POPULARITY
Gazze'de ürpertici bir katliam ve soykırım yaşanıyor. Büyük Balkan Seyahati'mizin en manidar ayaklarından biri Srebrenitsa bölümü oldu. Srebrenitsa katliamını birinci elden tanıklıklarla tarihe kayıt düşecek şekilde kaleme alıyor Seyfullah Yiğit kardeşim bu yazıda. *** BOSNA DİRENİŞİ VE TÜRKİYE'NİN ROLÜ Saraybosna yolundayız. Mihmandarımız Süleyman, Bosna'yla ilgili çok kıymetli bilgiler vermeye devam ediyor. Yine savaş yıllarında bir gemi silah merhum Erbakan Hoca vesilesiyle Hırvatlar üzerinden Boşnaklara gönderiliyor. Hırvatlar henüz Sırplarla birlik olmamışlar. Gelen silahlara Hırvatlar el koyuyor. Bunlar bizim olsun, bir gemi daha gönderin onları Boşnaklara veririz diyorlar. Bir gemi silah daha yollanıyor ve bu silahlar Boşnaklara ulaşınca güçlü bir direniş başlıyor. Boşnakların safında savaşmak için Türkiye'den bir grup bordo bereli geliyor. Aliya bunlara şunu söylüyor: “Bir mezarınız bile olmayacak.” Bordo bereliler, “umurumuzda değil” diye cevaplıyorlar. Aliya, bordo bereliler için, bunlar ölmeye gelmiş diyor. İşgalci Sırp çetnik gruplarla Türkiye'den gelen askerler öncülüğünde direniş başlıyor. Çetnikler geri çekiliyor. Ama nasıl geri çekilme? Çok büyük vahşetler yaparak geri çekiliyorlar. Geçen yazımızda ağlamayacaksınız diye uyarmıştık. Tekrarlıyoruz: AĞ-LA-MA- YIN! Diri kalmak ve diriltmek için anlatıyoruz bunları. Her tarafı yakıp yıkarak geri çekilen çetnik gruplara BM'nin sözde barış güçleri bir şey yapmıyorlar, bilindiği gibi. Bu sebeple BM için şunu söylerler Boşnaklar. Biçare Milletler! SRERENITSA SOYKIRIMI, İNSANLIĞIN İNTİHARI Srebrenitsa Katliamı hepimize malumdur. BM'nin 300 askerini geri çekmesiyle elinde silah olmayan masum Boşnaklar katlediliyor. Yaklaşık 8 bin kardeşimiz hunharca katlediliyor… Srebrenitsa'da ölmek yaşamaktan çok daha evladır. Ölenler kurtuldu, kalanlar ise çok büyük acılar çekiyor. Katliamdan sonra kalan bütün kadınlara tecavüz ediliyor. Ve hemen gitmiyorlar çetnik zalimleri. 3-4 ay bekleyip öyle gidiyorlar. Srebrenitsa'daki zalimliğin şiddetini tahayyül edin edebiliyorsanız tabii… Karnı çıkan bazı kadınlar intihar etmişler. Yüzlerce böyle intihar olayları olmuş. Bazıları da intihar edememiş. Doğumunu yapmış. Özellikle eşi olanlardan bazıları eşlerini beklemiş. Eşleri askerden dönünce, kadınlar eşlerini boşamış öyle intihar etmişler. Eşlerinin kendilerine umut bağlamaması için bu yola başvurmuşlar. İffet abidesi büyük kadınlar… bu zulme rağmen hâlâ eşlerini düşünüyorlar. Leyla şiiri var, meşhur bir şiir. Srebrenitsa'ya dönen bir asker eşi için yazmış. Kadın eşine sarılmıyor. Çünkü tecavüze uğramış. Masum ve suçsuz olduğu halde psikolojik olarak kendini kötü hissediyor ve eşine sarılmıyor. Eşi çok üzülüyor ve bu kadın da sonra eşinden ayrılıp intihar ediyor. Kadınların intiharıyla iş bitmiyor. Bu mazlum bîçarelerden doğan çocuklar büyüyorlar ve meseleyi öğrenince bu çocuklar da intihar ediyor. Acı üstüne acı… Bu çocuklardan intihar etmeyenler ise, birbirlerine sarılarak hayatta kalmaya çalışıyorlar. Bir dernek kurmuşlar. Bu dernek vesilesiyle bir araya gelip, birbirlerine nefes oluyorlar.
Dünyanın ortak kanaati İsrail'in ateşe son vermesi yönünde tezahür etti. BM'de 153 ülke İsrail'e karşı oy kullandı. Sadece 10 ülke İsrail'den yana çıktı. Gördük ki 10 daha büyükmüş. Matematik bir kere daha pes etti. Ülkelerin tamamı İsrail aleyhine oy kullansaydı ne değişecekti? Hiç. İsrail yine saldırmaya devam edecekti. BM'nin kapısına kilit vurulması, kepenginin indirilmesi ve yerine yeni, adil bir sistem kurulması gerekiyor. “Dünya beşten büyüktür” kuru ve altı boş bir slogan değil. Aksine dopdolu ve anlamlı. Her gün biraz daha netleşiyor. İki ay geride kaldı, üçüncü aya girildi ve Gazze'de kan akmaya devam ediyor. Ortada ciddi boyutta bir savaş suçu olduğu kesin. Netanyahu ve suç ortaklarının yargılanması şart. Bugün değilse bir süre sonra o mahkeme kurulacak. Netanyahu ile beraber Baydın'ın da yargılanması gerektiğini yazmıştık. Galiba Baydın o yazıyı okumuş, iki gün önce çark etmeye başladı. Korkuya kapılmış olsa gerek. ABD'nin İsrail'e verdiği açık çek, karşılıksız çıkabilir. Eleştiriye başlamasına rağmen şimdilik her türlü yardıma devam ediyor ama yarın ne olacağı belli olmaz. Ukrayna'ya yaptığı desteği keseceğini bildirdi. “Harç bitti yapı paydos” dedi bir yerden sonra. İsrail ordusunun Gazze'de sivillere saldırdığını ve gelişigüzel bombaladığını Baydın 66. günde anladı. Yirmi otuz bin insan can verdikten sonra. ABD'nin ahlâkından bahsetti. Varmış demek. ABD bir ahlâkı olduğunu hiç belli etmiyor oysa. ABD, İsrail kurulduktan 11 dakika sonra tanıyan bir ülke. Neredeyse kurulmadan tanıdığını ilan edecekmiş de ayıp olur diye birkaç dakika beklemiş. O günden bugüne yaptığı yüzlerce milyar dolarlık yardımın harcandığı yer Filistin toprakları. ABD para gönderdikçe İsrail Filistin halkına saldırdı, topraklarını elinden aldı. İsrail saldırdıkça ABD para gönderdi. Bu döngünün bir yerde kırılması gerekiyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, BM Şartı'nın 99. maddesini işleterek 6 Aralık'ta BM Güvenlik Konseyi'ne mektup göndermişti. Bu girişimin ardından BM üyesi 97 ülkenin destek verdiği acil insanî ateşkes içeren bir karar tasarısı Güvenlik Konseyi'ne sunulmuş idi. ABD yine “veto” etti. Güvenlik Konseyi'nin 13 üyesi “evet” oyu kullanırken, İngiltere ‘çekimser' kaldı. Tasarı oylamaya sunulduğunda Gazze'de yüzde 70'i kadın ve çocuk olmak üzere katledilen Filistinlilerin sayısı neredeyse 18 bine ulaşmak üzereydi. Biden Yönetimi, İsrail'in soykırım bombardımanlarına karşı ayağa kalkan insanlık vicdanına karşı direnmeyi sürdürüyor. Bu vetoyla Biden Yönetimi İsrail'in soykırıma devam etmesine bir kez daha “yeşil ışık” yakmış oldu. Başından beri ABD'nin Gazze politikası Netanyahu Hükümeti'ne zaman kazandırmak oldu. Sadece zaman kazandırmakla yetinmeyen ABD, İsrail'in cephaneliğine cephane taşıdı. ABD “Birleşmiş Milletler”in kuruluşunda öncü rol oynamıştı. BM'nin merkezi de New York'ta. ABD'nin koruması altındaki İsrail ise kurulduğundan bu yana BM kararlarını hep hiçe saydı. 1948'de Birleşmiş Milletler “Filistin meselesi” bağlamında çıkan “Arap-İsrail Savaşı”nın son bulması için İsveçli diplomat Kont Folke Bernadotte'yi görevlendirmişti. Bernadotte'nin bazı girişimleri Siyonistler'i rahatsız etti. Bernadotte, “Stern Çetesi” olarak da bilinen Siyonist terör örgütü “Lehi” tarafından bir suikast sonucunda 17 Eylül'de Kudüs'te öldürüldü. Örgütün operasyonlarını yöneten kişiyse daha sonra İsrail Başbakanı olan İzak Şamir idi. 1944'te İngiltere'nin Ortadoğu'daki en yüksek temsilcisi olan Lord Moyne'un Kahire'de öldürülmesinden yine İzak Şamir ve “Lehi” sorumluydu. Her iki isim de Siyonistler'in “Büyük İsrail” hırslarını dizginlenmek istedikleri için öldürüldü. İzak Şamir, 1993 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda bu iki ismin Siyonizm karşıtı oldukları için öldürüldüklerini söylemişti. Gazze'de soykırım tüm hızıyla devam ederken, ABD Temsilciler Meclisi “Anti-Siyonizm” ile “Yahudi karşıtlığı”nı aynı kefeye koyan bir karar tasarısını kabul etti. 13 Demokrat ve bir Cumhuriyetçi ‘hayır' derken 92 Demokrat ise oy kullanmadı. Tasarıya göre İsrail'i eleştiren veya İsrail'i protesto eden Amerikalı anti-Siyonist Yahudiler de ‘Yahudi karşıtı' oluyorlar.
1948'e kadar devlet dışı aktörler 1948 sonrasında da doğrudan devlet aygıtı eliyle yürütülen politikaların Filistin topraklarında ne tür maliyetler ürettiği ortada. İsrail Devletinin kurulmasının ardından sistematik ve bilinçli bir hal alan Filistin'i yok etme projesi, bugün bütün çıplaklığıyla devam etmektedir. 7 Ekim sonrasında İsrail'in hemen hiçbir kural ve kaideyi dikkate almaksızın yaptığı saldırılarla ortaya çıkan ağır bilanço, yok etme projesinin en şiddetli aşamalarından birisi olarak dikkat çekmektedir. O tarihten bu yana ortaya çıkan bilançoya bakıldığında, çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 15 binin üzerinde insanın katledildiği bilinmektedir. Öyle ki savaşın ortasında kalan Birleşmiş Milletler personelleri, sivil toplum gönüllüleri ve gazeteciler de İsrail'in doğrudan hedefi olmakta ve katliamlardan paylarını almaktadırlar. Yerel otorite ve sivil toplum kaynaklarının aktardığı bilgilere bakıldığında, 7 Ekim'den bu yana yetmişten fazla gazetecinin öldürüldüğü ifade edilmektedir. İSRAIL'I NE DURDURUR Uluslararası birçok çağrıya rağmen bu tutumundan geri adım atmayan İsrail, ABD'nin de desteğiyle soykırıma devam etmektedir. İslam İşbirliği Teşkilatı başta olmak üzere birçok ülkeden yapılan ateşkes çağrılarını da dikkate almayan İsrail devletinin nasıl durdurulacağı önemli bir soru işareti. Birkaç gün önce BM Genel Sekreteri Guterres, BM Şartı'nın 99. maddesini işleterek Güvenlik Konseyine mektup göndermiş ve ateşkes talebinde bulunmuştur. 2017'de göreve başlamasının ardından ilk kez bu yetkisini kullanan Guterres'in çağrısı, BM Güvenlik Konseyinde tartışılmış ve ABD'nin vetosuyla reddedilmiştir. Hiç kuşkusuz, gücün hukukuyla uluslararası ilkeleri yok sayan İsrail'in ABD ve İngiltere tarafından destekleniyor olması, BM'nin etki gücü ve varlığını da sorunsallaştırmaktadır. Tüm bu girişimlere rağmen İsrail'in söz konusu terör ve tedhiş politikalarının nasıl durdurulacağı önemli bir konu. Cari durumda, İsrail'i durdurabilecek bir ülke ya da kurumun söz konusu olmaması, daha gerçekçi gündemlerin konu edilmesini beraberinde getirmektedir. O sebeple ki saldırılardan bu yana dünyanın hemen her yerinde protestoların yapılması birtakım kazanımlara da vesile olmuştur. Birinci ve en önemli kazanım, günümüze kadar bölgesel ve dini motivasyonlar üzerinden sahiplenilen Filistin davası, bugün dünyanın ortak bir meselesi olmuş ve küresel bir sorun olarak kabul edilmiştir. İkinci konu ise kurumsal akla karşı ortaya çıkan protestolar sonucunda örgütlenen bilinçli kitlelerin boykot duyarlılığıdır. Neo-liberal piyasa aklının egemen olduğu günümüz dünyasında ekonomik araçların öneminin farkında olmak ve bunlar üzerinden bir karşı kamuoyu yaratmak, hiç kuşkusuz önemli sonuçlar doğuracaktır.
ABD'nin en önemli gazetelerinden The New York Times'ın 21 Ocak 2009 tarihli nüshasında, dönemin Libya Lideri Muammer Kaddafi'nin imzasını taşıyan bir makale yayınlanmıştı. İsrail-Filistin gerilimine kendisince bir çözüm getiren Kaddafi, daha önce oğlu Seyfülislam tarafından Londra'daki ünlü Chatham House'da dünya kamuoyuna duyurulan “İsratin Projesi”ni biraz daha açıklığa kavuşturuyordu. İsrail ve Filistin kelimelerinin baş ve son kısımlarının birleştirilmesiyle oluşan “İsratin”, Araplarla Yahudilerin birlikte yaşayacakları siyasî yönetimin adıydı. Beş idarî bölgeye ayrılacak olan Filistin toprakları, “İsratin” çatısı altında birleşecek, kurulacak devletin resmî adı da “Kutsal Topraklar Federal Cumhuriyeti” olacaktı. Kudüs ise, tıpkı Vatikan gibi bir şehir devletine dönüştürülecekti. Kaddafi, Kudüs'ün BM'nin kontrolüne bırakılmasını öneriyordu. Teklif ayrıca, bütün Filistinli mültecilerin vatanlarına geri dönmelerini öngörüyordu. Muammer Kaddafi, İsratin teklifini ortaya atarken ciddi miydi ya da bunu dünyanın kabul edeceğini gerçekten düşünüyor muydu, bilinmez. Arka plan her ne olursa olsun, İsratin Projesi, Filistin meselesi için öne çıkarılan çözüm denemelerinden biri şeklinde arşivdeki ve hafızalardaki yerini aldı. Bir asrı aşkın zamandır, kadîm Filistin topraklarında yaşanan gerilim ve kaosun ortadan kaldırılması adına, çok sayıda teklif ve tasarı hazırlandı. Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni manzarada Batılı sömürgeciler eliyle yağmalanan Filistin (ve Ortadoğu coğrafyası), birbirini izleyen bu teklif ve tasarı yağmurundan herhangi bir fayda elde edemedi. Zira hepsinin ortak arızası, problemin temeline, yani gerilimin tümüyle Yahudi işgalinden ve Siyonist kolonyalizmden kaynaklandığı gerçeğine kulaklarını tıkamasıydı. Bugün yine zaman zaman sahneye sürülen tekliflerden biri de, kısaca “iki devletli çözüm” diye bilinen tasarı. Buna göre: Filistinlilerin İsrail'in varlığını ve meşruiyetini tanımalarına karşılık olarak, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulacak. İsrail, Altı Gün Savaşı'nda (1967) işgal ettiği her yerden çekilecek ve eski sınırlarına geri dönecek. İki millet arasında kalıcı bir barış tesis edilerek, Filistin topraklarında yaşanan çatışmalara son verilecek. Tabloyu somutlaştırma adına, iki devletli çözümün hayata geçirilmesi durumunda, mesela Kudüs'ün nasıl bir görünüme kavuşacağını tasvir ve tasavvur edelim: Mescid-i Aksâ'nın kapılarındaki işgal askerleri çekilmiş ve kontrol tamamen Müslümanların eline geçmiş... Yahudilerin “Ağlama Duvarı” dedikleri ibadet mekânında da kontrol Müslümanlarda... Kudüs sur içinde, Yahudiler çeşitli yöntemlerle el koydukları bütün gayrimenkulleri Müslümanlara devretmiş... Kudüs'teki Yahudi Mahallesi tümüyle dağıtılmış, mekânlar eski sahiplerine geri dönmüş, işgalle birlikte kurulan onlarca Yahudi okulu ve eğitim müessesesi kapatılmış... Sur içindeki Yahudi nüfus, dışarı tehcir edilmiş, onların yerlerini işgal öncesindeki Müslüman nüfus almış... Zeytindağı ve çevresinde ihdas edilen yeni Yahudi mezarlıklarına definler durdurulmuş... Şeyh Cerrâh ve Silvân mahallelerindeki Yahudi işgalciler çekilmiş, el koydukları mekânları Müslümanlara bırakmış...
Beyaz Saray Gazze'deki savaşa bugünden itibaren günde 4 saatlik ara verileceğini açıkladı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un çağrısıyla Paris'te, Gazze'deki sivil nüfusa yönelik uluslararası insani yardım konferansı yapılıyor. Çatışmalar Gazze'de, peki Batı Şeria'da neler yaşanıyor? ABD işsizlik maaşı başvuruları geçen hafta 177 bine geriledi. Uzmanlar FED'in faiz arttırmayabileceği yorumlarını yapıyor. San Francisco 1945'te BM'nin kurulmasının ardından en önemli toplantıya, APEC Zirvesine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor
Tam üç hafta oldu. İsrail terör devleti, Filistin'i kan gölüne çevirdi. Gazze'yi boşalttı. Gazze hayalet şehre döndü. Gazze'nin toprakları kanla sulandı. Çocukların, bebeklerin kanlarıyla... Üç haftada 4 bine yakın bebek ve çocuk katledildi! İsrail'in başındakiler insan olamaz. Kudurmuş köpek onlar! Masum bebekleri, çocukları katleden aşağılık mahlûkâtlar! Şu an Yahudiler, Gazze'yi karadan, denizden, havadan kuşatıyor, işgal ediyor bomba üstüne bomba yağdırıyor! Bir şehir ölüyor. Bir halk ölüyor! İnsanlık seyrediyor. Dünya seyrediyor. Birleşmiş Milletler (BM) boş durmuyor, hemen harekete geçiyor ve yine İsrail'i kınayan bir karar alıyor. Bu karar hiçbir işe yaramıyor, İsrail'in zulümleriyle ilgili alınan bütün BM kararları gibi çöpe atılacak... BM gaz alıyor! Alain Badiou, Ahlâk başlıklı kitabında çağımızda Batılıların dillerine pelesenk ettikleri insan hakları söyleminin tam bir “ahlâksızlık” biçimi olduğunu söylemişti. Badiou'nun dikkat çektiği ahlaksızlık biçiminin en iğrenç örneklerinden biri BM'nin hiçbir şey yapmaması, sadece gaz alması. Gaz almak ne işe yarayacak peki? Hem İsrail'in işlediği soykırım cinayetini kamufle etmek hem de dünya boş durmuyor imajı oluşturarak dünyanın harekete geçecek kitlelerini ve liderlerini sessizliğe sürüklemek, mahkûm etmek. BM, küresel sistemin emniyet sübabı işlevi görüyor! Örgütlerin kara para aklama şebekesini andırıyor. Bu tanımlama çok iyi oldu: Tam tamına Batılıların günahlarını, barbarlıklarını, zulümlerini, katliamlarını, soykırımlarını aklama şebekesi! Küresel sistemin lordları, vampirleri, kana ihtiyaç duyup da mazlum insanları katletmeye niyetlendiğinde, hemen harekete geçerek sorumluları kınıyor. BM'nin attığı bu tür adımlar, bazı devletlerin işlediği cinayetleri örtbas etmekten başka bir işe yaramıyor, yazması da beklenemezdi. İsrail işgalinin ve katliamlarının gideceği yer beni korkutuyor: Filistin'i haritadan silecekler! Önce Gazze'yi yok ediyorlar. Ardından Batı Şeria'ya saldıracaklar, orasını da cehenneme çevirecekler. Bütün Filistinlileri zorla, tecavüzle, katliamla, şehitleri kan gölüne çevirerek sürecekler Filistin'inden. Bunun için uydu bir devlet kuruldu yüzyıl önce Irak'la, Suriye ile ve İsrail'le birlikte. Ürdün. Filistinlilerin sürgün yeri Ürdün. Nüfusunun çoğunluğunu Filistinlilerin oluşturduğu Ürdün. İsrail'i kurmak, ardından Arz-ı Mev'ud'a ulaşmak için Filistinlileri Filistin topraklarından sürüyorlar, sonra da Filistin'i haritadan silecekler.
Geçtiğimiz günlerde, “Birleşmiş Milletler'in kaybolan fonksiyonunu Erdoğan deruhte ediyor” içerikli bir yazı kaleme almıştım. Ukrayna-Rusya savaşının başlangıç günleri ile G20 Zirvesi'nde yapılan görüşmeler üzerinden bir kıyaslama yapmıştım. Her iki durumda da BM Genel Sekreteri'nden çok, Erdoğan konuşuldu. Mukayese iki dönemin dışında da pek değişmiyor. New York'taki Türkevi nerdeyse ikinci Birleşmiş Milletler fonksiyonu icra etmeye başladı. Merhum Sezai Karakoç eserlerinde sürekli bir “gün dönümü''nden bahseder. Gün döndüğünde rüzgâr arkamızdan esecek, attığımız her taş yerini bulacak, bereket kapıları aralanacak, Maveraünnehir'de fikir ufukları, Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde olduğu gibi, maddi manevi fetihler birbirini takip edecek. Neden gün dönümü hayali kurulmasın ki! Dünyanın adalet ve merhamet medeniyeti tam iki yüzyıldır saldırı altında. Yenildik, yıkıma ve işgale uğradık, kültürel emperyalizme maruz kaldık. Her ümitlendiğimizde tekrar umutlarımız kırıldı, tekrar yenildik. Bu şartlarda her bir Müslüman, her bir Türk kaybettiği değeri aramakta, kaderimiz bizi geri çağırmaktadır. Türkiye Yüzyılı'nın adımları döşenmeye başladığında, Türkiye vizyonunun güvenlikten diplomasiye, ticaretten ikili ilişkilere, vatandaşların gelecek Türkiye özlemine kadar birçok alanda yansımaları görülmeye başladı. Bir imparatorluk bakiyesi olan ülkemizden her zaman büyük beklentiler vardı. Fakat I. Dünya Savaşı'nda yıkıma uğrayan Türkiye'nin, bütün bu taleplere cevap verecek yetkinliği yoktu. Son yirmi yıldır uygulanan kalkınma politikaları, Türkiye'yi gelişmiş ülke statüsüne çıkardı ve Batılı devletlerden bağımsız bir şekilde ortaya konan kalkınma ve gelişme başarısı, geri kalmış bütün ülkelerin dikkatini çekti. Kurtuluş Savaşı sonrasında olduğu gibi, Türkiye'nin bağımsız kalkınma hamlesi, bütün ülkelerin ilgisini çekmiş durumda. Arap Baharı ve Afrika'daki, özellikle Fransa karşıtı ayaklanmalarda Türkiye örnekliğinin rolü büyüktür. Erdoğan'ın, BM kürsüsündeki meydan okumaları yeni değildir. Son on yıldır her bir BM zirvesi hâkim paradigmayı iyi okuyan ve bu paradigmanın ortaya çıkardığı yıkımı iyi gören bir lider olarak Erdoğan, hiçbir kaygı ve endişe duymadan, mazlumların içinde bulunduğu durumu, sömürgeci zalimlerin yüzüne haykırmıştır. Bu zirvede de, Birleşmiş Milletler'in fonksiyonunun büyük devletler eliyle işlevsiz hale getirildiğini güçlü bir şekilde dile getirdi, BM'nin yeniden yapılanmadığı takdirde işlevini yitireceğini vurguladı. Türkiye'nin jeopolitik konumu ve karşı karşıya kaldığı riskleri ve fırsatları, Türkiye'nin bu konudaki güçlü duruşunu ve muhataplarının açmazlarını en ince ayrıntısına kadar ortaya koydu.
Merkez Bankaları'nın faiz kararları haftanın ana ekonomi gündemiydi. Fed ve Boe aylar sonra faizi sabit tutarken, T.C. Merkez Bankası politika faiz oranını 500 baz puan artırdı ve yüzde 30'a yükseltti. Daha önce açıklamıştım ama faiz artarken borsanın yükselmesinin nedenlerinden tekrar kısaca bahsedeyim. Normal şartlar altında faiz artışı borsa üzerinde olumsuz, enflasyon ise olumlu etki yapar. Şu anda enflasyon faiz oranının üzerinde ve 2024'te dahil olmak üzere enflasyon yükseleceğine dair projeksiyon olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla enflasyonun borsa üzerindeki olumlu etkisi, faizin olumsuz etkisini dışlıyor. İkinci neden ise kararın beklentiler ve rasyonel politikalar yönünde gerçekleşmesi ekonomiye aynı zamanda finansal araçlara duyulan güvenin artmasına neden oluyor. Şimdi gelelim haftanın diğer önemli gündem maddesine... BM Genel Kurulu ABD'de toplandı. 5 daimi üyeden sadece ev sahibi ABD başkanı Joe Biden'ın katıldığı toplantıda BM'nin reforma ihtiyaç duyduğu mesajı tekrarlandı.
BM Genel Kurulu'nun açılışında yarın bir konuşma yapacak olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yoğun temas trafiğini ve BM'nin gündemini Anadolu Ajansı Muhabiri Şerife Çetin anlatıyor.
Kıbrıs'ta Yeşil Hat üzerindeki Pile-Yiğitler yol yapım çalışmaları, BM Barış Gücü askerleri tarafından engellenmeye çalışılmıştı. Anadolu Ajansı New York Muhabiri Şerife Çetin ise BM yetkilisine bu konuda Rum tarafına verilen serbestliğin Türk tarafına uygulanmadığını belirten bir soru yöneltmişti. BM ise olayların seyrini incelemek için bölgeye temsilci yolladı. Şerife Çetin, BM'nin tutumunu anlattı.
Dünya Mülteci Günü'nde üzücü rekor: Tarihte hiçbir zaman şimdi olduğu kadar evinden olmuş mülteci yok. BM'nin mülteci kurumu verilerine göre Ukrayna, Sudan ve Afganistan'daki çatışmalar yüzünden yaklaşık 110 milyon insan mülteci, ülkesinin içinde evinden olmuş kişi veya sığınma hakkı talep ediyor.
Türkiye son hız 'öne alınmış' seçime doğru gidiyor... HDP' kendi adayını mı çıkaracak? / Seçim tartışmalarında kim ne diyor? AK Partili Bülent Turan: Seçime Cumhurbaşkanı kararıyla gideceğiz... / Meclis'te bu hafta kritik konular var.../ ABD'de altı yaşında ilkokul öğrencisi, öğretmenini silahla ağır yaraladı.../ Sosyal medya devleri BM'nin hedefinde... Gündemin öne çıkan gelişmelerinden derleyerek hazırladığımız Kısa Dalga Bülten Başlıyor
Türkiye, Libya'daki “meşrû” hükümet ile Doğu Akdeniz'de karbon varlıklarının çıkarılması konusunda kapsamlı bir anlaşma imzâladı. Son yazımda bunun, Türkiye'nin târihsel geçmişinin de hakkettirdiği istikamette bir Akdeniz gücü olarak kendisini ortaya koyması olarak değerlendirmiştim. Buna tepkiler gecikmedi. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias apar topar Mısır'a gitti. Dendias ve meslektaşı Semih Şükrü, Türkiye'yi kınayan ve bu anlaşmanın geçersiz olduğunu bildiren açıklamalarda bulundular. Seçimleri başaramayan Trablus hükûmetinin meşrûiyetini kaybettiğini, böyle bir anlaşmayı yapamayacağını ileri sürdüler. Bu değerlendirme, yakın zamanda ABD-Fransa-Almanya ve İtalya'nın biraraya gelerek yaptıkları açıklamayla da uyumluydu. Onlar da, Libya'da taraf olan Dibeybe ve Hafter güçlerinin miadını doldurduğunu, Libya'nın istikbâlinde yer alamayacaklarını ifâde ediyorlardı. Buna binâen yeni bir hükümet kurulmasının en doğrusu olduğunu ileri sürüyorlardı. Anlaşılıyor ki, Doğu Akdeniz'de Türk varlığını ve bilhassa da Türkiye-Libya ilişkilerinin derinleşmesini reddeden bloke bir bakış ile karşı karşıyayız. Mısır ve Yunanistan bu bloke bakışı aşırı bir yorumun mevzuu hâline getiriyor. Diyelim ki bu tez doğru; bir geçiş yaşanacak. Öyle de olsa, bu gerçekleşinceye kadar BM'nin de tasdiki ile meşrû olan hükümet Dibeybe hükûmeti değil midir? Siyâset yer yer kesinti yaşayabilir; ama boşluk kabûl etmez. Bu muhayyel, ne idüğü belirsiz geçiş olsa bile, gerçekleşinceye kadar Dieybe hükûmeti meşrûiyetini kaybetmez. Aldığı kararlar geçerlidir. Kaldı ki, geçiş meselesi, Libyâ'daki güç dengeleri itibârıyla henüz kabûl görmüş, tarafların üzerinde ittifâk etmiş olduğu bir durum olmaktan çok uzaktadır. Ortada karmaşık bir denklemin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dibeybe hükûmetinin seçimler yapılamadı diye meşrûiyetini kaybettiğini söyleyen Batı bloku, bu denkleme Hafter'i de dâhil ediyor. Gûya tarafsızlık adına tepeden inmeci, penisilinci bir yaklaşım bu. İyi de, cârî durum Libya'nın siyâsal kültürü açısından rastgele bir durum değildir. Her iki güç yığılmasının arkasında çok hassas kabile destekleri mevcût. Onları yok sayarak, Libya'yı temize çekmek gibi câhilce bir bakış ve değerlendirme bu. Kim gelecek? Bu soru da karşılıksız. Mevcut güç ayrışmalarını bertaraf edebilecek ve hepsini ortak bir irâdeye bağlayabilecek sihirli kuvvet acaba kimin elinde? Tobruk fırsatçılık peşinde. Hafter kanadı, seçimler yapılamadı diye Dibeybe hükûmetinin kadük olduğunu, meşrûiyetin kendilerine geçtiğini iddia eden ucuz bir yaklaşım sergiliyor. Batı bloku ise, durumdan vazife çıkararak, ona “sen de kaybol” diyor. Mısır ve Yunanistan ise bu kaostan kendilerine göre bir netice çıkararak, Türkiye'nin Libya'dan dışlanmasını sağlayacak bir aşırı yorumun peşinde gidiyor.
Bugün 27 eylül 2022 #doğayıdinliyoruz Bugün Dünya Turizm Günü. BM'nin belirlediği günün bu yılki teması: Turizmi yeniden düşünmek! Nereye gitmek istiyoruz ve oraya nasıl gideceğiz? #doğatakvimi
Dış politikanın nabzını tutan tek program, analizleriyle gündemi sarsmaya devam ediyor. Küresel bakış açısıyla dünyadaki gelişmeler masaya yatırılıyor, diplomasi analiz ediliyor. Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün, Avni Özgürel ve Fahri Erenel'in, konuk olduğu Akıl Odası'nda bu hafta: Türkiye'ye karşı bir ekonomik saldırı planı mı var? İhlal edilmeyen yaptırımlar neden tehdit olarak algılanıyor? Mir ağına katılan Türk bankaları neden hedefte Erdoğan'ın BM mesajları Şanghay fotoğrafı nasıl okunmalı? Türkiye'nin Doğu ve Batı adımları nasıl yankı buluyor? BM 77. Kurulu'nda hangi mesajlar verildi? BM'nin sonunu ne getirecek? ABD, Dedeağaç'ı boğazlara alternatif mi yapmak peşinde? ABD, Türkiye'yi ateş çemberine mi almaya çalışıyor? Türkiye'nin ABD ile dolaylı savaşı ne zaman başladı? ABD, Türkiye'deki 2023 seçimlerini mi bekliyor? Pelosı kime mesaj vermeye çalışıyor? Pelosı neden çatışma halindeki ülkeleri ziyaret ediyor? Rusya Ukrayna savaşından son durum ne? Rusya Ukrayna savaşının kazananı ve kaybedeni kim? Rusya Ukrayna savaşının seyri değişiyor mu? BM, Ukrayna savaşında barış istemiyor mu?
Dış politikanın nabzını tutan tek program, analizleriyle gündemi sarsmaya devam ediyor. Küresel bakış açısıyla dünyadaki gelişmeler masaya yatırılıyor, diplomasi analiz ediliyor. Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün, Avni Özgürel ve Doç. Dr. Fahri Erenel'in, konuk olduğu Akıl Odası'nda bu hafta: Ukrayna'nın asıl hedefi Kırım mı? Putin yeniliyor mu? Ukrayna'nın şantaj kartı Zaporijya mı? Minsk Sözleşmesi'ne neden bağlı kalınmadı? Ukrayna savaşın dengesini değiştiriyor mu? Rusya yeniliyor mu, yoksa öyle mi göstermeye çalışıyor? BM'nin geleceği nasıl şekillenecek? ABD'nin kendi devletine söz geçirme kabiliyeti ne kadar? Avrupa kışı nasıl geçirecek? Şanghay İş Birliği Örgütü nasıl bir güce sahip? Şanghay İş Birliği Örgütü Zirvesi'nde neler konuşulacak?
Bu sütunda iki hafta BM'nin yayımladığı “İklim değişikliği” konusunda yazdık. Bu son yazı olacak. Gün geçmiyor ki televizyon ekranında bir kurumuş göl, çürümeye terkedilmiş balıkçı sandalları görmeyelim. Göllerimiz kuruyarak haritadan siliniyor. Derelerimizin suyu kapkara. Bu kirli dere suları toplanıp nehirlere karışıyor. Ergene'nin suyu tarımda bile kullanılmayacak hâle gelmiş. Gediz, Menderes, Sakarya, Kızılırmak gibi büyük nehirlerimiz aynı kaderi paylaşıyor. Sanayi atıkları yüzünden zehirlenen bu nehirler, dereler ve göllerde sık sık balık ölümlerine raslanıyor. Kuş cenneti diye meşuhr olan sazlıklarda kuraklık yüzünden ne saz kaldı ne kuş. Yirmi beş yıldır Avrupa'da çalışan bir makina mühendisi arkadaş anlatıyor: “Bir göl görüyorsunuz, etrafı temiz, suyu billur gibi. Adamlar çevreyi korumayı biliyor diyorsunuz. Ne var ki o billur gibi suyu olan gölde değil balık, bakteri bile yaşamıyor. Asit yağmurları ile zehirlenmiş bir su.” Bu bahsi burada bırakalım.
Geçen haftaki yazımızda BM'nin “İklim değişimi” konusundaki üç bin sayfa tutan raporundan bahsetmiştik. Bilindiği gibi bu yıl dünyanın hemen her yerinde olağanüstü sayılan yangınlar, seller ve kuraklık görüldü. Sanayi Devrimi'nden bu yana fabrika bacalarından atmosfere salınan zehirli gazlar tabiatın dengesini bozmuş, ozon tabakası delinmiş, dünya olması gerekenden fazla ısınmıştır. Bilim çevreleri bu ısınmanın bir derece daha artması ile büyük felâketlerin yaşanacağını söylüyor. Ne yapmak lazım? İnsanlık önüne “tek yol” olarak konulan “sanayileşme”den vaz geçebilir mi? İlerleme, kalkınma, zenginlik, refah, konfor bütün bu kutsal hedefler ne olacak? Bilimin sarsılmaz otoritesini ne yapacağız? Lütfen heyecan yapmayın. Bu neticeyi çığlık çığlığa insanlığa üç bin sayfa ile sunanlar da bilim adamları. “Yanlış yaptık arkadaş” demek onların hakkıdır. Yanlıştan dönmek bir erdemdir.
İster kabul edelim ister etmeyelim: ABD ve Avrupa dışında bir dünya düzeni şekilleniyor. Ve bu düzen arayışı; Batı'nın yüzlerce yıldır devam eden kesintisiz üstünlüğüne son verme konusunda çok kararlı. İster inanalım ister inanmayalım: Türkiye bu yeni dünyanın tam merkezine yerleşmiş durumda. Doğu-Batı ayrışmasının kesişme noktaları hep çatışma olur. Ama Türkiye tam tersini inşa etti ve Doğu-Batı arasında inanılmaz bir güç alanı oluşturdu. ERDOĞAN'IN “BARIŞ MÜDAHALESİ”: TÜRKİYE DÜNYA SAVAŞINI ÖNLÜYOR! Türkiye; Ortadoğu, Orta Asya, Kuzey ve Orta Afrika'da şaşkınlık veren bir hızla devam ettirdiği jeopolitik güç oluşumunu, Dolmabahçe'de yapılan Rusya-Ukrayna müzakereleri ile zirveye taşıdı. ABD'nin, Avrupa'nın, BM'nin, Batılı bütün kurumların devre dışı kaldığı krizde, sadece Türkiye söz söyleyebildi. Sadece Türkiye çözüm üretebildi. Sadece Türkiye hem Batı'ya hem Doğu'ya kapılar açabildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın müzakereye salonuna bizzat gelmesi, heyete konuşması, “dünya sizden müjde bekliyor” demesi, müthiş bir “barış müdahalesi”ydi. Eğer “Türkiye inisiyatifi” başarılı olur ve sonuç alınırsa, Erdoğan ve Türkiye, sadece Ukrayna savaşını durdurmakla kalmayacak, nükleer saldırıların bile ihtimal dahilinde olduğu yeni dünya savaşına açılan kapıları da kapatmış olacak. TÜRKİYE'NİN YILDIZLAŞTIĞI YENİ FOTOĞRAF: DÜNYANIN ABD VE AVRUPA'YI TERKEDİŞİ Ukrayna savaşı üzerinden konuşmamız gereken çok daha önemli şeyler var. Türkiye'nin yıldızlaştığı yepyeni bir fotoğraf var. Dünyanın geleceği var. Eski dünyanın, Batı dünyasının eskimişliği var. Yeryüzünün büyük bölümünün, milletlerin ezici çoğunluğunun ABD ve Avrupa'yı terketmişliği var. ABD'nin “hırçın ama güvensiz” çıkışları, Avrupa'nın ilk kez sinik ve korkulu hali var. Öyleyse hem Türkiye'nin hem dünyanın yarınını, geleceğini konuşmak, yeni söz söyleme alanı haline gelmiştir. Bunun dışındaki her cümle eski ezberlerdir. Eski ezberlerde saplanıp kalan bütün ülkeler, siyasi hareketler tükenecektir.
Tobruk'taki Temsilciler Meclisi, Libya'yı seçimlere götürecek anayasal zemini belirlemek üzere bir komite kurulmasını öngören BM girişimine belirlenen sürede cevap vermedi. Yazan: Mustafa Dala Seslendiren: Tuba Memiş
DUVAR- Büyük Fotoğraf'ın bu bölümünde Gazete Duvar yazarı Menekşe Tokyay ve dış politika analisti Aydın Sezer, Libya'daki son gelişmeleri değerlendirdi.
Türk Kahvesi'nin bu bölümünde BM 75. Genel Kurulu Başkanı Büyükelçi Volkan Bozkır konuk oluyor. - Geçmişten günümüze #BM'nin geldiği nokta ne? - #BirleşmişMilletler eski gücünü yitiriyor mu? - Daha adil bir dünya için neler yapılmalı? - BM'nin kadınlara ve çocuklara yönelik çalışmaları - Dünyada güç dengesi kimlerin elinde? - Küresel açlık ve yetersiz beslenme sorunu
TürkKahvesi'nde bu hafta konuğumuz BM 75. Genel Kurulu Başkanı Büyükelçi #VolkanBozkır ◾ Geçmişten günümüze #BM'nin geldiği nokta ne? ◾ #BirleşmişMilletler eski gücünü yitiriyor mu? ◾ Daha adil bir dünya için neler yapılmalı? ◾ BM'nin kadınlara ve çocuklara yönelik çalışmaları ◾ Dünyada güç dengesi kimlerin elinde? ◾ Küresel açlık ve yetersiz beslenme sorunu Ayşe Böhürler ile #TürkKahvesi her Pazar 11.10'da #TVNET'te
Bu sütunda iki hafta BM'nin yayımladığı “iklim değişikliği” konusunda yazdık. Bu son yazı olacak. Gün geçmiyor ki televizyon ekranında bir kurumuş göl, çürümeye terkedilmiş balıkçı sandalları görmeyelim. Göllerimiz kuruyarak haritadan siliniyor. Derelerimizin suyu kapkara. Bu kirli dere suları toplanıp nehirlere karışıyor. Ergene'nin suyu tarımda bile kullanılmayacak hâle gelmiş. Gediz, Menderes, Sakarya, Kızılırmak gibi büyük nehirlerimiz aynı kaderi paylaşıyor. Sanayi atıkları yüzünden zehirlenen bu nehirler, dereler ve göllerde sık sık balık ölümlerine raslanıyor. Kuş cenneti diye meşuhr olan sazlıklarda kuraklık yüzünden ne saz kaldı ne kuş. Yirmi beş yıldır Avrupa'da çalışan bir makina mühendisi arkadaş anlatıyor: “Bir göl görüyorsunuz, etrafı temiz, suyu billur gibi. Adamlar çevreyi korumayı biliyor diyorsunuz. Ne var ki o billur gibi suyu olan gölde değil balık, bakteri bile yaşamıyor. Asit yağmurları ile zehirlenmiş bir su.” Bu bahsi burada bırakalım.
Birleşmiş Milletler (BM) 76. Genel Kurulu gerçekleştirildi. Burada Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir konuşma yaptı. Benim dikkatimi daha çok ABD Başkanı Joe Biden'ın ifade ettikleri oldu. Dolayısıyla yazımda yeni küresel düzeninin ve çatışma/rekabet ortamının BM'den nasıl göründüğünü açıklamak isterim.
Geçen haftaki yazımızda BM'nin “İklim değişimi” konusundaki üç bin sayfa tutan raporundan bahsetmiştik. Bilindiği gibi bu yıl dünyanın hemen her yerinde olağanüstü sayılan yangınlar, seller ve kuraklık görüldü. Sanayi Devrimi'nden bu yana fabrika bacalarından atmosfere salınan zehirli gazlar tabiatın dengesini bozmuş, ozon tabakası delinmiş, dünya olması gerekenden fazla ısınmıştır. Bilim çevreleri bu ısınmanın bir derece daha artması ile büyük felâketlerin yaşanacağını söylüyor. Ne yapmak lazım?
“Dünyada cehennemi yaşamaya doğru hızla ilerliyoruz!” BM'nin iklim raporunda çarpıcı tespitler var. 7 yıl önce açıklanan iklim raporunun yazarlarından Barış Karapınar o günden bugüne, 7 yılda neler olduğunu anlatıyor.
BM'nin son raporu geleneksel üslubun kenara bırakılarak hükümetlere eşikteki felakete dair yapılan keskin bir uyarı olarak görülüyor. AA İngilizce Haberler muhabiri Burak Bir ile hükümetler arası panelin (IPCC) tarif ettiği korkutucu senaryoları konuştuk.
Birleşmiş Milletler'in (BM) insan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliğinin risklerini değerlendirmek üzere kurulan Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli haftaya önemli bir raporu kamuoyuna duyuracak. BM'nin altıncı değerlendirme raporunda Türkiye'nin de içinde bulunduğu Güney Avrupa için ciddi uyarılar yer alıyor. Bu sene kasım ayında İskoçya'nın Glasgow kentinde yapılacak BM İklim Değişikliği Konferansı öncesinde taslak raporun bazı bölümleri basına sızdı. Güney Avrupa'yı kasıp kavuran yangınlar, sıcak hava dalgası, sel felaketleri, kuraklık gibi büyük doğa olaylarında iklim değişikliğinin rolü, ne gibi önlemler alınması gerektiği, bu önlemler alınmazsa ne tür tehlikelerin bizi beklediği bu haftaki Avrupa Aktüel'in konusu.
Bugün Sürdürülebilir Gastronomi Günü. BM'nin hedefi tükenmek üzere olan yiyecekleri, ata tohumlarını çoğaltmak, gelecek nesillere kalmasını sağlamak.
BM bu yılın temasını “okyanus = yaşam ve geçim” olarak belirledi. BM'nin hedefi; tüm dünya nüfusunu, yaşam kaynağımız olan okyanusların sürdürülebilir yönetimi için birleştirmek.
Doğa Konuşmaları'nda bugün WWF Türkiye Doğa Koruma Direktörü Sedat Kalem'i dinleyin. BM'nin bu yılki teması “Ekosistemin Restorasyonu 10 Yılı” hedefini, önümüzdeki 10 yılda doğadaki tahribatı onarmak için ne yapmak gerektiğini anlatıyor.
Doğa Konuşmaları'nda bugün WWF Türkiye Doğa Koruma Direktörü Sedat Kalem'i dinleyin. BM'nin bu yılki teması “Ekosistemin Restorasyonu 10 Yılı” hedefini, önümüzdeki 10 yılda doğadaki tahribatı onarmak için ne yapmak gerektiğini anlatıyor.
Süleyman Seyfi Öğün, Avni Özgürel ve Taşansu Türker konuk olduğu #AkılOdası'nda bu hafta: ◼ Suç örgütü elebaşı Sedat Peker hakkında yakalama kararı çıkarıldı ◼ Cumhurbaşkanı #Erdoğan'dan #petrol müjdesi: Kuyuların yerleri belli oldu ◼ #ABD Başkanı Joe #Biden istihbarata Koronavirüs talimatı verdi ◼ #Koronavirüs bahane edilerek #Çin hedef mi alınacak? ◼ #Suriye'de göstermelik seçim yapıldı ◼ BM'nin yaptığı "#İsrail savaş suçu işlemiş olabilir" açıklamasının bir sonucu olacak mı? ◼ #27Mayıs darbesinin üzerinden 61 yıl geçti
Akşener'in İkizdere ziyareti, Erdoğan'dan "Netenyahu" davası, BM'nin İsrail toplantısı, Türkiye'den AP'ye tepki ve daha fazlası... Zeynepgül Alp 20 Mayıs Türkiye gündemini Pod360'da aktarıyor. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices
Filistin-İsrail çatışması neden alevlendi? BM neden pasif? Hizbullah'ın tavrı ne olacak? Bölgeden gazeteci Nalan Yazgan Son Tahlilde'de Onur Öncü'nün konuğu. “Netanyahu kendi içlerindeki çatışmayı, çekişmeyi saklamak için, her zaman sıcak olan bu gerilimi biraz arttırmayı planladı. Bu onun işine geliyor. BM'ye göre bu bir savaş suçu. insanları zorla bulundukları yerden alıp, mülksüzleştirip başka bir yere göç etmeye zorlamak bir savaş suçu ABD her daim Israil'in arkasında. Dolayısıyla BM'yi de en çok finanse eden ABD olduğu için, BM'nin de eli kolu bağlı. Hizbullah şu anda bekleyecek. Hizbullah kendisine bir saldırı olmadığı sürece beklemeye devam edecek...”
BM'nin 2021 yılında yayınladığı gıda israf raporuna göre Türkiye'de her yıl 7.7 milyon ton, kişi başı ise 93 kg yiyecek çöpe atılıyor. Besin atıklarını azaltmanın en önemli yöntemlerinden biri ise “doğru saklama”. Neymiş efenim peki bu sakla(ma) ?
Sungur Savran: Bir Avrupa Birliği soykırımı, bir sosyal demokrat soykırım Günü gününe 27 yıl oldu. 7 Nisan-15 Temmuz 1994 tarihleri arasındaki 100 gün içinde Afrika'nın doğusundaki Ruanda'da erkek kadın, yaşlı çocuk bir milyon korunmasız sivil katledildi. Günde 10 bin kişi oluyor! Katliamı düzenleyenler ülkenin çoğunluğunu oluşturan Hutu etnik grubunun şoven, gerici, gözü dönmüş milisleriydi. Machete olarak anılan pala biçiminde tarımsal üretim araçlarıyla, kazmayla kürekle, yabayla sopayla, ateşli silahla öldürdüler önlerine geleni. Katledilenler arasında demokrat eğilimdeki etnik Hutular da vardı ama ezici çoğunluk, ülkenin azınlık etnik grubu olan Tutsilerdendi. Yani açıkça, ikirciksiz ve tartışmasız biçimde bir soykırım işlenmişti. Her şey yıldırım hızıyla olup bittikten sonra yaşananın soykırım olduğunu yadsıyan zaten yok. Tartışılan başka şey. Evet, silahları tutan eller Hutu milislerinin elleriydi. Peki onlara silahları veren kimdi? Ruanda'da 1994 öncesinde uzun süredir yaşanmakta olan çatışmalar dolayısıyla bir Birleşmiş Milletler (BM) gücü vardı. Daha da önemlisi Fransa 1994 öncesinde Ruanda'da asker bulunduruyordu. BM neden müdahale etmemişti? Fransa soykırımı engellemek için neden bir şey yapmamıştı? Esas tartışılan buydu. BM'nin rolü konusunda tek bir şey söylemek yeter bu kuruluşun ne kadar alçalabileceğini anlamak için. BM gücünün başındaki Kanadalı General Dallaire, Hutuların katliam hazırlıklarını ve gizli silah yığınaklarını erkenden keşfetmişti. Ama müdahale etmesi BM Genel Sekreter Yardımcısı, kendi de Afrikalı olan Kofi Annan'ın çabasıyla engellendi. Soykırımın önünü açan bu Kofi Annan, daha sonra “uluslararası toplum” diye bilinen emperyalist koalisyon tarafından ödüllendirildi ve 1997'den itibaren on yıl boyunca BM Genel Sekreteri olarak görev yaptı! Biz asıl Fransa'ya gelelim. 1994 soykırımı biter bitmez Fransa çalkalanmaya başladı. Fransa'nın Marksist ve anti-emperyalist aydınları, ülkenin hükümetinin, üzerinde çok büyük etkiye sahip olduğu Ruanda yönetiminin soykırım uygulamasını nasıl kollarını kavuşturup seyrettiğini derhâl sorgulamaya başladılar. Her geçen yıl, ortaya Fransa'nın soykırımın bilgisine sahip olduğu halde parmağını bile kıpırdatmadığına ilişkin deliller ortaya çıktı. Çuvala sığmayan mızrağı “araştırmak” üzere şimdiki Fransa cumhurbaşkanı Macron bir tarihçiler ekibi oluşturdu. Arşivlerin, özellikle de Fransız CIA'sı DGSE'nin arşivinin bütünüyle açıldığı söylendi. Geçtiğimiz günlerde bu tarihçiler komisyonu araştırmalarının sonucunu açıkladı. Sürpriz ki sürpriz! Varılan sonucu bütün basın “Fransa aklandı” diye verdi. Fransa'nın soykırımda çok ciddi sorumlulukları vardı ama ülke suç ortağı değildi! Fransa'nın aydınlara hitap eden radyosu France Culture'e çıkan komisyon başkanı Vincent Duclert şöyle dedi: “Mitterrand'ın soykırım karşısındaki durumu ‘körlük' olarak nitelenmeli. Ortada ‘bilişsel' (kognitif) bir problem var.” Biz 2004'te, soykırımın 10. yıl dönümünde, o aşamaya kadar biriken delillere yaslanarak “Ruanda 1994: Bir Avrupa Birliği soykırımı” başlığını taşıyan bir yazı yazdık. O yıllar Türkiye solunun ve sendika hareketinin AB fetişizmi içinde geleceği Türkiye'nin AB üyeliğine havale ettiği yıllardı. Sol günde beş defa AB'nin bir “demokrasi, barış ve sosyal adalet odağı” olduğunu söylüyordu. Ruanda deneyimi gözlerin açılmasına yarasa keşke! Şimdi İstanbul Sözleşmesi feshedildi ya. Kendisini “sol” sayan birçok insanımız ve kuruluşumuz AB Komisyonu Başkanı Ursula van der Leyen ile Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel'in İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesine rağmen Tayyip Erdoğan ile düzenlenen çevrim içi bir toplantıyı iptal etmemiş olmasına içerliyor. Soykırıma duyarsız kalan politikacı tipolojisi İstanbul Sözleşmesi'ne ne ölçüde duyarlı kalabilir? İlahi dostlar! Acaba esas “anlama” sorununu kim yaşıyor?
Bu bölümde Myanmar'da devam eden kanlı protestolar ve BM'nin uluslararası toplumlara destek çağrısını konuşacağız. Aynı zamanda Uluslararası Af Örgütü'nün, barışçıl protestoculara karşı ordunun giderek artan ölümcül taktikler ve silahlar kullanarak Myanmar'da bir "öldürme çılgınlığı" başladığını söyleyen raporu ele alacağız. Keyifli dinlemeler!