POPULARITY
Bu bölümde, kitap kulübümüzün yazarla buluşma etkinliğinde ağırladığımız Dünya ve Avrupa Bilim ve Sanat akademileri üyesi, beyin ve hipofiz cerrahı Prof. Dr. Türker Kılıç ile söyleşimizden bir derlemeyi sunuyorum.Son yıllarda yapılan kapsamlı çalışmalara rağmen beyin vücudumuzun hakkında en az şey bildiğimiz parçası olmaya devam ediyor. En büyük gelişme ise bu çalışamlarda sadece beyni değil tüm yaşamı anlamamıza kapı açan yeni bir matematiğin keşfedilmiş olması.Türker Hoca, yaşamın aslında bir enformasyon sistemi olduğu fikrini ele alarak, beyin nasıl düşünce üretiyorsa yaşamın da aynı şekilde gerçeklik ürettiğini vurguluyor. Bu bakış açısı, modern bilimin temel taşlarını yeniden gözden geçirmemizi sağlıyor. Peki, yapay zeka gerçekten “yapay” mı? Kılıç'a göre, her enformasyon işleyen sistem er ya da geç zeka üretiyor. Bu durumda, insan zekası ile yapay zekanın gelecekte nasıl bir etkileşim içinde olacağını anlamak büyük önem taşıyor.Eğitim sistemimiz ise başka bir önemli konu. Mevcut sistemin sahip olmaya dayalı bir yapı üzerine kurulu olduğunu, ancak çocukları geleceğe hazırlamak için sahip olmaya değil anlamlandırmaya dayalı bir modelin gerekliliğini vurguluyor. İhtiyacımız olan eğitim modelini şöyle tanımlıyor: Merakla başlayıp çalışkanlıkla zeki olmanın üzerine eklemlendiği, yaratıcılık ve iyilik haliyle devam eden, anlamlandırmayla sonuçlanan bir eğitim.Hocanın canlı hayat, bilinç, yaşamın anlamı üzerine dile getirdiği düşünceler çok etkileyici. Üzerine düşünmek şart ve eminim podcastimin en uzun bölümünün bazı kısımlarını tekrar tekrar dinlemek isteyeceksiniz.Bilim ve felsefenin kesiştiği, zihninizi açacak bu bölümü kaçırmayın!Türker Hoca'nın geçtiğimiz Eylül ayında çıkan “Nasıl Daha İyi ve Güzel Bir Yaşam Kurarız? Beyinbilimin Yanıtı” adlı kitabını okumanızı hararetle tavsiye ediyorum.(04:40) Beyin hakkında bilmemiz gerekenlerin ne kadarını biliyoruzdur? (09:53) Kadim bilgi ile bilim kavuştu mu? (Ufuk Çarşıbaşı'nın sorusu) (17:05) Çocuklarımızın eğitimine nasıl yön vermeliyiz? (Fatma Saniye Canbek'in sorusu) (29:17) Fizik-Kimya-Biyoloji, canlılığın kaynağı hangisi? (36:08) Yapay zeka beynimizle nasıl bir ilişki içinde olacak (Aycan Acar Şahin'in sorusu) (44:56) Bilinç nedir? (49:55) Yeni bir yaşam nasıl kurulacak? (Feyza Demir'in sorusu) (01:02:08) En yetkin öğretmen yaşamın kendisi (01:04:17) Türker Hoca'nın kardeşi Yasemin Şahin'in kitaptan alıntısıSupport the show
Bölümün Youtube videosu;https://youtu.be/NUqzaqkgonQDestek vermek isterseniz;Youtube linki: www.youtube.com/@yasinacarpodcasttInstagram linki: www.instagram.com/yasinacar50
Yılın ilk bölümünde konumuz edebiyatın, sinemanın büyük malzemelerinden biri, insanlığın kadim dansı; sevişmek. Sevişmenin ruhla ve bedenle ilişkisine, haz mekanizmalarımıza, arzuya dair konuşuyor ve anlamaya çalışıyoruz, her zamanki gibi kitapların ve filmlerin bize açtığı kapılardan geçerek. Bölümde adı geçen tüm kitap ve filmlerin listesini @1kitap1film.us instagram hesabımızda bulabileceğinizi hatırlatalım. Kapak görseli: René Magritte, Les Amants (1928)
Mersch, Britta www.deutschlandfunk.de, Campus & Karriere
Behind the Beard Season 2 Episode 25!! In today's episode, Mackenzie and Coach Bobby discuss the result against Pacific, the upcoming playoff game vs Cavalry, and navigating Daniel Parra's suspension. He share's his thoughts on Forge's rivalry with Cavalry and how it's evolved over the past 6 years. BTB has it's first official guest!Kadim played a crucial role defensively in central midfield, excelling in aerial duels. Coach Bobby highlighted that it was a great chance for him to step into the game.Despite missing a significant portion of the season due to injury, Terran Campbell still leads the league in goals. Both he and Seba Castello are expected to be in better form soon.Bobby emphasized the importance of avoiding burnout now that they've secured the regular-season title. The focus has shifted to their next target—hosting the final.Bobby is keeping Daniel fully involved in training to ensure he's prepared and ready for selection, should he be available for the final.Coach Bobby stated that the team wasn't hoping for a specific playoff opponent, whether it's Ottawa or Cavalry. Instead, their focus is on imposing their style of play, regardless of the opposition.Jelani Smith, Director of Soccer Operations, made his first guest appearance on Behind the Beard...Episode Breakdown: 0:00 - Downpour at Pacific 4:00 - Kadim's performance in central midfield 5:30 - Terran and Seba's recovery and return to play 6:45 - General reflections on the Pacific match 8:00 - Managing Daniel's suspension 9:40 - Team mentality ahead of the 27th 10:25 - Forge vs. Cavalry 15:00 - Jelani Smith's appearanceForge Audio Network The Forge Audio Network delivers the latest news, updates, and in-depth content for Forge FC fans, featuring voices like Steve Milton, Mackenzie Barwell, Kyle Bekker, Mitch Houlahan, Bobby Smyrniotis, Forge players and coaches, and Canadian Premier League experts. Regular shows include Forge Daily, The Captain's Log, Behind The Beard, Mac's Access, and more. Tune in via the Forge FC YouTube channel, Spotify, Apple Podcasts, or forgefc.canpl.ca, and be sure to follow Forge FC on social media to stay updated on all content. Twitter: @ForgeFCHamilton Instagram: @ForgeFC TikTok: @ForgeFCHamilton Facebook: ForgeFCHamiltonForge FC is playing for a chance to host the CPL Final at Tim Hortons FieldDate: 4:00Tickets: https://www.ticketmaster.ca/2024-cpl-qualifying-semi-final-forge-hamilton-ontario-10-27-2024/event/1000614892C50CC3
In this episode of Forge Daily, host Mackenzie Barwell recaps Forge FC's 2-0 loss to Atlético Ottawa in their second last regular-season match. Mackenzie discusses the game's key moments, the impact on Forge's playoff path, and the celebratory shield lift despite the tough result. She also looks ahead to the final regular-season clash against Pacific FC and discusses what's at stake for the league standings.Key Takeaways:Forge FC's 2-0 loss to Atlético Ottawa was marked by a slow start, early goals from Manny Aparicio and Samuel Salter, and no shots on target for Forge. This was their third loss to Ottawa this season.Despite the loss, halftime was full of fun fan appreciation activities, with trivia and keep-up competitions, offering fans a memorable experience.A heated second half with some controversial refereeing led to Ale Hojabrpour's ejection after two yellow cards. The introduction of Matteo and Kadim also contributed to Forge's U21 minutes accumulation.After the match, Forge FC lifted the CPL shield to celebrate their regular-season title, with Commissioner Mark Noonan's words underscoring the importance of their season-long success.Both Coach Bobby Smyrniotis and Alex Achinioti Jonsson reflected on the reality of the season, emphasizing Forge's long-term consistency and culture.Looking ahead to the final match against Pacific FC, Mackenzie breaks down what's at stake for playoff spots and how Forge is focusing on regaining momentum ahead of the postseason.Chapters: Intro & Ottawa Match RecapFan AppreciationSecond Half HighlightsCPL Shield LiftPost Match ReflectionsPlayoff PictureForge Audio Network The Forge Audio Network delivers the latest news, updates, and in-depth content for Forge FC fans, featuring voices like Steve Milton, Mackenzie Barwell, Kyle Bekker, Mitch Houlahan, Bobby Smyrniotis, Forge players and coaches, and Canadian Premier League experts. Regular shows include Forge Daily, The Captain's Log, Behind The Beard, Mac's Access, and more. Tune in via the Forge FC YouTube channel, Spotify, Apple Podcasts, or forgefc.canpl.ca, and be sure to follow Forge FC on social media to stay updated on all content. Twitter: @ForgeFCHamilton Instagram: @ForgeFC TikTok: @ForgeFCHamilton Facebook: ForgeFCHamiltonForge FC is playing for a chance to host the CPL Final at Tim Hortons FieldDate: 4:00Tickets: https://www.ticketmaster.ca/2024-cpl-qualifying-semi-final-forge-hamilton-ontario-10-27-2024/event/1000614892C50CC3
#BabilKulesi Bazı şehirler var doğasıyla, insanıyla, kültürüyle göz kamaştırır ama talihsiz. Beyrut onlardan biri. Ahmet Yeşiltepe bu hafta Arap müziği denince akla ilk gelenlerden Feyruz'un memleketinde. Bir zamanlar Doğu Akdeniz'in Paris'i sayılan, Halil Cibran'ın, İbrahim Maalof'un, Kabbani'nin ülkesine götürüyor bizi. Fenikelilerin “Beyaz karlar ülkesi” dediği Lübnan'ın, iç savaş yıllarından bugüne kaç kere yakılan, yıkılan Beyrut'un hikayesini anlatıyor, adına yazılan şarkıları çalıyor. Feyruz'dan dinlediğimiz, Rodrigo'nun gitar konçertosu üzerine yazılmış sözlerden oluşan “Li Beirut” (Ey Beyrut) şarkısından, Enrico Macias'a, Ezginin Günlüğü'ne kadar Beyrut şarkılarını, Kabbani'nin dizelerini dinleyin. NEDEN BABİL KULESİ? Keşfetmek, hayata yeni pencereler açmak... Yeni bir yolculuk, sıra dışı keşifler, az bilinen hikayeler, unutulmuş ezgiler... Kadim sesler, uzak coğrafyalar... Ahmet Yeşiltepe ile Atilla Özdal, Babil Kulesi'nde insanlık tarihinin sıra dışı öykülerini, farklı coğrafyaların az bilinen geçmişini ve günümüz dünyasının ilham kaynaklarını, renkli alıntılarla zamansız bir belgesel olarak radyoya taşıyor. Orijinal seslerle birlikte “keşfedilmesi gereken” müzik eserlerinin süslediği her bölüm, günün her saatinde, her mekanda rahatlıkla dinlenebilecek bir “tarihi kayıt” niteliği kazanıyor. Böylece; öğrenmeyi seven, yeni bilgilere, farklı coğrafyalara, sıra dışı insan öykülerine merak duyanlar için “Babil Kulesi” heyecan verici bir podcast alternatifi de oluşturuyor. NTVRadyo'nun en sevilen belgesel serilerinden biri olan Babil Kulesi, cumartesi saat 23.10'da, tekrarı Pazar 12.30'da NTVRadyo'da. Her bölüm NTVRadyo'da yayımlandıktan sonra NTVRadyo'nun web sitesi www.ntvradyo.com.tr adresinde, Spotify ve tüm podcast platformlarında. İsteyen, istediği zaman dinleyebilsin diye.
#BabilKulesi Bazı şehirler var doğasıyla, insanıyla, kültürüyle göz kamaştırır ama talihsiz. Beyrut onlardan biri. Ahmet Yeşiltepe bu hafta Arap müziği denince akla ilk gelenlerden Feyruz'un memleketinde. Bir zamanlar Doğu Akdeniz'in Paris'i sayılan, Halil Cibran'ın, İbrahim Maalof'un, Kabbani'nin ülkesine götürüyor bizi. Fenikelilerin “Beyaz karlar ülkesi” dediği Lübnan'ın, iç savaş yıllarından bugüne kaç kere yakılan, yıkılan Beyrut'un hikayesini anlatıyor, adına yazılan şarkıları çalıyor. Feyruz'dan dinlediğimiz, Rodrigo'nun gitar konçertosu üzerine yazılmış sözlerden oluşan “Li Beirut” (Ey Beyrut) şarkısından, Enrico Macias'a, Ezginin Günlüğü'ne kadar Beyrut şarkılarını, Kabbani'nin dizelerini dinleyin. NEDEN BABİL KULESİ? Keşfetmek, hayata yeni pencereler açmak... Yeni bir yolculuk, sıra dışı keşifler, az bilinen hikayeler, unutulmuş ezgiler... Kadim sesler, uzak coğrafyalar... Ahmet Yeşiltepe ile Atilla Özdal, Babil Kulesi'nde insanlık tarihinin sıra dışı öykülerini, farklı coğrafyaların az bilinen geçmişini ve günümüz dünyasının ilham kaynaklarını, renkli alıntılarla zamansız bir belgesel olarak radyoya taşıyor. Orijinal seslerle birlikte “keşfedilmesi gereken” müzik eserlerinin süslediği her bölüm, günün her saatinde, her mekanda rahatlıkla dinlenebilecek bir “tarihi kayıt” niteliği kazanıyor. Böylece; öğrenmeyi seven, yeni bilgilere, farklı coğrafyalara, sıra dışı insan öykülerine merak duyanlar için “Babil Kulesi” heyecan verici bir podcast alternatifi de oluşturuyor. NTVRadyo'nun en sevilen belgesel serilerinden biri olan Babil Kulesi, cumartesi saat 23.10'da, tekrarı Pazar 12.30'da NTVRadyo'da. Her bölüm NTVRadyo'da yayımlandıktan sonra NTVRadyo'nun web sitesi www.ntvradyo.com.tr adresinde, Spotify ve tüm podcast platformlarında. İsteyen, istediği zaman dinleyebilsin diye.
Kadim dostum filozof imparator Marcus Aurelius ile kahve içtiğimiz bölüm :) Kendime Düşünceler kitabıyla ilgili yaptığım podcast bölümü: https://open.spotify.com/episode/1ZjpFzllk3jjDP7f22PiAx?si=n5Ysdo2nSXqipFB2Lt010Q Bir Yaşam Felsefesi Olarak Stoacılık podcast bölümü: https://open.spotify.com/episode/2bkatwjdeFmbVgpoaUJ2eA?si=EtnpVv1ER0qSYH_DSO9nsw
Kadim dostum Lucius Annaeus Seneca ile bir kahve bölümü
Anadolu'nun Şifacı Kadınları'nı sunduğum programın bu haftaki konuğu Aynur Güleçal. 1975 yılında İstanbul'da Samatya'da doğan Aynur, aslen Malatyalı. Ailesinin yedinci çocuğu olarak dünyaya gelen Aynur, Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü'nü bitirdikten sonra, muhasebe bölümlerinde çalıştıktan sonra Mali Müşavirlik yaptı. 22 yaşında vajinismus sorunu yaşayan Aynur, kendisini iyileştirmek için bedenini keşfetmeye ve şifalandırmaya başladı. Kendini tanıma ve şifalandırma yolunda birçok eğitim alan ve çalışmaya katılan Aynur, kundalini yoga ve kadın atölyeleri düzenliyor. Aynur'un çalışmalarını ve paylaşımlarını https://www.instagram.com/aynurgulecal/ Instagram adresinden takip edebilirsiniz. Keyifli idinlemeler :) ***** Anadolu'nun Şifacı Kadınları'na konuk ettiğim kadınların katılımıyla her ay gerçekleştirdiğim AŞK buluşmasına katılmak istersen, bir sonraki buluşmamız Regrasyon Terapisti Banu Gürün ve Bones For Life Eğitmeni Tülin Karagüllü. 24 Nisan Çarşamba saat 21:00'de yapacağımız buluşmada dik durma atölyesi ve kutsal benliğinle buluşma çalışması yapılacak. Detaylara ve katılım formuna aşağıdaki linkten ulaşabilirsin. :) https://docs.google.com/forms/d/1x7ufBZo0h9VOMNN8NQ7_SeiiEa71l7dnKzqgi_RqI24/edit?pli=1 ***** Beni desteklemek için Youtube kanala abone olabilir, bildirimleri açabilirsin :) https://www.youtube.com/c/DidemMollaoglu ***** Yazılarımı ve yolculuklarımı takip etmek istersen; https://www.instagram.com/didemmollaoglu/ ***** Anadolu'nun Şifacı Kadınları'nı aynı zamanda Spotify ve Apple Music'den podcast olarak dinleyebilirsin. https://open.spotify.com/show/312t5k7BqvGSv7c9l88Y6Z https://podcasts.apple.com/tr/podcast/anadolunun-şifacı-kadınları/id1519077215 ***** Ben Kimim? 2016'da tüm eşyalarını satarak çıktığı yolculukta henüz kendine doğru bir yolculukta olduğunu bilmiyordu. Ta ki yuvasından binlerce kilometre uzaklıkta Anadolu onu çağırana kadar. Yuvasına dönüşüyle birlikte kendi şifa yolculuğu başladı. Çünkü bir ağacın yeşermesi için önce köklerinin iyileşmesi gerektiğini biliyordu ve kökleri bu kadim topraklardaydı. Çıktığı bu yolculukta Maya Şamanizmden yogaya, yogadan tasavvufa uzanan farklı ilimlerin peşinden gitti, birçok eğitim aldı. Anadolu'nun Şifacı Kadınları'nı konuk ettiği bir podcast yapan Didem kendi deyimiyle Aşk'ı arayan bir aciz kul, yolcu. ***** Light Of Daytime by Vlad Gluschenko | https://soundcloud.com/vgl9 Music promoted by https://www.free-stock-music.com Creative Commons / Attribution 3.0 Unported License (CC BY 3.0) https://creativecommons.org/licenses/by/3.0/deed.en_US
TASAVVUF VE İNSAN PSİKOLOJİSİ
Kadim akıldan günümüzün fiili şartlarına doğru yaklaşarak, gerçekçi bir Filistin-İsrail analizi yapalım istiyorum. Sert ve yumuşak güç kullanılması, stratejiler, politikalar, kazananlar ve kaybedenler, ama en belirgin sonuç, belirsizlik! O halde en başta ifade edeyim, henüz bir şey söylemek için oldukça erken.
İsrâil dünyânın gözü önünde katliamına devâm ediyor. Duracağı da yok. Gûya “Medenî” dünyâdan gelen , pek çoğu da “mırın kırın” etmekten uzağa gitmeyen şikâyetler buna mâni değil. Eğer sosyolog Durkheim sağ olsaydı, dünyânın ahvâl ve gidişâtına bakar, muhtemelen Anomi'nin ikinci ve daha muhtevâlı cildini yazardı. Evet anomi, yâni kuralsız bir âdemiyet var karşımızda. İsrâil'in Gazze katliamı, olsa olsa bunun en irinli veçhesinden başka bir şey değildi. Bugüne kadar,târih tek bir gücün, tek başına hegemonik bir dünyâ işbölümü kurmasına elvermiş değildir. Kadim zırâî târihlerde zâten teknik kapasite böyle bir şeye imkân tanımıyordu. Mevzîî bir hegemonya dağılımı mevcuttu. Meselâ Hint, Çin, İran ve Roma alt hegemonik yapılanmaları buna işâret ediyordu. Güç mücâdeleleri çok defâ aynı alt coğrafyadaki rakipler arasında yaşanıyordu. Büyük İskender'in, tekmil dünyâyı feth etmek ve birleştirmek gayretinin nasıl bir fiyasko ile neticelendiğini biliyoruz. Modern târih, başta ulaşım ve iletişim sâhaları gelmek üzere, uzak coğrafyalarda kontrol sağlamak adına elbette çok ciddî bir kapasite artışını sağladı. Buna bağlı olarak yeni hegemonik güçler arasındaki paylaşım savaşları denizaşırı, kıt'alar aşırı bir boyut kazandı. Birleşik Krallık ve Fransa orduları Amerikalar'da savaşma kaabiliyeti kazandı. Bilindiği gibi bu rekâbetlerde dönemsel olarak üstün gelen Birleşik Krallık, ”üzerinde güneş batmayan devlet” olarak târihe geçti. Üzerinde güneş batmamakla berâber Birleşik Krallık bu başarısını, en azından kendisi açısından emin, istikrarlı ve güvenli bir şekilde taşımakta bir lâhza rahat yüzü görmedi. Akla ilk geliverecek olan iki unsur var. Bunlardan ilki, rekâbetlerin hakkından mutlak mânâda gelemeyişiydi. Hollanda ve Fransa'yı sindirmekle iş bitmiyordu. Yükselen yeni bir güç olarak Almanya, Birleşik Krallığın başını ağrıtmaya devâm ediyordu. İkinci olarak müstemlekelerden gelen isyân ve kıyamlar da müstemlekecilerin kronik migrenlerinden birisiydi. Bu iki unsur mühim olmakla berâber birinci derecede mühim olmadığını düşünüyorum. Ekonomik ve mâlî nitelikli başka ve daha derin sebepler vardı... Bir defâ müstemlekeciliğin organizasyonu başlı başına büyük mâliyetler getiriyordu. Hindistan gibi, iklimi, coğrafyası, bitki örtüsü, her nev'i tehlikeyi saçan hayvânatı, haşarâtı, mikropları, virüleri, kültürü, inançları, dilleri, gelenekleri ile Atlantik'ten gelen müstemlekeci insanlar için büyük bir bilmeceydi. Bu bilmeceleri çözmek ve müstemlekeciliğin, gerek alt gerek üst yapısını kurmak için büyük harcamalar yapmak mecbûriyetindeydiler. Burada getiri-götürü, fayda-mâliyet hesapları her zamân istendiği ve beklendiği gibi olmayabiliyordu. Hâsılı bu işlerin mâliyeti Birleşik Krallığı bîtap düşürdü. II.Umûmî Harp neticesinde koltuğu ABD'ye bıraktılar ve târihsel yüklerinden arınma yolunu seçtiler. Müstemlekeciliğin tasfiyesini biraz da bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Emperyalizm, kolonyalizmin brüt hesaplarının kapatılıp net hesaplara geçişini anlatır. ABD, yaşanan bu tecrübelerden esaslı bir ders çıkarmıştı. Evet, neticede ABD'nin merkezde, yorgun Birleşik Krallığın ise yedeğinde olduğu bir hegemonik dünyâ işbölümü kurulacaktı. Bunun mühendisliği başka türlü yapıldı. Müstemlekecilik sâdece statik hesap yapan bir mühendisliktiyse, emperyalizm hesaplarına dinamik bir boyut ilâve eden başka bir mühendisliktir. Şimdi bunlara bir bakalım.
Legendary Iraq singer Kadim Al Sahir releases new song in support of Gaza Listen to #Pulse95Radio in the UAE by tuning in on your radio (95.00 FM) or online on our website: www.pulse95radio.com ************************ Follow us on Social. www.instagram/com/pulse95radio www.facebook.com/pulse95radio www.twitter.com/pulse95radio www.instagram.com/pulse95radio
Kadim misafirlik paradokslarına düçar olduğumuz bu münakaşakımsı bölümde, misafir odasının tartışmalı kurallarını, dillere destan Alman misafirperverliğini, misafirinin lokmalarını sayan insanları tanıma yollarını ve 400bin €'yu çöpe atan kasketli dedelerimizi konuşup misafiriception hissi yaşadık.
Listen to #Pulse95Radio in the UAE by tuning in on your radio (95.00 FM) or online on our website: www.pulse95radio.com ************************ Follow us on Social. www.instagram/com/pulse95radio www.facebook.com/pulse95radio www.twitter.com/pulse95radio www.instagram.com/pulse95radio
Bu yazının gâyesi, Filistin'de yaşanan trajediye ışık düşürmektir. Orada yaşananlar, eğer bâzı iyimser beklentiler doğrultusunda daha fazla büyümeden sona erse de; kötümserler kulübünün öngörüleri doğrultusunda büyüse de fark etmeyecektir. Modern insanlık târihinde, eşi benzeri olamayan bir kırılma yaşadığımız âşikâr. İki bölüm hâlinde bu kırılmanın bir değerlendirmesini yapmak istiyorum. Gerek kadim gerek modern siyâset, nihâyette sistemik bir denge işidir. Bu denge, bir örüntü (pattern) olarak siyâsetin devamlılığı için asgarî bir şarttır. Meselâ kadim siyâset açısından adâlet tam da bunu ifâde eder. Adâlet çift taraflıdır. Devlet ve onu idâre eden siyâsal seçkinler, teb'a için can, mal, ırz husularında emniyeti sağlamak, kan dâvâlarını nihâyetlendirmekle yükümlüdür. Kontrolü sağlamak husûsunda ise kırmızı çizgi keyfîlik ve zulümdür. Bir iktidârın meşrû olabilmesinin, inandırıcılık ve otorite sağlamasının asgarî şartıdır bu. Buna mukâbil tebâ da, veri hiyerarşik iş bölümünü kabûl edecek, iktidârların sâhasına müdâhil olmayacaktır. Denge tam da bu noktada sağlanır. Aksi takdirde, tâbiyet tartışmalı olur. Kadim isyân târihlerinde hep bu dengenin bozulmuşluğu belirleyici olmuştur. Modern siyâsette, tablo farklı değişkenlerin devreye girmesiyle seyreder. Siyâsal iktidârların meşrûiyeti veyâ tâbiyet başka şartların varlığına bağlı hâle gelmeye başlamıştır. Artık siyâsal toplum veyâ ulus olarak anılmaya başlamış olan modern teb'anın yükümlülüklerinin neler ve ne kadar kadar olacağı, bireyler ve sınıflara âit hak ve özgürlüklerin sâhası ile dengelenme şartına bağlanmıştır. Buna ilâveten devlet ve onu idâre eden siyâsal seçkinler ile ulus arasındaki bu denge, adına kurucu yasa denilen metinler ile kayda geçirilmiş; bu sûretle garantiye alınmıştır. Aslında, sistemik siyâsal dengelerin ömrünü tâyin eden meselenin bir kaynak meselesi olduğunu anlamak çok da zor değildir. Sâhip olunan kaynaklar sağlama alınmış ise denge devâm eder. Hele hele bu kaynaklar belli bir zamân periyodunda arttırılabilir mâhiyette ise sistemik işleyişler devâmlılık sağlar. Bu çerçevede kadim dünyâ için söylenebilecek olanlar mahduttur. Toprak ile suyun buluşmasına bağlı olan verimli ziraat alanlarının ve dünyâ ticâret dolaşımını sağlayan ticâret yollarının kontrolü, vergi toplama becerisi birincil derecede mühimdir. İkincil olarak fetihler görece kapasite arttırımı sağlar. Ama zirâî medeniyette bunlar kelimenin semantik mânâsını tam olarak karşılar mahiyette iktisâdî; yâni mahduttur. Veri döngüler üzerinden tabiatın süprizleri zirâî üretimi geriletir,ticâret dolaşımı aksar, yayılma (fetih) imkânları ortadan kalkarsa sistem krize girer. Bunun neticesinde devletler açıklarını kapatmak için iç sömürüyü derinleştirir, ceberrutlaşır. Bu da sistemi taşıyan moral ilkelerin aşınmasıyla tezâhür eder. Yolsuzluk, rüşvet, irtikap, mahallî sömürü yaygınlaşır. Bu da sayısız istikrarsızlılara, isyanlara yol açar ve sistemik bir çöküş başgösterir.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 81 ilde bakanlığa bağlı il müdürlüklerine ailenin korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahın arttırılması amacıyla “Aile Çalıştayı” düzenlenmesine dair bir yönerge göndermiş. Göndermiş diyoruz çünkü bu toplantılardan ancak düzenlendikten sonra haberdar olabildik. Sözde, üniversiteler, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları ile kamu kurum ve kuruluşlarının katılımıyla düzenleneceği ifade edilen toplantılar neredeyse gizli saklı biçimde, kadınlardan, ilgili meslek örgütlerinden, sendikalardan adeta kaçırılarak gerçekleştirildi. Gerçek gazetesinin Eylül sayısında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı'nın, Adalet Bakanı'nın boşanma, nafaka hakkı gibi konuları tartışmaya açarak aile hukukunu sil baştan yazmaktan bahsetmelerine değinmiştik. AKP'nin kendi yanına alarak meclise soktuğu Hüda Par ve Yeniden Refah ile birlikte, kadınlar için zaten kolay olmayan boşanma sürecini daha da zorlaştırmanın, türlü çarpıtmalarla nafaka hakkını kadınların elinden almanın, hatta Medeni Kanun'da yapılacak ciddi değişikliklerin peşinde olduğu ortada. Böyle bir durumda, bakanlığın ve ona bağlı il müdürlüklerinin bu toplantılara kimi hangi kritere göre çağırdığı belli olmasa da amacı bellidir: İktidar, kadınların haklarına yönelik taarruzlarını son dönemin moda deyimi ile “biz tüm paydaşlardan görüş aldık” diye pazarlayacaktır. Bu toplantılar, ailenin korunması ve güçlendirilmesi kisvesi altında yapılan bu taarruza zemin hazırlama toplantılarıdır. Öyle ki çalıştaylar yapıldıktan sonra hazırlanan raporlar da gizli tutulmaktadır. Bakanlık çalıştayların düzenlemesine dair gönderdiği yönergeye bizzat raporların üçüncü kişilerle paylaşılmaması talimatını da eklemiştir. 81 ilde düzenlenen çalıştaylarda ele alınacak konular da yine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından belirlenmiş. Belirlenen 6 konu şöyle: “Aile, Eşitlik ve Adalet”, “Aile, Sosyal Kalkınma ve Refah”, “Aile, Hayat Boyu Gelişim ve Öğrenme”, “Aile, Çevre ve İklim”, “Aile, Teknoloji ve Dijitalleşme”, “Aile Odaklı Sosyal Hizmetler”. Bu kadar güdümlü bir şekilde düzenlenen toplantılara hasbelkader toplantılara girmiş kişilerin aktardıklarına göre bu başlıklar tartışılırken kadınları eve, gerekirse mutsuz evliliklere hapsetmeyi meşru görenler, kadınların toplumdaki rolünün sadece annelik olması gerektiğini savunanlar, evlenme yaşının yükselmesinden yakınanlar olmuş. Doğrudan şahit olmadık, basında görmedik, ama doğrudur, en azından bu zamana kadarki AKP iktidarlarına bakınca gerçekliği kuvvetle muhtemel iddialar olduğunu söyleyebiliriz. Dahası bu çalıştaylardan bazılarında ortaya çıkan başka örnekler, doğru olduğunu düşünmemiz için yeter de artar bile. Bir örnek Balıkesir'den. Balıkesir Valiliği kendi resmi internet sitesinde 22 Eylül günü çalıştayın haberini yayınlamış ve toplantıya katılan “paydaş”lardan Balıkesir Valisi İsmail Ustaoğlu'nun açılışta yaptığı konuşmayı aktarmış. Vali konuşmasında şöyle diyor: “Kadim geleneğimizde aile ile toplum, aile ile devlet bir ve hep beraber olmuştur. Tarihte bunun birçok örneğini görürüz. İşte büyük cihan padişahlarının aile yaşantılarından tutun, devletimizin, imparatorluğumuzun kuruluş sürecinden cumhuriyete geldiğimizde ve cumhuriyete geçiş sürecimizden itibaren hep ailelerin ön plana çıktığını, güçlü ailelerin hep ön planda olduğunu hep beraber görürüz.” Cihan padişahlarının aile yaşantısından kasıt kadınların köle cariyeler olduğu harem hayatı mı? Kadınların haklarını savunanları düşman olmakla suçladıkları aile bu mu? Kadınların bugün Medeni Kanun'da yazan nafaka, boşanma vb. konularda sahip oldukları hakların geriletilmesi girişimi, tüm kadınlara karşıdır. İşte bu nedenle bugün yapmamız gereken, haklarımızı savunurken dinin hukuka, siyasete, devlete karıştırılmaması temelinde laikliği de savunmaktır
Kadim dostum, mentorum gelmiş geçmiş en iyi filozof psikiyatr Carl Gustav Jung'a Giriş 101 tadında bir bölüm
Lu Beuate'nin katkılarıyla hazırladığım Anadolu'nun Şifacı Kadınları'nın bu haftaki konuğu İkra Sultan Samut. 1973 yılında Ankara'da doğan Sultan, 16 yaşında evlenip Almanya'ya yerleşti ve bir fabrikada çalıştı. 8 yıl Almanya'da yaşadıktan sonra Türkiye'ye dönerek farklı sektörlerde farklı işlerde çalıştı. Horosan erenlerinden Samut Baba soyundan gelen Sultan, 2006 yılında geçirdiği ameliyat sonrasında bir arayışa girdi. Birçok farklı şifa sanatları eğitimleri alan Sultan'ın paylaşımlarını ve çalışmalarını https://www.instagram.com/p/CIS3DZdJt1k/ Instagram sayfasından takip edebilirsiniz. Keyifli izlemeler :) Anadolu'nun Şifacı Kadınları'na konuk olan Lu Beauté markasının yaratıcısı sevgili Aylin İmren Çarıkçı ile yaptığımız sohbeti https://open.spotify.com/episode/4LlA9RIjyq85V8XmTWYhid Spotify üzerinden dinleyebilir, Aylin'i daha yakından tanıyabilirsiniz :) Ayrıca Lu Beauté'nin %100 doğal kişisel bakım ürünlerini https://lubeaute.com.tr web adresinden inceleyebilir, Lu Beauté'yi https://www.instagram.com/lubeauteofficial/ Instagram sayfasından takip edebilirsiniz. ***** Lu Beaute'nin severek kullandığım Deep Blue göz çevresi serumu özel formülüyle göz çevresini yağlandırmadan nemlendiriyor, kırışıklıkların azalmasına yardımcı oluyor. Hiç bir sentetik madde içermeyen, %100 doğal yağlarla hazırlanan ve mis gibi kokan bu mucize serumu https://lubeaute.com.tr adresinden inceleyebilir, dilerseniz 31 Ağustos 2023 tarihine kadar geçerli olacak ASK20 kodunu kullanarak %20 indirimli alabilirsiniz. Ayrıca lubeaute'nin instagram sayfasını takip ederseniz hem cildinizle ilgili bilgilere ulaşır hem de cildinize uygun ürünleri inceleyebilirsiniz. Lu Beuaté ile "Kalbinin Işığını Tenine Yansıt" :) ***** Yeni bölümleri izlemek için kanala abone olabilir, bildirimleri açabilirsin :) https://www.youtube.com/c/DidemMollaoglu Yazılarımı ve yolculuklarımı takip etmek istersen; https://www.instagram.com/didemmollaoglu/ ***** Anadolu'nun Şifacı Kadınları'nı aynı zamanda Spotify ve Apple Music'den podcast olarak dinleyebilirsin. https://open.spotify.com/show/312t5k7BqvGSv7c9l88Y6Z https://podcasts.apple.com/tr/podcast/anadolunun-şifacı-kadınları/id1519077215 ***** Ben Kimim? 2016'da tüm eşyalarını satarak çıktığı yolculukta henüz kendine doğru bir yolculukta olduğunu bilmiyordu. Ta ki yuvasından binlerce kilometre uzaklıkta Anadolu onu çağırana kadar. Yuvasına dönüşüyle birlikte kendi şifa yolculuğu başladı. Çünkü bir ağacın yeşermesi için önce köklerinin iyileşmesi gerektiğini biliyordu ve kökleri bu kadim topraklardaydı. Çıktığı bu yolculukta Maya Şamanizmden yogaya, yogadan tasavvufa uzanan farklı ilimlerin peşinden gitti, birçok eğitim aldı. Anadolu'nun Şifacı Kadınları'nı konuk ettiği bir podcast yapan Didem kendi deyimiyle Aşk'ı arayan bir aciz kul, yolcu. ***** Light Of Daytime by Vlad Gluschenko | https://soundcloud.com/vgl9 Music promoted by https://www.free-stock-music.com Creative Commons / Attribution 3.0 Unported License (CC BY 3.0) https://creativecommons.org/licenses/by/3.0/deed.en_US
Welcome to The Times of Israel's Daily Briefing, your 15-minute audio update on what's happening in Israel, the Middle East and the Jewish world, from Sunday through Thursday. Knesset correspondent Carrie Keller Lynn and legal affairs reporter Jeremy Sharon join Amanda Borschel-Dan on today's episode. Keller Lynn starts of the program with a quick lowdown on where key parts of the judicial overhaul legislation stand right now and what we could expect from today's Knesset plenum. Yesterday evening, senior MK Yuli Edelstein was sanctioned by his Likud party for missing two key votes tied to the judicial overhaul. We hear what Edelstein's camp is saying about why he missed the votes and also the consequences of his punishment. A bill that Edelstein sponsored passed its first reading on Monday night that would repeal the clauses of the 2005 Disengagement Law that ban Israelis from living in the region where the four settlements of Homesh, Ganim, Kadim and Sa-Nur previously stood in the northern West Bank. What could be the bill's significance beyond these four settlements? In a statement last night, Kohelet, the right-wing think tank that has been a firebrand force in instigating the judicial overhaul package, seems to be pushing for a broad consensus compromise. Sharon weighs in. Keller Lynn reported Monday that four of the Knesset's opposition parties plan to boycott final votes to pass the government's judicial overhaul, currently expected before the end of the month. Since the coalition obviously has a majority, what is the weight of this move? Discussed articles include: Likud sanctions Edelstein for skipping votes on judicial overhaul Hours before Knesset votes, Edelstein questions coalition's judicial overhaul push Disengagement repeal law for northern West Bank approved in first reading Right-wing think tank that inspired judicial overhaul calls for compromise Opposition heads vow to boycott final votes on overhaul; PM attacks ‘leftist' media Subscribe to The Times of Israel Daily Briefing on iTunes, Spotify, PlayerFM, Google Play, or wherever you get your podcasts. IMAGE: Committee Chairman Yuli Edelstein leads a Defense and Foreign Affairs Committee meeting at the Knesset in Jerusalem on February 12, 2023. (Yonatan Sindel/Flash90)See omnystudio.com/listener for privacy information.
Kadim dostum ve mentorum Leonardo Da Vinci'den aldığım derslere devam ettiğim bölüm :)
Son yazımda, birer târihsel hareketlilik olarak içevurumculuk ve dışavurumculuk üzerinde durmuştum. Bu süreçlerin elbette maddî bir ardalanı nın mevcut olduğunu vurgulamalıyım. Aslında sermâyenin davranışlarının bu hareketlilikleri tâyin etmekte son derecede belirleyici bir rolü olduğunu görüyoruz. Sermâyenin birikim ve sınâî eksende yoğunlaşma dinamikleriyle içevurumculuk gelişiyor. Bunun aksine, sermâyenin dağılma süreçlerinde diğer dinamik olan dışavurumculuk baskın hâle geliyor. Dağılma süreçleri reel ekonominin, ağır borçlar üzerinden finansal güçler tarafından teslim alınmasına işâret ediyor. Paranın târihi ile ekonominin târihi özdeş bir târih değil. Paranın târihi son derecede eski bir târih. Kadim târihte parasal güçler servet formundaydı. Bu güçlerin hedefindeki en büyük varlık devletlerdi. Kadim güçlü devletler hazineleri sağlam karşılıkları olan varlıklara dayandığı nispette ayakta kalabiliyordu. Ama, bir bakıma yaşanması kaçınılmaz olan açıklar verildiği bir merhalede paranın güçleri devreye giriyor ve devletleri yüksek fâizlerle borçlandırarak onun varlıklarına çöküyordu.
İlaç sanayii dünyanın önemli sanayi dallarından biridir. Bu alanda acımasız bir rekabet vardır. (Hangi dalda yok ki!). Bir ilacın hangi hastalığa şifa olacağı yıllar alan araştırmalar, laboratuvar çalışmaları, denemeler vb. sonucu kesinlik kazanır. Yine de bir ilacın zararı tesbit edilerek piyasadan toplatıldığına sık rastlıyoruz. İlaç hammaddeleri arasında “şifalı bitkiler”in tuttuğu yer büyük. Kadim zamanlardan beri dünyanın her yerinde eski tıp- eczacılık bitkilerden ilaç yapmayı denemiş ve geliştirmiştir. Öyle ki bu tecrübe birikimi zamanla kıtalararası değişimlere, mal talebine, baharatla beraber ilaç ticaretine yol açmıştır. Modern tıp-eczacılık bu birikimi geliştirerek ilaç sanayiini doğurdu. İlaç sanayii bir iki yüzyıl içinde inanılmaz başarılar kazandı ve tabi bu sanayii kuranları da zengin etti. Modern tıp-eczacılık gelişirken eski tıp-eczacılık büsbütün ortadan kalkmadı. Aktarlar, berberler, baharatçılar, halk hekimliği vasıtası ile yaşamaya devam etti. Geleneksel hayatın tezahürlerinden olan bu eski tıbbın evlerimize-hayatımıza girmiş; bugün dahi yaşayan unsurlarını biliriz. Nane-limon kaynatarak mide-bağırsak rahatsızlıklarını gidermeye çalışırız. Soğukalgınlığına, nezle ve gribe karşı ıhlamur, adaçayı vb. içeriz. Bendeniz dahi boğaz yanmalarına (Bakınız enfeksiyon demiyor ve doktorun işine karışmıyorum) karşı bal ile zencefil karışımı, sabah akşam birer tatlı kaşığı yiyerek tedaviye gayret etmişimdir. Tıbba karşı alternatif tıp; eczacılığa ve ilaç sanayiine karşılık “şifalı bitkiler”i önererek bu ikisi arasına duvar çekmiyor; bunların birini ötekine tercih etmiyorum. Aslında böyle bir ayrıma gitmek cehaletten ileri gelir. Bunlar birbirini tamamlayan şeylerdir (Şarlatanları, her türlü suistimali, ilaç ve tedavi sahtekârlarını ayrı tutuyorum ki; her alanın sahtekârı vardır). Bu uzun girişten sonra bu yazının asıl maksadına geliyorum. 1 Nisan 2008 tarihli Yeni Şafak'ta şöyle bir haber vardı: Elektirikli ısıtıcı sektöründe hızla büyüyen Ufo meyve ve şifalı bitkiler alanında yatırım kararı almış. Konuyla ilgili bilgi veren Ufo Işıkla Isıtma Sistemleri Yönetim Kurulu üyesi Abdullah Yeşil şunları söylüyor: “Türkiye bozkırlarını kiraz ağaçları ile donatacağız. Yeter ki o bölgede damlama suya yetecek kadar su bulunsun”. Firma Ege ve İç Anadolu'da ilk etapta toplam beş yüz dönümlük arazi almış. Kiraz konusunda çok yazdım. Bir hikâyeci olarak ekonomik alanlara balıklama dalmak da hayra alamet değil. Ne yapayım ki gönlüm çiftçiden, tabiattan, meyveden, sebzeden yana. Danayamayıp yazıyorum işte. Kiraz konusu bir yana Ufo'nun “şifalı bitkiler” alanına el atması çok ilginç. Bilimperestlerin kantarona, papatyaya, ısırgana, keten tohumuna vb. burun kıvırdıkları bir dönemden sonra bunların pek değerli olduklarının teslim edilmesi ne kadar güzel.
Vodafone Hakkında detaylı bilgi almak için: https://www.vodafone.com.tr/kampanyalar/vodafoneda-paran-degerli?cid=awa-io-voice-bnr-mass-vfm-braawa-reach-mass-1222 * Instagram: @ortamlardasatilacakbilgi Twitter: @OrtamlardaB * Farkındalık Defteri: https://www.podcastbpt.com/ortamlarda-satilacak-bilgi* * Reklam ve İş birlikleri için: ortamlardasatilacakbilgi@gmail.com Patreon'dan destek olmak için: www.patreon.com/osbpatreon *Bu bölüm "Vodafone" hakkında reklam içerir*
Necromanteion, Yeraltı Dünyası'nın tanrısı Hades ve onun eşi tanrıça Persephone'ye adanmış eski bir tapınaktı. Eski Yunan inançlarına göre, ölülerin bedenleri toprakta çürürken ruhları serbest kalır ve topraktaki yarıklar aracılığıyla Yeraltı Dünyası'na giderdi. Ölülerin ruhlarının, gelecekten haber verme gücü de dahil olmak üzere, yaşayanların sahip olmadığı yeteneklere sahip olduğu söylenirdi. Bu nedenle Yeraltı Dünyası'na giriş olduğu düşünülen yerlerde, kehanetler almak amacıyla nekromansi (ölülerle iletişim) uygulamak için tapınaklar inşa edilmiştir. Tanaeron'daki Poseidon Tapınağı'nın yanı sıra Hermione (Argolis), Cumae (İtalya) ve Herakleia'daki (Pontos) tapınaklar gibi diğer tapınaklarda da büyücülük yapıldığı bilinmekle birlikte, Epirus'taki Necromanteion bunların en ünlüsüydü.Necromanteion'un (“Ölüler Kahini”) Hades diyarındaki beş nehirden üçünün – Akheron (Neşesiz), Pyriphlegethon (Ateşle Alevlenen) ve Kocytus (Ağlayan) – buluşma noktasında yer aldığı söylenirdi. Bu alanın Yunan arkeolog Sotirios Dakaris tarafından 1960'larda Epirus'ta keşfedildiğine inanılmaktadır. ----------------------------- SOSYAL MEDYA HESAPLARI Daha fazlası için↙️ Takip edin
Nihâyet Beyazıt Meydanındaki düzenlemeler bitti. Doğrusu buna sevindiğimi söyleyebilirim. Yapılan açıklamalara göre, Turgut Cansever'in projesine sâdık kalınmış. Bilemiyorum, ehline soracağım. Yolum düştü. Zamânım vardı; iklim de müsâitti. Meydanda bir kaç saat geçirdim. İşin fizikî kısmı halledilmiş görünüyor. Emeği geçenlere şükrân duymak gerekir. Ama mesele gâliba bununla sınırlı değil. İlk büyük şaşkınlığım meydanın açılış merâsimiyle alâkalıydı. İnternete yüklemişler. Oradan tâkip ettim. Güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim. Meydana bir çadır kurmuşlar. Evvelâ Sayın Belediye Reisi, onu tâkiben de CHP'nin bâzı ileri gelenleri konuşmalar yaptılar. Komedi bu konuşmaların ardından başladı. Çadırın içinde, herhâlde temsilî olarak “kurdela” kestiler. Herhâlde târihte ilk defâ kurdela kesilerek bir meydan açılmış oldu. Bir meydan, bir çadır ve kurdela kesimi. Doğrusu, aralarında herhangi bir tefrikat yapmıyorum, belediye reislerinin pek çoğunun “görgüsüzlük”, “usulsüzlük” sicilleri hayli kabarık. Bunların bâzılarını taşralılığa yorabiliriz. Ama mevzubahis İstanbul olunca durum değişiyor. Beyazıt Meydanı'nın “açılışı” da bunun en sakil misâllerinden birisi olarak târihe geçecek. Meydanlar modern kentlerin hem en vazgeçilmez hem de en netâmeli mekânlarıdır. Kadim dünyâlarda meydanlar siyâsal iktidarların haşmetlerini sergiledikleri sâhalardı. İktidarlar buralara prestij değeri yüksek yatırımlar yapardı. Romalı geçmişi itibârıyla İstanbul'da da bu tarz meydanlar mevcuttu. Beyazıt Meydanı da bunlardan birisiydi. Bu mekân büyük ölçüde Theodossius Meydanı ile örtüşür. Ama dikkat çekici olan husus, Osmanlı'nın bu tarz mekânlara pek de iltifat etmemiş olmasıdır. Aristo, daha antikitede özel ve kamusal alanları mantıkî bir kesinlikle birbirinden ayırıyordu. Ona göre “idion”, özel alandı, “koinon” ise kamusal alan. İkincisi yine kesinlikle siyâsete açılıyordu. Osmanlı ise bu kesinlemelerin çok dışında kuruyordu şehirleri. Siyâset Yolu olarak da bilinen Divan Yolu, Roma'daki Messe'nin işlevini devâm ettiriyordu. Bunun hâricinde kamusal-özel ayırımını derinden hissetirecek bir şey yoktu. Mahremiyet ile aleniyet arasında kesin bir ayırım hissedilmiyordu. Bunun yerine, “mahremiyet” ile “aleniyet” arasındaki zarif geçişler mevcuttu. Bunlar birinin içindeydi. Meselâ “haremlik-selâmlık”, aynı mekânda mahrem ve alenî olanı biraraya getiriyordu. Modern kentlerin gelişiminde akılcı standartlar baskın hâle geldi. Ekonominin kamusallaşması bunun itici motoruydu. Kapitalist üretim ve tüketim tarzına göre mekânlar elden geçirildi. Yeni mekânlar oluşturuldu. Modern kentte meydan sâdece siyâsal değil, ekonomik bir kategoridir. Bir bakıma Rostra ile Agora'nın bitişmesidir bu. Siyâset, bilhassa mutlak monarşilerin asrı olan Barok, Rokoko zamanlarda meydanlara mührünü vurmaya devâm etti. Zaman içinde meydanlar muhalefete de açıldı. Ama bunun yanısıra piyasalar burada oluştu, ticâret burada dönmeye başladı; malların tüketimi de burada gerçekleşti. Wener Sombart'ın consumptionstadt dediği bir mekândır modern kent. Kentlerin bilhassa bu niteliği çok mühimdir. Elbette bu yeni mekânların kendine has şenlikleri ve bir câzibesi, baştan çıkarıcılığı vardır. Eski şehirlerde(polis) tüketim hayâtı meydanların daha çok çeperlerinde iken, bu defâ bizzat içine yerleşmiş durumdadır. Meşhur Alman atasözünde olduğu gibi modern kentleri bir liberten hava kuşatır (Stadtluft macht frei). Ama meydanları sâdece tüketim ile eşlendirmek doğru değil. Bırakılırsa olacağı budur. Ama meydanları, tüketimde daha az, daha mütevâzı karşılığı olan kültürel bir donanıma kavuşturmak da mümkündür.
Meşhur tarihçimiz Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı “Karesi Meşahiri” adıyla kaleme aldığı eserinde Balıkesir'de yetişen âlimleri, şeyhleri, edebiyatçıları ve devlet adamlarını anlatıyor. Bu kitap dikkatli bir gözle okununca adı geçen ilimizin ilim ve irfân bakımından hayli mümbit (verimli) olduğu derhâl anlaşılıyor. Bir iki örnek vermek gerekirse Zağanos Mehmet Paşa, Hasan Basri Çantay, Abdülaziz Mecdi Tolun, Ömer Seyfeddin, Tahir Harimi Balcıoğlu, Gönenli Mehmed Efendi gibi isimleri sıralayabiliriz. Evet efendim, cihân hükümdarı Fatih Sultan Mehmed'in ünlü komutanlarından Zağanos Paşa, büyük İslâm âlimi ve Mehmet Âkif dostu Hasan Basri Çantay, Fatih türbedârı Ahmed Amiş Efendi'nin halifesi, şair ve mutasavvıf Abdülaziz Mecdi Tolun, ünlü hikâyecimiz Ömer Seyfeddin, eserleri ilim ve irfânımıza ışık tutan, başta “Edremit Tarihi” olmak üzere birçok kitaba imza atan Tahir Harimi Balcıoğlu, adı Sultanahmed Camisi'yle özdeş hâle gelen reisü'l-kurra Gönenli Mehmed Efendi bu ilimizde dünyaya geldi. Kadim dostum Ahmed Kot Bey'in daveti üzerine ben de -ikinci defa- Balıkesir'e gittim ve Ahmed Kot Millet Kütüphanesi'nde, dilimin döndüğü kadarıyla “kitap kurtları”nı anlattım. Ahmed Bey'in tam bir kitap âşığı olduğunu öteden beri biliyorum. Ömür boyu topladığı yüz bin civârındaki kitabı ve birçok süreli yayını nihâyet muhteşem bir kütüphanenin raflarında hizmete sunmayı başardı. Bu imkânı ona bağışladığı için -tabii ki- Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı'nı da tebrik ediyoruz. Şehrin tam göbeğindeki bir tepeye kurulan bu zengin kütüphane etrafına ilim ve irfân nurları saçıyor. Maddi ve mânevi câzibesiyle kitap dostlarını buluşturmanın, onları birbirleriyle tanıştırmanın hazzını tattırıyor. Bu kütüphane, ecdad kütüphanelerinde yıllarca devam eden bir geleneği de yeniden canlandırdığı için büyük önem arzediyor. “Müteferrika Sohbetleri” adıyla her hafta yapılan kitap sohbetleriyle -doğrusunu söylemek gerekirse- Ahmed Kot, önemli bir hizmeti başlatmış oluyor. İşte ben de bu kapsamda davet edildim ve seçkin bir dinleyici kitlesine -yukarıda da belirttiğim gibi- kitap kurtlarını anlatmaya çalıştım. “Kitap kurtları” sözünü bu kadar tekrar ettiğime göre -lütfenonlardan da kısaca bahsetmeme izin veriniz. Önce bu konuda beni şaşırtan bir gelişmeye temas edeyim. Bir gün, Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin eski müdürlerinden rahmetli Muzaffer Gökman'ın bir yazısını okuyordum. Orada bir notta kitap kurtlarıyla ilgili yayımladığı bir makaleden bahsediyordu. Eh, biz de bu yolun yolcusuyuz ya; hemen kütüphaneye gidip o yazıyı buldum.
Yüzyıllar boyunca insanoğulları yaratım inanışlarından ötede bir bilinmezliğe gebe kalmış, gözlerini bu bilinmezliğin karanlığına hapsetmişlerdir. Gelecek, var olmanın ötesinde bir karmaşadır. Bu karmaşanın sisli perdelerini aralamak adına pek çok kuram, teknik kullanılmıştı. Bilinmezliğin yarattığı sonsuzluk, sonsuzluğun içerisindeki olasılıklar bütünü insan ırkının zihnini bir kemirgen gibi sinsice kemirmiştir. Sonsuz olasılıklar bütününe zaman zaman rasyonel, zaman zaman ise spiritüel yaklaşımlar geliştirirken bu kemirgen insanoğlunun zihninde ilerlemeye devam etti. Yaklaşımlar, felsefi görüşler ne kadar değişirse değişsin amaç aynıydı; gelecek olarak adlandırılan bakir toprakları keşfetmek… Sosyal Ağ Adreslerimiz: İnternet sitesi► www.mitolojikhikayelerim.com Youtube► mitolojik hikayeler ata ışınay Mail (contact)► Mitolojik_Hikayeler@outlook.com Instagram► https://www.instagram.com/ataisinayy/ https://www.instagram.com/astro_tarology https://www.instagram.com/skalerart/ --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/mitolojik-hikayeler00/message
TEVHİD - Kadim Bilgelik Bilim Festivali - Zoom / Kerem Önder #evrim #tevhid #burçlar #vesvese Web / https://keremonder.com Facebook / http://www.facebook.com/kereminden Instagram / http://www.instagram.com/kerem_onder Instagram / http://www.instagram.com/ihramcizader... Twitter / http://twitter.com/keremonder1 Podcast / https://anchor.fm/keremonder din,ilim,fıkıh,dini videolar,sohbet,sohbetler,dini sohbetler,kerem önder,kerem önder hoca tefsir,Allah,ilim yayma,ihramcızade,ihramcızade ilim yayma,
Sözlüklerde tarz kelimesi, bir kimseye ya da şeye özgü davranış, özgülük durumu; şekil; tür; biçim; alışılagelmiş şey olarak açıklanırken, sanat anlayışı; sanat üslûbu anlamları da bu açıklamaya dahil edilir Ecdadımız, anlam yelpazesindeki genişliği, ilgili yeni ifadelerin üretilebilmesi bakımından bir imkân olarak görmüş olmalılar ki, tarz'a kadim kelimesini eklemek suretiyle tarzı-kadim terkibini elde ederek; sanat ve edebiyata dair eserlerin tümünü bu lafzın içine çekmişler. Süreklilik anlamıyla edebîliğin kendisinden anlaşıldığı şey olarak kadimlik, aynı zamanda geçmişin genişliğine, kökenine inilmesinin imkansızlığına atıfta bulunma esasında, şimdinin / şimdiki zamanda olanın oluş zeminini ifade ettiği gibi, gelecekte olabilecek olana da eşiklik etmeyi belirtmektedir. Bu yanıyla tarz-ı kadim, bir medeniyetin geçmişteki eserlere verdiği kıymet ile, şimdinin ve geleceğin inşa edilebileceği bir zemini kurma idealini kendinde birleştirmektedir. Batılılaşma sürecine tabi olarak yaşadığımız kültür değişiminde, bizim tarz-ı kadimimizi, Batı'daki klasik terimine apriori olarak anlamca denk düşürmek suretiyle, mezkur kıymet ve ideali yanlış bir yapının içine taşıdığımızı da fark etmeksizin, onu rahatlıkla klasiğe feda ettik. Selçuk Mülayim bunu klasiğin mevcut mahiyeti, ideolojisi ve savaşı hakkındaki şu değerli bilgilerle tahkim etmiştir: “Romalılar'ın dilinde 'classici' öncelikle 'üst sınıflara ait olan' anlamına gelmekteydi. Bunu, soyluların kullandıkları dil, edebiyat, şiir ve sanat olarak açabiliriz. Belirli bir toplumsal sınıfı tanımlayan 'class', Batı dillerinde bugün, eğitim için ayrılmış öğrenci gruplarını da tanımlar. (...) Klasik, içte ve dışta (başka toplumlar üzerinde) aynı derecede etkin bir silah olarak geçerliğini korumuştur. Atinalılar'ın Persler'e karşı kazandıkları zafer bu sürecin kaynağında simgesel bir değer taşımaktaydı. 19. yüzyıl Avrupası, klasik'in algılanışı bakımından bir parçalanma sürecine girerken, bu kavram, egemenlik yönteminin etkin bir teknolojisi olarak iyice pekiştirilmiştir. Aydınların anladığı klasik, ulusal, dinsel ve yöresel ayırımları aşıp küresel değerleri esas almaktaydı. Ne var ki, aynı zaman sürecinde şahlanan sömürgecilik ve emperyalizm farklı bir yol tutmak zorundaydı. Avrupalı aydınların, Fransız ve Amerikan devrimlerine ışık tutan klasiği ile generallerin klasiği farklıdır. Hammadde kaynakları ve yeni pazar arayışı içinde olan ikinci gruptakiler için oyun, Homeros destanları üzerinde değil; harita üzerinde oynanmaktadır. Ne klasizm ne de romantizm'in toprak paylaşımında yeri yoktur. Hatta, dünyanın bazı bölgelerinde (hammadde kaynak alanları oluyor tabii) yaşayanların, klasik'in yanından bile geçemeyecekleri açıktır. Bu nedenle Fidyas (Pheidias), Partenon (Parthenon), Çaykovski ve Dostoyevski, artık sadece okullarda okutulan taşlaşmış edebi metinlerdir. Nitekim bu süreçte Napolyon'un Mısır'ı yağmalaması Louvre Müzesi'ne hayat verdi. İngilizlerin Mezopotamya ve Anadolu'daki arkeolojik talanıyla British Museum neşvünema buldu. (...) Bethooven'i sevebilirsiniz, Antik heykelere hayran olabilirsiniz. Bütün bunlar en temel insan duyarlıklarıdır ve kınanamaz. Ancak bilelim ki, klasiğin asıl sahipleri(!) için dünya tasarımındaki yeriniz farklıdır.
Önceki haftadan başlayan İran sohbeti bu hafta da sürüyor. İran'ın İslamiyet'le tanışmasından sonraki tarih, Geri Dönüyoruz'un yeni bölümünün konusu oluyor. İran'ın Şiiliği seçmesinden Osmanlılar ile olan savaş ve barışlarına, Türkmen boylarının dengeleri değiştiren etkilerinden Fars dünyasının kültür ve edebiyat uzantılarına, İran coğrafyasının stratejik meselelerine bu hafta Mahir Ünsal Eriş ve Töre Sivrioğlu “Tarih-i Kadim der Keşver-i İran” konuşuyor.
Önceki haftadan başlayan İran sohbeti bu hafta da sürüyor. İran'ın İslamiyet'le tanışmasından sonraki tarih, Geri Dönüyoruz'un yeni bölümünün konusu oluyor. İran'ın Şiiliği seçmesinden Osmanlılar ile olan savaş ve barışlarına, Türkmen boylarının dengeleri değiştiren etkilerinden Fars dünyasının kültür ve edebiyat uzantılarına, İran coğrafyasının stratejik meselelerine bu hafta Mahir Ünsal Eriş ve Töre Sivrioğlu “Tarih-i Kadim der Keşver-i İran” konuşuyor.
Cumartesi gün yayınlanan Halil Konakçı Hoca ile ilgili yazıma olumlu ve olumsuz binlerce yorum aldım. Bugün de istedim ki meseleyi Halil Konakçı Hoca bağlamından çıkarayım ve genel olarak “sosyal medya hocalığı” konusunda ne düşünüyorum, onu aklımın erdiği, dilimin döndüğü kadar anlatayım. Öncelikle şudur. Kadim dünyada ilim tahsil etmenin bedeli istiğnadır. Ve bu istiğna yani yüz çevirme hali sadece maddi bir yüz çevirme olarak değil, bir bakıma iltifat ve eleştirilerden de yüz çevirmedir. Âlim, ilim tahsilini “insanları mutlu etmek ya da onlardan takdir almak için” yapmaz elbette. Onun biricik derdi, insanlara faydalı olacağını umduğu bilgiyi üretmektir. Tabii ki bunun sonucu olarak hem insanlar mutlu olabilir hem de âlim takdir görebilir. Dahasını da söyleyeyim. İlmin bir sonucu olarak âlim, ihsan alıp zengin de olabilir, saray yavrusuna benzer evlerde de oturabilir. Buna karışmak da kimsenin haddine değildir. Elbette artık kadim dünyada yaşamıyoruz. Âlim dediğimiz zattan istiğna beklemiyoruz genellikle. Hatta bir oranda “eyvallahı da olsun” istiyoruz. Çünkü seçenekler de fazla, çeşitlilik de artık. Zurnanın zırt dediği yere gelebilmek için sormamız gereken soru ise şu: “Bir âlimin ilimle kurduğu ilişkiyi o âlimi takip eden kitlenin etkileşimi belirlerse ne olur?”
Örnek aldığım, ahlakıyla, duruşuyla, edebi titizliği ve vukufiyetiyle ve unutmama imkan olmayan abiliğiyle tanıyıp sevdiğim güzel adamlardan biri daha dünya hayatına noktayı koyarak ebediyete adımını attı. Rasim Abi gerçekten güzel bir insandı, buna onu tanıyan herkes şahitlik edecektir, ediyor. Herkesin 'abi'liğinde ittifak ettiği, hepimize o yakınlık hissini veren bir insandı. Karşısındaki kim olursa olsun araya mesafeler koymazdı, ona şaka yapabilirdiniz, o da size yapardı, birlikte gülerdiniz. Hep gülen, gülümseyen haliyle kalacak muhtemelen hafızamda. Bir arada olduğumuzda hep gülüşürdük çünkü. 'Hacı abi' diye hitap ederdi bana, belki bir çok başka arkadaşımıza, dostumuza da. Kadim dostu Remzi Matur ile birlikte hep aynı gün aynı saatlerde gazetenin önce Olgunlar'daki, sonra Bestekar'daki Ankara bürosuna gelişi gözümün önünde. Remzi Abi çok daha önce rahmetli oldu. Tam bir polisiye uzmanıydı.
Kadim bir rol yapma oyunu olan OG ile yontma taş devrindeki insanların hayatına bir bakış atıyoruz. Neredeydik? OG Kelimeler FRP Oynuyoruz'da OG Karakter yaratımı Beceriler Hazır maceralar Geyik mi, Gimmick mi?
Modern dünyâda siyâset, çok sıcak bir alan olarak tezâhür etti. Kadim feylozof Aristo'nun, zamânında, site nüfusunun çok küçük bir azınlığını meydana getiren “erkek-özgür” yurttaşların imtiyâzı olarak yücelttiği siyâset, modern dünyâda, “eşitlik” değeri üzerinden yeniden yorumlanıyor; ulusların ve sınıfların katılımına açılıyordu. Siyâsetin târihsel olarak var olan âletleri, daha da geliştirilecek, dünyâ, insanın mutluluğu ve refâhı için değiştirilecekti. Buna bağlı olarak siyâset ve ümit duygusu, derin bir heyecan üzerinden birleşti. Bu süreci ateşleyen ve derinleştiren, üretim ekseninde yükselen sanayi toplumu olmuştur. Ulus ve ister sermâye, ister emek açısından bakılsın, sınıflar açısından, ekonomik değerleri üretiyordu. O hâlde, siyâset, ulus ve sınıfların hakkıydı. Artık eskisi gibi sâdece devlet seçkinlerine âit olamazdı. Bu kadarı bile yurttaşların damarlarını tutuşturmaya yetiyordu. Nitekim 19. asır, o güne kadar siyâset dışı bırakılmış ne kadar toplumsal unsur varsa, onların siyâsete iştahla katılma irâdesi gösterdiği bir asır olmuştur. 20. asıra, bilhassa II. Genel Savaş sonrasına gelindiğinde, süreci taşıyan üretim toplumlarında tuhaf bir şey yaşanmaya başladı. Siyâsete dâir alâka hatırı sayılır bir şekilde düşüyordu. Tuhaflık şuradaydı: Artık siyâsal temsil ve siyâsal katılımın önündeki engeller kaldırılmış, demokratik kurum ve kuruluşlar İsviçre saati gibi çalışmaya başlamıştı. Daha ne isteniyordu ki? Dedelerin, babaların uğruna kanlarını döktükleri amaçlar hayâta geçirilmiş, garanti altına alınmıştı. Gelin görün ki, üretim toplumlarının, bilhassa da baby boomer nesli, siyâsete alâkasını hızla kaybediyordu. İşçi sınıfları hatırı sayılır bir refah artışı sağlamış, orta sınıflaşmıştı. Artık Marx'ın çağrısı manâsını kaybetmekteydi. Hepsinin “kaybedecek” bir şeyleri vardı. İşçi sınıflarının tercihi, daha iyi bir dünyâ için gayrete gelmekten uzaklaştı; güçlü garantilerle donatılmış bir rutinleşmenin ve refahın keyfini sürmek oldu. Stalin Sovyetizmi ise Bolşevik Devrimi'nin ilk başlarda uyandırdığı heyecânı söndürmek için elinden geleni yapıyordu. Resmî ve gayrı insânî uygulamalarıyla, heyecan bir tarafa, Batılı üretim toplumlarında nefret uyandırıyordu. Çin Devrimi, Lâtin Amerika'da yaşananlar ise, meselâ 1968'lilerde olduğu gibi heyecân doğursa da, bu ârızîydi. LSD bu heyecânı bambaşka yerlere sürükledi. Sistem, muhalefetin üstesinden geliyordu. Daha iyi bir dünyânın kurulması ideali, daha o günlerde sönümlendi. Batı dışı dünyâda, bilhassa sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde, siyâsetin halâ âteşin olduğu düşünülebilir. Bu düşünce de yanlıştır. Yaşanan süreçler, partitokrasiler veyâ bürokrasilerin kontrolüne girdi; resmîleşti ve yavanlaştı. Süreçlere istikâmet kazandıracak ideolojik yapılar ise alabildiğine dejenere oldu. Batı'da, siyâsete dâir alâkaların yerini daha çok, yeteri kadar yıpratıcı olan çalışma şartlarını rehabilite edecek siyâset dışı entelektüel ve başta her nev'i mistisizm olmak üzere kültürel alâkalar alıyordu. Aslında yaşanan diğerkâmcılığın sönümlenmesiydi. Meslâ Batılı bir münevverin gözünde Hindistan, kadınların, çocukların ağır bir sömürüye mâruz kaldığı, kast sisteminin doğurduğu insanlık dışı uygulamaların yaşandığı, alabildiğine fakir bir memleket değil, guruların cirit attığı, ruhsal kurtuluşun mümkün olduğu rengârenk bir diyârdı.
İstos yayın ile ortak olarak gerçekleştirdiğimiz bu etkinlikte, yakın zamanda yayına giren Nehna/Biz platformu vesilesiyle yeniden üzerine konuşulmaya başlanan Antakyalı Ortodoksların etnik kimliği meselesi, Arapdilli Doğu Ortodoksları kitabı ekseninde, yazar, çevirmen ve editör Foti Benlisoy moderatörlüğünde, kitabın yazarlarından Özgür Kaymak ve aynı zamanda Nehna editörü olan Anna Maria Beylunioğlu'nun katılımıyla etraflıca ele alınıyor. 2018 yılında yayınlanan Arapdilli Doğu Ortodoksları, üç milliyetçiliğin gölgesinde bir tartışmanın ana unsuru olan, bugün Antakya Rum Ortodoks Kilisesi altında birleşen bir topluluğun tarihini, kültürünü, güncel sorunlarını ve bu toplumu konu alan tartışmaları konu alıyordu. Bu etkinliğimizde, Antakyalı Ortodoks, Antakyalı Rum Ortodoks, Arapça konuşan Rum Ortodoks, Arap Ortodoks, Arapdilli Doğu Ortodoksları, Hıristiyan anlamına gelen Nasrani, Mesihi gibi farklı isimlerle ile anılan bu toplumu etiketlemektense, dinamiklerini, süregiden tartışmalarını ve mevcudiyetini devamı için başvurulan stratejilerini gözeten bir çerçeveden konuşuyoruz.
Nurullah Ataç ilgi duyduğum, muhabbet beslediğim yazarlar listesinde yer almıyor. İsminin ifade ettiği manevi âlemin deruni güzelliklerinden uzak bir hayat yaşaması ve kılçıklı Türkçesi, ona alaka göstermemi engelliyor. İtiraf edeyim ki, bu durum Ataç'a tamamen bigâne kaldığıma, yazılarını ve kitaplarını okumadığıma sebep teşkil etmiyor. Beğendiğim, hatta takdir ettiğim bazı denemelerini ben de ilgiyle gözden geçiriyorum. İşte bir örnek: Bu günlerde Ataç'ın denemelerinden oluşan ve “Okuruma Mektuplar” adını taşıyan kitabını inceliyorum. “Karacaoğlan” başlıklı yazısıyla, edebiyat dünyamızın pırlanta isimlerinden Sadeddin Nüzhet Ergun'dan söz eden makalesi dikkatimi çekiyor. Öyleyse giriş bölümünden birkaç cümle iktibas ettikten sonra ben de merhum hakkında birkaç kelam edeyim. Ataç yazısına şöyle başlıyor: “Okurum Efendim, Sadeddin Nüzhet Ergun'u hep hayırla anarım. Zavallı, çok genç öldü, belki daha kırkını bulmamıştı. Yakın bir arkadaşlık yoktu aramızda. Kendisiyle ancak üç beş defa konuşmuştum. Öleli ne kadar oluyor, onu da bilmiyorum. Bana on yıl oldu gibi geliyor. Ne de çabuk geçiyor yıllar. Sevinçlere de, acılara da doyamadan sona doğru koşuyoruz. Sadeddin Nüzhet'i ne zaman ansam, gözlerimin önüne konuşması tatlı, nazik, efendi bir adam gelir. Kendisini anmam için de boyuna fırsat düşer. Büyük hizmetleri oldu bizim edebiyatımıza. Yeni yazı ile Bâkî divanını bastırdı. Neşâtî divanını bastırdı. Fehim-i Kadim divanını bastırdı, yanılmıyorsam. Bahâyî Efendi divanını da o bastırdı. Bâkî divanını başka baskılardan da okuyabilirdik ama Neşâtî divanını ele geçirmek kolay değildi. Ben o şairin çok sevdiğim ‘Sebû be dûş-i sefâ lâlezâre dek gideriz...' mısraı ile, ‘Yok tîrengi-i gusse Neşâtî dilimizde Şâm-i kederi meş'al-i sahba ile geçtik' beytini biliyorum. Bunu Sadeddin Nüzhet'e borçluyum. Eski edebiyatımızı severdi, bilirdi. Ancak hastalarda görülen bir bıkmazlık, yorulmazlıkla çalışırdı. Ömrü vefa etseydi bize daha ne divanlar tanıtacaktı. Az değildir ettiği hizmetler, Türk Edebiyat tarihine. Kısaca, Türk edebiyat tarihiyle ilgilenenler onu hep hayırla anacaklardır. Ama bence en büyük hizmeti Karacaoğlan şiirlerinden ne bulabilmişse toplamış, bastırmış olmasıdır.” Bu konuda görüş beyanına sondan başlayacak olursak, gerçekten de Sadeddin Nüzhet Ergun'un en önemli eserlerinden biri de Karacaoğlan hakkındaki kitabıdır. Nitekim hocası Fuat Köprülü de 1928 yılında, Hayat Mecmuası'nın 41. sayısında yayımladığı bir yazıda merhumun adı geçen eserini övmekten ve takdir etmekten kendini alamıyor. Bu zatın kültür dünyamıza hediye ettiği eserler, Ataç'ın yukarıda sıraladıklarından ibaret değildir. “Tanzimat'a Kadar Muhtasar Türk Edebiyatı Tarihi Numuneleri”, “Şeyh Galip”, “Mevlânâ”, “İstanbul Meşahirine Ait Mezar Kitabeleri”, “Türk Şairleri”, “İlm-i Tasavvuf”, “Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı.” Dini eserler kapsamında kaleme aldığı iki ciltlik “Türk Musıkisi Antolojisi” gibi daha birçok kitabı bulunuyor. Bunların içinde üç eseri; “Türk Şairleri”, “Türk Musıkisi Antolojisi” ve “İlm-i Tasavvuf” büyük önem arz ediyor. Esefle belirtelim ki, hayatının son yıllarında yakalandığı ağır hastalığına bile aldırmayarak ve büyük bir fedakârlık göstererek hazırladığı Türk Şairleri ölümü dolayısıyla yarım kaldı. Formalar halinde hazırlanan kitabın üç cildi yayımlanabildi. Dördüncü cildin, son dört cüz'ü basılabildi. 1078 şairin hayat hikâyelerini ve şiirlerini dile getiren bu anıt eserin, müellifinin sık sık nükseden hastalığı dolayısıyla aksaması ve tamamlanamaması kültür tarihimiz için büyük bir kayıptır.
Kadim tıp uygulamalarımızdan olan hacamata rağbet son yıllarda dünyada gözle görülür bir şekilde artmıştır. Bunun sebebi ise hacamat ile tedavinin ÇOK BASİT, GÜVENİLİR ve İLAÇSIZ bir tedavi şekli olmasıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bizzat kendisi Ebû Taybe adında bir hacamatçıya (haccam) hacamat yaptırmış ve başından kan aldırıp o kişiye ücretini ödemiş ve şöyle buyurmuştur: “Kan aldırma yollarının en güzeli hacamattır (yahut hacamat sizin en iyi tedavi yollarınızdır.)” (Buhârî) Hacamattan Osmanlı dönemi kaynaklarında şu şekilde bahsedilmektedir: “...ve dahî hacamat, hafızın hıfzını ve aklını ziyade edip bozulan kanı giderir. Göze cilâ verir. Beli kuvvetlendirir. Baştan hacamat olmak yedi hastalığa fayda verir: Delilik, Cüzzam, Beras, Nüas, Şüda, Veceufferris, Veceulayn.” Arabî ayların 15-17-19-21-23'den itibaren ay sonuna kadar olan günleri hacamatın faydasını artırmak için özellikle tavsiye etmişlerdir. Bununla birlikte yılın her günü yapılabilir. Sabah ve dinlenmiş vaziyette hacamat yaptırılması da tavsiye edilmiştir. Osman bin Musa Eskişehîrî, Şifâü'l Ebdân kitabında günlere göre hacamatın faydalarını şöyle sıralar: Ayın 16.sında hacamat kuluncu def eder. 17.ci günde uyuz hastalığını def eder. 18.ci günde ciğer ve baş ağrısını def eder. 19.ci günde ağız kokusunu giderir. 20.ci günde sarı suyu izale eder. 21.ci günde endamları kuvvetlendirir. 22.ci günde aklı artırır. 23.ci günde feci ölümden emin eder. 24.ci günde gönülden vesveseyi giderir. 25.ci günde vücuda kuvvet verir. 26.ci günde zaruret yoksa hacamat yapılmamalıdır. 27.ci günde vücuttaki sarı suyu giderir. 28.ci günde vücuda kuvvet verir. 29.ci günde anlayışlı, uyanık ve zeki olmaya vesile olur. Hacamatın faydaları, bu saydıklarımızdan çok daha fazladır. Sıcak memleketlerde ciltten kan aldırmak, damardan aldırmaktan daha faydalı ve daha emniyetlidir. Birçok ilaç yerine de geçer. (Ömer Muhammed Öztürk, Misvâk ve Hacamat)
Bu video 19/03/2017 tarihinde yayınlanan "UKBÂ BUUDLU HAYAT" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hayatı anlamlı kılan, gaye-i hayaldir; dine, imana, insanlığa hizmet edebileceksek, yaşamaya değer!.. Antrparantez; siz de öyle düşünmez misiniz? Ülkenizin, ütopyalarda bile tasvirine rastlayamayacağınız şekilde, hakkaniyetin, adaletin, istikametin, mürüvvetin, insanî derinliğin, re'fetin, şefkatin, birbiriyle kucaklaşmanın, birbirine saygı duymanın, anlayış farklılıklarına rağmen, farklılıkları ayaklar altına alarak sevgide buluşmanın ülkesi olmasını arzu etmez misiniz?!. Zannediyorum, herhalde kendini öyle bir yanlışlığa salanların dışında, onu arzu etmeyen tek bir fert yoktur. Öyle bir dünya… Herkesin birbiriyle kucaklaştığı, hatta düşmanlarıyla bile “Yıkanlar hâtır-ı nâşâdımı -yâ Rab- şâd olsun / Benimçün ‘Nâ-murâd olsun!' diyenler, bermurâd olsun.” (Nailî-i Kadim) anlayışıyla kucaklaştığı bir dünya!.. Çok defa tekerrür eden bir söz: “Âşık der, inci tenden / İncinme, incitenden / Kemalde noksan imiş / İncinen, incitenden!..” (Alvarlı Efe Hazretleri) İncinmeyenlerin ülkesi.. incitmeyenlerin ülkesi.. ezkaza incinmişse şayet, “mukabele-i bi'l-misil kaide-i zâlimâne”sinde bulunmayanların ülkesi… Öyle bir ülke ve öyle bir toplum olsun.. herkes birbirini kabul etsin.. kimse “Ben!” demesin, şirke girmesin.. herkes “Hû”ya yürüme adına, evvela, ilk basamak olarak, “Biz!” desin, “Biz!..” Mübarek milletimiz, analarla lebalep dolu olan ülke… Milletimiz, mutlu olsun.. o, mesut olsun.. orada herkes birbiriyle kucaklaşsın.. herkes, birbirini davet etsin.. birbirine çay içirsin.. kahveler sunsun.. yemekler yedirsin.. kendi saadetinden daha ziyade başkalarının mutluluğunu düşünsün.. saraylarını satsın, başkalarına bahşiş dağıtsın.. filolarını satsın, başkalarına bahşiş olarak kullansın… Böyle bir ülke, istemez misiniz? Size rüyanızda deseler ki, “O, yarın oluyor!” Size düşen şey şu mülahazadır: “Artık bundan sonra benim yaşamamın anlamı yok! Vazifem, misyonum bitti. Benim de bu oluşumda şöyle-böyle, küçük bir dahlim olduğundan dolayı, karınca kadar, bir termit kadar… Sonradan birileri tarafından ‘Sen de epey bir hizmette bulunmuştun!' demelerini duymamak için, mezarı tercih ediyorum. Allah'ım! Bana, ülkemi öyle ütopyaları aşkın hale getirdiğin günü gösterme! Elin-âlemin parmak kaldırıp ‘Bu da bu mevzuda bir şeyler yapmıştı!' demelerini duyurmadan, emanetini al!..” Efendim, bu, Hazreti Musa'nın ahlakı; bu, ahlak sultanı İnsanlığın İftihar Tablosu'nun (sallallâhu aleyhi ve ala ihvânihi mine'n-nebiyyîne ve'l-mürselîn) كَانَ خُلُقُهُ الْقُرْآنَ “Ahlakı Kur'an olan” Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın ahlakı. O, ruhunun ufkuna yürüdüğü zaman, üç tane irtidat hadisesi, yalancı peygamberler, zuhur etmişti. Ruhunun ufkuna yürüdükten sonra çoğaldı, on bir tane oldu. Fakat geriye dönüp Hazreti Ebu Bekir'in arkasında, Hazreti Ömer'in arkasında, Hazreti Osman'ın arkasında, Hazreti Ali'nin arkasında kenetlenmiş o toplumun, Allah karşısında duruyor gibi kemerbeste-i ubudiyetle, en ağır vazifeleri, en ağır misyonları edâ etmeye âmâde ve teşne olduğunu görünce, tebessüm ederek öbür âleme yürümüştü. “Artık bundan sonra Benim yaşamamın bir anlamı yok! Nasıl olsa bu misyon edâ edilecek!”
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu Reel Piyasalar programına TRIMBOX Pazarlama Yöneticisi Kadim Özyurt konuk oldu.
Islamic Studies; The Seminary and Academia with Dr. Abbas Kadim, Sayed Hadi Qazwini and Reza Nekumanesh Imam Ali Conference | The Spirit of Reform ⬇️Our Sponsor The Baron Hotels https://www.thebaronhotels.com/ https://www.instagram.com/thebaronhotels/
İbrahim Kalın ile “Kendi Gökkubbemiz” kendine has üslubuyla düşündürmeye ve yeni ufuklara kapı açmaya kaldığı yerden devam ediyor. Bu bölümde “Kendini bilmek ne demek?”, “Nefsini bilenin Rabbini bilmesi ne demek?”, “İnsanın nefsi ve kendi aynı şey midir?” soruları cevap buluyor. Her hafta farklı konulara değinerek yeni ufuklara kapı açtıran İbrahim Kalın bu bölümde “Kendini bilmek ne demek?”, “Nefsini bilenin Rabbini bilmesi ne demek?”, “İnsanın nefsi ve kendi aynı şey midir?” sorularını cevaplıyor. İbrahim Kalın başlıca şunları söyledi; “Kendini bilmek ne demek?”, “Nefsini bilenin Rabbini bilmesi ne demek?”, “İnsanın nefsi ve kendi aynı şey midir?” Kadim yunanda Atina'da Delphi Tapınağı'nın girişinde “Kendini Bil” sözü yazar. Sokrates ve Eflatun bu konu üzerinde uzun uzun durur. Belli ki Sokrat öncesi döneme de geri giden bir sözdür bu ama herhalde en mümtaz ifadelerinden bir tanesini Sokrat'ın ve Eflatun'un felsefesinde bulmuştur. Daha sonra Aristo ve diğerleri de devam ettirmiştir aslında bu geleneği yani bu sözün ne manaya geldiğine dair felsefi öğretiyi ama özellikle Sokrat ve Eflatun'a kadim yunan düşüncesinin genel entelektüel çerçevesine baktığınız zaman insanın en önemli arayışının kendisi ile ilgili sorulara cevap vermek olduğu fikrinden hareket eder bu. İnsan evreni araştırabilir, kozmozu, yaradılışı, eşyayı, varlıkları ve diğer şeyleri inceleyebilir ama aslolan en büyük soru insanın kendisine ilişkin sorduğu sorudur; Ben kimim? Eğer insan evrenin, eşyanın, varlığına ilişkin fiziki, bilimsel bilgileri topluyor ama ben kimim sorusuna cevap veremiyor ise o bilgi malumat olmaktan hatta faydası olmayan malumat olmaktan öteye gidemez. O bilginin amacı da son tahlilde insanın ben kimim, ben neyim, kendimi bilmek için ne yapmalıyım sorusuna cevap vermek olmalıdır. Sokrat öncesi filozoflara baktığınız zaman presokratikler diye bilinir pitagoras, parmenides vs gibi diğer kadim filozoflara, onların felsefi programlarının merkezinde bir evren arayışı vardır. Evrenin kurucu unsurları nedir?, Ateş midir, su mudur, toprak mıdır, boşluk mudur?, Evren nasıl bir varlıktır?, Nasıl işler?, Kozmoz dediğimiz şey nasıl ortaya çıkmıştır? ki kozmoz kelimesi de düzen demektir, ahenk demektir. Kelimenin yunancadaki manalarından bir taneside güzellik demektir. Kaostan kozmoza yani kargaşadan bu güzel ahenge, düzene nasıl geçildi? bunu ne sağladı, kim sağladı? sorusuna cevap ararlar presokratik filozoflar. Bu arada parantez içinde şunu da söyleyeyim (bu kozmoz kelimesinin aynı zamanda güzel yani ahenkli olanın güzel olduğu, güzel olanın da ahenkli olduğu manası modern dillerde kozmetik kelimesinde de devam eder.) Kozmetik de güzel demektir aslında insanların güzelleşmek için kullandığı malzemeler yani vb başka şeyler… Devamı videomuzda… Gelin, Beraber Yürüyelim...