POPULARITY
Categories
Today we're talking about Midnight at the Pera Palace / Pera Palas'ta Gece Yarısı: Episode 1. We will go over the plot, spill the tea, and say WTF. We will also name the episode's Sultan of Success and talk about who is next on Fatma's Hitlist. For our history section we're talking about the Pera Palace Hotel. Pera Palas'ta Gece Yarısı: Bolum 1 hakkında sohbet ediyoruz. --- Support this podcast: https://anchor.fm/turkish-teav-time/support
Bu video 10/04/2016 tarihinde yayınlanan “Meşru Siyaset ve Makyavelist Politikacılar” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Raşit Halifeler ve onların yolunda yürüyenler meşru siyaseti temsil etmiş ve Makyavelizm'e asla başvurmamışlardır. *Hazreti Osman (radıyallahu anh) da tevazu ve mahviyette ondan geri değildi. Önce Mekke'nin, daha sonra da Medine'nin en zenginlerinden olan ve Mute Hareketi'ne hazırlanılırken beş yüz deveyi yüküyle beraber İslam'a bağışlayan bir insandı. Fakat öyle bir mahviyet ve tevazu içindeydi ki, halife olduğu dönemde Mescid-i Nebevî'de kumdan bir döşek ve yastık yaparak öyle yatıyordu. Şehit edildiği esnada baraka gibi çok basit bir hanede bulunuyordu. İstese o da yaptırabilirdi ama onun yalıları, villaları, sarayları yoktu. *Hazreti Ali efendimizin, halife olduğu dönemde hükmettiği cihan bir yönüyle şimdiki Türkiye kadar yirmi idi. Fakat o iki kat elbiseye sahip değildi. Uzun zaman kuyulardan su çekip evlere su taşıyarak geçimini sağlamıştı. Merhum Seyyid Kutub “El-Adaletü'l-İctimaiyye fi'l-İslam” adlı eserinde diyor ki: “Hazreti Ali kış günlerinde yazlık elbise ile tir tir titriyordu. Yaz günlerinde de bazen kışlık elbiseyle buram buram ter döküyordu. Çünkü iki kat elbisesi yoktu.” Odun Taşıya Taşıya Omuzları Yağırlaşan Bir Peygamber Kızı.. ve Ekmeğini Zeytinyağına Bandırarak Karnını Doyuran Bir Halife *Hazreti Fatıma annemizin odun taşıya taşıya omuzları yağırlaşmış, değirmen çevire çevire elleri nasır bağlamıştı. Bir gün Efendimiz'e gelip o nasırlı ellerini göstermiş, “Ya Rasûlallah! Tahammülfersa oldu, artık götüremiyorum! Bize de ganimetten…” demişti. Peygamber Efendimiz, “Eve gidin, beni orada bekleyin” cevabını vermişti. En sahih hadis kitaplarında nakledildiğine göre, mübarek annemiz hadisenin devamını şöyle anlatıyor: “Gece olmuştu, biz yataktaydık. Efendimiz gelince, ayağa kalkmak istedik, ‘Olduğunuz gibi kalın' dedi. (Detayına kadar anlatıyor annem; diyor ki) Ayağının serinliğini göğsümde hissetim! Buyurdular ki, ‘Ben size istediğinizden daha hayırlı bir şey söyleyeyim mi? Yatağa girmeden önce 33 defa Subhanallah, 33 defa Elhamdüllilah, (33 veya) 34 defa da Allahu Ekber deyin, bu sizin için daha hayırlıdır!'” *Raşit Halifeler'in beşincisi sayılan Ömer bin Abdülaziz devletin başında bir emanetçi memur gibi durmuş; hazinenin dolup taştığı bir dönemde kendisi zeytinyağına ekmek bandırarak iftar ve sahur yapmıştır. Halası “Yeğen, hani abim zamanında bana bir şey veriliyordu?!.” deyince, “Halacığım, benim şahsi malım yok ki sana vereyim; ben ekmeğimi zeytinyağına banıp yiyorum!” cevabını vermiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'den bir âyet-i kerîme öğrenip de sonra unutmak günâhların en büyüğüdür. Enes (r.a.) rivâyetiyle gelen hadîs-i şerîfte: “Ümmetimin günâhları bana arz olundu. Bunların içinde bir âyet veya sûreyi öğrendikten sonra unutmak kadar büyük günâh görmedim” buyuruldu. Gunye'de bildirildiğine göre, buradaki unutmak, Mushaf'tan okuyamayacak derecede unutmaktır. Denildi ki, insan Kur'ân-ı Kerîm'den bir şeyi ancak, onun için cinâyet olan bir günâh sebebi ile unutur. Çünkü bu unutma musîbetlerdendir. Musîbet de insana kendisinin işlediği günâh sebebi ile gelir. İslâm'ın sünnetlerinden biri de, mü'minin evinde Kur'ân-ı Kerîm'den mümkün olduğu kadar okuyarak evinin nasîbini vermesidir. Hadîs-i şerîfte: “Müslüman evlerinde Arş'a kadar uzanan kandiller vardır. Yedi kat göklerde ve yerlerde olan mukârreb melekler onları tanır ve bu nur, içinde Kur'ân-ı Kerîm okunan mü'min evleridir derler” buyuruldu. Ebû Hüreyre (r.a.) buyurdu ki: “İçinde Kitâbullah okunan ev, ehline geniş olur. Hayrı çok olur. Melekler girer, şeytânlar çıkar. Aksine, Kur'ân-ı Kerîm okunmayan evler, ehline dar olur. Hayrı az olur. Melekler çıkar, şeytânlar o evde hazır olur.” Her gün beş âyet-i kerîme hıfz etmek de ehl-i islâmın sünnetindendir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm de beşer beşer indirilmiştir. Kırk gecede Kur'ân-ı Kerîm'i hatmetmek müstehâbdır. Buradaki geceden murad, gündüzü ile beraber bütün gündür. Gece denilmesinin sebebi, Kur'ân-ı Kerîm'i yalnız gündüz değil, gece de okumak gerektiğini tenbîh içindir. İmâm Gazâlî (r.âleyh), İhya kitabında, kırâatın miktarını şöyle der: “Kalb âmellerine meşgul olan sâlihler veya ilim yaymaya çalışanlar haftada bir hatim yapmalıdır.” (Ebûbekir b Muhammed, Şir'atü'l İslâm, s.72-77)
Karagöz ve Hacivat Hacivat (Soldan girer.) Hacivat: Vay Karagözüm, canım efendim, devletlim, sultanım, günaydın! Karagöz : Hay, bostan kuyusunun dibinde kalaydın! Hacivat: Karagözüm, hayırlı sabahlar olsun! Karagöz : Leş kargaları iki gözünü oysun! (Vurur) Hacivat: Aman Karagözüm, bana niçin vurursun? Ben sana güzel, hayırlı sabahlar diledim. Karagöz : Hasta yatıyordum, kafamı ütüledin. Hacivat: Niyetim akıl danışmak, yenemediğim bir güçlüğü yenmekti. Gece uykularım kaçtı. Düşündüm taşındım... Diyorum ki, bir iş çevirelim seninle... Karagöz : Çeviririz. Ama çevirdiğimiz bütün işler, sonunda arap saçına döner. Hacivat: Hayır, dönmez gözümün elifi. Karagöz : Şeytan diyor, gırtlakla şu herifi! Hacivat : Çok düşündüm, kazın ayağı öyle değil bu sefer. Karagöz : Peki nasılmış? Çıkar ayakkabını göster! Hacivat : Karagözüm, gece aklıma gelen öyle bir iştir ki, Allah inandırsın, azıcık bir emekle küpünü dolduracak, paraya para demeyeceksin. Karagöz : Daha dırlanırsan, köteği yiyeceksin! (Vurur) Hacivat : Ben bu tokatları, girişeceğim işin hatırı için yiyorum, yoksa yemem. Karagöz : Kırk yıllık sansara kurnaz tilki diyemem. Hacivat : Karagözüm, sen hiç sinema bilir misin? Karagöz : Bilirim. Hacivat : Doğru söyle, hiç sinemaya gittin mi? Karagöz : Gittim. Hacivat : Nasıl bir yerdir? Karagöz : Karanlıktır. Hacivat : Tamam, bunu bildin. Peki, insan sinemaya niçin gider? Karagöz : En başta, elbette, gözünü gönlünü eğlendirmek için gider. Hacivat : Hisse kapmaz mı? Karagöz : Kapar. Hacivat : İbret dersi almaz mı? Karagöz : Alır. Hacivat : Peki, bir film çevirsek, o hisseyi, ibret dersini veremez miyiz? Karagöz : Veremeyiz. Hacivat : Niye? Karagöz : Sende tıraş çok, bende okuma yazma yok. Hacivat : Bak Karagözüm, biraz düşün; her filmin içine bunca çarşı pazarı neden koyarlar? Karagöz : Koyarlar ki Hacivat, bu ölümlü dünyanın ucunda pazar var, pazarlık var. Her şey uyuşmaya bakar. Hacivat : Bak, nazar değmesin, bu işin olacağına senin de aklın kesti. Şimdi sıra, "Hicran Yarası" adlı bu filmin prodüktörünü, rejisörünü, senaristini ve baş artistini bulmaya geldi. Karagöz : Saydıkların nedir? Anlayamadım. Hacivat : Çevrilecek filmin yapımcısı, çekim- cisi, yazıcısı, yönetmeni, baş oyuncusu. Sıra bunları bulmaya geldi. Karagöz : Saydıkların olmadan film çekilemez mi? Hacivat : Çekilemez. Karagöz : (Üzerine yürür) Sen şöyle uzak dur, ben çekerim. Hacivat : Çekemezsin. Karagöz : Pilâvdan dönenin tahta kaşığı kırılsın, çekerim. Hacivat : Karagöz, sen çıldırdın mı? Karagöz : Saydıklarının hepsi ben olacağım. Olamazsam, ya şu senin keçi sakalını, ya da şu benim top sakalımı yolacağım. Mehmet SEYDA
O Değil De'nin dördüncü bölümünde Boğaç Soydemir, Onur Erdem'i konuk ediyor. Eski röportajlar, ekran personaları, Spor Servisi etrafındaki muhabbetin ardından konuğumuzun Türkiye'deki diğer Onur Erdem'leri geride bırakışını ve müzik piyasasındaki vaadini ele alıyoruz.
Bu video 10/04/2016 tarihinde yayınlanan “Meşru Siyaset ve Makyavelist Politikacılar” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Raşit Halifeler ve onların yolunda yürüyenler meşru siyaseti temsil etmiş ve Makyavelizm'e asla başvurmamışlardır. *Hazreti Osman (radıyallahu anh) da tevazu ve mahviyette ondan geri değildi. Önce Mekke'nin, daha sonra da Medine'nin en zenginlerinden olan ve Mute Hareketi'ne hazırlanılırken beş yüz deveyi yüküyle beraber İslam'a bağışlayan bir insandı. Fakat öyle bir mahviyet ve tevazu içindeydi ki, halife olduğu dönemde Mescid-i Nebevî'de kumdan bir döşek ve yastık yaparak öyle yatıyordu. Şehit edildiği esnada baraka gibi çok basit bir hanede bulunuyordu. İstese o da yaptırabilirdi ama onun yalıları, villaları, sarayları yoktu. *Hazreti Ali efendimizin, halife olduğu dönemde hükmettiği cihan bir yönüyle şimdiki Türkiye kadar yirmi idi. Fakat o iki kat elbiseye sahip değildi. Uzun zaman kuyulardan su çekip evlere su taşıyarak geçimini sağlamıştı. Merhum Seyyid Kutub “El-Adaletü'l-İctimaiyye fi'l-İslam” adlı eserinde diyor ki: “Hazreti Ali kış günlerinde yazlık elbise ile tir tir titriyordu. Yaz günlerinde de bazen kışlık elbiseyle buram buram ter döküyordu. Çünkü iki kat elbisesi yoktu.” Odun Taşıya Taşıya Omuzları Yağırlaşan Bir Peygamber Kızı.. ve Ekmeğini Zeytinyağına Bandırarak Karnını Doyuran Bir Halife *Hazreti Fatıma annemizin odun taşıya taşıya omuzları yağırlaşmış, değirmen çevire çevire elleri nasır bağlamıştı. Bir gün Efendimiz'e gelip o nasırlı ellerini göstermiş, “Ya Rasûlallah! Tahammülfersa oldu, artık götüremiyorum! Bize de ganimetten…” demişti. Peygamber Efendimiz, “Eve gidin, beni orada bekleyin” cevabını vermişti. En sahih hadis kitaplarında nakledildiğine göre, mübarek annemiz hadisenin devamını şöyle anlatıyor: “Gece olmuştu, biz yataktaydık. Efendimiz gelince, ayağa kalkmak istedik, ‘Olduğunuz gibi kalın' dedi. (Detayına kadar anlatıyor annem; diyor ki) Ayağının serinliğini göğsümde hissetim! Buyurdular ki, ‘Ben size istediğinizden daha hayırlı bir şey söyleyeyim mi? Yatağa girmeden önce 33 defa Subhanallah, 33 defa Elhamdüllilah, (33 veya) 34 defa da Allahu Ekber deyin, bu sizin için daha hayırlıdır!'” *Raşit Halifeler'in beşincisi sayılan Ömer bin Abdülaziz devletin başında bir emanetçi memur gibi durmuş; hazinenin dolup taştığı bir dönemde kendisi zeytinyağına ekmek bandırarak iftar ve sahur yapmıştır. Halası “Yeğen, hani abim zamanında bana bir şey veriliyordu?!.” deyince, “Halacığım, benim şahsi malım yok ki sana vereyim; ben ekmeğimi zeytinyağına banıp yiyorum!” cevabını vermiştir.
Aposto Premium dünyasına katıl! Keşif Sineması'nın ikinci sezonunun yeni bölümünde Rise of Empires dizisi ile Kin, Karanlık Gece ve LCV (Lütfen Cevap Veriniz) filmlerinden tanıyabileceğin oyuncu Cem Yiğit Üzümoğlu'yla fiziksel tiyatrodan televizyona, anıların parçalılığından duyguların evrenselliğine, kalan hatıralar ve gitme isteğine birçok konu üzerine hakkında sohbet ettik; Charlotte Wells'in sinemasını onunla keşfettik.
Gece-Gündüz Ansızın Gelebilecek Belalar ve Habîs Ruhlara Karşı lCa'fer-i Sâdık lKulûbu'd-Daria by Çınar Medya
“Ey Yeni Şafak'ın sahipleri! Gece yarısı eviniz aranmaya çalışıldığında avukatınız kimseyi bulamamıştı; bula bula beni bulmuştu, ben de oradaydım” dedi, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener. 28 Şubat sürecinde Yeni Şafak'a yönelik baskı ve dayatmaların yaşandığı dönemde ben de muhabir olarak çalışıyordum, hepsine şahit oldum. Hatta 2002'deki baskında az daha gözaltına alınıyordum. Meral Hanım'ın konuşmasını duyunca “Allah Allah ben niye hatırlamıyorum” dedim. Hemen arşivi açtım; gün gün, yıl yıl baktım. Ne 1999'da ne 2000'de ne 2001'de ne de 2002'deki baskınlarda Meral Akşener'in Yeni Şafak'ın sahiplerinin yanında durduğuna ilişkin bir bilgi veya fotoğrafa rastladım. Akşener konuşmasında, “Ey Akit, 1999'u hatırlıyor musunuz; panik içinde, Kocaeli'den milletvekili adayı olan eski İçişleri Bakanı Meral Akşener'i arayıp ‘Abla ne olursun bizi bir gürültüyle ziyaret et' dediğinizde seçim çalışmasını bırakıp İzmit'ten sizi ziyarete gelmiştim hatırlıyor musunuz?” diye soruyor. İki gündür Yeni Akit manşetinden tam aksine kendilerinin Akşener'e destek verdiğini yazıyor. Aynı konuşmada Meral Hanım, “Bundan yirmi sene önce yaşadığı haksızlık karşısında nasıl Sayın Erdoğan'ın yanına koştuysam, bu sefer de Ekrem kardeşimin yanına koştum” dedi. Bir kez daha şaşırdım, yine hafızamdan endişe ettim. 24 yıl önce Tayyip Erdoğan hakkında verilen mahkûmiyet kararı kesinleştiği tarihte gazeteci olarak Saraçhane'deydim. Devam eden günlerde de haber takip ettim, Meral Hanım'ın geldiğini ne duydum ne de gördüm. Olur ya üzerinden yıllar geçti, hafıza bu; unutur diye arşivi taramaya devam ettim. Erdoğan'ın mahkûmiyeti dolayısıyla Saraçhane'ye gelenlerle ilgili haberleri taradım, Akşener'le ilgili bir bilgiye rastlamadım. Hatta gelmeyip açıklama yapanlara da baktım. Mesela Deniz Baykal'ın, 25 Eylül tarihli gazetemizde yer alan habere göre, “Karar, Türkiye'nin demokrasi temellerinin yetersizliğinden kaynaklanıyor” diye tepkisi yer alıyor. Aynı haberde ve devam eden günlerde birçok siyasiden değerlendirme var. Hasan Celal Güzel, Besim Tibuk, Hasan Ekinci, Muhsin Yazıcıoğlu, Korkut Özal, Hasan Fehmi Güneş ve daha pek çok siyasetçi ve STK temsilcisinin tepkisi var. Fazilet Partilileri söylememe gerek yok zaten. MERAL HANIM KENDİSİNE BİR MAZİ UYDURDU Peki, Meral Hanım niye böyle gerçek dışı bir maziye sarılıyor... Çünkü İmamoğlu'na sarılması ters tepti. Akşener'in İmamoğlu'nu sımsıkı sardığı fotoğraf CHP'de infiale yol açtı. Yuvarlak masada huzursuzluğa, partisinde ise şaşkınlığa sebep oldu. Meral Hanım, beklemediği tepkiler gelince kendisine bir mazi uydurdu. Madem Meral Hanım, kapıyı araladı, biz de biraz maziye göz atalım. DYP Kadın Kolları Başkanlığı'ndan bu yana medyanın yakından tanıdığı Meral Akşener, oldukça renkli bir siyasetçi. Kadın Kolları Başkanı iken DYP'li kadınları toplayıp Mesut Yılmaz'ın evinin önünde gösteri yaptı. “Boşa Berna” pankartı açtırarak, kurulmak üzere olan Refah-ANAP koalisyonunun bozulmasında tuzu var. Susurluk skandalından sonra İçişleri Bakanı olan Meral Akşener, aralarında Fetullah Gülen'in de olduğu bazı karanlık isimlerin üzerine gidilmesini engelleyenler arasında yer aldı. TRT'DE BİLDİRİ OKUNURKEN SEN NE OKUYORDUN?
Ebû Musê (r.a.)'dan, Resûlullâh (s.a.v.) buyuruyor ki: “Bir adamda kucak dolusu dirhem (para) olsa da onları dağıtsa, başka biri de Allâh (c.c.)'u zikretmekle meşgul olsa, Allâh (c.c.)'u zikretmekle meşgul olan daha üstündür.” (Taberarî) Allâh (c.c.) yolunda mal harcamak çok büyük bir şey olmasına rağmen, Allâh (c.c)'u zikretmek daha üstündür. O halde Allâh (c.c.) yolunda malını harcamanın yanı sıra kendisine bir de Allâh (c.c.)'u zikretmek nasip olan bir zengine ne mutlu! Bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Her gün Allâh (c.c.) tarafından kullara ihsân ve ikrâmda bulunulur. Herkese kendi haysiyetine göre az veya çok bir şeyler nasip olur. Ancak hiçbir ihsân, Allâh (c.c.)'u zikretmek için insana tevfik verilmesinden daha üstün değildir.” İşi ve gücüyle meşgul olan, daima ticaret, ziraat ve memurlukla uğraşanlar, vakitlerinden birazını Allâh (c.c.)'u zikretmek için ayırmış olsalar, bedavadan bir kazanç elde ederler. Gece ve gündüzün yirmi dört saatinden birkaç saatini bu iş için ayırmak zor bir şey midir? Zaten vaktimizin çoğu lüzumsuz ve boş işlerde geçmektedir. Böyle kazançlı bir iş için zaman ayırmak neden zor olsun ki? Bir hadiste Resûlullâh (s.a.v.) buyuruyor ki: “Allâh (c.c.)'un en iyi kulu, Allâh (c.c.)'u zikretmek için ayı, güneşi, yıldızları ve gölgeyi araştıran kimsedir” Yani zikir ve ibâdet vakitlerine dikkat eden kişi demektir. Gerçi zamanımızda saatler ve zamanı gösteren aletler buna ihtiyaç bırakmamıştır. Ama yine de onları kısaca tanımak güzel bir şeydir. Çünkü saat bozulduğu veya yanlış gösterdiği zaman ibâdet vakitleri kaçırılmamış olur. Bir hadîs-i şeriîfte şöyle buyuruluyor: ‘‘Yeryüzünde Allâh (c.c.)'un zikredildiği toprak parçası, yedi kat altına kadar diğer toprak parçalarına karşı övünür.” (Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i A'mal)
“Allah'a karşı aldanışın, seni O'ndan ayırdı. Bu aldanıştan dön. Başına vurulmadan bu halden ayrıl. Felâket gelmeden önce tedbir yollarını ara. Başına belâ akrepleri çöreklenmeden ve yılanlar başına üşüşmeden, kötü halinden çekil. Bulunduğun hal yalnız seni sevince boğmasın. Çünkü sevinç geçici şeydir. Allahü Teâlâ şöyle ferman buyurdu: «Onlar, verilen şeyle ferahlandılar; biz de anîden ellerinden aldık, boşa düştüler.» (En'am, 44) Allah'ın indindekine kavuşmak, yalnız sabırla mümkün olur. O, her zaman sabırla emir buyurmuştur. İman sahibinin çoğu hali, sıkıntı ile geçer. Elindeki şeyler çok bile olsa, yine de sıkıntı içindedir. Çünkü bağlanmış olduğu birçok prensipler vardır. Onları yerine getirmek güçlüğü içinde kıvranır. Dünyada, ancak hiçbir prensibe bağlı olmayanlar rahat(!) eder. Onlar da hiçbir dine söz vermeyen dinsizlerdir. Allah'ın sevdiği kullar, belâya düştükleri zaman sabra koşarlar, ağlamaz ve sızlanmazlar. İman sahipleri, belâ içinde dahi olsalar iyi işleri ararlar. Bulundukları hal onlar için Hak katında derece arttırır. Evet, sabır olmasaydı beni aranızda göremeyecektiniz. Ben, kuş avlayan bir çocuk gibi, her an sizinle konuşmak istiyorum. Buraya koşarak geliyorum. Gece olur, uyuyamam. Gündüzleri bu yüzden gözlerim kapanık durur. Ayaklarım tuzağa tutulmuş gibidir. Allahü Teâlâ, beni sizin için bu hale getirdi. Ama, yazıklar olsun ki, siz bu hali anlamak istemiyorsunuz. Eğer Hakk'ın muvafakati olmasaydı bu anlatılanlar olmazdı. Bir defa düşünün, aklı başında olan bir kimse, şu şehirde oturur mu? Kendi keyfine göre burada durması, içinde bulunan uygunsuz ve huysuz kimselerle kalması kabil mi? Riya ortalığı kapladı. Zulüm arttı. Şüpheliler şöyle dursun haramları bile aldırmadan yapıyorlar. Hakk'ın nimetlerine küfür çoğaldı. Kötülere ve bilcümle fenalıklara yardım arttı. Çarşı- pazarı zındıklar – dinle alay edenler – kapladı. Kürsülerde şaraplar içiliyor. Halbuki orası hikmet kaynağı olmalı. İman, söz ve işten ibarettir. Mücerret iman sahibi olman seni düşmüş olduğun çukurdan çıkaramaz. Bu halinde ısrar eder; namazı, orucu ve diğer farz ibadetleri bir yana atarsan, sadaka tanımazsan iyi olmaz. Bunları terk etmek senin için felâketten başka bir şey doğurmaz. Günah çukurundan tevhidin hangi harfi seni çeker, çıkarır? «Allah'tan başka ilâh yok» dediğin zaman bir dâva peşine düşmüş oluyorsun. Her dâvada şahit isterler. Şahidi olmayan kaybeder. Bu durumda şahit, emirleri tutmak ve yasakları bir yana atmaktır. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü belâ ve mihnete göğüs gerip sabırlı olmak da bir şahit sayılır. Aynı zamanda bunlar senin için yol delili demektir. Söylediklerimiz yapılacağı zaman da ihlâsa sarılmak gerekir. Hiçbir söz amelsiz kabul edilmez. Ve hiçbir amel de ihlâs olmadan kabul edilir değildir. Peygamberin (S.A.) yolu ihlâstan ibarettir. Şu anda yanımda oturuyor ve sözümü dinliyorsunuz. Gözlerinizden yaş da akıyor. Az sonra dışarı çıkıyorsunuz, sanki az önce öğüt dinleyen siz değildiniz ve gözlerinizden yaşlar akmıyordu. Kalbiniz hemen katılaşıyor, önünüze çıkan, hele bir fakir olunca, yanınıza bile yanaştırmak istemiyorsunuz. Bu anlatıyor ki, yalandan ağladın. Sözlerimi candan dinlemedin. Sözlerimi Allah için dinlemelisin ve Allah için gözlerinden yaşlar akmalı… Yanımda işittiğin söz, ilk başta sırrına geçmeli. Sonra kalbine akmalı, daha sonra, bütün duygularına sirayet etmeli. Hayra böylelikle varılır. Bana geldiğiniz zaman, ilminizi, dilinizi, nesebinizi bir yana atınız. Çocuklarınızı ve bütün tanıdıklarınızı bir yana bırakınız. Yanımda, sizleri Haktan gayrı her şeyden âri görmeliyim. Ancak böyle yaparsanız O, sizi fazlı ve ihsanı ile örter. Bu hali kendinde benimsedikten sonra, iradesiz beslenen bir kuş gibi olursun. Kalbine Hakk'tan nur gelir. Buna işaret olarak Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyurur: - «İman sahibinin ferasetinden sakının; çünkü o, Allah'ın verdiği nurla bakar.»
21 ARALIK GECESİ KARANLIĞIN IŞIK ENERJİSİYLE DÖNÜŞTÜRMEMİZ GEREKİR... BU GÜÇLÜ ENERJİYİ HAYRIMIZA DÖNÜŞTÜRMEYE NİYET EDİYORUZ. MEDİTASYONA BAŞLAMADAN ÖNCE GERÇEKLEŞMESİNİ İSTEDİĞİNİZ 7️⃣ HAYALİNİZİ BELİRLEYİNİZ.
Adamın birinin bahçesinde bir armut ağacı varmış. Armutlar öyle güzelmiş ki, ağaca bir dev dadanmış. Adamın üç oğlundan en büyüğü devi öldürmeye karar vermiş. Gece olunca armut ağacının arkasına gizlenmiş. Ancak devi görünce korkudan ardına bakmadan kaçmış. Sonra şansını ortanca oğlan denemiş, ancak O da devi görünce korkup kaçmış. Sonunda sıra en küçük oğlana gelmiş sıra. Gece çökünce dev gelmiş. Küçük oğlan cesur çıkmış. Gizlice devim arkasına geçip kılıcıyla devi yaralamış ve canı yanan dev kuyuya atlamış...
Mis‘ar b. Kidam İmâm Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)'in gece ibâdetini şöyle anlatır: “Onu sabah namazını kılarken gördüm. Namazdan sonra öğle namazına kadar diğer insanlarla birlikte ilimle meşgul oldu. Öğle namazından sonra ikindiye, daha sonra akşama ve yatsıya kadar tekrar ilimle meşgul oldu. Ben içimden “nâfile ibâdete zaman ayıracak mı?” diye geçirdim ve takip etmeye başladım. İnsanlar dağılınca damat gibi giyinerek mescide girdi ve sabaha kadar namaz kıldı. Sabah vakti olunca elbiselerini değiştirdi ve sabah namazını kıldı. Bu defa içimden “geceyi ibâdetle geçirdi gündüz ne yapacak?” diye geçti ve takip etmeye başladım. Ertesi gün de hiçbir değişiklik olmadan aynısını tekrar etti. Gece tekrar takip ettim önceki gecede yaptığı ibâdetlerini aynen tekrar etti. Sonra onu ben veya o ölünceye kadar takip etmeye karar verdim. Onun oruç tutmadığı gün ve uyuduğu gece görmedim. Sadece öğleden önce bir miktar uyurdu.” Şerik ise şöyle anlatır: “Bir sene onunla birlikte oldum. Yatağa yattığını görmedim. Bir gece namazında sabaha kadar “Bilakis kıyâmet onlara va‘dedilen asıl saattir ve o saat daha belâlı ve daha acıdır” (Kamer s. 46) âyetini, bir başka gece “Allâh (c.c.) bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu” (Tûr s. 27) âyetlerini sabaha kadar tekrar etti. Öğrencisi İmâm Ebû Yusuf (r.âleyh) bu şekilde ibâdet etmesinin sebebini şöyle anlatmaktadır: “Birlikte yürürken bir adamın; “Bu, geceleri uyumayan İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfe (r.a.)'dir” dediğini işitti ve; “Allâh (c.c.) insanlar arasında benimle ilgili böyle bir anlayış yaygınlaştırmış, Allâh (c.c.)'un beni bundan farklı görmesi uygun olur mu? Allâh (c.c.)'e yemin olsun ki insanları benimle ilgili konuşmalarında yalancı çıkarmayacağım” dedi.” (Muhaddisler Nazarında İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe, c.1, s.50-51)
Vahşi Gece, Noel akşamı bir grup paralı askerin, zengin bir eve girip insanları rehin almasıyla yaşananları konu ediyor. Zengin bir aile, Noel akşamı evlerinde keyifli bir gece geçirmeyi umar. Ancak bir grup paralı askerin evlerine girip herkesi rehin aldığında, ailenin eğlenceli geçmesini umdukları gece kabusa döner. Ancak paralı askerin hesaba katmadığı şey, bir dövüşçü olan Noel Baba'nın da orada olacağıdır. Noel Baba, onlara neden bir aziz olmadığını gösterecektir.
Bugün 8 Kasım 2022 #doğayıgözlüyoruz Bu gece ay tutulması olacak. Türkiye'den gözlenemeyecek olsa da göğe bakmak için fırsat yaratın; ay dolunay… #doğatakvimi
Ölürken yaşadım, yaşarken öldüm Ve sustum, sükutu besteler gibi. ~ •Dinlemek isteğiniz şiirleri yorum kısmına yazarsanız, sizler için yorumlayabilirim. Yeni şiirlerden haberdar olmak için; https://bit.ly/2IObl6a tıklayarak abone olabilirsiniz. ~ O gece ne kadar güzeldi mehtap Gönülden fışkıran nağmeler gibi. Ruhumu yıkayan bir seldi mehtap En tatlı ilk ve son buseler gibi. O gece o müthiş deniz durgundu, Ömründe susmayan rüzgar yorgundu, En kara gönüller aya vurgundu Leyla'yı içinde bulan er gibi. O gece zevkini duydum hayatın, Sırrını anladım mükevvenatın. Gönlümde yıkılan bir kainatın Sesini işittim giryeler gibi. O gece hayatım sanki masaldı, Şuurum o anın içinde kaldı, Kalbime ışıktan bir füsun doldu İnsanı çıldırtan handeler gibi. O gece felekten bir gece çaldım, Ömrümde son defa bahtiyar oldum; Ölürken yaşadım, yaşarken öldüm Ve, sustum, sükutu besteler gibi. O gece ne kadar güzeldi mehtap, Sandım ki ruhumda yükseldi mehtap, Gönlümü yıkayan bir seldi mehtap, Rüyada çalınmış buseler gibi. O gece gönlüm de aya vuruldu; İçimde küllenen ateş dirildi. Dünyada ne varsa yere serildi, “O” kaldı… Kalbimi seyreder gibi. O gece sevgim coşkun ırmaktı, Kalbimden taşarak o kalbe aktı; ………………. Gözlerime en keskin bakışla baktı: ”Ben de seni Atsız, ben de ….” der gibi… ~ Tüm Videolar: https://bit.ly/2EyYErA Abone Olmayı Unutmayınız: https://bit.ly/2IObl6a ~ Sosyal Medya Hesaplarım: https://facebook.com/muhammetkalemm https://instagram.com/MuhammetKalemm https://twitter.com/MuhammetKalemm #HüseyinNihalAtsız #OGece #Şiir
Amerika ziyaretinin öne çıkan özelliği, meğer vizyon imiş. Açıkladılar da öğrendik şükür. Ardından İngiltere için yollara düşülüyor. Daha sonra ver elini Almanya. İnanın ki Fransa, İtalya, Hollanda bize de gelse diye heyecanla beklemeye başlayacaktır. Hep vizyon meselesiymiş bunlar. İster inanın ister inanmayın. Her babayiğidin harcı değilmiş. Böyle açıklandığı zaman, bildiklerimiz karıştı, tereddüt yaşadık. Neymiş bu vizyon diye sözlüğe bakmak şart oldu. Televizyonun ikinci yarısı olmadığı aşikâr. Baktık, gördük... “Gösterme, gösteri, gösterim, görünüm.” Aynı zamanda şu anlamları barındırıyor vizyon: “Ülkü, sağgörü ve ileri görüş.” Ülkü, Atatürk'ün manevî kızıdır, soyadı da Adatepe'dir diyerek kenara çekilmesin kimse. Kelime anlamı peşindeyiz. Karşılığı şu: “Ardından koşulan, uğruna çalışılan, ulaşılmak istenen yüce erek.” Hey maşallah! “Bir numaralı ülkücü benim” sözü şimdi daha iyi anlaşıldı. Bunca yıldır ardından koşuyor… Gece gündüz çalışıyor, ulaşmak istiyor fakat bir türlü hedefe varamıyor. Sadece “nasip böyleymiş” deyip geçebilir miyiz? Yanlış olur fikrimce. Hazır sözlük elimizdeyken, sağgörü için de küçük bir zahmete girelim. (Sağduyu ile karıştırmayalım, o başka.) Sağgörünün karşısında “Gerçekleri yanılmadan ve vaktinde görüp sonuçlarını kestirebilme yeteneği” açıklaması var. Yani öngörü, ileri görüş; basiret. Vay canına! Hepsine tek tek bakarak, basirete kadar geldik. (Az daha gitsek, ferasete varacağımız kesin.) Ona da yakından bakalım. Basiret için derler ki: “Ölçülü görüş, doğru görüş, uyanıklık.” Vizyondan yola çıktık, yavaş yavaş ilerledik ve bakın sonunda nereye ulaştık. En son karşımıza uyanıklık çıktı. El hak. İsabet buyurmuşlar. Uyanıklık hususunda kimsenin şüphesi yoktur. “İhtiyaç duyduğu vizyonu bu ülkede aramayan, vizyon peşine düşüp emperyalist ülkeleri dolaşanlarla bir yere varılamaz” diyerek eleştirenlere (mesela Hulki Cevizoğlu'na) kulak asar mı uyanık olan? Vizyon adına Batı ülkelerini turlayacaksın. Basiret sahibi olacaksın. Görüşün ölçülü olacak. Sağgörüyle hareket edeceksin. “Bir numaralı ülkücü benim” diyeceksin ve böyle lâf sokanlar çıkacak karşına. 1. Ne gam? 2. Kim tutar seni! Yalnız, ufak bir hatırlatmada bulunmak zorundayız. Gücenmece yok. Bir tutarsızlık var bu tabloda. Görünüş ve gösteri başka, gerçek başka. Hatta bambaşka. Vizyon sahibi olmanın peşine düşeceğine, keşke televizyon sahibi olmayı düşünseydin. Bir tane büyük ekran alıp dönerdin. O zaman kimse bir şey demez, lâf sokmaya çalışmazdı. Yemin olsun. ÖZEL GÖRÜŞME Yunan Büyükelçi ile kapalı görüşme sonrası açıklama: “Dünya meselelerini konuştuk.” Sahi mi? Biz de ahireti konuştuğunuzu düşünmüştük.
Efendimiz'in (sav) kuşu ölen bir çocuğa taziyeye gittiği doğru mudur? Gece namaz kılmak için eşinden izin aldığı rivayeti nasıl anlamak gerekir? Efendimiz'in gece uykusuyla ilgili rivayetler. Kurandaki ayetleri nasıl anlamalı..
Bu seneki Altın Portakal'da En İyi Film ödülünü kazanan Karanlık Gece, suçun kitleselleşmesini ufak bir kasabadaki sanatçı bir karakter üzerinden işliyor. Kasabaya orman mühendisi olarak atanan Ali'yle müzisyen İshak'ın arkadaşlığı, kasabalılar tarafından antipatik bulunuyor ve farklılıklara izin vermeyen çoğunluğun baskıları, galip geliyor. Film polisiye türüne kaymamak için çırpındıkça çırpınıyor. Oldukça psikolojik yönden derinlemesine bir gerilim yaratan film, yönetmenin Sonbahar filminden sonraki en iyi işi denebilir.
Sorular Cevaplar Pedagog Adem Güneş. 02:17
Türkiye'nin Avrupa kupalarında mücadele dört takımı da dün gece oynadıkları maçlarda rakiplerini yenmeyi başardı.
Hasan Cömert, Ekrem Buğra Büte ve Zeynep Ocak ulusal yarışmadan Karanlık Gece ve LCV (Lütfen Cevap Veriniz) filmlerini konuşuyor.
Bir Gece l M. Akif Ersoy by Çınar Medya
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başörtüsü tartışması hakkında, "Seçim günü geçtikten sonra gençlerin dönüp yüzüne bakmayanlar, sandık ufukta belirince birden gençleri hatırladılar. Gece yarısı başörtüsüyle ilgili açıklama yapan Bay Kemal, bugü...
Gece uykuya dalmakta zorluk çekiyorsanız, rahat ve derin bir uykunun kollarına kendinizi bırakmak için bu meditasyonun size iyi geleceğini umuyorum. Şifa olsun
İstanbul'da, Beşiktaş Ortaköy'deki Ruby isimli gece kulübünde yaşanan ve daha önce 5 kişinin tutuklandığı silahlı kavgaya ilişkin sonradan tutuklanan işletmenin güvenlik görevlisi ifadesinde olayı anlattı. Tutuklananlardan işletmenin güvenlik göre...
Ses: Sonu Olmayan Gece, bilmediği bir numaradan gelen aramaya cevap vermesiyle hayatı değişen bir adamın hikayesini konu ediyor. Yeni bir eve taşınan Özgür, burada kime ait olduğunu bilmediği bir telefon bulur. Özgür'ün hayatı, gizli numaradan gelen bir aramaya cevap vermesiyle alt üst olur. Telefonun ucundaki kişi tarafından tehdit edilen Özgür, kendisine söylenenleri harfiyen yerine getirmek zorunda kalır. Ona verilen ilk görev, tanımadığı insanları evine çağırarak, gün doğumuna kadar sürecek gerilim dolu bir hesaplaşma yaşamak olur.
"Kıyılarıma çarpmasa açık mavi denizlerin, bu yürek ne Kongo'da durabilir ne İspanya'da yaşar."
8 Mart Kadınlar Günü için planladığımız bir sohbeti çok çok çok az bir gecikmeyle yayınlıyoruz. Tüm konular aşağıdalar, konuğum Deniz Özturhan'ı takip etmek isterseniz:Olumlu Dünya (podcast)Saygıdeğer Eski Eşim (youtube)Deniz Özturhan ile YTD (youtube)Çok da Fifi (standup)(Bunca bölümdür devam etmemi sağlayan tek şey, Patreon'dan irili ufaklı destek veren sizin gibi dinleyiciler. Bu destek doğrudan bana geliyor, normal reklam gelirleri ise yapımcımla paylaşılıyor. Ayrıca: Safsatalar Ansiklopedisi Kısaltılmış Edisyon).Bu podcast, Disney+ hakkında reklam içerir..Bölümler:(00:15) Önümüzdeki üç bölüm(02:17) Kadınlar gününde karanfil dağıtan adamlar(04:50) Erkeklik avantajları(07:40) Standup dünyası(09:30) Kadınlar komik değil ısrarı(12:00) Mizahın erkekliği ve menopoz(13:15) Kadın mizahının ekonomisi(15:45) Mizahın baskıyla ilişkisi(16:50) Feminizmin derdi hayatta kalmak(18:10) Evrim, adaletsizlik ve erkeğin lüzumu(22:55) Trans-feminist tartışması(25:05) Akıllara ziyan ateizm analojisi(26:25) Medyanın etkisi(27:40) Fraksiyonlar(29:50) İfşa konusu(32:15) BitiremeyişSee Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bosna Hersek ziyareti öncesi açıklamalarda bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan Yunanistan'a yönelik "Kilit atma noktasında hassasiyetimiz devam ediyor. Yunanistan bunun farkında. Bu konuda da çekidüzen vermiş gibi görünüyorlar.Y...
Günaydın. Türkiye'nin 2023-2025 ekonomik hedeflerini kapsayan Orta Vadeli Program yayımlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Yunanistan'a "bir gece ansızın gelebiliriz" dedi. AB telefon üreticilerine yönelik yeni kurallar önerdi. Bugünün bülteni BMI Business School destekleriyle ulaşıyor. Fotoğraf: ESA/Hubble
Bugün 30 Ağustos 2022 #göğebakalım
Semaver Turkish Stories for Turkish Learners Ali, nihayet uyandı. Anasını kucakladı. Her sabah yaptığı gibi, yorganı büsbütün kafasına çekti. Anası yorganın dışında kalan ayaklarını gıdıkladı. Yataktan bir hamlede fırlayan oğlu ile beraber tekrar yatağa düştükleri zaman, bir genç kız kahkahasıyla gülen kadın mutlu sayılabilirdi. Mutluları çok az olan bir mahallenin çocukları değil miydiler? Anasının çocuğundan, çocuğun anasından başka gelirleri var mıydı? Birlikte yemek odasına geçtiler. Odanın içini kızarmış bir ekmek kokusu doldurmuştu. 2. Semaver ne güzel kaynardı. Ali, semaveri, içerisinde ne yürek acısı, ne de kaza olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yalnız koku, buğu ve sabahın mutluluğu üretilirdi... 3. Ali'nin annesine ölüm, bir misafir gelir gibi geldi. Kadın, sabahları oğlunun çayını, akşamları da iki kap yemeğini hazırlaya hazırlaya akşam ediyordu. Fakat yüreğinin kenarında bir sızı duyuyor, akşamüstleri merdivenleri hızlı hızlı çıktığı zaman, bir kesiklik, bir ter, bir yumuşaklık hissediyordu. 4. Bir sabah, daha Ali uyanmadan, semaverin başında, üzerine bir fenalık gelmiş; yakınındaki sandalyeye çöküvermişti. Çöküş, o çöküş. 5. Ali, annesinin kendisini bu sabah niçin uyandırmadığına şaşırmakla birlikte, uzun zaman vaktin geçtiğini anlayamamıştı. Fabrikanın düdüğü, camların içinden tizliğini, can koparıcılığını terk etmiş ve bir sünger içinden geçmiş gibi yumuşak kulaklarına geldi. Yatağından fırladı. Yemek odasının kapısında durdu. Elleri masaya dayalı, uyuklar gibi görünen ölüyü izledi. Onu uyuyor sanıyordu. Ağır ağır yürüdü. Omuzlarından tuttu. Dudaklarını, soğumaya başlamış yanaklarına sürdüğü zaman ürperdi... 6. Sarıldı. Onu kendi yatağına götürdü. Yorganı üstlerine çekti, soğumaya başlayan vücudunu ısıtmaya çalıştı. Vücudunu, yaşamını bu soğuk insana aşılamaya uğraştı. Bütün arzusuna karşın, o gün ağlayamadı. Gözleri yandı; bir damla yaş çıkaramadı. 7. Ali, birdenbire zayıflamak, birdenbire saçlarını ağarmış görmek, birdenbire belinde müthiş bir ağrı ile iki kat oluvermek, hemen yüz yaşına girmiş kadar ihtiyarlamak istiyordu. Sonra ölüye bir daha baktı. Hiç de korkunç değildi. Tersine, yüzü eskisi kadar sevecen, eskisi kadar yumuşaktı. Ölünün yarı kapalı gözlerini metin bir elle kapadı. Sokağa fırladı. Komşu ihtiyar hanıma haber verdi. Komşular koşa koşa eve geldiler. O, fabrikaya gitmek için yola çıktı. Yolda giderken, annesinin ölümüne alışmış gibiydi. 8. Yan yana, kucak kucağa, aynı yorganın içerisinde yatmışlardı. Ölüm, kanı sıcak anasına geldiği gibi, onun bütün duyarlılığını, sevecenliğini, yumuşaklığını almıştı. Yalnız biraz soğuktu. Ölüm, bildiğimiz kadar korkunç bir şey değildi. Yalnız biraz soğuktu, o kadar... 9. Ali, günlerce evin boş odalarında gezindi. Gece ışık yakmadan oturdu. Geceyi dinledi. Anasını düşündü; fakat ağlayamadı. 10. Bir sabah, yemek odasında karşı karşıya geldiler. O, yemek masasının örtüsü üzerinde sakin ve parlaktı. Güneş, sarı pirinç maddenin üzerinde donakalmıştı. Onu kulplarından tutarak, gözlerinin göremeyeceği bir yere koydu. Kendisi bir sandalyeye çöktü. Bol bol, sessiz yağmur gibi ağladı. Ve o evde semaver, bir daha kaynamadı. 11. Bundan sonra Ali'nin hayatına bir salep güğümü girer. 12. Kış, Haliç çevresinde, İstanbul'dakinden daha sert, daha sisli olur. Bozuk kaldırımların üzerinde buz tutmuş çamur parçalarını kırarak erkenden işe gidenler, okulların öğretmenleri ve kasaplar, fabrikanın önünde bir süre dinlenirler; kocaman bir duvara sırtını vererek üstüne zencefil ve tarçın serpilmiş salep içerlerdi. 13. Yün eldivenlerin içerisinde saklı saygın elleri salep fincanını kucaklayan, burunları nezleli, yüreklerinde acı, pirinç bir semaver gibi tüten sarışın işçiler, okulların öğretmenleri, kasaplar ve bazen yoksul öğrenciler, kocaman fabrika duvarına sırtını verirler; üstüne rüyalarının sonrası serpilmiş salepten yudum yudum içerlerdi. Sait Faik Abasıyanık Seçme Hikâyeler, 1972 (Kısaltılmıştır.)
Basit Türkçe ile Haberler / News in Simple Turkish by skypeturkish.com Basit Türkçe ile Haberler'in yeni bölümüne hoş geldiniz. Bugün 5 Ağustos 2022 Cuma. Tayland'da Gece Kulübünde Yangın Tayland'da bir gece kulübünde yerel saatle gece 1'de yangın çıktı. Gece kulübünün adı Mountain B ve başkent Bangkok'un 150 kilometre güneyinde. Yangında en az 14 kişi hayatını kaybetti, 40 kişi yaralandı. Yangının görüntüleri sosyal medyada paylaşıldı. Kurtarma ekiplerine göre, gece kulübündeki duvarlarda yanıcı metaller vardı. Bu metaller yangını daha şiddetli yaptı. Ekipler, yangını kontrol altına almak için iki saatten fazla çalıştı. Yangının sebebi henüz bilinmiyor. Hayatını kaybeden kişilerin hemen hepsi Tayland vatandaşı. Tayland Başbakanı Prayuth Çan-oça'ya göre, hayatını kaybeden kişilerin ailelerine yardım yapılacak. Ayrıca, ülkedeki eğlence merkezlerinde acil çıkış kapıları zorunlu olacak. Dinlediğiniz için teşekkürler! Lütfen bu bölümü Türkçe öğrenen diğer kişilerle de paylaşın! Yeni bölümde görüşmek dileğiyle, hoşça kalın!
Turkish Stories for Learner Turkish ALIŞKANLIKLARIN HAYATIMIZDAKİ YERİ Alışkanlıklar; davranışlarımızı, düşüncelerimizi veya duygularımızı yönlendiren, zamanla otomatik hâle gelen hareketlerdir. Doğuştan gelen bir özellik değildir. Sonradan kazanılan davranışlar, düşünceler ve duygular şeklinde karşımıza çıkar. Bazı insanlar, kaşlarını çatmayı ya da öfkelenmeyi alışkanlık hâline getirmiştir. Buna karşılık bazılarının ürkeklik, düşmanlık, şüphecilik gibi bir takım alışkanlıkları vardır. Bazı kişiler ise, huzur, kaygı ve korku veren olaylar karşısında farklı alışkanlıklar edinmiştir. Hayatımız boyunca birbirini izleyen başarı ya da başarısızlıklarımız hep alışkanlıklarla ilgilidir. Bunlar, hayatın zorlukları karşısında gösterdiğimiz tekrarlardan kaynaklanmaktadır. Önce biz alışkanlıkları oluştururuz sonra da alışkanlıklar bizi oluşturur. Değiştirmek istediğimiz bazı kötü alışkanlıklarımız vardır. Bu alışkanlıklar çoğu zaman kendimize ve çevremize zarar verir. Sınıfta yüksek sesle konuşmak, yalan söylemek, düzensiz olmak, saygısız olmak… bunlardan bazılarıdır. Erken yatmak ve erken kalkmak, dişlerimizi fırçalamak, tabağımıza yiyebileceğimiz kadar yemek almak, spor yapmak, toplum kurallarına uymak ise faydalı alışkanlıklardandır. Faydalı alışkanlıklar; bazen yemek yerken, bazen yürürken, bazen bir iş yaparken, bazen de toplumsal bir organizasyon içerisinde yer alırken ortaya çıkar. Bu alışkanlıkları günlük hayatımızda uygulamak bizim elimizdedir. Kendimizi duygusal, fiziksel ve manevi anlamda daha güçlü hissetmemizin en önemli unsurlarından biri de faydalı işler yapmaktır. Eğer yapmamız gereken bir iş varsa bunu hemen yapmalıyız. Birçoğumuzun yapmamız gereken işleri ertelemek gibi kötü bir alışkanlığı var. Ertelediğimiz her iş tembelleşmemize sebep olabilir. Güzel alışkanlıklar, olumsuz gördüğümüz kişilik özelliklerimizi örter. Güzel ve olumlu alışkanlıkları devam ettirmek kişiliğimizdeki kıraç toprakları yeşillendirecektir. Eğer bir şeyler yapmaya çalıştığınızı; ama bir türlü başarılı olamadığınızı düşünüyorsanız, alışkanlıklarınızda yanlış olan bir şeyler var demektir. Gece geç yatmak, uzun süre bilgisayar başında oturmak, sağlıksız beslenmek, işlerini geciktirmek, plansız olmak bunlardan bazılarıdır. Duygusal olarak kendinizi güçlü hissetmek istiyorsanız bugünden itibaren alışkanlıklarınızı gözden geçirmelisiniz.
Biri trende, biri rüyalarda geçen iki macera kitabı hakkında konuşuyoruz.
Günün en sıcak ve çarpıcı gelişmelerini bulabileceğiniz FOX Ana Haber, deneyimli gazeteci Gülbin Tosun'un sunumuyla podcast yayınlarında sizlerle buluşuyor! FOX Türkiye Resmi Web Sitesi: www.fox.com.tr Facebook: https://www.facebook.com/foxhaber Twitter: http://www.twitter.com/FOXhaber Instagram: https://www.instagram.com/FOXhaber/
Alper Ender Fırat | Gözünü kapayan kendine gece eder | 21.07.2022 by Tr724
Sabahattin Ali'nin, Mehtaplı Bir Gece adlı öyküsünü Nisan Kumru'nun okumasıyla dinleyin.
Bu video 19/02/2017 tarihinde yayınlanan "DERİN VE CANLI MÜSLÜMANLIK" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Günümüzün cahil ve laubali teologlarını değil, her konuda kılı kırk yararak eserler yazmış ve örnek bir hayat ortaya koymuş selef-i sâlihîni takip etmek lazım!.. Gece, teheccüdü kaçırdığından dolayı, gündüz onu kaza ederken, “Bu esas, gece namazıydı ve berzah hayatını aydınlatacak bir projektör idi; ben nasıl oldu da bu geceyi böyle ölü geçirdim?!.” diye ağlayan/üzülen kaç insan vardır, o camileri lebâleb dolduran insanlar içinde?!. Bırakın onları, kaç imam vardır, kaç müezzin vardır, kaç vaiz vardır, kaç merkez teşkilatındaki ekâbir vardır, kaç Horasanlı Taylasanlı vardır?!. “Evvâbin'i kılamadım! Cebren li'n-noksan; farzımda, revâtibimde kusur etmiş olurum. Onu da kılayım ben!..” diyen kaç insan vardır?!. Kütüb-i fıkhiye'de anlatılan esaslar bunlar. Ezbere bir şey değil ki, alın bakın. Burada bunların hepsi de yine müşterek “Fethü bâbi'l-İnaye” ile beraber müzakere edildi. Yirmi eser var mıydı? Belki, yirmi ayrı fıkıh kitabı mütalaa edildi. Ben en âli mektepte meseleye bu şekilde yaklaşıldığını bilmiyorum; çünkü oralarda bile iş, geçiştirmeye bağlanmış. “Fihriste bak, işle, fişle, doktora yap, doçentlik yap, profesör ol; tamam, allâme-i cihansın!” O değil!.. O, müktesebatın bütününe vâkıf olma, esastır. O, Kütüb-i Sitte'yi birkaç defa baştan sona okumamışsa; “Falan şöyle diyor, filan böyle diyor!” Ben ona katiyen hadisçi demem. Efendim, o olsa olsa, “hüdeys”çi olur; muhaddis değil, “müheydis”!.. Yok öyle bir kelime. Evet.. Derin olma mecburiyetindeyiz. Dürer'e bakın, Gurer'e bakın; Fatih döneminde yazılan eserler. Yine o döneme ait İbrahim Halebî'nin “Mülteka'l-Ebhur”una bakın; sadece namaza müteallik, Haleb-i Sağîr'ine bakın. Belli bir dönemde yazılmış (Nuru'l-Îzâh şerhi) Merâki'l-Felâh'a bakın; onun haşiyesi, Tahtâvî'ye bakın… Onlara göre bir Müslümanlık… Selef-i sâlihînin dediği şeyleri süzmüş, değerlendirmiş, takdirlerde-tercihlerde bulunmuş, ortaya koymuşlar; “Müslümanlık budur!” demişler.
Alev Ersan, İbrahim Alam ve İlyas Odman'la ortak sergileri "mâzîk" üzerine söyleşiyoruz. Mâzîk, farklı queer jenerasyonların zaman ve ifade arayışlarına, karanlığa ve yalnızlığa duyulan ihtiyaca, iyileşme, dönüşme ve yaşlanma biçimlerine odaklanıyor. Derek Jarman ve Hikmet Birand'ın metinlerini bir araya getiren sergi, ismini Alam'ın eserinin bir parçası olan mazı meşesinin üzerine mazı arılarının yaptığı mâzîk'lerden alıyor.
Kent Hikayeleri podcast serisi deneysel bölümleri ile devam ediyor, bu bölümde birçok değişimin merkezinde yer alan ve hakkında çokça konuşulan Taksim'de bir haftasonu gece yürüyüşüne çıkıyoruz. Bölüm boyunca Pakistan'dan buraya gelen turistlere, uzun süredir sokakta faaliyet yürüten bir sanatçıya ve İstanbul'u yeni evi bellemiş bir İsveçli'ye kulak vereceğiz. Şehrin değişen yüzünü aynaladığımız bu bölümde değişen mekan isimlerini ve aynı kalan Taksim klasiklerini dinliyoruz.
Turkish Stories for Learner Turkish GAZİANTEP'TE DÜĞÜN Düğünler, Türk kültürünü yansıtan en önemli geleneksel değerlerdendir. Yöreden yöreye değişen düğünler, kuşaktan kuşağa aktarılarak, günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. Gaziantep'in Karkamış ilçesi, oldukça coşkulu geçen düğünleri ile bu gelenekleri hâlâ devam ettirmektedir. Güneydoğu'nun bu şirin yöresinde; düğüne bir hafta kala damadın erkek arkadaşları tarafından oğlan evine bayrak asılır. Bu, o evde düğün olacağını gösterir. Artık bir düğün havası esmeye başlar. Kız evinde ise ayrı bir telaş vardır. Kızın ailesinden birkaç kişi, hazırlanan çeyizi kına gecesinden önce kız evinde sergiler, isteyenler çeyizi görmeye gelir. Kına gecesinin sabahı, erkek evinde davul-zurna çalınarak düğünün başladığı duyurulur. Düğün halayı artık başlamıştır. Akşam, gelini kınanın yakılacağı yere getirmek ve kınayı hazırlamak, gelinin yakın arkadaşlarından seçilen sağdıçların görevidir. Sağdıçlar tarafından mum ve çiçeklerle süslenen kına, tepsi içinde ve davul-zurna eşliğinde düğün alanına getirilir. Gelin, alanın ortasına oturtulur ve başına kırmızı bir örtü örtülür. Kına tepsisi, halay sırasında bekâr kızlar tarafından gelinin etrafında dolaştırılır. Mâni ve türküler söylenerek kına yakılır. Kına gecelerinin hüzünlü ve duygusal havasını herkesin yüzünde görmek mümkündür. Gelinin arkadaşları, geline nazar değmesin diye toplu hâlde “maşallah” çeker. Düğünün ikinci günü, oğlan evinde tatlı bir heyecan vardır. Gençler, davul-zurna eşliğinde halay çekerken, kadınlar da misafirlere en güzel yemekleri sunmanın telaşına düşer. Bir yandan da ertesi günün yemeği yapılmaya başlanır. O gün çekilen halaylarda ayrı bir coşku vardır. Yöre insanının karakteristik özelliği, halk oyunlarında ve müzikte kendini gösterir. Halay esnasında omuz omuza verilir, ayaklar ve dizler toprağı dövercesine yere vurulur. Bu, halk arasındaki birlik ve beraberliği gösterir. Halay sırasında, halay başı öne çıkarak hünerlerini gösterir. Zaman zaman çalgıcılar, halay başı ve yanındaki arkadaşının tuttuğu mendilin altından maharetlerini sergileyerek geçer. Halayın hareket ve güzelliğini gösteren bu olay, oyun esnasında birkaç kez tekrarlanır. Sabahın erken saatlerinde başlayan düğün telaşı akşama dek devam eder. Akşam, damadın kınasını da yine sağdıçlar hazırlar. Kınadan önce, damadın kaçırılıp saklanması da geceye ayrı bir heyecan katar. Damadı kaçıranlar, ancak istekleri yerine getirildiğinde onu düğün alanına geri getirirler. İstekler bununla bitmez. Kına yakılırken birisi masaya oturur ve isteği yerine getirilene kadar kalkmaz. Kınadaki önemli olaylardan biri de kınanın ilk olarak yetim birine yakılması âdetidir. Gelinin kına gecesindeki hüzün, damadın kına gecesinde yerini sevinç ve coşkuya bırakır. Gece halaylarla devam eder. Ertesi gün, gelin nikâh için hazırlanır. Gelin ve damat çevrede bir süre konvoy eşliğinde gezdirilir. Halaylar eşliğinde baba evinden alınan gelin, yeni hayatına doğru ilk adımını da atmış olur. Damadın evinin avlusunda, gelin ve damadın çay bardağı kırmasının nazarı engellediğine inanılır. Bereket ve mutluluk getirsin diye başlarından aşağı bulgur ve şeker saçılır. Düğünün son aşaması ise takı merasimidir. Bu merasimde, hangi takının kim tarafından takıldığı duyurulur. Firik pilavı, “ekşili” denilen taze fasulye, et haşlaması ve ayrandan oluşan yemeğin yenmesiyle düğün son bulur.
Sedat Peker O Gece Için Uyardı; 'Tecrübe Konuşuyor, Inanın' MEDYADA BUGÜN by Tr724
Turkish Stories for Learner Turkish AFETLER 17 AĞUSTOS 1999 ADAPAZARI DEPREMİ Hep aynı rüyayı görüyordum: Ailecek Türkiye'deki evimizdeyiz. Kocam, kızım ve oğlum... Gecenin derin sessizliğinde çıt yok. Birden yer gök sarsılıyor, evimiz yıkıldı yıkılacak... Telaşla dışarı fırlıyoruz, avluda bulunan araba garajına sığınıyoruz. Büyük bir gürültüyle yıkılıyor evimiz... Toz duman, çığlıklar... Bir kâbustan uyanır gibi yataktan doğruluyorum. Soluk soluğa, yüzüm terler içinde, etrafıma bakınıyorum. Aynı rüyayı üç kez görmüştüm. İkisini Almanya'da; üçüncüsünü ise Adapazarı'ndaki evimizde... Bir gün kocama anlattım. Dinledi “Hayır olsun!” dedi. Derken dünya işleri, vatanıma kavuşmanın heyecanı, neşesi rüyayı bana unutturdu. 1999 yılının temmuz ayıydı. Havalar öylesine sıcaktı ki! İnsanı bayıltan bir sıcaklıktı bu. Hani gölgeler de olmasa, kesin ölebilirdi insan, diye düşünüyordum. Yıllardır Almanya'dayız. Bu yüzden her temmuz ayında yollara düşüyor ve memleketimize geliyoruz. Bu yıl da Adapazarı'ndayız. Bazen rüyam geliyordu aklıma, dalıp gidiyordum. Ağustos ayının 16'sıydı. Unutmuştuk Almanya'yı... Memleketimizde, eş dost arasında çok güzel günler geçiriyorduk. Görülmedik bir yazdı. O ne sıcaktı! Giderek artıyordu sıcaklıklar... Bir ay önceki güneş tutulmasından sonra komşularımız havanın çok sıcak olduğunu söylüyordu. Gece saat 12:00'yi geçmiş olmalıydı. Sokaklarda kimseler yoktu. Uzaklardan acayip gürültüler ve köpek ulumaları geliyordu. Zamanla onların sesi de kesildi. Erken kalkmak için uyumalıydım. Ama gözümde uyku yoktu. Birden gördüğüm o kâbus gibi rüya aklıma geldi. Evet, evimiz yıkılmıştı. Ailecek dışarı fırlamıştık... Bu rüyayı zihnimden atmaya çalıştım. Hatırlamak istemedim. Yerimden kalktım. Yan odaya geçtim. En iyisi, uyumaktı. Yatağa girdim. Hafiften dalmışım. Derken, büyük bir gürültüyle uyandım. Önce rüya görüyorum sandım. Yine aynı kâbus diye düşündüm. Her şey sarsılıyordu. Yerimden zorlukla doğruldum. Ayakta duramıyordum. Evin içindeki eşyalar devriliyor, sallanıyordu. Deprem olmuştu. Eşyalar yerle bir olmuştu. Her yer darmadağınıktı. Evdekilere seslendim: “Haydi balkona!” diye bağırdım ve yürüdüm; ister istemez onlar da arkamdan koştular. Balkonun kapısını açınca şaşkınlıktan donakaldım. Hemen önümüzde bahçe vardı. Oysa evimiz zemin katta değil ikinci kattaydı. Nasıl bahçede olabilirdik! Hep birlikte balkondan bahçeye geçtik... Manzara korkunçtu. Apartmanın iki katı yere çökmüş, bizim balkonumuz da bahçe ile eşit seviyeye gelmişti. Dehşet içinde etrafımıza bakındık. Her taraf zifirî karanlıktı. İniltiler, feryatlar, uğultular duyuluyordu. Sabah, gün doğduğunda, o acı gerçeği öğrendik. Adapazarı'nda, Gölcük'te, İzmit'te ve İstanbul'da binlerce ev yıkılmış, on binlerce insan ölmüştü. Memleketimiz, tarihin en büyük depremlerinden birini yaşamıştı. Hâlâ şaşkınlıkla düşünüyorum: Almanya'da iken gördüğüm kâbus gibi rüya, aynen gerçekleşmişti.