POPULARITY
Edison ve Annesi İnsanlık tarihinde önemli bir yer edinmiş ünlü kişilerin çoğu üzerinde, kadınların etkisi büyük olmuştur. Büyük mucit Edison da çoğu zaman annesinin etkisi altında kalmıştır. Başarılarının birçoğunu annesine borçludur. Anlama güçlüğü çektiği düşünülerek okuldan uzaklaştırıldığında bile annesi oğluna çok güveniyordu. Küçük Edison'un kimseye benzemediğini, ileride onu çok parlak bir geleceğin beklediğini tahmin ediyordu. Günün birinde Edison'un annesi çok ağır bir hastalığa tutuldu. Vakit gece yarısıydı ve hastanın bekletilmeden, hemen ameliyat edilmesi gerekiyordu. Doktor, ışık yetersizliğinden dolayı bu ameliyatı yapamayacağını söylemişti. Küçük dâhi, annesini mutlaka kurtarmak istiyordu. Annesi onun için kutsal bir varlıktı. Ölmemeliydi. Edison, düşündü, taşındı. En sonunda, odanın her yanını aynalarla kaplarsa ışığın çoğalacağını, o zaman doktorun da ameliyat yapmaya razı olacağını düşündü. Komşu dükkânlardan toplandığı aynaları birkaç aya getirdi. Oda inanılmayacak derecede aydınlandı, ameliyat yapıldı. Böylece Edison da sevgili annesinin hayatını kurtarmış oldu. Ailesinin geçimini sağlamak ve çalışmalarını sürdürebilmek için trende gazete bile satan Edison'u hiçbir engel durdurmuyordu. Edison, çalışmalarının ilk neticesini 1868'de yaptığı buluşuyla aldı. Bu buluşu, seçimler sırasında oyların kolayca sayılabilmesi için elektrikle çalışan bir aletti. Edison daha küçük yaşta fotoğrafçılığa merak sarmıştı. Gençlik yıllarını da telgrafhanelerde çalışarak geçirdi. Bu arada, telgrafla haberleşme sistemini daha mükemmelleştirmek için çok uğraştı, telgrafla ilgili birçok buluş yaptı. Edison, yeni icat edilmiş olan telefonu da geliştirmek için çalıştı. Telefonu herkesin kullanabileceği hâle getiren de odur. Edison'un buluşları arasında en önemlilerden biri de fotoğraftır. Telgrafhanede çalışırken gelen telgrafları daha kolay yazabilmek için gerekli sesli “teyp” icat etmişti. Bir süre bu buluşları gizledi. Herkes onun telgrafları hatasız ve çabucak alışına şaşırıyordu. Edison, 1879'da, sonuçsuz kalan kırk bin deneyden sonra ilk ampulü yapmayı başardı. Bundan sonra elektrikle ilgili buluşlar üzerinde çalıştı. 1891'de, hareket eden fotoğrafları görüntü oluşturan ilk sinema makinesini yaptı. Edison, elli yıllık araştırmaları sonucunda, büyük ölçüde yüklü 1033 buluşun patentini almış ve dünyanın en verimli mucidi unvanını kazanmıştır. Hayat Ansiklopedisi
"Saint Gregory, the younger brother of Basil the Great, illustrious in speech and a zealot for the Orthodox faith, was born in 331. His brother Basil was encouraged by their elder sister Macrina to prefer the service of God to a secular career (see July 19); Saint Gregory was moved in a similar way by his godly mother Emily, who, when Gregory was still a young man, implored him to attend a service in honour of the holy Forty Martyrs at her retreat at Annesi on the River Iris. Saint Gregory came at his mother's bidding, but being wearied with the journey, and feeling little zeal, he fell asleep during the service. The Forty Martyrs then appeared to him in a dream, threatening him and reproaching him for his slothfulness. After this he repented and became very diligent in the service of God. He became bishop in 372, and because of his Orthodoxy he was exiled in 374 by Valens, who was on one mind with the Arians. After Valens' death in 378 he was recalled to his throne by the Emperor Gratian. He attended the Local Council of Antioch, which sent him to visit the churches of Arabia and Palestine, which had been defiled and ravaged by Arianism. He attended the Second Ecumenical Council, which was assembled in Constantinople in 381. Having lived some sixty years and left behind many remarkable writings, he reposed about the year 395. The acts of the Seventh Ecumenical Council call him "Father of Fathers." (Great Horologion)
21 Ağustos'ta kaybolan ve 8 Eylül'de Eğertutmaz Deresi'nde cansız bedenine ulaşılan Narin Güran soruşturmasıyla ilgili olarak “Saat 15.18 ile 15.21 arasında yani Narin'in katledildiği sırada olay yerinde kimler var? Anne Yüksel Güran var, Amca Salim Güran'ın orada olduğunu biliyoruz. Yenge Hediye Güran, Maşallah Güran ve ağabey Enes Güran. Hepsi olay yerinde.
*4 NİSA SÛRESİ 11-19 MEALİ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 11 Allah, evlatlarınız hakkında, erkeğe iki kadın hissesi kadarını tavsiye eder. Eğer (erkek çocuk olmaz da) kadınlar ikiden fazla iseler, terekenin üçte ikisi onlarındır. Eğer kadın tek başına ise yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa anne ve babasından her birine terekenin altıda biri vardır. Şayet ölenin çocuğu yoksa, anne ve babası ona varis olur. Annesi için üçte bir vardır. Eğer ölenin kardeşleri varsa annesine altıda bir vardır. (Bu hisseler) yaptığı vasiyyet ve borcu yerine getirildikten sonradır. Babalarınız ve çocuklarınızdan hangisi faydalı olmada size daha yakındır bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından belirlenmiş hisselerdir. Muhakkak Allah doğruyu en iyi bilen ve emirleri en sağlam ve hikmetli olandır. 12 Eğer ölen kadınlarınızın çocuğu yoksa, miraslarının yarısı sizindir. Şayet onların çocukları varsa, vasiyyet veya borçların ödenmesinden sonra geriye kalan malın dörtte birisi sizindir. Eğer sizin çocuğunuz yoksa geriye bıraktığınız malın dörtte biri kadınlarınızındır. Şayet çocuğunuz varsa yaptığınız vasiyyet veya borçlarınızdan arta kalanın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadına kelâle olarak (baba ve evladı olmadan) varis olunursa, (anadan) erkek veya kız kardeşinden her birine altıda bir vardır. Eğer (kardeş) birden fazla olursa vasiyeti ve borcu ödendikten sonra kimseye zarar vermeden üçte birde ortaktırlar. Bunlar Allah'tan bir vasiyyettir. Allah alim'dir, halim'dir. 13 İşte bunlar Allah'ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Resulü'ne itaat ederse, onu altından ırmaklar akan Cennete koyacaktır. Orada ebedi olarak kalacaklardır. İşte büyük başarı budur. 14 Kim Allah'a ve Rasülü'ne isyan ederse ve sınırlarını aşarsa, onu ebedi olarak ateşe sokar. Ve onun için alçaltıcı azap vardır. 15 Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara, sizden dört şahit isteyin. Eğer şahitlik yaparlarsa, ölünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu verinceye kadar evlerde tutun. 16 İçinizden bu fuhşu yapanların her ikisine de eziyet ediniz. Eğer tevbe ederler ve durumlarını düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Elbette Allah tevbeyi kabul edendir, rahîm'dir. 17 Bilmeden kötülük yaptıktan sonra hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmek ancak Allah'a aittir. Allah onların tevbesini kabul eder. Allah alîm'dir, hakim'dir. 18 Ölüm kendilerine gelinceye kadar kötülük yapıp da, ölüm anında: "Ben şimdi tevbe ettim" diyenle, kâfir olarak ölenlerin tevbesi kabul değildir. Biz onlara elem verici azap hazırladık. 19 Ey iman edenler, kadınlara zorla varis olmak size helâl değildir. Apaçık fuhuşla gelmedikçe onlara verdiğinizin (Mehrin) bir kısmını götürmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlarla hoşça yaşayın. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, umulur ki, Allah hoşlanmadığınız şeyde birçok hayır kılmıştır. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/nisa-suresi-11-19-tefsiri-ali-kucuk
1926'da Lice'de doğan Tarık Ziya Ekinci, uzun yaşamının yanı sıra siyasetteki yönelimleri ile de gündemde oldu. Mütedeyyin bir ailede hayatı gözlerini açan Ekinci'nin, Cumhuriyetin ilk yıllarına tesadüf eden çocukluğu, tek parti uygulamalarına sahne oldu. Yazıya başlığını veren otobiyografisinde anlattığı üzere, doğduğu gün babası, eski yazıyla Kur'an'ın ilk sayfasına doğum gününü not etmiş ve bu vesileyle yaşı ve doğumu ile ilgili eski nesilde sıklıkla karşılaşılan belirsizlikleri yaşamamıştır. Annesi çarşaflı babası da dindar sayılabilecek bir aileye mensup olan Ekinci'nin hayat hikayesi, farklı dönemleri okuma anlamında oldukça önemli ayrıntılar içermektedir. Ekinci'nin erken Cumhuriyete rastlayan çocukluğu Şeyh Said İsyanı, Varlık vergisi, kılık kıyafet kanunu gibi sosyal ve politik alanı etkileyen olayların gölgesinde şekillendi. Görece nüfuzlu ve siyasetle ilgisi olan bir ailede büyümesi, onun doğrudan bu yaşananlara yönelik politik ilgisini de besledi. Söz konusu süreçlerdeki tavır alışı ve olayları yorumlayışı Ekinci'nin sonraki dönemde siyaset yapma biçiminde de etkili olacak ve kendisini bölgesel siyasetin merkezine yerleştirebilecek bir aktör olmasını da beraberinde getirecektir. İlk Siyasal Deneyim: CHP ve TİP Ekinci'nin siyasi hayatı Demokrat Parti'nin ikinci dönemi sonrasında DP'ye yönelik eleştirileriyle başlar. Örgütlü bir siyasi mücadeleye CHP saflarında başlayan Ekinci'nin tek parti eleştirilerden nasibini alması da kaçınılmaz. Nasıl olur da tek parti yıllarına tanık olan birisi, CHP'de siyaset yapar eleştirisi bölgenin kendi hassasiyetleri ile de birleşince kaçınılmaz bir sorgulama olarak karşısına çıkar. 1960'lardan sonra daha eleştirel bir pozisyon alarak Türkiye İşçi Partisinden (TİP) milletvekili olan Ekinci'nin hem sol hem de örgütlü Kürt siyasi hareketlerine yönelik bakışı da hayli tartışmalıdır. 1965 yılında TİP vekili olarak meclise giren Ekinci'nin
Kurban Bayramı sabahı ve sonrasındaki üç gün boyunca Mekke'yi görmeliydiniz. Görüntüler ekranlardan kısmen yansımıştır ama burada olmak başkaydı. Önceki yıllarda gelenler bilirler, kaos görünümlü o tarifsiz heyecanı, koşuşturma ve insanüstü gayreti. ‘Kaos' diyorum, çünkü şehrin var olan düzeni, tertibi bayramın dördüncü gününe kadar askıya alınmıştı. Şöyle… Arefe günü akşamı Arafat'tan Müzdelife'ye inen ve gece yarısından sonra buradan da Mina'ya geçip ilk günün şeytan taşlamasını yapan hacıların çok büyük bir kısmı hiç ara vermeden ziyaret tavafı için buldukları bütün yollardan Kâbe'ye doğru yürümeye başladılar. Aynı anda yüzbinlerce ihramlı hacının sokaklarına, caddelerine ve bulvarlarına dağıldığı Mekke'de geçerli olan tek kural herkesin birbirine müsamaha göstermesiydi. Müzdelife'den Mina'ya 6 ila 8 kilometre arasındaki mesafeyi yürüyen hacılar için 10 kilometre uzaklıktaki Harem-i Şerif'e ulaşmak kolay değildi. Araçların çalışmadığı Mekke'nin yolları insan seline teslim olmuş, o sıkışıklıkta ilerleniyor ve sabah saatlerinden itibaren sıcaklık 40 dereceye ulaşmıştı. Yorgun, güneş alnında kalan hacılar buldukları gölgeliklerde soluklanıyorlardı. Otellerin lobileri ve süper marketlerin reyon araları dahi yoldan geçen hacıların sığınakları olmuştu. İşletmelerin sergiledikleri anlayış, takdire şayandı. Sokaklarda su dağıtan, yemek ikram eden hayırseverler de vardı. Bazı polisler insanları yönlendirme vazifeleri yanı sıra ellerindeki fısfıslardan su sıkarak hacıları serinletiyorlardı. Kur'ân-ı Kerîm'de “Ümmü'l-Kurâ”, yani ‘Şehirlerin Annesi' ismiyle de zikredilen Mekke, kendisine ibadet için gelen, sığınan herkesi bağrına basmıştı adeta. “Taşına, toprağına peygamber kokusu sinmiş bu güzel şehirde, “habibim” dediğin Peygamber Efendimizin (s.a.s.) İslam'ı tebliğ etmek için çektiği çileler düşüyor hatırımıza. O'nun, ‘Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere maruz kaldım' deyişini hatırladıkça gözlerimiz doluyor, içimiz yanıyor, çektiği eza ve cefalar yüreklerimizi dağlıyor. Şimdi yine zamanın çileli yıllarına düştü yolumuz. Dermansız kaldı dizlerimiz, zayıf düştü yüreklerimiz. Habib-i Zişan Efendimizin (s.a.s.) dualarıyla Sana yalvarıyoruz. Bizi sahipsiz bırakma Allah'ım” (Prof. Ali Erbaş, Vakfe duası).
“Gazze halkını ölümle mi tehdit ediyorlar? Ölüm bize ne yapar, vallahi Gazze halkının neredeyse tamamı için ölüm, şu anda kendilerinden önce gidenlere kavuşmak için arzuladıkları bir şey. Siyonistlerin saldırıları uzadıkça pes edeceğimizi sanıyorlar, oysa bu ancak bizim bu direniş gücümüzün daha da artmasını sağlıyor. Ölümü arzulayan insanları ne durdurabilir?” Gazze'de 7 Ekim'den sonra soykırımcı İsrail'in bombardımanlarında üç çocuğunu, eşini ve annesini şehit vermiş olan Mustafa ebu Ali bu sözleri söylerken gözleri dalıyor, yutkunuyor, sesi biraz ağlamaklı oluyor ve kendini toparlayıp “Elhamdulillah” diyerek sözlerine devam ediyor: “Tabi ölümü arzulamak bizim için belki bu sürecin içinde neredeyse bütün Gazze halkına güçlü bir biçimde sirayet eden ayrı bir ruh hali, ama biz Gazze halkı olarak direnişin sadece Gazze halkını aşan sorumluluğunun idrakindeyiz. Direniş ve şehadet bir kayıp değildir, bu yolda yenilmek yoktur. Biz Allah'ın izniyle ne yaptığımızın farkındayız ve hesaplarımız elbette sadece dünyayla ilgili değildir. Bu dünyada Siyonist işgalin zulümlerini durdurmak için canla başla çalışma sorumluluğumuz var elbet. Bu yolda kimsenin yapmadığını veya yapamadığını da, stratejisiyle, taktiğiyle, planlamasıyla, icraatıyla ortaya koymaya çalışıyoruz.” Her Çarşamba günü ODTÜ Mezunlar Birliği Vakfı'nın (MEBİVA) Ankara'daki merkezinde yaptığımız sohbetin bu haftaki konuğuydu Ebu Ali. Deniz Feneri'nin Gazze'de kurmuş olduğu bir engelliler hastanesi ve merkezinin müdürlüğünü yapıyor. 20 yaşında girdiği ve 10 yıl boyunca her türlü işkenceyi, insanlık dışı muameleyi yaşadığı İsrail hapishanesinden çıktıktan sonra bu görevi üstlenmiş. Hapiste geçirdiği ve kendisinden alınmış olan 10 yılına mukabil Cenab-ı Allah'ın kendisine adeta o tahammülünün bir ödülü olarak yeryüzünde bir cennet bahçesi olarak bir zevceyle rızıklandırdığını anlatınca bir kez daha ağlamaklı oluyor. O zevceyle birlikte bir de birbirinden güzel, birbirinden tatlı üç evlat da veriyor Allah ona. Bunların her biriyle hapiste kaybolan yıllarını telafi ettiğini düşünmüş hep. Annesi ise Kur'an hafızı ve her yıl ezberini haslamak için o yaşında yarışmalara, imtihanlara katılıyor. Son girdiği imtihanda 100 üzerinden 97 almış. Kur'an'la yatıyor, Kur'an'la kalkıyorlar. Çocukları da, evleri de Kur'an'ın nuruyla aydınlanıyor sürekli. 7 Ekim'de başlayan soykırım Mustafa'dan bütün bu evlatlarını almış. Bütün bu anlatımları karşısında dinleyicilerin hepsinin gözleri doluyor, gözyaşları dökülüyor. Ama o hemen toparlıyor ve devam ediyor: “Benim hikayem belki Gazze'de şu anda yaşananlar arasındaki en ortalamalardan biri. Şu anda, sadece 7 Ekim'den sonra başlayan bu insanlık dışı saldırılarda 50 bin şehit var Gazze'de ve her birinin hikayesi benimkine benzer. Benimki onların arasında, onlardan daha fazlası veya daha acısı değil. Öyle insanlar var ki, neredeyse bütün akrabalarıyla nüfus sicilinden silinecek, bir tek kendisi kalmış, kendisi de enkaz altından çıkarılmış. Çıktığında yaptığı ilk şey Allah'a şükretmek ve Hasbunallah ve nime'l-vekil demek.” Hamas'ın şu anki siyasi lideri İsmail Heniye'nin de daha geçtiğimiz günlerde üç evladını ve 5 torunu şehit edildi. Haberini aldığı esnada Doha'da bir hastanede tedavi görmekte olan Gazzeli yaralıları ziyaret etmekteydi. Bir an bile istifini bozmadı, o da elhamdülillah dedi ve ziyaretlerine devam etti. “Benim evlatlarımın kanı, Gazze'de şehit düşen 50 bin insanın kanından daha değerli değil.” Bunlardan önce yine yakın veya uzak akrabalarından 60 kişi daha şehit olmuştu.
Tefal Easy Fry hakkında detaylı bilgi için Tıklayın *** Tanrıların ve insanların annesi, tanrıça İsis, ilginç hamile kalma şekli ve mucize çocuğu tanrı Horus. *** ''Bu bölüm Tefal Easy Fry hakkında reklam içerir.''
Sarı saçlarını yastığa yaymış küçük kız bir masumiyet timsali olarak uyuyor. Kuşkonmazın minik yapraklarından süzülen gün ışığı kızın yüzünde, alnında, saçlarında bir anne şefkati ile dolaşıyor. Çil horoz ötüyor, anaç tavuk civcivlerini gezdiriyor. Ortancaların, at kestanesinin, zambakların tomurcukları şişmiş, nerdeyse patlayacak. Kırlangıç yuva yapıyor ve evvelbahar rüzgârı dağlardan aldığı çiğdem kokusunu ovalara yayıyor. Küçük kız az sonra kirpiklerini kırpıştırarak iri mavi gözlerini açacak. Havada bir rayiha. Aa! Saksıdaki karanfil açmış. Mor karanfil o gece yana yana açılmış, odayı kokusu ile doldurmuş. Küçük kız biraz doğrulup karanfil saksısına bakıyor. Bakıyor ve gülümsüyor. Gülünce yüzünde gamzeler. Annesi sabah kahvaltısı için patates kızartıyor. Yağa düşen patateslerin cızırtısı. Dışarıda arı, sinek, kuş sesi. Kız yavaşça iniyor yatağından ve pencereye gidiyor. Aşağıda çardak altında ablası. Saçlarını yıkamış hem güneşte kurutuyor hem tarıyor. Uzun, gür, kestane saçlar. Gün vurdukça par par yanıyor. Bir ergen kızın saçını taraması. Tararken dalgınlaşması. O dalgın yüzün derin mânası. Avlunun ardındaki meyve bahçesi tepeye doğru tırmanıyor. Ağaçların hepsi domur domur. Bademler sabredememiş galiba; pembe pembe açmışlar. Bahçenin zemini silme papatya, gelincik. Az sonra bu bahçeye iki kara gözlü kuzu atlar. Oynaya sıçraya koşuşurlar. O beş altı yaşlarındaki kopul oğlan durur mu? Haydi kuzuların peşine. Düşerek, kalkarak, yuvarlanarak, yanakları kızararak çiçek tozuna ve çimen kokusuna bulanarak. Şimdi karı kalkmamış bir dağ köyünün mescidinin dibindeyiz. Cemaatın ihtiyarları güneş alan duvarın dibine dizilmiş kemiklerini ısıtıyor. Ovada, pulluğun devirdiği toprak buğulanmakta. Güneşe karşı gerinip kabarmakta. Leylek, saksağan, tarla kuşu vesaire pulluğu takip ediyor; ansızın kendini dışarıda bulan böcekleri, solucanları topluyor. Deniz kenarında bir delikanlı. Önünde çay, elinde simit. O çiriş kokulu kundura atelyelerinden firar edip uzak diyarlara gitmeyi hayal ediyor. Dersten çıkıp bahçeye inen bayan öğretmen gözlüklerini siliyor. Her yanda ilk mektep öğrencilerinin cıvıltıları. Mavi gökte bir beyaz buluta dalıyor. Bulut sanki bahriye subayı olmuş; öyle yürüyor, öyle salınıyor. Gözlüklü bayan öğretmen bir elini kalbine bastırıyor. Belediye işçileri akasyaları buduyor. Bir yükselip bir inen motorlu testere sesi. Pastacının kızı Nilgün, saçlarını at kuyruğu bağlamış, dükkânın önündeki masalara kar gibi örtüler seriyor. Daha sonra örtüler üzerine birer porselen vazo, vazolara sarı papatyalar. Evvelbahar işte! Kayalar çatlar, sular coşar, üstündeki beyaz kefeni yırtan kardelen açar. Kalpler kanatlanır. Söğütlere su yürür. Âlemin pes perdede seyreden âhengi ağır ağır hızlanır; sonra iyice hızlanarak devrana başlar. Hûûû!
*46 AHKÂF SÛRESİ 15-35 MEALİ N066 M046 15 Biz insana, anne ve babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Annesi onu zor taşıdı ve zor doğurdu. Onun (çocuğun anne karnında) taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihâyet o olgunluk çağına varıp, kırk yaşına erişince: "Rabbim bana, anne ve babama verdiğin nimetler için, beni şükretmeye ve hoşnut olacağın işler yapmaya sevk et. Benim için zürriyetimi de ıslah et. Ben sana tevbe ettim ve ben Müslümanlardanım."dedi. 16 İşte onlar Cennet yaranı içinde amellerinin en güzeliyle kabul edeceklerimiz ve kötülüklerinden vazgeçeceklerimizdirler. Bu va'd olundukları doğru bir va'addır. 17 Annebabasına: "Yazıklar olsun size. (Kabirden) çıkarılmakla mı beni korkutuyorsunuz? Halbuki benden önce nice çağlar/nesiller gelip geçti" diyen (çocuğa) annebabası, Allah'a yalvararak: "Yazık sana, iman et. Şüphesiz Allah'ın va'di haktır" dediklerinde (çocuk): "Bu ancak öncekilerin masallarıdır" der. 18 İşte bunlar daha önce geçen cin ve insan ümmetleri arasında, haklarında (azap) sözü hak olanlardır. Şüphesiz onlar hüsranda olanlardır. 19 Amellerinin karşılığının verilmesi ve haksızlığa uğratılmamaları için onların (mü'min ve kâfirlerin), her biri için dereceler vardır. 20 Kâfirler ateşe arz olundukları gün: "Siz dünya hayatınızda bütün güzelliklerinizi giderdiniz ve orada faydalandınız. Bu gün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve yoldan çıkmanız sebebiyle alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız." (denir). 21 Ad (kavmin) in kardeşini (Hûd'u) hatırla. Hani O kavmini Ahkâf (denilen yer)'da uyarmıştı. Ondan önce de sonra da nice uyarıcılar gelip geçmişti. Onları: "Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Ben sizin için büyük günün azabından korkuyorum!" diye uyarmıştı. 22 (Hûd kavmi) dediler ki: "Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize va'dettiğin'i (azabı) getir." 23 (Hûd) dedi ki: "Onun (gelecek azabın) ilmi Allah katındadır. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahil bir toplum olarak görüyorum." 24 Onu (azabı), vadilerine doğru gelen bir bulut halinde gördüklerinde: "İşte bu bulut bize yağmur yağdıracak" dediler. Hayır o sizin acele gelmesini istediğiniz şey (azap) dir. O, içinde acıkli bir azap olan rüzgârdır. 25 O (Rüzgâr), Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eder. Meskenlerinden başka hiç bir şey görünmez oluverdi. İşte suçlu bir toplumu böyle cezalandırırız. 26 And olsun, onlara öyle yerleşim yerleri vermiştik ki, size o yerleri vermedik. Onlar için kulaklar, gözler ve gönüller vermiştik. Onların kulakları da, gözleri de, gönülleri de hiçbir şekilde onlara fayda vermedi. Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Alay ettikleri şey onları kuşattı. 27 And olsun ki çevrenizdeki şehirlerden bir kısmını helâk ettik. Belki dönerler diye âyetleri tekrar tekrar açıkladık. 28 Allah'a yaklaştırmak için Allah'tan başka edindikleri ilâhlar onlara yardım etmeli değil miydi? Hayır onlar (ilâhlar), onlardan savuşup gittiler. Bu onların uydura geldikleri bir uydurmadır. 29 Hani cinlerden bir grubu Kur'ân dinlemek üzere sana sevk etmiştik. Kur'ân'ı dinlemeye hazır olduklarında (birbirlerine) "Susun" demişlerdi. Okuma bitince uyarıcı olarak kavimlerine döndüler. 30 (Kavimlerine şöyle) dediler: "Ey kavmimiz, biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri tasdik eden, hakka ve doğru yola götüren bir kitap işittik.” 31 "Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisine uyun ve O'na iman edin ki, günahlarınızı afvetsin ve acıklı bir azaptan sizi kurtarsın." 32 Kim Allah'ın davetçisine uymazsa yeryüzünde O'nu aciz bırakamaz. O'ndan başka onun dostları da yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklığın içindedirler. 33 Gökleri ve yeri yaratan, onları yaratmakla yorulmayan Allah'ın ölüleri diriltmeye kadir olduğunu görmediler mi? Evet, O her şeye gücü yetendir. 34 Kâfirler ateşe arz olundukları gün : ‘Bu gerçek değil miymiş?" (denir) onlar: "Rabbimize yemin olsun ki evet (gerçekmiş)" derler. (Allah): "İnkârcı olmanız sebebiyle buyurun azabı tadın" der.
LOKMAN SURESİ 1-19 N057 M031 Mekke döneminin ortalarında nazil oldu. 34 Ayettir. Lokman(a.s.)'ın nasihatlarını bildirdiği için bu ismi aldı. Kur'ân'ın muhkem, hikmetli olduğuna, güzel gören, güzel düşünen ve güzel iş yapanların o Kur'ân'dan yararlanacağına dikkat çekilir. Şirkden sakınmamız, anababaya iyilik yapmamız, eğer onlar kötülük yapmamızı isterlerse o emri tutmamamız anlatılır. Konuşmamız, yürüyüşümüz, jest ve mimiklerimiz bir düzene konur. Bilgisiz, kılavuzsuz, kitapsız insanlar gibi kibirlenip, Allah ile mücadele etmemiz yasaklanır. بسم الله الرحمن الرحيم Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile. 1 Elif Lâm Mîm. 2 İşte bu, hakim kitabın âyetleridir. 3 İyilik yapanlar için yol gösteren ve rahmet olandır. 4 Onlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve onlar, âhirete kesin inananların ta kendileridir. 5 İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidâyet üzeredirler ve işte bunlardır kurtuluşa erenler. 6 İnsanlardan bir kısmı Allah'ın yolundan sapıtmak için, bilgisizce eğlendirici sözler satın alır ve o (Allah'ın yoluyla) alay ederler. İşte onlar için alçaltıcı azap vardır. 7 Ayetlerimiz ona okunduğunda, sanki hiç işitmemiş gibi, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi, kibirlenerek sırt çevirir. Ona acıklı azabı müjdele. 8 Şüphesiz iman edip salih amel işleyenlere naim cennetleri vardır. 9 Allah'ın gerçek bir va'di olarak, orada ebedi kalacaklardır. O Aziz'dir, Hakim'dir. 10 Gördüğünüz gökleri direksiz yarattı ve sizi sarsmasın diye yeryüzüne dağlar bıraktı ve orada bütün hayvanları yaydı. Gökyüzünden su indirdik ve orada her güzel çiftten nicelerini bitirdik. 11 İşte bunlar Allah'ın yarattıkları. Gösterin bana, O'nun dışındakiler ne yaratmış? Hayır!! zalimler apaçık bir sapıklığın içindedirler. 12 And olsun biz, Allah'a şükretmesi için Lokman'a hikmeti verdik. Kim şükrederse kendinedir. Kim de nankörlük yaparsa, şüphesiz Allah, Ğani'dir (kimseye muhtaç değildir.) Hamid'dir. 13 Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: "Oğulcuğum, Allah'a ortak koşma, şüphesiz ortak koşmak, büyük bir zulümdür." 14 Biz insana, annebabasına karşı (iyilik yapmasını) tavsiye ettik. Annesi onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşımıştır. Onun sütten ayrılması iki senede olmuştur. Bana ve annebabana şükret, dönüş banadır diye tavsiye ettik. 15 Hakkında bilginin olmadığı şeyi, bana ortak koşman için, anne ve baban seni zorlarsa, sakın onlara itaat etme. Bu dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenin yoluna uy. Sonra dönüşünüz banadır. Yaptıklarınızı size haber veririm. 16 Oğulcuğum, yaptığın (iyi ve kötü) iş, hardal tanesi ağırlığında olsa, o da bir kayanın içinde veya göklerde veya yeryüzünde olsa, Allah onu getirir. Çünkü Allah her şeye nüfüz edendir, herşeyden haberdardır. 17 Oğulcuğum, namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış ve başına gelene sabret. Çünkü bunlar, yapılması gereken işlerdir. 18 İnsanlara böbürlenerek surat asma, boyun eğme, yeryüzünde çalımla yürüme. Şüphesiz Allah böbürleneni, çok öğüneni sevmez. 19 Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini de kıs. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/lokman-suresi-1-19-tefsiri
Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in asıl adı Abdullah b. Ebî Kuhâfe'dir. Annesi Ümmül Hayr Selmâ bint-i Sahr'dır. Annesi, babasının amcasının kızıdır. Hem annesi, hem babası Teymoğullarındandır. Bu kabîle zarif ahlâkı ve çok edepli olmalarıyla meşhurdur. Hz. Peygamber (s.a.v.)'i tasdik etmekte süratli davranışından dolayı Resûlullâh (s.a.v.) Hz. Ebû Bekir (r.a.)'i şöyle tanıtır: “Müslüman olmaya davet ettiğim herkes mutlaka bir tökezlemiş ve tereddüt göstermiştir. Ebû Bekir böyle değildir. O beni tasdik edip desteklemekte çabuk davranmıştır. Bize destek için uzanan her elin bizim katımızda mutlaka bir mükâfatı vardır. Ebû Bekir'in eli böyle değildir. Onun elinin mükâfatı Allâh katındandır. Ebû Bekir'in malının bana yararlı olduğu kadar hiçbir kimsenin malı faydalı olmamıştır. Bir dost edinecek olsam, Ebû Bekir'i dost edinirim.” Peygamberliğin ilk yıllarında Hz. Ebû Bekir (r.a.) İslâm davetinin yükünü üstlenmiştir. Toplum tarafından takdir ve saygı gören ve güvenilen birisi olup bu özelliğinden dolayı İslâm davetinin ağırlığını üstlendiği zaman büyük başarılar kazanmıştır. İlk müslüman olup, İslâm dinini yayan ve bazen kılıçla, bazen söz ile müslümanlığı savunan bir grup onun eliyle müslüman olmuştur. Osman b. Affan, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam, Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Erkâm b. Ebi'l Erkâm, Ebû Ubeyde b. Cerrah (r.a.e.), Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in eliyle müslüman olan ilk insanlardır. Amr b. As (r.a.)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir. Peygamber (s.a.v)'e: “İnsanlardan en çok sevdiğin kimdir?” diye sordum. “Aişe” buyurdu. “Erkeklerden en çok sevdiğiniz kimdir?” dedim. “Âişe'nin babası” buyurdu. (Muhammed Mütevelli Şaravî, Cennetle Müjdelenen On Sahâbî, s.15-18)
Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)'den Muâviye bin Hayde (r.a.) şöyle dedi: Ben Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'e: “Yâ Resûlallah! “Kendisine iyi davranmam gereken kimdir?” diye sordum. “Annen” buyurdu. “Ondan sonra kim gelir?” diye sordum. “Annen” buyurdu. Ben tekrar: “Daha sonra kendisine iyi davranmam gereken kimdir?” diye bir daha sordum. Bana yine: “Annen” buyurdu. Ardından bir kere daha: “Ondan sonra kime iyi davranayım?” diye sorunca şöyle buyurdu: “Babana, ondan sonra da sırasıyla sana en yakın akrabana.” Peygamber (s.a.v.) Efendimiz , “Yâ Resûlallah! Kime iyilik edeyim?” diye soran sahâbîye üç defa “annene” diye cevap vermiştir. Çünkü annemiz bizim canımızdır. Bizi canıyla beslemiştir. Yavrum uyusun diye uyumamıştır. Bizi aylarca karnında taşımış, yetiştirmek için yıllarca çırpınmıştır. Allâhü Teâlâ annenin bu fedâkârlığını şöyle dile getirmiştir: “Annesi onu nice zahmetlerle taşıdı, nice zahmetlerle doğurdu. Annenin hamileliği ve çocuğun sütten kesilmesi de otuz ay sürer.” (Lokman s. 14) Allâh (c.c.)'a imandan sonra en değerli amel, anneye iyilik etmektir. Anneye yapılan iyilik, tövbe etmek şartıyla, büyük günâhların bile affına sebep olabilir. İnsan annesiyle birlikte babasına da güzel davranmalı ve her ikisinin rızâsını kazanmaya çalışmalıdır. Fahr-i Cihân (s.a.v.) Efendimiz, anne ve babadan sonra “sırasıyla sana en yakın akrabana iyi davran” buyurdu. İnsanın “en yakını” kendi çocukları, dede ve nineleri, erkek ve kız kardeşleri, amcaları, halaları, dayıları, teyzeleri, sonra bunların çocukları, eşinin yakınları, daha sonra da yakından uzağa doğru komşularıdır. Akraba her zaman gözetilmeli, yakınlık sırasına göre onlara yardım eli uzatılmalıdır. (İmâm Buhârî, Edebü'l-Müfred, c.1, s.19-21)
Cliquez ici pour découvrir les liens entre qualité de l'air à l'école et asthme, via un échange avec Isabella Annesi-Maesano. L'article Qualité de l'air à l'école et asthme : échange avec Isabella Annesi-Maesano est apparu en premier sur Santé des Enfants et Environnement.
Önceki yazımızda ABD-İsrail'in Gazze saldırılarında çocukları ve kadınları özel olarak hedef seçmesinin Ashâbü'l-uhdûd'la olan ilişkisine işaret etmiştik. Şimdi yazı başlığımızdaki soruyu izleyerek, bu işaretimizdeki maksatları ana hatlarıyla anlamaya çalışalım. İlk müfessirlerimizden Mukâtil b. Süleyman (ö. 150/767), Tefsîr-i Kebîr'inde Büruc suresinin “Uhdud ashâbı katledildi” mealindeki dördüncü ayetinin tefsiri olarak Ashâbü'l- uhdûd hakkında -kendisinden sonraki ilgili ilim ehlince çokça detaylandırılacak olan- şu net bilgiyi iletmiştir: “Necranlılardan Yusuf b. zi-Nevas bir hendek kazmış ve içinde ateş yakmış, tevhidi ağzına alanı o ateşte yakıyordu. Çünkü kavminden 80 erkek, 9 kadın imân etmişti. Onların İslâm'dan dönmelerini istedi, onlar ise kabul etmediler. Bunun üzerine kendilerine ateş ile azap edileceğini bildirdi. Onlar ise Allah'ın emrine razı oldular. O da peş peşe ateşe atarak onların hepsini yaktı. Nihâyet yanında küçük çocuğu bulunan bir kadın geldi. Kadın çocuğuna bakınca, ona acıdı da geri döndü. Ona kâfir olmasını teklif ettiler, fakat kabul etmedi, onu dövdüler. Ateşin yanına tekrar gitti, çocuğuna acıdığı için tekrar döndü. Bu hâli devam ederken küçük çocuk konuştu ve ona, ‘Anacığım! Önünde ebediyen sönmeyecek bir ateş vardır' dedi. Annesi çocuğun sözlerini duyunca huzura kavuştu ve kendisini ateşe attı da Allah ruhlarını cennete koydu. Yüce Rabbimiz Nebisi Muhammed'e (s.a.) vahiyle haber verdi: Uhdud sahibleri (Yüsuf b. zi-Nevas ve arkadaşları tarafından) öldürüldü.” (Trc.: M. Beşir Eryarsoy, İşaret Yayınları, İstanbul 2017) Hasan-ı Basrî'ye (ö. 110/728) isnat edilen bu bilgide eksik olan Yusuf b. zi-Nevas'ın kimleri hangi maksatla ateşe atarak öldürdüğüdür. Bu bilgiyi ise en erken devirde yazılmış olan Mekke tarihinin (Ahbar'u Mekke'nin) sahibi Ebü'l-Velîd el-Ezrakî (ö. 250/864 [?]) “Fil Vak'asının Başlangıcı ve Bu Hususta Gelen Rivayetler” başlığı altında şöyle vermiştir:
Prodüktör: Büşra Uygun İyi akşamlar! Medyascope'un podcast'i “Bugün Ne Oldu?”dan herkese merhaba! Ben Gamze Elvan. Türkiye ve dünyanın gündemini sizlere aktaracağım, hazırsanız başlayalım. * İYİ Parti'nin İBB Başkan adayı Buğra Kavuncu * İYİ Parti'nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı: Cengiz Topel Yıldırım - AKP'nin Ankara ilçe belediye başkan adayları tanıtıldı * Erdoğan, İsveç'in NATO üyeliğini geciktirerek ne kazandı? * Annesi rahatsızlanan Selahattin Demirtaş'ın hastane ziyaretinin ayrıntıları * Özgür Özel ile Erkan Baş bir araya geldi * Uğur Mumcu, öldürülmesinin 31. yılında anıldı * Çorlu tren kazası davasında karar bekleniyor
Bir dönem Türkiye'de misafir akademisyenlik yapan ABD doğumlu Yahudi profesör Norman Finkelstein İsrail-Filistin çatışmasını çok yakından takip eden en tanınmış akademisyenlerden biri. Annesi ve babası 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya'sı tarafından toplama kampına gönderilen Finkelstein, İsrail karşıtı söylemleri nedeniyle çok tartışılan bir bilim adamı. 2008 yılında İsrail'den sınır dışı edildi ve 10 sene boyunca ülkeye girmesi yasaklandı. Finkelstein'in internet gazetesi 7 Ekim 2023'teki İsrail'in soykırıma başladığı tarihten 10 gün sonra T24'deki açıklamalarından aklı, vicdanı olan herkesin kim olursa olsun mevcut gerçeği görebileceğini anlıyoruz. “İsrail özellikle gençler olmak üzere Gazze halkına başka seçenek, bir umut bırakmadı. Gazze'de 20 yaşında bir genci düşünün, İsrail'in dönüştürdüğü Gazze'nin açık hava hapishanesi durumu 18 yıldır devam ediyor. Ne geçmişleri ne bugünleri ne yarınları var bu insanların. O yüzden Gazze'de Hamas'a katılmanın şeref, statü ve intikam alma olasılığı hissi sağlaması şaşırtıcı olamaz. İsrail'in Hamas'ı yok etmeyi istediğini söylemesi ironik çünkü onu kendileri yarattı!». “7 Ekim'de gerçekleşen Hamas saldırılarından sonra İsrail, Gazze Şeridi'ne “tamamen abluka” dedikleri şeyi uygulamaya başladı. Karar Gazze'deki sivil nüfusa su, gıda ve elektrik sağlanmaması anlamına geliyor. Bu savaş kurallarının ihlali anlamına gelmez mi? Bence şu noktada İsrail'in Gazze toplama kampındaki uygulamasının soykırım suçuna denk olduğu konusunda ciddi bir şüphe olamaz.” “Gerçek şu ki, 2006'dan bu yana Gazze nüfusu bir toplama kampına hapsedildi. Çok nadir istisnalar dışında kimse ne girebiliyor ne kimse çıkabiliyor. İnsanlar açlık diyetiyle yaşıyor. İnsani örgütlere göre Gazze nüfusunun yarısı, teknik terimlerle ağır gıda güvencesizliği şartlarında yaşıyor. Gazze nüfusunun yarısı işsiz, gençler arasında bu oran yüzde 60'larda. Bütün bu faktörleri peş peşe eklediğinizde; çaresizlik, umutsuzluk ve depresyon hislerini yaşayan Gazzeli genç erkeklerin sonunda Hamas'a katılmasının bir sürpriz olmaması lazım. Ayrıca Hamas'a katılınca şeref ve statü sahibi olduklarını hissettiklerini; ayrıca sabah yataktan çıkmak için bir gerekçe buldukları düşüncesini de göz önünde bulundurmak lazım.” “Gazze'deki gençler 7 Ekim'de şunu yaptı; Eğer biz öleceksek; siz de dans edip şarkı söyleyemeyeceksiniz. Ölürken biz de yanımızda bazılarınızı götüreceğiz dediler.” “Gazze'dekilerin 2006'dan bu yana bir toplama kampına hapsedilip sefalete ve ölüme terk edildiğini bütün dünya biliyordu ve kimsenin umurunda değildi. Gazze'de ABD'nin İsrail'i müzakere masasına gelmeye zorlayacak ve bu çatışmayı uluslararası hukuk temelinde sonlandıracak gücü vardı.” Ama gücünü soykırıma karşı çıkanları tehdit etmekte kullandı.
Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, bir ana ile oğul varmış. Annenin ismi Geldi, oğlanın ismi ise Kaldı imiş. Kaldı tembel mi tembelmiş. Annesi bir gün Kaldı'yı arkadaşlarıyla birlikte, odun toplamaya dağa göndermiş. Ormana varmışlar. Arkadaşları odun toplamak için ormana girmişler. Kaldı ise eşeğin iplerini kesip bir kütüğün arkasına gizlemiş. Arkadaşları geri döndüklerinde Kaldı'nın yaptığı hainliği anlayıp O'nu bir güzel dövmüşler, ama O'nu dağda bırakmamışlar. Biraz da odun vermişler. Kaldı, çok acıkmış. Eşeği bir yere bağlayıp eve yürümüş. Yemekten sonra ise eşeği almaya gitmiş. Oraya vardığında bir de ne görsün...
"Saint Gregory, the younger brother of Basil the Great, illustrious in speech and a zealot for the Orthodox faith, was born in 331. His brother Basil was encouraged by their elder sister Macrina to prefer the service of God to a secular career (see July 19); Saint Gregory was moved in a similar way by his godly mother Emily, who, when Gregory was still a young man, implored him to attend a service in honour of the holy Forty Martyrs at her retreat at Annesi on the River Iris. Saint Gregory came at his mother's bidding, but being wearied with the journey, and feeling little zeal, he fell asleep during the service. The Forty Martyrs then appeared to him in a dream, threatening him and reproaching him for his slothfulness. After this he repented and became very diligent in the service of God. He became bishop in 372, and because of his Orthodoxy he was exiled in 374 by Valens, who was on one mind with the Arians. After Valens' death in 378 he was recalled to his throne by the Emperor Gratian. He attended the Local Council of Antioch, which sent him to visit the churches of Arabia and Palestine, which had been defiled and ravaged by Arianism. He attended the Second Ecumenical Council, which was assembled in Constantinople in 381. Having lived some sixty years and left behind many remarkable writings, he reposed about the year 395. The acts of the Seventh Ecumenical Council call him "Father of Fathers." (Great Horologion)
"Saint Gregory, the younger brother of Basil the Great, illustrious in speech and a zealot for the Orthodox faith, was born in 331. His brother Basil was encouraged by their elder sister Macrina to prefer the service of God to a secular career (see July 19); Saint Gregory was moved in a similar way by his godly mother Emily, who, when Gregory was still a young man, implored him to attend a service in honour of the holy Forty Martyrs at her retreat at Annesi on the River Iris. Saint Gregory came at his mother's bidding, but being wearied with the journey, and feeling little zeal, he fell asleep during the service. The Forty Martyrs then appeared to him in a dream, threatening him and reproaching him for his slothfulness. After this he repented and became very diligent in the service of God. He became bishop in 372, and because of his Orthodoxy he was exiled in 374 by Valens, who was on one mind with the Arians. After Valens' death in 378 he was recalled to his throne by the Emperor Gratian. He attended the Local Council of Antioch, which sent him to visit the churches of Arabia and Palestine, which had been defiled and ravaged by Arianism. He attended the Second Ecumenical Council, which was assembled in Constantinople in 381. Having lived some sixty years and left behind many remarkable writings, he reposed about the year 395. The acts of the Seventh Ecumenical Council call him "Father of Fathers." (Great Horologion)
Hâdis-i şerîflerde şöyle buyrulmuştur: “Meşru işlerin hangisi olursa olsun, Besmele-i Şerife ile başlanmazsa hayrına ve tamâmına nail olunamaz; o iş bereketsiz kalır.” (Ebû Davûd) “Besmeleyle yenen yemek bereketli olur.” (İbn-i Mace) “Eve girerken Besmele çekilirse, şeytan, “Bu eve girmeme imkân yok” der, dönüp gider.” (Tibyan) “Besmele ile işe başlayanın günâhları af olur.” (İ. Rafii) “Sıkıntıya düşen, “Bismillahirrahmanirrahim ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm” derse, her türlü sıkıntıdan kurtulur.” (Deylemi) “Besmeleyle yazı yazanın haceti kolaylaşır, Allâhü Teâlâ da razı olur.” (Deylemi) Resûlullâh (s.a.v.): “Bir kimse, üzerinde Besmele yazılmış bulunan bir kâğıdı yerde basılmasın diye Allâhü Teâlâ'ya ta'zim ederek yerden kaldırsa, o kimse Allâhü Teâlâ katında sıddıklardan yazılır. Annesi babası; müşrik olsalar da, azâbları hafifler” (Buhari) buyurmuşlardır. Hz. AIi (r.a.), Besmele indiği zaman Resûlullâh (s.a.v.)'in: “Bu âyet-i kerîme en önce Âdem (a.s.)'a indi. O anda Âdem (a.s.): “Benim ümmetim bunu okumaya devam ettikleri müddetçe azâbdan emindirler” dedi. Sonra Besmele âyeti kaldırılıp İbrahim (a.s.)'a indirildi. İbrahim (a.s.) mancınıkta iken onu okuduğundan Allâhü Teâlâ ateşi ona soğuk ve selâmet üzere kıldı. Sonra yine kaldırılıp Süleyman (a.s.)'a indirildiğinde, melekler: “Ey Allâhü Teâlâ'nın Peygamberi! Allâhü Teâlâ'ya yemin ederiz ki, işte şimdi mülk ve saltanat tamam ve mükemmel oldu” dediler. Sonra yine kaldırılıp, şu anda Allâhü Teâlâ (Besmele'yi) bana indirdi. Kıyâmet Günü'nde ümmetim gelir. Onlar Besmele'yi okur bulunurlar. Amelleri teraziye konulduğu zaman sevâb ve iyilikleri günâhlarından ağır gelir” buyurduklarını bildirmiştir. Resûlullâh (s.a.v): “Siz Besmele'yi kitâblarınıza yazınız, onu yazdığınız zaman dil ile de söyleyiniz” (Buhari) buyurmuşlardır. (Gavs-ı A'zâm Abdülkâdir Geylânî (k.s.), Gunyetü't-Tâlibîn, s.165
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, uzak bir köyde yaşlı kadın ve iki kızı yaşarmış. Kızlardan birisi güzel ve çalışkan, diğeri ise tembel ve çirkinmiş. Güzel ve çalışkan kız ne iş yaparsa yapsın kimseye beğendiremezmiş. Yine birgün kumaş dokurken ince iplik elini kesmiş. Elini ve mekiği yıkamak için kuyuya gitmiş kız. Elini yıkarken bir de ne olsun, mekiği kuyuya düşürmüş. Eve gidip olanları annesine annatmış. Annesi çok sinirlenmiş ve mekiği bulmadan eve gelmemesini söylemiş kıza. Evden çıkan güzel kız mekiği düşürdüğü kuyunun civarına gelmiş ve mekiği kuyudan çıkarmak için bir plan düşünmeye başlamış...
“Sekiz yaşında bir çocuk, adı Talal Şakir İsa. Keçisi avlusundan sokağa çıkmıştı. Ne keçi ne de çocuk birkaç dakika önce sokağa çıkma yasağının başladığından haberdardı. Çocuk keçisinin peşinden koşayım derken kurşun yağmuruna tutuldu ve can verdi. Babası yanına koştu. Tüfek, görevini yerine getirmekten geri kalmadı. Annesi kocasının ve oğlunun yanına yetişmek istedi. Tüfek görevini yerine getirmekten geri kalmadı. Kızları Nora kardeşinin, annesinin ve babasının yanına koştu. Tüfek görevini yerine getirmekten geri kalmadı. Tüfeğin görevi neydi? 1956'da gerçekleşen Suez Savaşı'nın arifesinde Tuğgeneral Şadmi, Binbaşı Malinki'yi yanına çağırır ve ona bağlı olduğu birliğe verilen görevleri bildirir. Hudut korumalara verilen görevlerden biri de, Kefr Kasım ve civarındaki köylerde akşam saat beşten sabah saat altıya kadar sokağa çıkma yasağı uygulamak ve insanların evlerinde kalmasını sağlamaktı. Mahkeme tutanaklarına göre iki komutanın arasında şu konuşma geçti: Şadmi: -Sokağa çıkma yasağı çok kesin olmalı ve uygulanması çok itinalı ve gerekirse güç kullanılarak yapılmalıdır. Emri ihlal edip sokağa çıkanlar tutuklanmayacak, üzerlerine ateş edilecek. Tutuklayarak işlerimizi zorlaştırmaktansa, öldürmek daha iyi.” ... “Maskaralık mahkemelerinde görev alan avukatlar, katliamı işleyen israilli askerlere şu soruları sordu: -Geçmişte bu ülkedeki hayatınız boyunca Arapların düşmanlarınız olduğu duygusunu yaşadığınız doğru mu? -Evet. -Aynı duyguyu israil'de ve israil'in dışında yaşayan Araplara karşı da beslediğiniz doğru mu? -Evet, hiç fark etmeksizin aynı duyguyu taşıyorum hepsine karşı. -Kefr Kasım'da akşamdan sonra dışarıda bulunan her Arap'ı öldürme emrini yerine getirmediğiniz takdirde, silahlı kuvvetlerin ruhuna ve sınırları koruma görevine ihanet etmiş olduğunuzu hissetmiş olur muydunuz? -Evet. -Savaş gününde, mesela Yafa'nın herhangi bir sokağında bir Arap görmüş olsaydınız ona ateş açar mıydınız? -Bilmiyorum. -Farz edelim ki Kefr Kasım'dasınız ve şu olaylar cereyan ediyor: Saat beşte bir kadın size sesleniyor. Tehlikeli olmadığından eminsiniz, güvenliği tehdit edecek hiçbir durum söz konusu değil. Sadece size seslenmekte ve size bir şey sormak veya evine gitmek için izin isteyecek diyelim. Farz edelim ki bütün bunlar saat beşi yirmi geçe oluyor ve kadın evine on metrelik bir uzaklıkta. Senden evine geçmek için izin istiyor. Ne yaparsınız? -İzin vermem. -Ne yaparsınız? -Sokaktaysa eğer ateş ederim.
Otobüs kötüydü, çok kötü. Ne demek o, bir otobüs kötü olabilir mi? Yahu anlasanıza, yani delik deşik, her yanı vuruk, mermi yarası ve rengi atmış. Dışarda bir ayaz, bir ayaz, parmak kesiyor. Otobüs buz tutmuş yolda ilerliyor. Çocuk en arka camı hohlayarak açıyor, yola bir pencere açıyor yanında annesi. Çocuğun korku dolu gözleri, nereye gidiyoruz? Köpeği otobüsün ardından koşuyor. Çocuk sanki köpekle konuşuyor. Annesi yanında, gencecik kadın, genç yaşta çökmüş. Kim bilir neler neler görmüş. Evi, ailesi arkada kalıyor. Bahçe kapısı önünde bir ihtiyar kadın ile bir ihtiyar adam. Arkalarından su döküyorlar ve okuyorlar. Kadının gözünde yaş kalmamış. Kocası cephede savaşıyor, nedense haber yok. Kadın sadece dişlerini sıkıyor ve kanatıyor. O iki ihtiyarla otobüsün arası açılıyor. Açılıyor ve sonra ikisi de kayboluyor. Uzaklardan top sesleri geliyor. Orada değildim diyorsun. Yalan söylüyorsun. Elin ayağın, her yanın kan kokuyor. Biliyor musun bu koku çıkmaz. Keşke ölsem dersin, toprağa gömülüp çürüsem. Hıh! Yine kaybolmaz koku, toprağı dahi kokutur. Kanlı topraklar lafı buradan geliyor işte. Orada değildim diyorsun, yalan söylüyorsun. Geceydi, karanlıktı, bütün bunlar bahane. Yüzüne kan sıçramış, kan sıçramış gömleğe. Gömlek beyaz, kan kırmızı. Hani şahit deme. Uzaklarda bir mitralyöz işliyor. Genç gölgeler birer birer toprağa düşüyor. Düşerken kelime-i şehadet getiriyorlar. İşte şahit. Böyle şahit olmaz diyorsun. O zaman vicdanı çağırsınlar. Ormanı, yaprakları, geceyi çağırsınlar. Vicdan nedir, sen onu biliyor musun? Vicdan, Cenab-ı Hak'ın kalbimizdeki sesidir, bunu biliyor musun? Ama sende kalp var mı, ondan şüpheliyim işte. Herkes kalbi bir et parçası sanır, büyük yanılgı. Yine bahar geldi, her yanda gelincikler. Her yan çimen çiçek, bir de mezar taşları. Uzayıp giden beyaz mezar taşları. Bir kadın elinden tuttuğu çocuğu ile, bir o taşa, bir bu taşa gidiyor. Mezarlığı baştan ayağa dolaşıyor. Sonunda çöküp kalıyor. Oğlanın elinde bir gelincik. Bir yaşlı kadın gelip kaldırıyor kadını. Mezarlık yine sessiz, yine rüzgârın ilâhîsi. Mustafa Kutlu, Fırtınayı Kucaklamak, Dergâh Yayınları, 2019.
Hanife Opoz, pandemi döneminde arkadaşları ile başlattığı Facebook sayfasıyla zor durumdaki Türkiye'den gelen öğrencilere ‘askıda 100 dolar' uygulamasıyla toplumun yardım etmesini sağladı. Opoz'un birkaç ay içinde yardım için aracı olduğu miktar 30 bin doları buldu.
Annesi tarafından istenmeyen yaralı şifacı chiron, çeşitli mitolojik öyküler, astrolojik göstergeler, masallar, başıma gelenler ve Melih Cevdet Anday. Hepsi bu bölümle. İyi dinlemeler. Instagram: @dedivekledi Email: dedivekledi@gmail.com
Bir varmış, bir de yokmuş. Uzaklarda, çok uzaklarda anne, baba ve Yavru Kelebek yaşarlarmış. Annesi Yavru Kelebek'in üzerine titrese de O çok yaramazmış. Anne kelebek düşünmüş, taşınmış ve Yavru Kelebek'e ömrü boyunca unutamayacağı bir ders vermeye karar vermiş. Sabah kahvaltısından sonra Yavru Kelebek oyun oynamak üzere dışarı çıkmış. Annesi de gizlice peşinden gitmiş. Yavru Kelebek, bir ağaçtan diğeri konup oyunlar oynuyor ama bu sırada da gittikçe evden uzaklaşıyormuş. Aradan biraz zaman geçtikten sonra çevresine bakınmış ve kaybolduğunu anlamış...
Bugün 26 Eylül 2023 Salı #doğatakvimi
Merhaba Arkadaşlar, Bugünkü Podcastimizde aile hayatında en çok yaşanan problemler arasında yer alan "Anne ve Eş Arasında Kalmak" konusunu işledik. İki taraftan hangisini tercih etmeliyiz? yada mutlaka birini tercih etmemiz mi gerekiyor? Bu gibi konuları ele aldık. Keyifli Dinlemeler...
11 yaşındaki Madalina Cojocari en son 21 kasım 2022'de okul otobüsünden inerken görüldü. Annesi ve üvey babası kızın kaybolduğunu üç hafta boyunca polise bildirmedi. Yakın zamanın en merak ettiren kayıp çocuk vakalarından birini irdeliyoruz ve bu kez Kuzey Carolina'dayız.
11 yaşındaki Madalina Cojocari en son 21 kasım 2022'de okul otobüsünden inerken görüldü. Annesi ve üvey babası kızın kaybolduğunu üç hafta boyunca polise bildirmedi. Yakın zamanın en merak ettiren kayıp çocuk vakalarından birini irdeliyoruz ve bu kez Kuzey Carolina'dayız.
Dünyâya düşkün olmaması, haramlardan çok sakınması, kerem ve cömertliği ile meşhûr hanım velîlerdendir. Çok hadîs-i şerîf öğrenmişti. Kur'ân-ı Kerîm'i ezbere bilirdi. Otuz defa hacca gitti. Gündüzleri oruç tutar, geceleri ibâdetle geçirirdi ve çok az yemek yerdi. Bir menkîbeleri şöyledir: Hıristiyan bir kadının, genç bir oğlu vardı. Bu genç, bir sefere çıktı ve yolda esir düştü. Annesi kiliselere gidip çok araştırdı ise de oğlundan bir haber alamadı. Bir gün kocasına, “Bu şehirde Seyyidet Nefîse isminde, duâsı makbûl bir hanım varmış, ona git. Belki çocuğumuzun bulunması için duâ eder. Eğer onun duâsı hürmetine oğlumuz bulunursa, ben de o hanımın dînini, İslâmiyeti kabûl edeceğim.” dedi. Bu istekleri Seyyidet'ün Nefîse'ye iletildi. O da duâ etti. Gece olunca evlerinin kapısı çalındı. Kadın kalkıp kapıyı açınca, oğluyla yüz yüze geldi. Kadın hem hayret etti, hem de çok sevinip, nasıl geldiğini sordu. Genç; “Nasıl geldiğimi ben de bilmiyorum. Ancak, beni bağladıkları zincirin üzerinde bir el gördüm ve “Bunu salın. Buna Seyyidet'ün Nefîse şefâat etmiştir.” diye bir ses duydum. Zincirlerim çözüldü ve birden kendimi burada buldum.” diye anlattı. Gencin anlattıklarını dinliyen annesi hemen müslüman oldu. İmâm-ı Şâfiî (r.a.) ve başka âlimler, kendisini perde arkasından ziyâret eder ve sohbetlerinden istifâde ederlerdi. Evinin önünde, kendisi için bir kabir kazmıştı. Kabre iner, orada namaz kılardı. Burada altı bin hatim okumuştu. Vefâtı yaklaştığı sırada oruçlu idi. Hastalığı ağırlaşınca kendisine, orucunu bozabileceklerini söylediklerinde, onlara; “Siz ne diyorsunuz? Ben otuz senedir oruçlu olarak vefât etmek için duâ ediyorum.” buyurdu. En'âm sûresini okumaya başladı. “Düşünen ve hakkı kabûl edenlere, Râbleri katında Cennet vardır.” (En'âm s. 127) meâlindeki âyet-i kerîmeye gelince vefât etti. (Evliyalar Ansiklopedisi, c.10, s.384)
Buket, çikolata aşkıyla sınırları zorlarken dişlerine zarar verir. Ağrıyla eve dönen Buket, annesine başvurur. Annesi uyarmıştır, ancak Buket dinlememiştir. Buket'in diş ağrısı, çikolata alışkanlığını sınırlamak için bir dönüm noktası olur. Seslendiren: Nurdan DAL Yazan: kocamanbisite MozartCultures ve kocamanbisite işbirliği doğrultusunda masal www.kocamanbisite.com den alınmıştır. Erişim Kanallarımız https://linktr.ee/MozartCulturesPodcast “Uykudan Önce”; eskiden bizlere babaannelerimiz, dedelerimiz tarafından yatmadan önce okunan masalların ne kadar yaratıcılığımızı geliştirdiğini ve bizlerin farklı hayaller kurmaya teşvik ettiğini biliyoruz. Bundan ilham olarak gümümüz şartlarına uygun bir şekilde haftada bir yayınlamak üzere bir yayın ve masal serisi oluşturduk. Sizde her Cuma yatmadan önce çocuklarınıza keyifle dinletebilirsiniz. Mozartcultures; Türkiye' de tamamı gönüllülerden oluşan ve kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olarak,sanatı ve bilimi güneşin doğup battığı tüm topraklara yayabilmek amacıyla çıktığımız bu yolda sizlere çok değerli podcast yayınları dinletmeyi amaçlıyoruz.
OnAylıkKübra Hapiste Şu fotoğrafa ve fotoğraftaki bebeğe iyi bakın Adı Kübra. Kübra Bebek. Henüz 10 aylık. Ve demir parmaklıklar arasında. Hapishanenin soğuk duvarlarının ardında. Neden mi? Annesi terör örgütü üyesi suçlaması nedeniyle tutuklu da ondan. Terör olarak ne mi yapmış? Legal, o güne kadar kapatılmamış yani açık olan bir bankaya para yatırmış. Hepsi bu. Yani suçu bankaya para yatırmakmış. Gerekçenin saçmalığı bir tarafa, anne Şadinaz hanımın yüzüne bir bakar mısınız? Terörist bir hali var mı sizce? Bu masum yüzde öyle bir hal görüyor musunuz? Bırakın teröristliği istese bile terörist olamaz bu kadın. Ama terörist suçlaması ile Bakırköy kadın cezaevinde tutuklu. Hem de bebeği ile birlikte. Bakın bu fotoğraf bugünleri çok iyi anlatan sembol bir fotoğraftır. Çünkü demir parmaklıklar arkasında yüzlerce küba bebekler var. Elbette bugünler geçecek. Zülüm baki kalmayacak. Kübra bebek gün gelecek büyüyecek. Yıllar sonra bu fotoğrafa bakacak. Ne düşünecek dersiniz? Tabii hapishanede, demir parmaklıklar arkasında annesiyle geçirdiği günleri elbette hatırlamayacak. Çünkü daha O sadece 10 aylık. Yıllar sonra Annesinin fotoğraftaki o masum, mazlum ve kederli bakışlarına uzun uzun bakacak. Annem o dönem ne kadar da gençmiş diyecek. Suçsuz yere neler yaşatmışlar diyecek. Suçunun legal bir bankaya para yatırmak olduğunu tekrar düşünecek. Annesinin omuzuna yaslanmış, hiç bir şeyden habersiz pembe yanaklı o masum fotoğrafına uzun uzun bakacak. Bakarken gözünden damla damlar yaşlar akacak. Ardından bu zülümler yaşanırken zulme destek verenlerin sevinç çığılıklarını, zulümden sarhoş bir şekilde kendilerinden geçtiklerini düşünecek. Zulmün Yerli ve millisini nasıl alkışladıklarına ibretle bakacak. Ve Tiksinecek. #kübrabebek #türkiyeyüzyılı
Gypsy Rose Blanchard, annesinin kendi sağlığı hakkında bir dizi korkunç teşhis ve tıbbi müdahaleyle sonuçlanan iddialarda bulunmasıyla büyüdü. Annesi tüm süreçte onun yanındaydı, kendisini tamamen ona adamıştı. Ama Gypsy gerçekten hasta mıydı?
Gypsy Rose Blanchard, annesinin kendi sağlığı hakkında bir dizi korkunç teşhis ve tıbbi müdahaleyle sonuçlanan iddialarda bulunmasıyla büyüdü. Annesi tüm süreçte onun yanındaydı, kendisini tamamen ona adamıştı. Ama Gypsy gerçekten hasta mıydı?
"Saint Gregory, the younger brother of Basil the Great, illustrious in speech and a zealot for the Orthodox faith, was born in 331. His brother Basil was encouraged by their elder sister Macrina to prefer the service of God to a secular career (see July 19); Saint Gregory was moved in a similar way by his godly mother Emily, who, when Gregory was still a young man, implored him to attend a service in honour of the holy Forty Martyrs at her retreat at Annesi on the River Iris. Saint Gregory came at his mother's bidding, but being wearied with the journey, and feeling little zeal, he fell asleep during the service. The Forty Martyrs then appeared to him in a dream, threatening him and reproaching him for his slothfulness. After this he repented and became very diligent in the service of God. He became bishop in 372, and because of his Orthodoxy he was exiled in 374 by Valens, who was on one mind with the Arians. After Valens' death in 378 he was recalled to his throne by the Emperor Gratian. He attended the Local Council of Antioch, which sent him to visit the churches of Arabia and Palestine, which had been defiled and ravaged by Arianism. He attended the Second Ecumenical Council, which was assembled in Constantinople in 381. Having lived some sixty years and left behind many remarkable writings, he reposed about the year 395. The acts of the Seventh Ecumenical Council call him "Father of Fathers." (Great Horologion)
"Saint Gregory, the younger brother of Basil the Great, illustrious in speech and a zealot for the Orthodox faith, was born in 331. His brother Basil was encouraged by their elder sister Macrina to prefer the service of God to a secular career (see July 19); Saint Gregory was moved in a similar way by his godly mother Emily, who, when Gregory was still a young man, implored him to attend a service in honour of the holy Forty Martyrs at her retreat at Annesi on the River Iris. Saint Gregory came at his mother's bidding, but being wearied with the journey, and feeling little zeal, he fell asleep during the service. The Forty Martyrs then appeared to him in a dream, threatening him and reproaching him for his slothfulness. After this he repented and became very diligent in the service of God. He became bishop in 372, and because of his Orthodoxy he was exiled in 374 by Valens, who was on one mind with the Arians. After Valens' death in 378 he was recalled to his throne by the Emperor Gratian. He attended the Local Council of Antioch, which sent him to visit the churches of Arabia and Palestine, which had been defiled and ravaged by Arianism. He attended the Second Ecumenical Council, which was assembled in Constantinople in 381. Having lived some sixty years and left behind many remarkable writings, he reposed about the year 395. The acts of the Seventh Ecumenical Council call him "Father of Fathers." (Great Horologion)
Adana'da eski kocası tarafından kafası taşla ezilerek öldürülen Şermin'in annesi Durdu, “Ciğerim yandı. Beni yakanı Allah da yaksın. Böyleleri idam edilsin” diyerek feryat etti. Bu sırada öldürülen kadının küçük kızı A. ise anneannesinin omzuna ba...
İstanbul Kağıthane'de, cam silerken dengesini kaybedip beşinci kattan düşen kadın hayatını kaybetti
Turkish Stories for Learner Turkish TÜRK SİNEMASININ SULTANI TÜRKAN ŞORAY Türk sinemasının sultanı olarak bilinir. 1960 yılında henüz bir lise öğrencisiyken sinemayla tanışmıştır. Yarım yüzyıla yakın bir süre sinemayla iç içe yaşayan Türkan Şoray yüzlerce önemli projeye imza atmıştır. 28 Haziran 1945'te İstanbul'da dünyaya gelir. Babası Halit Şoray, Kafkasya kökenli bir polis memuru, annesi Meliha Hanım ise Trakya kökenli bir kadındır. Orta hâlli bir ailede yaşayan Şoray, anne ve babasının çalışması nedeniyle küçük kardeşi Nazan'a bakmak zorunda kalır. Çocukluğunu yaşayamayan ve kendi deyimiyle bir bebeği bile olmayan Şoray, Fatih Kız Lisesi'nde orta öğrenimine başlar. Geçimsizlik nedeniyle anne ve babası ayrılınca Karagümrük'te bir eve taşınırlar. Taşındıkları evin sahibinin kızı Emel, sinema filmlerinde oynayan bir kızdı. Bir gün Emel, Şoray'a "Hadi seni de film setine götüreyim." der. Bu teklifi aldığında henüz 15 yaşındadır. O gün film setine giderler. Kenarda bekleyen bu genç kız, yönetmen Türker İnanoğlu'nun dikkatini çeker. O gün çekimler ertelenir ve yönetmen, Şoray'ın annesi ile görüşmek için evlerine gider. Annesi ilk önce karşı çıksa da kızının zoru ile film teklifini kabul eder. Emel'in rolünü ona verirler. İşte o gün Türkan Şoray'ın sinema ile ilk tanışması gerçekleşir. Türkan Şoray; "Afacan", "Dikenli Gül", "Gönülden Gönüle", "Hatırla Sevgilim", "Otobüs Yolcuları", "Acı Hayat" gibi güldürü filmlerinde oynar. 1962'de çevirdiği "Acı Hayat" filmindeki rolü ile Antalya Film Festivali'nde en iyi kadın oyuncu ödülünü alır. Sinemadaki başarısını yurt dışına da taşıyan Şoray, geçtiğimiz yıllarda Roma Film Festivali'nden onur ödülü aldı. İtalyan RAİ televizyonu Türkan Şoray'ın belgeselini yaptı. Türkan Şoray, Türk sinemasının en sevilen aktrislerinden biridir.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Merhum Abdullah Çatlı'nın annesi Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Merhumeye rahmet diliyorum." ifadesini kullandı.
Turkish Stories for Learner Turkish Sonbahar Meltem, rüzgârlı bir havada pencereden dışarıyı seyrediyor, bir yandan da kendi kendine söyleniyordu: “Şu sonbaharı hiç sevmiyorum. Yaprakları döküyor, çiçekleri kurutuyor, toprakları havada uçuruyor. Rüzgârın şiddetinden dışarıya çıkamıyoruz. Keşke hiç sonbahar olmasa...” Annesi Fatma Hanım, kızının söylediklerini duymuştu. Yanına yaklaştı ve: – Kızım! Neden sonbaharı sevmiyorsun, diye sordu. Meltem, yaprakları gösterdi. – Anne! Baksana ilkbaharın ve yazın güzelliğini yok ediyor, dedi. Annesi: – Peki kışı da mı sevmiyorsun, diye sordu. – Tabii ki seviyorum. – Her yer bembeyaz oluyor. Kartopu oynuyoruz. Kayak yapıyoruz. Kış hiç sevilmez mi anne, dedi. Annesi devam etti: – Peki, kızım! Dört mevsimden üçünü seviyor; sadece birini sevmiyorsun öyle mi, dedi. Meltem: – Evet, diye cevap verdi. Annesi: – Öyleyse gel seninle sonbaharı çıkartalım. Kış, ilkbahar yaz ve ardından yine kış gelsin olur mu, deyince Meltem'in yüzü güldü. – Anne bu mümkün olabilir mi, dedi. Anne: – Tabii kızım. Haydi şimdi gözlerimizi kapatalım ve sonbaharı yok sayalım, dedi. Meltem, gözlerini kapattı. Annesi anlatmaya başladı: – Şimdi aralık ayındayız. Her yer bembeyaz, karla kaplı. Hava çok soğuk. Sen dışarıda arkadaşlarınla kartopu oynuyor, kayak yapıyorsun. Akşam sıcacık evimizde sobanın etrafında bir aradayız. Birbirimize masallar anlatıyoruz. Bu, birkaç ay böyle devam ediyor. Ardından güneş ortalığı ısıtmaya başlıyor, karlar eriyor. Ağaçlar çiçek açıyor. Kuş sesleri etrafa yayılıyor. Hafta sonları pikniğe gidiyoruz. Sonra hava sıcaklığı artmaya başlıyor. Evleri denize yakın olanlar denize girip serinliyor. Köyde akrabaları olanlar köylere gidiyorlar ve taze meyveler yiyorlar. Yaz mevsimini tatil yaparak, eğlenerek mutlu bir şekilde geçiriyorlar. Derken sonbaharı çıkarttığımız için birden kış geliyor. Sıcak havalardan sonra dondurucu soğukla karşılaşıyoruz. Kışa hazırlıklı olmayanlar hastalanıyor. Ağaçlar yapraklarını dökmeden, kış geliyor. Ağaçlar kış uykusuna hazırlanmadığı için donuyor. Bitkiler tohum bırakamadan kışa giriyor. Rüzgâr bu tohumları etrafa dağıtamıyor. Bir sonraki ilkbaharda da tohumsuz kalan topraktan rengârenk çiçekler yetişmiyor. Kışa hazırlıksız girilince diğer mevsimler de eskisi gibi renkli, cıvıl cıvıl ve güzel olmuyor. Her mevsimin kendine göre güzellikleri ve faydaları vardır kızım, diyerek sözlerini bitirdi. Meltem: – Teşekkür ederim, anneciğim. Demek ki her mevsimin kendine göre güzellikleri var. Bu yüzden diğer mevsimler gibi sonbaharı da sevmeliyiz, dedi.
Aktris Brittany Murphy 20 Aralık 2009 pazar günü Hollywood Hills'teki evinin banyosunda yere yığılır. Annesi çığlık çığlığa 911'i arar. 32 yaşındaki genç kadının ölümünden beş ay sonra yaşanan gelişme ve akabindeki iddialar konuyu basit bir vakadan gizemli bir meseleye dönüştürür. Brittany Murphy öldü mü, yoksa öldürüldü mü?
Aktris Brittany Murphy 20 Aralık 2009 pazar günü Hollywood Hills'teki evinin banyosunda yere yığılır. Annesi çığlık çığlığa 911'i arar. 32 yaşındaki genç kadının ölümünden beş ay sonra yaşanan gelişme ve akabindeki iddialar konuyu basit bir vakadan gizemli bir meseleye dönüştürür. Brittany Murphy öldü mü, yoksa öldürüldü mü?
"Saint Gregory, the younger brother of Basil the Great, illustrious in speech and a zealot for the Orthodox faith, was born in 331. His brother Basil was encouraged by their elder sister Macrina to prefer the service of God to a secular career (see July 19); Saint Gregory was moved in a similar way by his godly mother Emily, who, when Gregory was still a young man, implored him to attend a service in honour of the holy Forty Martyrs at her retreat at Annesi on the River Iris. Saint Gregory came at his mother's bidding, but being wearied with the journey, and feeling little zeal, he fell asleep during the service. The Forty Martyrs then appeared to him in a dream, threatening him and reproaching him for his slothfulness. After this he repented and became very diligent in the service of God. He became bishop in 372, and because of his Orthodoxy he was exiled in 374 by Valens, who was on one mind with the Arians. After Valens' death in 378 he was recalled to his throne by the Emperor Gratian. He attended the Local Council of Antioch, which sent him to visit the churches of Arabia and Palestine, which had been defiled and ravaged by Arianism. He attended the Second Ecumenical Council, which was assembled in Constantinople in 381. Having lived some sixty years and left behind many remarkable writings, he reposed about the year 395. The acts of the Seventh Ecumenical Council call him "Father of Fathers." (Great Horologion)
"Saint Gregory, the younger brother of Basil the Great, illustrious in speech and a zealot for the Orthodox faith, was born in 331. His brother Basil was encouraged by their elder sister Macrina to prefer the service of God to a secular career (see July 19); Saint Gregory was moved in a similar way by his godly mother Emily, who, when Gregory was still a young man, implored him to attend a service in honour of the holy Forty Martyrs at her retreat at Annesi on the River Iris. Saint Gregory came at his mother's bidding, but being wearied with the journey, and feeling little zeal, he fell asleep during the service. The Forty Martyrs then appeared to him in a dream, threatening him and reproaching him for his slothfulness. After this he repented and became very diligent in the service of God. He became bishop in 372, and because of his Orthodoxy he was exiled in 374 by Valens, who was on one mind with the Arians. After Valens' death in 378 he was recalled to his throne by the Emperor Gratian. He attended the Local Council of Antioch, which sent him to visit the churches of Arabia and Palestine, which had been defiled and ravaged by Arianism. He attended the Second Ecumenical Council, which was assembled in Constantinople in 381. Having lived some sixty years and left behind many remarkable writings, he reposed about the year 395. The acts of the Seventh Ecumenical Council call him "Father of Fathers." (Great Horologion)
Kur'an-ı Kerim onun, en büyük beş peygamberden biri olduğunu, mucizevî doğumunu, mucizelerini, annesi Meryem'in çocukluğundan beri kendisini Allah'a adadığını bildirmiştir. Müslümanlarca bilinen bir mütearife olmasına rağmen Hıristiyanların tamamına yakın bir çoğunluğu bundan habersiz kalmışlardır.