POPULARITY
#HerkeseSanat Sanat Tarihi Uzmanı, Sakıp Sabancı Müzesi Eğitim, Öğrenme Programları ve Etkinlikler Sorumlusu Fatma Coşkuner çocuk ve sanat ilişkisini anlatıyor. ... "Çocuk, sanatla daha dürüst, daha içten ve daha özgür bir ilişki kuruyor. Çünkü kalıplarla sınırlamıyor bakışını. Açıklık ve sezgisellikle hareket ediyor. Çünkü içinde hesap yok, yargı yok, ölçü yok. Sadece saf bir ifade arzusu var. Çocuklar sadece hissediyorlar ve bu his, sanatın özüne en yakın noktayı bulmalarını sağlıyor. Dolayısıyla sanat, çocuğu daha bilinçli, özgür, yaratıcı ve farkında olacağı bir yolculuğa çıkarıyor." ... Peki çocuk ve sanat nasıl tanıştırmalı, ne yapmalı, nasıl yapmalı? Fatma Coşkuner bu soruları yanıtlarken, birlikte yapılabilecek etkinlikleri de anlattı. Son olarak doktora konusu olan ve çocuklarla da çalıştığı Aivazovsky'nin "Dokuzuncu Dalga" ve "Fırtına" adlı tablolarını anlattı. Çocuklar bu tablolara bakınca ne görüyor, yorumları ne oluyor, bu tablolardan hangi hikayeleri çıkardılar?Programda Coşkuner'in 23 Nisan nedeniyle etkinlik önerileri de var. NEDEN FATMA COŞKUNER? Fatma Coşkuner, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nde lisans ve yüksek lisans eğitimi gördü. European University at St. Petersburg'da ikinci yüksek lisans derecesini, 2021 yılında Koç Üniversitesi'nde “On the Threshold of the Black Sea: Intersecting Identity and Discourses of Empire in the Paintings of Ivan Konstantinovich Aivazovsky” adlı tezi ile doktora derecesini aldı. Yüksek lisans çalışmalarında Kırım Savaşı üzerinden Osmanlı-Rus ilişkilerine odaklanan Coşkuner, doktora sürecinde Ermeni-Rus ressam Ivan K. Aivazovsky üzerinden imparatorluk, kimlik ve coğrafya/mekân algısının sanatla olan ilişkisi üzerine çalışmalarını sürdürdü. Doktora eğitimi süresince Moskova, St. Petersburg, Paris, Londra, Feodosia, Erivan şehirlerinde konu üzerine birincil kaynak ve arşiv çalışmalarına devam etti. Stajını Varşova Milli Müzesi'nde Doğu Sanatları Bölümü'nde tamamladı. Koç Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi de dahil olmak üzere Türkiye'nin çeşitli üniversitelerinde sanat tarihi ve mimarlık tarihi üzerine dersler verdi. Ulusal ve uluslararası çok sayıda kongre ve konferansa katıldı. Yine ulusal ve uluslararası alanda olmak üzere yayınlanmış makaleleri ve kazandığı ödülleri bulunmaktadır. Halen Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi'nde Eğitim, Öğrenme Programları ve Etkinlikler Sorumlusu olarak görev yapıyor. Akademik ve profesyonel deneyimini kullanarak sanat, tarih ve müzecilik alanlarını birbirine bağlayan etkili projeler geliştirmeye devam ediyor. NEDEN HERKESE SANAT? Uzak durduğumuz sanat dallarının seyircisi olmayı öğreniyoruz. Nacide Berber uzmanlara soruyor, Cengiz Saral yayına hazırlıyor. Herkese Sanat cumartesi saat 12.30'da. tekrarı pazar 18.30'da NTVRadyo'da. Programın ses kayıtlarını, radyoda yayınlandıktan sonra, kaçıranlar ve tekrar dinlemek isteyenler için ntvradyo.com.tr adresindeki arşivinde ve podcast platformlarında bulabilirsiniz. İstediğiniz zaman istediğiniz yerde dinlemeniz için. #ntvradyo #herkesesanat #Aivazovky #çocukvesanat #resim #dokuzuncudalga #fatmacoşkuner
#KöşedekiKitapçı'da bugün
Evvela tarihsel bir kaç tespit… Kuvayı Milliyenin amacı, Cumhuriyet kurmak değildi. Milli Mücadelenin tek amacı vardı: Şeriatı, hilafeti ve saltanatı muhafaza temelinde yabancı işgale son vermek. Kuvayı Milliyenin taşıyıcı cemiyeti Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şeriatçı, hilafetçi ve saltanatçı idi. Gazi Mustafa Kemal milli mücadele sürecinde hep bu amaca vurgu yaptı. İlk meclisin açılışında da bu kurucu ruh esastı. Hacı Bayram'daki açılış merasimi bütünüyle bu ruhu yansıtıyordu. Meclisteki temsil bu kurucu ruhun ete kemiğe bürünmüş haliydi. Başında sarığı olan da vardı, mahalli giysilerini üstünde taşıyanlar da.
Bezmi Nusret Kaygusuz'un, kütüphanemde üç kitabı bulunuyor. Bunlardan biri Şeyh Bedreddin Simaveni, diğeri Kurumuş Pınar, öteki de Bir Roman Gibi ismini taşıyor. Bu sonuncusu adından da anlaşıldığı gibi, bir roman üslubuyla kaleme alınmış. Yazar, Meşrutiyet'te, İstibdat'ta, Demokrasi Yolunda, Aralık Faslı, Maarifte, Milli Mücadele'de, Ticaret'te, Maliye'de başlıklarıyla çoğunluğunu tanıdığı; gördüğü ve bildiği şahısların teşkil ettiği hatıralarını anlatıyor. Bir hüküm vermek gerekirse, eser, tarih ve edebiyat meraklılarına kendisini ilgiyle okutturuyor.
Við hefjum þáttinn á því að fara niður að Tjörn, þar sem þær Agnes Ársæls og Anna Andrea Winther sýna keramikskúlptúra í tengslum við Listahátíð í Reykjavík. Verkið, sem þær kalla Milli mála er hluti af stærra rannsóknarverkefni þar sem þær rannsaka samband manns við umhverfi sitt og stigveldið sem birtist í fagurfræði og framkomu okkar við dýr. Listamennirnir segjast pínu hræddir um afdrif verkanna við Tjörnina, svona í ljósi sögunnar, en hvað sem gerist verði væntanlegar uppákomur alltaf hluti af verkinu sjálfu. Það vildi einmitt til að í miðju viðtali var reynt að stela hluta verksins svo óhætt er að segja að það sé í stöðugri vinnslu. Freyja Þórsdóttir heimspekingur verður einnig með okkur í þætti dagsins. Í dag fjallar Freyja um gildi og siðferðilegt hugrekki, meðal annars með vísun í Rosu Parks, Audre Lorde og atburði í Reykjavík síðastliðin föstudag þar sem lögreglan beitti valdi gegn friðsömum mótmælendum. Síðastliðinn fimmtudag hélt breski menningarráðgjafinn Steven Hadley erindi í Norræna húsinu á vegum Háskólans á Bifröst. Erindið kallaði hann: Líkt og kynlíf og súkkulaði? - Menning, lýðræði og endalok listanna. Spurningar sem þar voru til grundavallar voru meðal annars: Hvernig hefur gengið að lýðræðisvæða listirnar? Er það eftirsóknarvert í sjálfu sér, eða er nóg að við segjum að allir hafi aðgang? Hafa allir jafnan aðgang að listum og menningu? Og hvað myndi það þýða ef svo væri? Við ræðum við Stephen Hadley í þættinum.
23 Nisan, Türk tarihindeki önemli dönüm noktalarından birisidir. Osmanlı Devleti'nde Tanzimat dönemiyle başlayan modernleşme yolculuğu Meşruti Monarşiyi doğurmuş, Türk milleti sandıkla ilk kez o günlerde tanışmış, ülke yönetimine katılım göstermişti. Ardından 2. Abdülhamid'in meşrutiyeti ilgasıyla 30 yıllık bir istibdat devri yaşanmış ve hürriyet fikirleri için gizli örgütler kurulmuştu. Birçok cemiyetin birleşimiyle ortaya çıkan İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908 yılında meşrutiyeti tekrardan ilan ettirmeyi başardı. Fakat 2. Meşrutiyet Devri, beklentilerden uzak, pek çok sorunun ortaya çıktığı bir dönem olarak tarihe geçti. Trablusgarp Savaşını takip eden günlerde Balkan Savaşı patlak vermişti. Kısa bir süre sonra 1. Dünya Savaşının çıkmasıyla Osmanlı Devleti savaşa dahil olmuş ve 4 yıl süren mücadelede, devlet adına felaketle sonuçlanmıştı. Mondros'un Mütarekesinin ardından başlayan Milli Mücadele, Mustafa Kemal'in önderliğinde milli bağımsızlığı arzuladığı gibi milli egemenliği de geri dönülemez şekilde perçinleyecek ve Türk milletinin iradesinin ebediyen temsil edilmesini sağlayacaktı. Size Tanzimat Dönemiyle başlayan bu uzun soluklu yolculuğu anlatmaya gayret ettim. Umarım beğenirsiniz. --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/tarih101/message
1930'lu yıllar hem Türkiye hem de dünya için oldukça sıkıntılı bir dönemdi. Milli Mücadelenin ardından Mustafa Kemal Atatürk, yeni inşa ettiği düzenin sağlam bir zemine oturması için çaba harcıyordu. Fakat 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran, Türkiye'yi de diğer ülkeler gibi derinden etkilemişti. Yoğun devlet işleriyle uğraşan Gazi, yol arkadaşı İsmet İnönü'yle 1937 yılında bir küslük yaşamıştı. 1938'e gelindiğinde bedeni yorgun düşmüş, sağlık durumu artık iyice kötüleşmişti. 10 Kasım 1938'de vefat eden modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün yerine Cumhurbaşkanlığı makamına gelen İsmet İnönü, Atatürk'ün son başbakanı Celal Bayar'la bir mücadele içerisine girecekti. Bu mücadelede iç ve dış dünyada yaşanan hadiselerin çok önemli tesirleri olacaktı. Avrupa'da patlak veren İspanya İç Savaşı sebebiyle Türkiye'nin başına gelen oldukça enteresan bir kriz, ülke siyasetinde çok önemli yer tutacaktı. Gazi Mustafa Kemal, İsmet Paşa, Celal Bayar ve König Ekrem.. Çiçeği burnunda bir devletin, pek zorlu günlerden geçişini, patlak veren uluslararası uçak krizini ve taht mücadelelerini anlattım. Keyifli dinlemeler dilerim. Ayrıca içeriği video olarak Youtube'dan izleyebilirsiniz. https://youtu.be/XT1pBTxadXs Tarih 101'e destek olmak isterseniz; https://www.buymeacoffee.com/tarih101 https://www.papara.com/donate/Tarih101 https://www.youtube.com/@tarih101podcast/membership --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/tarih101/message
Çoğu zaman geçmişteki kavgalarla oyalanmaktan ‘an'a ve geleceğe bakmaya fırsat kalmıyor. Türkiye'nin geleceğini doğru kurması için bu kavgaları bitirmesi gerektiği kanaatindeyim. Çatışmaları giderebilmek için en iyi yöntem konulara soğukkanlı bakabilmeyi başarabilmek. İsmail Kara'nın Dergah yayınlarından çıkan Resimli Cumhuriyet Din Kitabı'nı (3 cilt, 1.184 sayfa, 850 görsel) görünce doğrusu “Buna bir imkân oluşturur mu?”, onun deyişiyle “Türkiye'yi taşıyabilecek fikir kapasitesinin gelişmesine imkân tanır mı?” düşüncesine kapıldım. Temel çalışma alanı çağdaş Türk düşüncesi, çağdaş İslam düşüncesi, Cumhuriyet tarihi içinde uzun süre paranteze alınan “İslam” meselesi olan Prof. Dr. İsmail Kara, Türkiye'de bugün de hararetle tartışılan her konunun doğrudan ya da dolaylı olarak mutlaka din ile alakalı olduğunu söylüyor. Kitabın kapak resimlerinin hikâyesi Türkiye'nin de özeti. Hem o, hem o! Sadece resimlere bakarak bile Türkiye'nin öyle “cetvele ölçülebilecek, lineer bir tarih anlayışı” ile anlaşılabilecek bir ülke olmadığı kanaatine varıyorsunuz. İsmail Kara 40 yıllık çalışmalarının hülasası olan Resimli Cumhuriyet Din Kitabı'nı Cumhuriyet'in 100. yılına armağan ediyor. Önümüzdeki yüzyıla dair hayallerimizi gerçekleştirebilmek için, geçmişe dönük bir müzakere imkânının ortaya çıkmasına , kâr ve zarar hanesi açılarak bir bilançonun yapılmasına bu kitap vesilesiyle katkı sunmak istiyor. Kitap; duvara itinayla yerleştirilmiş sarıklı bir mezar taşı ile başlıyor. Muhtemelen yıkılan türbelerden çıkmış bu mezar taşını duvarı yapan usta itina ile duvara yerleştirmiş. Sarık kısmını da duvarın üzerinde bırakmış. Mütedeyyin vekillerin, ilmiye ve tarikat mensuplarının tasfiyesi 3 Mart 1924'te çıkarılan 3 kanun ve İstiklal Mahkemeleri'yle başlıyor. Kara, bu süreci de Lozan ve darbelerin ve dolayısıyla dış güçlerin etkisini de farklı başlıklarda ele alıyor. Çünkü Milli Mücadele pan- İslamist bir söylemle başlamıştı. İstanbul'un işgali üzerine 17 Mart 1920'de Mustafa Kemal Paşa'nın imzasıyla İslam âlemine hitaben bir beyanname yayınlanmıştı. Son halifeyi Ankara Meclisi seçmişti.
Konuklarımızın hikayesini de ülkemizin hikayesini de konuşuyoruz. Türkiye'nin seçkin isimleri Türk Kahvesi'nde ağırlanıyor, samimi ve sıcak bir atmosfer evlerinize taşınıyor. Ayşe Böhürler Pazar sabahlarını, Türk Kahvesi ile tatlandırıyor. Sanat ve entelektüel hayat üzerine değerlendirmeler, nostalji, mimari, tarih ve eski uygarlıklar üzerine birçok konunun konuşulduğu programda aradığınız her şeyi bulacaksınız. Türk Kahvesi'nde bu hafta konuğumuz Prof. Dr. İsmet Melek 00:00 Giriş 03:26 Hatay Devleti'ni anlatmaya nasıl başladı? 05:35 Hatay Devleti'nin kuruluş süreci 10:00 Hatay Devleti'nin kurtuluş mücadelesi 19:08 Fransa, Hatay Devleti için ne planladı? 28:00 Fransa'nın Hatay bölgesindeki etkisi nasıldı? 51:20 Hatay Devleti'nin Başbakanı Abdurrahman Melek 59:00 Milli Mücadele döneminde Hatay 1:05:15 Hatay'ın kültürel zenginliği #hatay #hataydevleti #millimücadele
Terörle mücadele alanında Türkiye'nin önemli bir geçmişi var. 1980'lerin başından bu yana etnik ayrılıkçı terör örgütü ile mücadele eden Türkiye'nin son on yılda DAEŞ ve FETÖ gibi terör örgütleriyle de yoğun bir mücadelesi söz konusudur. Teknolojik imkanlar ve uluslararası etki ile tehdit boyutlarını değiştiren söz konusu terör örgütleri ile mücadelede de yeni anlayışlar ortaya koyulmaktadır. Öyle ki son dönemde Kuzey Irak'ta PKK'nın yaptığı saldırılar sonucunda birçok askerimizin şehit olması, terörle mücadele konusunda benimsenen yeni anlayışa yönelik sorgulamaları beraberinde getirdi. Birtakım spekülasyonlarla konuya yaklaşanların sordukları, “sınırlarımızın ötesinde ne işimiz var” sorusu, konunun ciddiyetini anlamaktan uzak olsa da bunun sosyal ve politik bir tartışmaya evrilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Hiç kuşkusuz terörle mücadeleye yönelik hükümetin izlediği yöntemlere ilişkin belirli eleştiriler geliştirilebilir. Terörle mücadelenin konsepti, tarzı ve ortaya çıkarttığı sonuçlara ilişkin besleyici eleştirel bir ortam tesis edilebilir. Fakat burada kırmızı çizgi, Türkiye'de terörle mücadele anlamında toplumsal ve siyasal bütünlüğü zedeleyecek spekülatif davranışlardan kaçınılmasıdır. Nihayetinde terör örgütleri, eylemlerini sadece siyasal amaçlı icra etmemektedirler. Terör örgütleri herhangi bir eylem ve saldırı sonucunda hedef kitlesinde psikolojik tedirginlik yaratmak ve güvenlik algısına yönelik soru işaretleri de uyandırmak ister. Söz konusu toplumsal vasatın oluşması durumunda, terör örgütleri daha fazla tartışılmakta ve onlarla mücadelede sonuç alma durumu bir kat daha zorlaşmaktadır. Bu sebeple içeride siyasal partilerin birlik görüntüsünden uzak bir tavır sergilemeleri, topyekun mücadele anlamında zaaflar olduğuna işaret edebilir. Hem Osmanlı son dönemi hem de Milli Mücadele'deki anlamlı gayretleri ile hatırladığımız Mehmed Akif Ersoy'un milliyetçilik akımları ile ters yüz olan Osmanlı'daki tefrika sürecine yaptığı atıflar bugünümüzü anlama adına önemlidir. Akif'in “girmeden tefrika bir millete düşman giremez” dizelerinin anlamı, parçalı toplumların ne denli zafiyet içerisinde olduğunu göstermesi açısından kıymetlidir. Terörle mücadele gibi kritik bir alanda, toplumsal ayrılığı artırma yönündeki beşinci kol faaliyetlerine prim verilmemesi, ve asgari müşterekte bulunulması büyük önem arz etmektedir. TERÖRLE MÜCADELENIN YENI DINAMIKLERI
T Tarihi yürüyüşten dönerken, İstanbul dışında yaşayan akademisyen arkadaşım aradı. Instagram'dan yaptığım yayını henüz bitirmiş ve Süleymaniye yokuşunda nefes nefeseydim. “Sen konuş dinliyorum” dedim, şunları söyledi: “İtiraf edeyim beklemi-yordum. Sabah namazı cemaati gelir, köprüde iki slogan atar dağılırsınız diye düşünmüştüm. O kadar insanın sabahın ilk saatlerinde önce camilere doluşması sonra da Galata'ya akması muhteşem bir hadise. Bu refleksi, yollara ve meydanlara taşan bu coşkuyu, duyarlılığı ve de öfkeyi çok doğru okumalı ve toplumlar yapaylaşırken ortaya konulan en gerçek, en sahici etkileşimin sonuçlarını çok iyi işlemeliyiz. Dünya uyurken, uyuşurken böylesi zinde olmak ve her türlü rahatlıktan feragat etmeyi göze almak Türkiye için büyük bir kazanç.” Arkadaşım sosyolog. Arada uzun uzun konuşuyoruz. Müslümanların Gazze'deki soykırım karşısında pasif kaldığını düşünüyor. Çok haklı tezleri ve tespitleri var. Batı'daki yürüyüşlerin ise duyarsız insanları etkilediğini ve onları da yollara düşürdüğünü, toplaşmaların toplumları ikna etme gücü olduğunu söylüyor. İsrail'e karşı meydanlara inmenin Avrupa ve Amerika'da çok normal olmadığını ve Gazze'ye destek yürüyüşlerinin seküler Avrupalılara dahi cesaret verdiğinin altını çiziyor. Telefonu kapattıktan sonra kendi kendime Galata'daki buluşmanın ‘nasıl bir kazanç?' olduğu ve ‘neyin kazancı?' olabileceği sorularına yanıt aradım. Türkiye'nin Gazze'de soykırım devam ederken dünyaya vereceği fotoğraflara, bizdeki karşılığının çok ötesinde anlamlar yükleniyor. Türk halkının doğal seyrinde üstlendiği rolleri, etkileri olduğunu biliyoruz. Müslüman toplumlar ve ülkeler kadar Batı'da da karşılığımız var. Milli İrade Platformu'nun çağrısıyla sabah namazından sonra toplanılan Galata Köprüsü'nde verilen İstanbul siluetli “direniş hattı” fotoğrafı da karşılığını bulacak. Soykırımı izleyip duyarsız kalmayı seçen Müslüman halkları silkeleyecek, 9 binden fazla çocuk ölmesine rağmen hâlâ “acaba” diyenlerin vicdanlarını kanatacak, İsrail'in baskısından korkup sinenleri cesaretlendirecek çok güçlü, çok anlamlı bir fotoğraf verildi İstanbul'da. Galata tarafından çekilen o kare tarihin akışında mutlaka yer alacak. Bu kadar iddialıyım. Abarttığımı ise asla düşünmüyorum. Galata mesajını ‘abartılı' buluyorsak; 110 yıl önce İstanbul ve Anadolu'nun işgal edilmesine geçit vermeyen, direniş hatlarını kurup Batılı emperya-listleri toprakları- mızdan kovan Milli Mücadele ruhunu da ‘abartmış' oluruz. Galata buluşması eğer abartıysa; 15 Temmuz gecesi darbecilerin tanklarına, tüfeklerine ve hainlerin hedef gözetmeksizin ateş açmalarına rağmen bedenini siper eden, canını ortaya koyanların destansı direnişini de abartmış oluruz.
Parçalıyoruz'un yeni bölümünde Ömer Gemalmaz ve Yaşar Altundağ, Kadir Mısıroğlu'nu parçalıyor. Lozan hezimet mi? Atatürk ve İsmet İnönü'ye yaptığı suçlamalar neler? Milli Mücadele gerçek değil miydi? Kadir Mısıroğlu nasıl bir anti-kemalizmi temsil ediyor? Kadir Mısıroğlu'nu ünlü yapan özellikleri neler? Hepsi ve daha fazlasının cevapları burada.
AA Portre, Milli Mücadelenin simgesi ve İstiklal Marşı'nın yazarı, şair ve mütefekkir Mehmet Akif Ersoy'un hayatını ele aldı.
Bilgisel'in yeni bölümünde Milli Mücadele Dönemi'nin silahlı safhası sona erdikten sonra Büyük Britanya ile Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında geçen 32 günlük diplomasi savaşını anlattık. Hazırsanız başlayalım.Canlandıranlar:Mustafa Kemal: Metin BozkurtCinnah: Gökbey KarataşGandhi: Cemre Dalyan------- Podbee Sunar ------- Bu podcast, GetirAraç hakkında reklam içerir. GetirAraç'ı indirmek ve ilk kullanımda 500 TL indirimden faydalanmak için, tıklayın. Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir. Hiwell'i indirmek ve "pod10" koduyla %10 indirimden faydalanmak için tıklayın. See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
‘'Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır...” Mustafa Kemal (Atatürk) 29 Ekim 1923'te Cumhurbaşkanı seçildiğin okuduğu nutkunda sadece bir yönetim biçiminden bahsetmiyordu. Türkiye Cumhuriyeti'nin varlık bulduğu mukavemet gücünü, ülküsünü, ruhunu ifade ediyordu. Bu Cumhuriyet bu koşullar altında savaşlar, yoksulluklar ve sayılmayacak kadar zorluklar aşılarak kurulmuştu. Bir yüzyılı devirdiğimiz bugünlere de yine zorluklar içinde geldik... Her bir zorluğu yeni muvafakiyetlerle aşmasını bildik... Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Milli Mücadele kahramanlarımıza, Cumhuriyet'in tüm kurucu kadrosuna şükran duyduğumu belirtmek istiyorum. Bir yüzyılın ardından baktığımda büyük başarılar görüyorum. Ve bu yüzyılda yapacağımız en büyük paradigma değişiminin reddimiras yapmaktan vazgeçmek olduğuna inanıyorum. Tarihi eğip bükmekten kendimize payanda yapmaktan vazgeçelim. Ne tarihte hiç olmamışı olmuş gibi yapalım ne de olmuşu olmamış gibi gösterelim. Tarihi bir süreklilik olarak görmek gerekiyor. Cumhuriyet'i ortaya çıkaran koşulları değerlendirirken, dönemin ve çağın ruhunu anlamaya çalışmak gerektiğine inanıyorum. Yakup Kadri Karaosmanoğlu “Genç Harbiyeli Mustafa Kemal Cumhuriyetçiliği kimden öğrenmiştir? “ sorusunu sorar. Yakup Kadri Karaosmanoğlu; Namık Kemal ve Ziya Gökalp'in Atatürk üzerinde etkisi olabileceğini belirtmekle birlikte “Fikir tarihimizin hiçbir safhasında bunu bulmak mümkün değildir.” der. Ve, “Cumhuriyet fikrinin doğuşunda Atatürk üzerinde Fransız İnkılabı›nın fikir hareketlerinin etkisi” vardır değerlendirmesini yapar. 1923'de Lozan Konferansı sürerken Mustafa Kemal Cumhuriyetin ilanı ile ilgili bir tasarı hazırlamış ve bu tasarıyı Adliye Vekili Seyid bey'e inceletmişti. Sonra Cumhuriyet fikrini başkalarına da açma kararı aldı. İlk olarak güvendiği gazetecilere bir akşam yemeğinde “Republique” kelimesinin Türkçedeki karşılığının “Cumhuriyet” olduğunu belirten notlar tuttuğunu belirtmiştir. Mustafa Kemal 27 Eylül 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanından bir ay öncesinde, Neue Freie Preese muhabirine cumhuriyeti açıklarken Teşkilatı Esasiye Anayasası'mn “Hakimiyet bila-kayd ü şart milletindir. îcra kudreti, teşrii salahiyeti milletin yegane hakiki mümessili olan mecliste tecelli ve temerküz etmiştir” sözlerini söyledikten sonra, Cumhuriyet'in hükümetin teklifiyle Türk Teşkilatı Esasiye'sindeki değişiklikle gelişiminin devam edeceğini, gerçekte şekil meselesinin çözüleceğini belirtmiştir. Atatürk'ün bu demeci Ankara ve İstanbul›da büyük yankı yaptı. Meclis ve İstanbul basınında yer alan muhalifler endişeye kapıldılar.
Azərbaycanın Milli Məclisinin Deputatı Qarabağda lokal xarakterli antiterror tədbirləri ilə bağlı "Meqapolis" verilişinə açıqlama verdi.
Son derece sakıncalı bir benzetme bu. Bir o kadar da gereksiz. Bu benzetmeye sahi ne gerek var? Atatürk Cumhuriyetimizin kurucu lideri. Tarihsel koşullar çerçevesinde konuşmuş ve bir pratik oluşturmuş bir büyük lider. Ne Türkiye artık Atatürk'ün yaşadığı bir Türkiye'dir. Ne de Cumhuriyet, Atatürk'ün dönemindeki Cumhuriyet'tir. Her sözün ve her pratiğin kendi tarihsel dönemi içinde bir anlamı vardır. Tarihsel koşullar değiştikçe yeni sözlere ve pratiklere de ihtiyaç duyulur. Kurucu ilkeler bile dönemsel içerikler kazanır. Milli Mücadele'nin kurucu felsefesi ile ilk Meclis'in kurucu felsefesi benzer görülse de dibinde ayrılıklar taşır. Cumhuriyet'in ilanıyla beraber benimsenen yeni kurucu ilkeler, milli mücadele ve ilk Meclis'in açılışında esas alınan kurucu felsefeden özde farklıdır. Sonraki tarihlerde süreç içinde benimsenip eklenen yeni umdeler ve pratikler de farklılıklar taşır. Milli Şef İsmet İnönü döneminde kurucu ilkelere yüklenen anlamlar ve bu bağlamda ortaya konulan pratikler Atatürk dönemiyle birebir aynı değildir. O yüzden İnönücülüğün Atatürkçülük'ten sapma olduğuna inananlar olmuştur. İnönü'nün ikinci Atatürk olduğuna inananların sayısı da azımsanmayacak oranda fazladır. Daha doğrusu, ikisinin birbirini tamamlayan iki kurucu lider olduğu savı daha bir baskındır. Şimdi biri kalkıp “İnönü ikinci Atatürk'tür!” dese itiraz mı edeceğiz? Veya Celal Bayar için “Üçüncü Atatürk!” denilse? Bayar'ın Atatürkçülüğü tescillidir. Atatürk'ü numaralandırmak veya Atatürk üzerinden tarihsel kişilikleri tanımlamak, daha doğrusu liderlerin ancak Atatürk'e benzediği oranda önemli olabileceklerine inanmak nasıl bir aklın ürünüdür veya hangi akla hizmettir, varın siz anlamlandırın. Atatürk'ü kurucu lider olarak ortaklaştırmak varken, gerekli-gereksiz Atatürk tartışması açmak veya farklı Atatürkçülükler üzerinden Atatürk'ü ideolojik tarafgirliğin veya siyasi kavganın öznesi kılmak son derece yanlış. Çünkü tarihte bir tek Atatürk yok. Bir tek Atatürkçülük de yok. O yüzden Atatürk'ü bir tartışma öznesi olmaktan çıkartmamız lazım. Farklı Atatürk veya Atatürkçülükler üzerinden birbirimize karşı siyasal pozisyonlar üretmekten de kaçınmamız lazım. Atatürk'ün kendi döneminde söylediklerini veya yapıp ettiklerini mutlaklaştırıp dogmaya dönüştürmek bilimsel düşünüşe de, tarihsel değişim gerekliliğine de peşinen karşı çıkmak anlamına gelir ki sanırım bu aklı başında hiçbir Atatürkçü'nün kabul edebileceği bir şey değildir. Gardrop Atatürkçülükten sakınmak lazım. Atatürk'ü sevmek Atatürkperestlik noktasına taşınırsa, Atatürk'ün esas aldığı bilimsel inanca da ihanet edilmiş olur. Perestliğe dönüşen kişi kültünden kaçınmak lazım. Tapmadan da sevebiliriz. Eleştirerek de sahiplenebiliriz. İşin doğrusu budur.
Ankara'nın ilk istihbarat örgütü 23 Eylül 1920'de kurulan Hamza Grubu'ydu. TBMM Hükümeti ile Hamza Grubu arasındaki haberleşmede kullanılan şifre anahtarı İngilizlerin eline geçince grup 15 Aralık 1920'de ad değiştirdi. Sırasıyla Mücahid Grubu, Muharib Grubu, Felah Grubu diye adlandırıldı ama istihbarat faaliyeti esas olarak, Teşkilat-ı Mahsusa'nın son başkanı Hüsamettin Ertürk ve Fevzi (Çakmak) Paşa tarafından kurulan Müdafaa-i Milliye adlı askeri gruplarca yürütüldü. Karşı casusluk faaliyetleri ise esas olarak İngilizlerin Black (Kara) Jumbo teşkilatı tarafından yürütüldü.
6 Şubat 2023'te, Kahramanmaraş merkezli depremde yaşananların üzüntüsünü derinden hissediyoruz. Depremde hayatını kaybedenleri saygıyla anıyor, aileleri ve sevdiklerine başsağlığı diliyoruz. Yaralı olan ve evini kaybeden tüm vatandaşlarımız için de acil şifalar temennisinde bulunuyoruz. Hepimize geçmiş olsun.Bilgisel'in bu bölümünde Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarından, Milli Mücadele'nin ilk dönemine yansıyan bir hikâyeye odaklanacağız. Ebubekir Hâzım Bey'in vefa ve sadakatle örülü öyküsünü birlikte inceleyeceğiz. Hazırsanız, başlayalım.------- Podbee Sunar ------- Bu podcast, GetirAraç hakkında reklam içerir. GetirAraç'ı indirmek ve ilk kullanımda 500 TL indirimden faydalanmak için, tıklayın. Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir. Hiwell'i indirmek ve "pod10" koduyla %10 indirimden faydalanmak için tıklayın. See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Dünya Kupası'nın heyecanı devam ederken asıl konusu futbol gibi görünen ama ondan çok daha derin anlamları olan bir meseleyi dillendirip Milli Mücadele'nin kahramanlarını yad edelim. İşgal Orduları Komutanı General Harrington, geldiği gibi gitmeden önce bir futbol müsabakası tertip eder İşgal orduları takımı ve fenerbahçe arasında. Olaylar bundan sonra daha da gelişir. Futbol'un asla sadece basit bir oyun olmadığını gösteren, tarihimizin şanlı sayfalarından biriyle karşınızdayız. Keyifle dinlemeniz dileğiyle
“Kemalist Kültür Devrimi'nin amacı kısaca modern bir millet ve yeni iktidarın o modern millet üzerinden meşruiyetini yaratmak olarak tarif edilebilir. Modernist Türk milliyetçiliğinin bir programı, Milli Mücadele'ye önderlik eden ve daha sonra da cumhuriyeti kuran, Milli Mücadele sırasında Meclis'te 1. Grup olarak var olan, daha sonra Halk Fırkası'nı ve daha sonra Cumhuriyet Halk Fırkası'nı ve daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi'ni kendi mecrası olarak sürdüren modernist Türk milliyetçiliğinin hem milliyetçi hem modernist kıvamda bir programının bir icabı, bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor…”
Son dönemde dezenformasyon kavramı çok gündemde. Bu kavram bilhassa iktidar tarafından sansürü meşrulaştırmak için suistimal ediliyor. Ama dezenformasyonun en büyüğü, en esaslısı da yine aynı merkezden çıkıyor. Yıllara yayılan sistematik ve örgütlü bir dezenformasyon faaliyetinin sonucunda nüfusun azımsanmayacak bir kısmı Lozan Antlaşması'nın 2023'te bittiğine, bu antlaşmanın gizli maddeleri olduğuna inandırılmış durumda. Lozan Antlaşması ne 2023'te bitiyor ne de gizli maddeleri var. Bunların hepsi yalan. Ama gizli maddeleri olan antlaşmalar var. ABD ile imzalanan, Türkiye'yi emperyalist boyunduruk altına alan ve ölümcül güvenlik tehditleri yaratan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması bunların başında geliyor. Öyle söylenti falan da değil. Anlaşmanın içinde özellikle de silahlanma ile ilgili işbirliğini düzenleyen eklerinde gizlilik hükümleri açıkça yazıyor. Lozan'la ilgili atıp tutanları gördüğünüz yerde sorun: Bu anlaşmadan ve gizli maddelerinden haberleri var mıymış? Onlara Lozan hakkında hikayeler anlatanlar hiç bunlardan bahsetmiş mi? Bahsetmezler çünkü bu dezenformasyon makineleri, Türkiye'yi mehter marşlarıyla emperyalizmin askeri yapmaya çalışan İslamcı ya da ülkücü görünümlü NATO'cu, Amerikancı, İngilizci piyonlardır. Ülkenin ve milletin bekasını gerçekten dert eden varsa derhal bu kötücül anlaşmayı gündemine almalı ve hesap sormalıdır. Çünkü bu anlaşmayla Türkiye'nin başına örülen çorap bildiğiniz gibi değil. Ukrayna'daki NATO-Rusya savaşında Batı emperyalizmi savaşın sürmesi ve gerilimin tırmanmasına yönelik bir inisiyatif alıyor. Bu tırmanışın en son noktası bir nükleer savaş ve buraya doğru tarihte hiç görülmemiş bir hızla ilerliyoruz. Türkiye de bu olası savaşta NATO'nun ve ABD'nin ileri karakolu konumunda. Ağzından “milli irade” lafını düşürmeyenlerin saldırdığı Lozan Antlaşması'nın arkasında Milli Mücadele ile bağımsızlığını kazanmış bir halkın meşru iradesi varken, adını bile anmaktan imtina ettikleri SEİA, mecliste onaylanmamış, mektup teatileri ile süresi uzatılan korsan bir metindir. İktidarın darbe anayasasını değiştireceğiz derkenki samimiyetini de buradan ölçebiliriz. Türkiye'yi Amerikan boyunduruğuna sokan ve nükleer bir savaş cephesine dönüştüren SEİA, 12 Eylül Anayasası'na bile aykırıdır. AKP ve MHP'nin dilinden düşürmediği beka söyleminin samimiyetini de buradan ölçebiliriz. NATO üyeliği, Türkiye için bir güvenlik şemsiyesi değil başlıca güvenlik tehdididir. SEİA'dan daha büyük bir beka sorunu yoktur. Beka edebiyatını dillerinden düşürmeyenler NATO'nun, SEİA'nın, ABD'nin kitle imha silahlarının bekçiliğini yapmaktadır. Türkiye derhal NATO'dan çıkmalı, SEİA'yı yırtmalı, Amerikan üslerini kapatarak, memleketi ABD'nin nükleer silahlarından arındırmalıdır. Bunu 12 Eylül'ün devamcısı iktidarın da Amerikan muhalefetinin de yapacağı yoktur elbette. Emperyalist zincirleri kıracak güç yine emekçi halkımızdadır. İş ki emperyalist işbirlikçilerinin dezenformasyon kampanyalarına kulaklarımızı tıkayalım, hakikati kuşanalım ve anti emperyalist mücadelede birleşelim.
Öncelikle ve önemlilikle vurgulamak isterim ki cumhuriyetin bizatihi kendisi kutsal değildir. Daha doğrusu hiçbir yönetim biçimi kutsal değildir. Yönetim biçimlerini kutsallaştı-ranlar kendi ideolojilerini o yönetim biçimlerine giydirenlerdir. Sözgelimi “İslam cumhuriyeti” dediğinizde karşınıza çıkan kutsallık, bir din olarak İslamiyet'in bizatihi kendisinde saklı bir gerçekliktir. Değilse, cumhuriyetin önündeki İslam ibaresi, o cumhuriyeti kutsal kılmaz. Burada iki gerçekliğe dikkat çekmekte yarar vardır. Birincisi, İslam cumhuriyetini yönetenlerin İslamiyet yorumları ve anlayışları bizatihi İslamiyet'in kendisi değildir. Dolayısıyla o yorum ve anlayışlar da son tahlilde beşeridir. İlahi ve kutsal olan metnin bizatihi kendisidir. İkincisi, İslam cumhuriyetinin yöneticilerinin icraatlarının referansı dinin kendisi bile olsa, o icraatlara kutsallık atfetmek yanlıştır. Demem o ki, ne o çıkarımların kendisi ne de o çıkarımlarla gerçekleştirilen icraatlar kutsallık kisvesine büründürülemez, yani İslamiyet'in bizatihi kendisiymiş gibi savunulamaz. Laik cumhuriyetler için de aynı şey geçerlidir. Demek ki cumhuriyetin bir yönetim tarzı olarak bizatihi kendisi, öyle iddia edildiği gibi, fazilet ve kutsallıkla alakası yoktur. Cumhuriyetin bizatihi kendisi kutsal olmuş olsaydı, laikçiler, İslami cumhuriyete karşı çıkmazlardı. Veya İslamcılar “laik cumhuriyet”i de kutsarlardı. O yüzden bizim memleketimizde o birilerinin kendi ideolojilerini ve o ideolojilerinden mülhem icraatlarını cumhuriyetin “fazilet” ve “kutsalları” diye bize yutturmaya çalışmaları, cumhuriyet ve cumhuriyetçilik adına tam bir aldatmaca örneğidir. Cumhuriyet, ne İslamiyet ne de laiklik üzerinden kutsanabilecek bir yönetim biçimi değildir. Bu ülkede Milli Mücadele'den sonra bir İslam cumhuriyeti kurulmuş olsaydı, sorarım size, laikçiler cumhuriyete sahip çıkarlar mıydı? İslam cumhuriyeti adı altında yönetici elitlerin dediklerini ve yaptıklarını takdis ederler miydi? Sözgelimi, cumhuriyetçilik adına İslamiyet bir yaşam tarzı olarak dayatılmış olsaydı, başını örtmeyen veya çarşaf giymeyen kadınların eğitim-öğretim de dâhil kamusal diğer haklardan yararlanmayacağı, dahası sokaklarda bile dolaşamayacakları hükme bağlanmış olsaydı, merak ediyorum, o cumhuriyetin kendisinden yana olurlar mıydı? Diyelim ki cumhurun kahir ekseriyeti de bunu istiyor olsaydı, bu durumda laikçiler, “ O ki cumhuriyet cumhurun yönetimidir, o vakit cumhurun iradesi en faziletli iradedir, cumhuriyet de en faziletli rejimdir” derler miydi?
Kahverengi Yol Panoları'nın 29 Ekim özel bölümündeki konuğu tarihçi Prof. Dr. Mesut Uyar, Milli Mücadele'yi ve Cumhuriyet'e uzanan yolu anlatıyor.
"Meqapolis"də bu gün Elm və Təhsil Nazirliyinin qərarlarından, nazirliyin layihəsində yer alan milli-mənəvi dəyərlərin müzakirəsindən danışdıq və dinləyicilərin suallarını cavablandırdıq.
Kurmay aklın belki de en basit anlamı çekip çeviren, biçim veren, ileriye görerek planlama yapan akıl. Biz bu aklı Osmanlı'nın batacağının ve kurtuluşunun artık imkânı olmadığını idrak eden dönemin paşalarında çok net görüyoruz. O günlere bir yüzyılın ardından buradan baktığımızda doğruydu-yanlıştı değerlendirmelerinin, sathi kavgaların ötesinde dönem psikolojisini de anlayarak konuşmak çok önemli. Ve oradaki kurmay aklın kıymetini de bilerek. Tarihi psiko-tarih perspektifinden okuyan az sayıda araştırmacımızdan birisi Doç. Dr. Hadiye Yılmaz Odabaşı. Deniz Ülke Arıboğan ile bir ortak kitap çalışması da yapıyorlar. Dönemin olaylarının yansımalarını, halktan yöneticilere dönemin psikolojisini anlamaya çalışıyorlar. Bu kıymetli çalışmayı önemli ve anlamlı bulurken, bu dönemin panoramasını, nasıl bir kurmay aklın devreye girdiğini, Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının nasıl bir ortamda bu ülkeyi kurduğunu daha iyi anlamak için döneme dair bazı notlar: Milli Mücadele'nin finansmanını sağlayan unsurlardan birisi olarak Tekâlif-i Milliye Mustafa Kemal Paşa'nın “artık savaşları ordular değil milletler yapar” stratejisinin başarılı bir uygulaması. Bu uygulamaya öylesine önem verilir ki, her kazada birer Tekâlif-i Milliye Komisyonu kuruldu. Bu komisyonların topladıkları malzemeleri ordunun çeşitli kısımlarına dağıtım şekli düzenlendi. Görevlerini ihmal eden komisyon üyeleri, vatana ihanet suçu işlemiş sayılarak cezalandırılacaklardı.
Qanunları daha yaxşı bilmək, bu sahədəki çətinliklərinizi aradan qaldırmaq üçün oktyabrın 10-dan aparıcımız Əzizə İsmayılovanın təqdimatında "Qanunnamə" verilişini dinləyin !Bu mövsüm ilk qonağımız Millət vəkili, Milli Məclisin Ailə, qadın və uşaq məsələləri komitəsinin üzvü Sevil Mikayılova ilə "Ailə və qadın problemləri: Nədən başlayaq?" mövzusunu müzakirə etdik və dinləyicilərin suallarını cavablandırdıq.
“Nutuk”, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün gözünden bir tarih anlatısıdır. Her tarihi anlatı gibi sübjektiftir. Hiç kuşkusuz yakın tarihimizi bilmek açısından mutlaka okunması gereken bir eserdir, lakin her şey değildir. Tarih, yalnızca “Nutuk”tan ibaret değildir. Tarih sadece “Nutuk”tan ibaret kabul edilecek olursa o dönemde yaşayan başkaca aktörlerin tanıklığının veya anlatımının hiç bir kıymeti yok demektir. “Nutuk”ta çizilen çerçevenin veya “Nutuk”un esas aldığı bakış açısının dışındaki her çerçeveyi veya bakış açısını ihanetle suçlayacak olursak o vakit tarih biliminin kendisine de büyük haksızlık etmiş oluruz. “Nutuk”u tarih okumalarında kutsal bir metne dönüştürmek veya başkaca her anlatının mihenk taşı gibi kabul etmek, tarih bilmezliğin ötesinde ayrıca bilimselliği öldüren bir bağnazlığın ifadesidir. Çok açık söyleyecek olursam, tarih, ne sadece Atatürk'ün dediklerinden ibarettir ne de “Nutuk”la çelişen başka anlatılardan; tarih hepsinin toplamıdır. Tarihi bir bütün olarak tüm anlatılar ve belgeler üzerinden okumadan bir tek bakış açısının esiri kılanlar tarihe haksızlık etmenin yanı sıra hür düşüncenin ve tartışmanın da önünü tıkamış olurlar. Tarih bir bütün olarak bilindiğinde sorun çözülür mü? Yani artık herkes tek bir gerçekle/hakikatle buluşmuş mu olur? Elbette hayır. Tarih son kertede sübjektiftir. Tarihin bilgisi de yorumu da sübjektiftir. Belgeler elbette yeni ve farklı hakikatlere kapı aralar ancak hiç bir belge herkesi tek bir hakikat üzerinde buluşturmaz. Sonuçta o belgeler de kişiler tarafından farklı yorumlanır. Tarihi malumat dediğimiz şey bu açıdan hakikatin ta kendisi olmanın ötesinde bir anlama ve öneme sahiptir. Bu sözlerim “Nutuk”u önemsiz gördüğüm veya “Nutuk” üzerinden yapılacak okumanın yanlış olduğu anlamına gelmiyor asla. Söylemeye çalıştığım şey, “Nutuk”un da tıpkı diğer tarihi anlatılar gibi yegâne hakikat olmadığı/olamayacağıdır. Şayet Gazi Mustafa Kemal Atatürk Anadolu'da kendisinden önce başlayan Milli Mücadele'nin/İstiklal Harbi'nin esas önderlerinden efsanevi komutan Karabekir Paşa ile sonraki yıllarda çelişki ve çatışma yaşamamış olsaydı Karabekir Paşa “Nutuk”ta başka türlü anlatılacaktı. O Karabekir Paşa ki Gazi Mustafa Kemal'in en büyük destekçisidir. İstanbul Hükümeti tarafından görevinden azledilen Mustafa Kemal'e bağlılığını ve desteğini sürdüren biridir. Erzurum'dan başlayan kongreler sürecinin baş mimarı olan Karabekir Paşa'nın İstanbul Hükümeti'ne rağmen Mustafa Kemal'e sağladığı katkı ve destek olmamış olsaydı belki tarihin akışı farklı olabilirdi. Tabii benimkisi de şu an bir okuma biçimi.
Türk savunma sanayisi bünyesinde insansız hava araçları (İHA) için geliştirilen lazer güdümlü minyatür mühimmat Bozok'un seri üretimi başladı. TÜBİTAK SAGE Müdürü Gürcan Okumuş, "Kuzgun'un serbest süzülen versiyonunun testleri tamamlanacak ve sipa...
Türk Kahvesi'nde bu hafta konuğumuz İstihbarat Tarihçisi Dr. Polat Safi. İstihbarat dünyasını araştırmaya nasıl başladı? İstihbaratın gizemli dünyası Teşkilat-ı Mahsusa nedir, ne değildir? Teşkilatı- Mahsusa'nın gizemli tarihi Kuşçubaşı Eşref kimdir? Eşref Kuşçubaşı hakkında bilinen yanlışlar Yakın Doğu istihbarat savaşları CIA ve FBI filmlerle ne amaçlıyor? 2. Abdülhamid'in istihbarat teşkilatı Teşkilat-ı Mahsusa'nın Milli Mücadele'ye etkisi Türk istihbaratının değişimi ve dönüşümü
"Qanunnamə" verilişində bugünkü qonağımız Azərbaycan Milli Məclisinin deputatı, iqtisadçı Vüqar Bayramov pandemiya və Ukrayna-Rusiya müharibəsinin regionun iqtisadiyyatına təsiri, mümkün çörək qıtlığı ehtimalı, süni qiymət artımı barədə danışdı və dinləyicilərin suallarını cavablandırdı.
Konuklarımızın hikayesini de ülkemizin hikayesini de konuşuyoruz. Türkiye'nin seçkin isimleri Türk Kahvesi'nde ağırlanıyor, samimi ve sıcak bir atmosfer evlerinize taşınıyor. Ayşe Böhürler Pazar sabahlarını, Türk Kahvesi ile tatlandırıyor. Sanat ve entelektüel hayat üzerine değerlendirmeler, nostalji, mimari, tarih ve eski uygarlıklar üzerine birçok konunun konuşulduğu programda aradığınız her şeyi bulacaksınız. Türk Kahvesi'nde bu hafta konuğumuz İstihbarat Tarihçisi Dr. Polat Safi İstihbarat dünyasını araştırmaya nasıl başladı? İstihbaratın gizemli dünyası Teşkilat-ı Mahsusa nedir, ne değildir? Teşkilatı- Mahsusa'nın gizemli tarihi Kuşçubaşı Eşref kimdir? Eşref Kuşçubaşı hakkında bilinen yanlışlar Yakın Doğu istihbarat savaşları CIA ve FBI filmlerle ne amaçlıyor? 2. Abdülhamid'in istihbarat teşkilatı Teşkilat-ı Mahsusa'nın Milli Mücadele'ye etkisi Türk istihbaratının değişimi ve dönüşümü Ayşe Böhürler ile Türk Kahvesi her Pazar 11.10'da tvnet'te
15 Mayıs 1919'da Yunan birliklerinin İzmir'i işgaliyle başlayan Milli Mücadele döneminde 1917 Bolşevik Devrimi'nin ve Almanya'daki Spartakist hareketin etkisiyle Anadolu'da bir dizi sosyalist, komünist örgütlenme ortaya çıkmıştı. Kemalist hareketin İtilaf Güçleri'ni ülkeden çıkarmak için Sovyet Rusya'nın askeri ve mali yardımına muhtaç olduğunun iyice ortaya çıktığı 1920 yılında ise komünizme sempati zirveye çıkmıştı. Ancak 1923'te Cumhuriyet kurulduktan sonra hikaye çok farklı gelişti...
Milli hakimiyetin tesisi yolunda Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 102. yıldönümü. Bunun üzerine bugün çok şey okuyacak çok şey duyacağızdır. Birçok ezber tekrarlanacak, birçok basit hakikat de bu ezberlerin altında gizlenecektir. Öncelikle hatırlanması gereken bir şey en önemli sonucu Osmanlı devletinin yenilmesi ve işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulmuş birçok devlet içinde hala meclis kurumunu açık tutan tek devletin Türkiye olmasıdır. Osmanlı'nın işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulan ülkelerin hepsi işgalci güçlerle anlaşmalarla yöneticiliği tesis edilmiş diktatörlere veya ailelere devredilmiştir. Hiçbirinde bir meclis kurulmadığı gibi o ülkelerin birçoğunda hala işleyen bir meclis ve millet hakimiyeti mefhumundan eser bırakılmamıştır. Çünkü o toprakların ve halkların hepsi kendilerini bir millete ait görmüştür. Millet hakimiyeti aynı zamanda Osmanlı milletine mensubiyetin de ifadesidir ve yerine kurulan yeni devlet üzerinden yeni bir millet tanımı yapmak ve bu mevhum milletin hakimiyeti kavramını tesis etmek o kadar kolay olmamıştır. Aradan geçen yüzyıl içinde laik-Arap milliyetçiliği üzerinden geliştirilmeye çalışılan tanımlar bile İslam'la başedilemediği için sorun yaratmaya devam etmiştir. O yüzden bu toprakları “milli hakimiyet” veya “halk iradesi” gibi kavramlara dayalı kurumlarla kontrol etmek mümkün olmadığı için buralara reva görülen yönetimler diktatörlükler olmuştur. Arap Baharı sürecinde ayağa kalkan halkların “halk istiyor” sloganını merkeze almaları tesadüf olmadığı gibi bu halk isteğinin giderek bütün bu ülkeleri birbirine yakınlaştırması da “kayıp bir milli hakimiyet mefhumuna” olan hasreti de ifade etmiştir. “Halk... istiyor” şeklinde yankılanan sloganlar, “isteyen, irade eden, kararına sahip” bir halk özlemini yansıtıyordu. Bu arada milli hakimiyet düsturuyla hareket etmiş olan TBMM'nin Türkiye'nin ilk meclis tecrübesi olmadığını bugün hatırlatmak durumunda kalıyor olmamız da Türkiye'nin nasıl bir ideolojik tarihyazımına maruz kalmış olduğunu gösteriyor. Oysa Meclis-i Mebusanın Ankara'ya taşınmasıyla ortaya çıkmış bir Meclistir TBMM. Dolayısıyla Hakimiyet-i milliye mefhumunun ilk doğduğu yer de değil. Bu Meclisin çatısı altında Milli Mücadelenin yürütülmüş olduğu ve bugün içinde yaşadığımız devletin kurucu tartışmalarının yapıldığı, sonradan üstünün milli hakimiyet ilkesiyle pek de bağdaşmayacak şekilde örtüldüğü de bir gerçektir. 1. Meclis ile 2. Meclis arasında sadece bir kararla ortaya çıkan açık hakimiyet-i milliye farkı, sonradan ulusal egemenlik olarak ifade edilecek olan temsilin ne kadar söylemsel bir kurgu olabildiğini de gösteriyor. “Hakimiyetin bilâ kayd-u şart millete ait olduğu” ilkesine dayalı olarak kurulan 1. Meclis'te millet kavramı da vatan kavramı da istiklal kavramı da sonradan bu meclisle elde edilen meşruiyet üzerine inşa edilen yeni rejimde bambaşka anlamlara kavuştu. Mesela 1. Mecliste başkanın hemen arkasındaki duvarda asılı olan “Onların işleri aralarında Şûrâ iledir” Ayeti Celilesinin 2. Meclisin toplanmasıyla birlikte apar topar kaldırılması, milli hakimiyetin bir kararı değildi elbet. Haddi zatında 2. Meclis'in oluşumu bile Milli Hakimiyetin işleyişinin bir sonucu değildi. Yine Millî Mücadeleyi bizzat yönetmiş olan ve milleti temsil kabiliyeti oldukça yüksek olan bir Meclisin bir emrivakiyle feshedilme şekli ve gerekçeleri de ardından kurulan 2. Meclisin üyelerinin seçimi de neresinden bakarsanız Milli Hakimiyet kavramının daha başta nasıl bir yara almış olduğunu gösteriyor.
Türkiyə Respublikasının Milli Müdafiə naziri cənab Hulusi Akarın dəvəti ilə Azərbaycan Respublikasının müdafiə naziri general-polkovnik Zakir Həsənov fevralın 1-də Türkiyəyə işgüzar səfərə yola düşəcək. Səfər çərçivəsində Türkiyə milli müdafiə naziri ilə
Milli Məclisin Şuşa Bəyannaməsini təsdiqləyəcək.
Milli Məclisdə “Əmək pensiyaları sahəsində aparılan islahatlar: nəticələr, çətinliklər və perspektivlər” mövzusunda dinləmə keçiriləcək.
Horft til tlbaka til nýliðins árs um leið og slóðin er fetuð fram á við. Í þættinum er sagt frá frétt þess efnis að á með vorinu sé von á nýrri ensksri þýðingu á SölkuVölku Laxness. Þá er rætt við Eirík Bergmann um bók hans Þjóðarávarpið, popúlísk þjóðernisumræða í hálfa öld. Einnig er rætt við Önu Stanicevic um nýtt tvöfalt hefti skandinavíska bókmenntatímaritsins Kritiker sem Ana og Jacob Ölgaard Nyboe ritstýr og ber titilinn Mellem mål og mellemmål - Millimál og milli mála. Í heftinu er í greinum, ritgerðum og skáldskap 24urra fræðimanna og skálda fjallað um margvíslegar hliðar þeirrar gerjunar og þróunar tungumálal, einkum á Norðurlöndunum, á 21. öld. Lesið er brot úr ljóði Fríðu Ísberg Að brjóta. Umsjónarmenn: Jórunn Sigurðardóttir og Tómas Ævar Ólafsson
Horft til tlbaka til nýliðins árs um leið og slóðin er fetuð fram á við. Í þættinum er sagt frá frétt þess efnis að á með vorinu sé von á nýrri ensksri þýðingu á SölkuVölku Laxness. Þá er rætt við Eirík Bergmann um bók hans Þjóðarávarpið, popúlísk þjóðernisumræða í hálfa öld. Einnig er rætt við Önu Stanicevic um nýtt tvöfalt hefti skandinavíska bókmenntatímaritsins Kritiker sem Ana og Jacob Ölgaard Nyboe ritstýr og ber titilinn Mellem mål og mellemmål - Millimál og milli mála. Í heftinu er í greinum, ritgerðum og skáldskap 24urra fræðimanna og skálda fjallað um margvíslegar hliðar þeirrar gerjunar og þróunar tungumálal, einkum á Norðurlöndunum, á 21. öld. Lesið er brot úr ljóði Fríðu Ísberg Að brjóta. Umsjónarmenn: Jórunn Sigurðardóttir og Tómas Ævar Ólafsson
Horft til tlbaka til nýliðins árs um leið og slóðin er fetuð fram á við. Í þættinum er sagt frá frétt þess efnis að á með vorinu sé von á nýrri ensksri þýðingu á SölkuVölku Laxness. Þá er rætt við Eirík Bergmann um bók hans Þjóðarávarpið, popúlísk þjóðernisumræða í hálfa öld. Einnig er rætt við Önu Stanicevic um nýtt tvöfalt hefti skandinavíska bókmenntatímaritsins Kritiker sem Ana og Jacob Ölgaard Nyboe ritstýr og ber titilinn Mellem mål og mellemmål - Millimál og milli mála. Í heftinu er í greinum, ritgerðum og skáldskap 24urra fræðimanna og skálda fjallað um margvíslegar hliðar þeirrar gerjunar og þróunar tungumálal, einkum á Norðurlöndunum, á 21. öld. Lesið er brot úr ljóði Fríðu Ísberg Að brjóta. Umsjónarmenn: Jórunn Sigurðardóttir og Tómas Ævar Ólafsson
Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti, Milli Mücadele'nin sonlarından itibaren Türkiye'nin Sıhhi-i İçtimai Coğrafyası adı altında çeşitli vilayetlerin iktisadi, beşeri ve sağlık coğrafyasına ilişkin ayrıntılı bilgiler içeren bir dizi monografi yayınladı. Bu seminerde bu monografiler cumhuriyetin kurucu kadrolarının savaşlar, göçler, katliamlar ve toprak kayıplarının yol açtığı nüfus krizi ile baş etmek ve harap olan Anadolu nüfusunu devletin asli gücü olarak iyileştirmek üzere başvurduğu yönetimsel pratiklerden biri olarak tartışılacaktır. Ayrıca bu monografilerin sunduğu umumi manzaranın el verdiği ölçüde Anadolu'nun on yıllık savaşlar sonrasında geçirdiği demografik dönüşüm ve Anadolu insanının hayat standartları da ele alınacaktır.
Mehmet Akif Ersoy'un ve yazdığı İstiklal Marşı'nın Millî Mücadele hareketindeki varlığı başlıbaşına İstiklal Harbi'nin hangi duygu ve saiklerle yürütülmüş olduğunun net bir resmini verir. Bu resmi bir kenara bırakarak yazılan veya anlatılan hiçbir İstiklal hikayesinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Akif'in tam vefatının 85., İstiklal Marşı'nın da yazılışının 100. yıldönümünde Türkiye'nin Milli Mücadele hareketine dair bir tartışma açmanın aslında hayırlı bir tarafı vardır. 20 yıldır tek başına aynı milletin teveccühünü kazanarak halkın hür seçimleriyle iktidarda kalan muhafazakâr AK Parti'nin en güçlü referanslarından birinin İstiklal Marşı'nda ifade edilen felsefe ve anlayış olduğu çok açıktır. Oysa AK Parti burada ifade edilen ruhu temel alarak sonrasında yaşanan hadiseleri, ihtilafları, ayrışmaları, hesaplaşmaları tarihe ve vicdanlara havale ederek hiç tartışmaya açmadı, kaşımadı. Çünkü tarihi olaylardan bugüne getirilecek hiçbir hesaplaşmanın günümüze bir faydası yoktur. Tarihten günümüze kan davaları getirmemek adına aslında ciddi bir fedakârlık yaparak muhafazakâr camia adına bir tür suskunluk siyasetini takip etti. Böylece İstiklal Marşı'nın yazıldığı tarihi bağlam içinde gerçekleşmiş olan uzlaşma zeminini öne çıkarmayı bir ortak değerler olarak altını çizmeyi önemli ve yeterli gördü. Oysa bu uzlaşma ortamını kendileri için yeterli görmeyen jakobenler, İstiklal Marşı sonrası zamanlarda emrivakilerle, darbelerle, silah zoru ve tasfiyelerle elde etmiş oldukları haksız imtiyazları müktesep hak olarak sürdürmek, kadük kalmış imtiyazları ise canlandırmak istediler. “Muhafazakarların Millî Mücadele'ye katılmamış olduklarını, bilakis saltanat hatta işgal tarafında yer almış olduğu” iddiasını yalanlamak için başka hiç kimseye değil, sadece İstiklal Marşı'na müracaat etmek yeter de artar bile. Ancak bu iddia bir kez daha dillendirilmişken söylemek gerekir ki: Millî Mücadele hareketinin kendisi bir Daru'l İslam'ı, yani vatanı kurtarma hareketidir ve Kuvay-ı Milliye'nin Anadolu halkını bu mücadeleye katılmak için başvurduğu hiçbir argüman ve motivasyonun İslam'dan başka bir dayanağı yoktu. Müslümanlık olmasa gavurun hükmü altında kalmaktan yana bir halkın hiçbir rahatsızlığı olmazdı.
"Yaxın vaxtda Milli Məclisdə reproduktiv sağlamlıqla bağlı dinləmələr keçiriləcək.
21 Temmuz 2013 Din siyaset ilişkisi Kurtuluş Savaşı sürecinde din adamlarımız Hulki Cevizoğlu'nun konuğu Ercan Dolapçı Telefon bağlantıları: Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Dr. Nadim Macit https://youtu.be/TCWb1wzTlrw --- Send in a voice message: https://anchor.fm/sirkkarsiti/message
Bugün İstiklal Marşı'mızın büyük şairi, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e intikal eden sürekliliğiyle İslam davasının da büyük adamı ve mütefekkiri Mehmet Akif Ersoy'un vefatının 85. yıldönümü. Malum, İstiklal Marşı'mızın da kabulünün 100. yıldönümü olması dolayısıyla 2021 yılı Cumhurbaşkanlığı tarafından İstiklal Marşı ve Akif Yılı ilan edildi. Bu münasebetle hem İstiklal Marşı'nı hem de Akif'i anlamak için bu yıl vesile kılındı ve birçok etkinlik gerçekleştirildi. İstiklal Marşı hiç kuşkusuz Türkiye'nin İngiliz, Yunan, Fransız, Rus ve İtalyan işgal güçlerine karşı vermiş olduğu Milli Mücadele hareketinin gayesini, anlamını ve altındaki felsefeyi ortaya koyan şairane bir ifadedir. Millî Mücadele hareketinin manifestosudur. Bu harekete katılanların kendi aralarında neyi hedeflediklerin ve nasıl bir dünya inşa etmek istediklerine dair bir ahitnamedir.
"İnsanları narahat edən məsələlərin Milli Məclisdə, eləcə də digər dövlət orqanları qarşısında qaldırılması deputatlar qarşısında dayanan ən mühüm vəzifələrdən biridir".