POPULARITY
Türkiye sadece cumhuriyetten ibaret değil. Cumhuriyetle yaşıt da değil. Türkiye sırtını bin yıllara dayamış, geçmişte adı cumhuriyet olmayan idare biçimleriyle de asırlarca ta Avrupa'nın içlerine kadar hükümran olmuş bir büyük gücün adıdır. Türkiye'yi cumhuriyetten ibaret görenler veya Türkiye'nin tarihini cumhuriyetle başlatanlar o yüzden Gazze'den bize ne diyorlar, Kudüs'ten bize ne diyorlar, orada kimin için kan dökeceğiz diyorlar! Oysa bir asır öncesine kadar Kudüs de Gazze de bizim hükümranlığımız altındaydı. Bizim yönettiğimiz topraklardı. Filistin, aziz vatanımızın bir parçasıydı. Cumhurbaşkanımızın da belirttiği gibi, gidin Çanakkale şehitliğine bakın, orada yatan Gazzelileri görürsünüz. Çünkü o Gazzeliler de vatanlarını korumak için orada bulunuyorlardı. Çünkü Türkiye onların da mukaddesatlarının üzerinde bir bayrak gibi dalgalandığı aziz vatandı. Sonra ufkumuzu daralttılar. Bizi dar alanlara hapsettiler. En kötüsü de bizi kendilerine benzettiler. Kendi kavramlarıyla düşünür hale getirdiler. Kendi yaşam tarzlarına göre yaşayan taklitçiler haline dönüştürdüler. Yendiğin düşmana dönüşmüşsen, asıl o zaman yenilmişsin demektir. Biz ülkemizi işgal eden, aziz vatanımızı lime lime eden, kanımıza her cephede ekmek doğrayan düşmana zihnen benzemeye başladık. O düşmanın kültürünü, kanunlarını ve yaşam tarzını benimsedik. Yetmezmiş gibi o kültürü ve hayat tarzını millete devlet zoruyla dayatmaya çalıştık. Türk'ün manasını ve ruhunu yok ettik. Türk'ü etnik bir bedene dönüştürdük. Türk'ü Hira Dağı'ndan kopartmaya çalıştık. Bedenen Türk ama zihnen ve ruhen mankurt olan nesiller yetiştirdik. O yüzden bugün Kudüs'ten ve Gazze'den bize ne diyenler var. Doğu Akdeniz'de, Suriye'nin kuzeyinde, Libya'da, Katar'da ne işimiz var diyenler var. Üstelik de bunu diyenler kendilerini cumhuriyetin ve dahi ülkenin sahibi olarak görüyorlar. O yüzden cumhuriyetimizin 100. yıldönümünü kutladığımız bu günlerde dahi dinin kamusal alanda veya sosyal ve siyasal hayatta görünür olmasından laiklik adına rahatsızlık duyanlar var. İçlerinden bazıları hâlâ cumhuriyetimiz için asıl tehdidin siyasal İslamcılık veya siyasal İslamcılar olduğunu söylemekten kaçınmıyorlar. Tabii kastettikleri, iktidardaki seçilmiş başkan, yani Erdoğan ve hükümeti. O yendiklerini söyledikleri düşmana tıpatıp dönüşenler, o yüzden o düşmanın ağzıyla Erdoğan'a “siyasal İslamcılık” üzerinden laikliği gerekçe göstererek hayasızca saldırmaktan geri durmuyorlar. CHP'nin başına talip olan Özgür Özel o yüzden çocuklar için Kur'an kurslarının açılmasından duyduğu rahatsızlığı “Ortaçağ” metaforu üzerinden açığa vurmaktan kaçınmamıştı daha dün. O nedenle bugün Gazze'de yeryüzünün modern barbarlarına ve yeni Nazilerine karşı işgal altındaki topraklarını koruma mücadelesi veren Gazzeli mücahitlerin örgütü için “terör örgütü” demekten kaçınmıyor. Gazze soykırımının müsebbibi olarak HAMAS'ı gösterip İsrail'e tek laf etmiyor. Güya bunlar cumhuriyetin sahipleri...
HAMAS ataklarıyla ortaya çıkan ‘savaş alanı'nın ürettiği şaşkınlık ve merak soruları azalırken, yerküreye potansiyel etkileri ile “taraflar” yerlerini bulmaya başlıyor... İşin aslı da burada; herkesi stratejik strese sürükleyen Gazze vakasına kadar az-çok belirginleşen dünya bölünmüşlüğü, aynı aktörlerin şimdi de zıt koltuklara oturduğunu gösteriyor... Yeni kriz, ‘yeni dünyaya' geçiş safhalarından biri olduğu gibi onu besleyen anomalilerden de biri... Nabzı daha önce Libya'da, Azerbaycan-Ermenistan savaşında, Ukrayna-Rusya savaşında alıyorduk, şimdi İsrail- Filistin üzerinden Ortadoğu'da alıyoruz ama.. ‘Kalbin attığı' yer neresi? ORTADOĞU'YU ‘DEĞİŞTİRMEK'!.. Önce ‘korku'yu yerine oturtalım; bir küresel hesaplaşma Ortadoğu'ya indiğinde, pandemik etkisi hem güç hem hız kazanır... Tel Aviv'den saldırının ilk gün ve saatlerinde duyulan resmi intikam yeminleri doğal ama Başbakan Netanyahu'nun, “Ortadoğu'yu değiştireceğiz ve sakatlayacağız” türünden ifadeleri ile, “İsrail'in bölgedeki düşmanları Amerikan uçak gemisinin bölgeye gelişinin öneminin farkındalar. Yapacaklarımızın yankıları nesiller boyu aktarılacak” açıklamaları, bir kaç saat sonra Pentagon'dan gelen, “İran, HAMAS saldırısında suç ortağı” ilanıyla birleştiğinde, sadece Gazze'yle sınırlı dertlerle uğraşmayacağımız anlaşılıyor!.. Nitekim İran yönetiminin bu tehditlere verdiği yanıt, klasik İsrail nefretinin dışında ve üstünde; “dünya artık öyle bir yer değil”!.. Peki, nasıl bir yer? İran'ın söylediği, ülkesinin stratejik bütünlüğünün aynı zamanda Rusya ve Çin'den oluştuğudur... Batı'nın Ortadoğu'nun şu anki halinden memnun olmadığı ve değiştirilmesi gerektiği, Doğu'nun ise kısa süre öncesine kadar Batı'ya bağımlı ama şimdi daha ortada alanları geliştirmek arzularının yüzleşmesinden bahsediyoruz! Yine Netanyahu'nun, “HAMAS IŞİD'dir” tarifi iki yapının aynılığını değil, “küresel bir koalisyon” arayışını yokluyor. Nitekim, ABD-İngiltere-Fransa-Almanya-İtalya'nın, İsrail'e destek konusunda ortak bildiri yayınlamaları öncül kabul edilebilir. Ancak Batı'nın hali müsait olmadığı gibi, Ortadoğu'daki güçlü oyuncular da buna gelmez!.. DIŞIŞLERİ BAKANI'NA TWEET SİLDİRMEK... Korkunun Ortadoğu'daki bıçağını bileyen önemli diğer gerçeklik, Washington'un şu anki politik ruh halidir... Biden ve Netanyahu hükümetlerinin politik geleceklerinin ortaklaşarak Gazze'ye bağlanması büyük ironi değil mi? ABD'nin seçim yılına giriyor olması, Biden yönetiminin kamuoyuna satabileceği küresel başarı ihtiyacını hayati boyuta yükseltmiş durumda. Ukrayna'nın bu gereksinimi karşılamayacağı artık anlaşılıyor. Tersine, zarar verici/aşağılayıcı boyuta evrilme olasılığı var. Aynı endişe Kongre'de de güçlü hatta vahşi biçimde hissediliyor. Dışişleri Bakanı Blinken'in Sayın Fidan'la yaptığı görüşmeyi paylaşan tweetini, içerdiği “ateşkes” ifadesi için sildiren güç işte böyle bir şey. Seçim yılında Yahudi lobisini kızdırmak siyaseten ölüm demek. Bu yüzden parlamenterler HAMAS/İslam/Ortadoğu düşmanlığında birbirlerini ezerek yarışıyorlar. Bölgede ölen/ölecek belki binlerce insana ne olacağı hiçbirinin umurunda değil. Hatta daha çok kan istiyorlar. “Ateşkesi” sildirmek o demek... Amerikan müesses nizamının durumu da aynı ama farklı nedenle. Ortadoğu'da, direkt bağlantılı Batı Asya- Kafkasya-Afrika-Akdeniz'de ABD/Batı'nın tutunumunu korumak, kaybedilen mevzileri yeniden ele geçirmek için bu yeni savaşı güçlüce beslemek niyetindeler. Nasıl olacağı/bedeli onların da umurunda değil.
Libya'da yaşanan sel felaketinin ardından bazı insanların konuşma yetisini kaybettiği bildirildi. Ülkemizde de 6 Şubat'ta yaşanan depremlerin ardından yaklaşık 8 ay geçti. Peki, bu tür afetler sonrasında nasıl travmalar oluşur? Afet sonrası kısa ve uzun dönemde iyileşme sürecini, İbn Haldun Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sefa Bulut ile konuştuk.
10 Eylül'de Libya'nın doğusunu vuran "Daniel" fırtınası özellikle Derne kentinde sel felaketine neden olmuştu. Felakette binlerce kişinin hayatını kaybettiği, binlercesinin de kaybolduğu bildirilmişti. Peki, Libya'da son durum ne? Bölgede salgın hastalık tehdidi büyüyor mu? Anadolu Ajansı Muhabiri Halil Fidan anlattı.
Wagner ismine uzun bir süredir aşinayız. Rus devletinin paramiliter örgütü, özel askeri şirketi. İlk faaliyeti Kırım işgalinin ardından Donbas'taki Rus ayrılıkçıların eğitime tabi tutulmasıydı. Asıl ününü Suriye ve Libya'daki faaliyetlerine borçlu. Soğuk savaş sonrasında çok sık rastladığımız vekaletler savaşının bir parçası olan bu paramiliter örgüt, Suriye'de Esad rejiminin ayakta kalması, Libya'da darbeci Hafter'in ülkeyi ele geçirmesi için çalışıyordu. Suriye'deki varlığını 300 kişilik Wagner konvoyunun ABD uçakları tarafından bombalanması ile öğrenmiştik. Libya'da ise İngiliz özel kuvvetlerinin Wagner'e müdahale için Türk yetkililerin ağzını aradığı, “Kavganıza bizi karıştırmayın” yanıtı aldıkları o zamanlar konuşuluyordu. Wagner geçen zaman içinde faaliyet alanını genişletti ve özellikle Afrika'da Rus çıkarlarının peşinde koştu. Örgüt, misyonuna uygun şekilde Ukrayna'daki savaşta Rus ordusuyla yan yana savaşıyordu. Ne olduysa Ukrayna'da oldu. Savaş uzadıkça Rus savunma hattındaki gerilimler de gün yüzüne çıktı. Paramiliter örgütün Rus Savunma Bakanlığı ile büyük bir gerilim yaşandığını şubat ayında, Wagner'in sahibi Prigojin'in zehir zemberek açıklamalarıyla öğrendik. Prigojin'in doğrudan hedef aldığı iki isim Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu ve Genelkurmay Başkanı Valeri Gerasimov'du. İki ismi yolsuzluk ve yanlış planlama ile suçluyordu. Batılı istihbarat servislerinin de dikkatini çeken bu kriz her geçen gün derinleşti. Prigojin'in ilk açıklamasından bu yana iki tarafın karşılıklı hamlelerini izledik. Bu hamlelerin bazıları Rus savunma hattında çatlak oluşturmak isteyen istihbarat örgütlerine aitti. 6 Mayıs'ta Prigojin'in birliklerini Rusya için kritik olan Bakhmut'tan çekeceğini açıklaması dünya gündemine bomba gibi düşmüştü. Bundan sadece bir kaç gün sonra ABD istihbaratı “Prigojin'in Rus mevzilerini Ukrayna'ya ihbar edeceği” bilgisini basına sızdırdı. Prigojin bu iddiayı yalanlarken geri adım atmadı. Wagner'i hedef alacağını iddia ettiği Rus komutanı yakalayarak sorguladı. Rus Savunma Bakanlığı Wagner'in kontrolden çıktığını görünce paramiliter yapıyı lağvetmek için düğmeye bastı. Tüm gönüllülere Rus ordusuyla sözleşme yapma zorunluluğu getirdi. Rus savunma hattında ipleri koparan işte bu olaydır. Gelinen noktada Prigojin, Rus ordusunun Wagner birliklerini bombaladığı iddiasıyla cuma sabahı isyan başlattı. Wagner birlikleri önce güney sınırında bulunan Rostov'u ele geçirdi. Daha sonra kuzeye, Moskova'ya yöneldi. 24 saat içinde -dile kolay- 780 km yol aldı. Üstelik bir direnişle karşılaşmadan. Pavlovsk'ta helikopterler düşürmeleri dışında kayda değer bir olay yaşanmadı. Moskova'ya 200 km kala Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko'nun araya girmesiyle “adalet yürüyüşüne” son vererek geri döndüler. Konuyla ilgili önümüzde büyük sorular duruyor. Prigojin'in neye güvenerek Moskova'yı hedefe koyduğu en önemli soru işaretidir. Hava desteğiniz yoksa, bazı garantiler almadıysanız, savaşın ortasındaki bir ülkede, ihanet damgası yemeyi hatta öldürülmeyi göze alarak böyle bir işe soyunmazsınız. Üstelik 25 bin kişiyle. Prigojin'in içerden ya da dışarıdan yeşil ışık aldığı kesindir. Nitekim bazı komutanlarla anlaştığı, verilen sözler yerine getirilmediği için isyanını sonlandırdığı söyleniyor. İkinci önemli
Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecîd Tebbûn, 13-16 Haziran tarihleri arasında Rusya'ya kritik bir ziyaret gerçekleştirdi. Rus devlet gelenekleri çerçevesinde kendisine en üst düzeyde protokol uygulanan Tebbûn, Kremlin Sarayı'nda Vladimir Putin'le görüşürken oldukça sıcak karşılandı. “Dostumuz Tebbûn'u Kremlin'de ağırlamaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz” diyen Putin, “Cezayir, Arap dünyası ve Afrika'da bizim için kilit bir ortaktır” ifadelerini kullandı. İki ülke arasında çok sayıda anlaşmanın imzalandığı ziyarette, ayrıca “derin stratejik ortaklık belgesi” üzerinde de ittifak sağlandı. Putin, imza töreninden sonra yaptığı açıklamada, temmuz ayında St. Petersburg'da düzenlenecek olan “Afrika Zirvesi”nde Tebbûn'u da bizzat görmekten mutluluk duyacağının altını çizdi. Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecîd Tebbûn da, gösterilen hüsnükabule teşekkür ettiği konuşmasında dikkat çekici bir vurguya yer verdi: “Birtakım yabancı devletler bize baskı uygulayabilir, ancak bu, ilişkilerimizi kesinlikle etkilemeyecektir.” Tebbûn elbette ülke ismi vermedi, ancak akıllara Fransa başta olmak üzere bir dizi Batılı odak geldi. Tebbûn'un Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nda (1954-1962) Sovyetler Birliği'nin kendilerine verdiği desteği hatırlatması ve bugünkü ilişkilere yönelik cümleleri ise, açıkça Fransa'ya yönelik bir tavırdı: “İlişkilerimiz hiç değişmedi. Hâlâ birbirimizi destekliyoruz. Bağımsızlığımızı korumamız gerekiyor. Rusya da bize her türlü silah desteğini sunmaya devam ediyor.” Tebbûn'un, normalde aynı günlerde Fransa'nın başkenti Paris'e resmî bir ziyarette bulunması bekleniyordu. Ancak hem iki ülke arasındaki bazı diplomatik pürüzler hem de Fransa'da haftalarca devam eden protesto gösterileri sebebiyle bu ziyaret sürekli ertelendi. Putin ise Tebbûn'u geçtiğimiz yılın mayıs ayında Moskova'ya davet etmişti, dolayısıyla Rusya seyahatinin belirlenmiş bir takvimi yoktu. Taraflar konuyla ilgili doğrudan bir açıklamada bulunmasa da, siyaset kulislerinde Tebbûn'un Moskova'yı Paris'e tercih ettiği yönünde yorumlar yoğunluk kazandı. Abdulmecîd Tebbûn'un ziyareti, Avrupa ülkelerinin Ukrayna savaşı yüzünden doğalgazda rotayı Rusya'dan Cezayir'e çevirmeye başladığı bir döneme denk gelmesiyle de dikkat çekti. Örneğin Cezayir, şu anda İtalya'nın bir numaralı doğalgaz tedarikçisi konumuna yükselmiş durumda. Tebbûn yönetimi bir yandan Fransa ve diğer Avrupa ülkeleriyle “denk” ilişkiler kurmanın mücadelesini verirken, diğer yandan da Rusya ile safları sık tutuyor. Fakat burada altı çizilmesi gereken bir nokta var: Tebbûn, ülkesinin güneybatı komşusu Mali ile doğu komşusu Libya'da faaliyet gösteren Rus paramiliter örgüt “Wagner Grubu”na yönelik sert eleştirilerini de esirgemiyor. Wagner Grubu'nun Rus hükümetiyle doğrudan bağlantıları hatırlandığında, Tebbûn'un buna rağmen Moskova'da bu şekilde el üstünde tutulması daha ilginç hale geliyor.
Sultân II. Abdülhamîd Hân'ın önceden aldığı tedbîrler ve onun eğittiği askerlerle Haçlı'ya karşı kazanılan ve Türk târihinin dönüm noktasını teşkîl eden bir mübârek zaferdir. Çanakkale Savaşları 8,5 ay sürdü. Memleketin en hassâs yerine yöneltilen taarruz kırıldı. Çanakkale Muhârebeleri, Osmânlı Devleti'nin dört sene harbe dayanmasına, bu yüzden Çarlık Rusyası'nın yıkılmasına sebeb oldu. Bu başarı yalnız Osmânlı kuvvetlerinindir. İlk bombardımandan itibâren 324 gün ve çıkarma gününe göre de tam 259 gün devam ederek neticesinde Osmânlı Ordusu'nun ölümsüz bir zaferiyle kapanan I. Dünya Savaşı'nın bu en kanlı sahnesine ordumuzun en kıymetli ve en büyük kısmı iştirâk etmiş ve semereleri burada inkişâf eylemiştir. Türklerin resmî kayıtlara göre kayıp mikdârı 251.000, müttefiklerin ise 252.000 idi. Türkler, 2200 yıllık târihlerinin en büyük topyekün felâketine ma'rûz kaldılar. Bu savaş sonunda Türkiye'nin hiçbir zaman istilâ görmemiş en değerli toprakları, Anadolu'nun içlerine kadar tahrîp edildi. Türk ekonomisi, savaştan tam bir yıkım hâlinde çıktı. Asrın başlarında 50-100 bin nüfûsa erişmiş Anadolu şehirlerinde nüfûs, yarımın çok aşağılarına düştü. Birinci Cihan Harbi, Türk milletinin askerlik değerini ve manevî gücünü bir defa daha ortaya çıkarmaktan da geri kalmadı. Çanakkale zaferi, Türklerin büyüklük çağlarında kazandıkları zaferlerden biri gibi değerlidir. 4 yıl boyunca Türkler, dünyanın birbirine hiç benzemeyen ülkelerinde Çanakkale'de, Kafkasya'da, Galiçya'da (Polonya), Makedonya'da, Dobruca'da, Yemen'de, Hicaz'da, Libya'da, Sina'da, Filistin'de, Irak'ta, İran'da vuruştular. Teçhizat eksik ve mahrumiyet büyüktü. Savaştan çıkan dört devletin uğradığı muamele hakaretâmizdi. Türkler, baş kaldırdı. Almanlar, Avusturya-Macaristân ve Bulgaristan baş eğdi. (Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, c.11, s.248)
Bugün Gündem'de Esad'ın Türkiye ile görüşmek için ortaya koyduğu şartlar, Libya'da kaybolan 10 varil uranyum ve Fransa'nın emeklilik reformunun onaylanması için Ulusal Meclis'in onayını baypas etme formülü var. Spor yayınımız Punto'ya abone olmak için: https://aposto.com/n/punto Bu bölüm Yatsan hakkında reklam içermektedir. Yatsan'ın iyi uykunun önemine kapsamlı bir şekilde değindiği çalışmalarına ulaşmak için bu bağlantıyı ziyaret edebilirsiniz.
Henüz resmî olarak açıklanmasa da partili cumhur başkanlığı sisteminde yeni milletvekilleriyle, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin artık ülkemiz gündeminin ilk maddesi haline geldiği malumdur. Bu demektir ki, siyaset konuşmaya zaten pek meraklı olan çoğunluğumuz eserden isme, enflasyondan hayat pahalılığına, yerel yönetimlerin başarısından, ilgili sivil toplumların çalışmalarına kadar... hemen her şey kahvehanelerin, siyaset bilimcilerinin ve toplum mühendislerinin masalarına boca edilerek konuşulacaktır. Konu bu yanıyla normaldir. Normal olmayan yanı ise, bir ateş çemberiyle kuşatılmış olan Türkiye'nin –kendi bekası özelinde– uluslararası dostluklarının, düşmanlıklarının, ittifaklarının, karşıtlıklarının, maruz bırakılacağı dış ve iç cephe muhalefetlerinin konuşulmasının ve tartışılmasının, ilkine göre çok çok daha baskın olacağıdır. Bu durumda artık asıl meselenin Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri tahtında, birinci derecede Türkiye'nin yeni devlet anlayışına, yönetim ve siyaset tarzına, sosyo-kültürel ve sosyo ekonomik tercihlerine, (en geniş anlamlarıyla) din- milliyet önceliklerine ya da bunlara dair reddiyelere veya mevcut toplumsal kodlarla uyuşması mümkün olmayan başka tercihlere, tekliflere açılacağı ve bu yanıyla önceki seçimlerde gündeme gelmemiş çok daha aslî, yapısal, siyasi bir temele oturacağı da görülebilmektedir. Bu de facto içinde Türk entelektüel ve münevverlerinin yukarıda zikrettiğimiz üç masayı murakabe etmekle birlikte, kendilerine özel bir yeni bir masayı kurmaları temenniden öte zorunlu bir durumdur. Zira gündelik seçim heyecanlarının, tartışmalarının ve parti atışmalarının fevkinde, bu ülkenin şimdisini ve geleceğini birinci derecede ilgilendiren bir seçimdir söz konusu olan! Dolayısıyla “Libya'da ne işimiz var?”; “Rusya-Ukrayna savaşında neden koşulsuz olarak NATO'nun yanında yer almıyoruz?”; “Mültecilere neden sahip çıkıyoruz?”; “Kuzey Afrika ülkeleriyle dayanışmamızın ne gereği var?”; “NATO müttefiklerimizden almak varken neden kendimiz silah ve mühimmat üretelim?; “Eğitimde, kültürde yerlilik arayışı çağdaşlıkla bağdaşır mı?” vb. gündelik siyasi ortamda telaffuz edilip geçilmesiyle basitleşen, sıradanlaşan ama gerçekte yukarıda zikrettiğimiz devlet esaslı yeni tercihler ve yönelimler bağlamında son derece hayati olan soruların cevapları için o özel masanın mutlaka kurulması elzemdir. Ancak bu masadaki konuşma ve tartışmalarla, Cumhuriyetin kuruluşundan hatta Tanzimat'ın ilanından beri eski sorularda köklenmiş, doğru cevapları ise hep ileriki zamana ertelenmiş temel meseleler yeniden ele alınabilir ve doğru teklifler, çözümler, öneriler de bu sayede tahakkuk edebilir. Bu bağlamda Cumhuriyetin şu ilk bir yüzyıllık devrinden geçen toplumumuzun –dünya görüşünün de ilk belirleyeni olarak tespitine muhtaç olduğumuz– dünya hakkındaki görüşünü öncelikle doğru anlamamız ve anlatmamız gerekmez mi?
Ankara-Atina hattını meşgul eden birçok gerilim başlığı var. Bu başlıkların en önemlisi Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'deki maksimalist talepleri. Yunan Başbakan Miçotakis bu talepleri hayata geçirebilmek için daha önceki Başbakanlardan farklı bir şey yaptı. ABD-Fransa hamiliğinde, hasım ülkelerle anlaşmalar imzalayarak Türkiye'yi çevrelemeye, karşıt blok oluşturmaya çalıştı. Ankara'nın Washington'u “Bu adama söyleyin, ne yaptığının farkındayız” diye uyarması boşuna değil. Türkiye, aleyhine kurulan bu tuzağı Libya hamlesiyle bozmuş ve yeni bir statüko oluşturmuştur. Daha sonra Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail'le normalleşme süreci başlatarak karşıt bloku gevşetmiş ve zayıflatmıştır. Buna rağmen Miçotakis her fırsatta ikili meseleleri krize çevirme, bölgesel ve küresel aktörleri arkasına alarak sorunu derinleştirme arayışını sürdürüyor. Mayıs ayında ABD Senatosu'nda yaptığı konuşma -diplomatların ifadesiyle- bardağı taşıran son damla oldu. Bunun üzerine Ankara'nın karşı hamleleri geldi. Geçtiğimiz ay imzalanan hidrokarbon alanındaki mutabakat muhtırası ile Türkiye-Libya ortaklığı ileri bir aşamaya taşındı örneğin. Bu anlaşma üzerine Miçotakis ABD'den Libya ile deniz yetki sınırlarını belirleme anlaşması yapabilmesi için destek istedi. Dışişleri Bakanı'nı Mısır'a gönderdi. Mısır'ın Türkiye ile diyalog görüşmelerini durdurma kararı bu ziyaretin ardına rastlar. Bu noktada parantez açarak bir bilgi verelim. Libya'da meşru hükümeti devirmek isteyenler, en çok Rus paramiliter grubu Wagner'den destek alıyordu. Ukrayna'daki savaş nedeniyle Wagner'in Libya'daki varlığı yüzde 80 azaldı. Bu durum Libya'daki çatışmalardan medet umanların elini kolunu bağlıyor. Parantezi kapatarak devam edelim. Miçotakis'in Türkiye karşıtlığının tek nedeni maksimalist talepler değil. Seçime hazırlanan ülkede Yunan Başbakan ikili sorunları iç politika kaldıracı olarak da kullanıyor. Şimdi size teknik bir konunun diplomatik bir krize nasıl dönüştürüldüğünü ve oynanan tiyatroyla Yunan hükümetinin neyi örtmeye çalıştığını ayrıntısıyla anlatacağım. 5 Kasım Cumartesi, saat 11.00 sularında Alsancak'a yanaşan Selanik-İzmir feribotunda Orta Makedonya Bölge Başkanı (vali) Apostolos Tzitzikostas da vardı. Tzitzikostas 7-8 Kasım'da İzmir'de düzenlenen Avrupa-Akdeniz Bölgesel ve Yerel Meclisi toplantısına katılacaktı. Gümrük işlemleri kapsamında Tzitzikostas'a diğer yolcularla birlikte kimlik kontrolü yapıldı. Yunan vali kısıtlı listedeydi, kendisine Türkiye'ye giremeyeceği söylendi. Yunan vali, itirazı ve görevini ibraz etmesi üzerine bekleme salonuna alındı. Çay, kahve ikramı yapıldı. Bu arada İçişleri, Dışişleri ve MİT arasında bir trafik başladı. Sorunun teknik bir hatadan -giriş kısıtlaması bulunan bir başka kişiyle isim benzerliğinden- kaynaklandığı anlaşıldı. Yunan valiye Türkiye'ye giriş yapabileceği bildirildi. O sırada saatler 12.00'ye yaklaşmıştı. Yani Tzitzikostas gümrüğe gireli henüz bir saat olmamıştı.
Türkiye, Libya'daki “meşrû” hükümet ile Doğu Akdeniz'de karbon varlıklarının çıkarılması konusunda kapsamlı bir anlaşma imzâladı. Son yazımda bunun, Türkiye'nin târihsel geçmişinin de hakkettirdiği istikamette bir Akdeniz gücü olarak kendisini ortaya koyması olarak değerlendirmiştim. Buna tepkiler gecikmedi. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias apar topar Mısır'a gitti. Dendias ve meslektaşı Semih Şükrü, Türkiye'yi kınayan ve bu anlaşmanın geçersiz olduğunu bildiren açıklamalarda bulundular. Seçimleri başaramayan Trablus hükûmetinin meşrûiyetini kaybettiğini, böyle bir anlaşmayı yapamayacağını ileri sürdüler. Bu değerlendirme, yakın zamanda ABD-Fransa-Almanya ve İtalya'nın biraraya gelerek yaptıkları açıklamayla da uyumluydu. Onlar da, Libya'da taraf olan Dibeybe ve Hafter güçlerinin miadını doldurduğunu, Libya'nın istikbâlinde yer alamayacaklarını ifâde ediyorlardı. Buna binâen yeni bir hükümet kurulmasının en doğrusu olduğunu ileri sürüyorlardı. Anlaşılıyor ki, Doğu Akdeniz'de Türk varlığını ve bilhassa da Türkiye-Libya ilişkilerinin derinleşmesini reddeden bloke bir bakış ile karşı karşıyayız. Mısır ve Yunanistan bu bloke bakışı aşırı bir yorumun mevzuu hâline getiriyor. Diyelim ki bu tez doğru; bir geçiş yaşanacak. Öyle de olsa, bu gerçekleşinceye kadar BM'nin de tasdiki ile meşrû olan hükümet Dibeybe hükûmeti değil midir? Siyâset yer yer kesinti yaşayabilir; ama boşluk kabûl etmez. Bu muhayyel, ne idüğü belirsiz geçiş olsa bile, gerçekleşinceye kadar Dieybe hükûmeti meşrûiyetini kaybetmez. Aldığı kararlar geçerlidir. Kaldı ki, geçiş meselesi, Libyâ'daki güç dengeleri itibârıyla henüz kabûl görmüş, tarafların üzerinde ittifâk etmiş olduğu bir durum olmaktan çok uzaktadır. Ortada karmaşık bir denklemin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dibeybe hükûmetinin seçimler yapılamadı diye meşrûiyetini kaybettiğini söyleyen Batı bloku, bu denkleme Hafter'i de dâhil ediyor. Gûya tarafsızlık adına tepeden inmeci, penisilinci bir yaklaşım bu. İyi de, cârî durum Libya'nın siyâsal kültürü açısından rastgele bir durum değildir. Her iki güç yığılmasının arkasında çok hassas kabile destekleri mevcût. Onları yok sayarak, Libya'yı temize çekmek gibi câhilce bir bakış ve değerlendirme bu. Kim gelecek? Bu soru da karşılıksız. Mevcut güç ayrışmalarını bertaraf edebilecek ve hepsini ortak bir irâdeye bağlayabilecek sihirli kuvvet acaba kimin elinde? Tobruk fırsatçılık peşinde. Hafter kanadı, seçimler yapılamadı diye Dibeybe hükûmetinin kadük olduğunu, meşrûiyetin kendilerine geçtiğini iddia eden ucuz bir yaklaşım sergiliyor. Batı bloku ise, durumdan vazife çıkararak, ona “sen de kaybol” diyor. Mısır ve Yunanistan ise bu kaostan kendilerine göre bir netice çıkararak, Türkiye'nin Libya'dan dışlanmasını sağlayacak bir aşırı yorumun peşinde gidiyor.
Çoğul ekinin sebebi sadece bizde değil 'komşuda' da seçim olması. İki başkentle normalleşme zor; biri Atina diğeri Washington. İlki zaten taşeron... Kendi sahamızdan başlatarak açıklayalım; Ankara bir süredir arasının limonî hatta berbat olduğu ülkelerle ilişkilerini derleyip-toparlama adımları atıyor. Bu kendi başına veya karşılıksız bir girişim değil... Bölgesel konjonktür ve küresel dinamiklerin etkileri de, yani kıvam da buna imkân yaratıyor. Artık hep birini izah etmeyelim; Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Ermenistan, biraz ite-kaka gitse de Mısır, nihayet Suriye... Bu ülkeler içinde tam 'normalleşmenin' zor olduğu ülkeler de var. İsrail ve BAE gibi. Libya'da, Suriye'de hatta 15 Temmuz'daki rolü nedeniyle. Şimdi de her şey güllük gülistanlık değil zaten...
Libya'nın başkenti Trablus'ta meydana gelen çatışmaları Trablus'taki Anadolu Ajansı Kuzey Afrika Koordinatörü Aydoğan Kalabalık ile konuştuk.
“Cumhurbaşkanı tükürdüğünü yaladı...” “Ben olduğum sürece İsveç ve Finlandiya NATO'ya giremezler, demişti...” “Bak şimdi tam nasıl paşa paşa tersini yapıyor” “İsveç ve Finlandiya'nın sözünü tutacağı ne malum?!..” “Bugüne kadar 'teröre destek veriyoruz' mu diyorlardı sanki. Göstermelik işler... Yine bildiklerini okurlar” “Türkiye itibar kaybetti” “Bu imza ülkemizin çıkarlarıyla bağdaşmayan bir taviz” Tam da “Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış” misali... Laf ebeliği yine başladı... Karadeniz'de bulunan doğal gaz yatağıyla ilgili de böyle yapmışlardı: “O kadar büyütülecek rezerv yok...” “Bulsalar da çıkaramazlar...” “Bizde o teknoloji yok...” ABD ve Avrupa Birliği konusunda millî bağımsızlıktan yana ne zaman bir pozisyon alınsa hemen arkasından “eksen kayması” diye ortalığı karıştıranlar da bunlardı... Mavi Vatan ile ilgili de pek bi' çekingen, pek bi pısırıktılar, başkasının ekmeğine yağ sürdüklerinin de farkında olarak “Libya'da ne işimiz var?!” diyorlardı. Ülkenin itibarının altını oymayı kendine iş ve hedef belirleyenler yine sahnedeler...
Yunanistan üzerinden Türkiye'yi savaşa sokmak istiyorlar... Neden peki? FRANSA'NIN YUNANİSTAN'LA ASKERÎ PAKT KURMASI! Türkiye, Afrika'ya açıldı. Fransa'nın Afrika'daki eski sömürgesi Mali, Senegal gibi ülkelerle derin ticarî ilişkiler kurmaya başladı. Fransa'nın “kafasının tası attı”! Türkiye, meşrû Libya yönetiminin daveti üzerine Libya'da “düzeni sağlamak ve barışı temin etmek” üzere Libya'ya yerleşti. Fransa “kafayı yedi”! Hemen Yunanistan'la stratejik askerî anlaşmalar imzaladı ve askerî saldırmazlık paktı kurdu. Buna göre, iki ülke, birine yapılacak saldırıya karşı saldırının kendisine de yapılacağını kabul edecek ve saldıran ülkeye karşı, saldıran ülke NATO üyesi olsa bile, birlikte hareket edecek. Açıkça Türkiye'nin hedef hâline getirilmesi demek bu. ALMANLARIN EGE ADALARINI, ABD'NİN YUNAN ANAKARASINI SİLAHLANDIRMASI! Benzer diplomatik anlaşmaları veya ittifakları Almanlar da yaptılar Yunanlarla! Ve Ege'deki Yunan adalarını silahlandırdılar! Son olarak Amerikalıların bütün Yunan anakarasına yığınla askerî üs yaparak, Yunan anakarasını silahlandırdılar, nükleer başlıklar yerleştirdiler! Özellikle Dedeağaç merkezli bu askerî konuşlanma, Yunanistan'ın ABD tarafından işgal edilmesi anlamına geliyor aslında. Fakat Yunanistan, bundan rahatsız değil, aksine çok memnun. Hibe edilen silahlar, savaş teknolojileri... Kendini Türkiye'ye karşı güvende hissetmesini sağlayan güçlü askerî ittifaklar, paktlar... Ve her gün yenileri devreye girdirilen ekonomik yardımlar... BATILILARIN HEDEFİ TÜRKİYE? Bütün bunlar, niçin yapılıyor? Yunanistan'ı korumak için mi? İyi de Yunanistan›ı kim, kimden ve neden korumak istesin ki? Rusya'dan mı? Ruslar da, Yunanlar da Ortodoks değil mi? Ruslar, Yunanistan'ı karşısına alırsa, Slav / Ortodoks olan bütün Balkan halklarını ve ülkelerini karşısına almış olmayacak mı? Bütün Balkan ülkelerinde “Rusya, Slav mlav demeden Balkanlar'ı işgal edip köleleştirmekten çekinmeyecek” algısının oluşması, Rusya'nın Balkanlar'dan çekilmesi anlamına gelebilir. Rusya'nın Balkanlar'dan bu şekilde çekilmesi demek, Suriye'den de, daha genelde Doğu Akdeniz'den de çekilmesi anlamına gelecek... Rusya'nın intiharı demektir bütün bunlar! Rusya'nın bunu göremeyecek kadar kör olduğunu düşünüyorsanız sizin neyi ne kadar görebildiğiniz sorgulanır, elbette. Rusya'nın Ukrayna'dan sonra Yunanistan'ı işgal etmesi, aslâ sözkonusu değil. O yüzden de, Yunanistan'ın askerî olarak inanılmaz bir şekilde silahlandırılması, esas itibariyle “Rus tehdidi”nin durdurulmasını amaçlamıyor. Kaldı ki, gözle görülür, böyle somut bir tehdit yok ortada. Türkiye'den mi korumak istiyorlar Yunanistan'ı emperyalistler? Batılılar da, Yunanlar da çok iyi biliyorlar ki, Türkiye'nin Yunanistan'a saldırmak gibi bir emeli, hevesi, planı, programı yok. Almanların da, Fransızların da, Amerikalıların da hedefi, Yunanistan'ı Türkiye'den gelebilecek bir saldırıdan korumak değil, Türkiye'ye saldırmak! Türkiye'yi Yunanistan'la kapıştırıp Türkiye'yi vurmak yani!
Türkiye, Ukrayna Savaşı'nın başladığı andan itibaren iki tarafı bir araya getirmek ve savaşın bir an önce durdurulması yönünde yoğun çaba içine girdi. Bu çerçevede Rus ve Ukrayna tarafları Türkiye'de buluştular. Hatta gizli görüşmelerin yapıldığına dair haberler de yapıldı. İngiltere ve ABD'nin Ukrayna Savaşı üzerinden yeni bir düzen kurmak istediği ve bu savaşın devamından yana olduğu da açıkça gündeme geldi. Bu sebeple Ukrayna ve Rusya arasındaki birtakım görüşmelerin gizlenmesini tabiî karşılamak gerekir. Hem savaşın körüklenmesi yönündeki açık faaliyetler hem de savaşın durdurulması çabalarına destek vermemesi sebebiyle ABD ve İngiltere'nin Ukrayna Savaşı'nın devamından yana olduğu konusunda neredeyse bütün dünyada ortak bir kanaat oluştu. Türkiye'nin çabalarına destek verilmediği gibi savaşın devamı için ne mümkünse yapıldı. Türkiye zaten Kafkaslar'dan başlayarak Irak ve Suriye'nin kuzeyinde, Doğu Akdeniz ve Ege'de, Batı Trakya'da ve Balkanlarda ABD ve Avrupa devletleri ile mücadele ediyordu. Şimdi buna Karadeniz'in kuzeyi de eklendi. Türkiye'nin Ukrayna Savaşı'ndaki tutumuna Batı ülkelerinin karşıtlık oluşturması sıradan bir gelişme olarak görülemez. Ukrayna Savaşı'nın devam ettiği şu günlerde muhtemel küresel gıda krizi dünya gündeminde baş sıraya oturdu. Kriz söyleminin Ukrayna'da devam eden fiilî savaştan daha önemli hâle geldiğini söyleyebiliriz. Nihayetinde gıda krizi söylemine Yunanistan da dâhil oldu. Yunan Başbakanı Miçotakis, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile görüştükten sonra Ukrayna tahılının dışarıya çıkarılmasında rol oynayabileceğini söyledi. Yunan Başbakan gerekçe olarak Yunanistan'ın denizcilikte önde gelen bir ülke olduğunu öne sürdü. Miçotakis, Fransa'yı arkasına alarak açıklama yaptığı izlenimi de verdi. Böylelikle Türkiye karşısında pozisyon elde etmek istediğini açığa vurmuş oldu. Yunanistan'ın bu tavrı Ukrayna Savaşı'nın hangi sebeplerle geri planda kaldığının anlaşılmasına katkı sağlayabilir. Nihayetinde muhtemel küresel gıda krizinin özellikle Afrika ülkelerini açlık tehlikesi ile karşı karşıya bırakacağı da gündemdedir. Türkiye salgın döneminin başından itibaren Kafkaslar'da, Suriye'nin kuzeyinde ve Libya'da neredeyse eş zamanlı olarak savaşa dâhil oldu. Bu, yaşadığımız dönemin hassasiyeti hakkında yeterince fikir vermektedir. Aynı dönemde ABD de Afganistan'dan kaçmak zorunda kaldı. Ermenistan Kafkaslar'da Türkiye'nin ve Azerbaycan'ın karşısına çıktı. Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde ise PKK ve bileşenleri Türkiye'nin karşısına çıktı. Doğu Akdeniz ve Ege'de ise Yunanistan fiilî bir durum oluşturmak istedi. Türkiye'nin Misak-ı Millî'nin ötesindeki etkilerine odaklandıkları çok açıktır. On dokuzuncu yüzyılın başlarında Yunan İsyanı ile başlayan yeni dönemi Avrupa'nın farklı coğrafyalardaki kazanımları ile ilişkilendirebiliriz. Yunan İsyanı, Osmanlı'ya bakışın değiştiğini gösterir. Avrupa yayılmacılığı bu yüzyılda zirveye çıktı. Buna rağmen Avrupa yayılmacılığının önündeki en büyük engel Osmanlı'ydı. Osmanlı dönemi ile bugünkü Türkiye arasında doğru bir karşılaştırma yapmak hem geçmişi hem de bugünün hadiselerini anlamaya imkân verebilir. On dokuzuncu yüzyılda kolonyalist yayılmacılık coğrafyamızı doğrudan etkilemişti. Emir Abdülkadir ve Şeyh Şamil çağdaştı. Biri Cezayir'de Fransa'yı, diğeri Kafkaslar'da Rusları durdurmaya çalıştı. Bugün ise Türkiye'nin aynı coğrafyalarda durdurulması gerektiği yönünde haberler yapılıyor. II. Abdülhamid hakkında yapılan olumsuz haberleri, Osmanlı'nın İngiliz ve Fransız yayılmacılığı karşısında oluşturduğu direnç hatları eşliğinde ele almak gerekir. İngiltere ve Fransa kolonilerinin etkisi coğrafyanın derinliklerine ulaşırken karşılarında Osmanlı'yı buluyorlardı. Despot, istibdat, müstebit, Kızıl Sultan gibi yakıştırmaların kaynağında muhakkak Batı basınını buluruz. Bu da en azından içerideki muhaliflerin entelektüel kaynakları hakkında bir fikir verir.
Turkish Stories for Learner Turkish Spor Yapıyoruz Spor, günümüzde insanların en önemli ilgi alanlarından biridir. Boş zamanlarımızı spor yaparak, televizyonda spor karşılaşmalarını izleyerek ya da gazetelerdeki spor haberlerini okuyarak geçiririz. Spor yapmak da spor yapanları izlemek de kendimizi iyi hissetmemizi sağlar. Spor yapmaya çok küçük yaşlarda başlayıp bu alışkanlığımızı ileri yaşlara kadar sürdürebiliriz. Sağlığımız açısından spor yapmanın faydaları çoktur. Özellikle çocukluk ve gençlik dönemlerinde sporu, daha çok eğlenmek ve arkadaşlarımızla güzel vakit geçirmek için yaparız. Oyun, spora başlangıç olarak kabul edilir. Hatta çoğu zaman, oyun oynayarak spor yaparız. Ama sporun, oyundan farklı olarak bazı kuralları vardır. Size şu ana kadar sporun ne olduğu ve sporun yararları hakkında bilgi verdik. Peki, “Spor yapmaya ne zaman başladık?” Spor, insanlık tarihinin ilk dönemlerine kadar uzanır. Fransa'da bulunan MÖ. 3.000'den kalma duvar resimleri ve Libya'da bulunan Taş Devri'nden kalma ok atan ya da yüzen insan resimleri bize sporun tarihi konusunda bilgiler vermektedir. Tüm medeniyetlerde sporun yeri büyüktür. Ancak modern anlamda sporun başlangıcı olarak Eski Yunan'da yapılan olimpiyatlar kabul edilir. Yiyecek bulabilmek ve hayatta kalabilmek için yapılan bazı etkinlikler zaman içinde eğlence ve yarış hâline dönüşmüştür. Günümüzde sporla ilgili birçok sınıflandırma yapılmaktadır. Bu sınıflandırmanın en önemlisi yaz ve kış sporlarıdır. Bunlar da açık hava sporları, salon sporları, su sporları, doğa sporları gibi birçok farklı alt sınıfa ayrılmaktadır. Yarışma sporlarına koşu, kayak, araba yarışı; karşılaşma sporlarına futbol, voleybol, karate, tenis örnek verilebilir. Ayrıca okçuluk, golf gibi bireysel başarıya dayanan sporlarla jimnastik ve halter gibi güce dayalı sporlar da bulunmaktadır. Spor yapmanın sağlıklı bir yaşam için önemi büyüktür. Spor, kalp hastalıklarına ya da aşırı şişmanlık gibi rahatsızlıklara yakalanmamızı önleyebilir. Ayrıca spor yapmak stresimizin azalmasını sağlar. Spor, olumlu alışkanlıklar kazanmamıza, düzenli ve başarılı bir yaşam sürmemize yardımcı olur. Kendini Test Et. İnteraktif Videoları İzle - Takip et - Düşün - Bilmediğin kelimeleri araştır - sorulara cevap ver - Spor Yapıyoruz: https://nilecenter.org/turkce-ogreniyorum-b1-ders-14/
Trablus'taki ulusal birlik hükümeti ile Tobruk'ta fiilen oluşturulan Hafter destekli hükümet arasındaki çekişme iki petrol kuyusu ve iki limanda faaliyetin durmasına yol açtı. Ülkenin bölünmüş halinin daha ne kadar süreceği bilinmiyor.
Cumali Önal | Libya'da yeni bir iç savaş kapıda! | 15.03.2022 by Tr724
8 Mart Emekçi Kadınlar Günü ve Bizim Kadınlarımız! Youtube'dan İzleyin : https://youtu.be/92gWjfg2Nv0 ‘Dünya' kadınlar Günü.. İlan eden Birleşmiş Milletler. Yani Irak'ta, Afganistan'da, Libya'da, Yemen'de yüzbinlerce kadının katledilmesine sessiz kalan yapı… ABD güdümündeki bu yapı, Dünya Kadınlar Günü'nü, 1857'de bir fabrikada yanarak ölen Amerikalı işçi kadınların anısından çalmıştı. Bu topraklar Batının aksine komutan kadınların yaşadığı topraklardır. Tomrislerin yaşadığı topraklardır. Devlet yöneten kadınların tarihe ad yazdırdığı topraklardır. Bugünün sınıfsal yönü yok edilmiştir. Gününüz kutlu olsun emekçi kadınlar!
NATO'da 70 Yılımız Geçti! Youtube'dan İzleyin: https://youtu.be/oBCB0bGaKe0 Türkiye Kuzey Atlantik Anlaşması örgütü yani kısa adıyla NATO'ya 1952 yılının Şubat ayında kabul edildi. NATO güya bir savunma örgütü olarak kuruldu. Ama güya (!). Türkiye bugün olduğu gibi iki dünya arasında sınır ülkelerden biridir. Sovyet'lerin komşusuydu ama Amerika'yı temsil eden Amerika'nın ve Batı çıkarlarının koruyucusu askeri bir örgütün içine girmiştir. Üstelik bu örgüt Türkiye'yi her daim düşman bellemiştir. Amerika NATO'yu kullanarak Türkiye'ye yerleşmiştir! NATO uluslararası bankerlerin, silah baronlarının, petrol krallarının çıkarları doğrultusunda güç göstermekteydi. Kurulduğu 1949 yılından itibaren gizli örgütler kurdu, örtülü operasyonlar yaptı. 1991'e kadar güya komünizme karşı dünyayı korudu. 1990'da Sovyetler ve Doğu Bloku tarihe karıştı. Varşova Paktı dağıldı. NATO hemen yeni düşmanlar buldu; ‘yeni strateji'sini 1991'de açıklamıştı. Komünizm bitti ama tehditler sürüyor demişti: Yani Amerika'nın sevmediği her ülke tehditti. Kendi denetiminde olmayan ülkeler tehditti… Kısacası NATO Amerika demekti. Amerika'nın yanında ya da ona karşı devletler vardı ve NATO Amerika'nın karşıtı olanlara haddini bildirirdi. Bu coğrafyayı birbirine katmaya çalışan, ülkelerde darbeler düzenleyen, ülkeleri silahlarla çevreleyen, savaş baronlarının yönettiği bir sistem içindeyiz. Başını Amerika'nın çektiği bir karanlık düzenek bu! NATO da onların oyuncağı, birleşmiş milletler de… “Uluslararası Camia” diye bir laf uydurmuşlar. Libya'da, Suriye'de, Irak'ta, Afganistan'da, Yemen'de, Filistin'de o camianın yediği haltlar ortada! Devamı için videoyu izleyin ...
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yolcusu. İki günlük gezinin ana teması, ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi. Peki, Türkiye-BAE arasındaki hasmane diyalog yerini nereye bıraktı? 15 Temmuz'un finansörü olmakla suçladığımız BAE ile ilişkilerimizde yeni bir sayfa açılabilir mi? Kordiplomatik'te Selim Kuneralp ve Senem Görür sordu, AKP'nin ilk dışişleri bakanı Yaşar Yakış yanıtladı.
Libya'da 24 Aralık 2021'de seçimlerin yapılacağı kararlaştırılmıştı. Ancak hukuki altyapının hazırlanamaması ve ihtilaflar sebebiyle bu gerçekleşemedi. Mevcut hükümetin yeni yapılacak seçime kadar görevine devam etmesi tartışmaları ve Tobruk Meclisinin yeni bir Başbakan seçme hamlesiyle ülkede siyasi kriz derinleşti. Libya'daki son gelişmeleri Kuzey Afrika Koordinatörü Aydoğan Kalabalık'la konuştuk.
Avrupa Birliği (AB), Libya'da bugün yapılması planlanan ancak ertelenen seçimlerin düzenlenmesi için hızlıca yeniden bir plan hazırlanması çağrısında bulundu.
Dış politikanın nabzını tutan tek program, analizleriyle gündemi sarsmaya devam ediyor. Küresel bakış açısıyla dünyadaki gelişmeler masaya yatırılıyor, diplomasi analiz ediliyor. Süleyman Seyfi Öğün, Avni Özgürel ve Taşansu Türker'in konuk olduğu #AkılOdası'nda bu hafta: ◾ #Avrupa'da enerji krizi ekonomik toparlanmayı tehdit ediyor ◾ Avrupa doğalgaz piyasasında yeniden '#Rusya aktarım krizi' ◾Alman medyası: Türkiye komutasındaki #NATO kuvveti, Rusya'ya karşı harekete geçiyor ◾ #ABD-#İsrail ilişkileri hakkında önemli açıklama: "Kritik bir kavşaktayız" ◾ Cumhurbaşkanı #Erdoğan: #Türkiye-İsrail ilişkileri bölgemizin istikrarı için hayatidir ◾ #Libya'da planlanan seçimler ertelendi ◾ Bakan #Çavuşoğlu: Balkanlardaki gelişmeler gerçekten endişe verici #siyaset #politika #analiz #haber #gündem Nedret Ersanel ile #AkılOdası her Salı ve Perşembe 20.45'te #TVNET'te.
Libya'da 24 Aralık'ta yapılması planlanan devlet başkanlığı seçimi, son dakikada ertelendi. Nedenlerini ve bu ertelemenin Libyalılar ve Libya'da savaşan taraflara arka çıkan Türkiye dahil dış aktörler açısından nasıl sonuçlar doğurabileceğini, Medya Günlüğü yazarı ve Medyascope yorumcusu Aydın Sezer‘e sordum. #Medyascope #Libya #AydınSezer
DUVAR - Orta Doğu Uzmanı Hediye Levent, Libya'da yaklaşan seçimlerle ilgili tartışmaları ve silahlı çatışmaların taraflarının siyasi mücadelelerini değerlendirdi.
Libya'da 24 Aralık Seçimlerini Bekleyen Zorluklar Neler? | Gündem Ortadoğu by Artı TV
Hedeflenen seçim tarihine bir buçuk ay kaldı. Ama iç savaşın tarafları arasında seçim kanunu konusunda uzlaşma olmadan seçime gidilebilecek mi? Trablus'daki AA Muhabiri Mücahit Aydemir ile tüm gelişmeleri ve neler yaşanabileceğini konuştuk.
Ankara'nın askeri güç bulundurarak siyasi geleceğine etki etmek istediği Libya'da, Batı'daki hükümet ile Doğu'daki parlamento arasındaki anlaşmazlık bir kez daha ülkeyi yeniden iç savaşa sürükleyecek boyuta taşınmış durumda. Medyascope yorumcusu ve Medya Günlüğü yazarı Aydın Sezer, Batı'nın ülkeyi birleştirmek adına seçim yapılması için yaptığı baskının bu anlaşmazlıkları derinleştirdiğini söylüyor. Bu yayında Türkiye'nin Paris'teki Libya konferansına düşük düzeyli katılımını da analiz eden Sezer, geçen hafta cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklayan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin savaş suçlarıyla ilgili yargılamak istediği Seyfülislam Kaddafi'nin ise Rusya'nın yeni gözdesi olduğunu anlatıyor.
Türkiye; 2016'dan bu yana (15 Temmuz sonrası) girdiği askeri müdahalelerin hiçbirinde başarısız olmadı. Hepsinde istediği sonucu aldı ya da almaya dönük süreç lehine seyrediyor. Dünyada bu kadar kısa zaman aralığında, bu kadar çok cephede, bu kadar başarılı sonuçlar alabilen hiçbir devlet yok. Suriye'de, Libya'da, Karabağ'da, Irak'ın kuzeyinde hep şaşırtıcı başarılar yakaladı. Bu müdahalelerin tamamı kalıcı, uzun vadeli, jeopolitik planlamalardı. Kısa vadeli terörle mücadelenin çok ötesinde, Türkiye'nin büyük geleceğini kurmaya ayarlı hesaplardı.
Geçmiş yıllarda Türkiye'nin milli savunma sanayii kabiliyetleri çok gelişmiş değildi. Özellikle son 20-25 yılda Türk Savunma Sanayisi'nin yerli İnsansız Hava Aracı (İHA) ve Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) üretiminde yıllardır hız kesmeden artan başarısı ABD merkezli Forbes tarafından manşete taşındı. Son yıllarda, tepeden tırnağa etkileyici bir yerel drone endüstrisi geliştiren Türkiye'nin başarılarının kaleme alındığı analizde, özellikle Bayraktar TB2 ve Anka-S'nin, Suriye, Irak ve Libya'da yapılan operasyonlarda büyük bir zafer elde ettiği yer aldı. Başarıyla tamamlanan iki silahlı insansız hava aracı testi Türk savunma sanayisinin söz konusu alanda yeni bir aşamaya geçmek üzere olduğunu ve yakın gelecekte oyun değiştirici olacak bir askeri kapasitenin inşa edildiğini gösteriyor. Üretimine başlanan ve çok kısa bir süre sonra Türk Silahlı Kuvvetleri'nin envanterinde yer alacak olan Akıncı, Aksungur ve Alpagu'nun Türkiye'nin bölgedeki gücüne güç katacağı, bu hava araçlarının hedefleri tespit edip yok etme başarısının düşman kuvvetleri için büyük bir tehdit olduğu ayrıntısı da özellikle belirtiliyor. Türk ordusunun, dört pervaneli Kargu-2 kamikaze İHA'larıyla birlikte özellikle PKK terör unsurlarına karşı ciddi bir zafer elde ettiğini ve düşmanlara korku saldığını belirten Forbes analizi, araçların kapalı /açık alan ayrımı yapmaksızın hedefe kilitlenme özelliklerinin başarılarını körüklediği belirtildi. Türkiye'nin var olan İHA ve SİHA envanterinin üstüne eklenecek yeni araçlar hafif ve ağır silahlardan insansız gemilere, füzelerden uzay çalışmalarına, kritik parçalardan en karmaşık ve üst düzey teknolojik silahlara kadar her alanda önemli çalışmalara imza atınca işler değişti. Türkiye bir anda teknoloji ve ticari casusların hedefi oldu. TÜRKİYE CASUSLARIN HEDEF ÜLKESİ OLDU Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Savunma Sanayii Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri'ndeki milli proje bilgilerinin para karşılığı sızdırıldığı iddiasıyla başlatılan soruşturma tamamlandı. İddianamede, çetenin çok önemli projeleri, ihalelerle ilgili bilgileri ve İHA, SİHA'lara ait bilgileri özel firmalara aktardığı bilgisi yer aldı.
Trablus'daki geçiş hükümeti 24 Aralık'ta seçimleri yapma misyonunu yerine getirmeye çalışırken ülkenin doğusuna hükmeden Hafter kampı yeni emrivakilerle süreci baltalıyor. Ülkenin fiilen bölünmüş olması ve sandık konusundaki hukuki altyapı üzerinde hala bir sürü tartışmanın devam etmesi seçimlerin yapılacağına dair kuşkuları arttırıyor. Trablus'daki AA Muhabiri Mücahit Aydemir ile konuştuk.
Konuşa Konuşa'da Gülten Sarı'nın konuğu Rusya uzmanı ve Medya Günlüğü yazarı Aydın Sezer. Sezer, Türkiye'nin Afganistan politikasını, Rusya'nın etkisini, Türkiye'ye yönelen Afgan göçünü ve AB ile yürütülen göçmen pazarlığını yorumladı.
Konuşa Konuşa'da Gülten Sarı'nın konuğu Rusya uzmanı ve Medya Günlüğü yazarı Aydın Sezer.Sezer, Türkiye'nin Afganistan politikasını, Rusya'nın etkisini, Türkiye'ye yönelen Afgan göçünü ve AB ile yürütülen göçmen pazarlığını yorumladı.
Libya'da, 30 Ocak 2021'de BM nezdinde düzenlenen Libya Siyasi Diyalog Forumu çatısı altında, ülkeyi 24 Aralık 2021'de seçime götürmesi planlanan geçici hükümette yer almak için başvuruda bulunan adayların isimleri yayınlandı. Yazan: Ufuk Necat Taşçı Seslendiren: Sefa Şengül
İşte bu formül (rejim-terör-meşruiyet) bir büyük ülkenin stratejisi, diplomasisi ve politikası için örneklik etmektedir. 1990'dan bu yana görülen örnekler çoğaltılabilir, derinlemesine açıklanabilir, ama sonuçta durum belli; istikrarsızlık ve muhtaçlık yaratmak, ötekileştirmek ve düşmanlaştırmak, hedef göstermek, parçalamak bölmek… Demokrasi nerede ve kime, dememiz gerekiyor. Örneğin Irak'a demokrasi halen gelmedi. Suriye'de veya Libya'da olabilecek mi? Hayır, çünkü Irak örnektir. Afganistan'da yirmi yıl kalan ABD milyarlarca dolar harcadı, sonuç terörist dediği Taliban'a boyun eğmek mi olmalıydı? Bu kadar basit mi? Şimdi ABD yetkilileri (ki değişik zamanlarda Taliban ile pazarlık masasına oturdular) açıklamaya devam ediyorlar, "Şeriat devleti kurmaya çalışan Taliban kötüdür," diye. Paradoksu görebiliyoruz elbette, ama formül bu, paradoksal bir meşruiyet ve politika sürdürülüyor. Sonu gelmeyecek olan bir savaşın yeni bir cephesinin daha açıldığı belli. Sadece Afganistan'daki Taliban yetmeyebilir. Başka terör örgütleri de devreye konabilir. Bunları yakında öğreneceğiz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Millî Savunma Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada Türkiye'nin Libya'da gösterdiği başarının Akdeniz'de ve tüm dünyada kartların yeniden karılmasına yol açtığını söyledi. Erdoğan, konuşmasında önce Suriye sınırlarında PKK ve DEAŞ'nın mağlup edildiğini dile getirdi. Türkiye'nin kararlı tutumu sayesinde Suriye sınırlarında iki farklı terör örgütüne büyük darbe vurulduğu anlaşılıyor. Libya'daki askerî ve siyasî başarının iki terör örgütünün bertaraf edilmesiyle ilişkilendirilmesi çok önemlidir. Coğrafyamızda terör örgütleri bertaraf edilirken devlet yapılarının ayağa kaldırılmasının bir strateji olarak benimsendiğine hükmedebiliriz. Türkiye'nin müdahalesinden önce Libya'da devlet yapısının çöktüğünü hatırladığımızda ortaya çıkan başarının mahiyeti anlaşılır. Böylelikle kartların yeniden karılmasıyla kast edilenin ne olduğu da biraz olsun açıklığa kavuşur.
Bir yıl önce Türkiye ve Mısır'ın Libya'da sıcak bir çatışmada karşı karşıya gelmesi olasılığından söz edilirken, bu yaz ilişkilerin normalleşmesi sürecini konuşuyoruz. Alman Bilim ve Politika Vakfı Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) Başkan Yardımcısı, siyaset bilimci Dr. Hürcan Aslı Aksoy‘un meslektaşı Stephan Roll ile beraber kaleme aldığı raporda, iki ülke liderleri için ilişkilerin normalleşmesinin bir ihtiyaç, hatta zorunluluk odluğu belirtiliyor. Dr. Aksoy'a nedenlerini sorduk.
Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde İsviçre'de toplanan Libya Siyasi Diyalog Forumu (LSDF) üyeleri, 24 Aralık'ta yapılmasına karar verilen parlamento ve devlet başkanlığı seçimlerinin anayasal temeli konusunda uzlaşı sağlayamadı.
Libya'da iç savaşın taraflarının uluslararası arabulucuların katılımıyla nasıl bir rejim inşa edileceğine dair pazarlığı tüm hızıyla sürüyor. Bugün İsviçre'deki siyasi diyalog forumunda anlaşma sağlanamadığı için toplantılar uzadı. Nelerin konuşulduğunu, Aralık'ta seçimlerin yapılması hedefinin ne durumda olduğunu Nyon'da toplantıları izleyen Libya Muhabirimiz Mücahit Aydemir ile konuştuk.
Sedat Peker'in, SADAT'ın Suriye'de savaşan El-Nusra'ya silah gönderdiğini iddia etmesinin ardından Türkiye'den cihatçı örgütlere yönelik silah sevkiyatı konusu yeniden gündeme geldi. Faruk Eren, Ortadoğu uzmanı gazeteci Fehim Taştekin ile Suriye'ye silah sevkiyatı ve yasa dışı ticaret kanallarını konuştu:- Açıklanan Suriye'ye gidenlerin çok küçük bölümü- Milisleri kullanma süreci 2011'de başladı- Sınırdan yasadışı akış gözle görülüyordu- Sınır kapıları milislere bırakıldı- CIA Suriye'ye Lübnan ve Türkiye üzerinden silah soktu- Davutoğlu bir gaf yaparak bunu açıklamıştı- Savaş baronları yasadışı ticaretten para kazanıyor- Savaşın başında sanayi tesisleri yağmalandı- Fabrikalar bile sökülüp Türkiye'ye getirildi- IŞİD'in kullandığı kamyonetler Türkiye'den gitti- Libya'da yönetime ağır baskı yaptı- Suriye'de pazarlık için asker tutuluyor- Rusya Suriye'yi bir askeri üsse çevirmiş durumda- Batılı devletler Suriye'de suç ortağı
DUVAR - Prof. Dr. İlhan Uzgel ve Mühdan Sağlam'ın hazırladığı Küresel Gündem'in bu bölümünde gerçekleşen ziyaretler çerçevesinde Türkiye'nin Libya ve Mısır ile ilişkisi ele alınıyor. Uzgel ve Sağlam, Türkiye dış politikasının yoğun politik adımlarının sebeplerini değerlendiriyor.
Sultân II. Abdülhamîd Hân'ın önceden aldığı tedbîrler ve O'nun eğittiği askerlerle Haçlı'ya karşı kazanılan ve Türk târihinin dönüm noktasını teşkîl eden bir mübârek zaferdir. Çanakkale Savaşları 8,5 ay sürdü. Memleketin en hassâs yerine yöneltilen taarruz kırıldı. Çanakkale Muhârebeleri, Osmânlı Devleti'nin dört sene harbe dayanmasına, bu yüzden Çarlık Rusyası'nın yıkılmasına sebeb oldu. Bu başarı yalnız Osmânlı kuvvetlerinindir. İlk bombardımandan i'tibâren 324 gün ve çıkarma gününe göre de tam 259 gün devam ederek neticesinde Osmânlı Ordusu'nun ölümsüz bir zaferiyle kapanan I. Dünya Savaşı'nın bu en kanlı sahnesine ordumuzun en kıymetli ve en büyük kısmı iştirâk etmiş ve semereleri burada inkişâf eylemiştir. Türklerin resmî kayıtlara göre kayıp mikdârı 251.000, müttefiklerin ise 252.000 idi. Türkler, 2200 yıllık târihlerinin en büyük topyekün felâketine ma'rûz kaldılar. Bu savaş sonunda Türkiye'nin hiçbir zaman istilâ görmemiş en değerli toprakları, Anadolu'nun içlerine kadar tahrîp edildi. Türk ekonomisi, savaştan tam bir yıkım hâlinde çıktı. Asrın başlarında 50-100 bin nüfûsa erişmiş Anadolu şehirlerinde nüfûs, yarısının çok aşağılarına düştü. Birinci Cihan Harbi, Türk milletinin askerlik değerini ve manevî gücünü bir defa daha ortaya çıkarmaktan da geri kalmadı. Çanakkale zaferi, Türklerin büyüklük çağlarında kazandıkları zaferlerden biri gibi değerlidir. 4 yıl boyunca Türkler, dünyanın birbirine hiç benzemeyen ülkelerinde Çanakkale'de, Kafkasya'da, Galiçya'da (Polonya), Makedonya'da, Dobruca'da, Yemen'de, Hicaz'da, Libya'da, Sina'da, Filistin'de, Irak'ta, İran'da vuruştular. Teçhizat eksik ve mahrumiyet büyüktü. Savaştan çıkan dört devletin uğradığı muamele hakaretâmizdi. Türkler, baş kaldırdı. Almanlar, Avusturya-Macaristân ve Bulgaristan baş eğdi. (Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, c.11, s.248)
Dünya kadınlar Günü.. İlan eden Birleşmiş Milletler. Yani Irak'ta, Afganistan'da, Libya'da, Yemen'de yüzbinlerce kadının katledilmesine sessiz kalan yapı… ABD güdümündeki bu yapı, Dünya Kadınlar Günü'nü, 1857'de bir fabrikada yanarak ölen Amerikalı işçi kadınların anısından çalmıştı. Bu topraklar Batının aksine komutan kadınların yaşadığı topraklardır. Tomrislerin yaşadığı topraklardır. Devlet yöneten kadınların tarihe ad yazdırdığı topraklardır. Bacıyan-ı Rum (Anadolu bacıları) örgütlerinin var olduğu topraklardır. Batıda cadı avları yapılırken kadın, Dede Korkut hikayelerinde kutsal varlıktır. Bu vatan -Kara Fatma, -Nezahat Onbaşı, -Kılavuz Hatice, -Tayyar Rahime, -Şerife Bacı, -Gördesli Makbulelerin erkeklerinin yanında bazen de onların önünde savaşarak kurdukları vatandır. Kızlarımız kendilerine öncüler ararken tarihe bakmalıdırlar. Tarihimizde küresel medyanın örnek olarak önümüze koyduğu robotlardan çok daha gerçek kişilikler vardır. Ve en zorlandığımız dönemde hatıraları bile elimizden tutup bizi ayağa kaldırıverirler! Bu özel günde sadece birkaç örnekle onları anmak istedim!
Bu hafta İslam dünyasında; Hama katliamının 39. yılında görgü tanığının ifadeleriyle yaşananlar, Somali Başbakanı'nın Mogadişu'da yaşanan şiddet olaylarıyla ilgili açıklamaları, Fransa'da İslamofobik muameleye maruz kalan Trappesli Müslümanlar'ın mağduriyetleri, darbenin ardından Myanmar'da yaşananlar, 1001 günlük tutukluluktan sonra serbest bırakılan Suudi Arabistanlı aktivistin açıklamaları, BBC'nin 'İslam'a ve Müslüman kadınlara karşı' önyargıyı güçlendirmekle suçlandığı yayını, İsrail'in Gazze'deki tarım arazilerini bir ayda ikinci kez sular altında bırakması ve Libya'da, 17 Şubat Devrimi'nin 10'uncu yılı kutlamaları haberleri öne çıktı.
Bugünkü yayında Ufuk Necat Taşcı ile "Libya'da Barış Sürecini Bekleyen Tehlikeler" başlıklı bir yayın gerçekleştirdik. Keyifli Dinlemeler!Foto: Anadolu AjansıUfuk Necat Taşcı Kimdir?Yüksek lisans derecesini İngiltere'nin Bournemouth Üniversitesi'nden alan, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora çalışmalarına devam eden Ufuk Necat Taşçı TRT World'de görev almakta ve araştırmalarını Libya özelinde sürdürmektedir.
Bugün Madrid'de meydana gelen patlama dünya manşetlerine taşındı. Libya'da da tekne battı, en az 43 mülteci hayatını kaybetti.
Libya deyince aklıma vahşi hayvanların avlarını çekiştirdikleri sahneler geliyor. Libya haritasını gözünüzün önüne getirin. Üzerine hayvan belgesellerinde gördüğünüz sırtlanların çakalların kan içindeki avlarını çekiştirerek midelerine indirdikleri görüntüleri koyun. Libya'da durum bu! Libya gazı ve petrolü dünya cellatlarının paylaşım savaşının nedeni. Hani 4 şirket var ya "Mahşerin 4 atlısı" diyorlar onlara: Nerede savaş var, altından onlar çıkar. Exxon-Mobil, Chevron-Texaco, BP Amoco, ve Royal Dutch-Shell'dir. Savaş Libya'da hangi rafinerileri hangi şirket ve bağlı ülkeler kapacak, bununla ilgili. Ölenler mi? Kimin umurunda! Hatta hiç Libyalı kalmasa küresel efendiler için daha iyi!
Küresel Gündem... İlhan Uzgel: Mısır Libya'da fiilen savaşa girmeyi tercih etmeyebilir by Gazete Duvar
Küresel Gündem... İlhan Uzgel: Türkiye Libya'da kendini açmaza soktu by Gazete Duvar
Rusya uzmanı ve eski bürokrat Aydın Sezer, Libya'da Türkiye destekli güçlerin kontrolünde bulunan ve Türkiye'nin askeri yığınak yaptığı Vatiyye Hava Üssü'ne düzenlenen saldırıyı değerlendirdi.
Başkanım Gündem'in 2. bölümünde, gazeteci-yazar İsmail Çoktan ile Libya'da yaşanan hadiselerin tarihi arka planını ve yarına dair ihtimalleri ele aldık. Hazırlayanlar; Gürkan Tezcan, Çağrı Ulu, Akif Akyel, Furkan Gencer.
Libya'da, Türkiye, Rusya ve Körfez ülkeleri dahil, Birleşmiş Milletler (BM) ile Avrupa'nın da dahil olduğu denklem bir kez daha yeni bir boyuta evrildi. Konuşa Konuşa'da Gülten Sarı'nın konuğu olan Sezer, "Mısır'ın açıkladığı inisiyatife, Rusya, ABD, Arap Ligi ve herkes açık destek verdi. Libya'da yeni bir müzakere masası kurulduğuna dair inanç tazelendi" yorumunu yaptı.
Can Dündar'ın bu haftaki konuğu -Hamburg Üniversitesi'nden Ortadoğu Uzmanı- Arzu Yılmaz Libya'daki son gelişmeleri ve yaşananların odak noktasındaki Türkiye'nin pozisyonunu değerlendiriyor. Can Dündar: 'Libya'da Rusya ile pozisyonlarımız nedir? Bu bizi bir çatışma ortamına sürükleyebilir mi?' Yılmaz: "Türkiye'nin, Libya'daki askeri manevrasını sürdürülebilir kılacak bir ekonomik gücü yok Libya'da bir tarafta militer bir Arap milliyetçiliği üzerinden kendisini yeniden kuran Körfez ülkeleri, diğer tarafta yayılma politikası izleyen Türkiye var. Türkiye kurduğu ortaklıklar ile sahada İslam Devleti projesi yürütüyor. Duruma Yeni Osmanlı demek durumu tam karşılamıyor. Rusya ile Türkiye'nin Libya'da bir savaşa girmesi beklenir bir durum değil."
Afrika'yı Müslümanlaştırmak hedefiyle yola çıkan Senûsi Tarikatı'nın, Kuzey Afrika'nın tamamını etkileyen, Fransız ve İtalyan işgaline karşı mücadele eden ve Libya'da bir devletin kurulmasını sağlayan siyasi bir harekete dönüşme serüveni…
Mekke ziyareti sırasında Ahmet es-Senûsî ile karşılaşan Muhammed Esed, Senûsi Şeyhinin Libya'da İtalyanlara karşı direnen Ömer Muhtar'a bir mektup götürme teklifini büyük bir onur ile kabul etti. Zorlu bir yolculuğun ardından Libya'ya varan Esed, nihayet Çöl Aslanı ile buluşabilse de, ne yazık ki bu Libya'daki direniş için ümitlerin tükendiği bir zamana denk gelmişti.
İdlib'de ve Libya'da süren çatışmaları, yaşanan asker ölümlerini ve AKP hükümetinin ısrarcı olduğu savaş politikasını Gazeteci İskender Bayhan'la değerlendirdik https://evrn.sl/tSYNFM?a=e9f22
Libya'da başlayan hareketliliğin perde arkasındaki iddiaları, merak edilen detaylarla masa yatırdık Halife Hafter, geçtiğimiz günlerde Trablus'u ele geçirmek için saldırı emri verdi. İnsanların hayatını hiçe sayarak devam ettiği operasyonlarda halka korku saçmaya başladı. Hatta bu noktada Trump bile daha hassas olması için Hafter'i uyardı. Kamuoyuna yansıtılanlara göre, Libya'daki çatışmalarda üstünlük Hafter ve ordusunun elinde.Peki gerçekten de öyle mi? Burada gözden kaçırılan bir nokta var: Libya'nın %90'ı çöl ve doğal olarak insanlar kalan %10'luk bölümlerde yaşıyor. Libya halkının tamamının bulunduğu bu %10'luk kısımda, %80'e yakını Ulusal Mutabakat Hükümetinin hakimiyetindeki şehirlerde yaşıyor. Bu durumda halkın Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni desteklediği ortada. Halkın çoğunluğunun seçtiği ve desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti iken dış basının Hafter lehine algı yönetimi devam ediyor.
Can Dündar, #Bilanço'da geçtiğimiz haftanın gelişmelerini Altan Sancar'a değerlendiriyor! Can Dündar: ''Dink olsun, Mumcu olsun, Kışlalı olsun yerlerini doldurmak imkansız. Dolayısıyla ölmedi yaşıyor demek yerine yaşatmak için bir şeyler yapmak diye düşündük. TSK Erdoğan'ın önündeki engeldi ve beraber yürümeyeceklerini anlamıştı. Bu Ergenekon operasyonlarının sebebi biraz da oydu ve ordu işini büyük oranda çözdüklerini düşündüler. Yeni bir darbe girişimi olacağına dair kaygısı var iktidarın. Eskiden Genelkurmayın ışıklarına bakılırdı akşam hareketlilik var mı diye. Yine o günlere döndük sanırım. Türkiye'nin Libya'da hiçbir işi yok ama Erdoğan'ın orada çok işi var. Hem tabanını sağlamlaştırıyor hem de orduyu oyalıyor. Bırakın beni de bakın savaş var diyor ve kendince akıllı bir siyaset ürettiğini söylemek mümkün''