüp kaymakamın kapısına dayanınca müfettişler ışık hızıyla fabrikaya geldi. Patronun sendikal sebeple toplu işçi çıkartma suçunu açık seçik ortaya koyan, işçinin hakkını resmi düzeyde de tescil eden bir rapor da hazırladılar. Müfettişlerle de kalmadı. Çalışma Bakanlığı bir heyet halinde fabrikaya geldi. Bir olmayan daha oldu. İşten çıkartmada yüz kızartıcı suç iftirası olan Kod 46 haksız fesih maddesi olan Kod 4'e dönüştü. Tazminatsız atılan işçilere kıdem ve ihbar tazminatı ödenmesi ayrıca bu işçilerin işsizlik ödeneği alması hakkı doğdu. Bunların hepsi işçilerin birliğiyle ve direnmesiyle oldu. İyi komutan ordusunun ikmalini seferde sağlayabilendir. Büyük Çinli komutan ve filozof, meşhur savaş sanatkârı Sun Tzu demiş ki: “Donanımını yurdundan erzağını düşmandan al ki hem silahın hem de tayının yeterli olsun.” Donanımını Tekgıda-İş'ten sağlayan ve sırtını dayadığı örgütlü bir gücü, sağlam bir yurdu var Polonez işçisinin. Yunus Durdu gibi Suat Karlıkaya gibi geçmişte Tekel muharebelerinden alnının akıyla çıkmış, o büyük sınıf kavgasının deneyimlerini bugüne taşıyan böyle komutanları var. Direnişin ihtiyacı olan maddi kaynakları yine direnerek elde etmeyi başarıyorlar. Zamanın yıpratıcı etkisini tersine çevirmeyi direnişi zaman geçtikçe büyütmeyi ve güçlendirmeyi biliyorlar. Ve ne mutlu ki o komutanlara, Polonez işçisi gibi aslanlarla savaşıyorlar! Ve bu savaşta sadece cephe gerisinde durmayan kavgada en öne çıkan emekçi kadınların mücadele gücüne sahipler! Sınıf siyasetinin menzili fabrikadan başlar tüm dünyaya uzanır. Fabrikada Türkün sabrı, Kürdün inadı, Lazın coşkusu ile kazananlar her dilden memleketten inançtan ezilen insanların eşit ve hür olduğu bir dünya için mücadeleye atılır. Fabrikada zincirlerini kıran işçiler memleketin boynundaki emperyalist zincirleri kırmak için verilen mücadeleye katılır. Öncü işçinin kavgası insanlık kavgasıdır, bu kavganın bir cephesi Çatalca'daysa bir diğer cephesi de Filistin'dedir. Bu kavganın zaferi seçimlerle gelmez. Seçimler de önemlidir ama çözüm değildir. Nasıl işçiye git hakkını mahkemede ara diyorlar, işçi mahkemede hakkını arıyor ama yıllarca süren bu mahkemelerin çözüm olmadığını hatta çözümü ertelemenin aracı olduğunu görüyor, işte seçimler de öyledir. İnsanlık kavgasının zaferinin adı devrimdir! Bu kavganın zaferi için sendika konfederasyon yetmez, öncü işçilerin devrimci partisini inşa etmek gerekir. Çözümü sermaye düzeninin içinde aramayıp işçi sınıfına güvenen ve emeğini işçi sınıfına harcayan herkesi bu yolda birleştirmek gerekir. İşte bu yüzden biz Devrimci İşçi Partisi olarak Türkiye'nin her yerinde iş ve aş için omuz başında mücadele etmekten onur duyduğumuz öncü işçileri, insanlığın en haklı ve onurlu mücadelesini zafere götürecek partiyi inşa etmeye çağırıyoruz!
27 Ağustos günü Çalışma Bakanlığı internet sayfasından bir basın açıklaması yayınlandı. Açıklamada bakanlık teftiş başkanlığının Çatalca'da faaliyet gösteren bir firmayla ilgili sendikal faaliyet dolayısıyla işten çıkarmaya gidildiğinin tespit edildiği ve 141 işçi için toplam 2 milyon liraya varan idari para cezası istendiği duyuruluyordu. “Çatalca'da faaliyet gösteren firma” kod adıyla bahsedilen firma elbette ki Polonez'den başkası değildi. 141 işçi ise 19 Temmuz'dan beri Tekgıda-İş öncülüğünde direnen Polonez işçileriydi! Sendikal sebeple işten çıkartmalara hemen her gün rastlıyoruz. Eğer bir fabrikada sendikal örgütlenmeye girişiyorsanız mutlaka bu sürecin bir aşamasında işten atmaların olacağını hesaba katmalı ve buna karşı yapılacak eylemleri de ilk baştan planlamalısınız. Dolayısıyla Polonez patronunun 141 işçiyi sendikal sebeple işten atmasında ilginç bir yan yoktu. Polonez işçilerinin bu saldırıya karşı direnişe geçmesi de öyle. Ancak ilginç olan Çalışma Bakanlığından yapılan açıklamaydı. Bu sık rastlanan bir durum değil. Hele ki böyle bir açıklamanın ardından Çalışma ve Sosyal Güvenlik (ÇSGB) Bakanı Yardımcısı Faruk Özçelik, ÇSGB Çalışma Genel Müdürü Dr. Mehmet Baş, ÇSGB Teftiş Kurulu Başkanı Bekir Aktürk, İstanbul Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü Uğur Oto ve Çatalca Kaymakamı Erdoğan Turan'dan oluşan kalabalık bir heyetin fabrikaya gelmesi, patronla müzakere edip direniş çadırını ziyaret etmesi görülmüş şey değil! Çalışma Bakanlığının da SGK'nın da Kaymakamlığın da başına taş düşmedi! Onları Çatalca'ya Polonez işçilerinin tüm Türkiye'ye mal olan kararlı direnişi getirtti. İstibdadın aşamadığı barikat Kaçak işçi servisleri gibi polis de işçi barikatını aşamadı. O gün kaçak işçiler gerisin geriye döndü. Günlerdir işçilerin “Patron yasadışı şekilde işten çıkartma yapıyor, sendikal baskı uyguluyor” şeklinde feryatlarına, “Hakkınızı mahkemede arayın, bizim yapacak bir şeyimiz yok” diyenler, patronun yasadışı işçileri fabrikaya sokmak için yaptığı başvurular karşısında hemen yaratıcılıklarını göstermeye başladılar. Patrona, “git derdini mahkemeye anlat” demediler. Çatalca emniyeti seferber oldu. Fabrikanın etrafında bariyerler, TOMA'larla neredeyse bir kilometre çapında bir güvenlik çemberi oluşturdular. Bu durumu görerek fabrika önüne gelen işçileri de darp ederek bu çemberin dışına attılar. Çatalca Kaymakamlığına uzun yürüyüş! Burada işçiler öfkeli şekilde bariyerlerin arkasında toplanmışken, bir anda akşamdan kalma görünümlü birisi beliriverdi. Daha sonra kendisinin AKP Çatalca İlçe Başkanı olduğu ortaya çıktı. Canı burnundaki işçilerin ortasına geçmiş “hepinize havaalanında iş bulurum” diyordu. Bir anda Çatalca Kaymakamlığına yürüme kararı alınmasıyla işçiler ana yola doğru yöneldi. Gece yarısı, 5 km mesafedeki Çatalca hükümet konağına doğru yürüyüş, marşlar ve sloganlar eşliğinde başlarken AKP'li şahıs da bir nevi işçilerin tepkisinden kurtulmuş oldu. O gece Kaymakamlığa yüründü. Kaymakam geldi. Sendikayla ve işçi temsilcileriyle bir görüşme yaptı. Somut bir sonuç çıkmadı. İşçiler eylem alanımız fabrika önüdür diyor alanlarını geri istiyordu. “Servislerin önünü kesmeyin” ihtarlarına ise “biz fabrikanın işçisine karışmayız, yasadışı kaçak işçiye ise izin vermeyiz” cevabı verildi. Görüşme çıkmaza girdi. Kaymakam yaptığınız iş kanunsuz diyerek polis müdahalesi sinyalini verip aba altından sopa göstererek makamdan ayrıldı. Polis ablukası altında tüm gece işçiler orada eylem yaptı. Polonez işçisi direne direne direniş alanına döndü! Polonez işçisi bir sabah ansızın Bâb-ı Âli'de İstanbul Valiliğinde Ataşehir'de birleşik işçi cephesinin gövde gösterisi ve sabaha kadar direniş! Birleşen işçiler birleştiriyor! Sınıf dayanışması büyüyor! Direniş Çerkezköy Türk-İş mitingine taşındı! Polonez işçileri direne direne Türk-İş başkanını direnişe getirdi! İş, aş, hürriyet işçi köylü el ele direne direne gelecek!
Bugün 28 Ağustos 2024 #doğatakvimi
Günaydın! Ben Özge Elvan. Medyascope'un podcast'i Güne Başlarken'de, günün öne çıkan haberlerine birlikte bakalım.
Konuğumuz Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Deniz Gündoğan İbrişim ile Antroposen'de bellek, direniş, edebiyat ve feminizm perspektiflerinin nasıl şekillendiği üzerine konuşuyoruz.
İsrail'in Filistin halkına yönelik soykırımı 10. ayı geride bıraktı. 40 bine yakın Filistinli'yi katleden Siyonistlerin yakın zamanda duracaklarına dair bir emare de yok. Savaşın “şimdilik” merkezinde yer alan Gazze'de İsrail'in istediğini alamadığı, kayıplarının ve savaşın maliyetinin yükselmesine koşut olarak kapsamlı kara saldırıları yerine belirli bölgelere kısa sürede girip çıkmakla sınırlı operasyonlara yöneldiği görülüyor. Ama bu bir yandan da kuşatmanın sürmesini dışlamıyor. Böylelikle Gazzeliler açlık ve salgın hastalık gibi risklere daha açık bir hâle geliyorlar. Bunlardan kaynaklı ölümleri de ekleyince soykırım tablosu netleşiyor: Muhtemelen 100 binden fazla ölü! Tarihin gördüğü en büyük kıyımlardan birini yaşıyoruz! ABD açık çek verdi, Siyonistler direnişin iki lideri Haniye ve Fuad Şükür'ü katletti Filistin'in direnişi sadece İsrail Siyonizmine değil Amerikan emperyalizmine de darbe vurmaya devam ediyor İsrail, topraklarını korumak değil, sömürgeleştirdiği Filistin topraklarını elinde tutmak için yürüttüğü bu haksız savaşta Filistinli örgütlerin yanı sıra Yemen, Suriye, Lübnan Hizbullah'ı, Irak direniş güçleri ve İran'a karşı da savaşıyor. Siyonistlerin zulmüne karşı Yemen'in deniz ticaretine vurduğu darbe de, Hizbullah'ın Siyonist soykırımı engellemek için İsrail-Lübnan sınır bölgesinde yaptığı saldırılar da, İran'ın tüm bu cepheye verdiği destek de haklı ve meşru. Son günlerde bu hattın dışından, Filistin direnişine yeni bir siyasî destek de gelmekte. Çin, daha önce ABD emperyalizminin bölgedeki açmazlarını kullanarak İran ile Suudî Arabistan'ı masaya oturttuğu gibi, geçtiğimiz ay da tüm Filistin direniş örgütlerini Çin'de bir araya getirerek bunların bir “ulusal birlik” anlaşması için önemli adımlar atmalarına, yeni seçimler için birlikte çalışmaya başlamalarına vesile oldu. ABD bu süreçte hem İsrail'in soykırım saldırısını desteklemek, direnişi kırmak hem de kendisini siyasi çözüm adı altında Hamas'ı ehlileştirecek ya da işbirlikçi El Fetih'in hâkimiyetine sokacak projelerin uygulanması için hakem rolünde konumlandırmak istiyordu. ABD'nin hesapları tutmadı. Direniş kırılmadı ve Filistin halkının mücadelesi ABD'nin maskesini düşürdü. Hamas ve El Fetih ABD'nin patronluğunda değil Çin'in ev sahipliğinde buluştu. Filistin halkı palavra değil eylem bekliyor: Önce İsrail'e ticari ve askeri desteği kes! Tüm bunlar olmaktayken, memleketimizdeki istibdad rejimi ise üst perdeden atışlarını sürdürüyor. Türkiye İsrail'e saldırabilir, en azından Libya ve Karabağ'da olduğu gibi savaşan güçlere askerî yardım yapabilirmiş. Daha, soykırımcı devletle olan ticareti tam olarak kesemeyen, büyük şirketlerinin İsrail'deki yatırımlarına gıkını çıkarmayan bir rejim için çok iddialı sözler bunlar. Ama daha önemlisi var. Hamas lideri Haniye'nin İran'daki katlinin İran dışından atılan bir güdümlü füze ile olduğu anlaşılıyor. Bu füzenin hedefini vurabilmesinde Türkiye'deki Kürecik radar üssünün hiçbir rolünün olmadığını düşünmek saflık olur. Yani Erdoğan İsrail'e karşı Filistin'e, yine belirsiz bir geleceğe dair ve boş sözlerle destek veriyor ama bugün topraklarımızdaki üslerle İsrail'in suikast düzenlemesine ve İran'a saldırmasına fiilen ve somut olarak yardımcı olmaya devam ediyor. Emperyalizme ve Siyonizme karşı mücadeleyi, Filistin halkıyla dayanışmayı yükseltelim! İstibdadın sözcüleri utanmadan emekçi halkımıza yalan söylerken, biz tüm gücümüzle memlekette Filistin halkına nasıl destek oluruz, İsrail'e karşı nasıl mücadele ederiz onun derdindeyiz. Devrimci İşçi Partisi ve Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Filistin Dostları, bir yandan istibdadın yalan makinesine karşı gerçekleri anlatırken, bir yandan da yakın zamanda kurulan Filistin Eylem Komitesi'nin bir bileşeni olarak burada diğer Filistin dostu örgütlerle birlikte çalışmalarını sürdürüyor. Emekçi halkımız istibdadın palavralarına kanmasın, İsrail'le mücadele için gelin, birlikte mücadele edelim.
Sendika var sendika var. Sendikanın bazısı grevlerle, direnişlerle, fabrika işgalleriyle anılır. Mücadeleci sendikadır. Bazısının adı sendikadır ama işi patronlara taşeron insan kaynakları hizmeti vermekten ibarettir. İşçinin patron karşısındaki temsilcisi olarak değil de patronun işçiler içindeki temsilcisi olarak davranan bu yapılara kısaca sarı sendika diyoruz. Mücadeleci sendikalar içinde işbirlikçiler olabileceği gibi sarı sendikalar içinden mücadeleci önderler de çıkabilir. Ama sonuçta sermayeye karşı mücadeleyi esas alanların mı yoksa sermayeyle iş birliği yapanların mı hâkim olduğuna bakmak gerekir. Yazıya böyle bir giriş yapmamın sebebi Polonez fabrikasındaki direnişte yaşadığım bir an. Tekgıda-İş sendikasının öncülüğünde gerçekleşen Polonez direnişini Gerçek gazetemizde ve internet sitemizde ayrıntısıyla ele alıyoruz. Bu direnişi sahipleniyoruz ve sınıf mücadelesi açısından yol açan, ilham veren bir mücadele olarak görüyoruz. Direniş alanında her zaman söylediğimiz gibi bu mücadelede Polonez işçilerinin omuz başında yer almaktan da onur duyuyoruz. Bu duyguları en yoğun yaşadığımız anlardan biriydi. İşçiler yevmiyeci grev kırıcı kaçak işçileri fabrikaya sokmamış, polisin biber gazlı saldırısına kahramanca direnmişti. Devlet arbedenin ardından İstanbul'dan çevik kuvvet ve TOMA takviyesi getirmiş, Pazar gününün tatil olmasını fırsat bilerek fabrika önündeki direniş alanını işçilere kapatmak için barikatlar kurmuştu. Buna karşı gece saatlerinde direniş alanına tarlalardan sızma yaparak gelen işçiler yine polis tarafından tartaklanarak alandan atılmış, bu saldırı üzerine işçiler fabrikadan Çatalca Kaymakamlığına yürüyüşe geçmiş, kaymakamlık önünde sabahlamış, ertesi gün öğlen saatlerinde direniş alanını geri kazanmıştı. Ayrıca bir gün önce polisini işçilerin üzerine salan devlet bu kararlı mücadele sonucunda müfettişlerini patronun üzerine salmak zorunda kalmıştı. İşte bu kazanımlarla direniş alanına işçilerle birlikte “direne direne kazanacağız” sloganlarıyla yürüyüş yaparak giriş yaptığımız sırada, direnişe destek amacıyla ziyarete gelmiş olan popüler sosyalist partilerimizden birine mensup bir arkadaşımız beni de tanıyarak yanıma geldi ve kulağıma eğilerek şöyle dedi: “Sarı sendika değil mi bu?” Şaşakaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. “Hayır değil!” dedim. Başka bir şey diyemedim. Ama içime oturdu. Ve yazmaya karar verdim. Yaşadığım bu an sol siyasete hâkim olan kimlikçilik belasının ne kadar derin olduğunun yeni bir örneğiydi. Bu akıl tutulmasının ardında sınıftan tamamen kopmuş olan Türkiye solunun giderek içine düştüğü kimlikçilik batağı var. Örneğin Tekgıda-İş solcu bir sendika değil. Olması da gerekmiyor. Hiçbir sendikanın solcu olması gerekmiyor. Birleşik Metal-İş DİSK üyesi diye ona solcu etiketi yapıştırsanız da üyelerinin çoğunluğunun solcu olmadığı gerçeğini değiştiremezsiniz. Sendika ile parti arasındaki farkı doğru kavramak gerek. Sendika siyaset ayrımı yapmadan tüm işçileri örgütler ve örgütlemelidir. Siyasi partinin ise adı üstünde bir siyasi programı vardır ve bu programı benimseyenlerin örgütüdür. Devrimci İşçi Partisi'nin programı devrimci işçi iktidarıdır, bu doğrultuda işçi sınıfının solcusunu değil öncüsünü örgütlemeyi önüne koymuştur. Sendikalara sınıf sendikacılığının hâkim olmasını savunmaktadır. Bu da sendikaların solculaşması değil sermayeden, emperyalizmden ve devletten bağımsız olması, sınıf mücadelesini esas alması, meslek ve işkolu dar görüşlülüğünü aşarak sınıfın tamamının, en genel anlamda dünya işçi sınıfının çıkarlarını savunması demektir.
Milyonlarca işçiyi ve ailesini ilgilendiren asgari ücrete, Temmuz ayında beklenen zam yapılmadı. Asgari ücret 17 bin lirada çakılı kalırken, açlık sınırı 20 bin liraya ulaştı. Milyonlar son bir zam haberi beklerken, İstanbul Çatalca'daki Polonez fabrikasında Tekgıda-İş sendikasında örgütlenen iki yüze yakın işçi kendilerine patron tarafından önerilen yüzde 25 zam ve bir ikramiye teklifini reddediyor ve bir işçi mücadelesi başlıyordu. Polonez işçileri sendikalaşmanın öncüleri işten atılınca üretimi durdurdu. Bunun üzerine yeni işçiler işten atılınca direnişlerini daha da büyüttü. Polis biber gazı sıktı, işçiler yılmadı. Kurulan barikatlar aşıldı, grev kırıcıları fabrikaya sokulmadı. İstanbul'da ormanın ücra bir köşesinde başlayan direniş Çatalca Kaymakamlığının önüne taşındı, işçiler direnerek haklılıklarını duymayan kulaklara duyurdu, görmeyen gözlere gösterdi. Polonez işçileri patrona ve kaymakamlığa geri adım attırdı. Bu irade ve örgütlülükleriyle zaferleri uzak değil. Polonez'e sendika girecek, atılan işçiler geri alınacak! İşte Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halkın önündeki yol ayrımı budur. Ne verecekler diye beklemenin sonu hüsrandır ama zafer de ancak grev alanlarında, meydanlarda kazanılır! Hak verilmez alınır! Örgütlü mücadele tek yoldur! Bu yolda Polonez işçileri yalnız değil. Esenyurt'ta Perfetti (Tekgıda-İş) sakız fabrikasında direniş, Gebze'de Mersen'de (Birleşik Metal-İş) grev, İzmir'de Kristal Yağ'da (Tekgıda-İş) ve Lezita'da (Öz Gıda-İş) grevler, Klas Klima'da (Birleşik Metal-İş) direniş, İskenderun'da Befesa (Birleşik Metal-İş) ve Yolbulan'da (Öz Çelik-İş) grevler, Sivas Erciyas'ta RC Ulaşım'da (Nakliyat-İş), Tekirdağ Çerkezköy'de YKK'da (Petrol-İş) mücadele sürüyor. Direniş kervanında sadece sanayi işçileri yok. Eğitim emekçileri öğretmenlik mesleğini piyasa mantığına tabi kılan, iş güvencesini tehdit eden Öğretmenlik Meslek Kanunu'na Ankara'da nöbet tutarak, domates üreticisi çiftçiler İzmir Kınık'ta “Çiftçiyi öldürdünüz cenazeyi kaldırın!” yazılı tabutla ve traktörleriyle eylem yaparak mücadele yoluna girdiler. Türkiye'nin dört bir yanında irili ufaklı pek çok mücadele sürüyor ve nice mücadeleler de sırada bekliyor. Bu mücadeleleri birleştirmek ve büyütmek gerekiyor. Türk-İş, Hak-İş ve DİSK, kemer sıkma programına karşı ortak mücadele kararı alıp bir bildiri yayınlamıştı. Konfederasyon yönetimleri hâlen bu doğru kararın gereğini yapmış ve işçi sınıfını birleştirecek eylem planları ortaya koymuş değil. Ama işçi sınıfının iş ve aş için konfederasyonların bürokratlarını bekleyecek hâli yok. Saydığımız mücadelelerde Türk-İş üyesi, Hak-İş üyesi, DİSK üyesi işçiler, KESK üyesi eğitim emekçileri var. Direniş alanında ayrı gayrı yok, işçinin emekçinin birliği var. Bu birlik sendika ve konfederasyon seviyesine yükselmeli. İşçilerin mücadeleleri fabrika ve iş yerlerinden meydanlara taşmalı. Açlık ücretleri böyle aşılır, sefalet dayatması böyle kırılır; iş, aş, hürriyet böyle savunulur! Yabancı-yerli sermayenin diktatörlüğüne karşı fabrikalara Anayasanın işçi mücadelesiyle sokulması, memleketin boynundaki emperyalist zincirlerin kırılmasının, NATO zilletine son verilmesinin, emperyalist işgal altındaki memleket toprakları olan İncirlik ve Kürecik üslerinin kapatılmasının ilk adımlarıdır. İşçilerin birliği ve halkların kardeşliği sınıf mücadelesiyle birlikte yükselecek. Düğünlerinde Kürtçe halay çektiği için insanları gözaltına alan, araçlarda “ölürüm Türkiyem” marşı dinletip işkence yapanlar değil, grevlerde el ele omuz omuza verip Kürtçe halayı birlikte çekenler, Karadeniz havalarıyla birlikte horon tepenler, Ege zeybeğini Trakya çiftetellisini birlikte oynayanlar kazanacak! Memlekete kardeşlik, iş, aş, hürriyet işçilerle gelecek!
NOW Haber Merkezi'nin güçlü ve deneyimli kadrosu tarafından tarafsız habercilik anlayışıyla hazırlanan hayatın içinden haberler, Gülbin Tosun'un sunumuyla NOW Ana Haber'de! Bizi sosyal medyadan takip edin: X: https://twitter.com/nowhaber Facebook: https://www.facebook.com/nowhaber.tr Instagram: https://www.instagram.com/nowhaber.tr/ Podcast: https://anchor.fm/now-haber
Erzincan İliç'te 13 Şubat'ta yaşanan çevre felaketinin boyutu korkunç. Tarihinin en büyük çevre felaketini yaşayan Türkiye'de konu 1 hafta dahi gündemde kalamıyor. Biz ise Trend Topic'te Bergama Köylü Direnişi'nden başlayarak altın madenciliğinin kirli yüzüne odaklanıyoruz. Fakat bu kirlilik yalnızca çevreyi değil, devleti ve sermayeyi de içine alıyor. Direniş nasıl Alman Casusluğu davasına dönüştü? Fetullahçılar bu süreçte nasıl nemalandı? Bugünkü durum ne?Candan Yıldız'ın Özer Akdemir Röportajı------- Podbee Sunar -------Bu podcast, GetirAraç hakkında reklam içerir.GetirAraç'ı indirmek ve ilk kullanımda 500 TL indirimden faydalanmak için, tıklayın.Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir.Hiwell'i indirmek ve "pod10" koduyla %10 indirimden faydalanmak için tıklayın.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Şanlıurfa'daki Özak Tekstil Fabrikası'nda yüzlerce işçi 29 Kasım'da iş bıraktı. Direnişin 23'üncü gününde BirTekSen Genel Başkanı Mehmet Türkmen'le konuştuk. Türkmen'in anlattıklarından yola çıkarak hazırladığımız bu bölüm Türkiye'nin düzenini de net bir fotoğrafa dönüştürüyor.------- Podbee Sunar -------Bu podcast, AgeSA hakkında reklam içerir.Bu podcast, Salus hakkında reklam içerir.Salus hakkında detaylı bilgi almak ve KARARLIYIM10 koduyla %10 indirimden faydalanmak için tıklayınız.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
İsrail'in Gazze saldırısı insanlıkla ilgili temel düşünceleri sarsmaya başladı. Tüm dünyadaki vicdan sahibi duyarlı kalabalıklar bu meseleye, bir işgal, bir halkın egemenlik haklarına el koyma ve bir askeri durum gibi bakmanın yanı sıra, insani dram, soykırım ve adeta yüzde 99'un yüzde 1'e karşı koymasına dönüştü.
Otoyol ve köprü ücretleri zammı 2024'e ertelendi. Erdoğan, "Netanyahu'nun elini bir kez sıktım, iyi niyetimizi suistimal etti" dedi. Üniversitelilere verilecek cep telefonu, bilgisayar ve internet destekleri açıklandı. Bu bölüm Disney+ hakkında reklam içermektedir. Tom Hiddleston'ın hayat verdiği ve ikonik Fesatlık Tanrısı Loki'nin maceralarını aktaran Loki, ikinci sezonuyla şimdi Disney+'ta.
Nurullah Albayrak | Bir direniş örneği; gerçek ile kurguyu ayırabilmek | 23.10.2023 by Tr724
Önceki bölümde ele aldığımız İsrail Devleti Nasıl Kuruldu sorusunun ardından bu bölümde, İsrail Devleti'ne karşı direnişin tarihini konuşuyoruz. Arap milliyetçiliği nasıl yükseldi? 1967 sınırları ne demekti? Fetih, FKÖ, FHKC ve Hamas ne zaman ve hangi şartlarda kuruldu? İsrail Filistin Savaşı'nın ikinci bölümünde odak konumuz direnişin tarihi.------- Podbee Sunar ------- Bu podcast, Disney+ hakkında reklam içerir.Bu podcast, Odea hakkında reklam içerir.Odea'lı olmak ve yatırım fırsatlarından yararlanmak için tıklayın.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Türkiye'de “Direniş Ekseni” ne kadar tartışılıyor? Bu konu dünyada çeşitli biçimlerle ele alınıyor. Hamas'ın İsrail'e 7 Ekim saldırısı bir savaşa dönüştü, bu savaş devam ediyor. İlk akla gelen konulardan birisi de direniş oldu. Hamas direniş demek, bunu biliyoruz. Ama direniş meselesinin daha geniş biçimde ele alınması da söz konusu ediliyor, biz buna bakacağız, sonra Filistin ve Hamas ile birlikte mütalaa edebiliriz.
Günaydın. Afrika liderleri, Rusya Devlet Başkanı Putin'e Ukrayna ile "barış önerisinde" bulundu. Nijer'de bir grup asker, yönetime el koydu. Akbelen Ormanı'nda ağaç kesimi sürerken halkın protestosu da devam etti. Bugünün bülteni Alternatif Bank ile birlikte ulaşıyor.
Güvenilir, tarafsız ve kaliteli haberin adresi FOX Haber; podcast yayınlarıyla sizlerle. Çalar Saat Hafta Sonu, podcast yayınlarıyla sizlerle! FOX Türkiye Resmi Web Sitesi: www.fox.com.tr Facebook: https://www.facebook.com/foxhaber Twitter: http://www.twitter.com/FOXhaber Instagram: https://www.instagram.com/FOXhaber/
Bir önceki Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş, 30 Aralık'ta Ankara'da uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Cinayetin ardından Milliyetçi Hakeret Partisi'nden (MHP), MHP lideri Devlet Bahçeli'den ve Ülkü Ocakları'ndan taziye mesajı yayımlanmadı. Eski Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekili adayı Melih Bulu'nun, 2 Ocak 2021'de Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atanmasıyla başlayan Boğaziçi Direnişi ikinci senesinde. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kabataş-Mecidiyeköy-Mahmutbey Metro Hattı Mecidiyeköy-Yıldız kesiminin açılışında kendisine yönelik başlatılan soruşturmaya tepki gösterdi. İmamoğlu, iktidara sandığı işaret etti. Gökçe Çiçek Kösedağı'nın sunduğu “Güne Bakış”ta, eski Ülkü Ocakları Başkanı Alaattin Aldemir ile Sinan Ateş suikastını, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mine Eder ile ikinci yılına giren protestoları konuştuk. Editör: Egemen Gök
Sömürgeleşme nedir? Türkiye nasıl sömürgeleşti? Direnişin kaynağı nerede? Bağımlılaşma nasıl durdurulup geri çevrilecek? Ayşe Çavdar ve Aysuda Kölemen bu hafta Geniş Zaman'da Türkiye'nin nasıl sömürgeleştiğini, sömürgeleşmenin gelecek yıllarda ülkeyi nasıl etkileyeceğini ve sömürgeleşen devletleri tartışıyor.
Ekrem Dumanlı | Tükeniş değil direniş by Tr724