POPULARITY
İlk bölümde, Pakrat Estukyan ile Türkiye'nin ve Ermeni toplumunun gündemini, özellikle de Misak Manuşyan ve eşi Meline Manuşyan'ın naaşlarının Fransa'da Panthéon'a taşınmasını konuşuyoruz. İkinci bölümde, Lüsan Bıçakçı konuğumuz oluyor ve kendisiyle 21 Şubat Dünya Anadili Günü vesilesiyle farklı kuşaklardan Ermenilerin Ermenice ile kurdukları bağı ele alıyoruz. Son bölümde ise siyaset bilimci Edgar Şar ile 31 Mart yerel seçimlerine doğru şekillenen siyasi manzaraya yakından bakıyoruz.
İlk bölümde, Pakrat Estukyan ile Türkiye'nin ve Ermeni toplumunun gündemini, özellikle de Misak Manuşyan ve eşi Meline Manuşyan'ın naaşlarının Fransa'da Panthéon'a taşınmasını konuşuyoruz. İkinci bölümde, Lüsan Bıçakçı konuğumuz oluyor ve kendisiyle 21 Şubat Dünya Anadili Günü vesilesiyle farklı kuşaklardan Ermenilerin Ermenice ile kurdukları bağı ele alıyoruz. Son bölümde ise siyaset bilimci Edgar Şar ile 31 Mart yerel seçimlerine doğru şekillenen siyasi manzaraya yakından bakıyoruz.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın Badi Ekrem İmamoğlu yakıştırması yaptığı CHP'nin İstanbul adayı Ekrem'e "Ne coğrafya biliyor ne tarih! Yeniden seçilebilmek uğruna kullandığı bölücü ve şeytani dil, elbette kasıt ve mesaj da taşıyor." Demişti. Ne olmuştu da MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın İngiliz, ABD ve Yunan büyükelçilikleri, ile gizli ve samimi ilişkileri deşifre olmuş yerli ve milli olmayan İmamoğlu'nu kıyasıya eleştirerek 31 Mart 2024 seçimlerine eski HDP şimdilerin terör örgütü PKK destekçisi ve siyasi kolu DEM ile ittifak'a girmek için CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile birlikte taklalar atarak İstanbul'un en büyük ilçelerinden Esenyurt'ta anlaşma yapmışlardı. Öyle ki Esenyurt'ta CHP'nin adayı çekilecek yerine DEM örgütünce ismi belirlenen bir aday CHP listelerinde yer alacaktı. PKK destekçisi DEM örgütünün Sözcüsü Ayşegül Doğan 'Mersin, Akdeniz, Esenyurt'ta kent uzlaşısı sağlandı. Adana ve İstanul'un bazı ilçelerinde görüşmeler sürüyor açıklamaları Pazarlıkta vites yükselten DEM örgütü ve CHP ile arasındaki ittifakların genişleyeceğine yönelik iddiaları doğrular nitelikteydi. ‘TÜRK' İSMİNDEN BAHSETMEMESİ DEM'E VERİLMİŞ BİR ÖDÜNÇ SÖZLEŞMESİ MİYDİ? CHP ile PKK destekçisi ve siyasi kolu DEM örgütü ile CHP arasında önce Esenyurt'ta başlayan ittifak KENT uzlaşısı çerçevesinde genişleyeceği, PKK destekçisi DEM örgütünün Sözcüsü Ayşegül Doğan tarafından yapılan açıklamalardan anlaşılıyor. Bazı köşe yazarlarımızın DEM'den bir oy CHP'ye bir oy İmamoğlu'na taktiği ile yaptıkları açıklamalar milli ve yerli olmayan CHP çevresinde enteresan bir şekilde çok olumlu karşılanmış anlaşılan. Siyasi istikballerini Türk Milleti yerine terör örgütlerine bağlayarak bu örgütlerin ve onları yöneten emperyalist hegemonik güçlerin oyuncağı olan partilerin Türk Milletinden oy alarak başarılı olmaları çok zor hatta imkansızdır. İmamoğlu ve Özgür Özel CHP'sinin bugünkü durumu açıkça böyledir. İmamoğlu PKK destekçisi DEM örgütünden aldığı destek ve yönlendirme ile İstanbul ilçelerinin aday tanıtım toplantısı öncesinde yaptığı konuşma ve açıklamalarda şu talihsiz ve kimliksiz şu konuşmayı yaparak safının Türkiye düşmanları yanında olduğunu açıkça belli etmiştir. 16 Milyonluk İstanbul'da; Kimsenin inancına, kimsenin siyasi düşüncesine, kimsenin yaşam tarzına bakmadan, ayrımcılık yapmadan, Adil ve Özgür bir kent, herkesin şehri 16 Milyon özgür Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı var. Bu şehir Kürtlerin, Bu şehir Alevilerin, Bu şehir Ermenilerin, Bu şehir Boşnakların Bu şehir Süryanilerin! Bu şehirde vatansever bayrağını seven Mustafa Kemal Atatürk'ün izinden yürüyecek 16 Milyon insan var. Sözlerine karşı MHP Genel Başkan yardımcısı Semih Yalçın şu önemli iddia ve suçlama ile cevap vermişti: Badi Ekrem Atatürk'ün devasa mirasını inkar etmekle kalmıyor milletimizin asli varlığını da inkar ediyor! İmamoğlu'nun medet umduğu bütün sosyolojik ve dinî topluluklar; İstanbul büyük Türk Hükümdarı Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedileli beri aziz milletimizin geleneksel hoşgörüsü, evrensel insan ve hukuk anlayışı, engin yönetim felsefesi sayesinde bizimle birlikte hürriyet, barış ve huzur içinde yaşıyor. Badi Ekrem, milletimizin asli varlığını inkâr ve bizi bütün kılan sosyolojik yapıyı istismar etmekle kalmıyor; yönetim felsefesini Türk milliyetçiliğine dayandıran, bu ülküyü egemenlik ve tarih telakkisinin başat unsuru hâline getiren Atatürk'ün devasa mirasını da inkâr etmiş oluyor. Millî hâkimiyetin gerçek sahipleri dururken; geleceğini ve mukadderatını kâh bölücü terör örgütünün kravatlı/mazbatalı militanlarına, kâh Türk'ün yüksek müsamahası ve tanıdığı insani ayrıcalıklar altında hayat sürenlere bağlayan İmamoğlu bilmelidir ki Müslüman mahallesinde salyangoz satanların akıbeti berbattır, bataktır. 31 Mart'ta Yüce Türk Milleti başta İmamoğlu olmak üzere Özel CHP'sine hak ettikleri dersi vereceklerdir. İnşallah!
Gazeteci ve yazar Hayko Bağdat, İstanbullu bir Ermeni olarak kimlik arayışı, ötekileştirme ve sevgi üçgeninde geçen çocukluğunu, gençlik yıllarını ve sekiz yıldır Berlin'de sürgünde yaşadıklarını "Salyangoz" oyununda anlatıyor. Köln'deki Kulturbunker'de sergileyeceği tek kişilik oyunundan önce COSMO Türkçe'ye konuk olan Hayko Bağdat, anılarını, karşılaştığı komik, traji-komik olayları anlatırken Ermenilerin günlük hayatta yaşadıklarıyla ilgili ne kadar az bilginin olduğunu gözler önüne seriyor. Hayko Bağdat ile sürgündeki yaşamı, hayalleri ve Salyangoz oyununu konuştuk. Mikrofonda Çelik Akpınar ve Elmas Topçu var. Von Celik Akpinar.
19. yüzyıl sonlarında İstanbul'un nüfusu 1 milyon civarındaydı. 1885-86 nüfus sayımına göre yüzde 44 Müslüman, yüzde 18 Rum, yüzde 17 Ermeni, yüzde 5 Yahudi nüfus vardı. Yüzde 15'i ise yabancı ve bilinmeyen grubunda yer alıyordu. Bunların çoğunlukla Levantenler, yabancı tüccarlar ve misyonlar olduğunu tahmin edebiliriz. İstanbul her zaman kozmopolit bir dünya kentiydi. Müslüman nüfusun çoğunluk haline gelmesi, Birinci Dünya Savaşı sonunda yaşanan göçler ve olaylardan sonradır. 1914 nüfus sayımına göre Üsküdar'a bir göz atalım: Müslüman: 70.447, Rum: 19.832, Ermeni: 13.296, Yahudi: 6.836. Sosyal ve ekonomik hayat açısından baktığımızda; İstanbul genelinde Müslümanların yüzde 25,4'ü, Rumların yüzde 36,8'i, Ermenilerin yüzde 43'ü, Yahudilerin yüzde 31'i, Latinlerin yüzde 47,5'i ticaret ve sanayi ile uğraşıyordu. Bankacılık ve Borsa ile uğraşanların yüzde 95'ten fazlası yabancıydı. Bütün ülkede toptancı tüccarların yüzde 15'i, perakendecilerle birlikte sayarsak yüzde 25'i Müslüman Türk'tü. 1700 yılına ait bir belgede o tarihte sınava alınan tabip adaylarından beşinin Müslüman, beşinin Rum, on üçünün Yahudi olduğu görülüyor. 2003 yılında Üsküdar Belediyesi'nin öncülüğünde başlayan Üsküdar sempozyumları 2023 yılında da aynı verimlilikle devam ediyor. İlk sempozyumun koordinatörlerinden rahmetli Kemal Kahraman'ın 20 yıl önceki konuşmasında anlattıklarına bakalım; Hagop Mıntzuri'nin “Emirgan'daki Fırın Gitti” adlı hikayesinin bir bölümünde şöyle geçiyor: “Delirdin mi Nahabetyan? ‘Şarap başına mı vurdu' dedi Arhanyan. Nahabetyan'ın bacanağı olurdu. Zimar'daki Boğosyan'ın kızlarını almışlardı ikisi de. Arhanyan, Üsküdar'daki Şatır, Yeniçeşme, Kızlarağası, Tekkekapı fırınlarının sahibiydi. Ertesi sabah Nışan, Sılo'yu Üsküdar'a götürdü. Oradaki çarşının fırınlarını bizim yukarı köylüler işletirlerdi.” Uluslararası bilim dünyasında adı ilk Türk atom mühendisi olarak geçen Üsküdarlı Profesör Ahmet Yüksel Özemre “Ah Üsküdar Ah” adını verdiği hatıra kitabında çocukluğundaki Üsküdar çarşısını anlatıyor. 1935 doğumlu olduğuna göre 1940-45 yıllarındaki Üsküdar'dan şöyle bahsediyor hocamız; Sobacı Levon Efendi, Kırtasiyeci Davit efendi, tuhafiyeci Dirdat efendi, eczacı Moiz efendi, eczacı Toma gibi birçok isme rastlıyoruz. Bu şahıslarla ilgili çocukluk anıları önemli belgeler niteliğinde. Üsküdar'ın en işlek tuhafiye dükkanlarının sahipleri şöyle sıralanıyor: Tekfor Efendi, İstepan Efendi, Zare, Haçik, Süleyman bey ve Şerafettin bey. Eczacı Moiz Efendi, İsrail kurulduktan sonra bu ülkeye göçüyor, daha sonra pişman oluyor ama İstanbul'a dönemiyor. 1935-55 yılları arasında İstanbul'daki en ünlü yayınevlerinden İnkılap Kitabevi kurucunun Garbis Fikri olduğunu öğreniyoruz. Özemre hoca 1927 yılı Üsküdar'ına ait bir olayı şöyle naklediyor. Komiser Hulusi Bey bir ev almak ister. Doğancılar'da Manastırlı İsmail Hakkı Sokak'taki bahçeli ev için 50 lira peşinat isterler. Hulusi Beyin 50 lirası yoktur. Üsküdar Çarşısı'ndan üzüntüyle geçerken, Manifaturacı Tekfor efendi, Hulusi beyi zorla dükkanına davet eder. Olayı öğrenince, çekmecesinden 50 lira çıkarıp ona verir; “Bunu lütfen ev hediyesi olarak kabul et” der. Bugün böyle bir komşuluk kendini mütedeyyin hakiki Müslüman olarak görenler arasında bile kalmadı.
Daha önceki İsrail'in Filistin'e yönelik baskınlarında sine-çekine İsrail'e destek olan memleketteki bit yavruları, bu kez baskın Hamas'tan gelince ve Hamas bir şok dalgasıyla İsrail'in anasını ağlatınca açıktan kahpelik etmeye başladılar. Meğer ne çok İsrail destekçisi varmış yahu memlekette. Başta Kamalist akıl hastaları olmak üzere Ümit Özdağ'ın Nazi özentisi yavruları, bazı sinik-liboş muhafazakarlar, Fatih Altaylı denilen mikser, Mustafa Yeneroğlu isimli entegrist lolipop ve Bülent Arınç isimli “şişirilmiş bölüm sonu canavarı” sıvadılar kolları. El birliğiyle “İsrail'i aklama operasyonu” yaptılar, iyi mi? FETÖ'cü P.İ.Ç'leri saymıyorum bile. Bu çevrelerin her biri bir başka kanaldan ilerleyerek İsrail'i aklamanın derdine düştüler. Pek salakları “İsrailli siviller” yavesine sarıldı. İsrailli işgalci yerleşimcileri “sivil” sayan bu dangalaklar çabuk ekarte oldular. Bunların daha da salakları “Hamas güçsüz, ne gerek vardı bu saldırıya?” şeklinde analiz kastılar. Allah'a inanan ama O'na asla güvenmeyen bu güya muhafazakâr dangalaklar, analiz adı altında izzet ve şerefleri için uzun süredir dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olan Gazze'den çıkan savaşçıların ‘acayip güçlü İsrail' palavrasını saatler içerisinde yerle bir etmeleriyle yaşadıkları paniği açık ettiler. Bu salaklar hâlâ İsrail'in Gazze'yi amaçsız ve vahşi şekilde bombalıyor oluşundan kaynaklı şekilde “Biz dememiş miydik? Bak İsrail kızdı, sivil öldürüyor” demeye devam ediyorlar. He lan, demiştiniz. Biz de size demiştik ki “Bu şanlı savaşçılar huruç etmeden önce bu terör organizasyonu İsrail hiçbir sivil Filistinlinin burnunun bile kanamasına izin vermiyordu, dünyanın en barışçı topluluğu idi bu teröristler, he lan, haklısınız.” Gelelim bu İsrail severlerin en ama en salaklarına. Bunlar, Ümit Özdağ'ın Nazi özentisi yavruları ve Kamalist tarih zırvalarıyla büyümüş Arap düşmanı “gavur severler” topluluğu. Aslında biliyoruz ki bu topluluğun tarihle, gerçekle, gerçeklikle, hakikatle hiçbir ilişikleri yok. “Araplar bizi arkamızdan vurdu, Filistinlilerin dedeleri Yahudilere toprak sattı ve Filistinliler Ermenileri destekliyor” palavraları dışında tek bir cümleleri yok konuyla ilgili. Salak heriflere “Osmanlı askerini arkadan vuran az sayıda Arap'ı o esnada bütün aklını Yahudilerin ürettiği İngilizler organize etti; o isyanlara rağmen Arapların büyük çoğunluğu Osmanlı ordusu saflarında düşmanla çarpışıyordu. Dahası, bizi arkamızdan vuran Arapları organize eden Şerif Hüseyin'in iki oğlu Faysal ve Abdullah Mustafa Kemal Atatürk'le ‘kanki' olmuşlardı. Bu iki kral, kral gibi ağırlanmışlardı Türkiye'de Atatürk tarafından” diyorsun demeye ama kulakları yok ki duysunlar. Salak heriflere “İsrail Devleti'nin kurulma planı 19. yüzyıl sonundan itibaren Londra ve Paris'te pişirilmiş bir plandır. Yahudiler güya kendilerinden nefret eden Avrupa'dan Filistin coğrafyasına geldiklerinde tonlarla para dökmelerine rağmen Filistinliler onlara ancak topraklarının yüzde 6'sını (ki bu da çok şişirilmiş bir oran) satmışlardı. Üstelik topraklarını satanların kahir ekseriyeti Ermeniler ve diğer Hıristiyan Araplardı” diyorsun demesine de duyma yetileri olmadığı için bunu da duymuyorlar. Daha neler neler diyorsun demeye. Misal, “Azerbaycan, Ermenistan'ı yenip Karabağ'ı özgürleştirdiğinde ilk kutlama mesajlarından biri Hamas'tan geldi” diyorsun, bu salaklar “Filistinliler Ermeni dostu, İsrail değil” diyorlar. “Lan Türkiye'ye karşı PKK'nın yanında duran, PKK'nın içerisindeki Ermenilerin tam teçhizatla silahlanmalarını sağlayan İsrail'in ta kendisi değil mi?” diyorsun, mavi ekran bile vermiyorlar. O yüzden Filistin davasının kurucusu İzzeddin Kassam'ın “Atatürk'ün silah arkadaşı” olduğunu bu sığırlara anlatamıyorsun bile.
Geçtiğimiz hafta Bakü'deydim. Türk Devletleri Teşkilatı'nın tarım ve hayvancılık alanlarındaki işbirlikleri için düzenlediği toplantıları takip ettim. Kulislerin ve genel olarak Bakü'nün gündemi Karabağ'daki terör operasyon-larının etkileriydi. Ermenistan bir kez daha ve 24 saat içinde pes etmişti. ‘Bundan sonra neler olur?' sorusuna yanıt aradım. Bakü'de temkinli bir hava vardı. Şunu açıkça ifade etmek istiyorum; her kesimden görüştüğüm tüm Azerbaycanlılar, intikam duygusuyla değil de aklıselimle konuşuyorlardı. Hankendi'deki Ermenilerin göç etmesini izliyorlardı. Bir taksici, 30 yıl önceki Hocalı katliamına dahli olanlar hariç sivil halka üzüldüğünü söyledi. Yerinden yurdundan olmayı en iyi de 1992'de Hocalı'dan tehcir edilen 1 milyon Azerbaycanlı ve onların çocukları, torunları bilir zaten. Taksici, “Onların bize yaptıklarını asla unutmayacağız. Ama onlar gibi de yapmayacağız. Bizim dinimiz de milliyetimiz de buna izin vermiyor” dedi. Gözler bir yandan da Nahçıvan'daki Erdoğan-Aliyev zirvesindeydi. İki lider, Iğdır-Nahçıvan Doğal Gaz Boru Hattı'nın temelini attılar ama aslında bu görüşme dünyaya verilen bir mesajdı. Neyin mesajı olduğunu ise şu günlerde daha net anlamış olduk. Nahçıvan dönüşü verdiği röportajda Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Güney Kafkasya'da istikrar, barış ve refahın tesis edilmesi için Azerbaycan'la birlikte çalışmayı sürdüreceğiz” dedi. Türkiye'nin tavrı, duruşu, iradesi ortada... Bölgeye barış ve huzuru sadece Azerbaycan'ın getirmesi mümkün değil. Erdoğan bir süredir, Ermenistan'ı Azerbaycan ile masaya oturtmaya ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ı “prangalarından” kurtulmaya zorluyordu. Aslında Azerbaycan'ın son antiterör harekâtı da Paşinyan'ın elini güçlendirecek ve otorite kuramadığı çeteci Ermenileri bölgeden temizleyen bir hamleydi. Ancak Batı dünyası, Paşinyan'ın siyaset yapmasına, kendi diplomasisini geliştirmesine ve Ermenistan'ın gerçekten bağımsız bir devlet olmasına bir kez daha müsaade etmedi. Hem Paşinyan'a yeni ve çok sıkı prangalar takıldı hem de bölgeyi uzun yıllar kaosa mahkûm edecek yeni bir terör örgütü hamlesiyle karşı karşıyayız. Fransa, ASALA'dan sonra Ermenistan'a yeni bir terör örgütü kuruyor. Hedefleri ise Karabağ. Azerbaycan'ın geri aldığı topraklarda Ermeni terör devleti kurarak Güney Kafkasya'yı coğrafyanın yeni Kuzey Irak'ı, Suriye'si yapmanın peşindeler. Belli ki, Türk dünyasını birleştirecek toprakları çatışma alanlarına çevirerek Zengezur Koridoru'nun açılmasını önlemek istiyorlar. Tüm dünya ve başta da Erivan artık kabullenmeli ki, böyle bir oyunbozanlık için en kullanışlı millet Ermeniler. Ünlü giyim markası Gucci'nin “dünyanın en çirkin mankeni” olarak dünyaya akredite ettiği Ermeni manken Armine Harutyunyan'ın yeni kurulan terör örgütü Woma'ya katılması ve aldığı silahlı eğitim görüntülerinin servis edilmesi magazin malzemesi haline getirilmek isteniyor. Bu tuzağa asla düşmemeliyiz.
Uluslararası kamuoyunda veya daha doğru bir adres olarak Batı dünyasında Türkiye ve Azerbaycan aleyhine yoğunluğu giderek artan bir propaganda çalışması yapılmaktadır. Bu yöndeki faaliyetler özellikle II. Karabağ Savaşı'ndan sonra artış gösterdi. Azerbaycan topraklarında yaşayan Ermenilerin gayr-i meşru olarak cumhurbaşkanlığı seçimine gitmesinden sonra Ermeni terör unsurlarına karşı yapılan ve bir günde sona eren operasyonun başarısı dengeleri bir daha değiştirdi. Bu da Türkiye ve Azerbaycan aleyhine yapılan propaganda faaliyetlerinin yeni çerçeveye oturtulmasına yol açtı. Bu yeni çerçevede geçen yüzyılın olumsuz imajlarına yeniden hayat verecekleri anlaşılmaktadır. Türkiye ve Azerbaycan'ın Güney Kafkasya'yı yeniden canlandıracak ve tarihî değerine kavuşturacak adımları kendi başlarına atması ve güzergâh üzerindeki hâkimiyeti özellikle Fransa, İngiltere ve ABD tarafından bir tehlike olarak görülmektedir. Türkiye ve Azerbaycan'ın 2020'den sonra Güney Kafkasya'da oluşturduğu yeni jeopolitik birçok merkezde ciddiyetle takip edilmektedir. Zengezur Koriduru'nun hayata geçirilmesiyle Güney Kafkasya'nın tarihî değeri fiilî olarak görülecektir. Özellikle Türk dünyasında çok yönlü münasebetlere elverişli bir ortam oluşacaktır. Sadece bu bile Zengezur Koridoru'nun önemini kavramak için yeterlidir. Fransa, İngiltere ve ABD'nin Güney Kafkasya ile ilgili tutumu bir günde belirginlik kazanmış değildir. Hatırlanacağı gibi Birinci Dünya Savaşı'nın bizim açımızdan en önemli cephelerinden biri Kûtülamâre idi ve bu küçük şehir Basra Körfezi'ne giden yolun üzerindeydi. II. Abdülhamit'in en önemli projelerinden biri Bağdat Demir Yolu'ydu. Doğu ve Batı ticareti açısından alternatif bir yol inşa etmek için Basra Körfezi'nden Berlin'e kesintisiz bir demir yolu döşenmek istenmişti. Savaşın en önemli gerekçelerinden biri buydu. Demir yolu geldi Bağdat'ta durdu. İngilizlerin ikinci Kut Savaşı için getirdikleri ordunun sayısı bugün için bile hayret verecek düzeydedir. Bu da hattın önemini ortaya koyar. Birinci Dünya Savaşı'nda Türk ordusu İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle birçok cephede savaştı. En ilginç karşılaşmalardan biri Bakû'da yaşandı. Çanakkale cephesinde savaşmış ve kendi ifadesi ile “küçük rütbeli subaylar” arasında yer alan Mucip Kemalyeri, Kafkas İslam Ordusu'nun da bir subayıydı. Kemalyeri hatıralarında “petrol sanayiinden ve ehemmiyetinden tamamen habersiz” olduklarını itiraf ettikten sonra “tasfiyehanelerin çok yüksek bacalarıyla hemen birlikte İngiliz birlikleri”ni gördüklerini söyler. Kemalyeri “bu inatçı düşmanla ta Asya'da yine bir deniz kenarında tekrar karşılaştığımızdan dolayı saklanamayacak derecede keyfimiz kaçmıştı” demiş ve şunları eklemiştir: “Artık Bakû önünde küçük çapta bir Çanakkale muharebesi vuku bulacağı aşikârdı. Bundan dolayı İngiliz askerlerinin de memnun kalmayacakları pek tabiî idi.” Yüz yıl sonra Türkiye'yi tekrar doğrudan Basra Körfezi'ne bağlayacak Kalkınma Yolu Projesi'nin Zengezur Koridoru'yla birlikte gündeme gelmesi hem geçmişi daha iyi anlamak hem de geleceğe dair birtakım öngörüler açısından önemlidir. Liberal sağ muhafazakârlar ısrarlı bir şekilde Zengezur Koridoru'nun hayata geçirilmesiyle ilgili sorunları salt Rusya ile ilişkilendirse de yüz yıl önceden farklı bir durum olduğunu söylememiz çok zor. Kemalyeri'nin ifade ettiği gibi keyfimizin kaçmasına sebep olan faktörlerin kaynağı maalesef yine aynı merkezlerdir. Hindistan'da G20 Liderler Zirvesinde gündeme getirilen ve Türkiye'yi dışarıda bırakan yeni yol projesi, Zengezur Koridoru'nun hayata geçirilmesiyle ilgili zorlukların kaynağını daha iyi görmemizi sağlar.
Dağlık Karabağ'da yaşayan Ermenilerin neredeyse hepsi bölgeyi terk ediyor. Birleşmiş Milletler heyeti 30 yıl aradan sonra insani ihtiyaçları tespit etmek için yine bölgede. Dağlık Karabağ krizinin, Rusya'nın Ukrayna savaşı ile güçten düştüğü bir dönemde bu şekilde çözülmeye çalışılması dikkat çekici. 5 Kasımda taraflar arasında gerçekleşecek zirveye İspanya ev sahipliği yapacak. İspanya, yıllık askeri harcamaları Ermenistan bütçesi kadar olan Azerbaycan'a yıllardır radar teknolojisi satıyor. Alman silah şirketi Rheinmetall de yakın temasta. İtalya uçak ihraç ediyor. COSMO TÜRKÇE, Fehim Taştekin, Erkan Aslan ve Aydın Işık'ın katkılarıyla Dağlık Karabağ krizinde Avrupa'nın ekonomik çıkarlarının rolünü araştırdı. Von Aydin Isik.
Karabağ'da 30 yıldan uzun süredir devam eden anlaşmazlık Azerbaycan'ın düzenlediği operasyonla son buldu. Ermeni ayrılıkçı güçler silah bıraktı. Ermeni yönetimi de yılsonu itibariyle feshedilecek. 24 saatlik operasyonla Karabağ'da Azerbaycan hakimiyeti pekişti; bölgede yaşayan ve sayıları 120 bin olarak ifade edilen Ermenilerin de 4'te 3'ü Ermenistan'a geçiş yaptı. Karabağ Operasyonu bölgede dengeleri nasıl değiştirdi; Kafkaslar'a barışın taşları döşendi mi? Kayıttayız'da bu sorulara yanıt arandı..
Anavatanın sınırları dışındaki bir veya birden fazla ülkeye dağılmış insan topluluğu olarak tarif edilen diasporalar günümüzde önemli bir etki aracı olarak değerlendirilmektedir. Bir kimliğe ait olma bilinciyle anavatan için işlevsel olan diasporalar, özellikle bulundukları yerlerin dış politikalarına kendi ülkeleri lehine müdahil olabilmektedirler. Bir tür lobicilik faaliyeti de icra eden diasporaların, uluslararası kararların alınması ve ihtilaflı durumların çözülmesinde, karar alıcılara etki edebilmektedirler. Örneğin 70'lerden bu yana Avrupa'ya işgücü maksadıyla giden Türklerin hem bulundukları ülkelerin karar alma süreçleri hem de Türkiye'ye yönelik politikalarda belirleyici olabilmektedirler. Bugün sadece işgücü olarak değil siyaset ve bürokraside de etkinlik alanını genişleten Türk diasporasının, etkili olduğu ülkelerde bu gücü hissettirdiğini görebiliriz. Benzer biçimde Latin Amerika'da 10 milyonun üzerinde bir nüfusla temsil edilen Arapların yoğun ve güçlü bir diaspora oluşturdukları bilinmektedir. Yine Birleşik Devletler'in yaklaşık yüzde 2'lik nüfusuna tekabül eden Yahudilerin dış politika başta olmak üzere birçok alanda son derece etkili oldukları bilinmektedir. ERMENI DIASPORASI VE TÜRKIYE Son dönemde Türkiye ile ihtilafları üzerinden gündeme gelen Ermeni diasporası da Batı'da oluşturduğu networkler aracılığıyla etkili olmaya çalışmaktadır. Öyle ki ABD ve Fransa'da bir çıkar grubu olarak hareket ederek karar alıcılar üzerinde hayli etkin olan Ermenilerin Türkiye ile ilgili birçok konuda negatif bir tutum takındıkları görülmektedir. Özellikle tarihi gerçekleri çarpıtarak inşa ettikleri “sözde soykırım” konusu başta olmak üzere Dağlık Karabağ ve Kıbrıs gibi başlıklarda negatif kampanyalara imza atmaktadırlar. 2020 seçimlerinde Biden'ı destekleyen diasporanın “sözde soykırım”ın tanınması noktasında kat ettiği mesafe ortada. Biden'ın seçimlerin ardından Trump'tan farklı olarak 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlaması bu etkiyi çok açık biçimde göstermektedir. Hatırlayacak olursak çok yakın bir tarihte Atatürk dizisinin Disney adlı uluslararası platformda yayınlanmasının engellenmesi de Ermeni lobilerin etkisiyle mümkün olabilmiştir. Başta “The Armenian National Committee of America” (ANCA) olmak üzere birçok grubun düzenlediği karşı kampanya, karar alıcılar nezdinde etkili olmuş ve dizinin yayınlanması engellenmiştir. Uzun süren tartışmaların ardından Ermeni lobisinin taleplerini karşılayan Disney'in, diziye sansür uygulayarak yayınlamaktan vazgeçmesi, diasporadaki Ermenilerin ne kadar etkili olduğunu da göstermiştir. Öyle ki söz konusu lobicilik Türkiye'de de etkili olmuş ve Kemalist kimliği ile temayüz etmiş birçok sanatçı da bu lobinin karşı faaliyetlerine karşı sessiz kalarak Disney'e karşı herhangi bir eleştiri yöneltme-miştir.
Acaba bize hiçbir dayanakları olmadan soykırım yaftalaması yapan ABD, AB, Rusya ve diğerleri, hiç tarihlerine baktılar mı? Çünkü tarihin yazdığı kadarıyla bu ülkeler soykırım bataklığında yüzmekteler. Bunların hiçbirinden söz edilmezken, 1915 tarihli tehcirin birçok ülke parlamentosunda soykırım olarak tanınmasının temelinde art niyet vardır! Kaldı ki 1915-1916 yıllarında 702 bin Osmanlı (Türk ve diğer müslümanlar) yer değiştirmiştir. 1500'lü yıllarda Afrika'dan ABD ve hıristiyan batı ülkelerine zorla götürülen milyonlarca Afrikalı'nın durumu soykırım tehciridir. Yola çıkarılanların üçte biri yolda ölmüştür. Ermeni tehciri tedbirsel tehcirdir. Ölenlerin sayısı en fazla 80 bindir. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı hastalık sebebiyle 400 bin kayıp vermiştir. 1918'de İtalya'nın hastalık sebebiyle kaybı 178 bindir. Ölen 80 bin Ermeni'nin çoğu hastalık, gerisi açlık, eşkiya saldırısı ve yorgunluk sebebiyledir. Ermenilerin Doğu Anadolu'da katliam yaptığı 20 yer ve 100'den fazla toplu mezar vesikalarla sâbittir. Osmanlı tehcir esnasında Ermenilerin korunması için yanlarına jandarma vermiştir. Türkiye'deki arşivler soykırım iddialarını çürütmeye yeter de artar bile. Geçmişte Çarlık Rusya, sadece 1.5 milyon Çerkes'i Osmanlı topraklarına sürdü ve sürgün esnasında 500 bin kişi öldü. Rusya'nın Dağıstan, Çeçenistan, Abhazya ve diğer bölgelerdeki soykırımı 1.5 milyona dahil değildir. Neden hiçbir ülke Rusya'yı kınamıyor ve soykırım kararı almıyor? ABD'nin Kızılderili soykırımı dünya tarihinin en büyük soykırımıdır. Kaldı ki Osmanlı'nın “Millet-i Sadıka”sı olan Ermenileri, Osmanlı'ya isyâna teşvik eden ABD'li misyonerler ve onların açtığı okullardır. 1913'te ABD, 163 kilise, 450 okul açmıştır. 2. Dünya Savaşında ABD, 150 bin Japon asıllı ABD vatandaşını 6 bölgede kamplarda hapsetti. Evlerinden ve işlerinden yıllarca ayırdı. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Çekoslovakya, 3.5 milyon Alman'ı sürdü. Sürgün sırasında 243 bin Alman öldü. Rumlar, 1974 öncesinde Kıbrıs'ta soykırım yaptı. (Necati Özfatura, Basından Seçmeler)
Babıâli'de en nâzik makamlar Ermenilerin elindeydi. Tanzimat'tan beri büyük ihtirâslarla yanıp tutuşan Ermeniler, (Hınçak) ismiyle Paris'te bir cemiyet kurmuşlar, sonra cemiyetlerini Londra'ya taşımışlar ve milletlerini birleştirip sosyalizma çerçevesinde idare etmeyi gaye edinmişlerdi. İlerideki anarşist ve ihtilâlci Ermeni komitelerinin ilk nüvesi, entellektüel şekli olan bu cemiyet, güya Osmanlı Devleti'nden Ermeniler adına istiklâl istemiyor, her zamanki teraneyle “ıslahat” ve adâlet diliyordu. Rusya ise Kafkasya'daki Ermenilerin daha fazla çoğalmaması ve o yerlerin git gide aslî Ermeni vatanı yerine geçmemesi için, sınırlarını Osmanlı Ermenilerine kapatmıştı. Bu da Ermenileri kızdırıyordu. Sultan Abdülhamîd Han o harikulade siyasî dehâsiyle bu tezatları sezdi ve Rusya'yı zaif noktasından yakalayıp, onunla Ermeni meselesi üzerinde zımnî bir anlaşmaya vardı. Bu arada bütün Ermeni müesseselerini, hususiyle mekteplerini gözetim altına aldı. Fermanla açılmamış olan ve fesâd yataklarından başka bir şey olmayan Ermeni mekteplerini kapattı. Böylece, 1889 senesi, Türkiye Ermenileri hesâbına, diledikleri gibi at oynatamayacaklarını anladıkları bir yıl oldu. 1890'da Patrik Aşıkyan Efendi Babıâli'ye kafa tutmaya giderken Sultan Abdülhamîd Han, bütün Ermeni kiliselerini, aynı saat, aynı dakikada, incilerinden çatılarına kadar aranması emrini verdi. Kiliseler arandı ve bir kaçında zararlı evrak, gizli haberleşmeler, silâhlar ve bombalar bulundu. Artık Sultan Abdülhamîd Han ile Ermenilerin arası açılmış oluyordu. Artık Ermeniler de, vatanperverlik satan bazı sözde Türkler gibi, Sultan Abdülhamîd Han'a hâin, müstebid, zâlim, gaddar, kızıl sultan yaftalarını takabilirlerdi. “Kızıl Sultan” tâbiri, doğrudan doğruya Ermeni buluşudur ve dünyada bir eşi gelmemiş derecede merhametli bir hükümdara, bu, hakîkate yüzde yüz ters sıfatı yakıştıran Ermenilerdir. Yeni nesiller de bu eski Ermeni buluşunu hakîkat diye kabullenmiş, Ermeni kafasiyle düşünmeye mahkûm edilmiştir. (Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan II. Abdulhamid Han, s.239)
Avrupa'nın tek bölünmüş başkenti Lefkoşa, bir Akdeniz adasında olmasının bütün özelliklerini taşıyor. Bizanstan, Araplara, Osmanlı'dan İngilizlere kadar pek çok kültüre, dil ve dine ev sahipliği yapan Lefkoşa'nın hemen her köşesinden bir tarih fışkıyor. Selimiye Camii mesela eski bir katedral, Bedesten'de arkeolojik kalıntılar var, Ermenilerin sığındığı Armu sokağının bulunduğu Arap Ahmet mahallesi terkedilmişliğin izleri ile dolu. Birleşme pazarlıklarının yapıldığı Ledra Palast'da ise kurşun delikleri. Sadece Lefkoşa değil adanın neresine giderseniz gidin turist kalamıyor, ada siyasetine karışıveriyorsunuz. Son yıllarda Türkiye'den artan göç Kıbrıslı Türkleri Kuzey'de adeta azınlık durumuna düşürmüş. Adanın Güneyi sırtını AB'ne dayarken, Güneyi ambargolardan bezmiş bir halde ekonomik olarak ayakta kalmaya çalışıyor. Göç etmek, siyasete güvenini yitirmiş gençlerin gelecekleri için başvurdukları tek yol. Avrupa'nın bölünmüş tek başkenti Lefkoşa'yı Fulya Canşen, Kıbrıslı şair Neşe Yaşın ile gezdi.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Ermenice "Der Simon" kelimesinden türediği rivayet edilen ya da "Gümüş Kapı" anlamına geldiği anlatılan Dersim, resmi adıyla Tunceli, acısı ve travması çok derin bir bölge. Hazırladıkları film ve kitapla 1937/38 Dersim Katliamı sırasında kaybolan kadınlara dikkat çeken Kazım ve Nezahat Gündoğan, son çalışmalarında aynı coğrafyada yaşayan Ermenilerin hayatlarına ışık tutuyor. Kazım Erdoğan, göçe zorlanan, din değiştirip alevileşen veya alevileştirilen Ermeniler'in izini sürüp, onlarla sadece Türkiye'de değil, başta Almanya ve Fransa olmak üzere farklı ülkelerde de buluşmuş. Podcast WDR Cosmo Türkçe bu bölümde onların hikayesini anlatıyor. Von Gökce Göksu-Eberl.
Düşmanlık olgusundan ve buna tabi olaylardan kaynaklanan aslî bir gündemimiz var. ABD'nin Yunanistan ve Bulgaristan'da açtığı silahları Türkiye'ye çevrilmiş askeri üslerden ve Irak – Suriye'de başta PKK olmak üzere terör örgütlerine verdiği silahlardan, Ukrayna-Rus savaşı nedeniyle Karadeniz'e döşenen mayınlardan, İngilizlerin Akdeniz'de kaynatmaya çalıştığı fitneden, Fransa'nın AB içinde tek başına yürüttüğü İslamofobya'dan, Ermenilerin İran'ın tahrikiyle yaptığı silahlı kalkışmalardan, İsrail'in ABD ve dostları tarafından dışarıdan ve içeriden kuşatılmak istenen Türkiye'yi kendi kucağına oturtma çabasından, sömürgecilerin Hindistan, Yemen, Libya, Somali, Doğu Türkistan'daki zulümlerinden... kaynaklanan düşmanlıklara karşı bir hayat-memat bir beka meselesi olan, bir varlık beyanını zorunlu kılan aslî bir gündem... Bu aslî gündem, düşmanlık olgusunun hayatta yerleşik bulunması nedeniyle, aynı düzeyde devam edecek, zamana ve şartlara tabi olarak sadece isimleri ve mekanları değişecektir. Bu manada aslî gündemden kastedilen korku içinde yaşamak değildir, bilakis korkulana uğramamak için uykuda birle azami uyanık olmaktır. Hal böyleyken Türkiye insanından beklenecek olan da asil bir tutumla / duruşla bu asliyet içinde yer alması, bu bağlamdaki büyük gerçeklerin görülmesine ve anlaşılmasına mani olabilecek suni gündemlerin yaratılmasına yol açmaması, bu yönde gayret gösterenlerin değirmenlerine bilerek ya da bilmeyerek su taşımamasıdır. Son günlerde birkaç sahne ve siyaset soytarısının sergiledikleri öğretilmiş söz ve eylemlere karşı gösterilen tepkileri zikrettiğim aslî gündem ve muhtemel olumsuzluk esasında değerlendirmeye çalışıyorum. Mezkûr asil duruşunun mensuplarından beklenilebilecek ilk şey, şanlı ve şaşaalı geçmişle övünmeyi bir kenara bırakıp, kendi zaman ve şartlarına uygun toplumsal – siyasal bir vakar içinde olmaları, sosyal medyada ve ilgili sair alanlarda ayak takımıyla çekişmek, sürtüşmek, didişmek yerine kendi doğrularının altını çizmeye çalışmaları değil midir? Zira atalardan devralınmış değerli bir yaşama mirası elbette vardır ancak bu miras salt övünmeyle yeni hayata yedirilemeyeceği gibi, gündelik hayatın yeni gerekliliklerine göre dönüştürülerek, değiştirilerek pratiğe aktarılmadığı sürece bir kıymete de sahip olmayacaktır. Bu manada bir asil duruş sahibin atalarının hayat tecrübesinden hareketle inşa ettiği kendi varlık zemininden memnun olması, ahlak ve maneviyatı cihetinden kendi söz ve eylemlerinden mutmain olması, üç buçuk çakalın onun memnun ve mutmain olduklarına karşı saldırıda bulunmasıyla sarsılmaması, şaşkınlığa ve telaşa düşmemesi gerekmez mi? İkinci olarak, kötü olanı bilmeyenin, iyi olanı bilemeyeceği hükmünden hareketle, kötünün kötülüğünü bilerek iyilikte karar kılan asil duruş sahibinin, kötülüğün Kızkulesi efsanesindeki gibi vuruldukça büyüyen bir meyve kurduna benzeyebileceğini, bu sebeple bir kötülüğün çoğu zaman aşırı tepkiyle ifşa edilerek değil, bilakis bir sukut suikastına uğratılarak dizginlenebileceğini düşünmesi gerekmez mi? Kötülüğü ifşa etmenin diğer bir olumsuz yönü, mevcut toplumsal ve siyasal şartlarda bir maharet haline gelen cehaletin etkisiyle özgürlük, cesaret, kahramanlık, açık sözlülük, muhaliflik, devrimcilik vb. içeriği boşaltılarak anlamsızlaştırılmış, seviyesizleştirilmiş kimi terim ve terkiplerin, ona tam da bu içerik ve seviyede ihtiyaç duyanlara yakıştırılmasına sebep olmak doğru bir yönelim olabilir mi? Hz. İsa'ya (a.s.) mal edilen şöyle bir söz vardır: “Mücevheri domuzun boynuna takmayın!”
Emre Can Dağlıoğlu'nun derlediği Arapların 1915'i: Soykırım, Kimlik, Coğrafya, İletişim Yayınları'nca Kasım 2021'de yayımlandı. Kitapta Emre Can Dağlıoğlu'nun kaleme aldığı "Korkunun Propagandası: Ermeni Soykırımını Bir Bedevi Asilzadesinin Kaleminden Okumak" makalesinin yanı sıra, Hamit Bozarslan, Nora Arissian, Samuel Dolbee, Anna Aleksanyan, Narine Margaryan, Keith David Watenpaugh, Victoria Abrahamyan, Şule Can ve Rashid Khalidi'nin makaleleri yer alıyor.Yayınevinin notundan aktarırsak, bu kitap: "Ermeni soykırımı çalışmalarına yeni bir bakış açısı kazandırıyor, soykırımın tarihlendiği 1915 ve sonrasını Arap coğrafyası açısından ele alıyor. Bunu yaparken tarihi de dahil ediyor, 1915'i 'sabitlik'ten çıkarıp, daha öteye bakmamıza olanak sağlıyor. Yeknesak bir soykırım anlayışı yerine, yerelliklere ve bu yerellik ilişkilerinin ortaya çıkardığı farklılıklara odaklanıyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun Arap vilayetlerine tehcir edilen Ermenilerin karşılaştıkları politikalar, Ermeni soykırım anlatılarında her daim karşımıza çıkan çölün aynı zamanda bir hayatta kalma aracı olabilmesi, soykırımın bugüne değin süren etkileri, Arapların soykırım karşısındaki tutumları, soykırımda basın-yayın organlarının etkisi, zorla evlendirilen Ermeni kadınların ve yetim çocukların kurtuluşu ve kurtulamayışı gibi hususları içeren bu çalışma, Ermeni soykırımını ve sonrasını anlamak için yeni bir ufuk açıyor."Tıpkı bu tarifteki gibi sabitlikten, yeknesaklıktan kurtulmuş bir bakışla, ufuk açıcı bir tartışma sunuyoruz bu yayında. Emre Can Dağlıoğlu'nun editörlüğünü yaptığı kitap üzerine anlatacaklarını, Yektan Türkyılmaz'ın soru ve değerlendirmeleri eşliğinde dinliyoruz.
II. Karabağ Savaşı'ndan sonra Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin yeni bir döneme girdiğinin birçok defa altı çizildi. Bu, elbette ayakları yere basmayan bir tespit değildi. Ermenilerin işgal ettikleri topraklardan sürülmesi de vekil güçlerin gerilediğini gösterir. Bunların emperyalizme lojistik desteği çok önemliydi. ABD'nin Afganistan'dan çekilmesini vekil güçlerin kaybı bağlamında düşünmek gerekir. 15 Temmuz 2016'da FETÖ'cülerin Türkiye'de ve coğrafyamızda mağlup olmaya başlamasıyla birlikte, emperyalizmin vekil güçleri coğrafyamızda kaybetmeye başladı. FETÖ'nün Türkiye'de mağlup olduğunun anlaşıldığı gecenin sabahında Suriye'nin kuzeyinde DEAŞ'ın sonunu getirecek bir müdahalenin başlaması oldukça önemlidir. Her iki vekil güç, PKK ile birlikte bağımlı yapılar kategorisinde yer alan terör örgütleriydi. Bunlar hem Türkiye'yi hem de yakın coğrafyamızı istikrarsızlık içinde sürüklenmeye mecbur bırakıyorlardı. Sorunlara çözüm üretilemiyor, yapay gündemlerle emperyal merkezlerin ihtiyaçlarına göre yeni fikirler inşa ediliyordu. Bir sistem ortaya çıkmıştı ve bunun değişimine dair büyük beklentiler
Akçam: Ermenilerin Imha Edilmesine Ilişkin Ilk Karar 1 Aralık 1914te Alındı | Ezo Özer Ile ODAK by Artı TV
Suriye'deki görevi süresince Araplara ve Siyonist Yahudilere (bilhassa Filistin'deki) yönelik uyguladığı sert politikalarla bilinen Cemal Paşa'nın Ermeni tehcirindeki rolü tartışma konusu olagelmiştir. Bilhassa son dönemde Cemal Paşa'nın Ermenilerin tehciri ve imhası sürecinde İttihat ve Terakki oluşumu ve ardından bu partinin iki temel direği Enver ve Talat'tan farklı olarak aktif rol oynamadığı; tam tersine bu süreçte Ermenilere, otoritesi ve gücü el verdiği ölçüde yardımlarda bulunduğu hattâ bu yardımları gerçekleştirebilmek adına İstanbul'daki merkezî hükümet ve İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi mensupları ile karşı karşıya bile geldiği gibi hususlar üzerine önemli çalışmalar yapılmıştır. Ümit Kurt ve Mert Kayhan Tarih Konuşmaları'nın bu bölümünde hem bu iddiayı sorguluyor hem de kolektif şiddet faili olarak Cemal Paşa'nın failliğinin nasıl bir bağlama ve durumsallığa tekabül ettiğini tartışıyor.
İlk bölümde Pakrat Estukyan ile Türkiye'nin ve Ermeni toplumunun gündemini konuşuyoruz. İkinci bölümde Erzurum'da kentsel dönüşümün kuşattığı Surp Minas Kilisesi ile ilgili son durumu Aris Nalcı anlatıyor. Son bölümde Geleneklerimiz dizimizin editörü Besse Kabak ile Sasun'da Marattu Dağı'nın adak gelenekleri örneğinden yola çıkarak bölgedeki Ermenilerin ve her inançtan halkın adak ritüellerini konuşuyoruz.
İlk bölümde Pakrat Estukyan ile Türkiye'nin ve Ermeni toplumunun gündemini konuşuyoruz. İkinci bölümde Erzurum'da kentsel dönüşümün kuşattığı Surp Minas Kilisesi ile ilgili son durumu Aris Nalcı anlatıyor. Son bölümde Geleneklerimiz dizimizin editörü Besse Kabak ile Sasun'da Marattu Dağı'nın adak gelenekleri örneğinden yola çıkarak bölgedeki Ermenilerin ve her inançtan halkın adak ritüellerini konuşuyoruz.
Tiyatro Konuşmaları serimizin bu bölümünde, Batılı anlamda Türkiye Tiyatrosu'nun yaratıcıları olan Ermenilerin bu sanatın bu diyarda başlayıp gelişmesindeki payını irdeleyecek, başlangıç noktasına dönerek Tanzimat'tan da, Darülbedayi'den de öncesinde bir tiyatro tarihimiz olduğunu hatırlıyoruz.
23 nisan 2014'te başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan bir ilke imza atmıştı. Açıklaması şöyleydi: “20. Yüzyıl başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz .” Geçen yıl 24 nisanda da Erdoğan, Ermeni Patriğine bir mektup yolladı ve 1. Dünya Savaşı'nda hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerini saygıyla anıyorum' demişti. 2015'te ilk kez bir hükümet mensubu sözde Ermeni Soykırımının 100.Yıl ayinine katıldı ve taziyelerini sundu. Avrupa Bakanı Volkan Bozkır Kumkapı'daki kilise ayininde kameralara "1916'dan beri bu ayine katılan ilk bakanım." dedi ve 'bundan onur duyuyorum' dedi. Çanakkale'de papazlara ayin yaptırıldı. Prens Charles huzurunda Ermenilere taziye dilendi yani aslında Türkiye yapmadığı soykırım için özrünü diledi! O nedenle Biden'ın ne yaptığının hiç önemi yok!
Hayko Bağdat ile Bağdat Cafe - Ermenilerin Imha Edilmesine Ilişkin Karar 1 Aralık 1914de Alındı by Artı TV
ABD'de Biden yönetimi, 24 Nisan'da Ermeni soykırımını tanıma sinyalleri verirken, Clark Üniversitesi Tarih Bölümü Holokost ve Soykırım Çalışmaları Merkezi’nde öğretim görevlisi Taner Akçam'ın yeni yayımlanan 'Ermeni Soykırımı’nın Kısa Bir Tarihi' kitabı da soykırıma dair yeni bir makro perspektif sunuyor.Dersimiz Tarih'in konuğu olan Akçam, kitabın bugüne kadar soykırım konusunda söylenenlerin bir özeti olduğunu belirtti. Akçam, 1850'lerden itibaren başlayan sürecin nasıl anlaşılması gerektiğine dair kitapta bir perspektif sunduğunu ve Ermeni Soykırımı'nın 1878-1923 dönemini kapsayan bir süreç olarak alınması gerektiğini ifade etti.
ABD'de Biden yönetimi, 24 Nisan'da Ermeni soykırımını tanıma sinyalleri verirken, Clark Üniversitesi Tarih Bölümü Holokost ve Soykırım Çalışmaları Merkezi’nde öğretim görevlisi Taner Akçam'ın yeni yayımlanan 'Ermeni Soykırımı’nın Kısa Bir Tarihi' kitabı da soykırıma dair yeni bir makro perspektif sunuyor. Dersimiz Tarih'in konuğu olan Akçam, kitabın bugüne kadar soykırım konusunda söylenenlerin bir özeti olduğunu belirtti. Akçam, 1850'lerden itibaren başlayan sürecin nasıl anlaşılması gerektiğine dair kitapta bir perspektif sunduğunu ve Ermeni Soykırımı'nın 1878-1923 dönemini kapsayan bir süreç olarak alınması gerektiğini ifade etti.
DUVAR - Kebikeç'in bu haftaki konuğu Aras Yayınları'ndan çıkan "Sancak Düştü" ve "Ahalinin Gidişi" kitaplarının yazarı gazeteci Serdar Korucu. Korucu bu çalışmalarıyla, 1930'larda Ermeni meselesini farklı kaynaklar ışığında yeniden ele alıyor.
Nar, buğday ve mercimek... Yılbaşında İtalya'da "mercimek yahnisi" yapıp, bolluk bereket çağırmak için, gece saat 12.00'de yenir. (Bu arada, haftaya mercimekli yemekler anlatacak) Doğu Avrupa ülkelerinde buğdaydan yapılan tatlı yenir; bizdeki "diş buğdayı" gibi. Buğday bereket demek. Muharrem Ayı'nın başlangıcında ya da Ermenilerin yılbaşı yemeği anuşabur gibi.. Ve nar patlatma adeti var. Saat tam 12.00'de evin kapısının eşiğinde nar kırılır, bereketi çağırmak için. 2021 yıl bereketli olsun, diyelim. İyi dinlemeler, iyi yıllar.
Nar, buğday ve mercimek... Yılbaşında İtalya'da "mercimek yahnisi" yapıp, bolluk bereket çağırmak için, gece saat 12.00'de yenir. (Bu arada, haftaya mercimekli yemekler anlatacak) Doğu Avrupa ülkelerinde buğdaydan yapılan tatlı yenir; bizdeki "diş buğdayı" gibi. Buğday bereket demek. Muharrem Ayı'nın başlangıcında ya da Ermenilerin yılbaşı yemeği anuşabur gibi.. Ve nar patlatma adeti var. Saat tam 12.00'de evin kapısının eşiğinde nar kırılır, bereketi çağırmak için. 2021 yıl bereketli olsun, diyelim. İyi dinlemeler, iyi yıllar.
100 yıl önce Paris Konferansı'nda Seyid Abdülkadir, Şerif Paşa ve Binbaşı Noel'in Kürtler için planları nelerdi, Mustafa Kemal bu planları nasıl bozdu? Ayşe Hür: "Şerif Paşa Galatarasay Lisesi'nin ardından Fransa’daki Saint-Cry Askeri Akademisi'nde okumuş, 1890'larda 'Paşa' unvanı almış, Brüksel ve Paris'te Askeri Ataşelik yapmış, 1898’de Stockholm’e orta elçi olarak atanmıştı. 1919 yılında Britanya’nın İstanbul Sefareti Müsteşarı Hohler’in merkeze şöyle yazmıştı: Noel, çok iyi insan, çok güçlü biri. Kürtlerin peygamberi olmak istiyor. Kürtler gibi kimse yoktur, onlar çok asil, çok iyiler diyor. Binbaşı Noel, bir 'Kürt Lawrence’dir!' Mustafa Kemal 11 Haziran 1919’da Diyarbakırlı Cemil Paşazade yoluyla Kürtlere şu mesajı gönderdi “İngiltere, bağımsız Kürdistan haritasını Ermenilerin çıkarına kurban ediyor. Kürtler ve Türkler birbirlerinin gerçek kardeşleridir ve birbirlerinden ayrılmaları mümkün değildir'..."
Ayşe Hür, 1915 Ermeni Soykırımı’nın 105. Yıldönümünde “Katolik, Protestan Ermeniler ile İstanbul, İzmir ve Edirne Ermenileri sürülmedi” yalanını değerlendiriyor. Ayşe Hür: Öldürülen Ermenilerin sayılarıyla pervasızca oynayan resmî tarihçilerin, İTC’nin 1915’te Ermenilere reva gördüğü muamelenin “soykırım” olmadığını kanıtlamak için ileri sürdüğü tezlerden biri Ermenilerin “grup olarak hedef alınmadıkları” idi.Tehcirin başlangıcında bütün vilayetlere gönderilen emirlerde "vilayet dahilindeki kura ve kasabatda bulunan bila istisna (istisnasız) bilimum (bütün) Ermeniler aileleriyle birlikte ihraç edilecektir" yazar. Talat 11 Ağustos 1915'de vilayetlere çektiği telgrafta "Ermeni Katoliklerin diğerleri ile birlikte sevk ve tediblerini" ister. 15 Ağustos'ta Almanların baskısıyla "Protestan mezhebinden Ermenilerin [henüz] sevk olunmayanlarının sevkinden sarf-ı nazar edilsin" der.
Amerikan Senatosu Perşembe günü 1915’de Ermenilerin yaşadıklarının soykırım olduğunu kabul eden bir yasa tasarasını onayladı. Çalışmalarını Berlin’de Forum Transregionale Studien’de dürdüren tarihçi Yektan Türkyılmaz Ermeni soykırımı meselesi konusunda arşivler etrafında dönen tartışmaları Ahval için değerlendirdi.
Geçmişten Gelende Bu Hafta: Ermeni Meselesi Osmanlı Devletinde sadık millet denen Ermeniler neden isyan etti? Türkleri ve Ermenileri bu duruma kimler düşürdü? Ermenilerin tehcir edilme nedenleri nelerdir? gibi daha birçok sorunun cevaplamaya çalışıyoruz.