POPULARITY
Categories
Bugünkü konumuz: Kuran nedir, tarifi nasıldır? Bediüzzaman Hazretleri Yirmibeşinci Söz Mu'cizat-ı Kuraniye risalesinde Kuran'ın 40 tane mucizelik yönününü gösteriyor. Bu risalenin giriş kısmında Kuran'ın vasıflarını sıralıyor. Biz de bunlardan birkaç tanesini ele aldık. İyi seyirler 0:00 Intro0:57 Sorumuz: Kuran nedir?1:51 "Elde Kuran gibi bir mucize-i baki varken..."2:52 1)Hissi mucizeler3:31 2)Akli mucizeler4:08 Hz. Muhammed'in (asm) en büyük mucizeleri4:41 Kuran'ın meydan okuması (tehaddi)7:53 İngilizlerin Kuran hakkında planı ve Bediüzzaman Hz.lerinin iddiası8:53 Bediüzzaman Hz.lerinin rüyası9:39 Kuran 3 farklı şekilde tarifi11:30 tercüme-i ezeli14:02 tercüman-ı ebedi17:35 müfessir19:03 keşşaf20:49 miftah21:54 âlem-i gaybın lisanı23:20 ilfatat-ı ebediye-i rahmaniye25:05 hazine27:21 güneş, temel, hendese28:33 harita30:19 kavl-i şârih, tefsir-i vâzıh, burhan-ı kàtı, tercüman-ı sâtı32:52 câmî kitab-ı mukaddes34:14 kütüphaneler hükmünde kitab-ı semavi36:29 Kuran taklit etmemiş ve edilmiyor36:34 Kuran canlıdıri ruhludur, mahluk değildir37:07 Kuran'ın akla, kalbe, hastaya, kabirde, sıratta, haşirde, Cennet'te vasıfları ve faydaları*Fatih Toprakoğlu*Takip Etmeyi Unutma:Instagram: @maksat114bursaYouTube: @maksat114Spotify: Maksat 114X: @maksat114bursa
Bu mektûb, molla Sâdık-ı Kâbilîye yazılmışdır. Kendini kavuşmuş sanan, bir şey elde edemez. Büyüklerin rûhlarından fâidelenmeğe aldanmamalıdır. Onlar, kendi üstâdının latîfeleridir:“İki mektûbunuz arka arkaya geldi. Birinci mektûb, kavuşduğunuzu, doyduğunuzu bildiriyordu. İkincisi, susuzluğunuzu, boşluğunuzu anlatıyordu. Allahü teâlâya hamd olsun! Çünki her işin sonuna bakılır. Kendini doymuş sanan, birşeye kavuşmamışdır. Kendini boş, uzak sanan, kavuşmuş demekdir. Size arka arkaya bildirmişdim ki, büyüklerin rûhlarının zâhir olmasına, onların yardım etmelerine, sakın aldanmamalıdır.O büyüklerin sûretleri, kendi üstâdınızın latîfeleridir. O şekillerde görünmekdedir. Tek bir yere bağlanmak şartdır. Çeşidli yerlere bağlanan, birşey kazanmaz, zarar eder. Size çok söylemişdim ki, sona çabuk kavuşmak için, işe, vazîfeye sıkı sarılmalıdır. Lâzım olan şeyleri bırakarak, lüzûmsuz şeylerle uğraşmak, akla uygun değildir. Fekat siz, kendi görüşünüze uyuyorsunuz. Söz dinlemiyorsunuz. Siz bilirsiniz! Habercinin vazîfesi ancak bildirmekdir.”149.Bu mektûb, yine molla Sâdık-ı Kâbilîye yazılmışdır. Allahü teâlâ herşeyi sebeble yaratmakda ise de, belli bir sebebe bağlanmak lâzım olmadığı bildirilmekdedir:“Kardeşim molla Muhammed Sâdık! Bütün varlığınızla sebeblere bağlandığınıza şaşılır. Sebebleri yaratan “teâlâ ve tekaddes”, herşeyi sebeblerle yaratmakda ise de, herşey için belli bir sebebe yapışmak doğru değildir.Mısra tercemesi: Bir kapı kapanırsa, üzülme ey gönül, başkası açılır!Bu kısa görüşlülük, çok uygunsuz kimselerde bulunur. Sizin gibilerde bu hâli görmek pek çirkindir. Biraz kendinize geliniz! Bu kötülüğün derecesini anlayınız! Hem müttekî olmak, hem de Allahü teâlânın sevmediği şeylerin peşinde koşmak, çok çirkin bir işdir. Bu çirkinliğin, sizin gözünüze güzel görünmesine pek şaşılır. Çok lâzım olan şeyleri, ihtiyâcı giderecek kadar elde etmek için çalışmalıdır. Bütün vaktleri oraya vermek ve bütün ömrü onun arkasında geçirmek, tâm bir ahmaklıkdır. Fırsatın kıymetini biliniz! Bu fırsatı, sonu gelmez, lüzûmsuz şeyleri elde etmek için kaçıranlara binlerle yazıklar olsun! Mektûblaşmamız lâzımdır. Habercinin vazîfesi, yalnız haber vermekdir. İnsanların dedi-kodularına aldırmayın! Buna üzülmeyiniz! Size sürmek istedikleri lekeler, sizde bulunmadığı için, üzülmeniz doğru değildir. Herkesin kötülediği bir kimsenin iyi olması, çok büyük se'âdetdir. Fekat, bunun aksi olursa, çok tehlükelidir. Vesselâm.”"İnsanlar için hak yolunu kapatan beş şey vardır:Cahillikten rahatsız olmamak, dünya hırsı, cimrilik, amelde riya, kendi fikrini beğenmek." Hz. Ali ra.Şeytan taşlamaktan tavaf yapamıyoruz! Başarı, en iyi intikamdır.Yiğit 1000 gün yaşar fırsat bir gün düşerKorkularının üstüne git! Agresif ol ve yüzleş onlarla. Sert saldır! Vücudunda bir yer tutulup ağrıdığında, masör kişi o bölgeye sert bir masaj yapar, ödeme dönüşmüş olan kas yapını yumuşatır ve ağrı biter.Hasan-ı Basrî "rahmetullahi aleyh" hazretlerinin talebeleri, şeytanın vesvesesinden şikâyet ederek; "Yâ Şeyh! Şeytandan gâyet incindik. Hep bizi yaramaz işlere teşvik ediyor. "Elinize geçen dünyâyı sıkı tutun, size lâzım olacak." diyor ve bizi hayırdan alıkoyuyor." dediler.Hasan-ı Basrî hazretleri gülümseyerek buyurdu ki: "Şimdi buradaydı. O da sizden şikâyet eti. Dedi ki: "Şu Âdemoğullarına nasîhat eyle de benim hakkıma tamah etmesinler. Kendi haklarına râzı olsunlar. Hak teâlâ beni huzûrundan kovduğu zaman, dünyâyı ve Cehennem'i bana mülk kıldı. Cennet'i ve kanâati ise onlara verdi. Şimdi bunlar kendi haklarını bıraktılar benim mülküme tamah ediyorlar. Ben de onların îmânlarını almayınca dünyâyı kendilerine vermiyorum." dedi. Eğer şeytanın vesvesesinden emin olmak isterseniz, dünyâyı terk edin ve endişesini gönüllerinizden çıkarın."Bu nasîhatleri dinleyen talebeleri başlarını öne eğerek huzûrundan ayrıldılar.4 şeytanı tanımadan Allah dostu olamazsın. İblis, nefis, daha kötüsü kötü arkadaş, daha kötüsü kötü din adamı.Kol saatını dusurursen ne olur? Zamannn!
Allâh (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de; “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allâh katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allâh hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurât s. 13) buyurmaktadır. İslâm'da kadına verilen değeri anlamak için öncelikle İslâm öncesi devirde Arap yarımadasında kadının durumunun ne olduğunu bilmek gerekir. İslâm öncesi devirde Arap yarımadasında bir kadının kocası öldüğü zaman, hangi erkek dul kalan o kadının başına çarşaf veya örtü gibi bir bez parçasını atarsa kadın onun malı sayılıyordu. Yani kadın bir taraftan daha yeni ölmüş kocasının yasını tutarken diğer taraftan kendisini başka bir erkeğin malı olmaktan kurtarmak için çaba sarfediyordu. Yine bu câhiliye devrinde eğer bir adamın doğan ilk çocuğu kız olursa bunu büyük bir utanç vesilesi kâbul ediyor ve gidip o çocuğu diri diri toprağa gömüyordu. Kadın onlar için bu derece ucuz ve utanılacak bir mal gibiydi. O devirde Arap yarımadasında kadınlara bakış bu seviyede iken Resûlullâh (s.a.v.) risâletle şereflendirildikten sonra çok kısa bir süre içerisinde kadına bakış açısı “Cennet anaların ayakları altındadır.” hadis-i şerifine uygun hâle dönüşmüştür. Tek başına bu hadis-i şerif bile bir kadına şeref olarak yeterlidir. (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2,s.147-148)
Ebû Hureyre (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kur'an-ı Kerim'i öğreniniz, sonra okuyunuz. Çünkü Kur'an'ı öğrenip okuyan ve teheccüd namazlarında onu okumaya devam eden kimse, içi misk dolu olup, kokusu evin her tarafına yayılan bir kaba benzer. Kur'an-ı Kerim'i öğrenip uyuyan kimse ise ağzı kapatılmış misk kabına benzer.” Abdullah İbn-i Abbâs (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kalbinde Kur'an-ı Kerim'den hiçbir ayet bulunmayan kimse virane bir eve benzer.” Hz. Ali (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim Kur'an'ı okur, sonra onu ezberler, helalini helal, haramını da haram bilirse Allâhü Teâlâ onu Cennet'ine koyar ve ailesinden üzerine Cehennem vacip olan on kişiye şefaat etmek hakkı verir.” İbn-i Mes'ud (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim Allâh'ın Kitabından bir harf okursa buna karşılık ona bir hasene vardır. Bir hasene on misli sevabla karşılanır. Ben “Elif, lâm, mim” bir harftir demem. Doğrusu “Elif” bir harftir, “Lâm” da bir harftir, “Mim” de harftir.” . Abdullah İbn-i Ömer (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Muhakkak bu kalpler kendisine su değen demirin paslandığı gibi paslanır.”, “Onun cilası nedir Ya Resûlallâh?” denilince, Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ölümü çok hatırlamak ve Kur'an okumaktır” buyurdu.Câbir (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kur'an şefaati kâbul edilmiş olan bir şefaatçidir. Davası tasdik edilen bir davacıdır. Kendisine tâbi olanı Cennet'e götürür. Onu arkaya atanı da Cehennem'e düşürür.” Ebû Hureyre (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim bir gecede Kur'an-ı Kerim'den on ayet okursa (o gece) gafillerden sayılmaz.” (Zekeriya Kandehlevi, Fezaili Amal, S.213)
Hz. Âdem (a.s.) ve Hz. Havva, cennetten yeryüzüne ayrı yerlere indirildikten sonra, senelerce ayrı kaldılar. Âdem (a.s.), Hindistan'da, Hz. Havva validemiz de Arâbistan'da kaldı. Dünyanın dert ve sıkıntılarına katlandılar. Cennet'ten ayrı kalmanın üzüntüsü ile uzun yıllar ağlayıp gözyaşı döktüler. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki: “Âdem (a.s.), zellesi sebebiyle cennetten çıkarılınca dedi ki: “Ya Râbbi! Beni, Muhammed (s.a.v.)'in hürmetine affet.” Allâhü Teâlâ buyurdu ki: “Ya Âdem! Sen Muhammed'i nasıl bildin? Daha ben O'nu yaratmadım?” Âdem (a.s.) şöyle cevap verdi: “Ya Râbbi! Beni yaratıp, bana ruh verdiğin zaman, gözümü açıp baktığımda, Arş'ın kenarında “Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullâh” yazılı gördüm. İsmini isminle yazdığından, yarattıklarından en çok sevdiğin O'dur. Allâhü Teâlâ buyurdu ki: “Doğru söyledin ey Âdem. Mahlûkatımdan en çok sevdiğim O'dur. O'nun hürmetine af dilediğin için, seni affettim.” Daha sonra, Allâhü Teâlâ buyurdu ki: “Ya Âdem, sen dünyada meşakkât ve tevbeye zürriyetini vâris kıldın. Onlardan biri bana duâ edip, tazarruda bulunduğu zaman, senin tevbeni ve duânı kâbul ettiğim gibi, onların da tevbesini ve duâsını kâbul ederim. Onlardan biri, benden afv ve mağfiret dileyip, bana sığınırsa, tevbesini kâbul ederim. Çünkü ben tevbeleri kâbul ediciyim. Ey Âdem! Ben, günâhtan tevbe edenleri, cennette haşrederim. Onları mezarlarından neşeli ve güler yüzlü oldukları hâlde, duâları kabûl edilmiş olarak kaldırırım.” (Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi. S.31)
Ebû Saîd Hudri (r.a.)'den bildirilen Hadîs-i Şerîf'te: “Ramazân-ı şerîfin ilk gecesinde Cennet ve gök kapıları açılıp, son gecesine kadar kapanmaz. Ehl-i Sünnet ve Cemâatten Ramazân gecelerinde namaz kılan kimsenin, her secdesi için Allâhü Te'âlâ bin yediyüz sevâb yazar ve onun için Cennette kırmızı yakuttan bir ev yaptırır. O evin bir kapısı ve her kapıda kırmızı yakutla süslenmiş altından iki kanat vardır. Ramazânın ilk günü oruç tuttuğunda, Allâhü Te'âlâ Ramazânın son gününe kadar, onun günâhlarını mağfiret eder. Birinci gündeki orucunu, bir o kadar günâhına da keffâret eder. Onun her günkü orucu için, kendisine Cennette bir köşk verilir ki, o köşkün bin altın kapısı vardır. Yetmiş bin melek onun için sabahdan akşama kadar istiğfar ederler. Ramazânın gece ve gündüzünde yaptığı her secdesine Cennette öyle bir ağaç verir ki, hayvana binmiş bir kimse yüz yıl yürüse sonuna ulaşamaz” buyurduğunu beyân eylemiştir. Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivâyet edilen bir Hadîs-i Şerîf'te: “Ramazânın ilk gecesi olduğunda, Allâhü Te'âlâ insanlara nazar eder; Allâhü Te'âlâ bir kuluna nazar edince, ona ebedî azâb etmez. Allâhü Te'âlâ Ramazân-ı Şerîf'in her gününde milyonlarca insanı Cehennemden azâd eder” buyrulmuştur. Ebû Mes'ûd Gıfârî (r.a.)'in bildirdiği Hadîs-i Şerîf'te: “Şehr-i Ramazân hilâli görülünce, eğer kullar Ramazândaki özel sevâbları bilmiş olsalardı, o yılın tamamen Ramazân olmasını elbette temenni ederlerdi” buyuruldu. Ebî Hayseme (r.a.)'in: “İnsan büyük günâhlardan sakındığı müddetçe, Ramazânı gelecek Ramazâna, haccı diğer haccına, Cuması diğer Cumasına, namazı diğer namazına kadar arada olan günâhlara keftarettir” dediğini bildirmiştir. (Abdulkadir-i Geylani (k.s.), Gunyetü't Tâlibîn. S.296)
Konda Araştırma işbirliğiyle hazırlanan Apaçık Radyo Dinleyici Araştırması: konda.com.tr/apacikradyo --Doğanın en etkileyici kuşlarından biri olan cennet kuşları üzerine konuşuyoruz.
Abdullâh b. Mes'ud (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu anlattı: “Allâhü Teâlâ günlerden dördünü seçti. Aylardan dördünü seçti. Kadınlardan dördünü seçti. Allâh'ın seçtiği dört gün şunlardır: 1. Cuma günü. Bu günde, öyle bir saat vardır ki, bir mü'min o saatte din için, dünya için ne isterse Allâh onu verir. 2: Arefe günü. Allâhü Teâlâ, kullarını överek şöyle anlatır: Ey meleklerim! Kullarıma bakın. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanık nasıl geldiler. Mallarını sadaka olarak dağıttılar. Bedenlerini zahmete soktular. Şahit olunuz; Ben onları bağışladım. 3.Kurban günü. Kurban günü olduğu ve kul kurbanını kestiği, ilk kan damladığı zaman, kulun işlediği bütün günâhlara kefaret olur. 4.Ramazan bayramı günü. Kullar, ramazan orucunu tutup ecirlerini almak için bayrama çıktıkları zaman Allâhü Teâlâ meleklere şöyle buyurur: Sizi şahit tutuyorum; Ben onları bağışladım. Ve bir münâdi şöyle çağırır: Ey Muhammed ümmeti! Kötülükleriniz iyiliğe çevirilmiş olarak dönünüz. Allâh'ın sevdiği dört ay şunlardır: Receb, Zilkade Zilhicce, Muharrem. Allâh'ın seçip üstün kıldığı dört kadın şunlardır: 1. İmran'ın kızı Meryem. 2. Hatice bint Huveylid (r.anhâ), ki bu âlemdeki kadınların Allâh (c.c.)'a ve Resûlü (s.a.v.)'e imânda birinci gelenidir. 3. Asiye bint Müzahim: Bu Firavun'un hanımı idi. 4. Cennet ehlinin hanımefendisi Fatıma bint Muhammed (s.a.v.).” (Ebu'l-Leys es-Semerkandi, Tenbihü'l- Gafilin,s.381 -382)
Adem (a.s.)'ın yaratıldığı ve Cennet'e konulduğu gün Cuma günü idi. Yüce Allâh, melekleri Adem (a.s.)'a secde ettirdikten sonra “Ve alleme Âdeme'l esmâe küllehâ” ayetinde belirtildiği gibi ona her şeyin hatta zürriyetinden gelecekle-rin isimlerine varıncaya kadar, bütün yaratıkların (meleklerin bile) isimlerini birer birer öğretti. Bu isimleri meleklere sorup bu husustaki aczlerini, kendilerine itiraf ettirdikten sonra Adem (a.s.)'a emretti, Adem (a.s.) o isimleri birer birer saydı. İblis, Adem (a.s.)'ı yalan yere yemin ederek kandırdı. Allâh (c.c.)'un haram kılmış olduğu şeyden tattıkları için Allâh (c.c.), Adem (a.s.) ve Havva validemizi Cuma günü Cennet'ten çıkarıp yeryüzüne indirdi. Adem (a.s.), Cennet'te ikindi ile güneşin batışı arasındaki zaman kadar kalmıştı ki bu süre dünya günlerinden 130 yıla eşittir. Adem (a.s.), Hindistan'a, Havva validemiz Cidde'ye indirildi. Adem (a.s.)'ın indirildiği dağın, Hindistan'ın Serendip ceziresinde bulunduğu ve dağın isminin Bevz (Nevz) olduğu Taberî'de bildirilir. Yüce Allâh, Adem (a.s.)'ı Cennet'ten çıkardığı zaman ona her şeyi yapma sanatını da öğretti. Ona örs, çekiç, kerpeten ve külünk gibi bazı aletlerle kızıl tüylü bir öküz de verildi. Adem (a.s.) çiftçi oldu. Ekin ekmesi emredildi. Yeri, alnının teri ile sürdü. Ekin ekti, suladı, zamanı gelince biçti. Düvenle sürdü, rüzgarda savurup taneleri samanından ayırdı. Taneleri öğütüp un yaptı. Onu yoğurup hamur yaptı. Hamuru da pişirip ekmek yaptı. Adem (a.s.)'a demircilik sanatı da öğretildi. Demirden ilk yapıp kullandığı şey bıçak oldu.Adem (a.s.)'a nasıl tevbe edeceği ilham olununca, tevbe etmeye başladı. Gafur, Rahim ve Tevvâb olan Yüce Allâh, Adem (a.s.)'ın tevbesini kâbul eyledi. (M.Asım Köksâl, Peygamber Tarihi, s.32-40)
“Biz onları (kadınları) yepyeni bir yaratılışta yarattık.” Vakia 35 “Onları bâkireler yaptık.” “Kocalarına âşık yaşıtlar yaptık” “Bütün bunlar sağdakiler içindir.” Vakia 38 Allah, iki ruh yarattı. Birini dumanın içine koydu ve ona "Cin" dedi. Diğerini toprağın içine koydu ve ona "İnsan" dedi. Her ikisini de sınav etmeye devam ediyor... Abdullah b. Mes'ûd hazretleri şöyle demiştir: İyi olsun, kötü olsun, herkes için ölüm hayırlıdır. Çünkü, eğer insan iyi ise Yüce Allah böyleleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Allah katındaki ni'metler, iyiler için daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân - 198) Eğer söz konusu olan kötü bir kimse ise, Yüce Allah böyleleri hakkında da şöyle buyuruyor: "Onlara mühlet vermemiz sadece daha çok günâha girmeleri içindir. Onlar için yüz kızartıcı bir azâb vardır" (Âl-i İmrân - 178) “Şuna da şaşılır ki, her gün, her gece ölüp dirilip dururken ba'si (yeniden dirilmeyi) inkâr eder...” (Razi) Ümmü Seleme, Peygamber (s.a.s)'e bir gün "Ya Rasûlüllah! dünyada ki kadınları mı, yoksa cennetteki hûrîler mi daha iyidir?" diye sorar. Rasûlüllah (asm); "Dünyadaki kadınların üstünlüğü, yüzün astara üstünlüğü gibidir." diye cevap verir. Ümmü Seleme; "Niçin?" deyince o (asm), şöyle cevap verir; "Dünyadaki kadınlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve birçok ibadetlerde bulundukları için." (Tabarânî) "Kim üç kere Allah'dan Cenneti isterse bizzat Cennet; "Allah'ım! Bu adamı Cennet'e koy." der. Buna karşılık kim üç kere kendisini Cehennem'den uzak tutması için Allah'a yalvarırsa bizzat Cehennem; "Allah'ım! Bu adamı Cehennem'den uzak tut!" der." Cennetin tek nimeti din kardeşlerinin buluşması ve biraraya gelmesi bile olsa, Cennete girmek sırf bu yüzden mutlu ve sevindirici bir olay olurdu. Oysa, orada daha bir çok sayısız bağış vardır. "Cennet'te öyle çarşılar vardır ki, oralarda alış-veriş yapılmaz. Cennetlikler bu çarşılarda öbek öbek biraraya gelerek biribirlerine dünya hayatının nasıl geçtiğini, Allah'a nasıl ibâdet ettiklerini, dünyada fakirlerin ve zenginlerin nasıl yaşadıklarını, ölümün nasıl olduğunu ve uzun bir imtihan döneminden sonra nasıl Cennet'e girebildiklerini anlatırlar."
Cennetle ilgili soru başlıklarının videomuzda ki zamanları yukarda belirtilmiştir . Okul dönemi çocuklar , genç ergenler ve cenneti merak eden herkes için faydalı olması duasıyla . Özkan Öze' nin muhteşem anlatımıyla Uğur Böceği yayınlarından çıkan başucu kitaplarından birine daha ses verdik.
Teselligah - Dervişin teselli Koleksiyonu - 100 soru ve cevap
İşârâtü'l-İ'câz 19. Ders Dünyadaki Cennet Kapıları - Mecit Ömür Öztürk by Mecit Ömür Öztürk
“Merhaba değerli dinleyicilerim, bu bölümde sizi bir yolculuğa davet ediyorum. Orta Çağ'ın en büyük edebiyat eserlerinden biri olan İlahi Komedya‘nın derinliklerine inmeye hazırlanıyoruz. Özellikle Dante'nin, Cehennem ile Cennet arasındaki arada kalan Araf kavramına bakalım..*Instagram: www.instagram.com/oradanburadanbilgi/Youtube: youtube.com/oradanburadanbilgiTwitter: https://x.com/oradanburadanb*Reklam ve İş birlikleri için: oradanburadan7@gmail.comKAYNAKLAR*Dante Alighieri, Araf
Allâh (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de bütün nimetlere karşılaştırma yapmak üzere Cennet'teki nimeti anlayabilmemiz için bizlere bir görüntü sunmaktadır. Yiyecekler, içecekler, giyecekler ve de Cennet'te meydana gelecek olan rûhânî saadet. Tıpkı kâfirlerin ve günâhkârların Cehennem'de hem fiziksel hem de rûhânî azâp görecekleri gibi, hiç kuşkusuz mü'minlerde Cennet'te hem fiziksel hem de rûhânî olarak nimet ve huzur içerisinde yaşayacaklardır. Allâh (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve cennetteki ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk. Cennet ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifâdelerine sunulur.” (İnsan s. 12-14) Daha sonra Allâh (c.c.) şöyle buyuruyor: “Ne yana bakarsan bak, yığınla nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde yeşil ipekten ince ve kâim elbiseler vardır, gümüş bilezikler takınmışlardır. Râbleri onlara tertemiz bir içki içirir.” (İnsan s. 20-21) İşte bunlar Cennet'te mü'minlere vaat edilen bazı maddi nimetlerdir. Rûhânî nimetlere gelince bunun için Cennet'te Allâh (c.c.)'un cemâlini görmeleri ve onunla konuşmaları mü'minler için yeterlidir. Her ne kadar dünyada bulunan nimetleri Cennet'teki nimetlere kıyâslamış olsak da şüphesiz bunun ince ayrıntılarına asla giremeyiz. Çünkü insanın aklına gelen ve gelmeyen şeyler vardır ve bunlar çoktur hatta daha da fazlası ziyâdesiyle vardır. Şüphesiz Cennet'te geçirilecek bir an, dünyaya ve içindeki her şeye değer. (Muhammed Mütevelli Şaravî, Kuran'da Kıyâmet Sahneleri, s.190-191)
Bu mektûb, yine, hep iyi düşünen, sâdık olan Muhammed Sıddîka yazılmışdır. Evliyâlık mertebelerini bildirmekdedir: Vilâyet, ya'nî evliyâlık, Fenâya ve Bekâya kavuşmak demekdir. [Fenâ, kalbde, mahlûkların düşünülmesi, sevgisi kalmamasıdır. Bekâ, kalbde yalnız Allah sevgisi bulunmasıdır.] Bu da, herkes için olur veyâ belli kimseler için olur. Herkes için olan (Mutlak vilâyet)dir. Belli kimselere mahsûs olan ise, (Vilâyet-i Muhammediyye)dir “alâ sâhibihessalâtü vesselâmü vettehıyye”. Buradaki Fenâ tâmdır. Bekâsı da ekmeldir. Bu büyük ni'mete kavuşmakla şereflenen kimsenin derisi ibâdet için yumuşar. Göğsü islâmiyyet için genişler. Nefsi, itmînân hâsıl ederek Mevlâsından râzı olur. Mevlâsı da, ondan râzı olur. Kalbini sâhibine teslîm eder. Rûhu kurtularak, hakîkî sıfatları [Allahü teâlânın sıfât-ı hakîkıyyesini] keşf eder. Sırrı, o makâmda, şü'ûn ve i'tibârları müşâhede eder ve bu makâmda, şimşek gibi çakıp hemen gayb olan (Tecelliyât-i zâtiyye)lere kavuşmakla şereflenir. Hafî denilen latîfesi, tenezzüh, tekaddüs ve kibriyânın kemâli karşısında şaşkına döner. Ahfâsı, anlaşılamıyan ve anlatılamıyan bir vuslata kavuşur. Arabî mısra' tercemesi: Ni'mete kavuşanlara âfiyet olsun! Bundan anlaşılıyor ki, (Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye) “alâ sâhibihessalâtü vesselâmü vettehıyye”, başka vilâyetlerin mertebelerine benzemez. Yükselirken de ve inerken de onlardan başkadır. Yükselirken başkadır dedik. Çünki, ahfâ denilen latîfenin Fenâsı ve Bekâsı yalnız bu Vilâyet-i hâssada olur. Başka vilâyetlerdeki urûc, yalnız hafîye kadardır. Fekat çokları, rûh makâmına kadar veyâ sır makâmına kadar, birkaçı da hafîye kadar yükselir. Herkes için olabilen (Vilâyet-i âmme) derecelerinin en sonu, hafî makâmıdır. İnişdeki başkalığa gelince, (Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye) ile şereflenen Evliyânın, maddeden olan cesedleri de, bu vilâyetin derecelerinin kemâllerinden pay alır. Çünki, bunların Peygamberi “sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve sellem” mi'râc gecesi Allahü teâlânın dilediği makâma kadar, mubârek cesedi ile götürüldü. Cennet ve Cehennem kendisine gösterildi. Kendisine gizli şeyler söylendi. O makâmda Allahü teâlâyı baş gözü ile görmekle şereflendi. Mi'râcların böylesi, bu yüce Peygambere “aleyhissalâtü vesselâm” mahsûsdur. Ona tâm uyan, izinde giden Velîler de, bu husûsî mertebeden serpilen kırıntılara kavuşurlar. Arabî mısra' tercemesi: Kerîmlerin sofrasından toprağa da pay düşer. Böyle olmakla berâber, Allahü teâlâyı dünyâda görmek, yalnız Muhammed aleyhisselâma mahsûsdur. Onun ayakları altında bulunan Evliyâya “kaddesallahü teâlâ esrârehümül'azîz” hâsıl olan hâl, görmek değildir. İkisi arasındaki başkalık, birşeyin kendi ile resmi veyâ kendisi ile gölgesi gibidir. Bunların birbirinden başka olduğu meydândadır. Bu mektûb, Efganistânlı hâcı Hıdıra yazılmışdır. Nemâz kılmak şerefinin yüksekliğini bildirmekdedir ki, bunu nihâyete yetişen büyükler anlayabilir: Kıymetli mektûbunuz geldi. İçindekiler anlaşıldı. İbâdetlerden zevk duymak ve bunların yapılması güç gelmemek, Allahü teâlânın en büyük ni'metlerindendir. Hele nemâzın tadını duymak, nihâyete yetişmiyenlere nasîb olmaz. Hele farz nemâzların tadını almak, ancak onlara mahsûsdur. Çünki, nihâyete yaklaşanlara, nâfile nemâzların tadını tatdırırlar. Nihâyetde ise, yalnız farz nemâzların tadı duyulur. Nâfile nemâzlar, zevksiz olup, farzların kılınması büyük kâr, kazanc bilinir. Fârisî mısra' tercemesi: Bu iş, büyük ni'metdir. Acabâ kime verirler? Nemâzların hepsinde hâsıl olan lezzetden, nefse bir pay yokdur. İnsan bu tadı duyarken, nefsi inlemekde, feryâd etmekdedir. Yâ Rabbî! Bu, ne büyük bir rütbedir! Arabî mısra' tercemesi: Ni'mete kavuşanlara âfiyet olsun! Bizim gibi, rûhları hasta olanların, bu sözleri duyması da, büyük bir ni'metdir ve hakîkî se'âdetdir. Fârisî mısra' tercemesi: Bâri kalbimize bir tesellî olsun. İyi biliniz ki, dünyâda nemâzın rütbesi, derecesi, âhıretde, Allahü teâlâyı görmenin yüksekliği gibidir.
Efendimiz (s.a.v.)'in bizlere vasiyetlerinden biri, bizlerden bir şey isteyen müslüman bir kimseye karşı cimrilikle değil, el açıklığı ile davranıp, bu isteğini karşılamamız hakkındadır. Yüce Peygamberimiz (s.a.v.)'in ve onu izleyen imâmların ahlâk ve sıfatları ile ahlâklanmak, ancak böyle mümkün olur. Ancak uyarıcı ve yol sahibi bir şeyhin eliyle bir kimse, bu âhdi yerine getirebilir. Kendisini dünya sevgi ve bağlantısından ve dünyanın insanı etkileyen o lezzet ve şehvetlerinden, bu yolu izlediği takdirde kurtarabilir. Bir hadis-i şerifte anlatılır: Efendimiz (s.a.v.) şöyle duâ ederlerdi: “Ey Allâh'ım, cimrilik ve tembellikten sana sığınırım.” (Müslim) Şu hadîsi anlatır: “Cimrilikten sakınınız. Cimrilik sizden önce gelenleri yok etmiştir. Öyle bir duruma gelmişlerdi ki, bu uğurda kanlarını döktüler. Günâh olan fiil ve yasakları kendilerine helâl kıldılar.” (Müslim) Başka bir hadîste: “Cimrilikten sakının. Sizden önce gelenleri, cimrilik kötülüklere sürüklemişti de, sıla-i rahmi kesip koparmışlar, günah işleri kendilerine helâl kılmışlardı.” (İbn Hibban) buyurulmuştur. Diğer bir rivayette ise: “İnsan için en yaman şer, üzüntüye sevk eden aşırı mal hırsı ve şiddetli korkudur.” (Ebû Davud) buyurulmuştur. Resûlullâh (s.a.v.) hadis-i şerfilerinde şöyle buyurmuşlardır: “Bir kulun kalbinde cimrilikle (aşırı mal hırsı ile) imân, hiçbir vakit yan yana gelip, birleşemez.” (Nesaî) “Cimri bir kimse Cennet'e giremez.” (Taberanî) “Yalancılar, fesâtçılar, yaptığı iyiliği başa kakanlar ve cimriler Cennet'e giremezler.” (Tirmizî) Allâh (c.c.) en doğrusunu bilir. (İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.945-948)
Müslümanı üzecek, sıkacak, rahatsız edecek, heyecanlandıracak, tedirgin edecek hiç bir şeyle karşılaşmaz. Onu Allaha bırakmak lazım. Yaratırken bizi nasıl kusursuz yaratıyor... Cennet için dert etmeye gerek yok. Biz mesela doğmadan önce ben nasıl yapacağım doğdukdan sonra desem anlamı varmı? Dünya ortamı olmasına rağmen, daha zordur. Dünyada dert etmeye gerek yokken, ahirette niye olsun?.. Sayın Adnan Oktarın detaylarını açıkladığı bu konuyu kendi sesinden dinleyin.
Ademoğlunun yaratılışından itibaren hak ile batılın savaşı devam etmektedir. Şeytan ve şeytan uşakları, “geliştirilen” teknoloji ile insanoğlu üzerindeki planlarını adım adım gerçekleştirmektedir. Artırılmış gerçeklik teknolojisi de bu planların bir parçasıdır. Dünyaya yön vermeye çalışan bu güruhun artırılmış gerçeklik ile yapmak istediği, insanın ayağını topraktan kesmek, saptırmak ve şirk koşturmaktır. Reel dünyadaki insanları sanal gerçekliğe transfer ederek hakikati sorgulayamaz hale getirmeyi ve sanal dünyada kendilerini kaybetmelerini sağlamayı hedeflemektedirler. Sanal cennet olarak sunulan “Metaverse” de artırılmış gerçekliğin vücut bulmuş haline bir örnektir. Burada insanlara, hissetme ve koku alma gibi duyularını da kullanabileceği yeni bir hayat sunulmaktadır. Sundukları bu sanal dünyayı, haşa “Seni yaradan, sana adil davranmamış, maddi ve manevi hayat şartların zor ama Metaverse aleminde istediğin hayata kavuşabilirsin; mesela gerçek hayatta kuryelik yapan birisi Metaverse'e gitti, profesyonel kılıç kullanan bir kral oldu” veya “Yaradan seni adil yaratmamış; memursun, işçisin, dünyada zenginler var, sen fakirsin ama bak benim dünyamda eşitlik var, gel buraya sana kendini yeniden var etme şansı veriyorum” şeklindeki propagandalarla cazip hale getirmeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla insanlara ikinci bir hayatı; kendi tabirleriyle cenneti vadetmektedirler. Reel dünyada insanları hayat pahalılığı vb. argümanlarla maddi ve manevi açıdan sıkıntıya sokan bu şeytani akıl; yeni bir dünya oluşturduğunu ve burada insanların istediği hayata kavuşacağını ileri sürmektedir. Oluşturdukları bu sanal dünyada sahte algılarla insanlığı karanlığa mahkum etmeye, toplumların toprakla, tabiatla ve inanç sistemleriyle ilişkisini daha da zayıflatmaya çalışmaktadırlar. (Abdullah Çiftçi)
“Köpeğin bile fakirine tahammülünüz yok” dedi, İzmir Milletvekili Ümit Özlale, TBMM Genel Kurulu'nda… Fakir hayvanların canına kastedilen yasadan önce, ne tesadüf ki vergi kanunu kabul edilmişti. Fakir köpeğe olan tahammülden önce fakir insana olan tahammül, bir kez daha görülmüştü. Çünkü yeni vergi kanunu ile devlet, yüzde 25 olan kurumlar vergisini yüzde 10'a kadar düşürmeye karar vermişti. Bu, küçük büyük tüm şirketler için yani patronlar için büyük bir kıyaktı. Fakirin tahammül sınırı her geçen gün zorlanırken, Evrensel Gazetesi'nin bir dizi haberi; pek çok şirketin vergi affına veya vergi indirimine bile gerek kalmadan sıfır vergi ile iş yaptığını ortaya koydu. Yani onlar için böylesi kanunlara bile ihtiyaç yoktu. Buna göre vergi kanununa ilk imzayı atan AKP milletvekili ve ailesine ait şirketler bile son yıllarda hiç vergi ödememişti. Kamu ihalelerinin sabit adresi 8 inşaat firması yıllardır tek bir kör kuruş vergi vermemişti. Bazı şirketlerin verdiği verginin, devletten elde ettiği gelire oranı yüzde 1 bile değildi. Yine bazı sanayi odalarının başkanlarının şirketleri de yıllardır vergi vermemişti. Maliye Bakanlığı, Evrensel Gazetesi'nin haberlerini doğruladı. İncelemelerin sürdüğü “büyük mükellef” denilen 735 dev şirket vergi ödememişti. Açıklamaya göre bu şirketler zarar ediyordu. Bu bir dizi haberin ilkinin başlığı “Vergi Cenneti Türkiye”ydi. Zarar eden ama yeryüzünde cenneti yaşayanları ülkesiydi Türkiye… Diğerleri de o cenneti finanse ediyordu. Peki bu düzen nasıl kuruldu?
Merhaba Arkadaşlar, Bugünkü podcastimizde KeyfeKeder konseptimizin bu bölümünde cennet hakkında konuştuk. Sonsuz cennet sıkıcı olmaz mı? sorusu gibi sorular ve Kur'an'daki cennet tasvirlerine yapılan itirazlarıda konuştuğumuz bir podcast oldu. Keyifli Dinlemeler...
“Ey evlâd! Âhireti dünyadan öne al; böyle yap, ikisini birden kazanırsın. Dünyayı âhiretten öne alacak olursan ikisini de kaybedersin. Ve bu, sana bir ceza olur. Emir almadan nasıl dünya ile uğraşırsın?.. Dünya ile kalbini meşgul etmezsen, Allah sana yardımcı olur. Başarı ihsanı sana gelir. Bir şey alacak olursan içinde bereket bulunur. İman sahibi hem dünyası hem de âhireti için çalışır; dünyası ile yalnız sözle olur. İhtiyacı kadar bağlanır ve o kadar alır. Kanaat sahibidir. Bir yolcu ne kadar azık alabilirse, o da o kadar alır. Çok almaz, çünkü yolculuğa mâni olacağına inanır. Cahilin, bilgi yoksulu adamın, bütün derdi dünyadır. Bilgi sahibinin, bütün cehdi öbür âlemdir; sonra Mevlâ... ama bu hepsinden üstün... Önünde bulunan bir parça ekmek, nasıl yeniyor ve nereden geliyor? Nefsin, ona nasıl bakıyor?.. Onu almak için gayret sarf ediyor mu?.. Vermeyecek olsan seni yıkıyor mu? Bunlara dikkat et. Nefsini kırmaya güçlü olmalısın. Hak canibine onu böyle vardırman kabil olur. Şah birdir; güçlüğü bir olan verir, fayda yine O'ndan gelir; hareket ettiren ve durduran O'dur. Sana sataşacak biri varsa yine O'ndan gelir. Emrinde çalışana O gönderir; veren, alan yine O varlıktır. Yaratan ve doyuran Allah, Azizdir, Celildir. O ezelî ve ebedî bir varlıktır. Yaratılmışlardan önce O'nun varlığı vardı. Babanızdan ve ananızdan, güvendiğiniz zenginlerin varlığından önce O gelir. Yer ve semanın, ayrıca onların üstünde ve boşluğunda olan her şeyin yaratanı O'dur. «O'na benzeyen yoktur; bizzat gören ve işiten O'dur.» (Şura/11) Ey okuyucu, yalnız beni oku, yer ve gök ehlini bir yana at. Yalnız beni gör, böylece bilgini almış olursun. Bildiği ile amel edene Hak tarafından kapı açılır. Bu kapı kalp yönünden açılır; Hakk'a oradan varılır. Bu, bildiği ile iş tutanın hâlidir. Dedikodu ile gününü gün eden, bu hâlden mahrumdur. Sen böyle yaptıkça, bilgini dünya uğruna harcadıkça, eline bir şey girmez. Dıştan iyi görünse bile, içi bozuk olur. Allah, kullarından herhangi birine hayır dilerse bilgi verir; bu bilgiden sonra amel ve ihlâs nasib eder; iyilik verir, kendine yaklaştırır, irfan nasib eder, kalp bilgilerini öğretir, sırları çözdürür. Bunu yalnız o kula yapar. Bu hâlde başkasının iştiraki yoktur. Artık o kul sevilmiştir. Musa peygamber gibi yalnız Hak varlığın malı olur. Hak Teâlâ, Musa peygambere şöyle buyurdu: «Seni zatım için seçtim.» (Taha/41) Yâni, benden başkası seni meşgul edemez. Şehvet duyguları, geçici tatlar ve zevkler seni benden alamaz. Yer ve gök benim katımda söz sahibi olamazlar. Cennet seni doyuramaz; ateş seni korkutamaz. Mülkün sende kıymeti yoktur; yokluk seni düşündüremez. Hiçbir bağ seni, benden çekemez. Benden başkası seni meşgul edemez. Herhangi bir şekil seni eğlendiremez ve bana perde olamaz. Hiçbir yaratığın bende hakkı yoktur. Tabiî istek ve şahsî duygular burada yer alamaz.
*Îsâr; insanın kendi ihtiyacı olduğu halde diğer muhtaçların ihtiyaçlarını öne çıkarıp onları gidermesi, kardeşlerini kendine tercih etmesi, toplumun menfaat ve çıkarlarını şahsî çıkarlarından önce düşünmesi ve yaşama zevkleri yerine yaşatma hazlarıyla var olması demektir. Adanmış ruhlar öyle istiğna ve fedakârlık ortaya koymalıdırlar ki adeta îsârlaşmalıdırlar. Onlar, sadece maddî fedakârlıklarla yetinmeyerek, manevî füyüzat hislerinde de başkalarını kendilerine tercih edebilmelidirler. Zira, kendine im'an-ı nazar eden (yoğunlaşan) kimselerin başkalarını görmeleri mümkün değildir. *Hazreti Üstad'ın, “Gözümde ne Cennet sevdası ne de Cehennem korkusu var; milletimin imanını selâmette görürsem Cehennem'in alevleri içinde yanmaya razıyım!” sözü adanmış ruhlar için bir ufuk ve o ölçüde istiğna duygusu bir hedeftir. Adanmışın hayat felsefesi bu olmalıdır.
“Vefalı olup verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size karşı vefa ile muamele edip ahdimi yerine getireyim.” buyuruyor. (Bakara, 2/40) (04:45) *Bediüzzaman Hazretleri'nin ifade ettiği üzere, “İman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise, mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.” İnsan, kendi cehennemini kendisi tutuşturuyor ve insan mahiyetinde yaratılmış olma, mantık, akıl, ihsaslar, peygamber, müçtehid, müceddit, nasih, hatip… gibi itfaiyecilere yol vermiyor ki alevleri söndürsünler. (06:55) *Recâizâde Ekrem'in ifadesiyle, “Bir kitabullah-ı a'zamdır serâser kâinât / Hangi harfi yoklasan mânâsı Allah çıkar.” Hazreti Pîr de, kâinatın satırları teemmül edildiğinde onların Mele-i Âlâdan insana gönderilmiş birer mektup olduğuna dikkatleri çekiyor.
Bu video 05/06/2016 tarihinde yayınlanan “RAMAZAN, ORUÇ VE TAKVA” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Kur'an-ı Kerim'de, orucun farz oluşu anlatılırken, يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ki, (nefsinizin gayrı meşrû ve aşırı arzularına karşı) Allah'ın koruması altına girip takvaya ulaşabilesiniz.” (Bakara, 2/183) buyuruluyor. Fezlekede “takva”nın nazara verilmesinden hareketle Ramazan, oruç ve takva münasebetini lütfeder misiniz? *Takva, vikaye kökünden gelir; vikaye de gayet iyi korunma ve sakınma demektir. Şer'î ıstılahta takva, “Allah'ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmak suretiyle O'nun azabından korunma cehdi.” şeklinde tarif edilmiştir. *Bir de takvanın oldukça şümûllü ve umumî mânâsı vardır ki, şeriat prensiplerini kemal-i hassasiyetle görüp gözetmeden, şeriat-ı fıtriye kanunlarına riayete; Cehennem ve Cehennem'i netice veren davranışlardan kaçınmaktan, Cennet'i semere verecek hareketlere; sırrını, hafîsini, ahfâsını şirkten, şirki işmam eden şeylerden koruyup kollamaktan, düşünce ve hayat tarzında başkalarına teşebbühten sakınmaya kadar geniş bir yer işgal eder. İster iman, İslam, ihsan mevzuunda isterse de hizmet konusunda iki günü eşit olan aldanmıştır. *Kur'ân-ı Kerim, يَۤا أَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اٰمِنُوا buyuruyor. (Nisâ, 4/136) Bu ayet-i kerimede “Ey iman edenler!” buyurulurken mazi kipi kullanılıyor. Fiillerde, teceddüt esastır. Bu açıdan burada mü'minlere yönelik olan hitap şu şekilde anlaşılır: “Ey imanını yenileyerek iman eden insanlar!” Fakat böyle olmakla birlikte, Cenâb-ı Hak bunun arkasından yine اٰمِنُوا “Yeniden bir kere daha iman edin” buyuruyor. Demek ki, insanın sürekli imanını kontrol etmesi, mârifet ve muhabbet açısından sürekli kendisiyle yüzleşmesi gerekiyor. *Aslında herkes hem de her sabah gözlerini açarken yeni bir günün idrakiyle, dinini yeniden bir kere daha duymalıdır. Bugün ruhta, kalbde, histe duyulan din dünkü olmamalı. Yarın da bugünkü olmamalı. Öbür gün de yarınki olmamalı. Her gün ama her gün daha derin olmalı. Zât-ı Ulûhiyet ve eserleri vicdanda daha engince duyulmalı. Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) “İki günü müsavi olan aldanmıştır.” beyanı bu açıdan da çok önemlidir. Buna göre ister iman, İslam, ihsan mevzuunda isterse de hizmet konusunda iki günü eşit olan aldanmıştır. Oruç, sizden öncekiler için bir vazife olarak yazıldığı gibi size de farz kılındı. *Levh; yassı, düz, üzerine yazı yazılabilecek bir cisim demektir. “Levh-i Mahfuz”; Allah tarafından üzerine maddî-mânevî, canlı-cansız her şeyin kayıt ve tesbit edildiği mânevî bir levha veya bütün bu hususlara bakan ilm-i ilâhînin bir unvanı kabul edilegelmiştir. Onun için herhangi bir tebeddül, tagayyür söz konusu olmadığından ötürü ona “Levh-i Mahfuz” denmiştir. *Ulema, Levh-i Mahfuz'un yanında, يَمْحُوا اللهُ مَايَشَاءُ وَيُثْبِتُ وَعِنْدَهُ أُمُّ الْكِتَابِ “Allah dilediğini mahv u isbat eder ve ana kitap (Ümmü'l-Kitap) O'nun nezdindedir.” (Ra'd, 13/39) âyetinin delâletiyle, bir de “Levh-i Mahv u İsbat”tan bahsederler. *Oruçtan maksad, Allah rızası, nefsin terbiyesi, irâde eğitimi ve takvadır. Oruç tutan insan Allah'ın bir emrini yerine getirdiği gibi, kötülüklerden kaçınma ve yasaklardan uzaklaşma konusunda kendine hâkim olmayı öğrenir. Bundan dolayı, geçmiş milletlerin üzerine de oruç farz olmuştu ve o, her dinin temel rükünlerinden birisiydi. Belki sadece orucu tutma keyfiyetinde bir kısım farklılıklar vardı. *Allah Teâlâ'nın orucu bize farz kıldığı gibi bizden öncekilere de farz kıldığını beyan buyurması, ilahi emirlerin temel ve gaye bakımından birliğini iş'âr etmek; ayrıca bu farzın önemini belirtmek; onun bir ceza değil insanların menfaatine bir emir olduğunu bildirmek ve yerine getirilmesi için teşvik etmek sadedindedir.
Berat Gecesi “Kıyamet mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, neredeyse onu gizleyecek (geleceğinden hiç söz etmeyecek)tim.” Taha 15 “Buna inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimseler, seni ondan (ona hazırlanmaktan) sakın alıkoymasın, sonra helâk olursun!” Taha 16 “İşte Cenâb-ı Hak bundan ötürü, onun peşinden: "Hiç şüphesiz o kıyamet gelecektir" buyurmuştur. Çükü kıyamet mükâfaatlandırma ve cezalandırma zamanıdır. "Hiç şüphesiz saatin (kıyametin) bilgisi Allah katındadir" (Lokman 24) Ebu´l-Feth el-Mevsıli şöyle der: "Ayetteki bu tabir, "Ben onu neredeyse açıklayacağım" manasındadır. Bu ifadenin özü şudur. "Onun gizliliğini gidermem yakındır" Kıyametin ve ölüm vaktinin gizlenmesinin hikmeti nedir? Cevab: Çünkü Hak Teâlâ tövbelerini kabul edeceğini vadetmiştir. Kul şayet öleceği vakti bilebilseydi, bu vakit yaklaşıncaya kadar günahlarla meşgul olur, sonra tevbe eder ve günahlarının cezasından halas olup kurtulurdu. Böylece de ölümün zamanını bildirmek, günah işlemeye bir teşvik gibi olmuş olurdu ki, bu caiz değildir. Eğer kıyamet olmasaydı, itaatkâr, âsiden; iyilik yapan da kötülük yapandan ayırdedilemezdi. Bu ise caiz değildir. İşte Cenâb-ı Hak, "Yoksa Biz iman edip de güzel güzel amel edenleri, yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahut muttakileri, sapıklar gibi mi sayacağız?" (su, 28) ayetiyle kastetiği de budur. Ebu Müslim: Bunun, "Ona yani kıyamete inanmayan, seni ondan, yani sana emretiğimiz namazdan alıkoyup menetmesin" şeklindedir. Buna göre birinci zamir "namaza", ikincisi de kıyamete raci olmuş olur. Kâfirlerin alıkoymaları, insanın dini bakımdan gevşemesinin neticesidir. Bu tıpkı, insanın, birisini görmekten ve huzuruna gelmekten nehyetmek -aksadı ile, "seni burada görmeyeyim" demesi gibidir. İşte burada da böyledir. Sanki, "Gevşek olma. Dini hususlardan sebatlı, tavizsiz ve güçlü ol" denilmek denmiştir. Ayet, akaid ilmini öğrenmenin farz olduğuna delâlet eder. Çünkü ayetteki, "Seni alıkoymasınlar" ifadesi, o Peygamberin dini hususlarda taviz vermemesine vanp dayanır. Binâenaleyh bu salâbet-i diniyye ite, eğer takliden kastedilmiş olursa, o, bu hususta bâtıl yolda olan ile, hak yolda olanı birbirinden i. rdedemez. Binâenaleyh bununla, hasmı Kendisini dini bakımdan yanıltmayıp aksine Kendisinin, batılı savunanı batılından vazgeçirebilmesi için, delilleri ortaya koymada ve şüpheleri bertaraf etmede salâbetli {güçlü ve tavizsiz) olması kastedilmiştir.” Razi Tefsir "Allah'ın yaratmasını görüp durduğu halde. Allah'ın varlığından şüphe eden kimseye çok şaşarım; ilk yaratılmayı bildiği halde (kıyametin kopmasından sonraki) dirilmeyi inkâr edene şaşarım; her gün ve gece ölüyor ve tekrar diriİiyorken yani uyuyup tekrar uyanıyorken ölümden sonra tekrar dirilmeyi ve haşrı inkâr edene şaşarım. Cennete ve oradaki nimetlere inandığı halde, (sadece) aldanış yurdu olan bu dünya için koşuşturana şaşanm ve başlangıcının atılmış bir damla meni, sonunun da tiksindirici bir leş olduğunu bildiği halde kibirlenen ve övünen kimseye şaşarım." Hadis Ateistlerin her yerde ben ateistim diye belirtme ihtiyacı bir çığlıktır. Biri beni kurtarsın diyor! Mantıklı bir insan Allah'ın varlığına inanmalı. Eğer Allah varsa kazanacak çok şeyi var, eğer Allah yoksa kaybedecek hiç bir şeyi yok. Mantıksız olan bir insan Allaha inanmaz. Eğer Allah yoksa kazanıcak hiçbir şeyi olmaz. Ama eğer Allah varsa kaybedecek çoook şeyi var. “Cennet halkı kıyamet günü Âdem'in suretinde, otuz üç yaşında, bıyıklı, bedenleri kılsız ve karagözlü bir sima hâlinde haşr edilirler. Sonra cennette bulunan bir ağacın yanına götürülürler ve ondan elbise giyinirler, artık ne elbiseleri eskir ve ne de gençlikleri kaybolur.” (Kenzu'l-Ummal, H. No: 39383).
Dünya bir yandan çok kıymetli ve değerlidir; diğer taraftan ise o, hadislerde bir cîfe, bir leş yuvası olarak tarif edilmekte ve onun talipleri de köpeklere benzetilmektedir. Hazreti Üstad bu ikilem gibi gözüken meseleyi “dünyanın üç yüzü” vardır diyerek açıklığa kavuşturuyor: “Dünyanın üç yüzü var: Birinci yüzü, Cenâb-ı Hakk'ın esmâsına bakar. Onların nukûşunu gösterir. Mâna-yı harfiyle, onlara âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı Samedaniyyedir. Bu yüzü gayet güzeldir. Nefrete değil, aşka lâyıktır. İkinci yüzü, âhirete bakar. Âhiretin tarlasıdır. Cennet'in mezraasıdır. Rahmetin mezheresidir. Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir. Tahkire değil, muhabbete lâyıktır. Üçüncü yüzü, insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel'abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü: Fânidir; zâildir, elemlidir, aldatır. İşte hadiste vârid olan tahkir ve ehl-i hakikatın ettiği nefret bu yüzdedir. Kur'ân-ı Hakim'in kâinattan ve mevcudâttan ehemmiyetkârane, istihsankârane bahsi ise, evvelki iki yüze bakar. Sahabilerin ve sair ehlullahın mergub dünyaları, evvelki iki yüzdedir.” Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاءِ وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللَّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ “Kadınlar, çocuklar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara cazip gelmektedir. Bunlar dünya hayatının geçici bir metaından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer ise, Allah'ın katındadır.” (Âl-i İmran Sûresi, 3/14
*Adanmış ruhlar öyle istiğna ve fedakârlık ortaya koymalıdırlar ki adeta îsârlaşmalıdırlar. Onlar, sadece maddî fedakârlıklarla yetinmeyerek, manevî füyüzat hislerinde de başkalarını kendilerine tercih edebilmelidirler. Hazreti Üstad'ın, “Gözümde ne Cennet sevdası ne de Cehennem korkusu var; milletimin imanını selâmette görürsem, Cehennem'in alevleri içinde yanmaya razıyım! Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.” sözü adanmış ruhlar için bir ufuk ve o ölçüde istiğna duygusu bir hedeftir. *İnsanın mükemmel yaratılışını ve Hak katındaki kıymetini ifade eden Hazreti Ali (radiyallahu anh) “Kendini küçük bir cirim görüyorsun; halbuki bütün âlemler sende gizlidir. Sen bütün kâinatın bir fihristisin.” der. M. Akif de Hazreti Ali'ye isnad edilen bu sözü serlevha yapıp şöyle seslenir: “Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen, / “Muhakkar bir vücûdum!” dersin ey insan, fakat bilsen. / Senin mâhiyyetin hattâ meleklerden de ulvîdir: / Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir.” İnsanlığa bu mahiyetini duyurma, günümüzün nesillerinin ona en büyük armağanı olacaktır. Bu video 22/09/2013 tarihinde yayınlanan “Îsâr Ruhu: Başkalarını Kendine Tercih Etme Ufku” isimli bamtelinden alınmıştır.
Peygamber Efendimiz'in bu tercihi Kalbin Zümrüt Tepeleri'nde “îsâr-u îsârillâh” sözleriyle ifade edilen hâldir; apaçık hususî mazhariyetlere bile birer mahmil bularak, ücret ve huzûzât vaktinde bütün mevhibeleri nisyana gömüp, sadece ve sadece O'nu duyup, O'nun varlığının ziyasının gölgesi olduğunu hissetmektir ki, “Akrabü'l-Mukarrabîn”in yoludur. Bu mânâda, Hazreti Şeref-i Nev-i İnsan ve Ferîd-i Kevn ü Zaman bir îsâr kahramanıdır. O'nun gökler ötesi âlemlerden, dönüp insanlar arasına inmesi, duyup tattıklarını ümmetine de tattırmak için müşriklerin eziyetlerine maruz kalacağı bir yolu seçmesi hiç kimseye nasip olmayan bir “îsâr” derecesi; ümmeti adına Cennet'ten çıkıp cehennemlere gözyaşı salması, salıp bütün insanları dilemesi de hiç kimsenin tasavvur bile edemeyeceği bir başka îsâr derinliğidir. Bu video 22/09/2013 tarihinde yayınlanan “Îsâr Ruhu: Başkalarını Kendine Tercih Etme Ufku” isimli bamtelinden alınmıştır.
*Şefkat Peygamberi (aleyhissalâtü vesselam) Efendimiz, melekût âlemini seyerân eylemiş, daha sonra urûcunu, nüzulle taçlandırmış ve ümmetini Cenâb-ı Hakk'a götürmek için geri gelmiştir. Büyük velilerden Abdülkuddüs Hazretleri demiştir ki: “Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Mi'râç'ta gökler ötesi âlemlere gitti, Sidretü'l-Müntehâya ulaştı, Cenâb-ı Allah'la konuştu. Fakat, Cennet'in câzibedâr güzellikleri O'nun başını döndüremedi, bakışlarını bulandıramadı. Döndü, ümmetinin arasına geri geldi. Allah'a yemin ederim, eğer ben oralara gitseydim, o mertebelere ulaşsaydım, geriye dönmezdim!..” Bunu değerlendiren bir büyük zât ise, “işte nebi ile veli arasındaki fark” diyerek önemli bir hakikate işaret etmiştir. Bu video 22/09/2013 tarihinde yayınlanan “Îsâr Ruhu: Başkalarını Kendine Tercih Etme Ufku” isimli bamtelinden alınmıştır.
*İhtimal burada îsâr ruhuyla yaşayanlar Cennet'e girerken bile o istikamette davranırlar. Nitekim, hadis kitaplarında ahirete ait şöyle bir tablo anlatılmakta ve zenginler ile âlimlerin karşılaşmaları nazara verilmektedir: Servetini Allah yolunda infak eden zenginler ile ilmiyle âmil olan âlimler Cennet'in kapısında buluşacaklar. Âlimler, cömert zenginlere hitaben, “Buyurunuz, öncelik sizin hakkınızdır, evvela siz giriniz. Çünkü, şayet siz servetinizi Allah yolunda infak etmeseydiniz, ilim yuvaları açmasaydınız ve eğitim imkanları hazırlamasaydınız, biz ilim sahibi olamaz ve doğru istikameti bulamazdık. İlim yolunda bulunmamıza ve ufkumuzun açılmasına siz vesile oldunuz; biz size borçluyuz. Dolayısıyla hakk-ı tekaddüm size aittir, buyurunuz!” diyecek ve onlara hürmeten bir adım geriye çekilecekler. Fakat, cömert zenginler, “Aslında, biz size borçluyuz; çünkü, eğer siz o engin ilminiz sayesinde bizim gözlerimizi açmasaydınız, bize güzel rehberlik yapmasaydınız, tekvinî ve teşriî emirleri beraberce okumasını öğretmeseydiniz ve helalinden kazanıp Allah için infak etmenin güzelliğini göstermeseydiniz, biz servetimizi böyle hayırlı bir iş uğrunda sarfedemezdik. Siz kılavuzluk yaptınız ve bizi bir verip bin kazanma çizgisine taşıdınız. Bundan dolayı, dünyada olduğu gibi burada da öncülerimizsiniz; buyurunuz, evvela siz giriniz!” mukabelesinde bulunacaklar. Bu tatlı muhavereden sonra âlimler öne geçecek ve ard arda Cennet'e dahil olacaklar. Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz bu hadiseyi sadece gelecekten haber vermek için nakletmemiş, aynı zamanda ümmetine bir îsâr ufku göstermiştir. Bu video 22/09/2013 tarihinde yayınlanan “Îsâr Ruhu: Başkalarını Kendine Tercih Etme Ufku” isimli bamtelinden alınmıştır.
Yerel seçimlere doğru gündem, adayların kim olacağına kilitlendi. Partililiğin, kişilerin ve vaatlerin öne çıktığı yarışta, kent sorunları ne yazık ki ikinci planda kalıyor. Oysa bu seçimde, daha yaşanabilir, güvenli, sağlıklı, afetlere hazırlıklı ve kendi kendine yeten şehirlerde yaşamayı oylayacağız. Yerel politikalar; mülksüzleştirmeden halk sağlığına, göçten afet riskleri yönetimine, iklim mücadelesinden ekonomik yeterliliğe, hayatımızı doğrudan etkileyecek kararlarda önemli rol oynuyor. İstanbul'dan Cizre'ye, Hatay'dan Kahramanmaraş'a, Samsun'dan Antalya'ya, Erzincan'dan Bodrum'a, her kentte önemli alanlar farklı gerekçelerle devlete veya sermayeye devredilirken vatandaşı bekleyen tehlikeler ne? Yerel yönetimlerin sorumlulukları neler, üzerlerine düşeni yapıyorlar mı? Büyükşehirlerden ilçe ve köylere, çözüm bekleyen en büyük sorunlar hangileri? Başta deprem tehlikesi olmak üzere “afet riski, kamu yararı, ekolojik turizm, ekonomik kalkınma” gibi gerekçelerle çıkarılan yasal değişiklikler, verilen izinler, kentleri ve geleceğimizi nasıl etkileyecek? “%100 YEREL” podcast serisinde Mehveş Evin bu sorulara, konunun uzmanları ve yereldeki paydaşlarla yanıt arıyor. İlk programda Muğla Çevre Platformu Marmaris sözcüsü Halime Şaman, susuzluktan tarım alanlarının işgaline, Muğla'nın kritik sorunlarını anlatıyor.
Soru: Ramazan ayını en güzel şekilde değerlendirebilmek için hangi hususlara dikkat etmeliyiz? Teravih namazını sekiz rekat olarak kılabilir miyiz? Ramazana ayrı bir derinlik katan teravih namazının bereketinden yararlanabilmek için onu nasıl ikâme etmeliyiz? -Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Nice oruç tutan vardır ki, tuttuğu oruçtan onun yanına kalan sadece açlık ve susuzluktur.” buyurmuştur. (01.32) -Ebu Hureyre'nin (radıyallahu anh) rivayet ettiğine göre, Rasûlullah (aleyhissalatu vesselâm) şöyle demiştir: “Allah şöyle buyurdu: Âdemoğlunun her ameli kendi içindir. Yalnız oruç müstesna. Onun mükâfatını bizzat Ben veririm. Zira yemesini ve nefsâni arzularını, sırf Benim için terk ediyor. Oruçlu için iki sevinç ânı vardır: Biri iftar ettiği, diğeri de Allah'a kavuştuğu vakittir. Oruçlunun ağzının kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur.” (02.22) -Bir hadis-i şerifte, “Cennet'te Reyyân denilen bir kapı vardır ki oradan sadece orucun hakkını verebilenler girer.” denilmektedir. (03.36) -Peygamber Efendimiz Ramazan'da birkaç gece teravih namazı kıldırmış; daha sonra, teravihte cemaat farz kılınır da müslümanlar onu edaya güç yetiremezler endişesiyle yalnız kılmayı tercih etmiş; fakat, “Kim Ramazan namazını (teravih) inanarak ve sevabını Allah'tan umarak kılarsa onun geçmiş günahları bağışlanır.” diyerek ashabını bu namaza teşvik etmiştir. (07.44) -Teravih namazı, -cemaatin umumu gözetilerek- diğer namazlara nispetle biraz daha seri ikame edilebilir; fakat, harflerin mahreci anlaşılmayacak şekilde bozuk bir telaffuzla ve tadil-i erkâna dikkat etmeden kılınamaz. Biraz hızlı hareket edilse de, kelimeleri tane tane okumak, mahreçlere dikkat etmek ve rükünleri eksiksiz yerine getirmek şarttır. (10.17) -Hazreti Ömer, teravih namazını ayrı ayrı kılanları görünce, Ubey b. Kab'ı (radıyallahu anh) imam tayin ederek teravihin cemaatle ve yirmi rekat kılınmasını emretmiştir. Şüphesiz, Hazreti Ömer bunu kendisinin bildiği şer'î bir esasa ve Rasûl-ü Ekrem'in bir vasiyetine istinaden böyle yapmıştır. Nitekim, daha sonraki halifeler ve alimlerin ekseriyeti de bu uygulamaya itiraz etmemişlerdir. (15.16) -Teravihte cemaat olmak sünnet-i kifâyedir; yani, bir mescitte hiçkimse teravihi cemaatle kılmazsa, hepsi günahkâr olur. Teravih namazı tek başına da kılınabilir; fakat cemaatle kılınması daha faziletlidir. (16.45) -Teravih namazını kimler sekiz rekat olarak kılabilir? (18.40) -Kendisine yazık eden üç kişi… (20.49)
Huriler Cin mi, Melek mi, İnsan mı? İnsanların tamamı Cehenneme girecek mi? Cennetteyken Cehennemdeki eşimizi kurtarabilir miyiz? Cennette karı – kocanın birbirini istememe hakkı var mı? Cehennemde 7 derece varken, neden Cennette 8 derece var? Erkeklere Huri varken kadınlara ne var? YANAR ÇIKARIZ DİYENLER AHMAKTIR! Cennette insan öldürmek mümkün mü? Cennet ve Cehennem arasında, Araf'ta kimler kalacak? Hurilerin güzelliğini nasıl tarif edersin? Cennete girenler en çok ne ile meşgul olacak? Cennete gidersem peygamberime söyleyeceğim ilk söz? Cennetin en alt ve en üst seviyesinde bulunanlar kimlerdir? Ölen yakınlarımız şu an ne yapıyorlar? CENNETTE CİNSELLİK VAR MI? Cehennemin en şiddetli tabakasında kimler olacak? Cennette uyku var mı? Cehennemin yaratılması Allah'ın rahmetine ters değil mi? Kerem Önder bu gün ölse Cennete gider mi? Cennette çocuk doğurma var mı? Cennette Allah ile konuşabilecek miyiz? Cenneti tek bir cümle ile tarif edebilir misin? Cennete en son giren adam ne olacak?
*Bayezid-i Bistâmî Hazretleri der ki: “Bütün iç dinamizmimi kullanarak Cenâb-ı Hakk'a tam otuz sene ibadet ettim. Sonra gaybdan, ‘Ey Bâyezid, Cenâb-ı Hakk'ın hazineleri ibadetle doludur. Eğer gayen O'na ulaşmaksa, Hak kapısında kendini küçük gör ve amelinde ihlâslı ol!' sesini duydum ve tembihini aldım…” (12:20) *Zikredilen hadis-i şerif ahiret yolcusu için adeta bir manifestodur. Bununla beraber, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz'in bu mübarek beyanı bir de hizmet-i imaniye ve Kur'aniye açısından değerlendirilmelidir. Gemi, yol, azık, yük, sarp yokuş ve ihlas gibi hususların adanmış ruhlar için neler ifade etmesi gerektiği üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. (14:15) * جَدِّدِ السَّفِينَةَ فَإِنَّ الْبَحْرَ عَمِيقٌ Gemini restorasyona tâbi tut, sağını solunu gözden geçir; tamir isteyen yanlarını onar ve bakımını tamamla. Çünkü, ruhlar âleminden Cennet'e uzanan uçsuz bucaksız ummanda dağvârî dalgalarla karşılaşman kaçınılmazdır. Gemin sağlam olmalıdır ki, uzun sefere, hırçın dalgalara ve korkunç fırtınalara dayanabilsin. Küçük bir gölde tenezzüh için kullanılan kayık ile okyanus geçilemez; tekne ile açık denizde uzun süre yol alınamaz. Gemini öyle yenile, o kadar geliştir ve o denli bakımlı tut ki, bir transatlantiğin üzerinde ilerliyormuş gibi aşabilesin en zorlu engelleri!.. Bu hususun bir de iman hizmetine bakan yanı vardır. Adanmış ruhlar, kendi çağlarını ve içinde bulundukları şartları çok iyi okumalı; ona göre olgunluğa ermeli ve metafizik gerilimlerini hep korumalıdırlar. (14:33) Bu video 27/10/2013 tarihinde yayınlanan “Adanmışın Manifestosu” isimli bamtelinden alınmıştır.
Soru: “Cennet çepeçevre mekârihle sarılmış, cehennem de şehevâtla kuşatılmıştır.” mealindeki hadis-i şerifte nazara verilen “mekârih” ne demektir? Mekârihe neler dahildir? -Mekârih, “mekruh” kelimesinin çoğuludur; nefsin hoşuna gitmeyen şeyler; dertler, sıkıntılar ve meşakkatler demektir. Şehevât ise, “şehvet” kelimesinin cem'idir; nefsin aşırı istekleri ve cismanî arzular manasına gelmektedir. (00.15) -Cennet, aklın zahirî nazarına göre nahoş ve nefse ağır gelen şeylerle kuşatılmıştır. Abdest almak, namaz kılmak, hacca gitmek, zekat vermek, mücahede etmek, Allah yolunda zorluklara katlanmak, yer yer cemiyet içinde bir parya muamelesine tâbi tutulmak, her türlü insanî haklardan mahrum bırakılmak… işte Cennet bunlarla kuşatmıştır. (02.23) -Dinin bazı emirlerinde zâhiren bir meşakkat görünse bile, onlar da aslında hakiki meşakkat değildir; hikmetleri açısından ya bizzat güzeldir ya da neticeleri itibarıyla hayırlıdır. Onlar, uzun bir yolculuğa çıkmış bulunan insanın hedefine sağ-salim varabilmesi için yol azığı mesabesindedir; ileride çıkması muhtemel tehlike ve engellere karşı birer korunma vesilesidir. (04.00) -Cihad da mekârihin bir şubesidir; İslam'da harbin bazı esasları ve hiçbir dinde olmayan kaideleri vardır. Günümüzdeki canlı bombaların İslam'ın dırahşan çehresini karartmaya matuf olduğu âşikârdır. (06.40) -Cehennem, cismanî hevesleri ve şehevî arzuları kendisine tuzak yapmış bir cadıdır. Çoğu kimseler, biraz sonra hayatına mâl olacağından habersiz, tıpkı sineklerin bala koşması gibi, o cadının elindeki zehire koşmaktadırlar. (10.24) -Rehber-i Ekmel Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) bize ibadet ü taati tabiatın bir yanı haline getirmeyi öğrettiği gibi, şehevanî duygulardan kaçınmayı da tabiatın bir derinliği kılmayı talim buyurmuştur. (11.11) -Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in, “Evlenin, çoğalın; zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” hadis-i şerifindeki “iftihar” ifadesi hangi manaya gelmektedir? (13.08)
• Gayba maneviyata inanmanın gerekliliği. • Görünen âlemle görünmeyen âlemlerin farkı. • Meleklerin vasıfları ve Allah'a (cc) karşı yakınlıkları. • Meleklerin insanla münasebetleri ve muhafazası. • Meleklere inanma ve yakinen onları hissetme. • Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) arz ve semadaki vezirleri kimlerdir? • Meleklerde vazife, Rabb'e karşı ubudiyetleri. • Cennet ve Cehennem; Hâzin meleklerin durumları. • İnanan insanın imanında ve hayatında hasbi olması nelere bağlıdır ve vazifesi nedir? • Asım bin Ebi Ehvel'in hasbiliği. • Bedir'e çıkış ve sahabenin hasbiliği, Sa'd b. Muaz'ın (ra) hitabı. • Hasbilikte itaat ve nasıl olunması gerektiği.
Dünyada Sıfırlamak Yetmez, Öbür Aleme Giderken Hesapları Sıfırlamış Olmalı!.. *Varsın başkaları sizi saraylarda yatıyor ediyor zannetsinler. El-âlem biliyor, kendimize göre kirasını veriyor, burada öyle duruyoruz. Onu da kitaplardan gelen telifle ödüyoruz. Fakat hırsızlar herkesi kendileri gibi hırsız zannederler; çalanlar herkesi kendileri gibi çalıyor zannederler. İki huyları vardır onların: Eğer onlara “hırsız” derseniz, hemen sizi hırsız gibi yakın takibe alırlar. Bir de âlemi nasıl bilirsin, kendin gibi; herkesi de kendileri gibi çalıyor çırpıyor bilirler; bir elleri balda bir elleri kaymakta, işte ona göre yiyip içip hayvan gibi kulakları üzerine yatıyor zannederler. *Oysaki biz: “Râyete meylederiz kâmet-i dilcû yerine / Tûğa dil bağlamışız kâkül-i hoş-bû yerine Heves-i tîr-u keman çıkmadı dilden, asla / Nâvek-i gamze-i dil-dûz ile ebrû yerine Severiz esb-i hüner-mend-i sabâ reftârı / Bir perî-şekl sanem bir gözü âhû yerine” Yani; gönül alıcı (sevgilinin) boyuna değil biz sancağa meylederiz. Hoş kokulu kâkül yerine tuğa gönül bağlamışız. Sevgilinin kalbe saplanan gamze oku ile kaşlarına bedel ok ve yay hevesi bizim gönlümüzden asla çıkmadı. Gözleri ceylana benzeyen peri suretli bir sanem yerine, rüzgâr gibi giden hünerli atı severiz. (Gazi Giray) *Cennetin hurileri gelse vallahi, billahi, tallahi ayağımın ucuyla iterim ben onları. Mesleğim, davam, ruh-u revân-ı Muhammedî'nin şehbal açması, dünyada bana bin tane Cennet'ten daha leziz geliyor. Ve şimdiye kadar hayatımın büyük kısmı garibane medreselerde geçti; yirmi yaşlarında cami penceresinde üç senem; sonra iki metrelik tahta kulübede altı senem geçti. Bazen üç dört gün ekmek bulamadığım da olmuştur. Ben bunlarda hiç olumsuzluk görmedim. Olumsuzluğu şunda gördüm: Bir gün o talebeler için açılan çeşmelerden abdest almışsam, ben ondan dolayı korkarım. Bir lokma yemeklerini ağzıma koymadım ve orada yedi-sekiz saat mesai yapıyorum diye bir kuruş para da almadım. *Elden geldiğince öbür âleme hesapları sıfırlayarak gitmek lazım. Meseleleri dünyada sıfırlamak yetmiyor; çünkü onu Allah görüyor, maşeri vicdan ona şahit oluyor, günümüzde kaydeden şeyler onları kaydediyor. Siz bugün onları baskı altına alsanız da yarın tarihin sayfalarına simsiyah dökülecek ve her satırıyla bir kere lanet okunacak onlara; “Lanet olsun bu insanlara!..” denecek. Bunu dedirtmemek lazım; birer yâd-ı cemîl olarak, arkada çok hayırlı şeyler bırakarak, Allah'ın izni ve inayetiyle, yüz ak alın açık Allah'ın huzuruna çıkmaya bakmak lazım. Bu video 26/04/2015 tarihinde yayınlanan “En Büyük Tehlike ve Boykot” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
Soru: “Onların alâmeti, simalarındaki secde izidir.” (Fetih, 48/29) mealindeki ayet-i kerimede işaret edilen “secde izi”ni nasıl anlamalıyız? -Ahiretle alâkalı meseleleri bu dünyanın kıstaslarıyla değerlendirirsek yanlış neticelere ulaşmamız kaçınılmaz olur; mesela, burada söyleyeceğimiz “Elhamdulillah” sözünün bir Cennet meyvesine dönüşmesini fizikî ölçülerle açıklamaya kalkışırsak hatalı yorumlardan kurtulamayız. (00.30) -Çok namaz kılan insanların alınlarında tabiî olarak bir iz belirebilir; fakat, insan kendini ifade etme fırsatları kollayan nefs-i emmâreye malzeme vermemek için, mümkünse öyle maddî bir secde alâmetinin ortaya çıkmasına mani olmalıdır. (04.12) -Hem çok namaz kılma hem üzerinde onun izinin görünmemesini sağlama, hem çok ibadet etme hem ibadet yorgunluğu ortaya koymama, hem çok oruç tutma hem beti benzi atmış görünmemeye çalışma… böyle derin olup sığ görünme, hâlis bir mü'minin şiarıdır. (07.14) -Alındaki secde izi, uhrevî ve melekî bir güzelliktir; o manevî bir alâmet ve farklı buuddaki bir gökçekliktir; onu Cenâb-ı Allah, melekler ve ruhânîler görürler. (09.23) -Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz alınların nasırlaştırılmaması gerektiğini beyan buyurmuştur; dolayısıyla, icap ederse yumuşak bir seccade kullanılmalı ve nefsin riya için sûiistîmal edebileceği bir izin oluşması engellenmelidir. (12.12) -Seher vaktinde uyuyanları görünce çok buruklaşıyorum; adeta ayaklarımın bağı çözülüyor ve yıkılıyorum. Mevlâ-yı Müteâl'in “İsteyen yok mu vereyim, dua eden yok mu icâbet edeyim, af dileyen yok mu bağışlayayım!” çağrısının mukabelesiz kalışına çok üzülüyorum. (16.00)
Haya Âbidesi Hazreti Meryem'in İffet İmtihanı *Cenâb-ı Allah'ın, “İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan Meryem'i de an. Biz ona rûhumuzdan üfledik, hem onu, hem oğlunu cümle alem için bir ibret yaptık.” (Enbiya, 21/91) diyerek yücelttiği Hazreti Meryem bütün insanlık için tam bir iffet örneğidir. Öyle ki, temiz ve nezih bir atmosferde, iffetli ve şerefli bir şekilde yetişen Meryem validemiz, o paklardan pak mahiyetiyle adeta mücessem iffet haline gelmiştir. Hazreti Meryem, daha doğmadan ana-babası tarafından mâbedin hizmetine vakfedilmiş bir kutludur. Mâbede adanmış olması sebebiyle çocukluğunu ve gençliğini hep orada geçirmiştir. Zaman gelmiş o, lâhûtî âlemden gönderilen nimetlerle perverde edilmiştir. Bazı camilerimizin mihraplarının üstünde yazılı bulunan, “Zekeriya, onun yanına mâbede ne zaman girse, beraberinde yiyecekler bulurdu. ‘Meryem, bu yiyecekleri nereden buluyorsun!' deyince de o, ‘Bunlar Allah tarafından gönderiliyor. Muhakkak ki Allah dilediğine sayısız rızıklar verir.' derdi.” (Âl-i İmrân, 3/37) âyeti, bu harikulâde hususların ifadesidir. İşte böylesi mânevî atmosferde günlerini geçiren ve lâhûtî âlemin maddî ve mânevî nimetleriyle perverde olan iffet ve namus âbidesi bir kadın, en hassas olduğu konuda bir imtihana tabi tutulur; birden sebepler üstü denecek şekilde hamile kalır. *Bu ne müthiş imtihandır. Hazreti Meryem, kavmine bunu nasıl izah edecektir? Kavminden uzak bir yere çekilmeye karar verir. Aslında onu uzlete çeken şey, iffeti ve namusudur. Doğum sancıları onu kıvrandırmaya başladığı anda, Hazreti Meryem sevk-i ilâhî ile bir hurma ağacına yaslanır ve başına gelen şeyler karşısında derin derin düşüncelere dalar; dalar ve “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!” (Meryem, 19/23) der. “Keşke ölseydim.. unutulup gitseydim!” sözleri her şeyden önce onun iffet duygusunun ifadesidir. *“Keşke bundan evvel ölseydim!” diyor anamız. Evet, öyle bir imtihan ki dağların başına konsa, zannediyorum dağlar toz duman olur. Eğer birine imtihandan azade olarak hem burayı Cennet gibi yaşama hem de öbür tarafta Cennet'e gitme meselesi söz konusu olsaydı, o mübarek validemize olurdu. Fakat gördüğünüz gibi Hazreti Mesih'e ana olmak için, Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'la öbür tarafta bir araya gelmek için presleniyor, presleniyor, presleniyor!.. Bu video 10/05/2015 tarihinde yayınlanan “İmtihan Dünyası” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
“Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir; lezzet, ücret ve mükâfat yeri değildir.” *İnsan her zaman imtihanda olduğunu hiç hatırdan çıkarmamalı. O, imtihanda ya ikrama mazhar edilir veya orada hor ve hakir olur. “Bu dünya bir dar-ı imtihandır!” deniyor. Ayrı bir ifadeyle, bu dünya dar-ı hizmettir, dar-ı ücret ve mükâfat değildir. Biz ücret ve mükâfatımızı almışız: Var olmuşuz, insan olmuşuz, Müslüman olmuşuz, Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'a ümmet olmuşuz, Kur'an'la tanışmışız, onun adesesiyle kâinata bakmışız, inananlar için Cennet vaadiyle şereflendirilmişiz, su-i akıbetten inzar edilmişiz… *“Meşru dairedeki zevkler ve lezzetler keyfe kâfidir.” der Üstad Hazretleri. Meşru daire ile iktifa eder, gayr-ı meşru daireye karşı bütün kapılarınızı, pencerelerinizi kapatırsınız. Fakat her şeye rağmen, unutmamak lazım ki, yürekten Allah'a inanıyorsanız, yürekten Allah'a inananlarınki gibi sizin imtihanlarınız da eksik olmayacaktır. Belki de imanınızın derecesine, Allah'la münasebetinizin enginliğine, mefkûreye gönül vermenize ve İnsanlığın İftihar Tablosu'na (sallallâhu aleyhi ve sellem) gönülden inkıyad etmenize göre çok ağır imtihanlara tabi tutulacaksınız. Bu video 10/05/2015 tarihinde yayınlanan “İmtihan Dünyası” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, haftanın Bamteli sohbetinde özetle şunları söyledi: Her Şeyi Cenâb-ı Hakk'ın Hoşnutluğuna Bağlamalı *Asıl mesele, her şeyi Cenâb-ı Hakk'ın muradına ve memnuniyetine bağlamaktır; bu, cihanların fethinden daha mualla bir meseledir. Bu açıdan, bir şey söylerken, anlatırken ve bir vesileyle insanlara faydalı olmaya çalışırken “Acaba murad-ı sübhanîsine uygun mu? İstediği ve dilediği de o muydu?” şeklinde çok ince ayarla meselenin üzerinde durmak ve değişik şerarelerden tecrid ederek o sinyali dosdoğru almaya çalışmak lazımdır. *Nazarlarımız hep Efendimiz'de olmalı!.. Selef-i salihînden geri kalmamalı!.. Zılliyet planında, onları takip edenlerin daire-yi halkaları içinde bulunmaya çalışmalı; “Bu da o halkanın içinde vardı!” dedirtmeli: “İhlas diye inliyordu, rıza diye sızlanıyordu, iştiyak ilallah diye kendinden geçiyordu.” Cenâb-ı Hak müyesser kılsın. Bir karadelik tarafından çekildiklerinin farkında değiller!.. *Enaniyetin, hodgamlığın, bencilliğin başını alıp gittiği günümüzde, nefisperestliğin, tenperverliğin, ikbal duygusunun esirip durduğu bir dönemde insanların bu saf, bu duru duygulara ulaşması çok zor. Güzergâhlar çok kirli, köprüler çok tehlikeli, karşımızdaki manzaralar çok kafa karıştırıcı, baş döndürücü, bakış bulandırıcı. Selamet-i kalbiye, selamet-i ruhiye, selamet-i hissiye Allah'ın inayeti olmazsa korunacak gibi değil. *Görenek ve tiryakilikle, âlem ne yapıyorsa insanlar da şuursuzca onun arkasından sürükleniyorlar. Niceleri bu kıstasları ayarlayamamış, kalibre edememiş; bir yönüyle, sesin ve mesajın doğrusunu alamamış veya doğrusunu alıp tabiatına mal edememiş, aldığı şeyleri tabiatının bir derinliği haline getirememiş!.. Bunlar yığın yığın dünya zevk u sefası arkasından koşuyorlar ve bunun için bütün uhrevî varidatı harap ediyorlar, feda ediyorlar, ayaklar altına alıyorlar. Derdimiz Dermandır Bize *Bize, halimize razı olmak düşer. “Arifin gönlün Huda gamgîn eder şâd eylemez!” Allah'la azıcık münasebetiniz varsa ve O'nu, rızasını, rıdvanını az biliyorsanız, irfana adım atmış sayılırsınız. Onun için de gönlünüzü hep gamgîn eder şâd eylemez. “Bende-yi makbulunu Mevlası âzâd eylemez.” Efendinin hoşuna gitmişsen şayet, âzâd edip seni hürriyete kavuşturmaz. O sana bakar, sen de hep ona bakarsın. Bu karşılıklı bakış Cennet nimetlerinden, Cennet lezzetlerinden daha leziz, daha taravetlidir. Allah ona erdirsin. *Onun için, çekilen şeylerden rahatsızlık duymamak lazım. Dertliyim dersen bela-yı dertten âh eyleme; ah edip nadanı ahından agah eyleme. Kendi içinde mağmalar gibi fokur fokur kayna dur, dert küpü ol fakat dışarıya hiçbir şey sızdırma; el-âlem “Ne zevkli, ne şevkli, ne ümitli, ne pür neşe insan!..” desinler. Bu video 31/05/2015 tarihinde yayınlanan “Nifakın Güdümündeki Marazlı Kalbler” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
“Ne helva ne de selvâ, illâ rü'yet-i Mevlâ!..” *Mukteza-yı beşeriyet, hatalarımız ve nisyanlarımız olmuş olabilir. Fakat dünya adına bir talebimizin olmadığı bellidir. *İnsan gibi ahsen-i takvime mazhar bir varlık, Allah'tan ve O'nun rızasından başka hiçbir şeyi gaye-i hayal yapmamalı, hiçbir şeyi ideal haline getirmemeli. İlle de bir mefkûre arkasında koşacaksa, Cenâb-ı Hakk'ın rızası, teveccühü ve cemâl-i bâkemâlini görme için koşmalı. *Ne helva ne de selvâ, illâ rü'yet-i Mevlâ!.. Ne kudret helvası isterim ne de bıldırcın eti; benim muradım yalnızca Cenâb-ı Hakk'ın rü'yeti!.. Râbia Adeviyye validemiz, kendisine dünyevî nimetler teklif edenlere “Allah Allah, beni niye böyle hakaret zeminine çağırıyorsunuz. Ben ‘İlle rü'yet-i Mevlâ.. ille rıza-yı ilahî!..' diyorum.” şeklinde cevap verirmiş. “Münacât-ı Seheriyye” adıyla meşhur duasında da görüldüğü üzere şöyle nida edermiş: إِلهِي، لَسْتُ فِي الْبَلْوَى، وَلَا أَشْكُو مِنَ الْبَلْوَى، مُرَادِي مِنْكَ يَا سُؤْلِى بِلَا مَنٍّ وَلَا سَلْوَى، وَإِنْ أَعْطَيْتَنِي الدُّنْيَا وَإِنْ اَعْطَيْتَنِي الْعُقْبَى، فَلَا أَرْضَى مِنَ الدَّارَيْنِ إِلَّا رُؤْيَةَ الْمَوْلَى “Allahım! Hamd ü sena olsun ki, belâlar içinde değilim ve Sana belâlardan şikâyet etmeyeceğim. Ey muradımı gerçekleştirmeye kâdir yüce Rabbim; Senden istediğim ne “kudret helvası”dır ve ne de bıldırcın eti. Bana dünyâyı da versen âhireti de, her iki âlemi bağışlasan bile, yine razı olmam; ben Seni dilerim Rabbim, ancak rüyetinle hoşnutluğa ererim.” * Allah Teâlâ şimdiye kadar “Ne helva ne de selvâ, illâ rü'yet-i Mevlâ!..” diyen hiç kimseyi hiçbir zaman yolda bırakmamıştır; onlardan yolda takılıp kalanlar olmamıştır. Yürüyüp gidenler de otağlarını götürüp cennetin göbeğine kurmuşlardır. Beş on dâhi dimağına sahip olmaktansa her meseleyi üç beş insanla istişare etmek daha kıymetlidir!.. *Heyet içinde olunca insan yanılmaz ya da yanılgıya çok az düşer. Ben yanılabilirim, bir başka fert de yanılabilir, yanılma hepimiz için söz konusudur; fakat kafa kafaya vermiş, her meselesini ortak aklın süzgecinden geçiren insanların yanılma nispetleri çok azdır. Çünkü orada birinin fikri, diğerinin fikrini rötuşlar, onu bir yönüyle istikamete çağırır. *Onun içindir ki Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Cennet'in göbeğine otağını kurmak isteyenler cemaatten ayrılmasınlar.” Toplu halde hareket etsin, düşüncelerini o toplum içinde nazar-ı itibara alsın ve değerlendirsinler; analizlerini, sentezlerini toplumla yapsınlar; herkesin aklına, düşüncesine saygılı olsunlar; meselelerini kendi darlıkları içinde ele almasınlar. *İnsan, dâhi bile olsa, hatta on dâhi dimağını bile taşısa, bu beş tane düz insanla istişare etme kıymetinde değildir ve başarıları da o nispette olur. Arkadaşların bu çizgiyi takip ettikleri istikametinde kanaatimiz tamdır. Öyle olmasaydı zaten, Allah bütün bütün tokatlar ve dağıtırdı. Bu video 24/05/2015 tarihinde yayınlanan “Tazyiklerden sonra sürpriz inkişaflar” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
Bu video 04/03/2018 tarihinde yayınlanan " MUSİBETLERİN EKŞİ ÇEHRESİ VE HİKMETİN GÜZEL YÜZÜ" isimli bamtelinden alınmıştır. Yayının tamamını buradan izleyebilirsiniz :http://herkul.org/bamteli/bamteli-mus.... Bela ve musibetler, dış yüzleri itibarıyla çirkin, sevimsiz, iç bulandırıcı ve aynı zamanda insanın nöronlarına, Hipofiz bezine, Talamus bezine gelip çarpan şeytanî şerâreler mahiyetinde duyulur, hissedilir. Fakat meselenin sonucuna/neticesine bakmak lazımdır. Bu bakış açısı da aslında size, bize ait değildir, Kur'ân'ın fermanıdır: وَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ “Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da o şey hakkınızda hayırlıdır; bir şeyi seversiniz ama o şey de hakkınızda şerlidir.” (Bakara, 2/216) Mesela, i'lâ-i Kelimetullah istikametinde çekilen çileler.. o mevzuda bir yönüyle duygu-düşünce açısından kıvamın önemli bir unsuru olan manevî cihadlar, mücahedeler, manevî savaşlar.. Allah Rasûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) “cihâd-ı ekber” dediği şey… Antrparantez arz edeyim: “Günümüzde maddî kılıç, kınına girmiştir; Kur'an'ın elmas düsturları, elmas prensipleri hükümfermadır.” Küreselleşen bir dünyada o türlü şeylere gitmek, katliamlara sebebiyet verir, ardı arkası kesilmeyen savaşlar fâsid dairesine sebebiyet verir, vuruşmalar kısır döngüsüne sebebiyet verir. Hele günümüzdeki o korkunç silahlarla?!. 1945'lerdeki, 50'lerdeki Japonya'nın başına patlayan silahlar değil; bunlar, bugün bir yerde patladığı zaman, Amerika'nın yarısını alıp götürecek kadar korkunç silahlar!.. Bir Batılı düşünürün dediği gibi: “Bir üçüncü cihan savaşında, maktûl mezara, kâtil de yoğun bakıma kalkar!” Şimdi buna karşı sizin kalkanınız, sütreniz, siperiniz, insanî değerleri öne çıkarma, sevgiyi öne çıkarma, kucaklaşmayı öne çıkarma olmuştur/olmalıdır. Burada bir şey soracağım, vicdanlarınızla cevap verin: Sizler ve sizin arkadaşlarınız dünyanın değişik yerlerine açılırken, bunun (sevgi, kucaklaşma ve insanî değerlerin) dışında ne götürdünüz? Efendim, “Biz renk körüyüz!” dediniz. Efendim, “Duyma sağırıyız!” dediniz. Dolayısıyla elin-âlemin değişik anlayışsızlıklarına karşı, anlayışlı davrandınız. Duymaları gerekli olan “mesmûât”ın yanında farklı duyuşları duyucu oldunuz. Elin-âlemin farklı dil kullanmasına karşılık, siz, gönülleri yumuşatacak bir dil kullandınız. Kalbiniz gül gibi oldu; gezdiğiniz caddeler, sokaklar, çarşı-pazar da ıtriyat çarşısına döndü. Bağırlarını açtılar. Size yol verdikleri zaman da eşrârın şerrinden emniyet adına yol verdiler: “Gidin, koruyamayacağız sizi!” dediler ama zannediyorum yüreklerine kan damlıyordu. Evet, bir gün şartlar/konjonktür müsait olduğu zaman dönüp gideceğinizi/geleceğinizi bekleme sevdası ile zannediyorum bir intizar içindeler şu anda da. İnşaallah, Cenâb-ı Hak, o günleri de gösterir; eşrârın er geç akîm kalacak o hâinâne gayretlerini, sa'ylerini, himmetlerini akîm bırakır, inşaallah teâlâ. Evet, bazen dış yüzü itibarıyla, kabuğu itibarıyla çirkin görünen şeyler vardır; fakat iç yüzü itibarıyla çok lâtiftir. Başta, konuya başlarken, Alvar İmamı'nın sözüyle ifade ettik: Seyyidinâ Hazreti Âdem'in yaşadığı, bir zelle idi. Bir zelle idi ki, ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَى “Ama sonra Rabbisi O'nu seçti de, tevbesini kabul buyurdu ve O'nu hidayetine mazhar kıldı.” (Tâhâ, 20/122) Sonra Allah, onu seçti, seçkinlerden yaptı ve arkadan gelen nesiller “Mustafeyne'l-Ahyâr”dan saydılar. Ne dediler? “Âdem, Safiyyullah!” dediler. “Hakikî şecerenin hikmeti / Dünyaya gele Muhammed Hazreti.” Hazreti Âdem, Cennet gibi bir güzellikler otağından ayrıldı fakat bir yönüyle, o otağa insanlığı çağırabilecek, Hazreti Rûh u Seyyidi'l-Enâm gibi bir “İnsan”a baba olma şerefi ile taçlandırıldı. ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَى Cenâb-ı Hak, öyle eylesin, inşaallah!..
insanın fiyatı olsa olsa Allah'ın rızasıdır; o Cennet'e de satılsa, ucuza gitmiş sayılır!.. *Bu açıdan da yüce bir gayeye gönül vermiş, yüksek bir ideale bağlı bulunan insanlar dünyevî, bayağı şeylere dilbeste olmamalıdırlar. Dünyalar dolusu altın bile olsa, insan onun karşısında peylenmeyecek kadar kıymetlidir. Hazreti Ali'nin (kerremallahu vechehu) “Kendini küçük bir cirim görüyorsun; hâlbuki bütün âlemler sende gizlidir. Sen bütün kâinatın bir fihristisin.” der. M. Akif, seyyidina Hazreti Ali'nin sözünü nazmen ilaveleriyle şöyle ifade etmiştir: “Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen / “Muhakkar bir vücûdum!” dersin ey insan, fakat bilsen. / Senin mâhiyyetin hattâ meleklerden de ulvîdir: / Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir.” *Sen, şu kevn u mekânların bir fihristisin; sana bakan, bütün kâinatı ve tekvinî emirleri okuyabilir. O mahiyette yaratılmışsın. Dolayısıyla hiçbir şey senin fiyatın olamaz; Cennet bile olamaz. Kendini Cennet karşısında peylesen, ucuza peylemiş olursun. Senin fiyatın olsa olsa Allah'ın rızası olur. *Dünyada hiçbir şey karşısında peylenmemeye kararlı durmalı. Viyana'nın anahtarları, Belgrad'ın anahtarları, Roma'nın anahtarları getirilse, sana verilse, “Şu mefkurenden vazgeç!” denilse; yani, “O yüce duygunu dünyaya duyurmaktan, ruhunun ilhamlarını başkalarına aşılamaktan vazgeç!” denilse, bunun karşısında az bir tereddüt geçirirsen, ben sana dönek nazarıyla bakarım; “Seni gidi dönek, müzebzeb, zıp orada zıp burada!..” derim. Bu video 02/08/2015 tarihinde yayınlanan “Yürekler Acısı Dünya ve Diriltici Ruh” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
Cennet Vatan [Mehmet Efe Çaman] by Tr724
Bizim için Cennet isteği bile tâlî bir taleptir; çünkü pek âlî bir talebe bağlanmışız!.. *Hâlbuki Hizmet erleri, dünyevî hiçbir talebin arkasında olmayan, adanmışlık ruhuyla hareket eden, güzel amelleri Cennet'i elde etmeye bile bağlamayan ve onu bile hedefine almayan insanlardır. Onlar Cennet'i sadece Allah'ın lütfu, keremi ve fazlı olarak ister; onu Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Sahabe-i Kirâm'ın (radiyallahu anhüm ecmaîn) şefaatlerine bağlayarak talep ederler. *Evet, Cennet isteği dahi tâlî bir taleptir bizim için. Bizim tâlî talep yerine âlî bir talebimiz vardır: “Allahım Senden sadece amelde ihlas istiyoruz; yaptığımız şeylerde Senin rızanı hedefliyoruz; Senin ve Rasûlü'nün iştiyakını arzu ediyoruz. Zaman geçip durdukça, ebedlere kadar, her halimizde ve her şe'nimizde bu mülahaza ile oturup kalkmayı bize müyesser kılmanı diliyoruz!” *Böyle ulvî bir gayeye dilbeste olmuş, onu hedeflemiş, bütün kabiliyet, istidat, muhakeme ve mantık gezi gözü arpacığıyla böyle kutsal bir hedefe yönelmiş birisi, sağa sola, tavşana tilkiye kurşun sıkmaz. Onun hedeflediği şey çok yücedir. Onun berisinde başka şeylere gözü gönlü kayarsa, birkaç adım insanlıktan geriye gitmiş olur. *İnsan mükerrem bir varlıktır. Bu mükerremiyeti Hazreti Ekremü'l-Ekremîn'in, Ahsenü'l-Hâlikîn'in, Erhamu'r-Rahimîn'in yolunda değerlendirdiği zaman, tam hedefine yönelmiş, “gez göz arpacık” deyip atışını isabetli yapmış olur. Yoksa hafizanallah çok basit şeylere peylenmiş olur. Bu video 20/09/2015 tarihinde yayınlanan “Yüce Hedefe Kilitli Ruhlar” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
Mesajlarınız insanlarda yeni bir dünya görüşü ve hayat felsefesi oluşturacak Allah'ın izni ve inayetiyle. İşte bunun hatırına, cihan sulhu ve salahı, umum insanların birbirini sevmesi, herkesin birbirine kucak açması ve topun tüfeğin susması adına her türlü musibete katlanılır. *Arzulanan bu neticeler bütünüyle hâsıl olur mu olmaz mı, bu bizi alakadar etmez. Bizim o yolda olmamız önemlidir. O hayır yolunda atacağımız her adımla Allah (celle celaluhu) neticede lütfedeceği şeyleri lütfeder. Çünkü müminin niyeti, amelinden hayırlıdır. Niyetin amelle desteklenmesi, mücerret niyetten de hayırlıdır. O amelin ihlasla desteklenmesi, rızayla enginleştirilmesi, halis aşk u iştiyak talebiyle derinleştirilmesi ondan da hayırlıdır. Allah'ın cemalini müşahede yanında Cennet bal-kaymağı biber gibi kalır ve onun için her şeye katlanılır!.. *Allah uzun ömür versin, hizmetinizi katlayarak devam ettirmeye muvaffak kılsın; fakat siz bütün zorluklarına rağmen bu yolda olursanız, öbür âleme gittiğinizde bir de bakarsınız Cebrail (aleyhisselam) yanınıza geliyor ve size hitap ediyor: “Kardeşim nasılsın? Orada biraz sıkıntı çektiniz ama görüyorsunuz ya buraya adımınızı atar atmaz o günleri bütünüyle unuttunuz. Kafanızı silktiniz, o levsiyât bütünüyle döküldü. Dupduru duygularınızla şimdi burada Cenâb-ı Hakk'ı müşahedeye doğru yürüyorsunuz; Firdevs'e gideceksiniz, Cuma yamaçlarına yükseleceksiniz; Zat-ı ulûhiyeti perdesiz, hâilsiz müşahede edeceksiniz ve O, kelam-ı mübîniyle ‘Ben sizden razıyım!..' diyecek. İliklerinize kadar öyle bir zevk zemzemesi içinde kendinizi duyacak ve hissedeceksiniz ki, balı-kaymağı dudağınıza değdirdiğiniz zaman ‘Allah Allah!.. Bu biber de ne oluyor O'nun cemalini müşahede etmenin yanında?!.' diyeceksiniz!..” *Evet, o zulümler, o gadirler, o tagallüpler, o tahakkümler, o esaretler, o zindanlara atmalar… Bunlar bütünüyle unutulur gider ve öbür tarafta hakkınızda birer hayra inkılap eder Allah'ın izni ve inayetiyle. Öyleyse, doğru tercihte bulunmak lazım; O'nu mu öbürünü mü?!.. *Cenâb-ı Hak, bugüne kadar size istikamet içinde önemli hizmetler gördürdü, gördürüyor. Allah'ın size şimdiye kadar gördürdüğü hizmetler ileride gördüreceklerinin de en inandırıcı referansıdır. İlahi adet öyledir. Bugüne kadar dünyada yüz yetmiş küsur ülkeye girip kendinizi ifade etme imkânını size veren Allah'ın, gelecekte kısa zamanda bin dört yüz okulunuzu iki bin sekiz yüz yapmayacağını ne biliyorsunuz!.. *Bakmayın şunun bunun çelmelerine. Onlar zavallı insanların çelmeleri. Şimdiye kadar hazımsızlar, hased girdabına düşmüş ve hemz u lemz akıntısına kendisini kaptırmış kimseler binlercesine bunları yaptılar fakat her şey netice itibarıyla aleyhlerine döndü. Yaptıklarına bin pişman oldular ama fayda vermedi. *Yürüdüğünüz yolda Allah sizi sabit-kadem kılsın. Bu video 27/09/2015 tarihinde yayınlanan “Terakki Rampası Tazyikler” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
Karakterinize ihanet edip hürriyetinizi satarsanız, ebediyyen felah bulamazsınız!.. *Kimseyi rahatsız etmeden ve endişeye mahal vermeden hizmet etme konusunda Kur'an-ı Kerim “telattuf” disiplinini nazara vermektedir. …وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا إِنَّهُمْ إِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُوا إِذًا أَبَدًا “…Bir de gayet nazik ve tedbirli davransın, varlığınızı ve bulunduğunuz yeri sakın hiç kimseye hissettirmesin. Çünkü onlar size galebe çalarlarsa ya taşa tutar, ya da kendi dinlerine döndürürler, bu takdirde de ebediyyen felah bulamazsınız.” (Kehf, 18/19-20) Kur'ânî bir esas olan “telattuf” disiplinini biz, başkalarını endişeye sevk etmeden, zihinlerde tereddüt oluşturmadan, hiç kimseye rahatsızlık vermeyecek şekilde, gürültü ve görüntüden uzak bir keyfiyette, tedbirli hizmet etmek şeklinde anlıyoruz. *“Eğer galebe çalarlarsa sizi taşa tutarlar, recmederler.” Hakkınızda iftiralarda bulunurlar, yalan söylerler, tezvirlere girerler; haset ederler ve ellerindeki bütün imkânları mesela modern çağda medyayı aleyhinizde kullanırlar. *“Gelin biat edin! Kurtulursunuz, siz de birer villaya sahip olursunuz. Siz gözünüzü çok çok uzaktaki şeylere takmışınız, ‘Cennet' diyorsunuz. Öleceksiniz.. mahşere gideceksiniz… Binlerce sene sonrakine kafanızı takmışınız. Aptal mısınız siz?!. Hazır, dünyada rahat yaşama varken, yiyip-içip yan gelip kulağın üzerine yatma varken, ne diye ayaklarınız üzerinde duruyorsunuz?!. Çok uzaktaki şeylere kafasını kaptırmış kafasız insanlarsınız siz!..” derler. (Bu birisi tarafından söylendiği için naklediyorum.) *Aslında böyle bir biat çağrısı, “Tâbî olun, kendi şahsiyetinizden fedakârlıkta bulunun, karakterinize ihanet edin, kendiniz olmaktan çıkın, Allah'ın hür kulu olmaktan çıkın, hürriyetinizi satın, esir olun; boynunuzda pranga, ayaklarınızda zincir, başkalarının vesayetinde, onların gözünün içine bakan zavallılardan olun!..” demektir. Oysa hürriyet insanın en önemli yanıdır. İnsanın kendi olarak, Allah'ın yarattığı gibi kalması çok mühimdir. Şayet insan o çağrıya uyar, başkalaşır ve onlardan olursa, işte o zaman katiyen kurtuluşa eremez, ebediyen felah bulamaz. Yolunda bulunursanız, neticeye muvaffak olmuş gibi mükafat kazanırsınız!.. *Bu açıdan adanmış ruhlar maruz kaldıkları musibetleri iğne ucuyla dürtülme şeklindeki ikazlar olarak görmeliler. Demek ki onlardan gelecekteki muhtemel rahatsızlıkların önünü almaları adına nöronlarının bütününü çalıştırmaları ve üzerinde yürüdükleri peygamber yolunun zorluklarına hazır olmaları isteniyor. *Mesajlarınız insanlarda yeni bir dünya görüşü ve hayat felsefesi oluşturacak Allah'ın izni ve inayetiyle. İşte bunun hatırına, cihan sulhu ve salahı, umum insanların birbirini sevmesi, herkesin birbirine kucak açması ve topun tüfeğin susması adına her türlü musibete katlanılır. *Arzulanan bu neticeler bütünüyle hâsıl olur mu olmaz mı, bu bizi alakadar etmez. Bizim o yolda olmamız önemlidir. O hayır yolunda atacağımız her adımla Allah (celle celaluhu) neticede lütfedeceği şeyleri lütfeder. Çünkü müminin niyeti, amelinden hayırlıdır. Niyetin amelle desteklenmesi, mücerret niyetten de hayırlıdır. O amelin ihlasla desteklenmesi, rızayla enginleştirilmesi, halis aşk u iştiyak talebiyle derinleştirilmesi ondan da hayırlıdır. Bu video 27/09/2015 tarihinde yayınlanan “Terakki Rampası Tazyikler” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada:https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
Hazreti Üstad, ruhunun talebini şöyle dile getirir: “Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahmân'a teslim eyledim; gayr istemem. İsterim, fakat bir Yâr-ı Bâki isterim. Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim. Hiç ender hiçim; fakat bu mevcudatı birden isterim.” *İnsan ebed için yaratılmıştır, ebedden, ebedî Zât'tan ve ebediyet gamzeden şeylerden başka hiçbir şeyle de tatmin olmaz. “Kalbler, ancak Allah'ı anmak, vird-i zeban etmek, tabiatının bir derinliği haline getirmekle itminana, oturaklaşmaya ulaşır!..” (Ra'd, 13/28) Böyle oturaklaşmış bir kalbin sahibi, Hz. İsrafil Sûr'u dudağında görünse ve küreler birbirine çarpsa, ihtimal ki, onu da takdirkâr bir nazarla seyreder, “Allahu Ekber” der, “Allahım ne büyüksün, bunları nasıl çarpıştırıyor, vuruşturuyor veya ahengi koruyorsun!” diye ilave eder. O'nun azametini, icraatının büyüklüğünü ve meşiet-i sübhaniyesinin şümulünü görür, O'na karşı hayranlığı artar. Musibet, Çile ve Izdırap yürüdüğümüz yolun kaderidir!.. *Yürüdüğümüz yol, peygamberlerin, selef-i salihînin ve Ashab-ı Kiram'ın yoludur; Allah bu yoldan ayırmasın. Bu yolda ayağa diken batabilir, bir şey ısırabilir, insan bir salyayla karşılaşabilir. Fakat mümin, beklediği, ümit ettiği, dilbeste olduğu konular karşısında bunların çok önem arz etmediğini de bilir, güler geçer bütün olup biten şeylere. *Cennet'e uzanan peygamberler yolunun kendine göre bazı meşakkatleri vardır. Kur'ân-ı Kerim'de bu hususa şöyle dikkat çekilmiştir: أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللهِ أَلاَ إِنَّ نَصْرَ اللهِ قَرِيبٌ “Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan Cennet'e gireceğinizi mi sandınız?.. Evet onlar öyle ezici mihnetlere, zorluklara dûçar oldular ve öyle şiddetle sarsıldılar ki, Peygamber ve yanındakiler, ‘Allah'ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?' diyecek hale geldiler. İyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır.” (Bakara, 2/214) Sizden evvel gelenlerin başlarına gelen dâhiyeler, gaileler başınıza gelmeden, o sarsıcı yıldırımlar başınızda dönmeden, hatta iş nebi ve beraberinde bulunanlar “Allahım yardımın ne zaman?” diyeceği kerteye varmadan Cennet'e gireceğinizi mi zannediyorsunuz?
Kur'an-ı Kerim, “Mü'min erkeklere söyle: (Kendilerine nikâh düşen kadınlar ve başka erkeklerin avret yerleri gibi, bakmaları haram manzaralar karşısında) bakışlarını kıssınlar ve mahrem yerlerini açmaktan ve gayrı meşrû ilişkilerden korusunlar. Böyle yapmaları, kendileri için en nezih ve en uygun davranış şeklidir. Muhakkak ki Allah, onların her davranışından, yaptıkları her hareketten hakkıyla haberdardır.” (Nur, 24/30) buyurmakta ve bir sonraki ayette aynı emirleri kadınlar için de tekrar etmekte; böylece inananları iffetli yaşamaya çağırmaktadır. Şu halde, her mümin elini, ayağını, gözünü, kulağını Allah'ın istemediği şeylere karşı korumak zorundadır. *Bediüzzaman Hazretleri “Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur!” der. Mümin, meşru daire içinde yaşayıp gayr-i meşru sahaya nazar etmemeli, el uzatmamalı, adım atmamalıdır. İffetli bir insan, göz, kulak, el, ayak gibi bütün âzâların helal dairedeki lezzetleriyle iktifâ etmeli, hiçbir şekilde ve hiçbir yolla haram işlememeli, izzet ve haysiyetine dokunacak durumlardan da sakınmalıdır. Evet, o harama elini uzatmamalı, rüşvete tenezzül etmemeli; elini, ayağını, gözünü, kulağını, dilini, dudağını dünya sevdasıyla kullanmamalıdır. Mümin, Allah'ın verdiği o uzuvları ve nimetleri bütün himmetiyle O'na ulaşma istikametinde kullanmalıdır. *Hususiyle çoklarının dünyaya taptığı bu fesat asrında, “mü'minim” dedikleri halde dünyaya taptıkları, villalar arkasında koştukları, yattan yata geçtikleri, bir sarayı az görüp çeşitli sarayları kendileri adına dizayn ettikleri ve nifakın diz boyu, belki gırtlakta bir seviyeye ulaştığı bir dönemde, kendini iman ve Kur'an hizmetine adamış, milli ruhun ikamesine adamış, ruh ve kalb abidesini ikameye adamış insanlara düşen şey, başkalarının deli diyeceği kadar, dünya ve mâfihâyı elinin tersiyle iterek, ukbaya ve cemalullaha ölesiye bir iştiyakla müteveccih olmaktır. “Cennet çepeçevre nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle kuşatılmıştır.” *Cennet insanın nefsaniyetine ağır gelecek şeylerle kuşatılmıştır. Onları aşacaksın. Dikenli tarlaları geçerken ayağına dikenler batacaktır fakat “Ohh, ayağıma diken battı ama Allah yolunda, Rasûlullah'la aynı sofrada, aynı yemeğe kaşık çalma yolunda, Cebrail ile el ele tutma yolunda, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile aynı sofrayı paylaşma yolunda!..” diyeceksin. Meseleyi hep neticeye göre değerlendirdiğinizde dikenlerin batması bile size sunulmuş güller gibi gelecektir Allah'ın izniyle. *Evet, bu yolda mekârih (aklın zâhirî nazarına göre nâhoş, zor, çetin şeyler) yok demek değildir. Ama hedefte mekârihi hiçe indirecek ve sıfırlayacak öyle şeyler var ki!.. “Gelse Celâlinden cefa, yahut Cemâlinden vefa; ikisi de cana safa, lütfun da hoş kahrın da hoş.” diyecek ve Allah yolunda yürüyeceksiniz.