POPULARITY
“Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyurdu: - «Şu kalpler, paslanır. Onların cilâsı, Kur'an okumak, ölümü düşünmek ve zikir meclisinde hazır bulunmaktır.» Kalp pas tutunca, sahibi anlar, gidermeye çalışırsa, pekâlâ. Aksi hâlde fena kararır. Peygamber (S.A.) efendimizin emrettiği şekle geçilmediği takdirde, kalp fena hâlde paslanır ve bu pasın giderilmesi imkânsız olur. Kalbin kararmasına sebep olacak çok şeyler vardır. İman nurundan uzak kalındığı için kararır. Dünyayı sevdiği için kararır. Sakınmadan dünyaya abanan kimse, kalbini mutlaka karartır. Bir kimse, kendisini dünyaya kaptırırsa kalbi kararır. Sakınma duygusu da ölür. Haram demez, helâl demez, mal toplamaya başlar. Mal toplarken helâl veya haram olduğuna önem vermeyince utanma duygusu da ölür. Ve murakabe hâlinden mahrum olur.Ey cemaat! Peygamberinizi dinleyiniz. Onun kelâmı ile kalbinize cila vurunuz. Kalbinizin cila ilâcını size o haber verdi. Sizden biri hasta olsa, doktoru ilâç tavsiye etse, kullanmadan şifa bulabilir mi? Bulamaz. İlâcı kullanmadığı süre, hastalığı eksilmez, belki artar.Hayır, iki kelime üzerinde toplanmıştır: Allah'ın emrini yüce bilmek ve kullarına şefkat göstermek... Allah'ın emrini yüce bilmeyen yaratılmışlara şefkat duyamaz. Allah'a yakın olamaz; rahmetinden nasib alamaz. Allahü Teâlâ, Musa (A S.) peygambere şöyle vahyetti: - «Ya Musa, şefkat duygusu besle ki, ben de sana rahmet nazarımla bakayım. Şefkat duygusuna sahib olana rahmetimi yağdırırım. Cennetime koyarım. Kalbinde merhamet duygusu taşıyana saadetler olsun.»Bütün ömrünüz çürüdü. «Yediler, yedik; giydiler, giydik; biz topladık, onlar topladı» gibi lâflarla ömrünüzü bitirdiniz. Kurtuluş yolunu arayan, nefsini haram olan şeylerden alsın. Şüpheli şeyleri bıraksın. Şehvet duygularını kalbinde taşımasın. Allah'ın emrini yerine getirmek için nefsini sabırlı kılsın. Yasaklardan uzak dursun. Kader işlerine boyun eğsin.Kulları Hakk'a çağırmak ve onların cefasına tahammül etmek kolay değildir. Bu kolay olmayanı, o büyükler yapar. Kullardan gelen her çeşit ezâ ve cefaya dayanırlar. Onlar, münafıkları yola getirmek için dıştan yüzlerine gülerler. Fâsık kişiler onlara güler, oyun eder, kandırır. Kullar onlara ne yaparsa yapsın, tahammül ederler. Bütün gayeleri onları Hak kapısına götürmekten ibarettir. Büyüklerin dediği gibi içi bozuklara, yalnız Allah yolcuları güler yüz gösterir. İrfan sahibi, fâsık kişiye güler. Fâsık adam, içini bilen yok sanır. Halbuki arif olan, onun içindeki karanlığı bilir. Kalp gözünün karardığını ve hileli işlerinin çokluğunu anlar. Münafık ve fâsıklar, işlerinin gizli kaldığını sanır, yanılırlar. Sanki kendilerinin bozukluğunu sezen yoktur. Bu hâlleri onları çok yanıltır. Onların erenlere karşı saklı hâlleri yoktur. Fâsık ve münafık olanı, her hâli gösterir. Elleri, tenleri ve bakışları belli eder. İçte ve dışta, duruşlarında ve hareketlerinde onların ne olduğu kolay sezilir.Cehennem azabından ancak ittika (Günahlardan ve bütün kötülüklerden sakınan) ve ihlâs sahibi muvahhidler kurtulur. Tevbe edenler selâmete ererler. Tevbeyi önce kalbinizle yapınız, sonra dilinizle...Kalbini düzelt. Dünya bütün varlığı ile sana gelir. Sen onda hoş kalırsın. Halk tümü ile sana uyar. Gelmiş ve gelecek hiçbir şey sana zararlı olamaz. Mevlâ'nın kapısından seni alamaz. Çünkü sen, O'nunlasın. Yalnız O'na dönmüş ve O'nun emirlerini gözetiyorsun. O'nun Cemâl ve Celâl sıfatının tecellisini seyretmektesin. Celâl tecellisini gördüğün zaman dağınık hâle gelirsin. Cemâl tecellisine kavuşunca dağınık hâllerin toplanır. Celâl sıfatı sezilince korkulur. Bu korku başka bir korkuya benzemez. Cemâl sıfatının tecellisini görünce de bir şeyler ümit etmeye koyulursun. Celâl sıfatının büyük tecellisi seni yokluğa götürür. Cemâl sıfatı tecelli edince yerinde sabit durur bir yere gitmek istemezsin. Bu anlatılanları tadanlara ne mutlu... “Allah'ım bize yakınlık taammı tatdır; ülfet şarabını içir.” «Dünyada iyilik ver. Ahirette iyilik ver.
“Olmadan Önce Beklemek” “Meyve, acele edenin değil, vaktine sabredenin nasibidir.”Hoş geldin sevgili dostum, Ben Hasan Basri Budak.Yaşadığımız çağ, her şeyin hızlandığı bir çağ. İlişkiler, bilgiler, başarılar, hatalar…Herkes bir yerlere varmak istiyor ama kimse orada kalmak için gereken zamanı beklemiyor. Halbuki bazı kapılar sadece sabırla çalındığında açılır. Ve bazı bilgiler, sadece zamanla anlaşılır. Bugün seni, o hakikati beklemeyi bilen birinin hikayesine götüreceğim: Yunus Emre'ye…Keyifli dinlemelerBecome a supporter of this podcast: https://www.spreaker.com/podcast/hasan-basri-budak-ile-kendine-gel--5728974/support.
ABD'li akademisyen ve BM danışmanı Jeffrey Sachs'ın Antalya Diplomasi Forumu'nda Suriye'de 14 yıl devam eden savaşa ilişkin söyledikleri Esad rejimine ağıt yakan kesimlerin imdadına yetişmiş sufleler gibi karşılandı. Söyleyenin ABD'li olması söylediklerinin doğruluğunu daha fazla pekiştiriyormuş gibi. Hele söyleyenin hem ABD'yi hem de İsrail'i suçluyor olmasının inanırlığı daha da fazla artırıyor gibi. Söyleyenin ABD veya İsrail ile derdi ne imiş, neden ve nasıl ABD İsrail hakkında bu kadar açık ve sert konuşabiliyor diye kimse sormuyor bile.
“Ey şu beldenin halkı, sizde nifak çoğaldı; ihlâs azaldı. Sözler çok, fakat onlara uygun iş yok. İşi olmayan söz, hiçbir şeye yaramaz. Sahibine felâket getirir, kurtuluş getirmez. Önüne iş gelmeyen söz, kapısız eve benzer; merdivensiz binadır. İçinden iyilik geçmeyen hazineye benzer. Amelsiz söz, kuru dâvadan ibaretir. Boş söz, ruhsuz kalıba benzer, o bir put gibidir. Ayağı yoktur, eli yoktur, bir şey tutamaz. Yaptıklarının çoğu ruhsuzdur. İşlerin ruhu ihlâs, tevhid ve Allah'ın kitabına yapışmaktır. Peygamberin (S.A.) âdetlerine uymaktır. Gafil olmayınız. Şu anda yaptığınız kötülükleri iyiliğe çeviriniz; isabet olur. Emirlere uyunuz. Yasakları bırakınız; kader karşısında uysallık gösteriniz.Size gelen belâ Allah yolcularına da gelir. Onların bir kısmı sabreder. Diğer kısmı sabrı da bırakır. Kendinden geçer. Belâdan darlanmak iman zayıflığındandır. O anda iman çocuktur. Belâ zamanı sabretmek, imanın gençlik çağıdır. Belâ geldiği zaman, kaderin bir icabı bilip uymak imanın yetişkin çağıdır. Belânın getirdiği bütün hâllere razı olmak, Hak ilmine ermekten, O'na yakınlıktan İleri gelir. Kalp ve sır Hakk'a yakın olduğu zaman belânın hiçbir şeyi dokunmaz. Bu durum, müşahede ve hâl dili ile konuşma âlemidir. İman sahibi iç âlemini dış varlığına ve yaratılmış bütün varını Hakk'a iletir. Mevlâ katında bütün varlığını eritir. Mevlâ dilerse onu tekrar halka gönderir. Dağınık işlerini bir araya getirir. Kıyamet günü halkın cesedini diriltiği gibi onun dağınık hâllerini de toparlar.Sevginin şartı, sevilene karşı irade sahibi olmamaktır ve onu değil, dünyayı, âhireti ve halka dair cümle şeyi bırakmaktır. Allah sevgisi kolay değildir. O iddia ile olmaz. Sizden herhangi biri bu hususta iddia sahibi olursa, sevgiden uzaktır. Birçok iddia sahibi olmayanlar vardır ki, Hak katında mekân tutmuştur.İslâm dinine girmiş olanlardan hiçbirini hakir görmeyiniz. Hak sırrı onlarda boldur. Nefislerinizi, onlara karşı tevazua alıştırınız. Allah'ın kullarına büyüklük satmayınız. Gaflet hâlinden uyanınız. Siz büyük bir gaflet içindesiniz: Sanki hesabınız görülmüş, sıratı geçmişsiniz ve cennetteki yerinizi görmüşsünüz!.. Bu aldanış nedendir? Her birinizin Allah'a karşı çok isyanı vardır. Bu isyandan kimse tevbe etmiyor ve hâlini düşünmüyor, öyle sanıyor ki, hataları unutuldu. Halbuki, yerine ve tarihine göre onlar defterinize yazılıdır. Onların azı da çoğu da sorulacak, ona göre ceza veya mükâfat verilecek.Ayılınız, ey gafiller! Uyanınız, ey uykudakiler! İlâhî rahmete varlığınızı atınız. Bir kimsenin hatası çoğalırsa onun hâli fenadır. Bunlar üzerinde ısrar ederse küfre gidebilir. Yaptığına pişmanlık duymayanın sonu acı gelir. İşini derlemeyecek olursa sonundan korkulur.Yazık sana, ana karnında seni kim besledi, biliyor musun? O hâlde iken sen neydin, şimdi nesin? Kendi varlığına ve halka dayanmaktasın. Parana ve puluna itimat ediyorsun. Ticaret işindeki bilgine güvenmektesin. Bölgenin şahı, bugün var, yarın yok olabilir, ona güvenmek akıl kârı değil; sen, ona güvenmektesin. Allah'tan başka her kime itimat edersen o senin ilâhın olur. Her kimden korkuyorsan, ona tapıyorsun demektir. Her kimden, iyilik ve zararı görüyorsan onların asıl yürütücüsü olana inanmıyorsun, küfürdesin ve onlar sana ilâh oluyor...Ey Allah'ın yaratmış olduğu kimseler, tevbe ediniz. Benden bir şey saklayamazsınız. Malınızı nasıl kazandığınızı saklamış olsanız, onun helâl veya haram olduğunu anlarım. Eğer sadaka verirseniz, fakir kimselere mal dağıtırsanız, yavrularınıza bol yedirirseniz, o malınız helâldir. Aksi, oluyorsa değildir, doğru kimselere ve seçme insanlara malınız nasip oluyorsa; onun aslı tevekkül ve ihlâsla kazanılmış demektir.
“Allâh'ın onlara azap etmesine nasıl bir şey engel olabilir ki, Allâhü Teâlâ onlara azap etmesin? Halbuki onlar mü'minlerin Mescid-i Haram'ı ziyaret etmesini yasaklıyorlar. Onlar bu yasakları sebebiyle azâbı hak ediyorlar. Ve onlar mescidin sahibi ve yöneticisi olmadılar. Mescid-i Haram'ın yöneticisi şirkten ve diğer isyanlardan (günâhlardan) kaçınan takvâ sahipleridir. Ancak müşriklerin çoğu mescidin yöneticisinin takvâ sahipleri olduğunu bilmezler. Onların mescid yanında namazları ancak ıslık çalmak ve el ele vurmaktan ibarettir. Hal böyle olunca, Ey kâfirler! Kendi kendinize kazanmış olduğunuz bu küfrünüz sebebiyle ahiret azabını tadın.” (Enfal s. 34-35) Kâfirlerin Resûlullâh (s.a.v.)'i ve diğer Mü'minleri hicrete mecbur etmeleri ve Hudeybiye olayında mü'minleri Mekke'ye sokmayıp bir anlaşma yaparak döndürmeleri, mü'minlere Mescid-i Haram'ı (Ka'be'yi) ziyareti yasaklamaları sınıfındandır. İmkânını bulabilselerdi müslümanlardan Mescid-i Haram'a bir kişi bile koymayacaklardı. Ancak bu hususta başarılı olamadılar ve sonunda Mescid-i Haram'dan kendileri uzaklaştırıldılar. Dolayısıyla, mü'minler üzerine uygulamak istedikleri planları kendi ayaklarına dolaşmıştır. Beyt-i Şerif (Kâ'be) huzurunda onların inançlarına göre namaz olmadı. Ancak ıslık çalma ve el ele vurma oldu. Bunlar tavâf ederken uygun olmayan şu fiilleri işledikleri gibi Resûlullâh (s.a.v.) namaz kılarken sağına ve soluna gelirler, Resûlullâh (s.a.v.)'in zihnini karıştırmak ve kendisi ile alay etmek için ellerini birbirine çarpar ve ıslık çalarlardı.Kısacası, zamânımızda konferanslarda ve diğer toplantı yerlerinde Avrupa'yı taklit ederek alkış adıyla yapılan el şakırtıları, câhiliye âdetlerindendir. Bu âdetin Allâh'ın gazabına sebep, İslâm âdetlerine ters ve Allâh indinde kötülenmiş olduğu bu ayetten istifade edilen faydalardandır. (Hz. Mahmud Sami Ramazanoğlu, Enfal Suresi Tefsiri, s.130)
Kimileri, ‘tasavvufi eylemlere bakıyoruz, bir de Hindistan'da yogilerin veya Hint rahiplerinin vs. yaşantılarına bakıyoruz; ikisinin birbirine benzediğini görüyoruz. Öyle ise tasavvuf çoğunlukla eski Hint kültürüne dayanıyor, diyorlar. Bir kısmı da Eski Yunan'a Eflatun'un ideler alemine benzetmeye çalışıyor. İki şey arasında benzerlik varsa, acaba biri diğerinden alınmıştır, denilebilir mi? Kurban kesmek benim bildiğim kadarıyla gerek ilahi dinlerde olsun, gerek sonradan uydurulmuş beşeri dinlerde olsun hepsinde var. Uzak coğrafyalarda onların da bir takım eylemlerden sonra bir keçiyi kestiğini, kurban ettiğini görebilirsiniz, kanını sağa sola sürüyorlar, kutsal gördükleri için böyle yapıyorlar tabiatıyla. Yani o kafirlerde kurban adetini görürsünüz. Şimdi buna göre birisi çıksa ve İslam'daki kurban ibadeti filan yerdeki Kafiristan denilen beldeden alınmıştır, dese doğru olur mu? Dinler tarihi kitaplarında bu söz konusu yapılır. İnsanlığın ilk dini olarak onlar Kur'ân-ı Kerîm'den uzak bir değerlendirme yaptıkları için ampirizm, totemizm… insanlığın ilk dinidir, diyorlar. Halbuki insanlığın ilk dini, ilk insan Hz.Ademi'in getirdiği din idi ki Hz. Adem aynı zamanda ilk peygamberdi. Yani insanlığın ilk dini hak din, ilahi din idi. Yani kurban o batıl dinlerden hak dine gelmiş değil. Hak dinden oraya kalıntı olarak geçmiş. O batıl dinden olup hak dindekine benzeyen bazı şeyler, batıl dinlerin uydurukları değil, hak dinden o batıl dine geçmiş kalıntılardır. Bunu göremeyen bizim saf insanlar veya güya kimi âlimlerimiz diyor ki “tasavvufi yaşantı hindulardan gelmiştir”. Dolayısıyla batıl dinlerden hak dinlerdekine benzer bir takım eylemleri, hak din onlardan aldı değil, onlar hak dinden bunları aldılar, anlamına gelir. Bunun doğrusu budur. (Prof.Dr.Orhan Çeker, Tasavvufî Meselelere Fıkhî Bakış, s.24)
Her yıl üç aylar girdiğinde, milletimizin çokça rağbet ettiği; tevbe istiğfar ve muhasebeye vesile kıldığı mübarek gün ve geceler (kandil geceleri) hakkında çeşitli tartışmalar öne sürülmektedir. Halbuki hadisleri toplamak ve sünneti korumakta çok hassas davranan âlimler, bu ibadetleri nakletmiştir. Bu ibadetlerden biri de Regâib namazıdır. İbnü'l Esir Câmiu'l-Usûl'de, yaygın olan şekliyle Regâib namazını ve sonrasındaki duâya icabet edilmesini anlattıktan sonra şöyle demiştir: “Bu (regaib namazı rivayeti), Rezîn'in kitabında bulduğum bir hadistir. Hadis ilmindeki yüce konumu olan Şeyh Îbnü's-Salâh (r.âleyh)'in (ö. 643/1245) bu hadise itibar etmesi ve bu namazı kılmanın caiz olduğunu tercih etmesi yeterlidir. Aynı şekilde Hüccetü'l-İslâm Gazâlî İhyâ'da (c.1, s.202) ve diğer meşâyih ve âlimler de bu namazı kılmanın caiz olduğunu tercih etmişlerdir. İmâm Gazâlî (r.âleyh), Regâib namazının kılınması müstehap bir namaz olduğunu, yılın tekrar etmesiyle kılınan teravih ve bayram namazları kadar olmasa da bu namazın âhâd yollarla geldiği için mertebesinin onlardan aşağıda olduğunu, Kudüslülerin bu namaza devam ettiklerini, bu namazın terk edilmesine müsamaha göstermediklerini gördüğünü, bundan dolayı zikretmeyi uygun bulduğunu ifade eder. Hadis hafızı ve Hanefî fakîhi Murtazâ ez-Zebîdî (r.âleyh) Regaib Namazı hakkında itiraz konularını değerlendirerek tek tek cevaplarını vererek: “Bu namaz dört yüz senesinden sonra ortaya çıkmıştır iddiasına gelince, sanki o, bu namazın meşhur olma zamanını kastetmektedir. Yoksa Ebû Tâlib el- Mekkî (r.âleyh) bu namazı kendi senediyle Kûtu'l-kulûb'da nakletmiş ve o hicri 383'te vefat etmiştir. Sonra bu nafile bir namazlardandır, dileyen kılar…” (Molla Aliyyü'l Kâri, el-Edep fi Recep, s.29-38)
*9 TEVBE SÛRESİ 49-59 MEALİ N113 M009 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile 49 Onlardan bir kısmı: "Bana izin ver ve beni fitneye düşürme" der. İyi bilin ki, onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Şüphesiz cehennem, kâfirleri kuşatıcıdır. 50 Eğer sana bir iyilik isabet ederse, onlar bozulurlar. Eğer sana bir musibet isabet ederse "Biz (savaşa katılmamakla) daha önceden tedbirimizi aldık" derler ve sevinerek döner giderler. 51 De ki: "Bize ancak, Allah'ın yazdığı isabet eder. O, bizim Mevla'mızdır. Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler" 52 De ki: Siz, bizim hakkımızda iki güzellikten (gazilik veya şehidlikten) başkasını gözetleyemezsiniz. Biz ise, Allah katından veya bizim ellerimizle bir azabın size isabet etmesini gözetliyoruz. Gözetleyin; biz de sizinle beraber gözetleyenlerdeniz" 53 De ki: "Gönüllü veya gönülsüz infak edin, sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz fasık bir kavim oldunuz." 54 Sadakalarının kabulünü engelleyen: Allah'ı ve Rasülünü inkâr etmeleri, namaza tembel tembel gelmeleri ve istemeyerek infakta bulunmalarıdır. 55 Onların malları da evlatları da seni imrendirmesin. Allah, bu mallar ve evlatlar yüzünden onlara dünya hayatında azap etmek ve kâfir olarak canlarının çıkmasını ister. 56 Onlar, sizden olduklarına dair Allah'a yemin ediyorlar. Halbuki onlar sizden değildirler. Ancak onlar, korkak bir kavimdirler. 57 Eğer sığınacak bir yer veya mağaralar veya girecek bir delik bulsalardı hemen oraya koşarak yüz çevirirlerdi. 58 Bazıları sadakalar konusunda sana dil uzatır. Eğer kendilerine verilirse hoşnut olurlar. Eğer verilmezse o zaman kızarlar. 59 Eğer onlar Allah'ın ve Rasülünün onlara verdiğine razı olsalardı ve "Allah bize yeter, yakında lütfundan Allah ve Rasülü bize de verecek ve biz Allah'a rağbet ederiz" deselerdi (daha hayırlı olurdu). https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/tevbe-suresi-49-59-tefsiri
*9 TEVBE SÛRESİ 28-34 MEALİ N113 M009 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile 28 Ey iman edenler, şüphesiz müşrikler neces (pislik) dirler. Onlar, bu yıldan sonra, Mescidi Harama yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse yakında kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir. Hükmünde hikmet sahibi olandır. 29 Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve âhirete iman etmeyenlerle, Allah ve Rasülünün haram kıldığını haram saymayanlarla, hak dini ile dinlenmeyenlerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar harp ediniz. 30 Yahûdîler: "Üzeyr, Allah'ın oğludur" dediler. Hıristiyanlar da: "Mesih, Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleridir. Daha önceki kâfirlerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl da döndürülüyorlar. 31 Onlar, Allah'ın dışında hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i Rab edindiler. Halbuki tek ilaha kullukla emr olunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Onların ortak koştuklarından münezzehtir. 32 Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. Kâfirler hoşlanmasalar da, Allah nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemiyor. 33 O, hidayet ve hak din ile bütün dinlere üstün gelmesi için Rasülü'nü gönderendir. Müşrikler hoşlanmasalar da. 34 Ey iman edenler, şüphesiz hahamlardan ve papazlardan bir çoğu batıl yollardan insanların mallarını yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü toplayıp da, Allah yolunda dağıtmayanlara acıklı azabı müjdele. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/tevbe-suresi-28-34-tefsiri
Yaşadığımız çağın en baskın özelliklerden birisi sabitelerden yoksun bir hayatın yaşanıyor olması. Halbuki kadim dönemde belirli sabitelerin içerisine doğan insan kozmik düzenin bir parçası olarak kendisini görmekte ve sistemle uyumluluğu esas almaktadır.
MÜCÂDELE SÛRESİ MEALİ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1 Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitti. Allah sizin konuşmanızı da işitmiştir. Şüphesiz Allah işitendir, görendir. 2 İçinizden zıhar yapanların hanımları, onların anneleri değildir. Onların anneleri ancak onları doğurandır. Şüphesiz onlar, (zıhar yapanlar) çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Muhakkak Allah afvedicidir, bağışlayıcıdır. 3 Kadınlarına zıhar yaptıktan sonra sözlerinden dönmek isteyenlerin, (hanımlarıyla) temas kurmadan önce bir köle azat etmesi gerekir. İşte siz bununla öğütleniyorsunuz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 4 Kim (köle) bulamazsa, (eşiyle) temas kurmadan önce iki ay art arda oruç tutması gerekir. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. İşte bu (kolaylık) Allah'a ve Rasûlü'ne iman ettiğiniz içindir. İşte bunlar Allah('ın koyduğu) sınırlardır. Kâfirler için acıklı azap vardır. 5 Şüphesiz Allah ve Rasülü'ne karşı sınır (kanun) koymaya kalkanlar daha öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltıldılar. Halbuki biz apaçık âyetler indirdik. Kâfirler için alçaltıcı azap vardır. 6 Allah onların hepsini dirilttiği günde, onların yaptıklarını haber verecektir. Allah onları (yaptıklarını) saymıştır, onlarsa onu unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir. 7 Göklerde ve yerdekileri, Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin fısıltı yaptığı yerde, dördüncüleri mutlaka O (Allah) olur. Beş (kişinin) altıncısı O (Allah)dır. Bundan daha az veya daha çok olsa da, nerede olurlarsa olsunlar o (Allah) onlarla beraberdir. Sonra kıyamet gününde yaptıklarını onlara haber verecektir. Şüphesiz Allah her şeyi bilir. 8 Fısıltı yapmaktan yasaklandıktan sonra, yasaklandıklarına geri dönenleri, günah, düşmanlık ve peygambere isyan konusunda fısıltı yapanları görmedin mi? Sana geldikleri zaman, seni Allah'ın selâmlamadığı bir şeyle selâmlıyorlar ve kendi kendilerine "Söylediklerimiz sebebiyle Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?" diyorlar. Yaslanacakları Cehennem onlara yeter. Ne kötü bir dönüş yeridir. 9 Ey iman edenler, fısıltı ile konuştuğunuzda günah, düşmanlık ve peygambere isyanı fısıldaşmayınız, iyilik ve takvayı fısıldaşınız. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun. 10 Fısıltı ancak şeytandandır. İman edenleri üzmek içindir. Halbuki Allah'ın izni olmadan onlara hiçbir zarar veremezler. Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler. 11 Ey iman edenler, size "meclislerde yer açın" denildiğinde yer açın ki, Allah da size genişlik versin. "Kalkın" denildiğinde kalkın ki, sizden iman edenleri ve ilim verilenleri Allah derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Müsafirinize hem evinizin kapısını hem gönül kapınızı açın. Müsafir gittiğiniz yerde rahatsızlık vermeyin.) ...
MÜNÂFİKÛN SÛRESİ MEALİ Medine'de, Beni müstalik / Müreysi gazvesinin ardından nâzil oldu. Onbir âyettir. Münafıkların röntgenini çekiverdiği için bu isim verilmiştir. İnsanların görüntüleri ve cazibeli konuşmalarına aldanmamamız istenir. Hiç bir şeyin bizi Allah'ın kitabından alıkoymaması istenir. Ekonomik baskılardan yılmamamız gerektiği, bütün hazinelerin Allah'a ait olduğu vurgulanır ve bizim insanlara yardım etmeye devam etmemiz istenir. بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1 Münafıklar sana geldiğinde: "Biz şahitlik yaparız ki, sen şüphesiz Allah'ın Rasülü'sün." derler. Allah biliyor ki, şüphesiz sen O'nun Rasülü'sün. Allah şahitdir ki, şüphesiz münafıklar yalancıdırlar. 2 Yeminlerini kalkan edindiler de, Allah yolundan alıkoydular. Muhakkak onlar ne kötü şeyler yapıyorlar. 3 Bu, onların iman etmeleri, sonra da kâfir olmaları sebebiyledir. Artık onların kalplerine mühür vuruldu onlar anlamazlar. 4 Onları gördüğün zaman bedenleri hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Sanki onlar giydirilmiş keresteler gibidirler. Her bağırmayı kendi aleyhlerine zannederler. Onlar düşmandırlar. Onlardan sakın. Allah onları gebertsin. Nasıl da döndürülüyorlar? 5 Onlara: "Gelin Allah Rasülü size istiğfar etsin." denildiği zaman başlarını bükerler ve sen onları kibirlenerek yan çizerlerken görürsün. 6 Onlara istiğfar etsen de istiğfar etmesen de birdir. Allah onları ebediyen affetmeyecektir. Allah fasıklar topluluğuna hidâyet vermez. 7 Onlar: "Allah Rasülü'nün yanındakilere yardım etmeyin ki (onun yanından) dağılsınlar" diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'a aittir. Ancak münafıklar bunu anlamazlar. 8 (Münafıklar): "Medine'ye döndüğümüzde aziz olan zelil olanı çıkaracaktır." diyorlar. Halbuki asıl izzet, Allah'a, Rasûlü'ne ve mü'minlere aittir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. 9 Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ın zikrinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar zarara uğrayanlardır. 10 Herhangi birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktir de, sadaka vereyim ve salihlerden olayım" demeden önce, bizim size verdiğimiz rızktan infak ediniz. 11 Eceli geldiği zaman hiçbir kimseye Allah, (ecelini) geciktirmeyecektir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/munafikun-suresi-tefsiri 241027
Şiîler, Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)'i kötülemekle, dolaylı olarak İslâmiyeti ve Kur'ân-ı Kerîm'i kötülemişlerdir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'in toplanmasında herbirinin hizmeti olduğu gibi, İslâmiyeti bize ulaştıranlar da onlardır. Bu sebeple, onları kötülemek, Kur'ân-ı Kerîm'i ve İslâmiyet'i kötülemeye götürür. Şiîlerin dediği gibi, halîfelik dînin esaslarından yâni îmânı ilgilendiren bir rükûn değildir. Fakat bâzı Şiî gurupları bunda taşkınlık yaptığından Ehl-i Sünnet âlimleri halifeliğe âit bilgileri Akâid ve Kelâm ilmi içine almışlardır. Üstünlükleri hilâfet sırasına göredir. Böyle inanmak, Ehl-i Sünnet olmanın alâmeti ve işâreti sayılmıştır. Ehl-i Sünnet'e göre peygamberlerden başkası mâsum, günâhlardan korunmuş değildir. Hiçbir evliyâ sahâbîlik derecesine ulaşamaz, nerde kaldı ki peygamberlik derecesine yaklaşabilsin. Halbuki Şîilerde imamlar mâsum, yâni günâhtan korunmuşlardır. Onlara vahiy de gelmektedir. Ehl-i Sünnet, Hz. Ali (k.v.)'nin ve bütün Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)'in birbirini sevdiğini kabul eder. Dolayısıyla Hz. Ali (k.v.)'nin takiyye yaptığını reddeder. Şiîler, târih boyunca Ehl-i Beyt'ten bir mübârek zâtı kendilerine siper etmişlerdir. Meselâ, Ca'fer-i Sâdık (r.a.)'in yolunda olduklarını iddia ederler ve kendilerine “Câferî” ismini verirler. Halbukî, bu mübârek zât, Şiî inancında olmadığı gibi, târihî kaynaklarda bildirildiği üzere onların görüş ve fikirlerini reddetmiş, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (r.a.) gibi Ehl-i Sünnet'in reisine hocalık yaparak tasavvufta daha yüksek mertebelere ulaşmasını sağlamıştır. Yine bazı Şiî fırkalarının, Allâhü Teâlâ'nın Hz. Ali (k.v.)'ye hulûl ettiğini (girdiğini) ve onun ilâh olduğunu söylemeleri, Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)'den bir kısmını kâfirlikle ithâm etmeleri gibi inançlar İslâmiyet'ten ayrıldıklarını göstermektedir. Şiîlerin ezân, abdest, namaz, nikâh gibi fıkhî konulardaki farklı noktaları, âdetâ îtikâdî esasları gibi onların ayırıcı özellikleri olmuştur. Bu husûsiyetleriyle müslümanların asırlardan beri doğru ve hak olduğunda söz birliği ettikleri Ehl-i Sünnet'in ameldeki dört mezhebinden ayrılmışlardır. (Rehber Ansiklopedisi, c.18, s.284)
Ebû Hüreyre'den yaptığı diğer bir rivâyetinde Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Andolsun, gönlümden öyle geçiyor ki, kendi adamlarıma emredeyim, bana pek çok odun toplasınlar, sonra, hiçbir mazeretleri olmadıkları halde evlerinde namaz kılan kimselere gideyim, hanelerini başlarına yakıvereyim.” (Müslim) Bu sahih hadiste mazeretsiz cemaati terkedenler için pek ağır vaîdler vardır. İbn Abbas'dan şöyle rivâyet etmiştir: İbn Abbas (r.a.)'e: “Gündüz oruç tutan, gece ibâdetle meşgul olan, fakat cemaatle namaz kılmayan ve cumaya gitmeyen bir adamın durumu nedir” diye sorulunca İbn Abbas (r.a.): “O o halde ölürse cehennemdedir” cevâbını verir. (Tirmizî) Rivâyet edildiğine göre âmâ bir adam Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'e gelir ve: “Ya Resûlallah, elimden tutup beni mescide getirecek kimsem yoktur. Evimde namaz kılmam için bana ruhsat var mıdır?” Resûl-i Ekrem (s.a.v.) önce adama ruhsat verir. Âmâ adam geri dönüp giderken Resûlullah (s.a.v.) adamı geri çağırır ve: “Ezanı duyuyor musun?” diye sorar. “Evet duyuyorum.” cevâbını alınca; Peygamberimiz (s.a.v.): “Öyle ise icâbet et, cemaata devam et” buyurur. (Müslim) Rivayet edildiğine göre; iki gözü görmeyen İbn Ümmü Mektum (r.a.), Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in huzuruna geldi ve: “Yâ Resûlallâh Medine zehirli ve yırtıcı hayvanları çok olan bir yerdir. Halbuki benim gözlerim görmüyor, evimde namaz kılmam için bana ruhsat (izin) var mı?” Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Haydin namaza, yönelin felaha, sesini (ezânı) işitiyor musun?” “Evet duyuyorum.” Resûlullâh (s.a.v.): “Öyle ise icâbet et, cemaate gel” buyurdu. (Ebû Davud) Hz. Ali (k.v.) de şöyle diyor: “Mescide komşu olan için farz namaz ancak mescittedir.” Kendisine soruldu: “Kimler mescide komşu sayılır?” O: “Kim ezânı duyuyorsa” cevâbını verdi. (İmâm Şemsüddin ez-Zehebî, İslâm Şeriatinde Büyük Günâhlar, s.208)
*98 BEYYİNE SÛRESİ Medine'de nâzil olmuştur. 8 âyettir. Ehli kitap ve müşrik kâfirlerin, yaratılmışların en zararlısı olduğu, en yararlı/hayırlı insanların iman edip, ameli salih işleyenler olduğu, Kur'ân gelinceye kadar batıldan ayrılmayan, kitap gelince ayrılığa düşenlerin Cehennemlik olduğu bildirilir. بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1 Ehli kitap ve müşriklerden olan kâfirler, kendilerine apaçık bir belge gelinceye kadar (tahrif edilmiş batıl dinlerinden) ayrılacak değillerdi. 2 Tertemiz sahifeler okuyan Allah'tan bir elçi (gelinceye kadar batıldan ayrılmadılar). 3 Orada (sahifelerde) en değerli/doğru kitaplar (yazılar) vardır. 4 Ehli kitap ancak kendilerine apaçık bir belge geldikten sonra ayrılığa düştüler. 5 Halbuki onlar, dini Allah'a halis kılarak, hanifler olarak (küfre meyil dahi etmeden) Allah'a ibadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermekle emr olunmuştur. İşte değerli/doğru/devamlı din budur. 6 Şüphesiz ehli kitap ve müşriklerden olan kâfirler, cehennem ateşinin içindedirler ve ebedî olarak orada kalıcıdırlar. İşte onlar yaratılanların en şerlisi/kötüsüdürler. 7 Şüphesiz iman edip, ameli salih işleyenler, işte onlar yaratılanların en hayırlısı/iyisidirler. 8 Onların Rableri katındaki mükâfatı, altından ırmaklar akan adn Cennetleridir. Orada ebedi olarak kalıcıdırlar. Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da ondan razı olmuşlardır. İşte bu (mükâfat), Rabbinden korkanlar içindir. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/beyyine-suresi-tefsiri
MAİDE SÛRESİ 54-64 MEALİ N112 M005 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile 54 Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse Allah öyle bir kavim getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar, Allah yolunda cihat yaparlar ve kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu boldur, O her şeyi bilendir. 55 Sizin dost ve idareciniz, Allah, Onun Rasülü ve rukü ederek namaz kılıp zekât veren mü'minlerdir. 56 Kim Allah'ı, Rasülünü ve iman edenleri dost ve yönetici edinirse, şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlar, galip gelenlerin ta kendileridir. 57 Ey iman edenler, sizden önce kitap verilenlerden, dininizi oyun ve eğlenceye alanlarla, kâfirleri dost ve yönetici edinmeyin. Eğer iman ediyorsanız Allah'tan sakının. 58 Namaza çağırdığınızda onu oyun ve eğlenceye alırlar. Bu, akılsız bir toplum olmalarındandır. 59 Ey ehli kitap, sizin bizi cezalandırmanız, "Biz Allah'a iman ettik, bize indirilene, daha önce indirilene de iman ettik, sizin çoğunluğunuz yoldan çıkmıştır" dememizdendir. 60 De ki: "Allah katında yeri bundan daha kötü olanını size haber vereyim mi?” Allah'ın lanet ettiği ve üzerine gazap ettiği, ve onlardan bir kısmını maymun, hınzır ve tağuta (azgın kul'a) kul yaptığı kişilerin yeri daha kötü, yolu daha sapıktır. 61 Size geldiklerinde "İman ettik" derler. Halbuki onlar küfürle girip küfürle çıktılar. Onların gizlediklerini Allah daha iyi bilir. 62 Onların bir çoğunu günahta, düşmanlıkta ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Ne kötü şeyler yapıyorlar. 63 Rabbaniler ve bilginler, onları günah sözlerden ve haram yemekten engellemeli değil miydi? Ne kötü şeyler yapıyorlar! 64 Yahudiler: "Allah'ın eli bağlıdır, cimridir" dediler. Onların elleri bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanete uğradılar. Hayır, onun iki eli açıktır, cömerttir. Dilediği gibi infak eder. Sana Rabbinden indirilen, onlardan birçoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. Kıyamete kadar biz onların arasına düşmanlık ve kin bıraktık. Harp ateşini her yakışlarında onu Allah söndürdü. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için koşarlar. Allah bozguncuları sevmez. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/maide-suresi-54-64-tefsiri
MAİDE SÛRESİ 33-43 MEALİ N112 M005 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile 33 Allah'a ve Rasülü'ne harp açanların, yeryüzünde bozgunculuk yapmak için çalışanların cezası, ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden sürülmeleridir. İşte bu, dünyadaki rüsvaylıktır. Ahirette ise onlar için büyük azab vardır. 34 Ancak siz onları ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna. İyi bilin ki Allah afvedicidir, merhamet edicidir. 35 Ey iman edenler, Allah'tan sakının. Ona vesile arayın. O'nun yolunda cihat yapın ki kurtulasınız. 36 Muhakkak o kâfirler var ya, eğer yeryüzünde olanların hepsi ve bir o kadarı daha onların olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verseler onlardan kabul edilmez. Onlar için acıklı azap vardır. 37 Ateşten çıkmak isterler. Halbuki oradan çıkacak değiller. Onlar için devamlı azap vardır. 38 Hırsızlık yapan erkekle, hırsızlık yapan kadının ellerini Allah'tan bir ceza olarak kesiniz. Allah Aziz'dir, Hakim'dir. 39 Kim zulmettikten sonra tevbe eder, durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah bağışlayandır, esirgeyendir. 40 Bilmezmisin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a aittir? Dilediğine azap eder, dilediğini afveder. Allah her şeye gücü yetendir. 41 Ey peygamber, kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla "İman ettik" diyenlerle, küfür içinde koşuşturanlar, Seni üzmesin. Bir de Yahudilerin yalana kulak verenleri, Sana gelmeyen diğer bir toplum için casusluk yapanları, Seni üzmesin. Onlar kelimeleri yerlerinden değiştirirler. "Eğer size şu (lehinizde hüküm) verilirse alın, şu (lehinizde hüküm) verilmezse almayın" derler. Allah birinin fitneye düşmesini isterse sen Allah'a karşı onun lehine hiçbir şey yapamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kişilerdir. Onlar için dünyada rüsvaylık vardır. Ahirette de onlara büyük azab vardır. 42 Onlar yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer Sana gelirlerse aralarında hükmet veya yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen Sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Eğer hüküm verirsen aralarında adaletle hüküm ver. Şüphesiz Allah adaletle hükmedenleri sever. 43 İçinde Allah'ın hükmü olan Tevrat yanlarında iken sana nasıl hükmettirirler? Sonra bunun arkasından da yüz çevirirler. Onlar (Tevrat'a da) iman etmemişlerdir. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/maide-suresi-33-43-tefsiri
*62 CUM‘A SÛRESİ N110 M062 MEALİ Medine'de nâzil olmuştur. On bir âyettir. Temiz toplumun meydana gelmesi için toplumun Kur'ân eğitiminden geçmesi gerektiği vurgulanır. Yalnız öğretim görenler, öğrendiğiyle amel etmeyenler, sırtında kitap taşıyan eşeğe benzetilmiştir. Cuma namazı ezanıyla birlikte namaza gitmemiz emredilir. Rızk için çalışmamız öğütlenir. Ticaretimizin ibadetimize engel olmaması gerektiği anlatılır. بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1 Göklerde ve yerde olanlar, her şeyin sahibi, tertemiz, her şeye galip ve hakim olan Allah'ı tesbih ederler. 2 O, ümmiler içinde kendilerinden olan ve onlara (Allah'ın) âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten Peygamberi gönderendir. Halbuki onlar bundan önce açık bir sapıklığın içindeydiler. 3 Onlardan henüz kendilerine katılmamış olan diğerlerine de (Kıyamete kadar gelecek bütün insanlara Rasül olarak gönderilmiştir.) O, her şeye gücü yeten, hikmetle hükmedendir. 4 Bu, Allah'ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. 5 Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların (amel etmeyenlerin) durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah zalimler topluluğunu hidâyete erdirmez. 6 De ki: "Ey Yahudiler, eğer siz insanlardan ayrı olarak Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız ve eğer doğru iseniz hemen ölümü isteyiniz.” 7 Elleriyle takdim ettikleri (kötülükleri) sebebiyle onu (ölümü) asla istemezler. Allah zalimleri bilir. 8 De ki: "Kendisinden kaçtığınız ölüm size mutlaka ulaşacaktır. Sonra gizliyi ve açığı bilene döndürüldüğünüzde O, size yaptıklarınızı haber verecektir." 9 Ey iman edenler, Cuma günü namaz için çağrıldığınızda hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır. 10 Namaz kılındığı zaman yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (rızkından) arayın. Allah'ı çok zikredin ki, kurtuluşa erebilesiniz. 11 Bir ticaret veya eğlence gördüklerinde hemen ona fırladılar ve seni ayaküstü bıraktılar. De ki: "Allah katındakiler, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızk verenlerin en hayırlısıdır.” https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/cuma-suresi-tefsiri
RA'D SÛRESİ 6-16 MEALİ N096 M013 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla 6 (Kâfirler) Senden iyilikten önce kötülüğü (cezayı) acele isterler. Halbuki onlardan önce benzerleri (cezalandırılmış olarak) geçmişti. Şüphesiz Rabbin, zulümlerine rağmen insanlara mağfiret sahibidir. Ve şüphesiz Rabbin azabı çok şiddetli olandır. 7 Kâfirler: "Ona Rabbinden bir âyet (mu'cize) indirilmeli değil miydi?" derler. Sen ancak uyarıcısın. Her toplumun hidâyet rehberi vardır. 8 Allah her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağını bilir. Her şey O'nun (Allah'ın) yanında bir ölçü iledir. 9 Gizli olanı da açıkta olanı da bilir. Büyüktür, Yücedir. 10 Sizden sözünü gizleyen de, açıktan söyleyen de, geceleyin gizlenen de, gündüzün görünen de eşittir. (Allah için hiçbir şey fark etmez hepsini duyar, görür, bilir.) 11 Allah'ın (her insanı) önünden ve ardından takip edip, Allah'ın emrinden/emriyle onu koruyan (melekleri) vardır. Bir toplum kendisini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez. Bir topluma (kötülükleri sebebiyle) azap istedi mi onu geri çevirecek yoktur. Onlar için Allah'tan başka yardımcı dost da yoktur. (Bak, Enfal 53, En'am 129) 12 Korku ve ümitle şimşeği size gösteren, yağmur yüklü bulutları yaratan O'dur. 13 Gök gürültüsü, Allah'ı hamdiyle tesbih eder. Melekler de korkusundan (tesbih ederler). Yıldırımlar gönderir de onlar, Allah hakkında çekişip dururlarken dilediğine isabet ettirir. O, pek kuvvetlidir. 14 Gerçek da'vet (dua) Ona yapılır. Ondan başkasına dua (da'vet) ettikleri onlara hiç bir şeyle cevap veremezler. Onların durumu ağzına ulaşması için iki elini suya açan gibidir. O su ona ulaşmaz. Kâfirlerin duası (da'veti de ancak sapıklıktır) boşa gitmiştir. 15 Göklerde ve yerdekiler isteyerek ve istemeyerek Allah'a secde ederler. Onların gölgesi de sabah akşam (secde ederler).(Secde ayetidir) 16 De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" (onlar cevap vermese de sen) De: "Allah" (ve yine) De ki: "Allah'tan başka dostlar mı edindiniz? Onlar kendilerine bir fayda ve zarar veremezler." De ki: “Kör ile gören bir midir? Karanlıklarla (şirk ile) nur (tevhid) bir midir?" Yoksa Allah'ın yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular, bu yaratılanlar birbirine benzedi de onun için mi Allah'a ortaklar edindiler? De ki: "Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, tek'tir, Kahhar'dır (Herşey emri altınadır).” https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/rad-suresi-6-16-tefsiri
RA'D SÛRESİ 26-32 MEALİ N096 M013 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla 26 Allah, rızkı dilediğine açar ve (dilediğine) kısar. Onlar (kâfirler), dünya hayatıyla sevindiler. Halbuki dünya hayatı âhirete oranla bir geçimlikten ibarettir. 27 Kâfirler: "Ona Rabbinden bir âyet (mu'cize) indirilmeli değilmiydi?" derler. De ki: Allah dilediğini sapıtır, gönlünü yönelteni de hidâyette kılar. 28 Onlar ki, iman ederler ve kalpleri Allah'ın zikri ile tatmin olur. İyi bilinki kalpler, ancak Allah'ın zikriyle tatmin olur. 29 İman edip, ameli salih işleyenlere müjdeler olsun. Görülecek yerin güzeli onlar içindir. 30 İşte böylece Seni de bir ümmete peygamber olarak gönderdik ki, sana vahy ettiğimizi onlara okuyasın. Onlardan önce de ümmetler gelip geçmişti. Onlar Rahmân'ı inkâr ediyorlar. De ki: "O, benim Rabbimdir. O'ndan başka ilâh yoktur. Ona güvendim. Dönüşüm Onadır." 31 Eğer Kur'ân'la dağlar yürütülseydi, yeryüzü parça parça edilseydi, ölüler konuşturulsaydı (kâfirler yine iman etmezlerdi) işlerin hepsi Allah'a aittir. İman edenler bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanlara hidâyet verirdi. Kâfirlerin yaptıkları yüzünden başlarına ani bir bela gelecek veya yurtlarının yakınına konacak. Allah'ın va'di gelinceye kadar sürüp gidecek. Şüphesiz Allah va'dinden dönmez. 32 Senden önceki peygamberlerle de alay edildi. Kâfirlere önce mühlet verdim sonra yakaladım. Benim azabım nasılmış? https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/rad-suresi-26-32-tefsiri
Âyet-i Celîle'de şöyle buyrulur: “Yahûdîler, Allâhü Teâlâ'yı gereği gibi tanıyamadılar. Zîrâ “Allâhü Teâlâ, beşere hiçbir şey indirmemiştir” dediler.” (En'am s. 91) Böyle demekle beşeriyet hakkında değil, Allâhü Teâlâ hakkında takdirsizlik ettiler. Beşere, Hâkk Teâlâ'nın en büyük rahmet ve nimeti olan vahyi, gönderdiği Peygamberleri inkâr etmek cür'etinde bulundular. Rivayet edildiğine göre; bir gün, Yahudi âlimlerinden başhaham Mâlik bin Sayf, huzûr-u risâlete gelir. Kitablar üzerinde Efendimiz (s.a.v.) ile mübâhase etmeye başlar. Mâlik, çok şişman bir adammış. Konuşurlarken, Resûl-ü Ekrem (s.a.v.): “Tevrat'ı Mûsâ'ya indiren Allâhü Teâlâ hakkı için doğru söyle! Tevrat'ta, “Allâh (c.c.), şişman olan âlimi sevmez” diye yazılı değil mi? Halbuki sen şişman bir hahamsın. Yahûdîlerin yedirdikleri şeylerden semizlemişsin!” buyurur. Ashâb-ı Kiram (r.a.e.) gülüşür, Mâlik'in canı sıkılır ve: “Allâh (c.c.), beşere hiçbir Kitab indirmemiştir” der, Nübüvvet-i Muhammedî (s.a.v.)'i inkâr edeyim derken, hiddetinden, müşrikler gibi, bütün Kitabları toptan inkâr ediverir. Yahûdîler, hâdiseyi işitir: “Yazıklar olsun sana! Mûsâ'ya Tevrât indirilmedi mi? Niçin onu inkâr ettin?” derler. Mâlik: “Peygamber'e hiddetimden böyle söyledim” der. Yahûdîler: “Biz, öfkelendiği vakit Kitabını inkâr eden adamı istemeyiz, sen yârın hiddetlenirsen, Allâh (c.c.)'yu da inkâr etmekten korkmazsın” derler. Ve kendisini başhahamlıktan azlederek, yerine Kâ'b ibn-i Eşref'i ta'yîn ederler. Bu Âyet-i Kerime'nin nüzul sebebi hakkında meşhur olan rivâyet budur. (Ayıntabî Mehmed Efendi, Tibyân Tefsiri, c.2, s.38-39)
*4 NİSA SÛRESİ 58-65 MEALİ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 58 Muhakkak Allah size emanetleri ehline vermenizi, hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Muhakkak Allah işitici ve görücüdür. 59 Ey iman edenler, Allah'a itaat ediniz; Rasülüne itaat ediniz; ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat ediniz.) Herhangi bir şeyde çekişirseniz, eğer Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsanız onu Allah'a ve Rasülüne havale ediniz. Bu daha hayırlı ve sonuç itibariyle daha güzeldir. 60 Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenlerin, Tağut (put adamlar) önünde muhakeme olmalarını istediklerini görmedin mi? Halbuki, onları inkâr etmekle emr olunmuşlardı. Şeytan onları uzak bir sapıklığa düşürmek ister. 61 Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve Rasülüne gelin" dendiği zaman, münâfıkların senden tamamen uzaklaştığını görürsün. 62 Elleriyle yaptıklarından dolayı, başlarına bir musibet geldikten sonra sana gelip de: "Biz ancak iyilik yapmak ve arayı bulmak istemiştik" diye nasıl yemin ederler. 63 Onlar, öyle kişilerdir ki, Allah onların kalplerindekini bilir. Sen onlardan vazgeç ve onlara va'zet. Onlar hakkında beliğ (az, öz ve etkili) söz söyle. 64 Biz gönderdiğimiz her rasülü, Allah'ın izni ile, itaat olunsun için gönderdik. Keşke onlar nefislerine zulmettiklerinde sana gelselerdi de, Allah'a istiğfarda bulunsalardı da, rasül de onlar için istiğfar etseydi, muhakkak Allah'ı tevbeleri kabul edici ve merhamet edici olarak bulacaklardı. 65 Hayır, öyle değil. Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarındaki çekişmede seni hakem tayin etmedikçe ve Senin verdiğin hükme yüreklerinde sıkıntı duymadan teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/nisa-suresi-58-65-tefsiri-ali-kucuk
Gazzâlî'nin (rahimehullah) yazı nazariyatıyla ilgili görüşlerinden hareketle, son üç yazıda zikrettiğimiz tüm kavramlara ve ıstılahlara, Allah ile kulu arasındaki bağa yani Allah ile başlayıp Allah ile biten ya da Allah ile bitip, Allah ile başlayan akışa mahsus söylediklerimize yetkin bir örnek olarak, İbnü'l-Arabi'nin (rahimehullah) Fusûsu'l- Hikem'in kendisine nasıl ve neden verildiğine dair besmele, hamdele ve salveleden sonra yaptığı şu açıklamaya bakabiliriz. “Muhakkak ben mübeşşirede Resûlüllah'ı (as) gördüm (raeytü). O bana 627 senesi Muharrem'inin son günlerinde, Şamda irâe olundu. Elinde bir kitap vardı. Bana ‘Bu, Fusûsu'l-Hikem kitabıdır, onu al ve insanlara çıkar. Bundan yararlansınlar' diye emretti. Ben de ‘Biz emr olunduğu gibi Allah Teâlâ'yı, Resûlü'nü, yöneticilerimizi dinler ve itaat ederiz; nitekim biz böyle emr olunduk' dedim. Böylece amacı tam olarak anladım, Resûllah'ın emrettiği tarzda bu kitabın ibrazı için niyetimi temizledim, herhangi bir ekleme ve çıkarma yapmaksızın bu kitabı insanlara ulaştırmak için kastımı arındırdım. Ve bu kitabı insanlara ulaştırırken (ibraz ederken) ve diğer bütün hallerde beni üzerinde Şeytan'ın tasallutu olmayan kulları arasına katmasını Allah'tan niyaz ederim. Parmaklarımın yazdığı ve lisanımın söylediği ve kalbimin üzerine şamil olduğu her şeyde bana korunmuşluk yardımıyla (te'yid-i'tisamiyye), münezzehlik makamından gelen aktarımını (ilkâ-i Subbuhiyye) ve ruhani üflemesini tahsis etmesini dilerim. Bu işi yaparken mütehakkim değil, mütercim olayım. Ta ki kalp ve müşahede sahibi ehlullahtan ona vakıf olan kimse, onun nefsani amaçlardan uzak olan mukaddeslik makamından geldiğine tam olarak kanaat getirsin. (Çünkü) nefsani amaçlarda gerçekle yanlış birbirine karışmıştır. Ve umarım ki, Hak Teâlâ duamı dinleyip, seslenişimi kabul eyleye. Şimdi ben ancak bana ilka olunan (kalime atılan) şeyi ilka ederim. Ve ben bu kitap içinde, ancak benim üzerime onunla nazil olan şeyi inzal ederim. Halbuki ben nebi değilim, resul de değilim; ama vârisim ve ahiret (iyiliğim) konusunda harisim.” Daha önce değindiğimiz üzere ilahî meşiyet ve her kime vermişse ona büyük bir hayrın eriştiği hikmet esasından bakarak, resul ya da nebî olup olmadığı bildirilmeyen Hz. Lokman'ın (as) hikmete mazhar olması bunun başkaları için de mümkün olabileceğini göstermektedir. Kaldı ki, İbnü'l-Arabî de Fusûs'un kendisine cisim halinde bir kitap olarak verildiğini söylememekte, bilakis bunun için ilka ve ruhaniyet kelimelerini kullanmaktadır.
İslâm dini temizlik dinidir ki Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in “Temizlik imandandır” hadisi şerifi ile buna vurgu yapmaktadır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir hadis-i şerifinde, fıtrattan olan beş temizlikten birinin tırnakların kesilmesi olduğunu belirtmiştir. Kadın olsun erkek olsun tırnakları her ne sebeple olursa olsun uzatmak İslâm'ın fıtratından olan temizliği terk etmek olduğundan mekruhtur. Tırnakları kesmekte ihmalkârlık etmek caiz değildir. Benî Gaffar kabilesinden bir adamdan rivayete göre Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Etek tıraşı olmayan, tırnaklarını kesmeyen ve bıyıklarını kısaltmayan bizden değildir.” buyurmuşlardır. Ebu Eyyüb el-Ensari (r.a.)'den rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Nasıl oluyor da, sizden biriniz gök haberlerinden soruyor? Halbuki o, tırnaklarını kuşların tırnakları gibi uzun bırakıyor, kesmiyor da, tırnaklarında cenâbetlik, kir ve pislik toplanıyor, birikiyor!” buyurmakla tırnak kesmenin önemini belirtmişlerdir. İbn-i Abidin (r.âleyh) şöyle der: “Bir kimse tırnaklarını, dikkatsizlik ve ihmâl yüzünden vaktinde kesmeyerek uzatırsa, o kimse geçinmek hususunda rızık darlığına düşer. Feyiz ve bereketten mahrum kalır.” Asrımızda müslümanım diyen bazıları maalesef kâfirlere özenerek onlar gibi tırnaklarını uzatmaktadırlar. Abdest ve gusül esnasında suyun tırnak altlarına, uzayan kısmın altına ulaşması şarttır. Pislik dolu olduğu için buralara su ulaşmazsa temizlik olmaz. Güzellik niyetiyle, temiz tutulsa da tırnak uzatmak yanlıştır. Aynı zamanda Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in sünnetine aykırıdır. Uzatılan ve ojelenen tırnaklar, fıtrata yani insanın yaratılışına aykırıdır. Ayrıca ojeli tırnaklar abdeste ve gusle manidir. (www.mevlanatakvimi.com)
Peygamberimiz (s.a.v.) gönderildiği zaman, Sâsânî sarayında oturmakta olan Kisrâ sabah uyanınca, saray takının kırıldığı ve Dicle'nin korkunç bir şekilde taştığını görmüş. Bundan endişelenerek kâhinleri, müneccimleri ve sihirbazlarını toplayıp bu olayların neyin alâmeti olduğunu açıklamalarını istemiş. Halbuki onların o gün bütün ilimleri ile oyunları alınmış ve şaşırıp kalmışlardır. Zira o gece sahrada geceleyen birisi, Hicaz'dan bir ışığın çıktığını ve tâ doğuya kadar uzandığını görür ve bunun yorumunu: “Eğer şu gördüğüm doğru ise, Hicaz'dan bir sultan zuhur edecek ve doğuya mâlik olacaktır. Yeryüzü kendisinin önderliğinde büyük hayırlara ve bereketlere kavuşacaktır!” şeklinde yapar. Biraz sonra da kâhinlerin, müneccimlerin ve sihirbazların tutukluğu ve şaşkınlığı geçmiştir. Birbirine bakıp: “Herhalde farkındasınız, bize bu tutukluk, muhakkak semavî bir emir ve iş sebebiyle gelmiştir. Bu da ancak, gönderilmiş bir peygamber olabilir ve bu peygamber, şimdiki dini ve idareyi kırıp atacaktır!” Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayetle, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz gönderildiğinde bütün putlar devrilmiştir. Buna şaşıran şeytânlar, reisleri İblîs'e giderek durumu haber vermişler. İblîs, “bunun, gönderilmiş bulunan bir peygamber sebebiyle olduğunu” söylemiş. Şeytânlar O (s.a.v.)'i aramaya koyulmuşlarsa da bulamamışlar. İblîs bizzat kendisi aramaya çıkmış ve O (s.a.v.)'i Mekke'de bulmuştur. Şeytânlara hitaben: “Ben O'nu Mekke'de buldum, yanında Cibril de vardı” demiştir. Ebû Nuaym (r.âleyh) demiştir ki: “İblis korku ve dehşete kapılarak dört defa feryad etmiştir: Lânete uğradığında, arza indirildiğinde, Hz. Peygamber (s.a.v.), peygamber olarak gönderildiğinde, Fatiha Sûresi nazil olduğunda.” (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, s.190-191)
ÂLİ IMRÂN SÛRESİ 77-85 TEFSİRİ N089 M003 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 77 Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir para karşılığında değiştirenlerin, işte onların âhirette hiç bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz ve acıklı azap da onlaradır. 78 Onlardan bir bölümü de vardır ki; onlar, siz onu kitaptan sanasınız diye, kitapta olmadığı halde, dillerini kitaba doğru eğip bükerler. Allah katından olmadığı halde "Bu Allah katındandır" derler. Bilip dururken Allah'a karşı yalan söylerler. 79 Allah'ın kendisine, kitap, hüküm ve nebilik verdiği hiçbir insana "Allah'ı bırakın bana kul olun" demesi yakışmaz. Ancak "Öğretmekte ve öğrenmekte olduğunuz kitap sebebiyle rabbaniler olun" demek yaraşır. 80 Size, melekleri ve nebileri Rabler edinmenizi emretmesi de yaraşmaz. Siz Müslüman olduktan sonra size inkârı emreder mi hiç? 81 Hani Allah, nebilerden, "And olsun size kitap ve hikmet verdim. Sonra sizinle beraber olanı doğrulamak için size rasül gelecek. Ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" sözünü aldığında ‘İkrar ettiniz ve bu ağır yükümü alıp kabul ettiniz mi?' demişti de onlar: ‘İkrar ettik' demişlerdi de Allah; "Şahit olun, ben de sizinle beraber şahitlik edenlerdenim" demişti. 82 Kim bundan sonra yüz çevirirse, onlar fasıkların ta kendileridir. 83 Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde olanların hepsi isteristemez Ona teslim olmuştur ve Ona döndürüleceklerdir. 84 De ki: "Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a ve torunlarına indirilene, Rableri tarafından Musa, İsa ve nebilere verilene iman ettik, onlar arasından hiçbirini ayırt etmeyiz. Biz O'na teslim olanlarız." 85 Kim İslam'dan başka din ararsa ondan o (bulduğu din) kabul olunmayacaktır ve o âhirette zarara uğrayanlardandır. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/ali-imran-suresi-77-85-tefsiri-ali-kucuk https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/sets/ali-imran-suresi-tefsiri-ali-kucuk
ÂLİ IMRÂN SÛRESİ 1-8 TEFSİRİ N089 M003 İki yüz ayetten meydana gelen bu sûre, Medine'ye hicretten sonra, ayrı ayrı zamanlarda nâzil olan ayetlerden meydana gelmiş ve Meryem validemizin babası Imrân'ın adı geçtiği için "Âli Imrân" Imrân (ailesi adını) almıştır. Allah'ın birliğinden, âhiretin varlığından, dünyanın güzelliklerinden, hürriyetten, cihatdan, şehitlikten, Uhud harbinden, ehli kitaba yapılacak davetten, adaletten dünyada düzeni sağlayacak olan İslâm ümmetinden v.s. bahsetmektedir. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 1 Elif, Lâm, Mim. 2 Allah, Ondan başka ilâh yoktur. Hayy'dır. Kayyum'dur. 3-4 O sana, kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak, hak kitabı indirdi. O Tevrat ve İncil'i de indirdi. (o Tevrat ve İncil) Bundan önce insanlara birer hidâyet idiler. Fûrkanı da indirdi. Şüphesiz Allah'ın ayetlerini inkâr edenlere şiddetli azap vardır. Allah güçlüdür, (inkâr ve isyanın) öcünü alıcıdır. 5 Şüphesiz yerde ve gökte olan hiçbir şey Allah'a gizli değildir. 6 Rahimlerde size dilediği gibi şekil veren O'dur. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, Aziz'dir Hakim'dir. 7 O'dur sana kitabı indiren. Onda kitabın anası olan muhkem (Manası açık ve net) ayetler vardır. Diğerleri de müteşabih (manası bize göre açık ve net olmayan) lerdir. Kalplerinde eğrilik olanlar fitne aramak ve yorumunu kendilerine göre yapmak için müteşabih ayetlere uyarlar. Halbuki onun yorumunu Allah'tan başkası bilmez. İlimde üstün olanlar ise: "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır" derler. Akıl sahiplerinden başkası iyice düşünmezler. 8 Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi eğme ve bize katından rahmet ver. Sen karşılıksız verensin. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/ali-imran-suresi-1-8-tefsiri-ali-kucuk https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/sets/ali-imran-suresi-tefsiri-ali-kucuk
Her istediğim olması gerekiyor, bunu sanki prensipmiş gibi kabul ediyorum ve her istediğimin istediğim an olmasını istiyorum. Olmayınca tabi ki duruşumu sergiliyorum ve sesimi yükseltiyorum. Çığırdıkça daha çok sesim yükseliyor ve yankılanıyor her yerde sesim ama önce beni rahatsız ediyor ve kulaklarımı yırtıyor sanki sahtelikler. Neden böyle oldu ki? Halbuki ben prensip oluşturmuş ve istediğimi almak için çabalamıştım ama hala içimde bir his var, ağır ve yorucu diyorsanız, yeni bölümümüz de aslında nazlanmanın başka bir halini anlatacağız ve içimize açılan keşif yolculuğumuz kaldığı yerden devam edecek, siz kulaklığın ucunda bizi dinlerken arkanıza yaslanmayı ve rahatlamayı ihmal etmeyin çünkü kara tren hızını daha da artırıyor, keyifli dinlemeler efendim.
Üniversitelerdeki öğretim elemanlarının kalite sorunu uzun yıllardan beri yazılan ve çizilen müzmin bir konu haline gelmiştir. Özellikle kalite sorununun temelinde yatan araştırma görevlisi alımı sürecinin etkisi tartışmasızdır. Gelinen süreçte ciddi iyileştirmeler olsa da hala sorunların olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Bu yazımızda bir akademisyenin feryatları eşliğinde konuyu açıklamaya çalışacağız. Sorunları kimin söylediğinden ziyade ne söylediğine odaklanmamız gerekiyor Üniversitelerde sorun denilince hemen birçoğunun aklına akademik personelin ücretlerinin düşüklüğü gelmektedir. Halbuki ücret düşüklüğü yaşanan sürecin hem çıktısı hem de çok küçük bir kısmıdır. Bu çerçevede, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari bilimler Fakültesi İşletme Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Behçet Yalın ÖZKARA sosyal medya hesabından öğretim elemanlarının üniversitede yaşadığı sorunları en yalın haliyle izah etmeye ve vahim tabloyu gözler önüne sermeye çalışıyor. Hocanın kişiliğini, tarzını, olaylara yaklaşımını vb. birçok şeyi eleştirebiliriz. Ama anlattıkları şeyler dikkate alındığında akademinin iyileştirilmesi gereken ciddi yaraları olduğunu göstermektedir. Kaldı ki bu sorunlar bilinen sorunlar ama yüksek sesle dillendirilmeyen sorunlardı. Üniversitelerde akraba, eş dost istihdamı yeni değil Geçmişten günümüze akademide eş dost ataması bilindik bir yöntemdir. Keşke bu konuda ciddi bir çalışma yapılsaydı da cümle alem detaylarını duymuş olsaydı. Ancak eş dost atamasına ilişkin ciddi bir akademik araştırmaya ve çalışmaya rastlamadım ama belki de yapılmıştır. Üniversitelerde geçmişe göre büyük iyileştirmeler yapılmıştır. Ancak üniversitelerin çoğalması yapılan iyileştirmeleri yetersiz hale getirdiği için hala hakları yenilenlerin feryatları yükselmektedir. Hoca, araştırma görevlisi olmak için girdiği çok sayıda mülakat sınavında nasıl elendiğini belirterek özellikle de bir sınavda yaşadığı olayı ironik bir şekilde açıklamaktadır. Anlattığının doğru veya yanlış olduğunu test edemeyiz. Ancak anlatılan örnekler oldukça bilindik ve günümüzde de çok sayıda örneği bir çırpıda sıralamak mümkündür.
“Tarih ve Kültüre Adanmış Bir Ömür / Mahmud Goloğlu'nun Yazıları” isimli kitabı geçenlerde gözden geçirirken bazı makaleleri daha sonra okurum diye işaretlemiştim. 5 Temmuz 1949 tarihli Yeniyol'da “Trabzon: Mukaddesata Hürmet İrtica Değildir” başlıklı yazısında Trabzon'da şahit olduğu nâhoş bir hareketten söz edip İstanbul'a intikal ediyor ve Bâyezid Camii'nin yanı başındaki Küllük Kahvesi'ni güzel bir örnek olarak hatırlatıyor. Şöyle ki: Trabzon'da o tarihlerde Atapark diye bir park vardır. Mezarlıktan bozulup yapıldığı için halk arasında oraya “Âhiret Parkı” denilmektedir. Gerçekten de bu park şehre ayrı bir güzellik katmıştır. Halbuki eskiden insanlar caddenin bu kısmından sanki kâbus görüyormuş gibi geçiyorlardı. Park yeni şekliyle oraları şenlendirmiş ve çevreye bir canlılık getirmiştir. Sadece bu kadar mı, güzel bir mâbed, kıymetli bir eser, tarihi bir değer olan Hâtûniye Camii'nin bütün letâfeti ve asâletiyle meydana çıkmış olması da, şehir için ayrı bir kazanç olmuştur. Bu arada, Yavuz Sultan Selim'in annesi Gülbahar Sultan'ın türbesi de başka bir güzellik âbidesi olarak gözlere çarpmaya başlamıştır.
“Tarih ve Kültüre Adanmış Bir Ömür / Mahmud Goloğlu'nun Yazıları” isimli kitabı geçenlerde gözden geçirirken bazı makaleleri daha sonra okurum diye işaretlemiştim. 5 Temmuz 1949 tarihli Yeniyol'da “Trabzon: Mukaddesata Hürmet İrtica Değildir” başlıklı yazısında Trabzon'da şahit olduğu nâhoş bir hareketten söz edip İstanbul'a intikal ediyor ve Bâyezid Camii'nin yanı başındaki Küllük Kahvesi'ni güzel bir örnek olarak hatırlatıyor. Şöyle ki: Trabzon'da o tarihlerde Atapark diye bir park vardır. Mezarlıktan bozulup yapıldığı için halk arasında oraya “Âhiret Parkı” denilmektedir. Gerçekten de bu park şehre ayrı bir güzellik katmıştır. Halbuki eskiden insanlar caddenin bu kısmından sanki kâbus görüyormuş gibi geçiyorlardı. Park yeni şekliyle oraları şenlendirmiş ve çevreye bir canlılık getirmiştir. Sadece bu kadar mı, güzel bir mâbed, kıymetli bir eser, tarihi bir değer olan Hâtûniye Camii'nin bütün letâfeti ve asâletiyle meydana çıkmış olması da, şehir için ayrı bir kazanç olmuştur. Bu arada, Yavuz Sultan Selim'in annesi Gülbahar Sultan'ın türbesi de başka bir güzellik âbidesi olarak gözlere çarpmaya başlamıştır.
Orta denilince altı ve üstü varmış sanılıyor. Halbuki sınıflar iki tane. Ama yine de kullanıyoruz bu ifadeyi; orta sınıf…Bu ‘sınıf'ın kini de kendi çelişkilerinden ürüyor.------- Podbee Sunar -------Bu Podcast, Hiwell hakkında reklam içerir. Hiwell'in klinik psikologlarıyla ücretsiz tanışma görüşmeleri yapmak ve terapi seanslarınızda pod10 koduyla %10 indirimden faydalanmak için. tıklayın. See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
'Kişisel gelişim' her derde deva bir reçeteymişçesine popülerleşip fetişleştikçe, kişisel gelişim kültüründen yaka silker olduk. Halbuki gerçek anlamıyla gelişim antik çağlardan beri önemi vurgulanan değerli bir felsefe. Çünkü her yaşam daha iyiye götürülebilir. Bu bölümde, kişisel gelişimin ne anlama geldiğini, yaşam boyu kendimizi geliştirmemizi sağlayacak bazı pratik öneriler eşliğinde anlatıyorum.Bu podcast, Salus hakkında reklam içerir.Psikopatika10 kodunu kullanarak, ilk kullanımda size özel %10 indirimden faydalanabilirsiniz.Salus'u indirmek ve daha detaylı bilgi almak için tıklayınız.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Çay Faslından Hakikat Damlaları: Ölümsüzlük İksiri *Yapılan pek çok hatanın temelinde insanın her şeyi bildiğini zannetmesi, kendi kendisine yeteceği mülahazası ve başkalarının fikirlerine müracaat etmeme inhirafı bulunmaktadır. Çağımızda bu körlük yaygınlık kazanmıştır. Halbuki, esas “Akla mağrur olma Eflâtun-ı vakt olsan dahi / Bir edib-i kâmil gördükde tıfl-ı mekteb ol!.” (Nef'î) sözünce yaşamaktır. Zira, Çekinme âkıl isen itiraf-ı noksandan / Emin olan delidir aklının kemalinden!” (M. Naci) (01:50) *Halk arasında “Marifet iltifata tabidir.” şeklinde yaygın olarak kullanılan bir söz vardır. Belki pek çok insan için böyle bir disiplin söz konusu olabilir ama aslında o bencilce bir yaklaşımdır. Yani halk iltifatta bulunduğu takdirde bazı insanlar marifetlerini döktürür, kabiliyetlerini sergilerler. Aslında iltifat, umumi manada insanlar için teşvik edici bir unsur, hatta bir ihtiyaç olarak görülebilir. Fakat adanmış bir ruha göre, iltifat marifete tabidir. Siz yapmanız gerekeni yapar, ortaya koymanız gerekeni ortaya koyarsınız; bunun sonucunda âlem ister iltifat eder, isterse etmez; meseleyi asla buna bağlı götürmezsiniz. Bu video 07/10/2013 tarihinde yayınlanan “Mukaddes Mekanlar, Kutsal Zamanlar ve Mübarek Haller” isimli bamtelinden alınmıştır.
Dünya nereye gidiyor, Kuran-i kerim ve hadislerde şu anki yaşadığımız süreç bildiriliyor mu? Rabbimiz Kitab'ın birçok ayetinde çoğunluğu yermiş, çoğunluğun müşrik olduğunu (30/Rûm, 42), saptıklarını (37/Saffât, 71), onlara uyanları saptırdıklarını (6/En'âm, 116), akletmediklerini (5/Mâide, 103), cahil olduklarını (6/En'âm, 111), şükretmediklerini (2/Bakara, 243), imana yanaşmadıklarını (13/Ra'd, 1), fasıklığı seçtiklerini (3/Âl-i İmran, 110), haktan hoşlanmadıklarını (23/Mü'minûn, 70)... belirtmiştir. Buna karşılık, peygamberlerin davetine icabet edenlerin azınlıkta kalanlar olduğunu defaatle vurgulamıştır. (2/Bakara, 249; 10/Yûnus, 83; 11/Hûd, 40; 38/Sâd, 24) g) İslâmî ilimlerin ortadan kalkması, cehaletin artması (Buhârî, Fiten, 4). h) Depremlerin çoğalması (Buhârî, Fiten, 25). i) Cinâyetlerin çoğalması, fitnelerin zuhur etmesi (Buhârî, Fiten, 4; Müslim, Fiten, 18). k) Zinanın açıkça işlenmesi, içki tüketiminin artması, kadınların çoğalıp erkeklerin azalması (el-Ali en-Nâsif Tac, 5/335). Artan deizm ve ateizmin arkasinda ne var? Cocuklarımızı ve gençlerimizi nasıl ve neden kaybediyoruz? Özellikle Evanjelist Hristiyanlar kıyameti hızlandırmak, Mesihi geri getirmek ve dünyaya 3 tanrı inancını hakim kılmak için tüm insanlığı dinsizleştirmek ve eşcinselleştirmek istiyorlar. İsa Mesihin gelmesi için Tanrıyı kıyamete zorlamaları gerek! Bu 2 şeyle olur: 1. Yahudileri ortadoğuda hakim kılmak. 2. Dünyada dinsizliği ve eşcinselliği yaymak. (Burada ekrana akışkan cinsiyet örneği için Cloud karakterini ve Koreli gurubun resmini koyabilirsin) Deccalden nasıl bahsediliyor ve günümüzdeki dijital çağ deccalin kozu mu olacak? Süper güçleri olan bir varlık. Bu güçleri sihirden mi alıyor, yüksek tenknolojiden mi bilmiyoruz. "İnsanlara “Ben sizin rabbinizim.” der. Halbuki o a'var / şaşıdır, Rabbiniz ise şaşı değildir. Onun iki gözü arasında / alnında heceli olarak “K F R” yazılıdır. Okuma yazması olan olmayan her mümin onu okur…” (Ahmed b. Hanbel, 3/367) (Buraya Sezenin şarkı sözlerinin olduğu görseli getir. Yorumunu yap Murat. Devamını getiririm) Deccal "Bir elinde cennet bir elinde cehennemi taşıyor" dan bir sihir ve ilizyon ile teknolojiyi kullanacak anlami mi çıkıyor? "Deccal'ın beraberinde bir cennet ve bir cehennem vardır. Onun cehennemi bir cennet, cenneti de bir cehennemdir.” (Müslim, Fiten, 104,109; İbn Hanbel, 5/383; İbn Mâce, Fiten, 33/ 4071) “Deccal kırk yıl yaşar. Onun bir yılı bir ay; bir ayı bir hafta; bir haftası bir gün; bir günü saat; bir saati ise, hurma ağacının bir yaprağının ateşte yandığı miktar kadardır. İki mescid (Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi) hariç her yere gider.” (Taberanî, el-Kebir, 24/169; Kenzu'l-ummal, h. no: 38779). “Zaman öyle yaklaşır /peş peşe gelir / hızlanır ki, bir sene bir ay, bir ay bir hafta, bir hafta bir gün, bir gün bir saat, bir saat bir ateş kıvılcımı kadar olur.” (bk. Tirmizi, Zühd,24) Yaklasik bin yil arayla büyük peygamberler gelmis, bir daha peygamber de gelmeyecegini gore ve Hz Muhammed sav'den de 1400 sene gectigine gore, kiyamet sureci cok mu yakin? 610 yılında Peygamberlik verildi. Bugün 2022 – 610 = 1412 Hicri 1443 yılındayız. “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” (İbn-i Kesir tefsiri, 12/6549) “Benim ümmetimin ömrü 1.500 seneyi pek geçmeyecek.” [bk. el-Havi li'l-Fetavi, Suyuti, 2/248; Ruhul Beyan, Bursevi, (Arapça) 4/262, Ahmed bin Hanbel, İlel, s, 89] Peygamber gelmeyecek ama Hz. Mehdi ve İsa Mesih geleceklerdir. "Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir." (Ebu Davud, Melahim, 1.) İslam'ın hakim olacagi bir süreçten bahsedilir ve Allah nurunu tamamlayacak ayeti ile de iliskilendirilir, bu ne demek? “Müşrikler hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen odur." (Tevbe 33)
“Ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Resûlüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.” 71 Cenâb-ı Hak, daha sonra bu kimselere bu iki emrine karşılık şu iki vaadde bulunmuştur: Mü´minlerin hayır ve güzel olan işlerine karşılık, işlerinin iyiye götürülmesi... Çünkü kişi Allah´tan itikâ etiği için, amellerini düzeltir. Amel-i sâlih de göğe kaldırılır ve orada muhafaza edilir. Böylece de amel-i sâlih yapan, cennette ebedî bırakılır. Kişinin doğru söylemesine karşılık da günahlarının bağışlanması vaadedilmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Allah, "Kim Allah´a ve Resulüne itaat ederse, muhakkak ki o, en büyük kurtuluşla kurtulmuştur" buyurmuştur. O halde Allah´a itaat, peygambere itaat demektir. Fakat Cenâb-ı Hak, bu iki itaati, itaat edenin fiilinin çok kıymetli olduğunu göstermek için birlikte zikretmiştir. Çünkü bu kimse, bu tek hareketiyle, Allah katında bir ahd, Resul katında da bir "el" edinmiştir. Allah Teâlâ, "Muhakkak ki o, en büyük kurtuluşla kurtulmuştur" buyurmuştur. Cenâb-ı Hak bu kurtuluşu şu iki sebebten dolayı "büyük" olarak nitelemiştir: a) Bu, büyük bir azabtan kurtuluştur. Azabtan kurtulma ise, azabın büyüklüğü nisbetinde büyük olur. Öyle ki bir kimse birisine bir kamçı vurmak istese ve o birisi bundan kurtulsa, bu hususta, "O, büyük bir kurtuluşa erdi" denilmez. Çünkü onun kurtulduğu bu azab, tahakkuk edecek olsaydı da, durum pek fazla farklı olmayacaktı. b) Bu kimse büyük bir mükâfaata ulaşmıştır. Bu da, ebedî olan bir mükâfaatır. Receb'in ilk cuma gecesine Regaib Gecesi denir. Her cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. Allah Teâlâ, bu gecede, müminlere ragibetler (ihsanlar, ikramlar) yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Peygamberimiz (a.s.m)'ın Ramazan ayından sonra en çok oruç tuttuğu ay Receb ayıdır. "Allah'ım! Recep ve Şaban'ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan'a ulaştır." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/259) "Recep ayı Allah'ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır." (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 1/423) "Allah'ın yaratmasını görüp durduğu halde. Allah'ın varlığından şüphe eden kimseye çok şaşarım; ilk yaratılmayı bildiği halde (kıyametin kopmasından sonraki) dirilmeyi inkâr edene şaşarım; her gün ve gece ölüyor ve tekrar diriİiyorken yani uyuyup tekrar uyanıyorken ölümden sonra tekrar dirilmeyi ve haşrı inkâr edene şaşarım. Cennete ve oradaki nimetlere inandığı halde, (sadece) aldanış yurdu olan bu dünya için koşuşturana şaşanm ve başlangıcının atılmış bir damla meni, sonunun da tiksindirici bir leş olduğunu bildiği halde kibirlenen ve övünen kimseye şaşarım." Hadis Seni yücelten kalbindeki davadır. Bir genç bir kızı almak ister şiddetle sever. Kızı alamadığı için intihar eder. Bu davadır. Halbuki dünyada tek kız mı vardı ne bu saplantı? İslamı yüceltme davan kalbinde böyle olacak. İzmir'den sizi izlemeye gidiş geliş 8000 lira harcıyorum hocam benzin 6000 hgs 2000 lira Küfür hep varolacak. Bizim gibi milyon tane vaiz de olsa küfrü yok edemeyecek. Bünyamin gibi milyon tane soykırımcı olsa İslamı yokedemeyecek. Herşey zıddıyla bilinir ve anlaşılır. İslamın zıddı dünyada olmazsa İslamın kıymeti anlaşılmaz. Modası gecmeyen tek elbıse dıkıssız baskısız kefen. Buna hazır ol. Beyazidi Bistami: Gunah ısleme hastalıgına bı recetenız varmı. Tovbe ve nedamet atesıyle gunahları kavurmak. Uyuşturucu mübtelası oğlunu öldüren baba hapse atıldı! Cahil ölene acır; Alim öldürene acır. Cahil malını çaldırana acır; Alim malı çalana acır. Balıkları boyayan sahtekar balıkçı. Muskaya uyuşturucu saklayan adam. Aranamaz olduğu için uyuşturucu taşıyan avukat. Korkularının üstüne git! Agresif ol ve yüzleş onlarla. Sert saldır! Vücudunda bir yer tutulup ağrıdığında, masör kişi o bölgeye sert bir masaj yapar, ödeme dönüşmüş olan kas yapını yumuşatır ve ağrı biter. Hz. Ali'nin felçli gence Kabe'de dua etmesi.
“Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah'a inandınız diye Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz. Oysa ben sizin, gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır.” (Mümtehine 1) Gerçekten Hâtıb'ın annesi, oğulları ve kardeşleri Mekke'de bulunuyorlardı ve mektubun içeriği de bir münafıklık unsuru taşımıyor, aksine Resûlullah'a olan güçlü inancını ifade ediyordu. Bir rivayete göre mektupta şöyle bir ifade vardı: “Bilin ki Allah'ın peygamberi (s.a.) gece misali sel gibi akacak bir orduyla size doğru gelmeye hazırlanıyor. Allah'a yemin ederim ki o yalnız başına da gelecek olsa Allah onu size karşı muzaffer kılacaktır; çünkü Allah ona olan vaadini mutlaka yerine getirir.” Bununla birlikte önemli bir sırrın böyle bir yolla düşmana haber verilmesi müslümana yaraşmayan bir davranış, büyük bir suç ve günah idi. Nitekim Hâtıb'ın cevabı üzerine Hz. Ömer onun idamını teklif etti. Ama Hz. Peygamber onun Bedir Savaşı'na katılanlardan olduğunu ve Allah'ın onlarla ilgili müjdelerini hatırlatıp buna müsaade etmedi. “Zeccac ve Kerâbisî'den rivayet olunduğuna göre, "düşmanım" ifadesi, "Dinimin düşmanı" manasındadır. Hz. Peygamber (s.a.s), "Kişi, arkadaşının dini üzeredir. Binâenaleyh her biriniz, kimi arkadaş edindiğine iyi dikkat etsin" "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan da size düşman olanlar vardır, onlardan sakının." (Teğâbûn 14) "Benim ilmimde, bir işi gizli ya da açık yapmanızın değişmediğini bildiğiniz halde, onlara gizli gizli dostluk beslemenizde ne fayda vardır?" Allah Teâlâ, "Gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da çok iyi bilenim..." buyurarak, aksi söz konusu olmaksızın, zâten bu gerektirdiği halde, gizliyi bilmesini açık olanı bilmesinden önce getirmiştir (niçin)? Biz deriz ki, bu bizim bilmemize nisbetledir, yoksa Allah'ın bilmesine nisbetle değil. Çünkü, az önce de geçtiği gibi, Allah'ın ilminde bu iki durum aynıdır. Bir de, bundan maksat, daha gizli olanı ki, o küfürdür beyân etmektir. Dolayısıyla da önce zikredilmiştir. Buradaki "sizden" ifâdesinin manası, "siz mü'minlerden" şeklinde olursa, bunun manası gayet açıktır. Çünkü, bu fiili kim yaparsa, artık o, mü'min olmaz.” Razi "Allah'ın yaratmasını görüp durduğu halde. Allah'ın varlığından şüphe eden kimseye çok şaşarım; ilk yaratılmayı bildiği halde (kıyametin kopmasından sonraki) dirilmeyi inkâr edene şaşarım; her gün ve gece ölüyor ve tekrar diriİiyorken yani uyuyup tekrar uyanıyorken ölümden sonra tekrar dirilmeyi ve haşrı inkâr edene şaşarım. Cennete ve oradaki nimetlere inandığı halde, (sadece) aldanış yurdu olan bu dünya için koşuşturana şaşanm ve başlangıcının atılmış bir damla meni, sonunun da tiksindirici bir leş olduğunu bildiği halde kibirlenen ve övünen kimseye şaşarım." Hadis Seni yücelten kalbindeki davadır. Bir genç bir kızı almak ister şiddetle sever. Kızı alamadığı için intihar eder. Bu davadır. Halbuki dünyada tek kız mı vardı ne bu saplantı? İslamı yüceltme davan kalbinde böyle olacak. Küfür hep varolacak. Bizim gibi milyon tane vaiz de olsa küfrü yok edemeyecek. Bünyamin gibi milyon tane soykırımcı olsa İslamı yokedemeyecek. Herşey zıddıyla bilinir ve anlaşılır. İslamın zıddı dünyada olmazsa İslamın kıymeti anlaşılmaz. Vazgeçmek yok! Sıkılmak ve bırakmak yok! Dünyayı değiştireceksin! İstanbul 28 kez kuşatıldı ama fetih 29. kuşatmaya, Sultan Mehmed ve ordusuna nasib oldu. Denediler, ısrar ettiler, inad ettiler, vazgeçmediler. Şeytan seni cehenneme götürme konusunda hiç vazgeçti mi söyle? Hep ısrar ediyor, hep deniyor ve hiç sıkılmıyor. İzmir'den sizi izlemeye gidiş geliş 8000 lira harcıyorum hocam benzin 6000 hgs 2000 lira Adana'dan uçakla dönerken İstanbulda aşırı rüzgar vardı ve uçağı hiç olmadığı kadar çok salladı.
DYF Sinema Kulübü'nün beşinci buluşmasında 2015 yılı yapımı Morten Tyldum'ın yönetmenliğini yaptığı The Imitation Game Enigma adlı filmini konuştuk.Film İngilizlerin İkinci Dünya Savaşı'nda Almanların kullandığı Enigma adlı şifreleme sistemini kırmaya çalışmasını konu ediyor. Bu amaçla kurulan merkez yetersiz kalınca Alan Turing'in ekibe dahil edilmesi, onun etrafındakilerin inançsızlığına rağmen şifreyi çözmesi ve savaşın gidişatını değiştirmesi anlatılıyor.Film Hollywood'un genelde yaptığı gibi tarihi kaynakların yazdıklarından biraz daha farklı bir hikaye resmediyor. Turing'in her şeyi kendi başına çözdüğü izlenimini alıyorsunuz. Halbuki İngilizlerin kendilerinin de ifade ettiği gibi Polonyalı matematikçilerin çalışmaları üzerine Turing'in bilgisayarını geliştirdiği biliniyor. Öte yandan Turing'in gerçek hayatta daha sosyal bir insan olduğunu biyografilerden öğreniyoruz. Filmde yansıtılan takıntıları da bu biyografilerde yer almıyor. Yine filmdeki birçok karakterin daha dramatik bir hikaye oluşturulması için olduklarından farklı gösterildiğini, hatta bu işlenişin akrabaları tarafından eleştiri aldığını okuyoruz.Neticede bunlar Alan Turing'in bilgisayarın öncülerinden olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Fakat günümüzden sadece 60 yıl önce toplumun değer yargılarının onu mahkum ettiğine ve henüz 42 yaşında hayatına son verdiğine insan şaşırıyor. Kim bilir bugünkü değer yargılarımızın hangileri, ne kadarı bundan 50 yıl sonrakileri şaşırtacak diye düşünüyorsunuz.Filmin yanı sıra bu sorulara ve teknoloji ve savaşlar konuşulurken konu ister istemez bugüne, yine devrim yapan teknoloji ile bitmeyen savaşlara da değindik, insanlığın kaderinin nereye evrildiği konusunda görüşlerimizi paylaştık. Sırasıyla söz alanlar(02:17) Şeyda Hasçizmeci, (03:54) Ayşenur Sarıkaya Masat, (09:42) Suat Soy (13:00), Mete Yurtsever, (14:08) Meral Kuzu, (17:02) Cem Çağatay Karaali, (20:54) Talha Çelik, (25:06) Mete Yurtsever, (26:30) Meral KuzuSupport the show
“Hakk'ı istiyorum, deyip başkasının peşinden koşan, isteğini iptal etmiş olur. Halk arasında dünyayı isteyen çoğaldı. Bu âlemin ötesini isteyen azdır. Tam ve doğru olarak Hakk'ı talep eden azdan daha azdır. Onların azlığı pahalı cevherin azlığından da ileridir. Her şey parçalanır ve tahlil edilirse, onların içinden belki bir tane çıkar. Her kabile o zatı kendine mal etmek ister. Onlar yer derinliğinde saklı olan değerli madene benzerler. Yeryüzünde onlar sultandır. Kulları ve bölgeleri onlar kucaklar. Onların hürmetine belâ kullara gelmez. Onların gönlü hoş olsun diye yağmur yağar. Sema onlar için bereket yağdırır. Yer onlar için nebat bitirir. Onlar bir çağlayan gibidir. İlk devirlerinde, bir dağdan öbürüne geçerler. Yerlerinde oturamazlar; coşar, taşarlar. Bir diyardan öbürüne; ondan da başka yana... Her nerede tanınacak olurlarsa hemen orayı bırakıp giderler. Bu durum onların devamlı hâlidir Tabiî, sebepsiz değildir; bu yaptıkları işle kötü şeylerin kendilerinden uzak durmasını temin ederler. Kalpleri çağlayan olur. Hak katından gelen askerler, onları muhafazası altına alır. Onların her biri Hakk tarafından esirgenir. Her çeşit ikramı görür; kötü şeylerden esirgenirler. Sonunda da halka gönderilirler. Yalnız kaldığın zaman, ülfetin kiminle. Tek olduğun zaman kim yoldaşın?.. Bunları iyi tanı; bilmiyorsan öğren. Yalan deme, sonra yüzüne vururlar. Yalancı, senin birlikte oturduğun kimse, şeytandır. Şeytanlıktan başka ne düşünebiliyorsun?.. Şahsî ve tabiî, sefil arzularından başka neyi biliyorsun ki?.. Düşündüğün dünyalık... Konuştukların hep insancıl şeytanlar ve kötü arkadaşlar, dedikodudan başka ne yaparsınız?.. Hep sağa sola söz atmakla meşgulsünüz. Yalan yere yemin etmekten kendinizi koruyunuz. Bu âdet, ülkeleri yıkar, harabeye çevirir. Malın bereketini götürür. Bunu âdet edinen, dâvasızlar ve dinsizler gibi olur. Yazık sana, yalan yeminle mal satmaktasın. İmanın çürüyor, haberin yok. Aklın bu durumu çabuk kavramıyor. Allah ismi üzerine yemin ediyorsun. Üzerine yemin etiğin şeyin değeri var mı ki? Şu ülken ve cümle cihan, o yüce isme nasıl karşılık olabilir?.. Bütün söylediklerin hata ile dolu. - Şu, şundan iyidir, derken bir de yalancı şahitlik yükleniyorsun. Bu, doğruca iflâstır. Halbuki kendini doğru sanıyorsun. Yakında gözlerine körlük gelir. Yerinden kalkamaz, kötürüm olursun. Ey dünya ile uğraşan, yakında hüsran başlıyor. Pişman olacaksın. Bu pişmanlık, önce dünyada başlayacak. Sonra öbür âlemde... Burada birse, öbür âlemde birkaç... Her şeyin kaybolur. Utanırsın. Utanırsın ve nihayet iflâs fermanını alır gidersin. Öbür âlem başlamadan nefsini hesaba çek. Allah'ın hilmine aldanma. O'nun kerem sofrası seni azdırmasın. O'nun hilmi ve keremi seni kapladı. Onun, yâni verilen nimetin hakikî mânasını ve niçin verildiğini öğrenmedin. Kötülük üzere kaldın. İsyan, hata, zulüm, aldı yürüdü. İsyan, küfrün habercisidir. Evvelâ Hakk'a isyan, peşinden küfür gelir. Nasıl ki, ateşli hastalık da ölümün habercisidir. Hayat parlak devam eder. Peşinden sıcak hastalık; hararet kırkı aşar, sonra ölüm... Ölmeden önce dön. Ölüm meleği gelmeden hatalarına pişman ol. Gençler! Tevbe ediniz. Hak Aziz ve Celildir. O'nun kuvvetini görmüyorsunuz; halbuki O, her an sizi tecrübe etmekte ve ayılmanız için size ufak yollu belâlar göndermekte... Bu, tevbe etmeniz ve O'na dönmeniz içindir. Halbuki aklınızı başınıza almıyor, hata üzerinde ısrar ediyorsunuz. İptilâ (düşkünlük) bir imtihandır; herkese nasib olmaz. Herkes iptilânın neden ve nereden geldiğini fark edemez, ancak binde bir kişi anlar. Anlayınca Hakk'a döner. İptilâ, zamanımızda yanlış anlaşılıyor gibi. Hataları yapanlara da mübtelâ diyorlar. Bu yanlıştır. Bu büyük bir hata sayılır. Meselâ: Yalan söylemeye alışık olanlar için mübtelâ denir mi? Büyük girdabın içine yuvarlanmış, felâket çukuruna düşmüş denir. İptilâ insanı ayıktırmak için gelir. Anlayan için iyi olur. Yalan gibi kötü itiyat, felâket getirir. Nimet ve iyilik getirmez. Derece artırıp şerefli kılmaz.
Soru: Her kabz hali bir günahtan dolayı mıdır? Kabz dönemlerini kısaltmak ne ile mümkün olur? -Kabz u bast, kalbe gelen değişik boy ve renkteki ilahî tecelli dalgalarının tesirinde, kalbin neşeyle atması veya kasvetle kasılması demektir. Kabz u bast, Yaradan'ın tasarrufunda, gecelerin gündüzleri, gündüzlerin de geceleri takip etmesi misillü birbirini takip eder durur. (00.10) -Kabz ve bast dönemlerini uzatıp kısaltmak bir yönüyle insanın iradesine vâbestedir. (01.05) -Kabz dönemini daraltıp kısaltmak ve bast dilimini de genişletip uzatmak her şeyden önce sağlam bir imana ve Allah'la irtibata bağlıdır. (03.24) -İbadet ü taat de kabz karanlığını boğup ışık alanını genişleten faktörlerden birisidir. (05.10) -Gönül darlığını aşmanın önemli bir vesilesi de yüreğini yırtarcasına dua etmek ve Cenâb-ı Hak'tan marifet, muhabbet, aşk u iştiyak istemektir. (06.14) -Hadis-i şerifin ifadesiyle; insanı boğan gam, keder, tasa ve iç darlığı gibi huzursuzluklar günahlara biçilen cezalardandır. Öyleyse insan, herhangi bir günah çukuruna düşmemek için hata ve kusur alanlarından da uzak durmalıdır ki, masiyetten kaynaklanan tasa ve gam atmosferinde boğulmasın. (08.58) -Bazı ham ruhlar, bast halinde gaflet ve gevşekliklere düşebilirler; kimileri de bir teyakkuz faslı sayılan kabzı yanlış yorumlayıp ümitsizliğe sürüklenebilirler. Halbuki gerçek mü'min, her hali kendi çerçevesi içinde değerlendirip semere almasını bilen insandır. (14.40)
Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyuruyor: «Allah sevdiği kimseyi üzmez; ama tecrübe için bazı belâ verir.» İman sahibi odur ki, bu belâ geldiği zaman sabreder... Allah yararsız hiçbir belâ indirmez. Her belâ bir iyiliğin öncüsüdür. Bu iyilik ya dünya için veya âhiret için olur. İmanlı kimse belâya sabırla karşı koyar. Allah gönderdiği için razı olur. Rabbini itham etmez. Niçin geldi, diye çıkışmaz. Mü'min inandığı ile uğraşır. Bu uğraşmak, imanlıya belâyı hatırlatmaz. Ey dünya ile uğraşanlar, onu bırakın. Söz etmeyin. Yalnız dille konuşuyorsunuz, kalbinizle konuşmuyorsunuz. Allah'tan kaçmaktasınız. O'nun yüce kelâmını dinlemek işinize gelmiyor. Peygamberin sözleri hoşunuza gitmiyor. Peygambere uyanları da tanımıyorsunuz. Halbuki, bunlar Allah'ın halifesi ve Peygamberin vârisleridir; sizi hiçbir şey ikna edemiyor. Nedir bu hâliniz?.. Kadere de inanmıyorsunuz. O kaderi yapanla da niza çıkarıyorsunuz. Kulların verdiği ile yetinmektesiniz. Hakk'ın vergisi sizi ilgilendirmiyor. Bu durumda Hak katında sizin bir sözünüz bile işitilmez. İyiler de sizi dinlemez. Tâ ki tevbe edesiniz ve bu tevbenizde de ihlâs sahibi olasınız. Yapmamayı kararlaştırdığınız yanlış işi bir daha yapmadığınız takdirde sözünüz dinlenir, hatanız bağışlanır. Bundan sonra kadere uymalısınız. Allah'ın vermiş olduğu hükümlere boyun eğmelisiniz. Bu hükümler aleyhinize bile çıksa, yine hoş karşılamanız gerekir. Gerekirse, zillete atılırsınız, aziz de olabilirsiniz. Zengin olmanız da mukadder olabilir, fakir de olabilirsiniz. Afiyet de gelir, hastalık da... Hepsi O'nun emri ile olur. Allah, yaptığının hesabını vermek zorunda değildir. Sana sevimsiz olan, O'nun için sevimli olabilir. Ey cemaat! Uyunuz, size de uyan olur. Kaza ve kadere boyun eğin, hizmetinizi eksik etmeyin. Hükümlere razı olursanız, öyle olursunuz. Nasıl olursanız, öyle de idareciler bulursunuz. Nasıl çalışırsanız, öyle karşılık görürsünüz. Hak Azizdir. Celildir. Kullara zulmetmez... Az iyiliğe çok mükâfat verir. Temiz ve doğru olan, kötü olarak anılmaz. Doğruya hiçbir zaman, yalancı ismi verilmez. Ey evlâd! Hizmet edersen, sana hizmet edilir. Uysal olursan, kafa tutanın olmaz. Aziz ve Celil olana, hizmetçi ol. Şu dünyanın sahte sultanlarına hizmet etmekle eline ne girer? Onlar ne fayda verir ne de zarar getirir. Şimdiye kadar, sana ne verdiler?.. Kendi yararları için ne yaptılar? Hangisi ölümü geri çevirebildi? Kısmetinde olmayanı, bir tanesi sana verebiliyor mu? Hakk'ın sana nasib etmediği şeyi sana vermeye kimin gücü yeter? Ellerinden çıkan bir iyiliği çevirmek onların haddi mi? Yapabiliyorlar dersen, iman sahibi olmadığın meydana çıkar. Bilmiyor musun, veren, yoktur, alan olmaz, zarar getiren olmaz, iyilik veren bulunmaz, sonu öne, önü de sona alan yoktur, ancak bunları Allah yapabilir. Bunları bildiğini söylersen, sana sorarım: Bildiğin hâlde nasıl başkasını Mevlâ'ya tercih ediyorsun?.. Yazık sana, âhireti dünya ile nasıl kirlettin? Mevlâ'nın tâatını nefsin tâatı ile nasıl karıştırdın? Halkı Hakk'a nasıl kattın? Bir yandan takva dâvası, bir yandan da Hakk'ı kullara şekva!.. Olur mu, yaptığını sen de beğenmedin değil mi?.. Bilmez misin, Allah müttakileri esirger. Onlara yardım eder. Kötülükleri onlardan def eder. Çeşitli bilgiler öğretir. Nefislerini tanıtır. Onların kalplerine bakar, bilmedikleri taraftan rızıklar verir. Allahü Teâlâ bâzı kitaplarında şöyle buyurmuştur: «Ey Âdemoğlu, iyi komşundan utandığın kadar, bendende utan.» Peygamber (S.A.) efendimiz de buna benzer bir Hadîs-i Şerif beyan eylemiştir: «Bir kul hata işleyeceği zaman, kapılarını kapar, perdelerini çeker, kullardan saklar; ama ona şöyle hitap edilir: Ey Âdemoğlu, Beni görenlerin en küçüğü yaptın! Halbuki hepsinden önce Beni düşünmeliydin.» İnanç dediğimiz şey bazı fikir ve düşüncelere olan bağımlılıktır. Onları kesin doğrularımız olarak görürüz. Annemiz bize geçmişte bir şey söylemiştir; "sobayı elleme, elin yanar" denemiş veya denememiş ama deneyen birisini gözlemlemişizdir ve gerçekten de eli yanmıştır.
"Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler hoşlanmasalar da Allah, nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz." (Tevbe 32) “O öyle bir Allah´dır ki, Resulünü hidayetle ve hak dinle bütün dinlere üstün kılmak için göndermiştir. Müşrikler hoşlanmasalar da.” Tevbe 33 “Bil ki bu ayetin maksadı, yahudi ve hristiyanların reislerinden sâdır olan, çirkin fiillerden üçüncü bir çeşidini göstermektir. Bu da, o iferi gelenlerin, Hz. Peygamberin peygamberlik işini iptal ve onun şeriatının doğru, dininin sağlam olduğunu gösteren delilleri gizlemek için çalışmalarıdır. Ayette bahsedilen "nûr"dan maksad, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğinin hak ve doğru olduğunu gösteren delillerdir. Bu deliller cidden pek çoktur: Hz. Peygamber'in Risaletînin Delilleri 1) O'nun elinde zuhur eden, güçlü ve kesin mucizeler... Çünkü mucize o peygamberin doğruluğuna ya delalet eder, yahut etmez. Binâenaleyh eğer doğruluğuna delil olması sözkonusu ise, mucizenin gerçekleştiği her seferinde doğruluğu kesin olarak ortaya çıkmış olur. Bu sebeple, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in risaletinin doğru olmuş olması gerekir. Yok eğer mucize, doğru ve sadık oluşun delili değil ise, bu, Hz. İsa ve Hz. Musa'nın nübüvvetini de zedeler. 2) Hz. Peygamber ömrünün başından sonuna hiçbir eğitim ve öğretim görmemiş, hiçbir şeyden istifade etmemiş ve herhangi bir kitap mütalaa etmemiş olduğu halde, bu yüce Kur'an, O'nun dilinden zuhur etmiştir. Şu halde bu, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in en büyük mucizesidir. 3) Hz, Peygamber (s.a.s.)'in şeriatı, her türlü kusur ve noksanlıktan uzaktır. Onda, Allah'a uygun olmayan şeylerin, Allah'a izafe edilmesi söz konusu değildir. Onda, Allah'tan başkasına davet de yoktur. Hz. Peygamber (s.a.s.), büyük beldelere sahip ve hakim olmuştur. Ama bu, onun dünyayı önemsememe ve dünyaya değer vermeme huyunu değiştirmemiştir. Halbuki eğer, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in gayesi dünya olsaydı, bu böyle kalmazdı. İşte bu durumlar, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in sözünün doğruluğu hususunda apaçık deliller ve kesin burhanlardır. Bil ki birşeye gâlib gelmek bazan delil ile, bazan çokluk ve bollukla, bazan da hükümran olup, üstün gelme ile olur. Allah Teâlâ'mn, bütün bunları müjdelediği malumdur. Halbuki ancak mevcut olmayan, ama ileride olacak birşeyin müjdelenmesı caizdir. Bu dinin delillerle galip (üstün) olduğu, bilinen ve kabul edilen bir husustur. O halde gereken, bu ayette bahsedilen üstünlüğü, hükümran olarak üstün gelme manasına hamletmektir. Diğer Dinlerin Devamına Ne Dersiniz? Buna göre şayet, "Hak Teâlâ'nın, "O dini, bütün dinlere galip kılsın diye..." ifadesi, bu dinin, bütün dinlere galip gelmesini iktizâ eder. Halbuki durum böyle değildir. Zira İslâm, Hindistan'da, Çin'de, Rum diyarında ve diğer küfür beldelerinde, diğer dinlere galip gelememiştir!" denilirse, biz de deriz ki, ulemâ buna yön vermiştir. Birinci yön: İslâm'ın hilafına olan bütün dinlerin mensuplarını, bütün yerlerde olmasa dahi, bazı yerlerde müslümanlar ezmiş ve onlara galip gelmişlerdir. Bu cümleden olarak, müslümanlar mesela yahudileri kahretmiş ve onları İslâm topraklarından çıkarmışlardır. Şam topraklarındaki hristiyanlara da galip gelmişler, bu Şam topraklarını Rum diyarından ve batıdan izleyen mıntıkaları da ele geçirmişlerdir. Yine, müslümanlar mecusîlere, kendi mülkleri üzerinde oldukları halde galip gelmişler ve yine, Türk ve Hind topraklarına komşu olan pek çok beldede putperestlere de üstün ve galip gelmişlerdir. Diğer dinlere karşı üstünlüğü de böyle olmuştur. Böylece, Allah Teâlâ'nin bu ayetle haber verdiği husus tahakkuk etmiş ve bizzat gerçekleşmiştir. O halde bu, gayb'den bir haber verme ve böylece de bir mucize olmuştur. İkinci yön: Ebu Hureyre (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bu, Allah Teâlâ'nin, İslâm'ı bütün dinlerden üstün kılacağına dair bir va'adidir. Bu va'adin tamamlanması ise ancak, Hz. İsa (âhir zamanda) zuhur ettiği zaman olacaktır..."
“Riyakârın giydiği elbise cicili, ama içi pistir. Yapmak veya yapmamakta serbest olduğu işlere yanaşmaz, kendince sofuluk satar. Mukaddesatını satarak geçinir. Şüpheli şeylerden sakınmaz. Haram yer. Tembeldir, çalışmaz. Açık emirle yasak edilen hiçbir işi yapmaktan çekinmez. Yaptığı iyilik sadece bir gösteriş için olur. Tâatı, görsünler diye eder. Dışı tam, içi harap ve berbattır. Yazıklar olsun, içi bozuk adam sana! Yaptığın, içten gelerek olmuyor. Kalıpla oluyor. Halbuki bizim yaptıklarımız, içten ve gönülden olur. Ruhun ve iç âleminin yapacağı şeylerdir. Bulunduğun bataklıktan çık ki, seni Hakk'a götüreyim. Sana öyle bir elbise giydireyim ki, ondan bir daha soyunmayasın. Hiçbir karışıklık onu kirletmesin. Halkla Hakk'a yaptığın şirki bırak. Halkı bırak, Hakk'a koş. Şehvet kisvesini bir yana at. Tembelliği bırak. Bunları büsbütün bırak ki, o elbise sana giydirilsin. Hakk'ın emirlerine karşı vurdum duymazlığı terk et. İlâhi hukuku koru. Kendini beğenmiş olma. Nifak çıkarma. İçini dışını bir et. Halkın seni törenlerle karşılamasını bekleme. Dünyalık örtüsünü çıkar, âhiret âlemine geç; oranın elbisesini giy. Bütün varlığından soyun. Varlığını terk et, kendini Hakk'ın kuvvet eline bırak. Varlıksız olarak O'nun önünde dur. Bu hâlinde şirk olmasın. Sebepler araya sokulmasın. Kullar araya girmesin. Bunları yapabilirsen O'nun lütuf ve keremini çevrende bulursun. O'nun rahmeti gelir, bozuk düzen işlerini düzenler. Nimeti ve minneti gelir; seni alır, Hakk'ın bolluk âlemine götürür. O'na kaç. O'na kesil, üryan olarak yola koyul. Ne sen ol ne de başkası. Parça parça, ayrı ayrı O'na yürü. O, seni derler ve toparlar. Dış âlemini kuvvetlendirir. İç âlemini zengin eder. Şöyle ki, bütün kâinat sana kapalı olsa, bütün yükler üzerine vurulsa sana zarar vermez. Belki, daha saklanır ve esirgenirsin. O kimse ki, halkı tevhid nuruyla yok etti; zühd eliyle de dünyayı bir yana itti. Aziz ve Celil olandan gayri her ne ki vehmediliyor, onu da istek eliyle perişan etti... İşte felaha o kavuştu. Kurtuluşa o erdi. Selâmet yolunu buldu. Dünyanın ve âhiretin hazzına kavuştu. Nefsinizi yok etmelisiniz. Hevâ diye anılan şahsî, kötü arzuyu perişan hâle getirmelisiniz. Şeytan size yaklaşmamalı. Ölmeden evvel bunu yapın. Ölmeden önce özel ölümle varlığınızı eritin. Umumî ölüm hepinizi götürür. Ey cemaat! Bana koşun; sözümü dinleyin ve uyun. Ben sizi Allah'a çağırıyorum. Sizi O'nun kapısına ve tâatına çağırıyorum. Kendim için sizi haylamıyorum. Münafık, halkı nefsi için haylar, Allah'a çağıramaz. İçi bozuk olan münafık, zevk ve safa arar, dünyayı ister. Ey kendini bilmez. Sözlerimizi dinlemek sana giran geliyor. Hücrene kapanıyor, nefsinle ve kötü isteklerinle kalıyorsun. İlk önce sana, ermiş biri lâzım. O, seni elinden tutup Hakk'a aparacak. Sonra nefsini ve tabiî hevânı yok edeceksin. Daha sonra Hak'tan gayri bilinen ne varsa göremeyecek, onları ölmüş bileceksin. Kurtuluşun bu yoldadır. İlk başta, Hak yolunda saçları ağarmışların kapısına koş. Onlardan alacağını al, yine hücrene dön. Bu kez Mevlâ ile olursun. Bir sen, bir de O olur. Aradan bir zaman geçer, sen de kaybolursun. Sonra kim kalır, her halde anlarsın?.. Bu hâl bitince sen başka olursun. Halk senden gönül derdine derman ister ve istediğini bulur. Doğruyu bulmuş olursun. Kim Hakk'a gitmek isterse sen götürürsün. Allah'ın izni ile Hakk'ı arayanlar sana gelir. İçi düzelmeyen adam, diline sahip ol. Dilinden iyi şeyler çıkıyor, ama için fena. Onu iyi et. Dilden Allah'a hamd ediyorsun; ama kalbin O'na itiraz ediyor. Olur mu böyle?.. Dıştan bakılsa Müslümansın, içe girilince küfre dalmış görünüyorsun. Zahirde tevhid ehlisin, ama Allah'a şirk koşmaktasın. Dinin dışında, iyiliğin yine dışta; içine bakılsa harap olduğu görülür. Su üstündeki beyaz köpükten başka ne denebilir senin hâline? Beyaz köpük iyi, ama bazen insandan çıkan kötü suda da oluyor. Mezbelede, bataklıkta da köpük kabarıyor. Ya senin de hâlin böyle olursa, işlerin buna benzerse, hâlin nice olur?..
“Hani, “Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah'ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah'ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.” Bakara 61 İsrâiloğulları, aslında Hz. İbrâhim'in torunları olup yüksek bir dinî-ahlâkî kültür ve geleneğe sahip oldukları halde, yüzyıllar boyunca Mısır'da kaldıkları için oranın putperest kültürüyle dejenere olmuş; orada ikinci sınıf insanlar olarak muamele görmeleri sebebiyle günlük rahatlarından öte bir gaye tanımayacak; iman, özgürlük, bağımsızlık gibi yüksek değerler uğruna sıkıntılara katlanmayı göze alamayacak kadar bayağılaşmış, hatta korkak bir toplum haline gelmişlerdi. Nitekim Hz. Mûsâ, “Allah içinizden peygamberler çıkardı, sizi hükümdarlar yaptı, âlemlerde hiç kimseye vermediğini size verdi” şeklindeki sözleriyle onlara millî değerlerini hatırlatıp kendilerine vatan kılınan mukaddes topraklara doğru arkalarını dönmeden ilerlemelerini emrettiği halde, onlar, o ülkede güçlü bir kavim bulunduğunu ifade ediyor ve “Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla giremeyeceğiz. Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız” diyorlardı (bk. Mâide 5/20-24). Halbuki eski yurtları olan kutsal topraklara dönüp bağımsız ve onurlu bir toplum olarak yaşamaları, böyle bir onura lâyık olmaları için de her şeyden önce Allah'a ve O'nun elçisi, kendilerinin de rehberi ve kurtarıcısı olan Hz. Mûsâ'ya tam bir sadâkatle inanıp bağlanmaları, onun öğretisini benimseyip hazmetmeleri, amaçlarını gerçekleştirme yolunda maddî sıkıntılara katlanmaları gerekiyordu. Fakat onlar, hâlâ Mısır'da iken yaşadıkları sıradan hayatı özlüyor, bir tek yemekle yetinemeyeceklerini söylüyor ve Mûsâ'dan çeşitli sebzeler istiyorlardı. Oysa Mûsâ'nın önlerine koyduğu ideale göre bunlar son derece bayağı isteklerdi; ayrıca çölde çok çeşitli yiyeceğe sahip olmasalar da, yedikleri kudret helvası ve bıldırcın eti, kayadan fışkıran on iki çeşme de sıradan yiyecek ve içecekler olmayıp Allah tarafından özel olarak lutfedildiği için ayrı bir önem –ve belki de yüksek bir besin değeri– taşımaktaydı. Bu sebeple Mûsâ onları, “Daha iyiyi daha kötü ile değişmek mi istiyorsunuz” diyerek suçlamıştır “Etin kokuşmasının nedeni İsrailoğullarıdır.” (Buhari, Müslim) Ancak onlar onu hırs ve tamahkarlıkları nedeniyle depoladılar. Bu yasağı çiğnemenin cezası olarak depoladıkları etleri kokuştu. Kudret helvası bembeyaz ve baldan daha tatlıydı. “Onlara göre, İsraîloğultarı Hz. Musa (a.s)'dan, Rabbinden istekte bulunmasını istedikleri zaman, duâ icabete daha yakın olduğundan onlar için bu istek caiz otur ve bu da bir günah sayılmaz. "Kim de, dünyanın ekinini isterse, ona da bundan veririz " (şûrâ. 20) buyurduğu gibi, onların istedikleri şeyi peşinen dünyada vermiştir. Bu husustaki sözün özü şudur: Bundan murad ya onun dinî menfaatler bakımından en düşük şey olmasıdır, veya dünyevî menfaatler bakımından en düşük şey olmasıdır. Birincisi kastedilmemiştir. Çünkü içinde oldukları durum, şayet dinî bakımdan istedikleri şeyden daha faydalı olsaydı, onların bu isteklerini yerine getirmek caiz olmazdı. Halbuki Cenâb-ı Hak, onların bu isteklerini, "Şehre inin, çünkü orada sizin İstediğiniz şey var" diyerek yerine getirmiştir. Bıldırcın ve kudret helvası ellerinizde olan şeylerdir. Onların istedikleri şeyler ise, elde etmeleri şüpheli ofan şeylerdir. Elde bulunan ise, elde edilmesi şüpheli olandan daha hayırlıdır. Veya bu bıldırcın ve kudret helvası, herhangi bir zorluk ve emek olmadan elde edilmektedir. İstedikleri şeyler ise emek ve külfet neticesi ancak elde edilir. Bu sebeple birincisi daha hayırlıdır.
Türkiye'de artık yılın her ayı enginar var. Önce Mısır'dan, Kıbrıs'tan geliyor, sonra Türkiye'de üretilenler. Bolu'da, Mudurnu'da bile üretim başlamış. Taraklı enginarı, coğrafi işaret de almış. #acıtatlımayhoş Yemyeşil Mayıs sofraları kurmaya devam ediyoruz. Hıdrellez zamanı Abdülhamit'in Kağıthane'de verdiği ziyafetten bahsetmiştik. Verilen yemekler arasında zeytinyağlı enginar dikkati çekiyordu. Mayıs ayı biraz da enginar ayı demek. Eskiden enginar mayıs habercisi gibiydi. Halbuki artık çok daha erken piyasaya çıkıyor, mevsimi de uzun sürüyor. NTVRadyo podcast arşivinde 20 Mart 2021 tarihinde toplu bir enginar kaydı var. Mevsimin ilk enginarları Mısır'dan geliyor, sonra Kıbrıs enginarları devreye giriyor, Akdeniz bölgesi enginarları bunu takip ediyor. Sonra sırasıyla İzmir, Urla, Aydın, Manisa civarının enginarları çıkıyor. Bursa ve İstanbul'da iri çanaklı Bayrampaşa enginarları yetişiyor. Yaz sonuna kadar süren enginarlar ise Taraklı'dan başlayarak Bolu'ya kadar uzanan bölgeden, hatta Taraklı enginarı coğrafi işaretleme bile almış.
Türkiye'de artık yılın her ayı enginar var. Önce Mısır'dan, Kıbrıs'tan geliyor, sonra Türkiye'de üretilenler. Bolu'da, Mudurnu'da bile üretim başlamış. Taraklı enginarı, coğrafi işaret de almış. #acıtatlımayhoş Yemyeşil Mayıs sofraları kurmaya devam ediyoruz. Hıdrellez zamanı Abdülhamit'in Kağıthane'de verdiği ziyafetten bahsetmiştik. Verilen yemekler arasında zeytinyağlı enginar dikkati çekiyordu. Mayıs ayı biraz da enginar ayı demek. Eskiden enginar mayıs habercisi gibiydi. Halbuki artık çok daha erken piyasaya çıkıyor, mevsimi de uzun sürüyor. NTVRadyo podcast arşivinde 20 Mart 2021 tarihinde toplu bir enginar kaydı var. Mevsimin ilk enginarları Mısır'dan geliyor, sonra Kıbrıs enginarları devreye giriyor, Akdeniz bölgesi enginarları bunu takip ediyor. Sonra sırasıyla İzmir, Urla, Aydın, Manisa civarının enginarları çıkıyor. Bursa ve İstanbul'da iri çanaklı Bayrampaşa enginarları yetişiyor. Yaz sonuna kadar süren enginarlar ise Taraklı'dan başlayarak Bolu'ya kadar uzanan bölgeden, hatta Taraklı enginarı coğrafi işaretleme bile almış.
Okular açıldı ve depremden etkilenen bölgelerden gelen çocuklarımız da yeni okullarına başladı.Bu çok önemli süreç öncesinde çoğu eğitimcinin bu konuda detaylı eğitim alması mümkün olamadı.. Halbuki öğretmenlerimizin sorumluluğu büyük.Görevleri bu hassas dönemde hem yeni öğrencilerine kucak açmak, hem de mevcut öğrencilerle onları kaynaştırmak. Konuğum Eğitimci Solmaz Havuz bu bölümde öğretmenlerimize katkı sağlayabilecek bilgiler paylaşıyor bizlerle. Hem de sade, keyifli, sınıfı toparlayıcı yöntemlerle.Ve de en önemli şeyin öğretmenlerin şefkati olduğunu vurgulayarak..Bu podcastin tüm fedakar ve şefkatli öğretmenlerimize güç ve motivasyon vermesi dileğimle... Öğretmenlerimiz için sınıfiçi oyun alternatifleri: http://www.egitimevi.net/sinif_ici_oyunlar.html
https://www.youtube.com/watch?v=FPIzX0Y3-x0 YİRMİ ALTINCI SÖZ Birinci Mebhas … Eğer denilse: "Madem cüz-ü ihtiyarînin icada kabiliyeti yok. Bir emr-i itibarî hükmünde olan kisbden başka, insanın elinde birşey bulunmuyor. Nasıl oluyor ki, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'da, Hâlık-ı Semâvât ve Arz'a karşı, insana âsi ve düşman vaziyeti verilmiş; Hâlık-ı Arz ve Semâvât, ondan azîm şikâyetler ediyor, o âsi insana karşı abd-i mü'mine yardım için kendini ve melâikesini tahşid ediyor, ona azîm bir ehemmiyet veriyor? Elcevap: Çünkü küfür ve isyan ve seyyie, tahriptir, ademdir. Halbuki, azîm tahribat ve hadsiz ademler, birtek emr-i itibarîye ve ademîye terettüp edebilir. Nasıl ki, bir azîm sefinenin dümencisi, vazifesinin adem-i ifasıyla, sefine gark olup bütün hademelerin netice-i sa'yleri iptal olur. Bütün o tahribat, bir ademe terettüp ediyor. Öyle de, küfür ve mâsiyet, adem ve tahrip nev'inden olduğu için, cüz-ü ihtiyarî, bir emr-i itibarî ile onları tahrik edip müthiş netâice sebebiyet verebilir. Zira küfür, çendan bir seyyiedir. Fakat bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delâil-i vahdâniyeti gösteren bütün mevcudatı tekzip ve bütün tecelliyât-ı esmâyı tezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcudat ve esmâ-i İlâhiye namına, Cenâb-ı Hak kâfirden şedit şikâyet ve dehşetli tehdidat etmek ayn-ı hikmettir ve ebedî azap vermek ayn-ı adalettir. Madem insan küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor; az bir hizmetle pek çok işleri yapar. Onun için, ehl-i iman, onlara karşı Cenâb-ı Hakk'ın inâyet-i azîmine muhtaçtır. Çünkü, on kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tamiratını deruhte etse, haylaz bir çocuğun o haneye ateş vermeye çalışmasına karşı, o çocuğun velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmaya mecbur olması gibi, mü'minlerin de böyle edepsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenâb-ı Hakkın çok inâyâtına muhtaçtırlar.
https://www.youtube.com/watch?v=QS8hoJH8AWM YİRMİ ALTINCI SÖZ Birinci Mebhas … Hem nasıl kader-i İlâhî, netice ve meyveler itibarıyla şerden ve çirkinlikten münezzehtir. Öyle de, illet ve sebep itibarıyla dahi, zulümden ve kubuhtan mukaddestir. Çünkü, kader hakikî illetlere bakar, adalet eder. İnsanlar zâhirî gördükleri illetlere hükümlerini bina eder, kaderin ayn-ı adaletinde zulme düşerler. Meselâ, hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti. Halbuki sen sârık değilsin. Fakat kimse bilmez gizli bir katlin var. İşte, kader-i İlâhî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş. Hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir. İşte, şey-i vâhidde iki cihetle kader ve icad-ı İlâhînin adaleti ve insan kisbinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et. Demek, kader ve icad-ı İlâhî, mebde' ve müntehâ, asıl ve fer', illet ve neticeler itibarıyla şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir. …