POPULARITY
"İman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz. Onları işlediklerinin daha güzeliyle mükafatlandıracağız." (Ankebut 7) “Ayet, amellerin imandan maksûd olan, gaye edinilen şeye dâhil olduğunu gösterir. Çünkü günahların bağışlanması ve amellerin en güzeli ile mükâfaatlandırılması işi, Sâlih amellerin işlenmesi şartına bağlanmıştır. Çünkü ameller, imanın meyvesidir. Bunu şöyle bir misalle açıklayabiliriz: Bu, tıpkt meyve veren bir ağaca benzer. O ağacın damarlarının ve dallarının ağaçtan olduğunda şüphe yoktur. Fakat yerden çektiği su ve etrafını çevreleyen o toprak ağaca dahil değildir. Fakat meyvesi, ancak kendisine dahil olmayan bu su ve toprak sayesinde elde edilmiştir. İşte iman ile amel-i salih münasebeti de böyledir. Hem sonra o ağacın etrafını, işe yaramaz otlar, zararlı dikenler sararsa, meyve mutlaka az olur. Eğer bunlar büsbütün o ağaca hükümran olur, onu mağlub ederlerse, ağacın hiç meyvesi olmaz ve ağaç kurur. İşte günahlar da imana bu tesiri yapar. Amel-i sâlih, kendi kendine bakî kalamaz. Çünkü o bir arazdır, cevher değildir. O, âmili (yapanı) ile de kalamaz. Çünkü Cenâb-ı Hakk, onu yapanın (kulların) helak olacaklarını bildirmiştir ve "Allah´ın zâtı dışında herşey helak olacaktır" (k&mb, se) buyurmuştur. Binâenaleyh amel-i Salih´in bakî oluşunun, mutlaka bakî olan birseyden dolayı olması gerekir. Fakat bakî olan, sadece Allah´ın zâtıdır. Çünkü Cenâbn Hak, "Allah´ın zâtı dışında herşey helak olacakhr" buyurmuştur. Binâenaleyh o amelin bakî kalabilmesi ve sâlih olabilmesi için, Allah rızası uğrunda yapılmış olması gerekir. Allah rızası için olmayan şeyin ise, ne kendisi, ne yapanı ve ne de uğruna yapıldığı şey ile bakî kalamaz, dolayısıyla da sâlih amet olamaz, O halde amel-i sâlih, mükellefin, sırf Allah rızası için yaptığı şeylerdir. Sâlih ameller "yükseltilir". Çünkü Cenâb-ı Hak, "Amel-i sâlihi (hoş kelimeler) yükseltir" (Fâtır, 10) buyurmuştur. Fakat amel-i sâlih, kelime-i tayyibe (kelime-l tevhid, yani iman) ile yükselir. Mükelleflerin amelleri üç kısma ayrılır: Tefekkürü, inancı ve tasdiki demek olan, kalbinin amelleri; zikri ve şahadeti demek olan, dilinin amelleri; taatı ve ibadeti demek olan, uzuv ve bedenlerinin amelleri. Binâenaleyh bedenî ibadetler, kendi başlarına değil, ancak diğerleri sayesinde yükselebilirler. Doğru söz ise, ayette de beyan edildiği gibi, kendi kendine yükselebilir. Kalbin ameli demek olan tefekkür ise, ona İner. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah, en yakın semaya iner ve "Yok mu bir tevbe eden, tevbesini kabul edeyim" diye nida ecfer. "Tevbe eden", kalbi ile pişmanlık duyandır. Yine, Hz. Peygamber (s.a.s) "Allah Azze ve Celle, buyuruyor ki: "Ben, kalbi kırık ve mahzun olanların yanındayım” yani "Kendi aczini ve Benim kudretimi, kendi önemsizliğini ve Benim azametimi düşünenlerin yanındayım" demiştir. Bu, aklen de böyledir. Çünkü kim, Allah´ın nimetleri hususunda tefekkür ederse, Allah´ı bulur ve O´nu zihninde tutar. Burada bahsedilen "daha güzel mükâfaat", cennet dışında bir mükâfaattır Çünkü mü´min cennete imanı sayesinde girecektir. Çünkü cennet onun kötülüklerini örter. Kötülükleri örtülmüş olan kimse ise cennete girer. O halde "en güzel (daha güzel) mükâfaat" cennetten başka birşey olup, bu da hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir insanın aklına gelmeyen birşeydir. Bunun rü´yetullah (Allah´ı görme) olması, uzak bir ihtimal değildir.
"Hustle Kültürü: Koşuşturmaktan Yorulmadık mı?" "Modern Soma: Dijital Dünyanın Huzur Tuzakları" "Performans Tuzağı: Kendi Patronumuz Nasıl Olduk?" "Boşluğun Gücü: Aylaklık ve Tefekkürün İyileştirici Etkisi" "Hayat Kısa mı, Yoksa Zamanımızı mı Boşa Harcıyoruz?" "Hırsın Bedeli: Başarı Toplumunda Kaybolmak" "Byung-Chul Han'dan Dersler: Tükenmişlikten Kaçış Rehberi" "Dijital Soma: Bildirimler Dünyasında Mahkumiyetimiz" "Dinlenmek Devrimdir: Üretkenlik Karşıtı Bir Manifesto" "Kierkegaard ve Boşluk: Kendimize Dönmek Mümkün mü?" "Elon Musk'a Hayır Demek: 20 Saat Çalışma Mitini Yıkmak" "Sosyal Medyanın Tuzakları: Kendinle Rekabetin Sonu" "Şeytan Boş Ellerle Oynar mı? Din, Çalışma ve Ruhsal Tükeniş" "Huxley'den Han'a: Distopyadan Günümüze Başarı Kültürü" "Performans Çağında Kendine Yabancılaşma: Çıkış Yolları" "Hayatı Doldurmak mı, Yaşamak mı? Seneca'nın Fısıldadıkları" "Serbest Zaman Kimin İçin Var? Özgürlük, Hobi ve Doğa" "Krişnamurti'nin Uyarısı: Hırs ve Korkunun Karanlık Yüzü" "Akıllı Telefonlar ve Modern Bağımlılıklar: Hayır Diyebilmek" "Özgürlüğün Bedeli: Konfordan Feragat Etmeye Hazır mısınız?"
Eğitim sistemi, SOS veriyor: Ülkesine, inançlarına, değerlerine yabancılaşmış, mankurtlaşmış kuşaklar yetiştiriyor. Böyle gidemez. Yoksa sosyoloji altüst olacak, ülke kurda kuşa yem olacak, elimizden gidecek… Allah muhafaza! MTO'nun en parlak talebelerinden Mehmet Varıcı Hocamız, eğitim sisteminin doğasını tartışıyor, ilginç ve ayrıksı bir eğitim felsefesi geliştiriyor özlü bir şekilde. Bugün sizi bu güzel yazıyla baş başa bırakıyorum…
Şimdi zihni incelemeye başlayalım. Bir kişinin gerçekten canını sıkan, ona problem çıkartan şey aslında nedir? Aslında canı sıkılan o kişidir, zihin değil. Zihin sadece belli duygular üretir, öfke, korku vs. gibi. Ancak korku kişi içindir zihin için değil. Korkan, kaygılanan, öfkelenen hep kişidir. . Zihni kendinizden ayırıyor ve sonra da gereksiz yere dövmeye başlıyorsunuz. Zihin üzerine konuştuğunuzda sorumlu olmanız lazım aksi takdirde başkaları adına da problem yaratmaya başlayabilirsiniz. “Benim zihnim hiç iyi değil” diye bir sonuca varmak çok kolaydır. Kötü zihin diye bir şey yoktur. Zihin her zaman iyidir, sizin için pek çok şey yapıyor. Eğer kaygılıysanız size kaygıyı gösteriyor ancak bu zihin kötü demek değildir. Bunları yaşayan ise sizsiniz, etkilenen kişisiniz ve zihin size sadece nereye dikkat etmeniz gerektiğine dair işaret sunuyor. İşte bu dikkate śama denir. . Śama zihnin ateşkesidir. Zihnin ateşkesi, zihnin boş beyaz bir sayfaya dönüşmesi değildir. Aksine zihin sizin için hazır hale gelir. Tefekküre, meditasyona oturduğunuzda sizin emrinize amadedir, hazırdır. Çalışmaya, öğrenmeye başladığınızda sizin için hazırdır. (Tattvabdoha: Vedanta Öğretisine Giriş Kitabı, sf. 48-49)
SESLİ DERGİ
Ashâbü'l-uhdûd'a dair bilginin vahiy (Büruc suresi) ve Peygamberimiz Aleyhisselam'ın haberi (Tirmizî) olarak gelişini, müfessirler diğer kıssalar için de yaptıkları bir dizi maksada tabi olarak tefsir etmişlerdir. Örneğin Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ö. 333/944), Te'vîlât'ında şunları söylemiştir: “Bu haberlerin anlatılmasında, kâfirler indinde Hz. Peygamber'in (a.s.) risâletinin ve nübüvvetinin ortaya konulması ve teyit edilmesi vardır: Belirttiğimiz gibi o bu kabilden bilgi sahibi olan birinin yanına öğrenmek amacıyla gidip gelmemiştir. Allah Teâlâ haberi, tam da kendi kitaplarında olduğu gibi onlara verince kesin anladılar ki Hz. Peygamber (a.s.) bunu ancak Allah Teâlâ'dan öğrenmiştir. Âyette, Hz. Peygamber'in (a.s.) sabra teşvik edilmesi ve işinin hafifletilmesi de vardır. Çünkü Allah Teâlâ bildiriyor ki senin kavmin sana eziyet etmede ve inatla sana karşı direnmede ilk değillerdir. Aksine senden önceki kavimler de aynı şekilde Müslümanlara karşı düşmanlık beslemişler ve onlara işkencede bulunmuşlardır. Bir başka nükte de şudur: Kâfirlerin eziyet ve işkencelerine mâruz kalan müminlerin bu haberlerle bir bakıma teselli bulması söz konusudur.” (Trc.: Mehmet Erdoğan, Ensar Neşriyat, İstanbul 2019) Bu vb. tefsirlerdeki bilgiler bizler için -ilim ehline itimat esasında- bağlayıcı oldukları kadar, bu bağlayıcılığın sadece mevcut tefsirlerdeki bilgilerle sınırlı olmadığını, yaşayan müminlerin kendi zamanlarının olaylarını adlandırabilmeleri, yorumlayabilmeleri için asli bir kod, arketip olma vasfına da sahiptir. Nitekim “Şahitlik edenlerle şahitlik edilenlere ant olsun ki…” mealindeki kıssa ayetinde belirlenen şahitlik-meşhutluk ilişkisi, inancımız bakımından bizi bağladığı kadar, hem o şahitliğe hem de şahitlik edilene şahitlik etmemiz cihetinden de bize yeni tefekkür kapıları açmaktadır. Şöyle ki konuşan haber veren, dinleyen ise ona ve onun verdiği habere şahit olandır. Konuşan Allah ve Peygamberi olduğunda Müslümanın şahitliği, kendi zamanında olmuş, olmakta ve olacak olanlara şahitliği bakımından tefekkür planında bir ilk iz oluşturur. Elbette hiçbir oluşta aynılık söz konusu değildir ancak oluşlar arasında ilk önceki “ilk iz” oluşturduğu için aynı zamanda benzetilen olma vakfını yüklenir. Müslümanlar da zaten bu sebeple Kur'an ve hadislerden öğrendiklerini dünyevi hiçbir olaya, sosyal ya da teknik bilgiye indirgemezler. Kendi hayatlarındaki şahitlikleri ilkine benzetme yoluyla sonrakileri tanımlamayı ve anlamayı sürüdürler. Diğer bir söyleyişle Müslümanlar, ilahî bilgide sabitliği, onun kendi hayatlarındaki karşılıklarında ise sürekliliği gözetirler, yani ayet ya da hadis olarak ilahi hakikatleri asli lafız ve manalarında sabit tutarken, onları kendi zamanlarında yormayı ve yorumlamayı sürekli hâle getirirler.
Hatip: Kemal Ergün (IGMG Genel Başkanı) Hutbe metnini okumak için linke tıklayabilirsiniz: igmg.org/hutbe
İnsan beyni tefekküre direnir, çok kararlı olmak, onu aşmak gerekiyor. Beyin garip bir şekilde makul düşünceye direnir, uğraşıp kabul ettirmek gerekiyor...Beyin daha avami, tembel olmak ister, sokak kafasına eğilim göstertir. Onu zorla eğip-bükerek düzgün yola sokmak lazım.
00:00 - Giriş 00:51 - Boşlukların Tanrısı ve Niyet 04:23 - Allah'ın varlığı ispatlanabilir mi? 06:35 - Pratik delil vs. Teorik delil 11:45 - Tefekkür ve irade 13:35 - Bilimsel gelişmeler ve Kuran ayetleri 17:45 - Netice
Hatip: Kemal Ergün (IGMG Genel Başkanı) Hutbe metnini okumak için linke tıklayabilirsiniz.igmg.org/hutbe
Kemal Sayar ve Prof. Dr. Sadettin Ökten hoş sohbetleri... Discord https://discord.gg/gpyGxZW4As Ahmet Çadırcı https://ahmetcadirci.com/podcast/ Sponsor: All World Data https://allworlddata.com
Büyük mutasavvıflardan Ma'ruf-u Kerhî (k.s.) hazretleri bir gün gâfil bir imâma uyuyor. Namaz bittikten sonra aralarında şöyle bir konuşma geçiyor. İmâm: “Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?” “Müsaade ederseniz, arkanızda kıldığım namazı iade edeyim de sonra cevap vereyim.” “Niçin” “Rızık konusunda tereddüdü olanlar, Allâh (c. c.)'un varlığı hakkında da şüpheye düşebilirler. Cenâb-ı Hâkk'a kâmil îmân hususunda görülen eksiklik, namazın iade edilmesi için gerekçedir.” Mârûf-ı Kerhî (k.s.) Hazretleri, bu sözlerle gâfîl imâmı ikaz ve irşad eder. Büyük sufîlerden birine, “Cenâb-ı Hâkk için neden dolayı rızık verenlerin en hayırlısı denilmiştir.” diye bir soru yöneltilir. Kalp gözü açık olan o zat da, “İnsan kendini yoktan var eden Allâh (c.c.)'u inkâr etse, isyânda bile bulunsa onun rızkını kesmez, hayatını devam ettirir” cevâbını verir. Gerçek rızık verenin Allâh (c.c.) olduğuna samimi bir şekilde inanan kimse kıskançlık ve çekememezlik hastalığına yakalanmaz. Rahat ve huzur içinde yaşar. Asmaî (r.âleyh), bir gün tam yüz yirmi yaşında bir ihtiyarla karşılaşır. “Bu uzun ömrü neye borçlusun?” diye sorar. Tecrübeli ihtiyar iki kelimeyle cevap verir, “Hasedi terk ettim.” (Dursun Gürlek, Tebessüm ve Tefekkür, s.61) BİR MECELLE KAİDESİ ÖĞRENELİM Bir şeyin bulunduğu hâl üzere kalması asıldır (Mecelle k. 5) (el-aslü bekâu mâ kâne alâ mâ kâne). Birşey bir zamanda ne hâl üzere bulunmuş ise, o hâlin değiştiğine delil olmadıkça o şeyin bulunduğu hâl üzere kaldığına hükmolunur. Misal: Kayıp kişinin öldüğü ispatlanana kadar hayatta olduğu kabul edilir ve nikah vs gibi akidleri devam eder. (www.mevlanatakvimi.com)
Bugünkü yazımızda kamu yönetiminde ihsan, şeffaflık yada saydamlık ve hesap verebilirlik üzerinde durarak sorunların çözümünde bu kavramların fonksiyonlarını açıklamaya çalışacağız. KAMU YÖNETIMINDE IHSAN YA DA ŞEFFAFLIK İslam Ansiklopedisi'nde ihsanla ilgili şu ifadelere yer verilmiştir; Genel olarak “başkasına iyilik etmek” ve “yaptığı işi güzel yapmak” şeklinde kısmen farklı iki anlamda kullanılmaktadır. Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması icap ettiğini iyi bilmesi hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir. Hz. Ali, “İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır” derken bunu kastetmiştir. Ahlâk literatüründe ihsan genellikle, “iyiliklerde farz olan asgari ölçünün ötesine geçip isteyerek ve severek
Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer, bu hafta Biri Bir Gün'de 309 Yıl Uyutulan Ashab-ı Kehf kıssasını anlatıyor... Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları anlattı: Selamın aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler hatta ve hatta erenlere gönül verenleri sevenler ve dahi 'basü badel mevt' hakikatine yakinen iman edenler... Ne demek basü badel mevt? Öldükten sonra dirilmek... Cenab-ı Hakk biz dünyadan göçtükten sonra, kıyametten sonra günü geldiğinde bütün insanları diriltecek. İşte buna müslümanlar iman eder zaten iman etmeden müslüman olunmaz ama bi de buna yakin kesbetmek var... Mesela İbrahim (a.s) Allah-u Teala'ya diyor ki; Ya Rabbi, öldükten sonra sen nasıl dirilteceksin? İnanmıyor musun ya İbrahim? Haşa Ya Rabbi, yakinim artsın istiyorum diyor... Basü badel mevt yani öldükten sonra dirilmek deyince bizim kültürümüzde, bizim anlayışımızda, bizim idrakimizde ilk canlanan Ashab-ı Kehf'dir. Ashab-ı Kehf'in ibretlik hadisesi böyle bildiğimiz ama bilmediğimiz de nüanslarıyla beraber onun en büyük nişanelerinden birisidir ayrıca içinden farklı farklı bir takım hikmetlerde çıkartılabilir. Ne kadar? Tefekkür ufkumuzca... Bir eve penceresi kadar düşer ayın ışığı... Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) böyle buyurmuş. Ashab-ı Kehf; Kral Dakyanus devrinde bir rivayete göre Tarsus'ta yaşamış 7 genç... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Beraberce Tefekkür Edelim by Nefir Dergi
Bu video 29/01/2017 tarihinde yayınlanan "HİZMET'İN ALTI ESASI" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Tefekkür: Amma, baştan buraya kadar ifade edilen bu hakikatleri anlamak için, bir şeye ihtiyaç vardır: “Tefekkür”, “tedebbür”, “tezekkür”, “teemmül”. Nüanslarıyla, hepsinin farklı tarifi var. İllet-malûl arasında, kozalite mülahazasıyla, münasebet kurarak meseleleri ele alıp tahlil ve analiz etme, öyle terkiplere ve tahlillere gitme. O tefekkürü kullananlar, ancak onlar, aczdeki o enginliği, fakrdaki o enginliği, şevkteki o enginliği, şükürdeki o enginliği duyabilirler. Onun için haşiye olarak da düşüyor; “tefekkür” diyor, “tedebbür”, “tezekkür”, “teemmül”. Mebdeden müntehaya mahrûtî nazarla -yalın Türkçe ile “bütüncül bir bakışla”- meseleye baktığınız zaman bahsi geçen hakikatleri anlayabileceksiniz. Sebep ile o sebebe terettüp edebilecek ve “Şu da olur, şu da olur, şu da olur, şu da olur!” denebilecek on tane ihtimali, hatta bir sebebin tevlîd edeceği bütün ihtimalleri mahrutî bir nazar (bütüncül bir bakış) ile görmek suretiyle, esasen o dört tane esasın nasıl elmas, zebercet, zümrüt olduğunu ve mâverâdan gelip لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلَّا بِاللهِ kenzi ile irtibatlı bulunduğunu o zaman anlayacaksınız. لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهِ، كَنْزٌ مِنْ كُنُوزِ الْجَنَّةِ “Allah'ın havl ve kuvvetinden başka bir dayanak olmadığına inanıp bunu ikrar etmek Cennet hazinelerinden bir hazinedir.” buyuruyor İnsanlığın İftihar Tablosu, sallallâhu aleyhi ve sellem. Şefkat: Ve insanların hoyratlaştığı, kin ve nefretle oturup kalktığı bir dönemde, peygamber üslubunu esas olarak ele alan bir şefkat. Zira Firavun gibi, kendisine ters bakan insanları bile berdâr eden, doğan erkek çocukları, ihtimal dahilinde “Başıma dert olur!” diye öldüren,.. Hani nasıl birileri bazı yerlerde, “İhtimal dahilinde; bunlar benim gibi milimi milimine düşünmediğine göre, bir seçim olursa şayet, başkasına oy verirler!.. Halk içinde kalırlarsa, bunlar başkalarına fikir verirler!.. Bunları rahat bırakırsanız, elleriyle ayaklarıyla boş durmaz, yine okul açarlar, yine ev açarlar, yine şunu yaparlar, yine bunu yaparlar!..” düşüncesiyle hareket ediyorlar. Paranoya yaşandığından dolayı, dünyanın değişik yerlerinde… Bütün Tiranizm sistemlerinde, öyle çok uzak ihtimallere hükümler bina edilmek suretiyle elli türlü, müzâaf der müzâaf zulümler, i'tisaflar irtikâp edilir/ediliyor, hafizanallah. Evet, Firavun Amnofis öyle birisi. Böyle, bu türlü mezâlimi irtikâp ediyor. Şimdi böyle birisine Allah (celle celâluhu), vazifeli elçisini gönderiyor. Ulû'l-azim peygamber, Hazreti Musa gibi bir insan… Beş tane sayılmış, onların içinde; yüz yirmi dört bin peygamber içinde, üç yüz on üç veya altı yüz yirmi altı mürsel arasında, seçtiği beş tane insan var, önemli: Nuh, neciyyullah; İbrahim, halîlullah; Musa, kelîmullah; İsa, ruhullah; Muhammed, rasûlullah, habîbullah, halîlullah. Sallallâhu aleyhi ve aleyhim ecmaîn.
izahın izahı uzun süreceğinden biz kısa bir cümle kullanalım ve latife, latif gerektir diyelim. Gerçekten de yerinde anlatılan bir fıkra, taşın gediğine konması demek olan bir nükte dinleyicileri yahut okuyucuları hem güldürür hem düşündürür. İşte bunun için ben de acizane ve naçizane kaleme aldığım kitaplardan birine “Tebessüm ve Tefekkür” adını verdim. Aşağıda nakledeceğim bazı “ulema fıkraları” siz değerli okuyucularımı tebessüm ettirirse bendeniz de tefekkür ve teşekkür görevini yerine getirmiş olurum. Öyleyse hemen başlayalım. Cihan hükümdarı ve fetih ordusunun serdarı Fatih Sultan Mehmet Han, kendi adına yaptırdığı o muazzam ve muhteşem caminin etrafına bir de mualla (yüksek) bir medrese inşa ettiriyor. Bu medresede ders verecek hocaların “Kütüb-ü Sitte” diye bilinen altı hadis kitabının yanı sıra, Kamus, Tekmile, Sıhah-ı Cevheri ve benzeri klasik eserleri hıfzetmiş olmalarını şart koşuyor. Burada hocalık yapmak için imtihana hazırlanan Molla Lütfü ile Uslu Şücaeddin bir gün, bir yerde buluşuyorlar. İmtihanla ve isimleri geçen o koca koca eserlerle ve sözlüklerle ilgili konuşurlarken Uslu Şücaeddin bir ara, “Sıhah-ı Cevheri'de müşkilatım bir hayli fazla. Okurken hemen hemen her satırın başına ‘şek' alameti koyuyorum” deyince Molla Lütfü, *Gerçi ben de mütalaa esnasında ‘şek' ediyorum, ama belli ki sen, benden daha ‘eşek'mişsin!” cevabını veriyor. Efendim, buradaki “eşek” kelimesinin, bir adı da “işlek” olan bildiğimiz hayvancağızla hiçbir ilgisi yok. “Şek” Arapça bir kelime olup şüphe anlamına gelmektedir. Bazı şairler, anlamı daha da kuvvetlendirmek için şek ve şüphe kelimelerini birlikte kullanırlar. Nitekim bunlardan biri olan Yahya Kemal de, bir şiirinde şöyle diyor: “Derler, bilir hakikatî yüzlerce feylosof / Bir kısmı şek ve şüphede, bir kısmı hayli kof.” “Eşek” kelimesine gelince, bunun da manası daha fazla şüpheci demektir. Molla Lütfü'nün çok büyük bir âlim olduğunu, Fatih'in kütüphanesinin hâfız-ı kütüplüğünü, yani müdürlüğünü yaptığını da bu arada belirtmiş olalım. Fatih'in, her bakımdan kendine benzeyen torunu Yavuz Sultan Selim Han, Mısır seferinden dönerken Konya'ya da uğrar. Şehrin orta yerine gelince çok şiddetli bir kasırga ve hortum peyda olur. O kadar ki kalkan toz duman hareketli bir sütun gibi göğe doğru yükselir. Manzarayı gören padişah biraz da telaşlı bir halde, yanında bulunan büyük âlim İbn-i Kemal'e “Molla, bu nedir?” sorusunu yöneltir. Şeyhülislam şu cevabı verir: “Padişahım! Şu anda Hz. Mevlânâ'nın diyarında bulunuyoruz. Buranın taşı, toprağı hep Mevlevi'dir. Dolayısıyla durmadan sema ederler!” İşte bir ulema fıkrası daha: Hoca Neş'et Efendi'nin meclisinde bir gün, Hallac-ı Mansur'a ait menkıbelerle ilgili sohbet edilir. O sırada mecliste bulunanlardan biri, “Hiç Ene'l - Hak denir mi?” diye endişesini dile getirir. Hoca Neş'et Efendi, derhal şu cevabı verir: “Peki ne desindi? Ene'l - Batıl mı demesi gerekirdi?” “Ene”nin ben anlamına geldiğini söylemek fıkrayı zevk etmek için herhalde yeterlidir. Sultan İkinci Mahmud devrinin âlimlerinden ve âriflerinden Kethüdazade Ârif Efendi, bir gün meclisinde Allah'ın veli kulları hakkında sohbet ederken şöyle der: “Halk evliyayı nasıl görmek ister biliyor musunuz? Duvar yarılmalı, yeşillere bürünmüş, gözlerine sürme çekmiş, elinde yeşil bir asa olduğu halde duvarın yarığından çıkmalı! Halbuki dünyada hiç böyle evliyaya rastlanmadı!” Görüldüğü gibi, bu anekdot tebessüm ettirmiyorsa da, insanı veliliğin mahiyeti hakkında tefekküre sevk ediyor. Bu büyük âlim, Beşiktaş Ortaköy arasındaki Yahya Efendi Dergâhı'nda yatıyor. Hakkında ayrıntılı bilgi “Ayaklı Kütüphaneler”de münderiçtir.
110. Tefekkür içinde ve Erdem kazanmakla geçirilen tek bir gün cehalet içinde düşüncesizce yaşanan çok uzun bir ömürden yeğdir. 111. Tefekkür ve hikmetle dolu geçen tek bir gün, cehalet içinde düşüncesizce yaşanan çok uzun bir ömürden yeğdir. 112. Cesaretle ve nefis mücadelesiyle geçirilen tek bir gün, tembellik ve zayıflıkla geçirilen yüzlerce yıldan yeğdir. (Dhammapada, Binler, 110-112)
Milletimizin eski parlak günlerini yakalaması için ecdâdını tanıması ve yolundan gitmesi gerekir. İşte yabancıların anlatımıyla kaybettiğimiz değerler: “Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir.” (Fransız müellif Motray) “Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul'da, her sene azami beş-altı hırsızlık vaka'sı görülür.” (Dr. Brayer) “Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz.” (Ubicini) Bir zamanlar Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerinde şu meâlde bir tavsiye levhası asılıdır: “Türklerle alışveriş et, yanılmazsın.” İtalyan gezgini Edmondo de Amicis, 1880'lerin “biz”ini anlatıyor: “İstanbul Türk halkı, Avrupa'nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi nadiren işitilir. O kadar müsamahakârdırlar ki; ibâdet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz.” İslâm ve Türk düşmanı avukat Guer: “Türk şefkâti, hayvanlara bile şamildir” dedikten sonra şu misâli zikrediyor: “Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar… Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür…” “Kaçık”lığın sebebini de açıklıyor: “Birçokları da sırf azad etmek (özgürlüğüne kavuşturmak) için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk'e bir gün yaptığı işin neye yaradığını sordum. Baktı ve şu cevâbı verdi: “Allâh'ın rızasını tahsile yarar.” (Tefekkür Dergisi, Sayı: 10, Aralık 2006)
Rahmet ve mağfiret ayı olduğu kadar tefekkür ve nefis muhasebesi ayı olan Ramazan ayına bu yıl da veda ediyoruz. Tefekkür ve nefis muhasebesini bir ay boyunca bütün inananlarına farz kılan Ramazan ayı Allah'ın büyük lütfu ve keremi. Çünkü insanın dünya gaileleri içinde Allah'a, başka insanlara ve dolayısıyla kendine şu veya bu ölçekte uzaklaşması mukadder. Bu insan toplumsallığının, dolayısıyla varoluşunun kaçınılmaz bir tabiatı. Yılda bir ay da olsa bir kendine dönüş fırsatını müminlere farz kılan Allah, insanlara bir külfet olsun diye değil, kendilerine dönsünler, kendilerini onarsınlar, sağaltsınlar, birliğe, tevhide ulaşsınlar diye yapmıştır. Okuduğumuz Kur'an bu tefekkürümüzü, kendimize dönüşümüzü, varlıktaki tevhidi daha sağlıklı yürütebilmemiz için de rehberlik ediyor. Bunu kim ne kadar yapabiliyor ki diye kılçık itirazların hiçbir yeri yok. Bunu bilerek veya isteyerek yapmayanlar bile işin sadece şekline uyduklarında bile Ramazan'ın rahmet ve bereketinden bir şekilde nasipleniyorlar. Ancak yine bütün bu rahmet ve bereket yanından geçmesin diye direnenler, nasipsizliği seçenler de olabiliyor. Bu da Kur'an'ın bize bolca anlattığı bir karakter. Nasibe karşı direnenlere, kalbini katı, gözünü kör, kulağını sağır tutmaya devam edenlere yapılacak bir şey yok.
Kethüdazâde Mehmed Arif Efendi'nin menakıbnâmesinde geçen bir cimrinin yoğurt hikâyesi şöyledir: Cennet yiyeceklerinin nelerden ibaret olduğu konusunda yöneltilen bir soruya Hoca Efendi cevap olarak şöyle diyor “Aşırı derecedeki cimriliğiyle kötü şöhret kazanan bir nekes (cimri) kahvede otururken, bir dilenci geliyor. Yoğurt alacağım diyerek iki akçe istiyor. Cimri, “İnayet ola! (Allah Versin)” diyor. Dilenci gitmeyip yine istiyor. Cimri yine, “İnayet ola!” sözünü söylüyor. Dilenci ısrarını sürdürüp istemeye devam ediyor. Artık iyice bıkan hasis herif, cebinden iki akçe çıkartıp yere atıyor, “Al, yıkıl, defol!” diye bağırıyor. Dilenci iki akçeyi yerden alıp gidiyor. Bir çanak yoğurt alıp yiyor. İşte bu cimri, o gece rüyasında cennete giriyor. Bakıyor ki cennet geniş bir çayırlık alan, içinde bir hayli gezip dolaşıyor. Bir süre sonra hem yoruluyor, hem acıkıyor. Neden sonra karşısında bir insan görünüyor. Cimri, “Arkadaş! Bu nasıl cennet? Hani kuş kebapları? Hani o göz alıcı nimetler? Nerede çeşit çeşit, leziz leziz yemekler? Ben bu Cennet'te açlıktan öleceğim. Böyle Cennet mi olur?” diyor. Karşısındaki zat, “Haaa, bu akşam bir çanak yoğurt gönderdiniz.” cevabını veriyor ve yoğurdu getiriyor. Cimri, “Hani ekmek?” diyor. “Ekmek göndermediniz ki...” “Aaaaa! Buraya gönderirsen mi oluyor? Biz kendi kendine oluyor biliyorduk.” O zat, “Hayır kendi kendine hiçbir şey olmaz. Eğer bir şey gönderirsen, o gönderdiğin şey gelir. Burada hazır bulursun. Zira, “Dünya ahiretin tarlasıdır!” Hâdis-i şerîfi bunun böyle olduğunu bildiriyor.” deyip kayboluyor. Zengin cimri uykudan uyanıyor, kendini kan ter içinde görüyor ve ailesini yanına çağırarak, “Aç şu sandıkları, çıkar şu altınları!” diye sesleniyor. Hemen birçok misafir odası hazırlatıyor. Her gün kendisinin yediği yemeklerden gelene gidene, yolculara yediriyor. Bu sefer cömertliğiyle meşhur oluyor. (Dursun Gürlek, Tebessüm ve Tefekkür, s.42-43)
Bugün hayat sevincini fazlalaştırmak için bir "Tefekkür Vakti" bölümü paylaşıyorum seninle. Daha önce bir online konferansta kayda geçen bu bölümün kalbini güçlendirmesini umuyorum. Gözlerini kapat ve hayal et... Hayırlı cumalar ve iyi dinlemeler. ~Beni aşağıdaki kanallardan takip edebilirsin: Instagram: instagram.com/pedagogabla Facebook: facebook.com/pedagogabla Spotify: spoti.fi/2Muwpy3 Soundcloud: bit.ly/2BpYd0l ~ Hakkımda: İsmim Ebrar Demir. Uzman pedagog ve sosyal psikolog, podcaster, speaker, müzisyen, anne ve aile danışmanıyım. Eğitimimi Almanya'da aldım. 2015 yılında ailemle İstanbula yerleştim. Bu kanalda bilgi ve tecrübelerimi seninle paylaşarak kaybetmiş olduğun hayat sevincini tekrar bulman için seni destekleyeceğim. ~ Bireysel Görüşmeler için aşağıdaki numaradan mesaj yazmanız yeterli: wa.me/908502550195
Dergileri, “hür tefekkürün kalesi” diye tasvir etmişti merhum Cemil Meriç, diğer yayın türleri olarak kitap ve gazete ile karşılaştırarak. Ona göre “kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz” kalıyordu. Kitap, smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür gibi. Kitap zamanın dışındadır, gazete ise ânın kendisi. Kitap, beraber yaşar, sizinle, beraber büyür. Gazete, okununca biter. Dergi ise belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekalar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar. Bu yayın türlerinin ruhu, mahiyeti ve işlevi hakkında muhtemelen yapılmış en güzel tasvirler bunlar. Ne kadar güzel ifade ediyor, ne kadar güzel yansıtıyor hallerini. “Hazin bir kaderi dergilerin” diyor, bizde. “Çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihli olanları bir nesle seslenir. Eski dergiler, ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümidler, hangi heyecanlar gizlenmiş merak eden yok” diye devam ediyor. Sadece bir cümlesini almak için daldım “Bu Ülke”nin ilgili bölümüne, kendimi daha fazlasını aktarmaktan alıkoyamadım. Dergilerin kültür ve düşünce hayatımızdaki konumu veya durumuna dair daha esaslı veya bunun üstüne söz söyleyebilecekler beri gelsin. Aslında bu yıl 12.si düzenlenen Uluslararası Dergi Günlerinden söz etmekti muradım. Geçtiğimiz haftanın bana göre en anlamlı etkinliklerinden biri Sirkeci Garı'nda bu yıl 12.'si gerçekleşen bu fuardı. 12'ye vasıl olduğuna göre artık yeterince gelenekselleştiğinden ve kendi rutinini oluşturmuş olduğundan söz edebiliriz. Üstelik bu etkinliğe öncülük etmiş olan Asım Gültekin geçtiğimiz yıl vefat etmişti. Yani bu sefer Dergi Günleri etkinliği başladığı günden bu yana ilk kez kendisinin organizatörlüğü olmaksızın, başkalarına devredilmiş bir görev olarak ifa edilmiş oldu. Yine de bu yılki Dergi Günlerinin münhasıran Asım Gültekin adına düzenlenmiş olması çok hayırlı, çok anlamlı bir etkinlik olmuş.
Şöyle Garip Bencileyin'in bu bölümünde Mustafa Tatçı, Yunus Emre Hazretlerinin "Bu Yolda Acayip Çok" Nutk-u Şerif'ini şerh ediyor. Yunus Emre Enstitüsü'nün katkılarıyla hazırlanan 'Şöyle Garip Bencileyin' Pazartesi günleri saat 21:33'te MyMecra'da. Mustafa Tatçı'nın bu bölümde şerh ettiği Yunus Emre şiiri; 1 Sûretden gel sıfata yolda safâ bulasın Hayâllerde kalmagıl yoldan mahrûm kalasın 2 Bu yolda ‘acâib çok sen ‘acâib anlama ‘Acâib anda ola dost yüzini göresin 3 ‘Işk kuşagın kuşangıl dostun yolını vargıl Mücâhede çekersen müşâhade idesin 4 Bundan ‘ışkun şehrine üç yüz deniz geçerler Üç yüz deniz geçüben yidi Tamu bulasın 5 Yidi Tamu'da yangıl her birinde kül olgıl Vücûdun anda kogıl ayruk vücûd bulasın 6 Hakîkatdür Hak şârı yididür kapuları Dergâhında yüz dürlü gerek kudret göresin 7 Evvelki kapusında bir kişi durur anda Sana eydür teslîm ol gel miskînlik bulasın 8 İkinci kapusında iki arslan vardur anda Niçeleri korkutmış olmasın kim korkasın 9 Üçüncü kapusında üç evren vardur anda Sana hamle iderler olmasun kim dönesin 10 Dördünci kapusında dört pîrler vardur anda Bu söz sana rumûzdur gör kim delîl bulasın 11 Beşinci kapusında biş ruhbân vardur anda Dürlü metâ‘lar satar olmasun kim alasın 12 Altıncı kapusında bir Hûr oturur anda Sana eydür gel berü olmasun kim varasın 13 Çün kim anda varasın ol Hûrîyi alasın Bir vâyeden ötürü yoldan mahrûm kalasın 14 Yidinci kapusında yidiler otrur anda Sana kurtuldun dirler gir dost yüzin göresin 15 Çün içerü giresin dost yüzini göresin Ene'l-Hak şerbetini dost elinden içesin 16 Şu didügüm keleci vücûddan taşra degül Tefekkür kılurısan cümle sende bulasın 17 Yûnus işbu sözleri Hak varlıgından eydür İsterisen kânını miskînlerde bulasın Gelin, Beraber Yürüyelim...
Kitap okumayı şu şekilde açıklayabiliriz. Tavsiye üzere kitap okumak vardır.. Kitabı keşif ederek okumak, hedef odaklıdır. “Tesbit, Temin, Tetkik ederek… “ …devamı da vardır, Tefekkür, Teemmül, Tedebbür ve hepsini sonlandırdıktan sonra ise Tezekkür.
Başlı başına hayat sevincini içerisinde barındıran 11 ayın sultanı mübarek ramazan ayın gelmesine çok az kaldı. Bu ay bereketi ile bedenimize de ruhumuza da şifa olsa da bazı ruh halleri, duygu durumları ve düşünce yapıları bizi bu bereketten uzak tutmakta. Mübarek ramazan ayına huzurla başlayabilmemiz için bir Tefekkür Vakti hazırladım. Bu bölümde gözlerini kapatıp dinlemen yeterli. Yolculuğa hazır mısın? Hayırlı cumalar ve şimdiden Hayırlı ramazanlar
Bazı âlimler “Bir saat tefekkür; bir yıllık ibadetten daha hayırlıdır” haberi hakkında şöyle demişlerdir: “Bu tefekkür, kötülüklerden alıkoyup iyiliklere götüren ve dünyaya aşırı rağbetten ve hırslı olmaktan uzaklaştırıp kanaat ve zühde götüren tefekkürdür.” Nitekim şu ayette de tefekküre dikkat çekiliyor: “Allâh (c.c.) size ayetlerini açıklıyor ki, tefekkür edesiniz.” (Bakara s. 266) Yani dünya ve ahiret hakkında düşünesiniz. Tefekkür edenler neticede, ebedi olan hayat için çalışır ve ona rağbet ederler, fanî olandan ise yüz çevirirler. Yine ayette de bu ifade ediliyor: “Onda olanları zikrediniz ki takvâya eresiniz.” (Bakara s. 63) Kul tefekkür durumunda güzel niyetlere bürünür ve Allâh (c.c.)'a ve yarattıklarına karşı en güzel âmel ve davranışları gerçekleştirmeye azmeder. Veya istiğfarda bulunur. İşlediği ve gelecekte işleyebileceği hataları için tövbesini yeniler. Yine tefekkür hâlindeki kimse, yalvarıp yakararak, korkarak, Hâkk Te‘âlâ'ya boyun eğerek ve itaat ederek kendisini bütün yasaklardan korusun diye ihlâsla duâ eder. Yüce Allâh (c.c.)'dan, salih amelleri işlemede kendisini muvaffak kılmasını ve sevilen fazîletleri kendisine lütfetmesini niyâz eder. Bu esnada kalbini ve zihnini diğer arzu ve düşüncelerden sıyırır, duâsına icâbet olunacağına inanır ve ilâhî taksime razı olur. Veya bu zamanını, iyi ve hayırlı şeyler konuşup, din kardeşlerini Allâh (c.c.) yoluna çağırarak, onlara faydalı olarak ve onlara ilim öğreterek geçirir. İşte geçmiş âlimlerimizin zikir ve tefekkürleri böyle idi. Zikir ve tefekkür, ibâdet ehlinin en fazîletli ibâdeti idi. Ve bu, âlemlerin Râbbine götüren uzun ve girift olmayan, muhtasar (kısa) bir yoldur. (Ebû Tâlib El-Mekkî, Kûtu'l Kulûb, c.1, s.114-115)
Bazı âlimler “Bir saat tefekkür; bir yıllık ibadetten daha hayırlıdır” haberi hakkında şöyle demişlerdir: “Bu tefekkür, kötülüklerden alıkoyup iyiliklere götüren ve dünyaya aşırı rağbetten ve hırslı olmaktan uzaklaştırıp kanaat ve zühde götüren tefekkürdür.” Nitekim şu ayette de tefekküre dikkat çekiliyor: “Allâh (c.c.) size ayetlerini açıklıyor ki, tefekkür edesiniz.” (Bakara s. 266) Yani dünya ve ahiret hakkında düşünesiniz. Tefekkür edenler neticede, ebedi olan hayat için çalışır ve ona rağbet ederler, fanî olandan ise yüz çevirirler. Yine ayette de bu ifade ediliyor: “Onda olanları zikrediniz ki takvâya eresiniz.” (Bakara s. 63) Kul tefekkür durumunda güzel niyetlere bürünür ve Allâh (c.c.)'a ve yarattıklarına karşı en güzel âmel ve davranışları gerçekleştirmeye azmeder. Veya istiğfarda bulunur. İşlediği ve gelecekte işleyebileceği hataları için tövbesini yeniler. Yine tefekkür hâlindeki kimse, yalvarıp yakararak, korkarak, Hâkk Te‘âlâ'ya boyun eğerek ve itaat ederek kendisini bütün yasaklardan korusun diye ihlâsla duâ eder. Yüce Allâh (c.c.)'dan, salih amelleri işlemede kendisini muvaffak kılmasını ve sevilen fazîletleri kendisine lütfetmesini niyâz eder. Bu esnada kalbini ve zihnini diğer arzu ve düşüncelerden sıyırır, duâsına icâbet olunacağına inanır ve ilâhî taksime razı olur. Veya bu zamanını, iyi ve hayırlı şeyler konuşup, din kardeşlerini Allâh (c.c.) yoluna çağırarak, onlara faydalı olarak ve onlara ilim öğreterek geçirir. İşte geçmiş âlimlerimizin zikir ve tefekkürleri böyle idi. Zikir ve tefekkür, ibâdet ehlinin en fazîletli ibâdeti idi. Ve bu, âlemlerin Râbbine götüren uzun ve girift olmayan, muhtasar (kısa) bir yoldur. (Ebû Tâlib El-Mekkî, Kûtu'l Kulûb, c.1, s.114-115)
Herkese merhaba, bedenin beslenmesinden çok bahsettik. Bir bölümde ruha gelsin. Tefekkür etmek benim için ne demek? Peki sizin için ne demek? Umarım hayatınıza katkısı olur. Sağlıcakla kalın, Asena
Hâkk yolcusu, sabah namazını kıldıktan sonra Kur'ân okumaya ve çeşitli şekillerde zikretmeye, hamd ve tesbih etmeye başlar. Allâh (c.c)'un azâmetini, nimetlerini, insanın hesap ettiği ve edemediği, bildiği ve bilmediği yerlerden O (c.c.)'un lütuf ve ihsânının kendisine nasıl kesintisiz olarak geldiğini tefekkür eder. Ulaşmış olduğu zahir ve bâtın nimetlere şükretmedeki yetersizliğini düşünür. Yine mükellef olduğu itaati yerine getirmede ve nimetlere karşı devamlı şükretmedeki acizliğini düşünür ve gelecekte yapmakla memur olduğu emir ve görevleri düşünür. Ayrıca Allâh (c.c.)'un, onun kusurlarını devamlı nasıl örttüğünü ve kendisine bu şekilde lütufta bulunduğunu tefekkür eder. Yine işlediği ve aşırı gittiği günâhlarını göz önüne getirir, ayrıca boş vakitlerini salih amelle değerlendiremediğini düşünür. Mümin bu tefekkürüyle Allâh (c.c.)'un mülk âlemindeki hâkimiyetini ve melekût âlemindeki yüce kudretini, bunlardaki ayet ve nimetlerini tefekkür eder. Yine Allâh (c.c.)'un azâbını ve O'nun zahir ve bâtın nimetleriyle olan imtihanını düşünür. Nitekim Allâh (c.c.)'un, “Onlara Allâh'ın eski milletlere olan muamelesini hatırlat” (İbrahim s. 5) âyetiyle Allâh (c.c.)'un nimetlerinin kastedildiği söylenmiştir. Bundan maksat, Allâh (c.c.)'un azâbıdır da denilmiştir. Yine; “Felâha ermeniz için Allâh'ın nimetlerini anın” (A'raf s. 69) âyeti ve “Allâh'ın hangi nimetini inkâr ediyor, yalanlayabiliyorsunuz?” (Rahman s. 16) âyeti bu konuyla ilgilidir. Allâh (c.c.)'un sizin üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın, zikredin demektir. Zikir bir ibâdettir. Zikir, zikredeni, tefekküre götürür. Tefekkür de korku ve ümide götürür. Nitekim ayette şöyle buyurulmuştur: “Onlar, ayaktayken, otururken ve yanları üzeri yatarken Allâh'ı zikrederler. Onlar, semaların ve arzın yaratılışı üzerine düşünürler. “Ey Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru.” (Al-i İmran s. 191) (Ebû Tâlib El-Mekkî, Kûtu'l Kulûb, c.1, s.113-114)
Neden kavram karmaşası yaşıyoruz? Her Türkçe konuşan Türkçe bilir mi? Kavram karmaşasının bugüne yansımaları nelerdir? Tefekkür dünyamızı genişletebilmenin yolu nedir? İnsan fani midir? Değilse insanın fani olmaması ne demektir? Mazi ile irtibatımızı nasıl kuracağız? Yabancı dil öğrenmek nasıl sünnet oldu? Hz. Nuh'un oğlu neden iman etmedi? Kelimeler, kavramlar , tefekkür dünyamız, mazi ile irtibatımız…. Ömer Tuğrul İnançer bütün bileşenleri ile bir müslüman şahsiyeti çiziyor. Her bölümünde kalbe ait bir kavramın ayrıca ele alınacağı Dinle Ney'den programı ilk bölümüyle mymecra'da. Çayları hazır edin erenler, mevzu derin... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Şer'i ve Tasavvufi Öğütler Büyük bir velinin ölü gönülleri dirilten, gafletten uyaran, ebedi saadete yönelten mübarek ve muazzez eseri. Fethu'r Rabbani'nin Çevirisidir. Muhammed Esad Erbili Hazretleri bu kitap hakkında şöyle söylemiştir Vücudu zarûri olan Cenâb-ı Allah'ın eşi ortağı olmayan tek ve benzersiz olduğu gibi, şerefli kitabının da diğer kitaplara nisbetle eşsiz ve benzersiz olduğu âşikâr ve tabiidir. Bunun ikincisi, bildiğiniz gibi Hadis-i şerif'lerdir. Üçüncüsüne gelince onu da olsa olsa Peygamber vârisi gerçek âlimlerin güzel eserlerinde aramak gerekir. Zira Âyet-i celile'de “Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ulü'l emre de itaat edin.” (Nisa: 59) buyurulmuştur. Bendeniz araştırma neticesi Fethu'r-Rabbânî kitabının üçüncü olduğuna kanaat getirmiş ve o suretle ifade ederek faziletli zâtınıza bir nüsha takdim etmiştim. İlahi Armağan "Ey cemaat! Hak Teâlâ ile karşılaşacağınızı biliniz. İşlerinizi ona göre yapınız.” "Mahrum, Allah'tan yardım bulamayandır.” "Asıl zavallı, ahirette Allâh'a yakınlık duygusunu kaybedendir.” "Nefsinin perişanlığına ağla. Bir çocuğun ölse, kıyamet kopmuş gibi gözyaşı dökersin. Kalbindeki inancın ölürse hiç düşünmezsin.” "...Her zaman Hakk'a hitap ediniz. O'na hitabınız yalnız namaz vaktine mahsus olmasın. O'nun varlığını hazır bilin; kulluğunuzu o niyetle yapın.” "Ey cemaat! Kendinizi tevbe etmeye alıştırın. Tevbe ilaçtır. Günahlar ise, her biri birer mikrop gibidir. Tevbe imanın ayrılmaz bir parçasıdır.” "Nefislerinizi, arzularınızı ve kuru isteklerinizi bir yana atınız. Onları azîz ve celîl olan Hakk'a karşı çıkarmayınız.” "Ey sofu elbisesi giyen, önce onu içine giy. Sonra nefsine giy, sonra bedenine...” "Tevbe bir kuvvettir. O her iyiliğin kalbi sayılır.” "Ey kardeşim! Kalbini mescit eyle.«Mescitler Allah içindir. Orada Allah'tan başkasına dua etmeyiniz.» (Cin, 18) âyet-i celîlesinin mânâsını düşün.”
İnsan fiziki bedeni üzerinde enfüsi tefekkürde bulunabilir. Arıya geleninden insana gelene kadar ilhamın da dereceleri vardır. Matüridilere göre, Peygamber gelmese bile insan Allah'a inanmak zorundadır
Bhagavad Gita'nın 2. bölümü yani 'Hakikat Üzerine' bölümünde; 65. ve 66. mısralar işte böyleydi: "Zihni dingin, huzurlu olan kişi için tüm acılar ve kederler yok olur. Zihni böylesi dinginliğe, huzura kavuşan kişide zeka (buddhi) kısa sürede tekrar keskinleşir. (65) Zihni dingin, huzurlu olmayanda zeka ile gelen ayırt-etmenin bilgisi yoktur. Zihni dingin, huzurlu olmayanda tefekküre meyil (idrak) yoktur. Tefekkür meyli (idrak) olmayanda içsel barış yoktur. Bir kişide içsel barış yoksa o kişi için mutluluk nasıl olsun? (66)
Başıbozuk Felsefe Muhabbetleri'nde "Salgın Tefekkürleri" dizisinin üçüncüsü olan "Koşulların Sefaleti" bölümünde, Marx'ı kat ederek, idrak ettiğimiz salgını idrak koşullarımız ve bu koşulların topyekûn dönüşümü açısından tartışıyorum.
Başıbozuk Felsefe Muhabbetleri'nde "Salgın Tefekkürleri" dizisinin ikincisi olan "Benliğin Uçurumları" bölümünde, Nietzsche felsefesini kat ederek idrak ettiğimiz salgını, kendini koruma/kendini aşma ekseninde tartışıyorum.
Başıbozuk Felsefe Muhabbetleri'nde "Salgın Tefekkürleri" dizisi başlıyor. Bu dizinin ilki olan "Korkunun Güçleri" bölümünde, Spinoza felsefesini kat ederek idrak ettiğimiz salgını, korku mefhumu etrafında tartışıyorum.
Merih FM Kitap Okumaları
hakikatbookstore@gmail.com (Hakikat Kitabevi)