POPULARITY
Les désirs guerriers de la modernité, épisode 1 Comment comprendre l'ambivalence de notre rapport à la guerre, quand elle semble si lointaine dans le temps et l'espace? Comment saisir les racines historique des guerres les liens qu'elles entretiennent entre elles et avec notre présent? Depuis les euphories de 1914 noyée dans les tranchées jusqu'aux conflits récents en passant par les ruines cachées de la seconde guerre mondiale et les images nocturnes de la guerre du Golfe, l'Occident a développé un art subtil de la distanciation : géographique, politique, affective. Une manière de neutraliser les émotions, arnacher les récits et parfois même de sublimer la violence au nom du progrès. Que nous dit cette posture sur notre rapport à la puissance, à la mémoire, au réel ? Chercheuse en philosophie à l'ULB, membre du Centre de recherche sur l'Expérience de la Guerre et autrice des Désirs guerriers de la modernité (éditions du Seuil) Deborah Brosteaux, interroge l'ambivalences de nos imaginaires et des récits historiques autour des conflits du 20e siècle. Sujets traités : guerre, modernité, tranchée, seconde guerre mondiale, Golfe, Occident, violence Merci pour votre écoute Un Jour dans l'Histoire, c'est également en direct tous les jours de la semaine de 13h15 à 14h30 sur www.rtbf.be/lapremiere Retrouvez tous les épisodes d'Un Jour dans l'Histoire sur notre plateforme Auvio.be :https://auvio.rtbf.be/emission/5936 Intéressés par l'histoire ? Vous pourriez également aimer nos autres podcasts : L'Histoire Continue: https://audmns.com/kSbpELwL'heure H : https://audmns.com/YagLLiKEt sa version à écouter en famille : La Mini Heure H https://audmns.com/YagLLiKAinsi que nos séries historiques :Chili, le Pays de mes Histoires : https://audmns.com/XHbnevhD-Day : https://audmns.com/JWRdPYIJoséphine Baker : https://audmns.com/wCfhoEwLa folle histoire de l'aviation : https://audmns.com/xAWjyWCLes Jeux Olympiques, l'étonnant miroir de notre Histoire : https://audmns.com/ZEIihzZMarguerite, la Voix d'une Résistante : https://audmns.com/zFDehnENapoléon, le crépuscule de l'Aigle : https://audmns.com/DcdnIUnUn Jour dans le Sport : https://audmns.com/xXlkHMHSous le sable des Pyramides : https://audmns.com/rXfVppvN'oubliez pas de vous y abonner pour ne rien manquer.Et si vous avez apprécié ce podcast, n'hésitez pas à nous donner des étoiles ou des commentaires, cela nous aide à le faire connaître plus largement. Distribué par Audiomeans. Visitez audiomeans.fr/politique-de-confidentialite pour plus d'informations.
Modernite insanların köylerini aldı. Sıkıntı olmadı. Mekânlarını aldı. Sıkıntı olmadı. Zamanlarını aldı. Sıkıntı olmadı. Çiçeklerini aldı. Sıkıntı olmadı. Asmalarını aldı. Sıkıntı olmadı. Ağaçlarını aldı. Sıkıntı olmadı. Kuşlarını aldı. Sıkıntı olmadı. Karizmasını aldı. Sıkıntı olmadı. Değerlerini aldı. Sıkıntı olmadı. Ahlâkını aldı. Sıkıntı olmadı.
"Her bilimsel yasa, her bilimsel ilke, gözlem sonuçlarına dair her beyan, detayları dışarıda bırakan bir özettir; çünkü hiçbir şey kesin olarak ifade edilemez. Bilimsel yasalar, öndeyilerin şimdiye kadar elekten süzülmelerinin ardında kalan iyi tahminlerdir:" (Richard P. Feynman/ Her Şeyin Anlamı) "Bilim artık nükleer silahlar, kimyasal kirlenmeler veya uzay araştırmalarıyla ilgili kararların doğruları ve yanlışları üzerine felsefi tartışmalar içermez, aksine sadece güçlü, insanlığın etkisine kapalı kararlara hizmet eder -ancak aynı zamanda, hakikat ve bilgi peşinde koştuğu görüntüsü verir." (Sosyolojide Temel Fikirler/ Martin Slattery) "Artık inanamıyoruz; ama inanana inanıyoruz. Artık sevemiyoruz; yalnızca seveni seviyoruz. Artık ne istediğimizi bilmiyoruz ama bir başkasının istediğini isteyebiliyoruz. İstemek, yapabilmek ve bilmek eylemleri terk edilmedi ama ikinci bir merciye devredilerek, genel olarak ilga edildiler." (Kötülüğün Şeffaflığı/ Jean Baudrillard) "Tüketimi standartlaştırmaya ve reklamcılık aracılığıyla beğenileri şekillendirmeye çalışan tüketimci kapitalizm narsisizmin artmasında merkezi bir rol oynar. Bu sistemde, tüketim modern toplumsal hayatın yabancılaşmış niteliklerine yönelir ve onların çözümlerini bulduğunu iddia eder: Narsistin arzuladığı şeylerin -çekicilik, güzellik- 'uygun' mal ve hizmetlerin tüketimiyle sağlanacağını vadeder. Bu yüzden hepimiz modern koşullarda, aynalar tarafından kuşatılmış olarak yaşarız; bu aynalarda kusursuz, toplumsal olarak değerli bir benlik görüntüsü ararız." (Modernite ve Bireysel Kimlik/ Anthony Giddens) "Kitapları başkaları yazmış olsalar da onlarda kendimizle ilgili bir şeyler buluruz, garip bir paradokstur bu. Kitaplar bize kendi hayatımızın fark edemediğimiz yönleriyle ilgili bir şeyler anlatır. Başka birinin kaleme aldığı kitaptaki sözcükler, kim olduğumuzu ve nasıl bir dünyada yaşadığımızı tüm derinliğiyle kavramamızı sağlar." (Görmek ve Fark Etmek/ Alain de Botton) "İnsan dışarıdan bakıldığında hiçbir şey yapmıyormuş gibi göründüğü zaman en etkin halindedir, tek başınalığı içinde kendiyle yalnız olduğu zaman, en az yalnız olduğu zamandır."
Dostumuz Dr. İlker Küçükparlak'la elti, bacanak ilişkilerinden geleneğin evrimine, zaman tercihlerinden güven toplumuna farklı konularda yaptığımız sohbet. * Erkeklerin arasında biraz sosyal beceri eksikliğinden ötürü de öyle oluyor aslında ilişki çok esnek biçimde gelişemiyor.* Kadının zaten dış dünyaya erişim olmadığı için bütün mücadelesi oradaki diğer kadın aktörler üzerinden, kadın özneler üzerinden olmak zorunda.* Bir kadının iktidara en yakınlaştığı an aslında kocasının iktidarda olmasından çok oğlunun iktidara geçtiği zaman oluyor.* Aslında herkesin çok eşli olabildiği bir düzen tamamen erkeklerin aleyhine.Bugün de bu online application'larda erkeklerin %10'u kazanıyor, %90'ı orada sadece bulunuyor bir skor yapma imkanı yok.* Modernite büyük anlatıyı insanın elinden aldığı için postmodernite —zaten genel olarak kültüre olan referansı çok kuvvetli bir düşünce akımı— yeni birtakım anlatılar icat ederek bu anlatısızlık, büyük anlatının eksikliğine merhem olmaya dair kendini arz ediyor.* İtalya gibi, Türkiye gibi yerler düşük güven toplumları. Yani bir yabancı gelip sana iş yapalım dediği zaman sen “bu kim ya” falan diyorsun. “Babana bile güvenme” diyor ya. Güven o kadar düşük ki bizde. Babana bile güvenmeyeceksin diyor.* Karl Pearson'in Yahudiler hakkindaki yorumu:* Oyun teorisinde öğrenme ve Hammurabi kanunlarındaki yargilama usulü uzerine (yayinda hatırlayamadığım çalışma): Steady State Learning and the Code of Hammurabi Keyifli dinlemeler.[Kayıt tarihi: 15 Mayıs 2024]Güncellemelerden haberdar olmak ve daha fazlası (bölüm notları, soru ve yorumlarınız) için: tersaci.substack.comTwitter: @trscbrs @IKucukparlak Get full access to Ters Açı'dan at tersaci.substack.com/subscribe
Nous sommes en 1837. Cette année-là, la « Revue des Deux Mondes publie » un récit intitulé « Voyage au camp d'Abd el-Kader ». Son auteur, Adrien Bertbrugger, est l'une des plus hautes autorités intellectuelles de la colonie française en Algérie, il sera d'ailleurs, vingt ans plus tard, le fondateur de la Société historique algérienne et de la Revue Africaine. Il écrit : « Nous eûmes le temps de l'examiner et nous devons déclarer qu'il ne ressemble en aucune manière à la ridicule lithographie qui circule en France avec la prétention d'être son portrait. L'artiste, qui a travaillé d'imagination, s'est cru obligé de donner à l'émir l'aspect rude et sanguinaire d'une espèce de Barbe-Bleue. Abd el-Kader, au contraire, est remarquable par un air de douceur mélancolique qu'il conserve même lorsque la nécessité de représenter au milieu des siens le force à prendre un visage sévère. Toutefois, le sentiment qui domine essentiellement dans sa physionomie est un sentiment d'une nature toute religieuse. Sa figure a quelque chose d'ascétique qui rappelle les belles têtes de moines dont le type nous a été légué par le Moyen Âge ; de ces moines guerriers que l'on rencontrait plus souvent au milieu des chocs tumultueux des champs de batailles que dans la tranquille obscurité des cloîtres. Le costume arabe, qui ressemble beaucoup aux vêtements des moines , rend l'analogie que nous signalons encore plus frappante. On peut compter sur l'exactitude du portrait que nous donnons. » Qui était Abd el-Kader, émir de la résistance à la colonisation française, fondateur du premier Etat algérien, défenseur des droits des prisonniers en temps de guerre mais aussi des chrétiens opprimés ? Un homme de paix entre tradition et modernité. Partons sur ses traces… Invitées : Camille Faucourt, responsable du pôle Mobilités et Métissages au Mucem (Musée des civilisations de l'Europe et de la Méditerranée), à Marseille et Florence Hudowicz, responsable du département des Arts graphiques et décoratifs au musée Fabre, à Montpellier. Elles ont dirigé l'ouvrage collectif « Abd el-Kader aux éditions Errances Sujets traités : Abd El-Kader , tradition ,modernité, émir, paix, Moyen Âge, colonisation, Algérie Merci pour votre écoute Un Jour dans l'Histoire, c'est également en direct tous les jours de la semaine de 13h15 à 14h30 sur www.rtbf.be/lapremiere Retrouvez tous les épisodes d'Un Jour dans l'Histoire sur notre plateforme Auvio.be : https://auvio.rtbf.be/emission/5936 Et si vous avez apprécié ce podcast, n'hésitez pas à nous donner des étoiles ou des commentaires, cela nous aide à le faire connaître plus largement.
Var elbette. Var ve çok berbat bir imge veya resim bu! Türk sineması adına sinemanın içinden zuhûr eden akımlar, Türkiye'nin kültür ve medeniyet birikiminden de, insanından da bırakınız beslenmeyi düşünebilmeyi, aksine, nefret eden, şeytanlaştıran, aşağılayan “kara sinema” hatta korku filmi resmi sunan akımlar! Sözgelişi, “imam” tiplemesini son derece aşağılayıcı ve aşağılık bir şekilde yapan sadece “Vurun Kahpeye” filmleri (ve tabiî romanı) bu ürpertici kendi resmi'nin, toplum, kültür ve medeniyet kavrayışının ne kadar grotesk (=gülünç, kaba ve çirkin) olduğunu göstermeye yeter! FASSBINDER'İN “ALMAN OLMANIN”, GODARD'IN “FRANSIZ OLMANIN” İZİNİ SÜRMESİ Yeni Alman Sineması'nın kurucu ve ayrıksı yönetmenlerinden Fassbinder, “Ben bir Alman'ım ve Almanlar için film yapıyorum” demişti. Son derece “primitif, gerici ve Faşist”çe mi buldunuz yoksa Fasbinder'in bu sözünü? Benzer bir cümleyi, Fransız Yeni Dalga Sineması'nın kurucularından felsefeden ve resimden çok iyi beslenen, kendisi de bir ressam olan Jean-Luc Godard'dan da duyarsanız şaşırmayın. Godard da, biraz felsefe yaparak, aynı şeyi söylüyor: “Fransız olmanın nasıl bir şey olduğunu göstermeye çalışıyorum sinemayla” demişti, Chaiers de Cinema dergisinde kendisiyle yapılan bir röportajda. Fassbinder'i, çağdaş Alman düşüncesinde daha çok Adorno'ya yakın bulurum: Eleştirel düşüncenin çağımızdaki gramerini çıkarmıştı Adorno. Adorno'nun kapitalizm ve modernite eleştirileri, kapitalizmi de, moderniteyi de bütün kurumlarıyla meşrûlaştırmaktan başka bir işe yaramadı, diyeceğim. Öyle oldu çünkü fazlasıyla “aydınlanmacı”ydı (sığdı, felsefî derinlikten yoksundu). Kendi çelişkisini, ya da kendi diyalektiğini de barındırıyordu bağrında eleştirisinin: Modernite'yi ve kapitalizmi, moderniteyi, modern pozitivist bilimi doğuran, yeşerten, temellendiren Fransız Aydınlanma düşüncesi'nin içinden eleştirince, zemini terketmediğiniz için, zihin zeminde köksaldığından aydınlanmacı sığ, tek-boyutlu zihin, eleştirinizin yeni bir dünya kurmasına imkân tanımıyor, aksine, eski dünyanın tamiratını yapmaktan başka bir şey yapmış olmuyordu. Fassbinder'in de tam da böylesi bir eleştirel dil kurduğunu, modern estetik ve haz biçimlerini tartışmaktan ziyade meşrulaştıran bir film dili geliştirdiğini söyleyeceğim.
Sosyopatlar klanına katıl. - Youtube'dan izle. - Blogu ziyaret et. - Twitter'dan takip et. - Instagram'dan takip et.
Türkçe yazılan mevlid manzumelerinin arasında özel bir yere sahip olan, Süleyman Çelebi'nin aşkla kaleme aldığı Vesîlet'ün Necât (Mevlid-i Şerif) eserini Prof. Dr. Sadeddin Ökten'le birlikte "Süleyman Aşk Dilin Bilir Dediler" programında hem okuyup hem de şerh ediyoruz… Süleyman Aşk Dilin Bilir Dediler'in yeni bölümünde başlıca şunlar konuşuldu; Serdar Tuncer: Efendim merhabalar. Süleyman aşk dilin bilir dediler, bilir. Süleyman Çelebi Hazretleri, Vesîlet'ün Necât isimli Mevlid-i Şerif'in bir yerine geldiğinde Resul-u Ekrem Efendimizin (a.s.m) mucizelerinden beyit beyit bahsederek bize o mucizelere karşı müslüman bakışı nasıl olmalı, kabulun ölçüsü nedir, nicedir? yol gösteren işaretler sunuyor. Onlardan kısa bir bölüm okuyarak ev sahibime döneceğim ve diyeceğim ki; Baba, ne diyor burada bize aşk dilini bile Süleyman?... "Hem mübârek başı üzre her zaman, Bir pâre bulut olurdu sâyebân. Her yere varsa bile varırdı ol, Bâşı üzre her zaman dururdu ol." Sadeddin Ökten: Böyle bir Hazretle karşı karşıyasınız diyor yani bütün evrenin yaradılışına sebep olan Hazreti Peygamber'i (a.s.m) böyle tanıyın diyor. Bu mucizeler üzerinden bir tanıtım yapıyor. Ne diyor teker teker ele alalım isterseniz. Önce şu mucizeyi bir tarif edelim. Ne diyor mucize hakkında bilim; "tabiat kanunlarına muhalif olan bir hadise" Taşı bırakıyorsun aşağı düşüyor. Niye? Çünkü yer çekimi var. Taşı bırakıyorsun yukarı çıkıyor. Nasıl oluyor? Olmaz diyorlar. Niye? Tabiat kanunlarına muhalif. İnsan merkezli hayata bakışta bu doğru çünkü tabiat kanununu ben koymadım. Ben insan merkezli hayata bakışta şöyle düşünüyorum; Bu tabiat kanunları ezeli ve ebedidir. Bu bir kabuldür, bu bir aksiyondur ve bunlar değişmez kabul ediyorum ben. Bu bir bakış. Modernitenin bakışı böyle... Modernite böyle bakıyor fakat... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Ne diyoruz ne anlıyoruz - Modernite Ahmet İnam Cengiz Güleç Mehmet Ali Kılıçbay
Göç kavramının mahiyeti de, tarifi de değişiyor hızla.. Göç kavramı, köklü anlam değişiklikleri geçiriyor son beş asırdır. Göçebe toplumlardan yerleşik toplumlara, oradan Avrupalıların bilimsel devrimleri, keşifler çağı serüvenleri, sömürgecilik ve emperyalizm tecrübeleri, kapitalizmin küreselleşmesi ve küreselleşmenin bütün sınırları yok etmesiyle küresel gerçeğe dönüşen sanal göçebelik hayatı yaşayan insanlara geçiş süreci çok travmatik oldu... Önceden toplumlar yer değiştiriyordu: Mekânda gerçekleşen bir yolculuk eylemiydi göç olgusu. Bugün göç olgusu, artık zihinsel olarak gerçekleşiyor; mekânı bile yok edecek, mekân duygusunu, aidiyet bilincini buharlaştıracak niteliksel bir dönüşüm gerçekleşiyor göç olgusunun kendisinde... Ancak göç olgusunun kendisinde yaşanan bu niteliksel değişim, bütün insanlığı niceliğin, araçların hükümran olduğu, anlamın anlamsızlaştığı, değerin değersizleştiği, hayatın çölleştiği hakikat fikrinin yitirildiği, güçlünün haklı olarak görülebildiği darwinyen orman kanunlarının hükmünü icra ettiği kaotik bir felâketin eşiğine fırlatıyor bütün insanlığı... KÜRESELLEŞME SÜRECİ: ÖLÇEK BÜYÜDÜ AMA UFUK DARALDI! Küreselleşme sürecinin bütün dünyada hissedildiği bir zaman diliminde yaşıyoruz... Küreselleşme sürecini, ölçek büyümesi ama ufuk daralması olarak tanımlayabiliriz: Evet bir ölçek büyümesi var: Ekonomik sınırlar, kültürel sınırlar, zihnî sınırlar ortadan kalktı: Paul Virilio'nun yerinde tanımlamasıyla “coğrafyanın sonu”nu yaşıyoruz. Sadece coğrafyanın sonunu değil, mekân duygusunun, geçmiş ve gelecek zaman duygusunun iptal edilmesi, zamanın tek bir zamana, genişletilmiş bir geniş zamana hapsedilmesi, zamanın sadece buradan ve şimdi'den ibaret hâle gelmesiyle birlikte tarih duygusunun, dolayısıyla zaman fikrinin de problemli hâle geldiği ontolojik bir ufuk daralması olgusuyla karşı karşıyayız. Ölçek büyüyor ama insanın ufku da, dünyası da daralıyor: İnsan, sadece hızın, hazzın ve ayartanın peşinde koşturan insanaltı bir varlığa dönüşüyor, nefs-i emmaresi'nin, kötülüğü emreden nefsinin arzularının kölesi hâline geliyor... Bu da, dünyanın orman kanunlarının hükümfermâ olduğu yeni-barbarlık biçimlerinin arenasına dönüşmesini kolaylaştırıyor... BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR MODERN BARBARLIK Bir açıdan bakıldığında ontolojik bir felâkete dönüşen küreselleşme süreci, modernite sürecinin nihâî aşaması ve mantıkî sonucudur. Modernite projesi, insanın tanrılaştırılması çabasıdır: Heidegger, bu gerçeği, “insanın her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükseltilmesi” olarak tanımlar. Tanrı fikrini yitiren modern insan, elbette ki, tanrılaşma açmazına soyunacaktı. Modern insanın tanrılaşma açmazına soyunmasını, modernliğin kurucu düşünürü Descartes, “tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız” diyerek hem izah etmiş hem de meşrûlaştırma yoluna girmişti.
Çağımızın yaşayan en büyük tarihçilerinden biri, belki de birincisi William McNeill, Külliyat yayınlarından çıkardığımız Avrupa Tarihinin Oluşumu başlıklı önemli kitabına, ezber bozucu bir tartışmayla giriş yapar. AVRUPA TARİHİ ÖZGÜRLÜKLER DEĞİL İMTİYAZLAR TARİHİDİR Avrupa tarihi özgürlükler tarihi olarak yazılır hep, der McNeill ve bunun büyük bir mit / “masal” olduğunu söyler, Avrupa tarihinin “imtiyazlar / ayrıcalıklar tarihi” olduğunu hatırlatır. McNeill'in, izinden gittiği Fernand Braudel de aynı fikri temellendirmeye çalışmıştı ondan yıllar önce... Özgürleşme'den öncelikle liberalizmi kasteder McNeill ama daha derinlemesine bakıldığında sekülerizm sorunu olduğunu görürüz bunun. Hem liberalizm sorunu hem de sekülerizm sorunu insanın özgürlüğü sorunudur aslında. İnsanın özgürlüğü sorunu, iki otoriteden kurtulma ya da bağımsızlaşma meselesidir: Birincisi, hristiyan kilisesinin otoritesinden / tasallutundan kurtulma; ikincisi de insanın aklı kutsamasının eseri olarak insanı araçların esiri derekesine düşürecek bilim kilisesinin seküler otoritesinden / tasallutundan, insanı araçların kölesi kılan kapanından kurtulma sorunu. Modernite, özgürlük retoriği olarak kuruldu ama kendi dışındakilerin özgürlüklerinin, kendi olma, kendi olarak kalma haklarının yok edildiği saldırgan bir tecrübe üretti yerküre üzerinde. Bu mesele, ayrı bir yazının konusu. İSLÂM, KANT VE İNSANIN ÖZGÜRLÜK SORUNU Modernitenin özgürlük vaadi, retorikten ibaret kaldı. Felsefî derinlikten de yoksundu çünkü. Moderniteyi kuran bütün yapı taşlarını döşeyen Kant'ın temel sorununun özgürlük sorunu olması bundan kaynaklanıyordu. İslâm medeniyeti kuşatılacak, durdurulacak ve Avrupa kurulacaktı: İslâm medeniyetinin dünya hayatını inkâr etmeyen dinamizminden beslenen Protestanlıkla dolayısıyla kilise gücünün nihâî olarak devre-dışı bırakılması ve dünyevî / beşerî gücün devreye girdirilmesi, yegâne otorite, hegemonya ve meşrûiyet kaynağı katına yükseltilmesiyle İslâm medeniyeti durdurulabilir, Avrupa'yı, ancak dini hayattan uzaklaştıran ve dünyayı, dünyevî gücü kutsayan Protestanlık kurabilirdi. Kant, büyük adamdı. Eflatun'dan sonraki ilk büyük filozof olarak kendisini görüyordu. Tartışılabilecek ilginç bir konuydu bu. Ama tartışılmayacak konu şuydu: Kant, son Eflatuncu'ydu: İnsanın kiliseden özgürleşmesi, Tanrı'dan özgürleşmesi, gerçek anlamda özgürleşmesini mi getirecekti yoksa özgür iradesini, geçici güçlere ve aygıtlara kaptırmasıyla, dolayısıyla özgürlüğünü kaybetmesiyle mi sonuçlanacaktı? Kant'ın zihnini meşgul eden büyük soru/n buydu. Kant, nihâî bir çıkış yolu sunmadı. Uçları birleştirmekle yetindi: İngiliz ampirizmi ve Fransız rasyonalizminin aşırılıklarını törpüleyerek bir sentez koydu ortaya: İlk bakışta iyi çatılmış gibi duran ama çatırdağında çok büyük yıkıma yol açacak bir zihin mimarisi, yapı/lanma/sı. Dualizm felsefesi, ruh-beden dualizmi hangi taraf ağır basarsa bassın, sonuçta, çıkmaz sokağın eşiğine sürüklüyordu insanı. Dualizm aşılmalıydı. Ortaçağlarda “ruh” yani kilise kutsandı; ama kilise dondurdu zihni. Bu kez beden / nicelik / araç kutsanma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirdi. Dün Hıristiyanlık kilisesinin yerini alan özgürlük kaybı sorunu, artık, akıl kilisesi, bilim kilisesi, teknoloji kilisesi tarafından yaşatılabilirdi bütün insanlığa. Kant bütün bu ontolojik sorunları görebilen ama Avrupa'yı geçici olarak da olsa kuracak ve ayağa kaldırarak “kurtaracak” felsefî çıkış yolunu bulabilen veya önerebilen tek kişiydi: Yıkıcı dualizm aşılmalıydı. KANT'IN SEKÜLER AHLÂK'I VE YÜCE ESTETİĞİ, İNSANA ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VEREBİLDİ Mİ Sentez önerdi Kant. Ama “yapay” bir sentezdi önerdiği: Hıristiyan kilisesinin insanın özgür iradesinin önüne set çekmesini önlemek için aklın önünü açtı; ama aklın aşırılıklarının dünyayı cehenneme çevirmesinin önüne geçmek için de aklın aşırılıklarını dizginleyecek iki yol sundu: Dinden bir şekilde kopmuş seküler bir ahlâk ama görünüşte dinde köklenen “yüce” bir estetik.
We're back from our break. Melody is here with news and events and then we step back into the Lacroix Library and then Jesse give a preview of next week's episode with friend of the podcast Luc Trépanier. Next week is our second episode in French, so Jesse's preview is also in French. Enjoy!! Join the Le rêve de Gagnon Facebook group - https://www.facebook.com/groups/256162952081648 Look for Les Franco-américains: 1860-1980 (Modernités XIXe-XXe) (French Edition) in your favorite local or used bookstore! News Links - Articles: Franco-Americans Need To Tell Their Own Stories: http://frenchnorthamerica.blogspot.com/2022/06/franco-americans-need-to-tell-their-own.html Those Other Franco-Americans: New Bedford, Part 1: http://querythepast.com/other-franco-americans-new-bedford-part-1/ Review: Schubert, The Lamoille Stories: http://querythepast.com/review-schubart-lamoille-stories/ Simple Outfits Inspired by Saint-Jean-Baptiste: Wear Blue and White!: https://modernefrancos.com/outfits-inspired-by-saint-jean-baptiste/ FAC Blog - More Francophone Legends and Monsters: https://facnh.com/more-francophone-legends-and-monsters/ FAC Blog - World of French: New Orleans: https://facnh.com/world-of-french-new-orleans/ Events: August 12 from 6pm to 11pm, Franco-American Heritage Days at Augusta Mill Park in Augusta, Maine. August 13 from 1pm to 11pm, Franco-American Heritage Days at Augusta Mill Park in Augusta, Maine. Tickets for both days are between $10-15 on Eventbrite; the schedule for both days can also be found here: www.eventbrite.com/e/franco-american-heritage-days-tickets-379718587517 Don't forget to check out our Patreon for extra bonus content and a way to support the show - https://www.patreon.com/fclpodcast Check out our merch on Teespring – https://www.teespring.com/fclpodcast
“Yüksek modernist planlama dönemi geride kaldı ve başarısız oldu bunu görün...” “Yaşama biraz daha hürmet, geleceğe biraz daha yumuşak müdahale, beklenmedik şeylere yönelik biraz daha tolerans, biraz daha az hüsnü kuruntu besleyin.” “Küçük adımlar atın, sıradan insanların zekâsına, bilgisine, deneyimlerine güvenin. Tersine çevrilebilirliği tercih edin. Birer hata olduğu anlaşılmasından sonra kolayca geri alınabilecek müdahaleleri tercih edin.” “Akıllıca yapılan tamiratın ilk kuralı tüm parçaları korumaktır...” Bu önerileri James C. Scott'un “Devlet Gibi Görmek: Bazı Toplumsal Kalkınma Planlarının Başarısızlık Hikâyeleri” kitabından aldım. Yeni yüzyılda ne değişti; yeni bir siyaset felsefesi oluşturmak için bize hangi imkânları sunuyor üzerine düşünürken, kitap önerdiği bambaşka bakış açısıyla ilgimi çekti. Tavsiye ederim. Anarşist bir antropolog olan Scott kapitalist, komünist, sosyalist ayırmadan devletlerin; ormanlık araziden kentlere insan yaşamını modernist kalkınma modelleriyle planlama girişimlerinin aslında başarı değil, başarısızlık hikâyeleriyle dolu olduğunu söylüyor. Fransa'dan Brezilya'ya devletçi planlamanın başarısızlık örneklerini anlatıyor. “Çok iyi hesaplanmış, çok iyi planlanmış bir doğa, bir toplum, bir kent, bir devrim veya rejim nasıl olur da başarısız olur? Hani modern hümanist projeler insanlığı ileriye taşıyacaktı, toplumları refaha ulaştıracaktı?” soruları ezber bozuyor. Devletlerin bakışını “okunaklılık” kavramı ile anlatıyor: “Yeryüzüne indirilmiş bir dik kenarın tepesinden bakarmış gibi, her şeyi küçücük, basit ve açıklanabilir görme, hatta gösterebilme hüneridir okunaklılık...” Devletin bu görme biçimi, bilme metodu ve bilgi türleri arasında kurduğu hiyerarşik ilişki sebebiyle uzun vadeli toplumsal projelerin başarısız hikâyelere dönüştüğünü” anlatıyor. “Modernite, pozitivist bilme metodunun dünyayı yeniden inşa etme arzusu” siyaset teorisinin merkezine yerleşince ne oldu? İnsanların yaşam koşullarını iyileştirme amacıyla yola çıkılan projeler neden başarısız oldu? Doğrusu dünyanın geldiği yer itibarıyla üzerinde düşünecek konular... Avrupa-Amerika söz konusu olduğunda “Vay be adamlar gelecek 20 yılı, 50 yılı planlamışlar ondan çok başarılar” yerine; “Planladıkları halde başaramadıkları neydi?” sorusuyla konuyu tartışabiliriz. Kitap “devlet gibi görmek” konusu üzerinde düşünmeye sevk ederken “gerçekliği sadeleştirip, özüne indirgeyip, üzerine yeniden düşünmeyi” bir çıkış olarak sunuyor. ... Gelişmiş ülkelere dair oluşturulan mitlere ilişkin en büyük şaşkınlıklarımdan birisini Amerika'nın dünyada çocuk açlığında üçüncü ülke olduğunu öğrendiğimde yaşamıştım. İkinci büyük şaşkınlığımı ise sosyal refahın kalesi Hollanda'da Rotterdam'da bir pazar yerinin arkasına kurulan bir yardım kuruluşuna gittiğimde yaşadım. Günlük gıda yardım paketlerini almak için sıraya giren Hollandalıları, çoluk-çocuk, yaşlı, hasta insanları görünce Batı'ya ana caddelerden değil de arka sokaklardan bakmak gerektiğini düşünmüştüm. Öyle ki yanımızda bize rehberlik eden ve orada doğmuş büyümüş Türk genci bile Hollanda'da bu kadar yoksul olduğunu bilmediğini ve çok şaşırdığını söylemişti. 'DEĞİŞİM' DEĞİL, 'YARDIM' TERAPİSİ Genel geçer tartışmaların ötesinde ailelerde evlerde konuşulan konulardan birisi de LGBT ve lobisinin baskısı. Geçen haftalarda da bu konuda psikiyatrist Mustafa Merter ve Prof. Dr. Zeki Bayraktar'ın uyarıları medyada yer aldı.
Sosyopatlar klanına katıl. - Youtube'dan izle. - Blogu ziyaret et. - Twitter'dan takip et. - Instagram'dan takip et.
Koronavirüs, sadece bedenimizi sarsan bir virüs olmadı; hayatımızı da sarsan cirmi küçük ama sonuçları çok büyük bir küresel felâketin tohumlarını eken karmaşık, ürpertici bir virüs oldu. Aslında bütün büyük salgınlarda karşılaştığımız felâket senaryosuyla koronavirüs salgınında da karşılaştık: Dünyanın dengesi altüst oldu. The Economist dergisi, neredeyse her sayısında dünyanın postkorona sürecinde sürüklenmekte olduğu çok yönlü fekâketi kapak yapıyor. “Alternatif Dünya Düzeni” diyor... Nükleer savaş tehlikesine gönderme yaparak “Yeni Bir Dönemin Gelişi” diyor... “Gıda Felâketi Kapıda” diyor... Bütün dünyada ekonomiler engellenemez bir kriz yaşıyor, özellikle de enflasyon tavan yaptı. Gıda tedarik zinciri alarm sinyalleri vermeye başladı... Ekonomik göstergeler, büyük çatışmaların habercisi gibi; küresel ölçekte yaşanabilecek büyük çatışmaların... Ekonomik kriz küresel ölçekte büyüyor, gelir eşitsizliğindeki makas sürgit açılıyor, fiyatlar her yerde kontrolden çıkıyor... YAŞANAN, BATI UYGARLIĞI'NIN / KAPİTALİZM'İN ÇÖKÜŞÜ! Yaşanan nedir, peki? Yaşanan, özelde kapitalizmin, genelde Batı uygarlığının çöküşüdür. Şöyle tepki verenler oluyor bazen: “Batı uygarlığı çöküyor, Batı uygarlığı çöküyor, diye yazıp duruyorsunuz ama bir türlü çökmedi gitti şu Batı uygarlığı!” Bu tepki, çok sığ bir tepki. “Batı uygarlığı veya kapitalizm çöktü” deyince, “tarihten çekildi” gibi algılamak çok yanlış. Çökmek›ten kastettiğim şey, Batı uygarlığının, özelde de kapitalizmin insanlığın karşı karşıya kaldığı temel varoluşsal sorunları çözecek bir varlık gösterememesi, nefesinin tükenmesidir. Böyle bir uygarlığın yok olması, tarihten çekilmesi belki bir kaç yüzyıl sürebilir; Batı dışında güçlü ve köklü bir medeniyet fikri geliştirilebilirse, bu medeniyet fikri çerçevesinde aynı ölçüde muhkem bir insan ve hakikat tasavvuru, güçlü bir iktisadî model ve sistem üretilebilirse, bu, Batı uygarlığının tarihten çekilişinin habercisi olabilir. Kaldı ki, Batı uygarlığının modernite süreci çöktü, tarihe karıştı: Modernite'yi Avrupa kurmuştu, modernite de Avrupa'yı. Avrupa, geliştirdiği sömürgecilik ve emperyalizm biçimleriyle dünyayı talan etti, her yeri işgal etti, bütün kültürleri yerle bir etti, tarihinde görmediği refah düzeyine erişti ama sonunda azmanlaştı, Avrupalı düvel-i muazzama vahşice birbirinin boğazına çöktü ve iki ürpertici dünya savaşından sonra tarihten çekildi. Tarihi, Avrupa değil, Amerika yapmaya başladı İkinci Dünya Savaşı'ndan itibaren... Avrupa, toparlanmaya çalışıyor ama güçlü bir dünya tasavvuru, felsefesi yok. Postmodernite, Amerika'yı anlatan bir hikâye. Avrupa'nın bitişinin hikâyesi. Postmodern felsefe, modernitenin bitişinin, yok oluşunun felsefesi; bir çıkış yolu değil bir donma, mumyalanma hâli, bir geçiş süreci, belki: Batı uygarlığı, buradan yeni bir evreye mi geçecek; yoksa başka bir medeniyet, tarihin akışını şekillendirecek bir atılım mı gerçekleştirecek ve insanlığa rehberlik edecek, bunu zaman gösterecek... Soru bu. İnsanlığın cevabını beklediği yakıcı soru bu. Batı uygarlığının felsefî olarak, entelektüel olarak, kültürel olarak, sosyal olarak, siyasî olarak, iktisadî olarak ve ahlâkî olarak çöktüğünü söylemek bile gerekmiyor. Nietzsche'den itibaren Batı uygarlığının çöküşünün başlangıç evresine girildiğini biliyoruz. Ne demişti büyük düşünür: “Avrupa uygarlığı ölüler evini andırıyor. Virüs bütün vücudu kaplamak üzere... Çöl büyüyor. Çöl büyüyor... Böyle giderse, insanlık yok oluş felâketinin eşiğine sürüklenecek...”
Sosyopatlar klanına katıl. - Youtube'dan izle. - Blogu ziyaret et. - Twitter'dan takip et. - Instagram'dan takip et.
Emre Topoğlu - Modernite Çıkmazında Dervişlik by GENÇ
Modernite, insanı tanrılaştırdı, Descartes'ın “buyruğu”na uyarak “tabiatın efendileri ve sahipleri” olma azmanlığı sergiledi ve tabiatı delik deşik etti. Modernite, insanın tanrılaşmasının adıdır; postmodernite ise ruhsuzlaşmasının ve yok olmasının. Batı uygarlığı, modernite ile girdiği yolculukta, postmodernite ile geldiği noktada insanın önce Tanrı'yla ilişkisini, sonra tabiatla ilişkisini ve son olarak da hakikatle ilişkisini bozdu. Batılılar her şeye hâkim oldular ama kendilerine, kendi hırslarına, açgözlülüklerine, azmanlaşmalarına hâkim olamadılar. Rönesans, yeniden doğuşun adı değildi, ontolojik olarak yok oluşun başlangıcının adıydı. İnsanın bu dünyada evsizleşmesinin, yalnızlaşmasının ve azmanlaşmasının bidayeti. İnsan Rönesansla birlikte başlayan süreçte zemine, zamana, tabiata, her şeye hâkim oldu ama nihayetinde hâkim olduğu her şeyin mahkûmu olmaktan kurtulamadı. Tarihte ilk defa insan ürettiği eserlerin esiri oluyordu. Oysa dün, tarih boyunca, insan, ürettiği eserlerle bütünleşiyor, kendini de çevresini de zenginleştiriyordu manen. Batı uygarlığı, insanın hakikat arayışını hâkimiyet arayışına dönüştürdüğü andan itibaren dünyaya hâkim olmaya başladı ama sonuç tam anlamıyla
Ahmet Soysal "Modernizm Neyi Değiştirdi?" başlıklı dört bölümlük konuşma serisinin son bölümünde modernizmin müzikteki yansımalarına bakıyor.Başlı başına bir ders niteliğindeki bu konuşmadan daha fazla yarar sağlayabilmenizin yolu ise Ahmet Soysal'ın yorumcularını da seçerek önerdiği şu eserleri dinlemekten geçiyor: 1. Beethoven: Diabelli Variations no 31 (S. Richter) https://youtu.be/dokkniOwSlQ2. Schubert: Winterreise no 21 (Fischer-Dieskau)https://youtu.be/5PQtpc_5QHI3. Wagner: Tristan und Isolde Prélude (Karajan)https://youtu.be/mNBRxNwo6Gw4. Debussy: Prélude à l'après-midi d'un Faune (Boulez)https://youtu.be/QmqYFFk9Q4k5. Schönberg: Pierrot lunaire (Boulez)https://youtu.be/7vM4B1fNTQ86. Stravinsky: Le Sacre du printemps (Boulez)https://youtu.be/9wK8fSkjOy07. Anton Webern: Trio opus 20 (Julliard members)https://youtu.be/8MVMxDrnSjo8. Alban Berg: Three pieces from Wozzeck (Carlos Kleiber)https://youtu.be/0PlPi6TQdV4
"Modernizm Neyi Değiştirdi?" serisi, Ahmet Soysal'ın görsel sanatlarda modernizmin aldığı boyutlara odaklanan konuşmasıyla devam ediyor.
İbrahim Kalın ile “Kendi Gökkubbemiz” kendine has üslubuyla düşündürmeye ve yeni ufuklara kapı açmaya kaldığı yerden devam ediyor. Bu bölümde negatif ve pozitif özgürlük kavramından bahsetti. Her hafta farklı konulara değinerek yeni ufuklara kapı açtıran İbrahim Kalın bu bölümde negatif ve pozitif özgürlük anlayışını anlattı. İbrahim Kalın başlıca şunları söyledi; Hürriyet insanın her istediğini yapabilmesi demek midir ya da bir şeye köle olarak insan nasıl hür olabilir? Şimdi, modern felsefede, siyaset düşüncesinde özgürlük ile ilgili iki temel tanım hep tartışılagelmiştir. Birisi negatif özgürlük anlayışı, buna göre insanın bir şeyi yapabilme imkanının önündeki engellerin kaldırılmasıdır, özgürlük. Mesela benim buradan falanca yere gidebilmem yani seyahat özgürlüğüm. Aslında özü itibari ile seyahat etme imkanımın, özgürlüğümün önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Üniversitede okumak istiyorum, bununla ilgili engellerin ortadan kaldırılması, bu minimum özgürlük tanımıdır. Batılı düşünürler bunu negatif özgürlük olarak tanımlamıştır. Bu minimum özgürlük tanımıdır yani başkasının özgürlük alanına girmedikçe yapmak istediğin şeyleri yapmakta hür olman, özgürlüktür fakat özgürlük tabi sadece bundan ibaret değil çünkü ben mesela buradan falanca yere niye gitmek istiyorum, üniversite de neden okumak istiyorum, neden mühendislik değil de tıp okumak istiyorum sorusunun cevabı da bize pozitif özgürlük kavramını verir yani kendimi nerede, ne şekilde gerçekleştirmek istiyorum bunu yaparken önümdeki engellerin kalkması ve bunu yapabilmek için ortaya bir irade koymam, fedakarlıklarda bulunmam da pozitif özgürlük kavramını bize verir. Yani bir hedefe doğru yürüyerek kendini gerçekleştirme serüveni özgürlük olarak da pozitif özgürlük olarak tanımlanabilir. Burada özgürlük ile anlam arasında bir ilişki var. Hegel diyordu ki; gelenek insanlara anlamlı bir hayat önerir, modernite ise özgürlük teklif eder. Bu ikisini telif etmek mümkün değildir. Gelenek insanlara sana ben anlamlı bir hayat teklif ediyorum, hayatında anlam olacak anlamla birlikte mutluluk olacak, tatmin olacak, itminan olacak ama bunu gerçekleştirmek için belli özgürlüklerden fedakarlıkta bulunacaksın, şunları yapabilirsin, bunları yapamazsın diyeceğim sana… Modernite ise insana özgürlük vaad eder ve özgürlüğü insanın tercih yapabilme imkan ve kabiliyeti olarak tanımlar. Sana istediğin alanda ve konumda tercih yapma imkanlarını sunuyorum, bu tercihleri yaparken sen özgürsün ve ben senin yaptığın tercihlerle ilgili herhangi bir yargıda, hükümde bulunmuyorum. Neyi tercih ettiğin beni ilgilendirmiyor. Dindar olmak istiyorsan olabilirsin, dinsiz olmak istiyorsan olabilirsin, kapitalist olmak istiyorsan olabilirsin, sosyal adaletçi olmak istiyorsan olabilirsin bütün bu tercihleri senin önüne koyuyorum, yaptığın tercihle ilgili ahlaki yargıda, hükümde bulunmuyorum. Modernitenin en büyük vaadi budur… Devamı videomuzda… Gelin, Beraber Yürüyelim...
Felsefe Konuşmaları serimizde dört bölümlük bir "Modernite ve modernizm" semineri başlatıyoruz. Ahmet Soysal'ın dört konuşmasından ilkini burada dinleyebilirsiniz.İnsanlığın toplumsal ve kültürel tarihinde büyük bir dönüşümü belirten bu terimler, sorunsal olarak, en başta, tarihsel, sosyolojik ve kültürel araştırmaların alanlarını ilgilendiriyor görünse de felsefî yaklaşımın bu sorunsala özel bir aydınlatma getireceği varsayımından yola çıkan bu konuşma dizisinde sırasıyla:1. Modernite/Modernizm sorunsalının, tarihsel koşulları göz ardı etmeyen kavramsal bağlamı;2. Sorunsalın ilk olarak edebiyatta (şiir ve roman) izdüşümleri;3. Ardından, görsel sanatlarda almış olduğu boyutlar;4. Son olarak da müzik alanında yol açmış olduğu akımlar ve yaratılar ele alınacak.Sonuçta, Modernite/Modernizm sorunsalının çelişkiler içeren karmaşıklığı vurgulanıp, sorunsalın bugünkü düşüncenin, edebiyatın, görsel sanatların ve müziğin çoğul temellerini oluşturuyor olarak hiçbir "postmodernizm" tarafından aşılmamış olduğu ya da herhangi bir "antimodernizm" tarafından yıkılamayacak olduğu ortaya çıkarılacaktır.Bölüm başlıkları:1. Felsefî soru olarak modernite/modernizm2. Edebiyatta (şiir ve roman) modernizmin doğuşları3. Görsel sanatlarda modernizm4. Modern müzik nedir?
Bir Kitap Bir Film'in altıncı bölümünde Can Yayınları tarafından çevrilen Zygmunt Bauman'ın "Iskarta Hayatlar: Modernite ve Safraları" kitabı ile Andrew Niccol'in "Gattaca" filmini öneriyoruz. Keyifli dinlemeler!
Prof. Dr. İbrahim Kalın ile Kendi Gökkubbemiz 'e yolculuğumuz devam ediyor. Bu bölümde akıl - kalp birlikteliğinin önemi, zihin dünyamızın nasıl parçalandığı, hikmetli bilgi ile malumat arasındaki farkı, sanatçının eser üretirken manayı nasıl yakaladığı gibi medeniyetimize dair çok önemli bilgiler ediniyoruz. Kendi Gökkubbemiz 'in bu bölümünde bazı soruların cevaplarını da buluyoruz. Peki nedir o sorular?
Nurullah Ardıç'ın, BİSAV 2020 Güz döneminde gerçekleştirdiği ''Modernite ve Sosyal Teori II'' başlıklı seminer dizisinin 13 Aralık 2020 tarihli dördüncü oturumudur.
Nurullah Ardıç'ın, BİSAV 2020 Güz döneminde gerçekleştirdiği ''Modernite ve Sosyal Teori II'' başlıklı seminer dizisinin 06 Aralık 2020 tarihli üçüncü oturumudur.
Nurullah Ardıç'ın, BİSAV 2020 Güz döneminde gerçekleştirdiği ''Modernite ve Sosyal Teori II'' başlıklı seminer dizisinin 29 Kasım 2020 tarihli ikinci oturumudur.
Nurullah Ardıç'ın, BİSAV 2020 Güz döneminde gerçekleştirdiği ''Modernite ve Sosyal Teori II'' başlıklı seminer dizisinin 22 Kasım 2020 tarihli birinci oturumudur.
Antik Yunan’ın şehir devletlerindeki kamu ile toplum ilişkileri nasıldı? Modern toplumlarda sosyal eşitsizlik nelere yol açıyor? Siteleşme kavramı bu tartışmaların neresinde? Eksik Olan’da bu hafta yazar Zygmunt Bauman’ın “Modernite, Kapitalizm, Sosyalizm: Küresel Çağda Sosyal Eşitsizlik” kitabını işledik.
Üretimin Tarihi serisinden tanıdığımız Burak Durgut ve Kadir Efe Türk Modernleşmesi isimli ikinci serileri ile karşınızdalar. Türk Modernleşmesi isimli bu seride, Osmanlı'dan başlayan ve günümüze uzanan Türkiye'nin modernleşme serüveni incelenecektir.
Üretimin Tarihi serisinden tanıdığımız Burak Durgut ve Kadir Efe Türk Modernleşmesi isimli ikinci serileri ile karşınızdalar. Türk Modernleşmesi isimli bu seride, Osmanlı'dan başlayan ve günümüze uzanan Türkiye'nin modernleşme serüveni incelenecektir.
İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nurullah Ardıç'ın, BİSAV 2019 Güz Dönemi Seminerleri kapsamında gerçekleştirdiği Modernite ve Sosyal Teori başlıklı seminer dizisinin birinci oturumudur.
İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nurullah Ardıç'ın, BİSAV 2019 Güz Dönemi Seminerleri kapsamında gerçekleştirdiği Modernite ve Sosyal Teori başlıklı seminer dizisinin altıncı oturumudur.
İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nurullah Ardıç'ın, BİSAV 2019 Güz Dönemi Seminerleri kapsamında gerçekleştirdiği Modernite ve Sosyal Teori başlıklı seminer dizisinin beşinci oturumudur.
İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nurullah Ardıç'ın, BİSAV 2019 Güz Dönemi Seminerleri kapsamında gerçekleştirdiği Modernite ve Sosyal Teori başlıklı seminer dizisinin ikinci oturumudur.
İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nurullah Ardıç'ın, BİSAV 2019 Güz Dönemi Seminerleri kapsamında gerçekleştirdiği Modernite ve Sosyal Teori başlıklı seminer dizisinin dördüncü oturumudur.
Kişinin ruh halindeki sıkkınlık, mutsuzluk, halsizlik gibi kavramlarla tanımlanan bunalım kavramı gelişen ve değişen dünyada ivme kazanıyor. Kişinin bu bunalım haline girmesinde etkili olan modernizm/ modernite kavramları da günümüzde oldukça popüler. İlk çağlardan beri neslini devam ettiren insanın çağ değiştikçe modernleşmesi ve insan modernleştikçe de dertlerin de modernleştiği tartışılan konular arasında. - Bunalım nedir? - Bunalımın belirtileri nelerdir? - Hayat insanları yoruyor mu? - Modern çağın bunalımları neler? - İnsanlar artık neden mutlu olamıyor? - İnsanlar artık eylem ve düşünceleri üzerinde düşünemiyor mu? - Günümüzde insanlar kendilerini yetersiz mi hissediyor? - Bilginin anlama dönüşmesi kişiler için ne ifade ediyor? - Kişiler içinde bulunduğu anlam arayışının içinden nasıl çıkabilir? - Modernite beraberinde bunalımı kavramını mı getirdi? - Kişiler sorumluluklarından kaçmak için bunalıma mı giriyor? - Yoksa sorumlulukların fazlalığı kişileri bunalıma mı sokuyor? İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyemiz Prof. Dr. Sinan Canan, HABER GLOBAL’de yayınlanan BAŞKA GÜNDEM programının konuğu oldu. Detaylı bilgi için: https://www.e-psikiyatri.com/etiket/bunalim
Bilim ve Sanat Vakfı'nın 8-12 Temmuz 2019 tarihleri arasında düzenlediği "Bilimi Yeniden Düşünmek" temalı yaz seminerlerinin üçüncü gününde, Nurullah Ardıç'ın gerçekleştirdiği konuşmadır.
İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nurullah Ardıç'ın, BİSAV 2019 Güz Dönemi Seminerleri kapsamında gerçekleştirdiği Modernite ve Sosyal Teori başlıklı seminer dizisinin üçüncü oturumudur.
« Le compagnonnage, entre Tradition et modernité » Vendredi 9 novembre de 20 heures à 22 heures, avec Julie Triol à la manœuvre, secondée par Yann O’Manet, Igor Gonzola et Sophiane, les Pierres Brutes remontaient le temps pour aller à la rencontre du Compagnonnage, ce mode de transmission qui plonge ses racines au cœur de l’Histoire pour venir questionner notre modernité. La Team s'interroge également sur les liens qui pourraient exister ou pas, entre Compagnonnage et Franc-maçonnerie. Le compagnonnage français a en particulier été inscrit au patrimoine culturel immatériel de l'humanité en 2010 sous le titre « Le compagnonnage, réseau de transmission des savoirs et des identités par le métier », après que ce savoir-faire a été inscrit à l'Inventaire du patrimoine culturel immatériel en France. (source Wikipedia) Pour ce voyage à contre-courant, les Pierres Brutes recevaient Jean-François le Pèlerin qui leur fera l’honneur de partager son expérience du compagnonnage et apportera son éclairage sur ses valeurs et ses rites particuliers.
Bonjour à tous, Au programme de ce numéro 2 : [00:00:00 - 00:38:00] Les nouvelles de l'équipe [00:39:00 - 01:09:00] Le système de santé japonais (Nicolas) [01:09:00 - 01:33:00] Les japonais et l'alcool (Mathieu) [01:33:00 - 02:02:00] Les tremblements de terre (Vincent) [02:03:00 - 02:25:00] L'été japonais [02:25:00 - 02:35:00] Les recommandations -- Playlist -- cero : Orphans EELMAN : Simple Marina Kawano : Weight of the World L'équipe Gaijin San : Vincent (@Vince_Tokyo), Mathieu (@objectifJapon) et Nicolas (@Ryo_saeba_3)
Bonjour à tous, voici le premier épisode de Gaijin San, 3 Français installés au Japon qui vous font faire découvrir le Japon dans le moindre détail. Bonne écoute ! [00:00:00 - 00:03:00] Présentation du podcast et de ses membres [00:03:00 - 00:11:00] Les nouvelles de l'équipe [00:12:00 - 00:21:15] Le télégramme (Vincent) [00:21:20 - 00:40:00] Les boissons clear (Mathieu) [00:40:15 - 01:00:00] Les questions des Japonais (Nicolas) [01:00:50 - 01:22:00] Débat sur le mot Gaijin [01:22:45 - 01:36:00] Les recommandations -- Playlist -- Joe Dassin : Les Champs Elysées (version japonaise) Laughlife : Minamikaze Naruhodou Ryuuichi : Objection! L'équipe Gaijin San : Vincent (@Vince_Tokyo), Mathieu (@objectifJapon) et Nicolas (@Ryo_saeba_3)
Sanat Hayat: 9 Haziran 2015 Camera Ottomana: 2. Bölüm Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (ANAMED)'nde 19 Ağustos'a kadar ziyarete açık olan"Camera Ottomana: Osmanlı İmparatorluğu'nda Fotoğraf ve Modernite 1840-1914" sergisini ve sergiyle eş zamanlı yayınlanan aynı isimli kitabı konuşuyoruz. Serginin küratörlerinden Prof.Dr.Edhem Eldem ve Prof.Dr.Zeynep Çelik programa konuk oluyor.
Sanat Hayat: 2 Haziran 2015 Camera Ottomana: 1. Bölüm Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (ANAMED)'nde 19 Ağustos'a kadar ziyarete açık olan"Camera Ottomana: Osmanlı İmparatorluğu'nda Fotoğraf ve Modernite 1840-1914" sergisini ve sergiyle eş zamanlı yayınlanan aynı isimli kitabı konuşuyoruz. Serginin küratörlerinden Prof.Dr.Edhem Eldem ve Prof.Dr.Zeynep Çelik programa konuk oluyor.