POPULARITY
İstibrâ, erkeklik organında idrar eserinin kalmamasını temin etmek demektir. Kişinin istibrâda idrar damlasının kesilip artık gelmeyeceğine kalbi kanaat getirmelidir. Bu da her insanın kendi âdetine göre olur. Erkeklerin istibrâ yapmaları lâzımdır. (Bir şey hakkında lâzımdır demek, yapılması vâcipten daha mühim demektir.) İdrarın hepsi bir anda boşalmaz ve erkeklik organında birkaç damla kalır. Bu birkaç damla, bazı insanlarda biraz yürümekle, bazılarında öksürmekle veya her insanın kendi âdetine göre -meselâ yana doğru eğilip sallanmakla- çıkartılabilir. (Merakı' l-Felâh) İdrarın tamamen kesildiğine kalp kanaat getirmedikçe abdeste başlamak caiz olmaz. Büyük abdestten temizlenirken de aynı dikkati göstermek gerekir. Abdest alacak şahıs bir şey gelmeyeceğinden emin ise istibrâya lüzum yoktur. İstibrâda çok dikkatli olmak ve titizlik göstermek mendubtur. Kadınların, idrar hususunda erkekler gibi yapmalarına, meselâ idrardan sonra yürümelerine ihtiyaç yoktur. Kadınlar idrar yaptıktan sonra birazcık bekler, ön ve arka mahalli siler sonra su ile temizlenirler. İstibrâsı (idrar damlalarının kesilmesi) geç olan erkekler, dışarı sızma ihtimali olan yaşlığı emmesi için idrar kanalını pamuk, tuvalet kağıdı gibi bir şeyle kapatırlar. Fakat yaşlığın dışarı çıkmaması için, idrar yoluna konulan şeyin dışta kalmaması lâzımdır. Abdestten sonra şeytanın “acaba idrar mı geldi” diye vesvese verdiği kimse, bu vesveseden kurtulmak için, ön kısmına ve çamaşırına biraz su serperse, yaşlığın bu serpintiden olduğunu bilir ve vesveseden kurtulur. Dârekutnî'de Taharet bahsinde geçen bir Hadis-i Şerif'te şöyle buyuruluyor: “İdrar sıçramasından çok korununuz. Çünkü kabir azabının tamamı ondandır.” (Muhammed Alâüddin, El-Hediyyetü'l- Alâiyye,S.40-41)
İLMİHAL SAATİ
Def-i Hacet yapılırken şunlar mekruhtur; Küçük ve büyük abdest yaparken bina içinde bile olsa ön ve arkasını kıbleye dönmek. Temizlenme anında Kıble'ye dönmek mekruh olmaz. (Tahtavi)Kadınların, büyük veya küçük abdestlerini yaptırdıkları küçük çocukları kıbleye doğru tutmaları. Yönünü ay ve güneşe dönmek. Çünkü, ay ve güneş Allâh (c.c.)'un iki büyük âyetidir. Bunlara arkasını dönmek ve bina içindeyken ay ve güneşin bulunduğu tarafa dönmek mekruh değildir. (Tahtavi) Akıcı da olsa, suya yapmak. Ancak, denizde gemi ve benzeri bir şeydeyken suya abdest bozmak mekruh değildir. Nehir, havuz, kuyu ve pınar kenarlarına yapmak. Meyveli ağaç altına yapmak. Ekin-sebze ekilmiş yerlere yapmak. İnsanların faydalandığı yeşilliklere yapmak. Yazın gölgelik yere, kışın güneşlik yere yapmak. Sabahları insanların toplandıkları yere yapmak. Mescidin dış duvar kenarlarına yapmak. Bayram namazı kılınan açık araziye yapmak. Mezarlıklara yapmak. Hayvanların arasına ve insanların geçtiği yola yapmak. Üzerine idrar gelecek şekilde rüzgârın estiği tarafa doğru yapmak. Toprak üzerindeki yarık, oyuk ve deliklere yapmak. İnsanların geçtiği yerlere (köprülere) yapmak. Kendi üzerine gelme ihtimalinden dolayı aşağıdan yukarıya doğru yapmak. Abdest bozma sırasında konuşmak. Küçük abdestini özürsüz olarak ayakta yapmak. İstincâyı özürsüz olarak sağ el ile yapmak. (Muhammed Alâüddin, El-Hediyyetü'l- Alâiyye, s.43-45)
Bu bölümde kimi zamanlar tamamlanması gereken bir formalite olarak yaklaşabildiğimiz, fakat kendi başına da derin manaları ve önemli faydaları olan abdestten bahsediyoruz.
Allâhü Teâlâ hazretleri; Allâh (c.c.)'un yaratışını (doğal durumu) değiştirmenin şeytân işi olduğunu bildirmiştir: “Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de putlara adak için hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allâh (c.c.)'un yarattığını değiştirecekler.” Kim Allâh'ı bırakıp da şeytânı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.” (Nisa s. 119) Fakihler keyfi olarak estetik yaptırmanın, kaş aldırmanın, saç ektirmenin, dövme yaptırmanın Allâh (c.c.)'un yaratışını (doğal durumu) değiştirmek olarak değerlendirmiş ve yukarıda zikredilen âyete istinâden bunların ne erkek ne kadın, ne yapan ne de yaptıran için caiz olmadıklarını söylemişlerdir. Dövme yaptırma hakkında Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Allâh (c.c.), saç ekleyene ve ekletene, dövme yapan ve yaptırana lanet etsin.” Fıkıh kitaplarımızda açık bir şekilde beyân edilmiştir ki, abdestin farzları; yüz, el, ayakların yıkanması, başın mesh edilmesidir. Guslün farzı ise; bütün vücudun kuru bir yer kalmayacak şekilde yıkanmasıdır. Tırnağa sürülen ojeler gibi suyun altına ulaşmasına mani olan şey, izâle edilmedikçe ne abdest ne de gusül sahih olmayacaktır. Dövme ise günümüzde derinin üst kısmına değil alt kısmına boyanın derç edilmesiyle yapılmaktadır. Derinin alt kısmı ise abdest ve gusülde yıkanması gereken yerlerden değildir. Buna göre dövme abdest ve gusle mani değildir. Şu kadar var ki anlattığımız bu tür dövme gerçek ve hakiki dövmedir. Bir de geçici dövme dedikleri derinin üzerinde boyalarla yapılan dövme vardır. Bu tür dövmenin yaptırılması da hakiki dövme yaptırmak gibi caiz olmamakla birlikte abdest ve gusle mani olup olmamasına dair verilecek hüküm açısından öncekinden farklıdır. Şöyle ki deri üzerine yapılan geçici dövme, Hint kınası gibi suyun altına ulaşmasına mani olmayıp deride bir tabaka oluşturmuyorsa abdest ve gusle mani olmaz. Fakat yağlı boya gibi deride, suyun altına ulaşmasına mani bir tabaka oluşturuyorsa abdest ve guslün sıhhatine mani olur. (Suâlli-Cevâplı İslâm Fıkhı, c.1, s.187-189)
1. Tertibe riâyet etmek. Yani yıkanacak organları sırası ile yıkamak. Bu sıra abdest hakkında nâzil olan şu Âyet-i Kerime'deki sıradır: “Ey imân edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi ve başınıza mesh edip her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüb olduysanız boy abdesti alın. Eğer hasta olmuşsanız, yahud bir sefer üzerindeyseniz veya içinizden biri ayak yolundan gelmişse yahud da kadınlara dokunmuşsanız ve bu halde su da bulamamışsanız o vakit tertemiz bir toprakla teyemmüm edin, binaenâleyh (niyyetle) ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allâh (c.c.) sizin üzerinize bir güçlük yapmak istemez, fakat iyice temizlenmenizi ve üstünüzdeki nimetinin tamamlanmasını ister. Tâ ki şükredesiniz.” (Mâide s. 6) 2. Parmakları hilâllemek. Hadîs-i Şerif'te geldi ki; “Cehennem ateşi parmak aralarınızı hilâllemeden önce parmaklarınızı hilâlleyiniz” El ve ayak parmaklarının aralarını hilâllemek lâzımdır. Bir elini diğer elinin üstüne getirerek, parmaklarını, parmakları arasına sokup hilâllemelidir. Sol elinin küçük parmağı ile sağ ayağının küçük parmağından başlayıp ve altından sokup sol ayağının küçük parmağında bitirmelidir. 3. Yıkanan her yeri üç defa yıkamak. 4. Başı kaplayarak meshetmek. İki ellerinin (küçük parmaktan itibaren) üçer parmağını başın önüne koyup, baş ve şehâdet parmaklarını kaldırarak, arkaya doğru çekerek, sonra el ayalarını indirip başın yan taraflarından arkadan öne doğru getirerek, başladığı yere gelinceye kadar devam ettirerek yapılır. Hadîs-i Şerif'te böyle gelmiştir. 5. Abdestsizlikten kurtulmak, Allâhü Teâlâ'nın emrine uymak ve namaz kılmak için niyet etmek. 6. Abdeste sağdan başlamak. 7. Meshe alından başlamak. 8. Ellerini ve ayaklarını yıkamaya parmaklarından başlamak. Her uzvu yıkarken me'sûr olan (Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ve Ashâbı (r.a.e.)'den bildirilen) duâları okumak. (Bîrgîvî Vasiyetnamesi - Kadızâde Şerhi, s.276)
İslâm dini temizlik dinidir ki Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in “Temizlik imandandır” hadisi şerifi ile buna vurgu yapmaktadır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir hadis-i şerifinde, fıtrattan olan beş temizlikten birinin tırnakların kesilmesi olduğunu belirtmiştir. Kadın olsun erkek olsun tırnakları her ne sebeple olursa olsun uzatmak İslâm'ın fıtratından olan temizliği terk etmek olduğundan mekruhtur. Tırnakları kesmekte ihmalkârlık etmek caiz değildir. Benî Gaffar kabilesinden bir adamdan rivayete göre Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Etek tıraşı olmayan, tırnaklarını kesmeyen ve bıyıklarını kısaltmayan bizden değildir.” buyurmuşlardır. Ebu Eyyüb el-Ensari (r.a.)'den rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Nasıl oluyor da, sizden biriniz gök haberlerinden soruyor? Halbuki o, tırnaklarını kuşların tırnakları gibi uzun bırakıyor, kesmiyor da, tırnaklarında cenâbetlik, kir ve pislik toplanıyor, birikiyor!” buyurmakla tırnak kesmenin önemini belirtmişlerdir. İbn-i Abidin (r.âleyh) şöyle der: “Bir kimse tırnaklarını, dikkatsizlik ve ihmâl yüzünden vaktinde kesmeyerek uzatırsa, o kimse geçinmek hususunda rızık darlığına düşer. Feyiz ve bereketten mahrum kalır.” Asrımızda müslümanım diyen bazıları maalesef kâfirlere özenerek onlar gibi tırnaklarını uzatmaktadırlar. Abdest ve gusül esnasında suyun tırnak altlarına, uzayan kısmın altına ulaşması şarttır. Pislik dolu olduğu için buralara su ulaşmazsa temizlik olmaz. Güzellik niyetiyle, temiz tutulsa da tırnak uzatmak yanlıştır. Aynı zamanda Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in sünnetine aykırıdır. Uzatılan ve ojelenen tırnaklar, fıtrata yani insanın yaratılışına aykırıdır. Ayrıca ojeli tırnaklar abdeste ve gusle manidir. (www.mevlanatakvimi.com)
Tırnaklar üzerine yapılan boyalar, ince veya kalın mutlaka bir tabaka oluşturmaktadır ve bu boya kolaylıkla temizlenmemektedir. Ya kesici bir aletle kazınmakta ya da bazı asit içeren sıvılarla eritilerek çıkartılmaktadır. Abdest ve gusül temizlikleri yapılırken, suyun doğrudan tene ulaşmasının (suyun zarar verdiği yara vb. haller dışında) mutlaka gerekli olduğu konusunda fakihler görüş birliği içerisindedirler. Bu yüzden, suyun tene ulaşması için abdest alırken parmak aralarının ovalanması ve parmaktaki yüzüğün hareket ettirilmesi söylenmiştir. Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Abdesti suyu azalara ulaştırarak tam al; parmak aralarını ovala ve oruçlu olman dışında burnunun içine çokça su çekerek yıka.” (Ebû Davud) Bu sebeple fakihler, abdestin sahih olabilmesi için deri üzerinde, suyun tene ulaşmasına engel olabilecek mum, yağ, hamur, ten üzerinde birikip kurumuş kirler gibi maddelerin bulunmaması gerektiği konusunda ittifâk etmişlerdir. Hiç şüphesiz ki tırnak boyaları; tırnak üzerinde, mumya, yağ, hamur gibi ince veya kalın, mutlaka bir tabaka oluşturmakta ve suyun altına ulaşmasına engel olmaktadır. Dolayısıyla tırnaklar boyalıyken alınan abdest ve guslün sahih olmadığı konusunda dört mezhep âlimleri hem fikirlerdir. Derinin ve saçın üzerine sürülen zeytinyağı, yağ ve krem gibi deri tarafından emilen, donup tabaka oluşturmayan ince sıvılar, abdest ve gusle mani değillerdir. Ancak suyun ulaştığına emin olunması için azaların ovalanarak yıkanmasına dikkat edilmelidir. (Muharrem Önder, Temizlik İlmihâli, s.230-231)
Mevlânâ (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: “Yüzü yıkanmayan, yani, abdest alıp namaz kılmayan kimse; cennete girip de huri yüzü görmez. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Abdestsiz namaz olmaz” (İbn Mâce) buyurmuştur. Kulluk etmeyen, abdest alarak yüzünü yıkamayıp da yalnız lokma arayan, cehennemin lokmasıdır. Burnuna su verdiğin vakit, Ganî olan Allâh (c.c.)'dan cennet kokusunu iste. Tâ ki, o koku cennet tarafına çeksin. Çünkü gül kokusu gül bahçesine delil olur. Namaza gel ve Cenâb-ı Hâkk'a tazarru, niyaz eyle diye kulu, her gün beş vakit, müezzin davet eder. Hz. Peygamber (s.a.v.); “Rükû ve secde, Hâkk kapısında vücud halkasını vurmaktır” buyurmuştur. Her kim namaz kılarak, o kapının halkasını vurursa, onun için bir devlet ve saadet baş gösterir. Bir kimse rükû' ve sucûdu edince, yani; namaz kılınca onun secdeleri ahiret âleminde bir cennet olur. Ey delikanlı; o yüksek yola ilerlemek ümidiyle, mihrab önündeki mum gibi kıyâm ederek, daima namaz kıl. Yine Nebi (s.a.v.): “Bir kimse namazı terkederse, kıyâmet gününde Allâh'ın huzûruna, ona gazâb ettiği halde varacaktır.” (Bezzar) “Emanete hiyânet edenin tam îmânı yoktur. Abdesti olmayanın namazı yoktur. Çünkü namazın dîndeki mevkii, başın ceseddeki mevkii gibidir.” (Taberânî) “Bulutlu günde namazı vaktinde kılmağa sürat edin; zira, namazı terkeden, İslâm nimetine nankörlük etmiş olur.” “Kim mazeretsiz bir namaz geçirirse, onun ailesi ve malı helâk olmuş gibidir.” buyurmuştur. Ey gönül kirinden, kerahâtten temizlen, tembellik etme, çevik ol.” Cenâb-ı Pir'in burada “tembellik etme” demesi; namazlarını kılmaya üşenme, hepsini vaktinde edâ et. Onları kazâya bırakma tavsiyesidir. Çünkü farz olan bir vakit namazını özürsüz terketmek büyük günâhtır, Allâh (c.c.)'a karşı isyândır, İslâm nimetine nankörlüktür. Peygamberimiz (s.a.v.)'in yoluna muhâlefet ve Kur'ân'ın emrine uymamaktır. (Hakiki Vechesiyle Mevlânâ ve Mesnevî, s.90)
İbâdetler iki kısımdır. 1. Doğrudan maksut olan ibâdetler. 2. Doğrudan maksut olmayıp maksuda vasıta olan ibâdetler. Birinci kısım da niyet, ibâdetin sevâbının şartı olduğu gibi sıhhatinin de şartıdır. İkinci kısımda ise niyet, sadece sevâp kazândırmasının şartıdır. Sıhhatinin şartı değildir. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Âmeller(in sevâbı) niyetlerine göredir...” (Buhârî) Bu hadis-i şerifi açıklayan Hanefî âlimlerinin beyânına göre; âmellerin sıhhati için niyet şart değildir. Belki niyet sevâp alabilmenin şartıdır. Namaz gibi doğrudan maksut olan ibâdetlerde niyetin şart koşulması şu âyet-i celile veya bu konuda oluşan icmâ' ile sabittir. Allâhü Teâlâ şöyle buyuruyor: “Hâlbuki onlara, ancak dini Allâh (c.c.)'a has kılarak, hâkka yönelen kimseler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.” (Beyyine s. 5) Serinlemek kastıyla veya başka bir amaçla niyet etmeden abdest azâlarını yıkayan kimsenin abdesti yerine gelmiş olur. Bu abdestle namaz kılabilir. Fakat abdest sevâbını almış olmaz. Abdest sevâbını alması için ayrıca niyet etmiş olması gerekir. Yapılacak bütün tahâret işlemlerinin ibâdet sayılması için besmele ve niyeti istincadan evvel yapması gerekir” demişlerdir. “Necasetten taharet alması gerekmiyorsa yüzünü yıkarken niyet eder” denilmiştir. Imâm el-Kerhî (r.âleyh) “Niyetsiz abdest almanın doğru olmadığını, sünneti terk etmiş olacağından dolayı isâet (kötü bir iş yapmak) ve hata etmiş olduğunu, fakat buna rağmen bu abdestle kılınacak olan namazın sahih olacağını” söylemiştir. Ayrıca diğer mezheplerin niyeti gerekli gördükleri de hesaba katılacak olursa abdestte niyet, kişiyi ihtilâftan kurtarması yönüyle de müstehâb olacaktır. Niyetin şart olmayışı mutlak su ile alınan abdest içindir. Eşek artığı ve nebiz gibi temizleyiciliği şüpheli olan sularla alınan abdest için niyet şarttır. (Suâlli-Cevâplı İslâm Fıkhı, c.1, s.178-180)
Bozulan her türlü orucun sonucunda mutlaka keffaret gereklidir denemez. Bu yüzden keffaret ancak onu gerektirecek hususi durumlarda vacip olur. Bu hususi durumlar şunlardır: Kamil manada orucun bozulması yani orucu bozma denilen kasıtlı olarak yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak eylemlerinden biri ile bozulan Ramazan orucudur. Bir diğer ifadeyle özür ve ruhsat bulunmaksızın sureten ve manen oruç bozmanın tahakkuk etmesi durumlarında olur. Kişinin rüyasında kendisini cimâ ederken görmesi durumunda boşalma olsun veya olmasın kâmil bir cimâ vaki olmadığı için keffaret gerekmez. Boşalma olması halinde orucun kazasının gerekmemesinin delili şu Hadis-i Şerif'tir. Ebu Said el-Hudri (r.a.)'den Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Üç şey oruçlunun orucunu bozmaz; kan aldırmak, kusmak, rüyalanmak.” (Tirmizî) Ancak rüya görüp de boşalan kişinin gusletmesi vacip olur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den şu Hadis-i Şerif rivâyet edilmiştir: Müminlerin annesi Ümmü Seleme (r.anhâ)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ebu Talha'nın hanımı Ümmü Süleym (r.anhâ), Allâh Resulü (s.a.v.)'e gelip şöyle demiştir: “Ey Allâh'ın Resulü! Allâh (c.c.) hakkı beyân etmekten hayâ etmez. Kadın ihtilâm olsa gusül gerekir mi?” (Bunun üzerine) Allâh Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Evet. Islaklık hissettiğinde.” (Buhârî) (Sualli-Cevaplı İslâm Fıkhı, c.3, s.354-356)
Soru: “Cennet çepeçevre mekârihle sarılmış, cehennem de şehevâtla kuşatılmıştır.” mealindeki hadis-i şerifte nazara verilen “mekârih” ne demektir? Mekârihe neler dahildir? -Mekârih, “mekruh” kelimesinin çoğuludur; nefsin hoşuna gitmeyen şeyler; dertler, sıkıntılar ve meşakkatler demektir. Şehevât ise, “şehvet” kelimesinin cem'idir; nefsin aşırı istekleri ve cismanî arzular manasına gelmektedir. (00.15) -Cennet, aklın zahirî nazarına göre nahoş ve nefse ağır gelen şeylerle kuşatılmıştır. Abdest almak, namaz kılmak, hacca gitmek, zekat vermek, mücahede etmek, Allah yolunda zorluklara katlanmak, yer yer cemiyet içinde bir parya muamelesine tâbi tutulmak, her türlü insanî haklardan mahrum bırakılmak… işte Cennet bunlarla kuşatmıştır. (02.23) -Dinin bazı emirlerinde zâhiren bir meşakkat görünse bile, onlar da aslında hakiki meşakkat değildir; hikmetleri açısından ya bizzat güzeldir ya da neticeleri itibarıyla hayırlıdır. Onlar, uzun bir yolculuğa çıkmış bulunan insanın hedefine sağ-salim varabilmesi için yol azığı mesabesindedir; ileride çıkması muhtemel tehlike ve engellere karşı birer korunma vesilesidir. (04.00) -Cihad da mekârihin bir şubesidir; İslam'da harbin bazı esasları ve hiçbir dinde olmayan kaideleri vardır. Günümüzdeki canlı bombaların İslam'ın dırahşan çehresini karartmaya matuf olduğu âşikârdır. (06.40) -Cehennem, cismanî hevesleri ve şehevî arzuları kendisine tuzak yapmış bir cadıdır. Çoğu kimseler, biraz sonra hayatına mâl olacağından habersiz, tıpkı sineklerin bala koşması gibi, o cadının elindeki zehire koşmaktadırlar. (10.24) -Rehber-i Ekmel Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) bize ibadet ü taati tabiatın bir yanı haline getirmeyi öğrettiği gibi, şehevanî duygulardan kaçınmayı da tabiatın bir derinliği kılmayı talim buyurmuştur. (11.11) -Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in, “Evlenin, çoğalın; zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” hadis-i şerifindeki “iftihar” ifadesi hangi manaya gelmektedir? (13.08)
Üstâdına olan muhabbet ve bağlılığını dâimâ arttırarak devâm ettiren Hazreti Sâmî Efendimiz bütün gün ve gecelerini hizmet yolunda geçirdiler. Sâmî Efendimiz dergâhın temizliğinden, ihvânın her türlü ihtiyaçlarına varıncaya kadar bütün hizmetlerini seve seve yaparlardı. Hazret-i Es‘âd Erbilî Efendimizin: “Mâ‘nen bizimle aynı mertebededir, lâkin bu vazîfe bize verildi” diye ta‘rîf ettikleri Hüseyin Efendi Hazretleri yatalak olunca: “Bu Zâtın hizmeti için kim tâlib olur?” diye ihvâna sorarlar. Hemen Sâmî Efendimiz o Zâtın hizmetlerine koşarlar. Defi hâcetleri dâhil her hizmetlerini uzun müddet seve seve görürler. Nihâyet bu hizmetleri sonunda Hüseyin Efendi Hazretleri: “Evlâdım, Cenâb-ı Hâkk'a niyâz ediyorum; Allâhü ‘azîmüşşân bize ihsân ettiklerini fazlası ile sana ihsân etsin!” diye duâ buyururlar. Dünyâ hayatını Nebî-yi Ekrem (s.a.v.) Efendimiz'in buyurdukları gibi: “Benimle dünyânın misâli ağaç altında bir mikdâr dinlendikten sonra yoluna devâm eden yolcunun hâline benzer” diye ana rahmi ile kabir arasında bir sefer olarak görürdü; Hz. Sâmî Efendimiz. Ve bunu uzun bir ömürde her an tatbîk ettiler. “Bir yabancı âlim, Fakire ken-dilerinin hâl ve kelâmlarından sordular. O anda hâtırıma gelen şu hâllerini anlattım: Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz: “Seferden döndüğünüzde hanımlarınızın yanına haber vermeden girmeyiniz” buyuruyorlar. Hz. Sâmî (k.s.) hayatı bir sefer olarak gördüğü için her yerinden kalkmalarını bir sefer kabûl ediyorlardı. Abdest almak için lavaboya her gidişlerinde yol zevcelerinin odasından geçiyordu. Yarım asırdan fazla süren evlilik hayatlarında bıkmadan, usanmadan, seve seve her defasında zevcelerini haberdâr ederlerdi. O'nun “Efendi buyur!” diye sesini duyunca odaya girer ve diğer tarafa geçerlerdi. Bu hâl altmış küsûr yıl günde en az on defa devâm etti” deyince yabancı ‘âlim ayağa kalkarak: “Bu zât Sâhibü'z-zamân'dır. Onun dışında hiçbir velî sünnet-i seniyyeyi bu kadar derin ve ihâtalı anlayıp tatbîk edemez, ancak o yapabilir” dedi. El-hâmdü li'llâhi râbbi'l-‘âlemîn.
Müslüman, beş vakit namazı, Allâhü Te'âlâ emrettiği için kılar. Cenâb-ı Hâkk'ın her emrinde birçok hikmetler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: 1. Namazda yapılan hareketler hafif olduğundan kalbi yormaz. Günün değişik saatlerinde kılındığı için insanı devamlı zinde ve dinç tutar. 2. Namaz sebebiyle başını günde seksen defa yere koyan bir kimsenin beynine ritmik olarak kan fazla ulaşır. Bu yüzden beyin hücreleri yeterince beslendiğinden, namaz kılanlarda hafıza ve şahsiyet bozukluklarına daha az rastlanır. Bu insanlar daha sağlıklı bir ömür geçirirler. Bu gün tıpta “demans senil” diye bilinen bunama hastalığına uğramazlar. 3. Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip doğrulmaktan dolayı, daha kuvvetli kan deveranına malik olur. Bu sebeple göz içi tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı değişmesi temin edilmiş olur. Gözü “katarakt” veya “karasu” hastalığından korur. 4. Namaz kılmaktaki izometrik hareketler, midedeki gıdaların karışmasına, safranın kolay akmasına ve dolayısıyla safra kesesinde birikinti yapmamasına, pankreastaki enzimlerin kolay boşalmasına yardımcı olacağı gibi, kabızlığın giderilmesinde de rolü büyüktür. Böbreğin ve idrar yollarının iyice çalkalanmasından, börekte taş oluşumunun önlenmesinde ve mesanenin boşalmasına da yardımcı olur. 5. Beş vakitte kılınan namazdaki ritmik hareketler, günlük hayatta çalıştırılamayan adale ve eklemleri çalıştırarak artoz ve kireçlenme gibi eklem hastalıklarını ve adale tutulmalarını önler. Namaz vakitleri, kan dolaşımını tazelemek ve teneffüsü canlandırmak için en uygun vakitlerdir. 6. Vücut sağlığı için temizlik muhakkâk lazımdır. Abdest ve gusül, hem maddî hem de ma'nevî bir temizliktir. 7. Uykuyu tanzim eden en önemli unsur namazdır. Hatta vücutta biriken statik elektriklenme, secde yapmakla topraklama yapmış olur yani statik elektrik boşalır. Böylece vücut tekrar zindeliğe kavuşur. (Osman Ersan, Gözümün Nuru Namaz)
Eskiden öyle kütüphane müdürleri vardı ki, onların makam odaları aynı zamanda birer ilim ve edebiyat meclisi idi. Kalem ve kelam erbabı dediğimiz söz ve yazı üstadları bu meclislerde toplanıyorlar, tadına doyum olmayan sohbetler yapıyorlardı. Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin eski müdürlerinden merhum Muzaffer Gökman, bu ilim ve irfan mahfillerinin müdavimlerini “kütüphane dervişleri” diye nitelendiriyor. Kütüphanesini engin ilmiyle, zengin mahfuzatıyla, rengin sohbetiyle, son derece geniş kapsamlı kitabiyat bilgisiyle bir mektep haline getiren iki büyük hafız-ı kütüpten biri İsmail Saib Sencer, diğeri de Ali Emiri Efendi idi. Her ikisinin kütüphanesi de birer cazibe merkezi olduğu için kitap dostlarıyla, ilim âşıklarıyla, sohbet erbabıyla dolup taşıyordu. Eğer buralarda yapılan konuşmalar düzenli bir şekilde kaydedilip kitap haline getirilmiş olsaydı koca koca ciltler ortaya çıkardı. Ne yazık ki, bu pek yapılamadı. Bendeniz yaş itibariyle bu iki büyük kütüphanecimize yetişemedim ama Ali Emiri Efendi'nin kurmuş olduğu “Millet Kütüphanesi”nde uzun yıllar müdürlük yapan merhum büyüğümüz Mehmet Serhan Tayşi'den feyiz alma imkanını elde ettim. Kim ne derse desin, Serhan Tayşi, Ali Emiri Efendi'nin tam bir hayrülhalefiydi ve kütüphane sohbetlerinin son temsilcilerinden biriydi. Tasavvuf neşvesiyle de renklendirdiği konuşmaları ilim irfan teşnegânını (susamışlarını) gaşyediyordu. Bu sohbetlerin kaydedilip kitap haline getirilmesi için fırsat kolluyordum ki, bir gün meşhur Çınaraltı'nda tanışma imkânı bulduğum Taha Kılınç, bana bu fırsatı verdi. Şimdilerde “Derin Tarih Dergisi”nin yönetmenliğini yapan, Yeni Şafak'ta köşe yazan ve genç yaşında birçok esere imza atan Taha Kılınç kardeşimizi Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde merhum Serhan Tayşi ağabeyimizle tanıştırmış olmam, “M. Serhan Tayşi – Ali Emiri'nin İzinde” isimli hatıra kitabının hazırlanması ve yayımlanması için yeterli oldu. Aklıma gelmişken belirteyim. Mehmet Serhan Tayşi Bey, kendini dinleyen gençleri arada sırada şöyle ikaz ederdi. Büyük zatlarla bir araya geldiğiniz zaman sadece dinlemekle yetinmeyin, onlara çeşitli sorular yönelterek deşin, derdi. Bu türlü hatırlatmalara ben de defalarca şahit olmuşumdur. Bu mukaddimeyi sözü birkaç gün önce gördüğüm bir rüyaya, ayrıca Süheyl Ünver ile Mükrimin Halil Hoca'ya getirmek için yaptım. İçinde bulunduğumuz Temmuz ayının beşinci Çarşamba gecesi bir rüya gördüm. Şöyle ki: Süheyl Ünver Hoca başta olmak üzere bir grup insanla, bilmediğim tanımadığım bir mekânda yürüyoruz. Nereye gittiğimizi kestiremiyorum ama herhalde camiye gidiyoruz, lakin benim abdestim yok diye içimden geçiriyorum. Abdest almak için gruptan ayrılıyorum. Süheyl Hoca da benimle birlikte hareket ediyor. Derken çeşit çeşit çiçeklerle dolu bir bahçede bir yere oturuyoruz. Süheyl Ünver, merhum sohbete başlıyor. Ben bir ara, efendim, Prof. Mükrimin Halil Yınanç hakkında ne dersiniz diye kendisine bir soru yöneltiyorum. Dünyada iki büyük adam vardır. Birincisi Mükrimin Halil'dir, cevabını veriyor. Orada hazır bulunan ama kendilerini tanımadığım bir gruba, yahu ne meraksız adamlarsınız, niçin ikincisi kim diye hocaya sormuyorsunuz şeklinde sitem ediyorum ve Hoca'yı dinlemeyi sürdürüyorum. Yaşlılık haliyle yerinden kalkacağı sırada yardım etmek maksadıyla kucaklamak istiyordum ki rüya sona erdi. Rüya bitiyor ama benim de Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver'in 3 Nisan 1967 tarihli “Hayat Tarih Mecmuası”nda “Mükrimin Halil Yınanç'tan İnciler” başlığıyla yayımladığı notlar aklıma geliyor. Defalarca okuduğum ve hakikaten söz incileri kabul edebileceğimiz bu notları ben de “Ayaklı Kütüphaneler” kitabıma almıştım. İşte bu rüyanın etkisiyle “Ord. Prof. Mükrimin Halil Yınanç – Makaleler” adıyla Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan hacimli kitabın sayfalarını çevirmeye başlıyorum ve “Mükrimin Halil Yınanç'tan Sözler: Derleyen: Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver” başlığıyla karşılaşıyorum.
Öfke şeytandandır, şeytanda ateşten yaratılmıştır. Ateş ise su ile söndürülmektedir, öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın. #synergykendiyas #öfke #hiddet Facebook : https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikTok: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=0
Teyemmüm bir niyet ve iki vuruştan ibarettir. Birisiyle yüzünü diğeri ile iki ellerini dirsekleriyle beraber mesheder. Cünüplük ve abdestsizlik için teyemmüm etmek aynıdır. İmam-ı Âzam Ebû Hanife (r.a.)'a göre; toprak, kum, taş (tozu), kireç, alçı, sürme ve zırnık gibi yerin cinsinden olan her şeyle teyemmüm etmek caizdir. Bir kimse, misafir olduğu halde veya şehir haricinde olup, şehir ile bulunduğu yerin arasında bir mil (dört bin adım) yahut daha fazla mesafe bulunursa ya da suyu bulabiliyor da, suyu kullandığı takdirde hastalığının artacağından, veya cünüp olan şahıs soğuk su ile yıkandığı takdirde öleceğinden veya hastalanacağından korkarsa, o zaman temiz toprak ile teyemmüm eder. Teyemmümde (farz olan hangi ibadeti yapmak için teyemmüm ediyorsa onun için kalben) niyet etmek farzdır. Abdestte ise müstehaptır. Abdesti bozan her şey teyemmümü de bozar. Ayrıca kullanmaya gücü yettiği takdirde suyu görmek de teyemmümü bozar. Teyemmüm ancak temiz toprakla caiz olabilir. Başta suyu bulamayıp da vaktin sonunda bulmasını ümit eden bir kimseye namazı vaktin sonuna doğru geciktirmek müstehap olur. Bir teyemmümle istediği kadar farz ve nafile namazı kılabilir. Abdest almakla meşgul olduğu takdirde bayram namazının kaçırmaktan korkarsa teyemmüm ederek namaz kılar. Cuma namazına gelen, abdestle meşgul olduğu takdirde namazının geçmesinden korkarsa bile teyemmüm etmez, ancak abdest almak mecburiyetindedir. Cumaya yetişirse kılar, yetişemezse öğle namazını dört rekât olarak kılar. Bunun gibi vaktin darlığından dolayı abdest alıncaya kadar vaktin çıkmasından korkarsa bile teyemmüm etmez, ancak abdest alıp namazını kaza olarak kılar. Eğer (yol) arkadaşında su varsa teyemmüm etmeden önce suyu istemesi lâzımdır, vermediği zaman teyemmüm edip namazını kılar. (Ebu'l Hasan Kudûri, Kudûri Tercümesi, s.15)
1. Abdeste başlarken, abdestsiz yapılması caiz olmayan bir ibâdeti veya sırf abdest emrini yerine getirmeye niyet etmek. Niyetin vakti yüzün yıkandığı zamandır. 2. Abdeste, Besmele ile başlamak. 3. Elleri bileklere kadar üç kere yıkamak. 4. Ağıza üç kere su vermek ve misvâk kullanmak. 5. Buruna üç kere su vermek. Ağız ve buruna su sağ el ile verilir. Burun sol el ile temizlenir. 6. Oruçlu olmayanların suyu hızlı ve bol vermeleri. 7. İhrâmlı olmayanların, yüzü yıkadıktan sonra sık olan sakalı hilâllemeleri. Yani parmaklarını, alttan üste doğru sakalın içine sokarak karıştırmaları. 8. Parmakları hilâllemek. El parmaklarını hilâllemek, bir elin parmaklarını diğer elin parmaklarının arasına geçirerek, ayak parmaklarını hilâllemek ise, sol elin serçe parmağını ayak parmaklarının arasına geçirerek yapılır. Ayak parmaklarında ise, sağ ayağın küçük parmağından başlanıp, sol ayağın küçük parmağında bitirilir. 9. Elleri bir defa ıslatıp onunla başın tamamını meshetmek. Aynı ıslaklıkla kulakları da meshetmek. 10. Elleri ve ayakları yıkamaya önce sağdan ve parmak uçlarından başlamak. 11. Parmaktaki geniş yüzüğü hareket ettirmek. Dar yüzüğü hareket ettirmek vâciptir. 12. Abdest azâlarını üçer kere yıkamak. 13. Abdest azâlarını, beklemeden arkası arkasına ve sırasına dikkat ederek yıkamak. Bir sonraki abdest organını bir önceki kurumadan yıkamak. İmâm Mâlik (r.a.)'e göre farzdır. 14. Yıkama esnasında abdest azâlarını ovalamak. 15. Suyu kullanmakta israf etmemek. (Muhammed Alâüddin, El-Hediyyetü'l- Alâiyye, s.51-53)
“Ruh” ölüm anında neler yaşar? “Ruhun yaşı” var mıdır? Şeytan, kişi vefat etmeden önce hangi tekliflerde bulunur? Şeytan, ölüm döşeğindeki kişiye kimin suretlerine bürünerek gözükür? Bugünkü yaşantımız, ölüm döşeğindeki halimizi nasıl etkileyecek? “İmanımızın bağlarını” nasıl zayıflatıyoruz? Bir tarikat, başka bir tarikattan üstün olabilir mi? “Manevi yardım” kimlere gelir, kimlere gelmez? İmanımızı, şeytandan nasıl koruyabiliriz? Ruhumuzu nasıl, kime teslim edeceğiz? Öldükten sonra, ibadetlerimiz karşımıza hangi suretlerde çıkacak? Yerine getirmediğimiz ibadetlerimiz, ahirette bizden nasıl davacı olacak? Boyut kapıları nerede, nereye açılıyor? Gezegenler, kara deliklerin içine ne zaman çekilecek? “Dünyamızın ve kâinatın kıyameti” aynı anda mı gerçekleşecek? Ruhlar, yeryüzüne hangi yolları kullanarak gelip gider? Kabir hayatında neler yaşayacağız? Öldükten sonra, Cebrail Aleyhisselam'la ne zaman karşılaşacağız? Kabir hayatında geçeceğimiz “yedi kapı” nelerdir? Öldükten sonra, nefsimiz nereye gidecek? Kabir hayatında nasıl yeniden öleceğiz, nasıl yeniden bedenleneceğiz? Kabir hayatında nasıl sual vereceğiz? Kabir hayatında ne kadar kalacağız? Ölülerimizi, neden beyaz kefene sararak gömüyoruz? Şeyhten medet dilenir mi? Günlük gusül abdesti almak neden önemlidir? Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ahirette, kendi ümmetini nasıl tanıyacak? Günlük gusül abdesti almak neden önemlidir? Peygamber Efendimize (s.a.v.) neden çok Salat-u Selam getirmeliyiz? Bu ve buna benzer bir çok sorunun cevabını alacağınız ses kaydımızı sonuna kadar dinlemenizi tavsiye ediyoruz. #synergykendiyas #ölüm #kabir #namaz #abdest Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikTok: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=0
Abdesti bozan şeyler şunlardır: 1. Ön ve arkadan çıkan her şey. 2. Kendiliğinden akmayıp akıtılmış da olsa, yaradan çıkan (kan, irin gibi) necis maddenin, çıktığı yerden taşıp temiz yere bulaşması. 3. Ağız dolusu, yani ağzın zorlukla tutacağı kadar çok safra, kan veya yenilen-içilen şeyleri kusmak. 4. Tükürükten fazla veya tükürükle aynı miktarda olan kan. 5. Kalça yerleşmeksizin uyumak. 6. Bayılmak, delirmek veya sarhoş olmak. 7. Buluğ çağındaki bir kimsenin, uyanık vaziyette, bile bile, rükû ve secdeli bir namazda, yanındaki bir kimsenin işiteceği kadar gülmesi. 8. Teyemmüm etmiş kimsenin abdest alacak kadar suya kavuşması ile abdesti bozulacağı gibi özür sahibinin de namaz vaktinin çıkmasıyla abdesti bozulur. 9. Göz ağrısı sebebiyle gözden gelen yaş abdesti bozar. Şunlar abdesti bozmaz: 1. Kalça yerleşerek uyumak. (Bir kimse kalçası yerleşmiş olarak bir şeye dayanarak uyusa, dayandığı şey alındığı takdirde düşecek olsa bile, hemen kalkarsa abdesti bozulmaz.) 2. Namazda ayaktayken, otururken veya secde halinde uyumak. 3. Abdestli kimsenin gözündeki çıbandan çıkan ve gözünün içinde kalıp dışarı çıkmayan kan. 4. Yaradan düşen et parçası ve yaradan çıkan kurt. 5. Namaz içinde tebessüm etmek, sessiz olarak gülümsemek. 6. Bir ağrı, sızı veya hastalıktan olmaksızın gözden akan su ve ağlama. 7. Kullanılan misvakta veya ısırılan sert bir meyvede görülen ve akıcılığı bilinmeyen kan eseri. 8. Pire ve sivrisinek gibi haşaratın doyuncaya kadar emdiği kan. (Sülük emerse abdesti bozar.) (Muhammed Alâüddin, El-Hediyyetü'l- Alâiyye, s.58-61)
Abdest, namaz Kuran'a göre kolaydır. Namazı ve abdesti zorlaştırmak şeytanın insanları namazdan uzaklaştırmak için bir oyunudur. Her mezhep kendisine göre namaza sünnetler, vacipler ekliyor. Biri diğerini kabul etmiyor. Haram ve helal konusunda dahi birbirleriyle çelişiyorlar. İslam'ın haramları, helalleri sadece Kuran ile belirlidir. Namaz kılmanın, abdest almanın her mezhebe göre farklı olması diye bir şey olmaz. Kuran'a göre namaz, abdest belirli ve kolaydır.Wudu is easy according to the Qur'an. Making prayer and wudu difficult is a trick of the devil to distract people from prayer. Each madhhab adds sunnahs and wajibs to the prayer according to itself. One does not accept the other. They even contradict each other about haram and halal. The harams and halals of Islam are determined only by the Qur'an. There is no such thing as praying and making wudu are different for each sect. According to the Qur'an, prayer and ablution are specific and easy.
Efendimiz (s.a.v.)'in bizlere olan emir ve vasiyetlerinden biri de şudur: Kadınlara evlerinde oturmalarını, beş vakit namazlarını evlerinde kılmalarını emredip, evden dışarı çıkmaya heves etmemeleri ve yabancı vaizlerin vaazını dinlemeye ihtiyaç duymamaları için Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)'in kendileri hakkında emrettiklerini yaptıkları takdirde ne derece fazîlet kazanacaklarını onlara anlatmamızdır. Çünkü bizler, ailemizin her durumundan dünya ve âhirette ve her yerde sorumlu bir durumdayız. Allâh (c.c.)'un râhmeti üzerine olsun, Ali el-Havas (r.âleyh)'in bu konuda şöyle dediğini duymuştum: “Şeriat, kadınlara evlerinde namaz kılmalarını emretmekle yabancı kadınlara bakmaktan çekinmeyen insanlara bu fırsatı vermeyip maslahâtlarını (fayda sağlanmasını) temin etmiştir. Bunlar, her daim kendilerinin Hâkk Teâlâ'nın huzurunda olduklarını, Allâh (c.c.)'un kendilerine baktığını bilselerdi, Allâh (c.c) kadınların da erkeklerle birlikte namaz kılmalarını emrederdi.” Bu sebeple kadınların namazlarını evde kılmaları daha hayırlıdır. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Kadınların en hayırlı mescidleri evlerinin en iç köşesidir” (Ahmed bin Hanbel) “Mescidleri kadınlarınıza yasaklamayınız, fakat evleri kendileri için daha hayırlıdır.” (Ebû Davûd) “Kadının Allâh (c.c)'ın yüzüne (rızasına) en yakın olduğu vakit, evinin en mahfazalı yerinde bulunduğu vakittir.” (İbn Hibban) Hâkk Teâlâ daha iyi bilir. (İmâm Şaranî, Büyük Ahidler, s.82-85) BİR MECELLE KAİDESİ ÖĞRENELİM Şekk ile yakîn zâil olmaz. (Mecelle k. 4) Kesin olarak bilinen birşey, sadece şüphe ve kuşku ile ortadan kalkmaz. Misâl: Abdest aldığını kesin olarak bilen bir kimse, abdesti bozup bozmadığından şüpheye düşse, şer'an abdestli sayılır, tekrar abdest alması gerekmez. (www.mevlanatakvimi.com)
Bu video 16/10/2016 tarihinde yayınlanan " MEHDÎ, MESÎH VE KÂİNAT İMAMI (!)" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Dünya çapındaki Hizmet faaliyetlerinde sevk-i ilahiyi ve Allah'ın inayetini görmezden gelerek muvaffakiyetleri sebeplere ve bazı şahıslara vermek ancak gafillerin işi olabilir. Ben o talebelerin yemeklerinden birine bir kaşık çalmadım. Banyolarında, “suları bana haram olur” diye, banyo yapmadım. Abdest alırken, onların bastıkları terliklere ayağımı basmadım. Altı seneye yakın orada günde altı saat derse girdim, beş kuruş para almadım. Mütalaada başlarında bulundum, beş kuruş almadım. “Haram olur” diye almadım. Ağzıma koymadım; eminim, arpa kadar şeyi ağzıma koymadım. Orada yetişen bazı arkadaşların gerçekten adanmışlık ruhuna kendilerini adayacaklarını, yaşatmak için yaşama duygusuna bağlanacaklarını, hiç hesap edemezdim ben. Bir gün geldi, arkadaşlar Bozyaka'nın avlusundan arabalarla Türkiye'nin değişik yerlerine gitmeye başladılar. İki araba.. “Aman, ne büyük fütuhat!” falan diyorduk. Antep'e gidiyor, onlara diyorlardı ki: “Yurt yapın da içine talebe koyun! Dört başı mamur insan yetişsin. Sigara içmesinler, uyuşturucu kullanmasınlar, beş vakit namazlarını kılsınlar, kimsenin ırzında-namusunda gözleri olmasın. Mesâvîye karşı, me'âsîye karşı mesafeli dursunlar; Hazreti Gazzalî'nin ifadesiyle “münciyât”a açık bulunsunlar, “mühlikât ve mûbikât”a karşı da bütün kapılarını kapasın, arkasına da sürgüler sürsünler!..” Bu mülahaza ile iki araba, üç araba gidiyorlardı; “Aman ne büyük iş!” diyorduk ona. Aklımız ancak o kadarına eriyordu. Sadece Türkiye'nin içinde böyle birkaç yere giden insanlar, gün geldi “Daha uzak yerlere de gidebiliriz!” dediler. Bir gün, Rus İmparatorluğu yıkıldı; “Yahu onlar (Türkî Cumhuriyetlerin halkı) bizim Asya'dan kardeşlerimiz; biz oradan gelmişiz, Oğuz boylarındanız biz. Atalarımız, o Devlet-i Aliyye'yi kuranlar da oradan gelmiş. Gidip onlara karşı vefa borcumuzu edâ edelim!..” dedik. Denedik yani. Üç beş tane insan, kuralarını çektiler, dünyanın değişik yerine gittiler. Coğrafyada o yerlerin nerede olduğunu Kıtmîr, bilmiyordu. (Yine “Kıtmîr” diyorum ben, onlara rağmen.) Kıtmîr bilmiyordu, gidecek insanlar da bilmiyorlardı. Belki hava meydanında “Falan yere nereden gidilir?” diyorlardı. Öyle çantalarını ellerine aldı, öyle gittiler. Bir yerde, iki yerde bu iş tutunca, “Yahu oluyormuş!” dediler. Onlar da ifade ediyor bunu her yerde. Alkışlarla Pennsylvania'ya selam gönderenlerin, buraya kadar gelenlerin, tebrik edenlerin sayısı az değildir, yüzlerce… Otuz sene bu meseleyi öyle görmüş insanların, bugün kalkıp aleyhte bulunmalarına, “aldanmışız!” demelerine karşılık “ahmaklık etmişler” derim ben; “ahmaklık etmişler!..” Bütün dünya aptal da sadece onlar akıllı değil. İki-üç senedir tahribatlarına rağmen, herkes “Yeni okul açın!” diyor. Bu sene onların tahribat adına gelip-gittikleri yerler, on beş tane okul ruhsatı veriyorlar, on beş tane. Bunların hiç biri bizim aklımızın köşesinden geçmezdi. Ben size yemin ederim, rüyasını bile görmemiştim ben bunların.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)'in babası Sâbit genç abid ve zahitti. Bir gün su kanalından abdest alırken suda gördüğü bir elmayı alıp yedi. Abdest aldıktan sonra tükürdüğünde ise tükrüğünün kanlı olduğunu gördü ve kendi kendine; “Herhalde yediğim haram olmalı, yoksa tükrüğümün rengi değişmezdi” dedi ve su arkını takip ederek elma ağacını buldu. Ağacın sahibine durumu anlattı ve yediği elma karşılığında bir dirhem vererek; “Hakkını helâl et” dedi. Elma ağacının sahibi onun dînine son derece bağlı olduğunu görünce; “Bir dirhem değil bin dirhem hatta daha fazla versen bile sana hakkımı helâl etmem” dedi. Bunun üzerine Sâbit; “Peki hakkını nasıl helâl edersin?” diye sordu. Adam şöyle cevap verdi: “Benim gözleri görmeyen, konuşamayan, kulakları sağır ve yürüyemeyen bir kızım var, onunla evlenirsen hakkımı helâl ederim. Aksi takdirde hakkımı senden hesap gününde isterim” dedi. Bir müddet düşünen Sâbit kendi kendine: “Dünya azâbı daha kolay ve geçici, ahiret azâbı ise daha şiddetli ve ebedi, onunla evlen” diyerek söylendi ve onunla evlendi. İlk karşılaştığında kadın onu çok güzel karşıladı. Sâbit gördüklerine şaşırdı. Zira işiten, gören ve konuşan biriyle karşılaşmıştı. Kadın ona; “Ben falanın kızı ve senin eşinim” deyince Sâbit; “Ben seni babanın bana anlattığının aksine buldum” diye karşılık verdi. Bunun üzerine hanımı; “Evet babam doğru söylemiş, çünkü ben yıllarca evden dışarı çıkmadım, yabancı hiçbir kimseyi görmedim, onlarla konuşmadım” deyince Sâbit durumu anladı ve “Sıkıntımızı gideren Allâh (c.c.)'a hâmd olsun, Râbbimiz çok bağışlayandır” (Fâtır s. 34) âyetini okudu. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)'in sahip olduğu zühd ve takvânın kaynağı da bu olmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) de; “Evleneceğiniz kadın husûsunda seçici davranınız. Çünkü damarın nereye çekeceği hiç belli olmaz” buyurmak sûretiyle böylesi durumlara işaret etmiştir. (Muhaddisler Nazarında İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe, c.1, s.38-39)
Bu video 18/12/2016 tarihinde yayınlanan " ŞERBET" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... “Allahım, Peygamberimizin Kevser havzından kase kase içir ve susuzluğumuzu öyle gider ki, ondan sonra ebediyen susuzluk çekmeyelim!..” Evet, işte en son, o. Sonra geriye dönüp -bir yönüyle- kendini görmezlikten gelerek, üzerine bir çarpı çekerek, “Ben, yokum! Bende bir ben var, benden içeri!” demek. Bunu Yunus Emre diyor. Nasıl diyor Yunus Emre?!. Evet, onun kendi ifadesiyle diyeyim: “Beni bende demen, bende değilim / Bir ben vardır bende, benden içeru.” Sende bir “Ben” olmalı, senden içeru; esasen, sen, O'nun aynası olmalısın!.. “Ayinedir bu âlem her şey Hak ile kâim / Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür daim” (Aziz Mahmud Hüdâî) O'nda, asliyet planında, hakikat planında… O'na bakan, O'nu gören, إِذَا رُؤِيَ ذُكِرَ اللهُ fehvasınca, Cenâb-ı Hakk'ı hatırlıyor, “Allah!” diyordu. İnsafla, önyargısız bakan bir Yahudi âlimi Abdullah ibn-i Selam (Allah, selamı ile serfiraz kılsın!) “Vallahi, bu çehrede yalan yok” demişti. لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ demesi için, o dırahşan çehreye bakması yetmişti; o mübarek mahiyete bakmak yetmişti onun için. Öyle bir ayna olma… “Mir'ât-ı Muhammed'den Allah görünür dâim.” İşte, burada o şerbetleri içince, öbür tarafta, Kevser'i içeceksiniz. Abdest alırken de ağzınıza su verirken اَللَّهُمَّ أَسْقِنِي مِنْ حَوْضِ نَبِيِّكَ (صلى الله عليه وسلم) كَأْسًا لاَ أَظْمَأُ بَعْدَهُ أَبَدًا “Allahım, Peygamberinin havzından kase kase içir ve susuzluğumu öyle gider ki, ondan sonra ebediyyen susuzluk çekmeyeyim!..” diyorsunuz. لاَ أَظْمَأُ بَعْدَهُ أَبَدًا “Öyle bir içir ki, ondan sonra susuzluk nedir, onu bilmeyeyim!”. Evet, içeceksin… Bal ırmağından içeceksin, sekir vermeyen meşrubattan içeceksin, saf su menbaından içeceksin… Kaynağından.. kolibasili falan yok, içine girmemiş; hepsi tertemiz böyle… Dünyadakiler sadece birer örnek… İçtiğin zaman diyeceksin ki, “Yahu, bizim o bal var ya, yüzde bir bu tadı veriyordu! Demek yüzde yüzü buna aitmiş!” O meşrubatı içtiğin zaman, “Yahu, birileri içtiği zaman başları dönüyor, kendilerinden geçiyorlardı, ona benziyor ama…” diyeceksin. Kur'an-ı Kerim işaret buyuruyor, işarî tefsir açısından dururlar üzerinde: وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “İman edip makbul ve güzel işler yapanları müjdele: Onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Öyle cennetler ki, ne zaman meyvelerinden kendilerine bir şey ikram edilirse: “Bu, daha önce de dünyada yediğimiz şey!” diyecekler. Oysa bu, onların aynısı olmayıp, benzeri olarak kendilerine sunulacaktır. Orada onların tertemiz eşleri de olacak ve onlar orada devamlı kalacaklardır.” (Bakara, 2/25) Hazreti İbn Abbas (Habrü'l-ümme – Ümmetin âlimi) bu ayetin tefsirinde diyor ki: “Ahirette verilecek şeyler, sadece benzerlerdir!” Onları orada tattığınız zaman, diyeceksiniz ki “Yahu, bu şuna benziyor biraz.. bu şuna benziyor.. bu da şuna benziyor.” Bu hayat, şuna benziyor.. bu koltukta böyle gerilip oturma şuna benziyor.. bu hayat arkadaşıyla muhavere şuna benziyor.. şu evlat sevgisi, evlatlarla alaka da şuna benziyor… Şuna benziyor ama onu tam da ifade etmiyor… Hazreti Pîr de hassasiyetle meselenin üzerinde duruyor. Öyle diyeceksin… Burada o şerbetleri içince, orada da Allah'ın izni ve inayetiyle, o şerbetlerle ikrâmât-ı İlahiye'ye, tekrimât-ı Sübhaniye'ye mazhar olacaksın!..
Bu video 05/02/2017 tarihinde yayınlanan "MAHPUSLAR, MAZLUMLAR, MUHÂCİRLER VE HİMMET" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Himmet, Allah'ın lütuf buyurduğu her türlü rızıktan infakta bulunarak dine/insanlığa hizmet etmektir; beşer onu kâmil manada İnsanlığın İftihar Tablosu'ndan öğrenmiştir. Himmete müracaat, esasen… Bir tanesi kalktı, ne dediğini bilmeyen, zil-zurna cahil… Bazen diplomalı cahiller, diplomasız cahillerden daha tehlikelidir; çünkü diplomalı cahil, diğer cahilleri inandırır, sürü gibi şeyin arkasına takılır yürürler. Himmet'i tenkit ediyor… İnsanlığın İftihar Tablosu, dini i'lâ adına himmete müracaat etti mi, etmedi mi?!. Hem de çent defa. Hatta insanların, O'nun o mevzudaki telkinine rağmen biraz alakasız kalmaları karşısında, teessür duydu mu, duymadı mı?!. O'nu, yüksek basiretiyle, firasetiyle keşfeden, O'ndaki insibağ ile duyguları uyanık olan, hüşyâr olan bir sahabi, evine koştu mu, koşmadı mı?!. Avuç dolusu bir himmet ile geldi mi, gelmedi mi?!. Meselenin öyle yapılması gerektiğini sahabe-i kiram, anladı mı, anlamadı mı?!. Ve sonra her biri evine koşup getireceği şeyi getirdi mi, getirmedi mi?!. Kimisi bütün varlığını getirip oraya döktü mü, dökmedi mi?!. “Himmet, milletin yaptığı yardımlar, suiistimal edilerek, bu türlü şeylerde…” Nede kullanılıyormuş?!. Dindar nesil yetiştirme okulları açmakta.. üniversiteye hazırlık kursları açmakta.. zalimin, hainin, hasetçinin çekemediği müesseseler açmakta.. dünyanın değişik yerlerinde cehalete karşı, fakirliğe karşı, ihtilafa karşı -üç tane, dört tane, beş tane yaygın maraza karşı- bir yönüyle, i'lân-ı harp etmekte… Bunları akıllıca bertaraf etme istikametinde himmete müracaat ediliyor. O zavallı, diplomalı cahil, “Himmet, falan yerlerde çar-çur edildi!” demek suretiyle… Zavallı!.. Cenâb-ı Hak, hidayet etsin; o da aklını başına alsın, aynı haltı bir daha yapmasın, sizinle beraber -inşaallah- cennete girsin! Hüsn-i zan ediyoruz. Geriye dönelim… Değişik yerlerde himmet organizasyonları yapmak suretiyle, yurt içinde ve yurt dışındaki muhtaçlara yardım etmeli. Malı mülkü zalimlerce gasp edilen, mağduriyetler sarmalında eziyet çeken ve zulümden kaçıp cebrî hicret yollarına düşen insanlara mutlaka maddî manevî yardım edilmeli!.. Hazreti Musa demişti ki: فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ “Sizinle beraber bulunmaktan korkup kaçtım.” (Şuarâ, 26/21) “Kaçtım sizden!..” Zindanlara girip bazıları ölüyor, kimsenin haberi yok; dövüle dövüle ölüyor. Bazıları işkenceye maruz kalıyor. Bazıları günlerce hücrede kalıyor. Bazılarına namaz kılma, abdest alma imkânı bile verilmiyor. Kafalar karıştırılmaya çalışılıyor. Ve aynı zamanda itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor o insanlar. Dolayısıyla onlar da فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ “Sizin şerrinizden korktuk, kaçtık!” diyor gidiyorlar. Ama her şeylerini arkada bırakıyorlar.
İbadetin üç yönü vardır. * Beden * Ruh * Nefis #synergykendiyas #nefis #beden #ruh #ibadet Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikToc: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=09
Fahr-i Kâinât (s.a.v.) Efendimiz, hiçbir peygambere nasip olmayan bir takım hasletlerle donatılmış, yine başka hiçbir ümmete verilmeyen kolaylıklar O (s.a.v.)'in ümmetine bahşedilmiştir. Allâh (c.c.), O (s.a.v.)'in ayak bastığı toprağı temiz kılmış, O (s.a.v.)'e ve ümmetine yeryüzünün pis olmayan her yerini ibâdethâne ve temizleyici olarak kullanma imkânı vermiştir. Hadiste şöyle beyân buyrulmuştur: “Yeryüzünün temiz olan her yeri, benim için mescit ve temizleyici kılındı.” Hadiste temizleyici olarak ifade edilen, toprak ve toprak cinsinden olan nesnelerdir. Buna göre abdest almaya uygun suyun bulunamaması halinde, bunlarla abdestsizlik giderilebilir. Buna teyemmüm denir. Abdest alacak veya gusül yapacak kadar temiz su bulunmadığı hallerde, su bulunduğu halde yırtıcı hayvan veya düşman tehdidinden dolayı suyun kullanılmasının mümkün olmadığı durumlarda, suyu kullanmaya mani bir hastalık olduğu durumlarda ve sahip olunan su içecek su miktarından fazla değilse teyemmüm edilebilir. Bir teyemmümle birden fazla namaz kılınabilir. Ancak teyemmüm edildikten sonra uygun su bulunursa, bu suyla abdest alınır. Çünkü suyu görünce teyemmüm bozulur. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bu hususta: “On seneye kadar bile olsa temiz toprak müslümanı temizleyicidir. Ancak suyu bulduğu zaman onu vücuduna döksün. Bu, onun için daha hayırlıdır” buyurmuştur. İbn-i Ömer (r.a.)'in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.): “Teyemmüm, biri yüzü, diğeri dirseklere kadar kolları mesh etmek için elleri iki defa toprağa vurmaktır” buyurmuştur. Teyemmüme başlarken iki el yere vurulur ve teyemmüme niyet edilir. İki el ile bütün yüz mesh edilir. Eller ikinci defa yere vurulur. Bu defa sol el parmaklarının arkası ile sağ el ve kolun içi, yine sol elin avuç içi ile sağ el ve kolun dışı mesh edilir. Daha sonra bu işlem sağ el vasıtasıyla, sol kol için tekrarlanır. (Eşref Ali et-Tehânevî, Hadislerle Hanefi Fıkhı, c.1, s.348-352)
Synergy Kendiyas kanalında; pozitif bilimlerin, tıbbın ve diğer çözüm yollarının derman bulamadığı hastalıkların tedavisine ve anlam verilemeyen olayların hakikatine gerçek insan hikayeleriyle ışık tutuyoruz. Hayal ve gerçeğin sınırlarını daha net çizebilmek ve mucizelerin gerçekliğe ne kadar yakın olduğuna şahit olabilmek için takipte kalın. Allah'ın, selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Bu videomuzda gusül abdesti alırken yapılan hataları ve bu hatalar neticesinde çekilen sıkıntıları sizlerle paylaştık. Bu sıkıntılar öfke patlaması, vesvese,işerde giden terslik gibi daha bir kaç meseleden videomuzda bahsettik. Videolar dikkatinizi çekti ise beğenmeyi ve kanala abone olarak bizi desteklemeyi unutmayın. #gusülabdestinasılalınır #kadın #gusülabdesti #gusülabdestiilenamazkılınırmı #gusülabdestinedenalınır #gusülabdestininfarzları #gusülbozulduvesvesesi #gusülboyabdestininalınışı #gusülabdesti Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikToc: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=09
Abdest alırken azaların üçer kez yıkanmasının hikmeti nedir? Neden temizlik dahil olmak üzere bazı şeyleri en az üç kez yapmalıyız? #synergykendiyas #tesbih #üflemek #abdestalırken #üçkereüflemek #üçkere #sorucevap Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikToc: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=09
Allâhü Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'inde: “Ey îmân edenler, namaz kılmak istediğiniz zaman yüzlerinizi yıkayınız ve dirseklerinizle beraber ellerinizi de yıkayınız. Başlarınızı meshediniz. Ve topuklarla birlikte ayaklarınızı da yıkayınız.” buyurmuştur. (Mâide s. 6) Bu âyet-i kerîmeden de anlaşıldığı gibi abdestin farzları dörttür: Yüzü bir kez su ile yıkamak, iki eli dirseklerle beraber bir kez yıkamak, her iki ayağı topuklarla beraber bir kez yıkamak ve başın dörtte birini ıslak bir elle ve kullanılmadık temiz bir su yaşlığı ile bir kez mesh etmektir. Şöyle ki; yüz denilen organ, iki kulak memesi arasındaki yer ile alnın saç biten yerinden çene altına kadar olan kısımdır. Kulaklarla sakal arasında bulunan kılsız kısımlar da yüzden sayılır. İşte yüz denilen bütün bu kısmı su ile bir kere yıkamak farzdır. Yüzü yıkarken esas olan, üzerinden suyu akıtmaktır. Ayrıca yüzünde sakalı sık olan bir kimsenin abdest alırken İmam-ı Âzam (r.a.)'e göre, sakalının dörtte birini meshetmesi gerekir. Fakat kişinin sakalı seyrek ise, altındaki deri kısımları da yıkaması gerekmektedir. Yüzü yıkarken dikkat edilmesi gereken bir başka husus da gözde bulunan çapakların giderilmesidir. Dirseklere gelince, bunlara “Mirfâk” denir. Elleri dirseklerle beraber yıkamak farz ise de, dirseklerden daha yukarısını yıkamak zorunluluğu yoktur. Ayakların iki taraflarında bulunan ve “topuk” denilen şişkin kısımları da yıkamak gerekir. Fakat bunların yukarısını yıkamak gerekmez. Başa meshe gelince: Alından arkaya doğru başın ön kısmının mesh edilmesi daha fazîletlidir. (Başın tamamını meshetmek ise en iyisidir, sünnet-i müekkededir.) Mesh edilen yer iki kulağın üstüdür. Bu kısımdaki saçların üzerine meshedilmesi yeterlidir. Fakat bu kısımdan aşağıya sarkan saçların üzerine mesh edilmesi, başın üstünde topak olsalar dahi, yeterli olmaz. (Fetâvâ-yı Hindiyye, c.1, s.15-23)
Teyemmümün farzı üçdür: 1— Cenâbetden temizlenmek için veyâ abdestsizlikden temizlenmek için niyyet etmekdir. Abdestsiz bir kimse, talebesine göstermek için teyemmüm ederse, bununla nemâz kılamaz. Teyemmüm ile nemâz kılabilmek için, yalnız teyemmüme niyyet etmek yetişmez. İbâdet olan başka bir şeyi, meselâ, cenâze nemâzı kılmak için, secde-i tilâvet yapmak için veyâ abdest için veyâ gusl için teyemmüm etmeğe niyyet lâzımdır. Teyemmüme niyyet ederken, abdest ile guslü ayırmağa lüzûm yokdur. Abdest için niyyet etmekle, cenâbetden de temiz olur. Cenâbetden temizlenmeğe niyyet edilen teyemmüm ile nemâz kılınabilir. Abdest için ikinci teyemmüme lüzûm yokdur. 2— (Menâhic) kitâbında diyor ki, (Şâfi'î ve Hanbelî mezheblerinde, teyemmüm yalnız toprakla yapılır. Hanefîde ve Mâlikîde iki kolu dirseklerinden yukarı sıvalı olarak, iki elin parmakları açık olarak avuç içlerini temiz toprağa, taşa, toprak veyâ kireç sıvalı dıvara sürüp ve ileriye, geriye oynatıp, avuç içlerini en az üç parmak mikdârı değmek üzere, iki avucun içleri ile yüzünü bir kerre mesh etmek, ya'nî sığamak.) [Yüzü tam mesh edebilmek için, avuçlar açık ve dört parmak birbirlerine yapışık ve iki elin ikişer uzun parmaklarının uçları birbirlerine değmiş olarak, avuç içleri saç kesimine konup, çeneye doğru yavaşça indirilir. Parmaklar yatay vaz'iyyetde alnı, göz kapaklarını, burnun iki yanını ve dudakların üzerlerini ve çenenin yüz kısmını iyice sığamalıdır. Bu esnâda avuç içleri de yanakları sığar]. 3— İki avucu tekrâr toprağa sürüp, birbirine çarparak, tozu toprağı silkeledikden sonra, önce sol elin dört parmağı içi ile, sağ kolun alt yüzünü, parmak ucundan dirseğe doğru sığayıp sonra, sağ kolun iç yüzünü, sol avuç içi ile, dirsekden avuca kadar sığamakdır. Bu esnâda sol baş parmak içi sağ baş parmak dışını sığar. Bir rivâyetde, yüzüğü çıkarmak ve parmakların yanlarını diğer elin parmaklarının içleri ile mesh etmek lâzım değildir. Geniş yüzük hareket etdirilir. Sonra, yine böyle sağ el ile, sol kol sığanır. El ayasını toprağa sürmek lâzımdır. Toprağın, tozun elde kalması lâzım değildir. Avuç içleri yüzünün ve kollarının iğne ucu kadar yerine değmezse, teyemmüm sahîh olmaz. Tam İlmihal Se`âdet-i Ebediyye | Sayfa : 149 - 150
Sünnet üzere gusl abdesti almak için, önce, temiz olsalar dahî, iki eli ve avret yerini yıkamalıdır. Sonra bedeninde necâset varsa yıkamalı, sonra, tam bir abdest almalı, yüzünü yıkarken, gusle niyyet etmeli, ayakları altında su toplanmıyorsa, ayakları da yıkamalıdır. Sonra bütün bedene üç def'a su dökmelidir. Önce üç def'a başa, sonra sağ omuza, sonra sol omuza dökmeli, her döküşde, o taraf temâm ıslanmalıdır. Birinci dökmede oğmalıdır. Guslde, bir uzva dökülen suyu, başka uzvlara akıtmak câiz olup, orası da temizlenir. Çünki, guslde bütün beden, bir uzv sayılır. Abdest alırken bir uzva dökülen su ile, başka uzv ıslanırsa, yıkanmış sayılmaz. Gusl temâm olunca, tekrâr abdest almak mekrûhdur. Gusl ederken abdesti bozulursa, bir dahâ almak lâzım olur. Şâfi'îyi ve mâlikîyi taklîd edenler buna dikkat etmelidir. Tam İlmihal Se`âdet-i Ebediyye | Sayfa : 133
Abdestin edebleri: Edeb, burada yapılması sevâb olup, yapılmazsa hiç günâh olmayan şeyler demekdir. Hâlbuki, sünneti yapmak sevâb olup, yapmamak, tenzîhî mekrûhdur. Edeblere, mendûb ve müstehab da denir. Abdestin edeblerinden, (Halebî-yi sagîr)de bildirilenler şunlardır: 1 — Abdesti, nemâz vakti girmeden önce almakdır. Özr sâhiblerinin, vakt girdikden sonra alması lâzımdır. 2 — Halâda tahâretlenirken, kıbleyi sağ veyâ sol tarafa almakdır. Abdest bozarken, kıbleye önünü ve arkasını dönmek tahrîmen mekrûhdur. Ayakları açıp çömelmek edebdir. 3 — Necâset bulaşmamış ise, su ile tahâretlenmek edebdir. Necâset, dirhem mikdârından [ya'nî bir miskalden, dört gram ve seksen santigramdan] az ise, yıkamak sünnetdir. Dirhem mikdârı bulaşmış ise, yıkamak vâcib, fazlasını yıkamak farzdır. Yıkamakda aded yokdur. Temizleninceye kadar yıkamalıdır. Sol elin, bir veyâ iki veyâ üç parmağının içi ile yıkanır. 4 — Tahâretlendikden sonra, bez ile kurulanmakdır. Bez yok ise, el ile kurulamalıdır. 5 — Tahâretlendikden sonra, avret mahallini, hemen örtmekdir. Tenhâda lüzûmsuz açmak, edebi bozar. 6 — Başkasından yardım istemeyip, abdesti kendisi almakdır. İstemeden su döken olursa, câizdir. 7 — Kıbleye karşı, abdest almakdır. 8 — Abdest alırken konuşmamakdır. 9 — Her uzvu yıkarken, kelime-i şehâdet okumakdır. 10 — Abdest düâlarını okumakdır. 11 — Ağzına sağ el ile su vermekdir. 12 — Burnuna sağ el ile su vermek, sol el ile temizlemekdir. 13 — Ağzı yıkarken, dişleri (Misvâk) ile temizlemekdir. Sağ el parmakları uzatılıp, baş parmakla küçük parmak misvâkın altından, diğer üç parmak da üstünden tutarak, üç kerre sağ, üç kerre de sol yandaki dişler üzerine hafîfce sürülür. Kuvvetle sürmemeli, dişleri bozar. Hafîf sürülünce dişleri ve diş etlerini kuvvetlendirir. Misvâk, Arabistânda bulunan Erâk ağacının dalından, bir karış uzunlukda kesilen parçadır. Erâk dalı bulunmazsa, zeytin veyâ başka dallardan da olabilir. Nar dalı olmaz. Çünki acıdır. Yinilen ve içilen şeyler acı olmamalıdır. Misvâk bulunmazsa, fırça da kullanılabilir. Bu da yoksa, sağ elin baş parmağını sağ yandaki dişler üzerine, ikinci küçük parmağını sol dişler üzerine üç kerre sürerek temizlemelidir. 14 — Ağzı yıkarken, oruclu değilse, ağzı çalkalamakdır. Buğazında hafîf gargara yapmak abdestde de, guslde de sünnetdir. Oruclu iken mekrûhdur. 15 — Burnu yıkarken, suyu kemiğe yakın çekmekdir. 16 — Kulağı mesh ederken birer parmağı, kulak deliğine sokmakdır. 17 — Ayak parmaklarının aralarını tahlîl ederken, sol elin küçük parmağı ile ve alt taraflarından tahlîl etmekdir. 18 — Elleri yıkarken, geniş yüzüğü yerinden oynatmakdır. Dar, sıkı yüzüğü oynatmak ise lâzım olup, farzdır. 19 — Su bol ise de, isrâf etmemekdir. 20 — Suyu, yağ sürer gibi az kullanmamakdır. Üç def'ada da, yıkanan yerden en az iki damla su damlamalıdır. 21 — Abdest aldığı kabı dolu bırakmakdır. 22 — Abdest bitince veyâ ortasında (Allahümmec'alnî minettevvâbîn...) düâsını okumakdır. 23 — Abdestden sonra (Sübhâ), ya'nî iki rek'at nemâz kılmakdır. 24 — Abdestli iken, abdest almakdır. Ya'nî nemâz kıldıkdan sonra, abdestli iken, yeni nemâz için, bir dahâ abdest almakdır. 25 — Yüzü yıkarken, göz pınarını, çapakları temizlemekdir. 26 — Yüzü, kolları, ayakları yıkarken, farz olan yerlerden biraz fazlasını yıkamak. Kolları yıkarken, avuca su doldurmalı, bunu dirseğe doğru akıtmalıdır. 27 — Abdest alırken, kullanılan sudan, elbiseye, üste, başa sıçratmamakdır. 28 — İbni bidîn, abdesti bozanlarda diyor ki, (Kendi mezhebinde mekrûh olmıyan birşey, başka mezhebde farz ise, bunu yapmak müstehabdır). İmâm-ı Rabbânî, 286. cı mektûbda diyor ki, (Mâlikîde, abdest a'zâsını uğmak farz olduğu için, muhakkak uğmalıdır). İbni bidîn, ric'î talâkı anlatırken diyor ki, (Hanefî mezhebinde olanın, mâlikî mezhebini taklîd etmesi evlâdır. Tam İlmihal Se`âdet-i Ebediyye | Sayfa : 123 - 124 - 125
1. Abdest almak isteyen kimsenin, eğer uykudan kalkmış ise elini kaba sokmadan önce yıkaması sünnettir. Çünkü Nebî (s.a.v.): “Herhangi biriniz uykudan uyandığı zaman, elini üç defa yıkamadan kaba daldırmasın. Zîrâ uykuda iken elinin, cesedinin neresine değdiğini bilemez” buyurmuştur. 2. Abdest almaya başlarken besmele çekmek. Zîrâ Nebî (s.a.v.): “Besmele çekmeyenin abdesti yoktur” buyurmuştur, ki bundan, abdestinin sevâbı yoktur mânası murâd edilmiştir. 3. Ağıza misvâk sürmek. Çünkü Nebî (s.a.v.) hep misvâk kullanırdı. 4. Ağız ve buruna su vermek. Çünkü Nebî (s.a.v.) her abdest aldığında hep böyle yaptıkları rivâyet edilmektedir. 5. Kulakları meshetmek ve başın suyu ile meshetmek sünnettir. Çünkü Nebî (s.a.v.); “Kulaklar baştandır” buyurmuşlardır. 6. Sakalı oğuşturmak (hilâllemek): Zîrâ Peygamber (s.a.v.) Efendimiz abdest alırken, Cebraîl (a.s.) ona sakalını oğuşturmasını söylemiştir. 7. Parmakların arasını oğmak (hilâllemek): Zîrâ Nebî (s.a.v.): “Parmaklarınızın arasını ovuşturun ki Cehennem ateşi aralarına girmesin” buyurmuşlardır. 8. Organları üçer defa yıkamak. Çünkü bir gün Nebî (s.a.v.) abdest alırken, organlarını birer defa yıkadıktan sonra: “Bu öyle bir abdesttir ki Allâh (c.c.), namazı onsuz kabul buyurmaz” ikişer defa yıkadıktan sonra: “Bu, Allâh (c.c.)'un kendisine iki kat ecir verdiği kimsenin abdestidir” ve üçer defa yıkadıktan sonra da: “Bu benim ve benden önceki peygamberlerin abdestidir. Kim ki bundan fazla veya eksik yaparsa, ya sınırı aşmış, ya da kendine yazık etmiş olur.” buyurmuştur. 9. Hanefîlere göre abdestte niyet sünnettir. 10. Başın hepsini bir kere meshetmek. 11. Abdestin sünnetlerinden biri de, uzuvları, âyet-i kerîmede geçen sıraya göre ve sağ uzuvları sol uzuvlardan önce yıkamaktır (İmâm Merğinânî (r.âleyh.), Hidâye, s.22-24)
Abdest alınıp, şükür namazı kılınıp, sonra okuyabildiğin kadar yasin, dualar okunabilir. İmkânın varsa çevrende çoluk çocuğa hayır hasenatta bulunabilirsin. #synergykendiyas #mana #himmet #abdest #şükürnamazı #yasin #dua #hayır #hasenat #teşekkür Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikToc: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=09
Üstâdına olan muhabbet ve bağlılığını dâimâ arttırarak devâm ettiren Hazreti Sâmî Efendimiz bütün gün ve gecelerini hizmet yolunda geçirdiler. Sâmî Efendimiz dergâhın temizliğinden, ihvânın her türlü ihtiyaçlarına varıncaya kadar bütün hizmetlerini seve seve yaparlardı. Hazret-i Es‘âd Erbilî Efendimizin: “Mâ‘nen bizimle aynı mertebededir, lâkin bu vazîfe bize verildi” diye ta‘rîf ettikleri Hüseyin Efendi Hazretleri yatalak olunca: “Bu Zâtın hizmeti için kim tâlib olur?” diye ihvâna sorarlar. Hemen Sâmî Efendimiz o Zâtın hizmetlerine koşarlar. Defi hâcetleri dâhil her hizmetlerini uzun müddet seve seve görürler. Nihâyet bu hizmetleri sonunda Hüseyin Efendi Hazretleri: “-Evlâdım, Cenâb-ı Hakk'a niyâz ediyorum; Allâhü ‘azîmüşşân bize ihsân ettiklerini fazlası ile sana ihsân etsin!” diye duâ buyururlar. Dünyâ hayatını Nebî-yi Ekrem (s.a.v.) Efendimizin buyurdukları gibi: “Benimle dünyânın misâli ağaç altında bir mikdâr dinlendikten sonra yoluna devâm eden yolcunun hâline benzer” diye ana rahmi ile kabir arasında bir sefer olarak görürdü; Hz. Sâmî Efendimiz. Ve bunu uzun bir ömürde her an tatbîk ettiler. “Bir yabancı âlim, Fakire ken-dilerinin hâl ve kelâmlarından sordular. O anda hâtırıma gelen şu hâllerini anlattım: Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz: “-Seferden döndüğünüzde hanımlarınızın yanına haber vermeden girmeyiniz,” buyuru-yorlar. Hz. Sâmî (k.s.) hayatı bir sefer olarak gördüğü için her yerinden kalkmalarını bir sefer kabûl ediyorlardı. Abdest almak için lavaboya her gidişlerinde yol zevcelerinin odasından geçiyordu. Yarım asırdan fazla süren evlilik hayatlarında bıkmadan, usanmadan, seve seve her defasında zevcelerini haberdâr ederlerdi. O'nun “Efendi buyur!” diye sesini duyunca odaya girer ve diğer tarafa geçerlerdi. Bu hâl altmış küsûr yıl günde en az on defa devâm etti” deyince yabancı ‘âlim ayağa kalkarak: “-Bu zât Sâhibü'z-zamân'dır. Onun dışında hiç bir velî sünnet-i seniyyeyi bu kadar derin ve ihâtalı anlayıp tatbîk edemez, ancak o yapabilir” dedi. El-hamdü li'llâhi rabbi'l-‘âlemîn.
İbni Âbidîn, birinci cild, altıncı sahîfede buyuruyor ki, (Hayvan keserken, av hayvanına ok atarken, ava ta'lîm edilmiş köpeği gönderirken, (Bismillâh) veyâ (Allahü ekber) demek vâcibdir. Besmeleyi temâm söylemek de olur. Her rek'atde, Fâtihadan önce, Besmele çekmek vâcib diyenler vardır. Fekat, sünnet olduğu dahâ doğrudur. Abdest almağa, yimeğe, içmeğe ve her fâideli işe başlarken, Besmele çekmek sünnetdir. Fâtiha ile sûre arasında Besmele çekmek, câiz veyâ müstehabdır. Yürümeğe, oturmağa, kalkmağa başlarken okumak mubâhdır. (Bismillâhillezî lâ-yedurru ma' asmihî şey'ün fil-erdı velâ fissemâi ve hüves-semî'ul'alîm), ya'nî besmele okuyarak başlanan her şey, zarar vermez. Avret yerini açarken, necâset bulunan yere girerken ve Berâe sûresini, evvelki sûreye bitişik okurken ve sigara içmeğe ve bunun gibi, fenâ kokulu şeyleri, meselâ soğan, sarmısak gibi şeyleri yimeğe [ve sakal traşı olmağa başlarken], Besmele çekmek mekrûhdur. Harâm işlemeğe başlarken besmele çekmek, harâmdır. Hattâ, kat'î harâm olan şeye, bile bile, Besmele çeken kâfir olur dediler. Tam İlmihal Se`âdet-i Ebediyye | Sayfa : 54
Efendimiz (s.a.v.)'in bizlere emir ve vasiyetlerinden biri de, her abdest alışta veya temizlik yapmada parmak aralarını su ile ovarak yıkamamızdır. Bu işi gerek gusülde ve gerekse abdestte terk etmemeliyiz. İbâdet edenlerin birçokları bu ahdi yerine getirmemektedir. Bunun yapılması için bilhassa mescit temizlik yerlerinde, abdest alma vakitlerinde bu gibileri uyarmak faydalıdır. Bu uyarıyı yapanlar Efendimiz (s.a.v)'in elçilerinden sayılır; unutulmuş bir sünnetini halka duyurmakla onun muhabbetini kazanmış olur. Efendimiz (s.a.v.)'i sevenler de Kıyamet Günü onunla birlikte haşrolunacaklardır. Zira Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Kıyamet günü insanlar sevdikleriyle haşrolunurlar.” Ey kardeşim! Abdest alırken el ve ayak parmaklarının arasını ovalayarak su ile temizle; bunu bilmeyenlere öğretirsen Hâkk Teâlâ seni hidayete yürütmüş olur. Taberanî (r.âleyh)'in rivâyet ettiği bir hadiste, “Ümmetimden tahlil yapanlar ne sevimli kişilerdir” buyurmuşlardır. Bunu duyanlar Efendimiz (s.a.v.)'e, “Ey Allâh'ın Resûlü (s.a.v), bu tahlil nedir?”, diye sordular. Efendimiz (s.a.v) de, “İki türlü tahlil vardır: 1. Yemekten sonraki tahlil (Bu, dişlerin misvâk veya fırça ile temizlenmesi), 2. Abdest tahlilidir (Bu da ağzı çalkalamak, buruna su çekip temizlemek, parmak aralarını ovup su ile temizlemektir)” buyurdular. Taberanî (r.âleyh)'in bir başka rivayetinde, “Ağzınızı, burnunuzu, parmaklar arasını su ile temizleyin, yıkayın; çünkü temizlik imândandır, imân da sahibi ile birlikte cennettedir” buyurulmuştur. Efendimiz (s.a.v.), “Kişi parmaklar arasını su ile ovup temizlemezse, kıyamet günü Hâkk Teâlâ o kişinin parmaklarını ateşle ovar” buyurmuşlardır. Bir başka rivayetine göre de, “Parmak aralarını ya su ile iyice ovarsınız, ya da onları ateş ovar” buyurulmuştur. (İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.71-73)
Sabah namazının ilk vaktinde ortalık karanlık iken, gece meleklerinin vazifesi henüz bitmemiştir. Sabah namazını o vakitte kılarsan, senin namazda okuduklarına gece melekleri şahit olurlar. Sen namazda tertil ile yavaş yavaş Kur'ân okurken ortalık da yavaş yavaş aydınlanır. O zaman da gündüz melekleri vazifeye başlar ve senin namazına onlar da şahitlik yaparlar. İnsan sabah namazına namazın ilk vaktinde başlayıp, namazda Kur'ân okumayı kısa tutmayıp uzun okursa, o zamana kadar karanlık azalıp aydınlık artar. Karanlık, ölüm ve yokluk, aydınlık ise hayat ve dirilik gibidir. İnsan uykudan uyanmakla ölümden hayata, yokluktan varlığa, hareketsizlikten canlılığa dönmüş oluyor. Akıl bütün bunları Allâh (c.c.)'dan başka kimsenin anlatamayacağı bir rahatlıkla anlar. Anlayınca da o kimse marifet nûruyla nurlanır. Nurlanmakla da kalbi manevî hastalıklarından kurtulur. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Sizden herhangi bir kimse uyuduğu zaman, şeytan onun ensesine oturur. Uyuyunca boynuna üç düğüm atıp onu gece boyunca uyutur. O kişi uyandığı zaman Allâh (c.c.)'u diliyle zikreder anarsa düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa düğümün birisi daha çözülür. Namaz kıldığı zaman da son düğüm çözülür. Böylece bütün düğümler çözülüp içi rahat ve neşeli bir şekilde sabahlamış olur. Eğer uyandığında Allâh (c.c.)'u zikretmez, abdest alıp namaz kılmazsa kötü ve tembel bir vaziyette sabahlamış olur.” (Buhârî) Kendimizi gün doğmadan, geceden kalkmaya alıştırmalıyız. Çünkü her gece gün doğmadan Allâhü Te‘âlâ kullarına şöyle seslenir: “Kullarımdan bir şey isteyen var mı? İstediğini vereyim. Kullarımdan suç işleyip de tevbe ve istiğfarda bulunmak isteyen var mı? Onu affa kavuşturayım.” (Huccetül İslâm İmâm Gazâlî (r.âleyh), Nasıl İyi Bir Kul Olunur?, s.75-76)
ELLİ DÖRT FARZ 1-Allahü teâlânın bir olduğuna inanmak. 2-Halâl yimek ve içmek. 3-Abdest almak. 4-Beş vakt namâz kılmak. 5-Cünüblükden gusl etmek. 6-Rızkın Allahü teâlâdan olduğuna inanmak. 7-Halâl, temiz elbise giymek. 8-Hakka tevekkül etmek. 9-Kanâ'at etmek. 10-Ni'metlerinin mukâbilinde, Allahü teâlâya şükr etmek. 11-Kazâya râzı olmak. 12-Belâlara sabr etmek. 13-Günâhlardan tevbe etmek. 14-Allah rızâsı için ibâdet etmek. 15-Şeytânı düşman bilmek. 16-Kur'ân-ı kerîmin hükmüne râzı olmak. 17-Ölümü hak bilmek. 18-Allahın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmak. 19-Babaya ve anaya iyilik etmek. 20-Ma'rûfu emr ve münkeri nehy etmek. 21-Akrabâyı ziyâret etmek. 22-Emânete hıyânet etmemek. 23-Dâima Allahü teâlâdan korkup, ferahı (şımarıklığı ve azgınlığı) terk etmek. 24-Allaha ve Resûlüne itâat etmek. 25-Günâhdan kaçıp, ibâdetlerle meşgul olmak. 26-Müslimân âmirlere itâat etmek. 27-Âleme, ibret nazarıyla bakmak. 28-Allahü teâlânın varlığını tefekkür etmek. 29-Dilini, fuhşa âid kelimelerden korumak. 30-Kalbini temiz tutmak. 31-Hiçbir kimseyi maskaralığa almamak. 32-Harâma bakmamak. 33-Mü'min her hâlde, sözüne sâdık olmak. 34-Kulağını münkerât dinlemekden korumak. 35-İlm öğrenmek. 36-Tartı ve ölçü âletlerini, hak üzere kullanmak. 37-Allahın azâbından emîn olmayıp, dâima korkmak. 38-Müslimân fakîrlere zekât vermek ve yardım etmek. 39-Allahın rahmetinden ümîd kesmemek. 40-Nefsinin isteklerine tâbi' olmamak. 41-Allah rızâsı için yemek yidirmek. 42-Kifâyet mikdârı rızk kazanmak için çalışmak. 43-Malının zekâtını, mahsûlün uşrunu vermek. 44-Âdetli ve lohusa olan ehline yakın olmamak. 45-Kalbini, günâhlardan temizlemek. 46-Kibrli olmakdan sakınmak. 47-Bâliğ olmamış yetimin mâlını hıfz etmek. 48-Genç oğlanlara yakın olmamak. 49-Beş vakt namâzı vaktinde kılıp, kazâya bırakmamak. 50-Zulmle, kimsenin malını yimemek. 51-Allahü teâlâya şirk koşmamak. 52-Zinâdan kaçınmak. 53-Şerâbı ve alkollü içkileri içmemek. 54-Yok yere yemîn etmemek. Namâz Kitâbı | Sayfa : 153 - 154 - 155
OTUZİKİ FARZ Îmânın şartı: Altı (6) İslâmın şartı: Beş (5) Namâzın farzı: Oniki (12) Abdestin farzı: Dört (4) Guslün farzı: Üç (3) Teyemmümün farzı: İki (2) Teyemmümün farzına üç diyenler de vardır. O zemân, hepsi otuzüç farz olur. Îmânın Şartları (6) 1-Allahü teâlânın varlığına ve birliğine inanmak. 2-Meleklerine inanmak. 3-Allahü teâlânın indirdiği kitâblarına inanmak. 4-Allahü teâlânın Peygamberlerine inanmak. 5-Âhiret gününe inanmak. 6-Kadere, ya'nî hayr ve şerlerin (iyilik ve kötülüklerin) Allahü teâlâdan olduğuna inanmak. İslâmın Şartları (5) 7-Kelime-i şehâdet getirmek. 8-Her gün beş kerre vakti gelince namâz kılmak. 9-Malın zekâtını vermek. 10-Ramezân ayında her gün oruc tutmak. 11-Gücü yetenin ömründe bir kerre hac etmesidir. Namâzın Farzları (12) A-Dışındaki farzları yedidir. Bunlara şartları da denir. 12-Hadesden tahâret. 13-Necâsetden tahâret. 14-Setr-i avret. 15-İstikbâl-i Kıble. 16-Vakt. 17-Niyyet. 18-İftitâh veyâ Tahrîme Tekbîri. B-İçindeki farzları beşdir. Bunlara rükn denir. 19-Kıyâm. 20-Kırâet. 21-Rükü'. 22-Secde. 23-Ka'de-i ahîre. Abdestin Farzları (4) 24-Abdest alırken yüzü yıkamak. 25-Elleri dirsekleri ile birlikde yıkamak. 26-Başın dörtde birini mesh etmek. 27-Ayakları topukları ile birlikde yıkamak. Guslün Farzları (3) 28-Ağzı yıkamak (mazmaza). 29-Burnu yıkamak (istinşak). 30-Bütün bedeni yıkamak. Teyemmümün Farzları (2) 31-Cünüblükden veyâ abdestsizlikden temizlenmek için niyyet etmek. 32-İki eli temiz toprağa vurup, yüzü mesh etmek ve tekrar iki eli temiz toprağa vurup, her iki kolu dirsekden avuca kadar sığamak. Namâz Kitâbı | Sayfa : 151 - 152 - 153
Sünnet üzere gusl abdesti, şöyle alınır: 1-Önce, temiz olsalar dahî, iki eli ve avret yerini ve bedeninde necâset (pislik) bulunan yerleri yıkamalıdır. 2-Sonra, tam bir abdest almalı, yüzünü yıkarken gusle niyyet etmelidir. Ayakların altında su toplanmıyorsa, ayakları da yıkamalıdır. 3-Sonra bütün bedene üç def'a su dökmelidir. Önce üç def'a başa, sonra sağ omuza, sonra sol omuza dökmelidir. Her döküşde o taraf temâm ıslanmalıdır. Birinci döküşde oğmalıdır. Guslde, bir uzva dökülen su, başka uzvlara akıtılırsa orası da temizlenir. Çünki, guslde bütün beden, bir uzv sayılır. Abdest alırken bir uzva dökülen su ile başka uzv ıslanırsa, yıkanmış sayılmaz. Gusl temâm olunca, tekrâr abdest almak mekrûhdur. Fekat, gusl ederken abdesti bozulursa, bir dahâ almak lâzım olur. Namâz Kitâbı | Sayfa : 61