POPULARITY
Esmiyor Podcast'in dördüncü sezonunun sekizinci bölümünde konuğumuz Önder Küçükural ve kendisine "Neyi arıyoruz?" diye sorduk.Şu ana kadarki en uzun podcast kaydımızın, ikinci bölümünü dinliyorsunuz! Neredeyse 2 saate yakın bir kayıt yaptık, stüdyo bizden sonra dolu olmasa devam da ederdik. Kolay dinleyebilmeniz için de ikiye böldük!Önder Hoca bir araştırmacı. “Yaşlılar ve Yaşlı Yakınları Açısından Yaşam Biçimi Tercihleri (2004)” “Türkiye'de Dindarlık (2012)” ve “Türkiye'de Spiritüel Arayışlar (Basımda 2020)” adlı kitapların yazarlarından biri. Ekolojik akıl yürütme ve karar verme, toplumsal yapı ve din, erkeklik, vatandaşlık, sivil toplum, girişimcilik, yaşlılık gibi alanlarda birçok araştırma projesinde görev alan Önder Hoca'nın başlıca ilgi alanları argüman ve akıl yürütme biçimleri, din sosyolojisi, siyaset teorisi ve toplumsal cinsiyet.Peki biz ne konuştuk? Biz bu podcast'te özellikle de son kitabına, Türkiye'de spiritüel arayışlar ve bunların ekoloji ile kesişimlerine dokunduk..Keyifli dinlemeler.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Esmiyor Podcast'in dördüncü sezonunun yedinci bölümünde konuğumuz Önder Küçükural ve kendisine "Neyi arıyoruz?" diye sorduk.Şu ana kadarki en uzun podcast kaydımızın, ilk bölümünü dinliyorsunuz! Neredeyse 2 saate yakın bir kayıt yaptık, stüdyo bizden sonra dolu olmasa devam da ederdik. Kolay dinleyebilmeniz için de ikiye böldük! Önder Hoca bir araştırmacı. “Yaşlılar ve Yaşlı Yakınları Açısından Yaşam Biçimi Tercihleri (2004)” “Türkiye'de Dindarlık (2012)” ve “Türkiye'de Spiritüel Arayışlar (Basımda 2020)” adlı kitapların yazarlarından biri. Ekolojik akıl yürütme ve karar verme, toplumsal yapı ve din, erkeklik, vatandaşlık, sivil toplum, girişimcilik, yaşlılık gibi alanlarda birçok araştırma projesinde görev alan Önder Hoca'nın başlıca ilgi alanları argüman ve akıl yürütme biçimleri, din sosyolojisi, siyaset teorisi ve toplumsal cinsiyet. Peki biz ne konuştuk? Biz bu podcast'te özellikle de son kitabına, Türkiye'de spiritüel arayışlar ve bunların ekoloji ile kesişimlerine dokunduk.. Keyifli dinlemeler.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
İsrail'in İbn-i Sina tıbbı üzerine ciddiyetle eğildiğini, sadece bir üniversitede o konuda dört profesör bulunduğunu Fazlıoğlu hocadan duymuştuk. Meşhur eseri El-Kanun fi't-Tıb 110 defa İbranice'ye tercüme edilmiş. Nasreddin Hoca'yı da yakından biliyor olmalılar. Hoca'nın dışarıda bir şeyler aradığını görenler merak edip sormuşlar. Evde yüzüğünü kaybettiğini söylemiş. (Kayıp eşyanın tespih olduğunu söyleyen de var.) Komşuları şaşırmış. “Niye burada arıyorsun?” Hoca ibretlik cevabı yapıştırmış: “Orası karanlık olduğu için.” İsrail, gördü ki Gazze'de aradığını bulamayacak, etrafa yayılıp kaybettiği itibarını oralarda aramaya niyetlendi. Gazze'de yaşadığı büyük çaplı başarısızlık, epeyce canlarını sıkmış olmalı. İsrail, ateşi bölgedeki diğer ülkelere yaymak için üstünü başını yırtmaya başladı. Lübnan'a sıçradı. Hamas'ın iki numaralı ismi Salih Aruri'ye Beyrut'ta suikast düzenledi. İran'a uzandı. Kirman vilayetinde art arda iki patlamayla 103 kişi öldü, 170 kişi yaralandı. Türkiye'de de benzer eylemler yapmaya niyetlendi. Eylem hazırlığındaki 34 Mossad casusu yakalandı. “Aklınızdan bile geçirmeyin” diyerek ikaz etmiştik, dinlemediler. MİT ve Emniyet teşkilatı için epeyce zevkli ve heyecanlı olmuştur mutlaka. Düz ovada keklik gibi seken casusları, başları eğik, tek sıra hâlinde götürülürken gören İsrailli yöneticiler ne düşündü kim bilir? “Tüh, yine tosladık!” “Bu Türkler de çok oluyor!” “Biz Türkiye'de hiç eylem yapamayacak mıyız?” “Neyse, önümüzdeki eylemlere bakacağız artık.” “MİT kuş uçurtmuyor amirim! Emniyet göz açtırmıyor!” “Keklik gibi avladılar bizim elemanları.” “Biz bunlarla başa çıkamayız.” “Bu sefer olmadı, bir dahakine hazırlanalım.” “Bizim elemanların daha kırk fırın ekmek yemesi lâzım.” “Beceriksizler!” “Nerede yanlış yaptık?” “Nasreddin Hocalarının bu konuda bize yol gösterecek bir öğüdü yok muydu?” “Göle maya mı çalsak?” “Yok, eşeğe ters binelim.” “İyi dedin, gel bakalım bir deneyelim.”
Beşiktaş, peş peşe yenilgiler yaşayınca, Türk futbolunda genellikle başvurulan yöntemi uygulamış ve teknik direktörleri Rıza Çalımbay ile yolları ayırmış. Gazetemizin spor sayfalarında genişçe yer alacak bu konunun bizim sütunumuzda ne işi var; değil mi?.. Çok işi var… İş, ilişki ve iletişim yönetimi açısından son derece öğretici bir vaka analizi olarak ele alınacak derecede ‘işi' var… Çünkü bu üç kavram için geçerli olan ‘süreç yönetimi' yaklaşımı burada da başrolde… Rıza Hoca görevi kabul ettiğinde ne transferleri kendisi yapmıştı ne takımın stratejik yapılanmasıyla ilgili fikri sorulmuştu ne de bunları yapacak vakti vardı… Bütün bunları bilerek görevi kabul etti… Ayrıca takımda pek çok sakat oyuncu vardı. Hoca daha gelir gelmez, bunların sayıları 7'ye yükseldi. 11 kişilik takımda 7 kişi eksikti… Mağlubiyetler başlayınca Hoca'nın sakatlıklara odaklı açıklamaları herkeste bahane ürettiği algısını yarattı… Avrupa kupalarına veda eden takım, Trendyol Süper Lig'de ‘yol geçen hanı' hâline geldi… Hoca, başta kaleci olmak üzere bu sefer de oyuncuları suçladı. Gelelim çıkarılacak derslere… Ders 1: “Hayır!” demek de bir yanıttır. Bazen de çok kıymetlidir. Çünkü, değerler “Evet”lerle değil, “Hayır”larla, olumsuz cümlelerle oluşur. Hırsızlık yapmaz, yalan söylemez, kibirli değildir, aşağılık kom-pleksi yoktur, sahtekârlık yapmaz, tembellik etmez vb. Rıza Çalımbay elbette ki değerleri gelişmiş bir spor insanıdır. Beşiktaş gibi hem de bir zamanlar kendis-inin de futbolcusu olduğu bir takımı yönetmek, kolay kolay “Hayır” denebilecek bir teklif de değildir. Ancak işte bu gri alanlarda doğru kararı vermek çok kritiktir. Ders 2: Hayır demeyi engelleyen ve şiddetle mücadele edilmesi gereken davranış biçimlerinden biri de “Aman ayağıma gelen fırsatı tepmeyeyim” ruh hâlinin sonuçlarıdır… Hani siyasi boyutta ‘oportünizm' (eyyamcılık) kavramıyla anlatılan durum… Vakamızda olduğu gibi sert ve yıpratıcı sonuçları olabilir… Kıymetli Hoca'nın böyle bir sonucu hak ettiğine kesinlikle inanmıyoruz. Ders 3: Holistik (bütüncül) bakış açısıyla konuyu ele almamak, insanı yanlış sonuçlara götürebilir. Dijital ortamda “Football Manager” oynamış olanlar bile işin özünün farkındadırlar. Olay, yönetim kurulundan ve başkandan başlar… Teknik direktör ve nihayet oyuncularda biter. Yani, teknik direktör ve oyuncular-la başlamaz. Beşiktaş'ın çiçeği burnunda ancak deneyimli başkanı Hasan Arat, kucağında çelişkiler yumağı bulmuştur. Nereden başlayacağını çok iyi bildiğini tahmin ediyoruz… Yolu açık olsun…
Tottiler Messiler tam kadro yayında! Fritz Fassbender, Hüseyin Kıyıcı ve Koray Gök, TSL'nin son haftasını değerlendirdi, menümüz için buyrunuz: (3.00) Samsun-BJK, Rıza Hoca'nın oyunu bu kadroya uyar mı? Seçim gündemi, (22.00) FB-Karagümrük, Alparslan Erdem övgüsü, FB'de sorun sadece Fred'sizlik mi? (41.00) GS-Alanya, GS'nin görkemli galibiyeti, Mertens United maçında 11 başlamalı mı? (1.08.00) Anadolu'dan notlar, Rize maçındaki hakem, Sivas'ın performansı, BŞK, Konya, Alper Uludağ, hakemlerin arka adaleleri (1.21.00) Fikstüre bakış, (1.28.00) Soru-cevap-kapanış. İlginize teşekkürler, iyi dinlemeler!
Bu arada kim yeni sezonda takımını yalnız bırakmaz? Sen tabii ki! Trendyol Süper Lig coşkusu yine TOD'da! Çok heyecanlı bir Süper Lig sezonuna tanık olacağımız kesin. Bu sezon, bu nefes kesen rekabeti ve takımınızın maçlarını kaçırmayın diye TOD'da Sezonluk Taraftar Paketi ayda 99 TL'den başlayan fiyatlarla. Hem de akıllı TV'den, Web'den, cepten, tabletten hangisinden istiyorsan izle. Detaylara açıklama kısmındaki linkten ulaşabilirsiniz. https://www.todtv.com.tr/sinirsiz-spor/super-lig?utm_source=VoiceMedia&utm_medium=TottilerMessilerPodcast&utm_campaign=TOD_Spor_SezonAcilisKampanyasi_Eylul_0923&utm_term=Display Menü: (3.00) ANK-FB, 6 numara şart mı? İsmail Kartal'ın oyunu (23.00) BJK-Sivas, Şenol Güneş övgüsü, transferlerin kaçı Şenol Hoca'nın oyununa uygun? (32.00) ANT-GS, Kerem & Kerem AŞ. Ndombele ve Davinson Sanchez transferleri, Galatasaray'ın dizilişi (1.07.00) Anadolu'dan notlar, Bardhi, Enis Destan, Çağdaş Atan, Emre Belözoğlu (1.20.00) Soru-cevap-kapanış. İlginize teşekkürler, iyi dinlemeler!
Osmanlı'nın son devriyle Cumhuriyet'in ilk yıllarını birlikte yaşayan bazı ünlü ilim adamlarının, şairlerin ve yazarların gençliklerinde dini kurallara riayet ettikleri halde daha sonraki yıllarda namazı niyazı terk ettiklerini bu konularla meşgul olanlar gayet iyi bilirler. Gençliğinde Sultan Abdülhamid Han'ı öven ve ezanın ulviyetini dile getiren şiirler yazıp da bilahare imansızlığın gayyasına düşen Tevfik Fikret'i bir yana bırakıp, merhum Prof. Dr. Fuat Köprülü'den bir misal verelim. Osman Yüksel Serdengeçti “Gülünç Hakikatler” isimli kitabında anlatıyor. Dost, kardeş ve dindar Pakistan'ın cumhuriyet ilan etmesi münasebetiyle merhum Başbakan Adnan Menderes, devrin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ile birlikte bu ülkeyi ziyarete gidiyor. Bilindiği üzere Pakistan koyu Müslüman bir devlettir. Bizimkiler orada bir hayli kalıyorlar. Tabii, bugünler içinde birkaç defa cuma namazını geçiriyorlar. Cuma günleri onların bütün devlet adamları cuma namazına gidiyorlar. Vaziyeti gören Menderes, Köprülü'ye, haydi biz de gidelim, diyor. Köprülü: “Ben namaz kılmayı unuttum” cevabını veriyor. Bunu üzerine Menderes “Gel, ben sana öğretirim” deyip Köprülü'yü birlikte götürüyor. Serdengeçti sözlerini şöyle tamamlıyor: “Türk edebiyatı tarihi, tasavvuf tarihi, İslami ilimler mütehassısı Prof. Dr. Fuat Köprülü'ye, Menderes namaz hocalığı yapıyor. Ben de Sayın Fuat Köprülü'ye eksiği varsa tamamlasın diye ‘Tam Namaz Hocası' kitabından bir adet gönderdim.” O devirde meydana gelen bu türlü trajikomik vakalara birçok örnek verebiliriz dedikten sonra sözü şimdi de İbnülemin Mahmud Kemal Bey'e getirelim. Fetret devrinde merhum Mehmet Âkif gibi, Babanzade Ahmed Naim gibi salabet-i imaniyesini muhafaza edip, beş vakit namazını kılan nadir şahsiyetlerden biri de işte bu büyük bilginimizdir. İbnülemin'in arkadaşlarına, yakın dostlarına “namazınızı ihmal etmeyiniz” diye ikazda bulunduğunu onu tanıyan herkes bilir. Üstadın evine yakın olan Bayezid Camii'ne namaz kılmak ve Kur'an bülbülü Abdurrahman Gürses Hoca'nın aşr-ı şerifini dinlemek için sık sık gittiğini biliyoruz. Hatta bir gün Abdülhak Hamid, kendisini ziyarete gelip de evde bulamayınca ve yanındakiler nereye gitti acaba diye sorunca, nereye gidecek, Bayezid Camii'ne gitmiştir diye -biraz da istihzalı- bir cevap veriyor. İbnülemin Mahmud Kemal Bey'in, “Namazını ihmal etme” dediği hanımlardan biriyle yıllar sonra ben de tanıştım.
İddia o ki; Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan, bankacılarla toplantısında gelen soruları yazılı talep etmiş ve yazılı olarak yanıtlayacağını söylemiş. Yine aynı iddiaya göre Başkan, bundan sonra da iletişimi ‘yazılı' yürütecekmiş... İnşallah, böyle bir şey yoktur, durum basit bir yanlış anlaşılmadan ibarettir... Perşembe günkü yazımızda belirttiğimiz ve Doç. Dr. Levent Yılmaz'ın ifadeleriyle aktardığımız gibi; Merkez Bankası Başkanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı gibi mevkilerin başındaki kişilerin ‘sözlü yönlendirme' görevleri, hükûmetin tüm stratejilerinin algılanmasında birinci derecede rol oynuyor... Türkiye'deki gibi dünyadaki piyasalar da Şimşek'in ve Erkan'ın ‘ağzının içine bakıyorlar'... Siyasi iletişimde buna ‘reel politik davranış' denir... Algılama Yönetimi'nin tüm kural ve ilkeleri için geçerli çıkış noktası, burada da öncelikli olarak hayata geçmek durumundadır. Başka bir deyişle hakikat (truth) ile gerçeklik (reality) arasındaki ilişki, çelişki, çatışma ve bunların yönetimi, reel politik davranış için de geçerlidir. Doğru ve iyi nasıl ki zaman zaman birbirleriyle çatışabiliyorsa hakikat ile gerçeklik de benzer bir çelişki içine düşebilir. Gündelik yaşamda bunun en belirgin örnekleriyle çocuklarımızla olan ilişkilerimizde karşılaşırız. Onların ‘iyi' kabul ettiği, gerçeklik düzleminde de ‘iyi' olarak algılanabilecek bir sürü haslet, bizim değerlerimizle ve ‘doğru'larımızla uyuşmayabilir... Hele de çocukların ergenlik dönemiyse çatışma kaçınılmazdır... Hakikat ile gerçeklik arasındaki ‘çatışma', dizi filmlerde de sıklıkla kullanılır. Hatta en başarılı prodüksiyonlar, bu çatışmayı en iyi biçimde işleyenlerdir. Örneğin; “Yargı” adlı dizide; savcılar Pars (Mehmet Y. Ak) ve Ilgaz (Kaan Urgancıoğlu), yaşamı ‘hakikat' temelinde okuyan ve yöneten insanları ya da yaklaşımı temsil ederken, Avukat Ceylin (Pınar Deniz) ve Merdan Dede (Cezmi Baskın) ‘gerçekliği' ve ‘iyi' olanı, insana kendisini iyi hissettireni temsil ediyorlardı. “Kızılcık Şerbeti” de bu konudaki başka bir örnek... Oradaki Kıvılcım (Evrim Alasya) karakteri, annesi Sönmez Hanım (Aliye Uzunatağan) ve Abdullah Bey (Settar Tanrıöğen) hakikatin sesini dile getirirlerken, diğer pek çok karakter ‘gerçekliğin' (realitenin) yanında saf tutuyorlar... Sözlü yönlendirme, hakikati dile getirmekle olmaz... Çünkü hakikatin bir ‘iş hedefi' yoktur... Gerçekliği savunmak ise tam da hedef odaklı bir aksiyondur. Sayın Bakan'ın ve Merkez Bankası Sayın Başkanı'nın iş hedefleri çok açıktır: Piyasalara güven vermek, ekonomik ve mali yapının gelecek tasarımı için nasıl kullanılacağına işaret etmek... Levent Yılmaz Hoca'nın söylediği gibi; sözlü yönlendirme tüm diğer finansal enstrümanlardan çok daha güçlü ve etkili olabilir... Bu kanalı doğrular ve hakikatler adına ihmal etmemek gerekir... Günün sözü “İletişim sanatı, liderliğin lisanıdır.” James Humes Gözümüze takılanlar...
MADpodcast'in Serbest Dalış programının bu bölümünde Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Çiğdem Çağlayan ile risk yönetimi, sağlık sistemini dayanıklı hale getirmek ve iklim krizi ile sağlık sistemi arasındaki etkileşim, iyi örnekler ve iyilik hali üzerine konuştuk. Çiğdem Hoca'nın da paydaşı olduğu @cisiptr projesinden bahsettik.
Nasreddin Hoca'nın Çeşme ile İmtihanı --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/yeditepe-fatih/message
"Blunt, Londra'da çeşitli gazetelerde ve dergilerde yayımladığı fikirlerini 1882 yılında bir kitaba dönüştürdü. ‘The Future of Islam' (İslâm'ın Geleceği) isimli kitabında eski fikirlerini aynen tekrar ediyordu. Artık o da tıpkı İngiltere gibi, fikirlerinin hayata geçmesi için zamana ihtiyaç olduğuna inanıyordu. Başka bir ifade ile II. Abdülhamid Osmanlı sultanı olarak kaldığı sürece bu fikirlerinin gerçekleşmesinin imkânsızlığına iyice kanaat getirmişti. Beş bölümden meydana gelen kitabın birinci bölümü, dünyadaki Müslümanların nüfusu ve haccın Müslümanlar için önemine ayrılmıştır. Kitabında ayrıca Avrupa'nın İslâm âlemini hakkıyla tanımadığını ve Müslümanları sadece Osmanlı Devleti'nden ibaret sandığını yazan Blunt, kendisinin de Arap dünyasını gördükten sonra fikirlerinin değiştiğini belirtmektedir. Müslüman nüfusu ve 1880 yılında Mekke'ye gelen hacılar hakkında bazı istatistikler verdikten sonra, İslâm mezhepleri ve müntesipleri hakkında da bilgiler vermektedir. Sonra konuyu hilafetin tarihine getirmektedir. Kitabının ikinci bölümünde hilafet meselesini tartışan Blunt, burada Hz. Ebubekir'den I. Selim'e [Yavuz] kadar geçen sürede hilafetin nasıl el değiştirdiğini anlatmaktadır. Blunt'un bütün amacı, hilafetin Osmanlılar tarafından gasp edildiğini iddia edip, II. Abdülhamid'in İslâm Birliği fikrinin isabetsiz olduğunu ortaya koymaktır. En temel iddiası, İslâm literatüründe de bulunmakla birlikte farklı yorumlanan Hz. Muhammed'in ruhanî temsilcisi olacak kişinin, yani halifenin Hz. Peygamber'in mensubu bulunduğu Kureyş kabilesinden olması gerektiğidir. Blunt'a göre, sadece bundan dolayı II. Abdülhamid'in halifeliği uydurmadır. Blunt, bütün bunlara rağmen son zamanlarda II. Abdülhamid'in hem Türk ulemasının ve hem de diğer milletlere mensup ulemanın saygınlığını kazandığını itiraf etmekte ve adeta bundan dolayı üzülmektedir. Avrupalıların politikalarının da II. Abdülhamid'in daha fazla sempati toplamasına neden olduğunu söyleyen Blunt, Abdülhamid'in İngiltere'nin gözüne baka baka Yunanistan, Arnavutluk ve Kürtlere karşı zaferler elde ettiğini ifade etmektedir. Fransızların Tunus'u işgal etmeleri üzerine II. Abdülhamid'in Kuzey Afrika Müslümanlarının yoğun sempatisini kazandığını, hatta Hindistan'da hutbenin onun adına okunduğunu kitabında hayıflanarak anlatmaktadır. Buna rağmen, İslâm Birliği siyasetinin çökmesi için ümitvar olan Blunt, şu iddialarda bulunmaktadır: Adı ister Abdülaziz, ister Abdülhamid olsun, bir Osmanlı Hilafeti oldukça, İslâm dünyasında gerçek bir ilerleme mümkün olmayacağı gibi, içtihat kapısı da açılamaz. Eninde sonunda hilafet Medine veya Mekke'ye geri dönecektir.” Prof. Dr. Zekeriya Kurşun Hoca'nın “Osmanlı Arapları - Hilafet, Siyaset, Milliyet, 1789-1918” (Vakıfbank Kültür Yayınları, İstanbul, Ekim 2022) adlı kitabını okurken, İngiliz şarkiyatçı ve siyasetçi Wilfrid Scawen Blunt'ı anlattığı kısma (s. 127 vd.) gelince durakladım. Klâsik İngiliz kibrinin yanı sıra, Osmanlı'ya ve tarih içinde oluşan “Türk” misyonuna yönelik önyargı ve düşmanlıkların bugün de hâlâ yerli yerinde durduğunu müşahede ederek... Zekeriya Hoca, 452 sayfalık hacimli eserinde, -isminden de anlaşılacağı üzere- Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında yaşayan Arapları, Arapların merkezle ilişkilerinin seyrini ve nihayet Birinci Dünya Savaşı'nda Arap coğrafyasının Osmanlı'dan kopuş evrelerini anlatıyor. “Anlatıyor” dedim, ama belki şöyle söylense daha doğru olur: Canlı manzaralar halinde tasvir ve tahlil ediyor. Kitap, konusunun ehemmiyeti kadar, üslubundaki akıcılık ve muhatabını öyküsünün içine çekebilmesi yönüyle de tam bir “usta işi” olmuş.
İnsanı insan yapan, insanlık yolculuğunda ilerleten şey birşeyler işitmeye, işittiklerinden öğrenmeye, öğrendiklerinden kendini değiştirmeye açık olma seviyesidir. Ama hepimiz de biliriz ki insan her zaman işitmiyor, işitse öğrenmiyor, öğrense de bunu eyleme dönüştürmüyor. Nedir bu farkı oluşturan şey? Kimden ne işiteceğimize, işittiklerimizden ne öğreneceklerimize, öğrendiklerimizden neyi eyleme geçireceğimize kadar geçen süreçte kendi farkımızı ortaya koyuyoruz. Bir kulağımız var ve bu istesek de istemesek de birşeyleri bize işittiriyor. İstemeden işittiklerimiz ile “bile-isteyerek, arayarak” işittiklerimiz arasında hangi ses, kimin sözü, neremize ne kadar ulaşır? “Biri ötekinin gelişine nasıl hazırlanmalı? Öteki, öteki olarak, insanın tam olarak hazırlanmadığı kişi değil midir? Hazırlık, ötekini kendi başkalığından kurtarmıyor mu, yani biz hazırsak, o zaman gelen şey öteki değil aynı olan, yani tam da beklediğimiz şey olmuyor mudur? Ötekine karşı gerçek konukseverlik, kişinin her şeye hazırlıklı olduğu, yani aslında hazırlıklı olmadığı anlamına gelen belirli bir şartsızlığa sahip olmayı gerektirmez mi? Ötekinin gelişi için yeterli olan tek hazırlık, gelecek olana hazırlıklı olamayacağımızı itiraf etmek midir? O halde nasıl hazır(lıksız) olunabilir, yani asla hazır olamadığımız birinin ilerleyişi için nasıl hazırlıklı olunabilir?” John D. Caputo'nun bu soruları Öteki'ne karşı, aslında dosta karşı, onun gelişine veya onun bize seslenişine nasıl ve ne kadar hazır olduğumuza dair sorulmuş oldukça uyarıcı sorular. Tam bu sorular nedense bende Nasrettin Hoca'nın meşhur düşündürücü fıkrasında yaptığını andırır. Hoca'nın bir gün camide vaaz kürsüsüne çıkıp cemaate sorduğu soruyla başlayan fıkra: “cemaat, bugün size ne diyeceğimi bilir misiniz?” Cemaat şaşkın, hiç beklemedikleri ve bir anlam vermedikleri bir soru. Nereden bileceklerdir ki? Aynen öyle derler: “hayır hoca, bilmiyoruz”. Bu cevap üzerine Hoca şöyle bir bakar cemaate “iyi, o halde anlatmayayım” der. Cemaat iyice şaşkın. Biliyoruz mu demeliydik? Hoca bilmediğimizi anlatmak için yok muydu zaten orada? Neyse, aradan bir hafta daha geçiyor, cemaat ve hoca tekrar biraraya gelirler, Hoca yine kürsüde etrafına tekrar bakındıktan sonra aynı soruyu tekrarlar: “Cemaat, ne diyeceğimi biliyor musunuz” Cemaat yine şaşkın, geçen haftaki olayın tekrarlamasını hiç beklemediği için hazırlıksız ama o anda herkeste bir refleks olarak geçen haftaki cevabı verdikleri taktirde hocanın konuşmayacağını düşünerek hepsi birden “biliyoruz” deyiverirler. Hoca bu söz üzerine de “iyi o halde, madem biliyorsunuz, anlatmama gerek yok”. Cemaat iyice şaşırmıştır. Bu sefer bir hafta sonrasını iple çekmişlerdir çünkü iki defa tekrarlayan mutlaka üçüncü defa da tekrarlar diye düşünerek hazırlığını yapmıştır. Hoca tekrar kürsüye çıkıp “cemaat ne diyeceğimi biliyor musunuz?” diye sorunca cemaat hazırlık yapmakta isabet ettiklerini düşünür. Hemen kararlaştırdığı gibi, bir kısmı “biliyoruz” der, bir kısmı da “bilmiyoruz” der. Ne var ki, Hocanın cevabı değişmemiştir. Bu sefer “iyi o vakit, bilenler bilmeyenlere anlatsın” diyerek yine hiçbir şey anlatmadan kürsüden iner. Hiçbir şey anlatmadan üç hafta yaptığı bu hareketle aslında İsmet Özel'e göre de hoca çok şey anlatmıştır (Zor Zamanda Konuşmak). Hocanın kürsüden söyleyeceği şeyi, söyleyebileceği şeyleri hiç bilmeden camiye gelenler ne aradıklarına dair hiçbir fikirleri olmayan, işi tamamen rutine bağlamış insanlar. Hoca ne anlatsa zaten hiç bilmediği için hiçbir şey de duymayacak, öğrenmeyecektir. Hocayla arasındaki iletişim gelmekte olan dostu karşılamaya hazır bir insanın iletişimi değildir. Burada camideki vaaz ne söylese söylesin, kendi rutininde hareket eden cemaatin hayatını değiştirmeyecektir. Onlara bir şeyler anlatarak, bilmedikleri ve bilmeyecekleri şeyleri söyleyerek kendini harap etmenin anlamı yok.
Bu bölümde konuğum Bahçeşehir Üniversitesi Reklamcılık Öğretim üyesi Dr. Gül Şener. Bir pazarlama profesyoneli olarak çalışma hayatımın tamamını markalarla geçirdim. Marka için bir çok tanım yapılabilir; marka bir taahhüttür, bir kalite garantisidir denebilir. Marka aynı zamanda bir göstergedir. Gül Hoca göstergebilimin çalışma alanından, tarihsel gelişiminden ve alandaki farklı ekollerden bahsetti. O konuştukça sembollerin, kültür üzerindeki etkilerini dolayısıyla dil ve düşünce sistemimiz üzerindeki girift ilişkisinin farkına varıyorsunuz. Bu ilişki aynı zamanda anlam arayışındaki insanın hikayelere düşkünlüğünden besleniyor. Gül Hoca'nın geçtiğimiz ay danışmanları arasına katıldığı Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) Türkiye tarafından koordine edilen, Reklamverenler Derneği, Reklamcılar Derneği ve Türkiye'deki pazarlama sektörünün önde gelen global ve yerli şirketlerinin oluşturduğu, reklamlardaki toplumsal cinsiyete dayalı olumsuz kalıp yargıları dönüştürmeyi amaçlayan endüstri inisiyatifi Unstereotype Alliance Türkiye ve faaliyetlerinden de bahsettik. Medyanın toplum üzerindeki etkisi herkesin malumu, bu konuda farkındalığın ötesinde samimiyetle harekete geçmek sorunların çözümünde asıl etkiyi yaratıyor. (01:53) Gösterge Bilimi'nin çalışma alanı (07:20) Fransız ekolü ve Amerikan ekolü (14:50) Arketiplerde kültürün izleri (19:33) Mitolojiler ve marka mitolojileri (25:26) Anlam arayışımız (31:35) Unstereotype Alliance (45:55) Gül Şener Hoca'nın değer yaratma formülü Dr.Gül Şener'in e-posta adresi mailto:gul.sener@bau.edu.tr Dr.Gül Şener'in Linkedin profili https://www.linkedin.com/in/g%C3%BCl-%C5%9Fener-3038b012/
Bu hafta Diyojen'de efsaneler geçidi var! Şenol Hoca'nın dönüşü, Sergen Yalçın, Jorge Jesus ve unutulmayacak bir Darwin Nunez tiradı... / Editing: Emre Ceylan
Değer Yaratmanın Formülü Kitap Kulübünde her ay olduğu gibi Ekim ayının son Çarşamba günü 22'inci buluşmamızda Doğan Cüceloğlu'nun Var mısın? adlı kitabını konuştuk. Bu bölümde katılımcılarımızın kitaba ilişkin görüşlerine yer veriyorum. Bu kitap Doğan Cüceloğlu'nun son kitabı olma özelliğini taşıyor, biliyorsunuz kendisini 16 Şubat 2021'de kaybettik, bu kitabın ilk basımı ise Ocak 2021 tarihli. Bu aslında bir söyleşi kitabı. Gazeteci televizyoncu Deniz Bayramoğlu, ki kendisi Gündem Özel adında çok güzel bir program hazırlayıp sunuyordu. Bu kitapta da güzel bir söyleşi ile hem Doğan Hoca'nın hayat hikayesini hem de toplumumuza ait görüşlerini okuyoruz. Hocanın birbirinden çok farklı iki kültürde yaptığı gözlemler ve edindiği birikim ile eriştiği bilgelik ile bize farkındalık katıyor. Onun 83 yaşında da hala kendini geliştirme, kendisiyle savaşma ve hayata değer katma çabasından ilham alıyoruz. Bu bölümde de söz alan arkadaşlar sırasıyla: (01:58) Yavuz Abut (08:40) Yasemin Parlak Demir, (11:34) Gamze Çamurluoğlu, (19:36) Aycan Acar Şahin, (21:23) Arzu Karaahmetoğlu, (23:44) Seda Diril Boyraz, (25:22) Yasemin Karakaya, (29:15) Ayşegül Çetin, (32:25) Talha Çelik, (35:24) Dilek Geçit, (37:55) Mine Karataş, (39:35) Hatice Ergüven Doydum ve (40:58) Mustafa Bekmezci
Merkezi Sivas'ta bulunan, Ömer Faruk Müderrisoğlu Hoca'nın başkanlığını yürüttüğü Anadolu Âlimler Birliği (ALİMBİR), 13 Ağustos 2022 günü Kahramanmaraş Ülfet Vakfı'nın ev sahipliğinde 4. Genel İstişare Toplantısı'nı yaptı. Son derece nezih ve kardeşâne bir ortamda geçen toplantıda ülkemizin birçok bölgesinden ilim erbabı ilk kez bir araya geldi. Toplantıda eski Kültür Bakanımız Mahir Ünal Bey ile Maraş milletvekili Celalettin Güvenç Bey de toplantıyı sonuna kadar takip ettiler, çok güzel konuşmalar yaptılar. Toplantıya Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da kısa bir telefon bağlantısı ile katıldı. Toplantıda ülkemizin, İslâm âleminin ve insanlığın varoluşsal meseleleri mercek altına alındı, bütün yönleriyle konuşuldu ve neticede ortak aklın tesisi konusunda fikir birliğine varıldı. Tarihî bir toplantı oldu ve ülkemizin
Turkish Stories for Learner Turkish YE KÜRKÜM YE! Dilimizde, saygının kişiliğe, bilgiye karşı değil de; zenginliğe, varlığa, giyim-kuşama gösterildiğini, böyle bir davranışın ise yanlış olduğunu anlatan çok güzel bir hikâye vardır. Nasrettin Hocaya dayandırılan hikâye şöyledir: Günün birinde Hoca, bir düğün yemeğine davet edilir. Hoca, her zaman giydiği kıyafetlerden birini giyer ve davetin verildiği eve gider. Düğün sahibi ve orada bulunanlar Hoca'yla hiç ilgilenmezler. Ne buyur diyen olur, ne otur diyen. Hoca'nın bu duruma canı çok sıkılır. Doğruca evine gider ve önemli günler için sandığında sakladığı kürkünü çıkarır ve giyer. Koşa koşa tekrar düğün evine gelir. Hoca'yı kürküyle görenler bu sefer onu kapıda karşılar ve ona büyük bir saygı gösterirler. Hemen, en zengin sofranın başköşesine güzel sözlerle buyur edilir. Hoca, ince bir gülüşle gösterilen yere oturur. Bismillah çekip kaşığını tabağa uzatır, bir yandan da kürkünü ucundan tutarak çorba tasına daldırır. "Ye kürküm ye..." diye söylenmeye başlar. Düğündekiler bu duruma çok şaşırır. "Ne yapıyorsun hocam, hiç kürk çorba içer mi?" diye sorarlar. Hoca'nın verdiği cevap oradakiler için güzel bir derstir: "Elbette bilirim, kürkün çorba içemeyeceğini. Fakat ben az önce de burada idim. Üstelik kimse, üzerimdeki kıyafetten dolayı beni sofraya bile davet etmedi. Şimdi ise üzerimdeki bu kürk sebebiyle başköşeye oturtuldum. O hâlde yemek yeme hakkı benim değil, kürkümündür." der ve bizlere şu önemli mesajı verir: İnsanları, kılık kıyafetleriyle, dış görünüşleriyle değerlendirmek; onları, giyimlerinden hareketle tanımaya kalkmak çoğu zaman yanılmamıza yol açacaktır. Unutulmamalıdır ki en değerli inciler, gösterişsiz istiridye kabuklarının içinde yattığı gibi; basit ve sade kıyafetlerin içinde de çok büyük cevherler vardır. Fakat bizler önyargılarımızla hareket ettiğimizden, içten çok dışa önem verdiğimiz için bunun farkında olamayız. This channel has been prepared to help people practice Turkish whether it's their mother language or second language while having fun listening to stories that are designed to improve their language. By following these podcasts, you can improve your Turkish language. Equip your headphones and listen to these podcasts in your free time, even while walking, sleeping, driving, cycling, and more. These podcasts will be beneficial in your understanding of the Turkish language. We advise all who learned Turkish at the basic level. a
Gelin de bazı görüşlerine katılmasam da millî bağımsızlık meselesinde yüzde 100 mutabık olduğum, kültür ve değerlerini önemsediğim Marmara Üniversitesi'nin kıymetli hocası Prof. Dr. Barış Doster'e katılmayın... Fırsatını buldukça ne diyor Hoca: “Benim siyasi araştırma yapan şirketlerle pek aram yoktur. Bulgularına itibar etmem...” Öte yandan bilindiği gibi Peter Drucker'ın ünlü sözüdür; “Ölçmüyorsan yönetemezsin”... Tabii şu aforizma var; British Telecom'un esfanevi CEO'su Sir Iain Vallance'a atfen sıkça kullanılır: “Ölçmüyorsan yapma.” Özellikle manipülasyonun çok 'ciddi ve ölümcül' sonuçlar verebileceği hizmet ve ürün iletişimine yönelik pazarlama faaliyetlerinin yönetim ve kararlarında; 'hedef kitlenin' ihtiyaç, talep, eğilim ve tutumlarını aşağı yukarı tespit eden araştırmalara başvurmadan yol almaya çalışmak, bulanık suda el yordamıyla balık avlamaya benzer... Bu alanlarda yapılan araştırmalarda aşağıdaki tablodaki gibi farklılıklar ortaya çıkmaz... Çünkü insanlar kendi kendilerini kandıramazlar... Oysa siyasi iletişim araştırmalarında işin suyu çıkmış vaziyette... Çünkü bilimsel, dolayısıyla da nesnel olması gereken bu araştırmalar bir iletişim aracı hâline getirilip her türlü manipülâsyon mubahmış gibi davranılabiliyor... Sonuçta bu alandaki bazı şirketlerin itibarı yerle bir oluyor... Siyasi araştırma yapmayı Hoca'nın tabiriyle “usulden ve esastan” reddeden bazı araştırma şirketlerinin siyasi anketlerden kaçınmalarının nedeni de bu zaten... Çeşitli haber platformlarında ve dünkü Sözcü gazetesinde yayınlanan bu tabloya KONDA Araştırma ve Danışmanlık'ın Haziran ayında yayınladığı anket sonuçlarını da ekleyebiliriz. Şirket, partilerin oy oranlarını şöyle açıklamıştı: AK Parti yüzde 28,7, CHP yüzde 24,7, İYİ Parti yüzde 21,7, MHP yüzde 7,5, HDP yüzde 12,2, Diğer yüzde 5,2. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee'nin dediği gibi, nasıl ki “Türk, Türk'ün ne olacağı konusunda Batı'nın kendi zihninde yarattığı görüntüye bir türlü uymayarak Batılıyı hep şaşırtmış” ise AK Parti de muhalefeti seçim sonuçlarıyla ilgili tahminleri konusunda her zaman yanıltmıştır. Darısı 2023'e... Gözümüze takılanlar...
İsmailağa Cemaati'nin önde gelen isimlerinden “Cübbeli Ahmet Hoca” olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, Sakarya'da bir camide Kuveytli Vahhabi Şeyhi Osman El Hamis'in namaz kıldırıp vaaz vermesine tepki gösterdi. Ünlü, “Diyanet'i uyarıyoruz; hangi ırktan ve milletten olursa olsun eğer camilerde bu adamlara konuşma izni verirseniz, selefiliğe vehhabiliğe hizmet edip, iç savaşı körüklemiş olacaksınız” dedi. Ruşen Çakır, Cübbeli Ahmet Hoca'nın açıklalarının perde arkasını, cemaatlerin Vahhabilik nefreti ve korkusunu değerlendirdi. Yayını izleyebilirsiniz: bit.ly/3RKXY66
Mehmet Efe Çaman | Hakan Hoca'nın ardından | 28.06.2022 by Tr724
Engin denizler kadar derin ilmine, ahlak ve faziletine hayran olduğum ilim adamlarımızın en önemlilerinden biri de merhum Prof. Dr. Necati Lugal'dir. Benim, bu büyük âlime duyduğum ilgi, vefatından sonra hazırlanan armağan kitabı okumak suretiyle başladı. 1968'de Türk Tarih Kurumu tarafından neşredilen “Necati Lugal Armağanı”nda hocanın ilmi şahsiyetini ve diğer bir çok faziletini dile getiren birbirinden değerli makaleler bulunuyor. Bu yazıların, onun yetiştirdiği çeşitli bilginler tarafından kaleme alındığını da bu arada belirtmiş olayım. Türk Tarih Kurumu'nun o zamanki başkanı Uluğ İğdemir, eserin girişinde hoca hakkında fikir beyan eden, hatıra anlatan kalem erbabının isimlerini birer birer sıralıyor. Necati Lugal Armağını'nda Prof. Faruk Sümer, Prof. Necati Akder, Prof. Hasibe Mazıoğlu, Prof. Esad Coşan, Emel Esin, Mehmet Sait Hatipoğlu, Mahir İz, Ragıp Akyavaş gibi kıymetli isimler, Doğu ilimlerinin büyük üstadı Necati Lugali bize tanıtıyorlar. Bunların arasında merhumun vefatına tarih düşüren Halis Erginer gibi şiir ve edebiyat üstadları da bulunuyor. Kütüphaneler Genel Müdürü Dr. Müjgan Cunbur, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. İbrahim Agâh Çubukçu gibi bazı ilim adamlarının da çeşitli yayın organlarında, zevkle okunan yazılar neşrettiklerini de ayrıca hatırlatmış olalım. Prof. Necati Lugal merhumun kızı Mihin Lugal'in de babası gibi değerli bir kütüphaneci olduğunu, kitapla, kütüphaneyle ünsiyeti olan herkes bilir. Bugünlerde yine bir kütüphaneci olan Ayten Şan Hanım'ın hazırladığı Mihin Lügal kitabını da okuyup bitirdim. Eserde ilgi çekici anılar yer alıyor. Necati Lugal Bey'e hayranlık duyan ünlü tarihçilerimizden biri de Prof. Halil İnalcık'tır. Ben bunu kendisiyle yapılan ve Ekim 2002 tarihli “Türk Yurdu” dergisinde yayımlanan röportajdan öğrendim. Halil Hoca, Prof. Fuat Köprülü, Prof. Şemseddin Günaltay, Prof. Mehmet Altay Köymen, Prof. Osman Turan gibi tarih üstadlarının isimlerini sıraladıktan sonra sözü Necati Lugal'e getirip şöyle diyor: “Asıl onların üstadı, kaynakları okurken onların büyük yardımcısı Necati Lugal'di. Necati Lugal olmasa mesela Osman Turan Farsça 'Müsameretü'l - Ahbar' kitabını neşredemezdi. Necati Lugal Almanya'da Osmanlıca, Arapça, Farsça hocasıydı. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ne geldi. Büyük üstaddı. Onu hoca olarak aramızda bulmak büyük talih eseriydi. Bütün bu gençlerin, bizlerin, Osman Turan, Köymen ve ondan sonra Şevkiye İnalcık, Tahsin Yazıcı, kim aklınıza gelirse, Adnan Erzi hepimiz Necati Lugal'in dilbilgisinden yararlandık. Biz, her birimiz, Necati Lugal olmasa esaslı bir şey yapamazdık. Ortaçağ kaynaklarına girmemiz Necati Lugal sayesinde olmuştur.” Prof. Halil İnalcık Hoca'nın günümüzdeki en ünlü öğrencisi Sayın İlber Ortaylı da bu kafileye katıldı. O da kendisiyle yapılan röportajın birkaç yerinde, şarkiyat ve kadim İran edebiyatı konusunda tam bir otorite olan Prof. Necati Lugal'den sitayişle söz ediyor, mesela şöyle diyor: “Biz tarihimizin ve dilimizin çok önemli bir unsurunu bilmiyoruz. İran üstüne tetkiklerimiz zayıf. Ama bu memlekette çok büyük İranistler vardı. Saymakla bitmez. Şerefettin Yaltkaya ve bilhassa Abdülbaki Gölpınarlı. Necati Lugal'i de unutmayın. Necati Bey merhum yenisiyle birlikte hem eski İran'ı, hem Pehlevi'yi bilirdi. Necati Lugal'in talebeleri, bizim memlekette ayrı bir ekoldür.” (Zaman Kaybolmaz: İlber Ortaylı Kronik Kitap)
Bu bölümde konuğum İstinye Üniversitesi Yönetim Bilişim Sistemleri Bölüm Başkanı Doç.Dr Şebnem Özdemir. Şebnem Hoca ile söyleşimize veri biliminin 1950'lerden bu yana geçirdiği aşamaları konuşarak başladık. İç içe geçmiş dijital teknoloji kavramlarını; dijitalleşme, algoritma, büyük veri, yapay zeka, makine öğrenmesini gelişim sürecinde aralarındaki ilişki üzerinden tanımladı. Sanıyorum bu yolculuğun hikayesini bu kadar derli toplu bir şekilde daha önce duymamışsınızdır. Yapay zeka ve gelecekte hayatımızda oynayacağı rolü hepimiz merak ediyoruz. Popüler kültürün en önde gelen konularından biri bu, Şebnem Hoca da iki film önerdi konuşması arasında. Kendisinin yapay zekanın insanlığın sonu değil kurtuluşunun bir aracı olacağı görüşüne katıldığımı söyleyebilirim. Türkiye ise gelişmiş dünyanın adımlarını takip ediyor, gideceği yol konusunda Şebnem Hoca'nın tavsiyelerini de dinleyebilirsiniz. (02:42) Dijital teknoloji tarihi ve kavramları (14:27) Teknolojik gelişmenin yol açtığı kaygı (16:43) Yapay zeka dünyayı ele geçirecek mi? (22:45) Yapay zeka üzerindeki sorumluluğumuz (29:19) Türkiye'deki durum (31:41) Veri bilimi kültürü (36:05) Şebnem Hoca'nın değer yaratma formülü Şebnem Özdemir'in Linkedin profili https://www.linkedin.com/in/sebnem-ozdemir-phd-9a93a936/ Şebnem Özdemir'in Instagram hesabı https://www.instagram.com/sozdemirs/
Turkish Stories for Learner Turkish Ciğer Yahnisi Canı, ciğer yahnisi isteyen Hoca, kasaptan bir kilo ciğer almış ve eve getirmiş. – Hatun bak! Ciğer getirdim. Akşama güzel bir yahni pişir de yiyelim, demiş. İşi çıkan Hoca evden ayrılmış. Kadın, ciğeri doğramış ve pişirmiş. Kokuyu alan komşu kadınlar, Hoca'nın evine gelmişler. Kadınlar pişen ciğeri Hoca'nın karısıyla beraber afiyetle yemişler. Gün boyu ciğer yahnisini düşünen Hoca, akşam eve gelmiş. – Hatun, çok acıktım. Çabuk ciğeri getir, demiş. Karısı, sofrayı kurmuş; ama ciğer yokmuş. Bu duruma Hoca'nın canı çok sıkılmış. – Önce ciğeri getirsene, demiş. Kadın, ciğeri komşu kadınlarla yedik, diyememiş. Çünkü Hoca'nın kızacağını biliyormuş. – Sorma Hoca, ciğeri kedi yedi, demiş. Hoca, hemen sofradan kalkmış ve kediyi aramaya başlamış. Kediyi yakalamış ve karısına: – Ciğeri bu kedi mi yedi, demiş. – Evet, demiş karısı. Hoca, karısından teraziyi istemiş. Karısı, bu işe çok şaşırmış. Hoca, kediyi tartmış. Bakmış kedi bir kilo. Karısına: – Ciğer bir kiloydu. Kedi de bir kilo geliyor. Öyleyse ciğer nerede? Eğer ciğer bu ise kedi nerede, demiş.
Telefonla sık sık hasbihal ettiğimiz bir öğretmen arkadaşımız var, Ömer Erkeneken. Az sayıdaki dertlilerden biri. Yine aradı, kaybetmekte olduğumuz gençliğimiz konusunda neler yapılabilir meselesini konuştuk. Son zamanlardaki Kore kültürü istilasından, Squad Game gibi oyunların kötü etkisinden söz ettik. Bu yıkımlara bireysel çıkışlarla karşılık verilemeyeceğini, bunun milli bir mesele olarak ele alınması gerektiğini tartıştık. Her ikimizin de tanıdığımız Dr. Kemal Tekden gibi vizyon ve girişim sahibi insanların çoğalması ve iş birliği yapmaları gerektiği üzerinde durduk. Ben sosyolojide rol model denen ve tarihimizde çokça bulunan örnek insanlarımızın, ehline yazdırılacak küçük kitapçıklarla tanıtılması gereğinden söz ettim. Öğretmen olduğu için Ömer Hoca daha gerçekçi daha güncel çözümler düşünüyor. Bu işin telefon oyunları ve kısa filmlerle olması gerektiğini anlattı. Peki, düşündüklerini yazar mısın dedim, yazıp gönderdi. Buyurun Ömer Hoca'nın yazdıkları: “Neslimizi kaybediyoruz Düşünüyorum ve üzülüyorum. Çocuklarımız
İstanbul'un çeşitli camilerinde yaptığı vaazlarla, tadına doyum olmayan sohbetlerle cemaatini hem bilgilendiren, hem tebessüm ettiren bir hoca efendi vardı. Kürsi vaizi diye büyük bir şöhret kazanan bu muhterem zat Alasonyalı Hacı Cemal Efendi idi. İlmiyle, irfanıyla tanınan Cemal Hoca aynı zamanda tam bir İstanbul efendisiydi. Kerimesi Hikmet Öğüt de babasının yolunda giden ve onun hatıralarını yaşatan mükemmel bir hanım efendiydi. Ben Cemal Hoca'ya yetişemediysem de bu vefalı kızıyla defalarca görüştüm. Ayrıca Beşiktaş'taki evine birkaç defa gidip muhterem pederiyle ilgili birçok hatırayı dinledim. Bunların bir kısmına, “Maziye Bir Bakıver” isimli kitabımda “Hikmet Anne'den Dinlediklerim” başlığıyla yer verdim. Adı geçen yazımdan şu birkaç satırı -teberrüken- iktibas etmek istiyorum: “Hikmet Anne, babasının ne kadar nazik, kibar
Çok üzücü, yürekleri yakan, dört gencecik fidanı kaybettiğimiz elîm bir kazaydı yaşanan, Her şey o feci kazadan bir gün önce çok sâkindi oysa. Türkiye'nin en parlak proje okullarından birinde, Fatih Sultan Mehmet Uluslararası Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nde çok güzel bir buluşma gerçekleştirmiştik Genç İHH'dan arkadaşların organizasyonuyla. Pürdikkat dinlenmişti yaptığım konuşma. Kimse konferansın bitmesini istememişti ama bitmişti işte sonunda. Fakat konferansla yetinmedik, soluğu okulun müdürü Adem Yılmaztürk Hoca'nın odasında aldık. Tıka basa doldurduk odayı. Müdür Bey gördüğü bazı talebeleri “sen de gel”, “siz de gelin” diye davet etmişti yolda odasına doğru hızlı adımlarla yol alırken hep birlikte. Okulun binası, Osmanlı'nın son
Nâbi'den Şeyh Gâlib'e, Bâki'den Fuzûli'ye nice müstesna değerimizin en güzel şiirleri ile günümüze ve gönlümüze taşınacağı Hayati İnanç ile 'Can Veren Pervâneler' programında... Discord https://discord.gg/gpyGxZW4As Ahmet Çadırcı https://ahmetcadirci.com.tr/podcast/
28 Ekim 2021, bu haftaki konuğumuz hocamız Prof. Betül Dengili Atlı. Akademi eğitiminden girdik, plak kapak tasarımında uzunca bir mola verip, Almanya yıllarından, yarışmalardan, moda tasarım bölümü hocalığından çıktık. Biz çok keyif aldık, umarız siz de alırsınız. Betül Hoca'nın enerjisi hepimize iyi gelecek...
Merhum Ali Ulvi Kurucu'nun Türkiye'nin en çileli yıllarına ışık tutan ve beş ciltle nihayete eren hatıratını okurken beni sarsan iki bölüm olmuştu. Birincisi Medine-i Münevvere yolculuğu için ayrıldıkları Konya'da ilk durakları olan İstanbul'da kapısına kilit vurulmuş Ayasofya ile karşılaştıkları an diğeri de aşağıda alıntıladığım Merhum Celalettin Ökten Hoca'nın ilk imam hatip mektebinin açılması için çıktığı yolu, çektiği çileyi aktardığı sayfalardır... Belki 20 defa okumuşumdur ve çevremde onlarca kişiye de okutmuşumdur. Bugünlerde bir şekilde yeniden gündeme gelen İmam Hatip okulları üzerine söylenecek söz bence bu hatırattır. Daha fazla uzatmadan, Ali Ulvi Kurucu'nun hatıratının ikinci cildinden, -sadeleştirerek- sözü Celalettin Ökten Hoca'ya bırakıyorum: “Memleketimizde 1940'lı yıllarda, halkın ağzında dolaşan bir söz vardı: “Cenazelerimizi yıkayacak imam kalmayacak!” Bu söylentide doğruluk payı vardı. Bazı köylerde imam olmadığı ve ölenlerin yıkanıp gömülmesi için yakın köylerden imam gelmesinin beklendiği bilinen bir şeydi. Zaman geçtikçe, bu halin daha kötüleşeceği de belli idi... Hâlbuki asıl tehlike bu değildi... Cenazenin üzerine bir teneke su atarsın yahut bir havuza, bir göle batırırsın yıkarsın... Avam: “Cenazemizi yıkayacak hoca kalmadı.” der; hocalığı, cenaze namazından ibaret bilir... Fakat asıl tehlike şu idi ki: Milletin imanını yıkayacak, ruhunu yıkayacak, aklını yıkayacak hoca kalmamıştı; kalmayacaktı... Memleketin imanını yıkayan, koruyan, Mustafa Sabri Efendiler, Hamdi Efendiler, Naim Beyler, Akif Beyler, Ferid Beyler, İzmirli İsmail Hakkı Beyler gitmişti... Memleketin imanı gidiyordu. Memleket, sade cehaletin değil, küfrün istilâsına giriyor; küfrün silindiri altında eziliyor, eriyordu... Ne yapıp edip, küfrün kalesinde bir delik açmak için, bir İmam Hatip Okulu'nun açılmasına arkadaşlarla karar verdik... Elimde baston, rahatsız halimle trene bindim Ankara'ya gittim. O günün Maarif Vekili olan Tevfik İleri merhum, talebelerimden idi. Terbiyeli bir talebe idi. Beni unutmamıştı... Daha önce de onun tavassutu ile Başbakan Adnan Menderes‘in oğullarına Kur'ân-ı Kerîm okutmak, dinî bilgiler öğretmek için beni tâyin etmişlerdi. O işin de tek âmili Tevfik İleri idi. Adnan Bey'in oğullarının İstanbul'da olduğu günlerde, Hâriciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu‘nun evine gider, çocuklara ders verirdim. Bunu herkes de bilmez.
Cebelitarık 0-3 Türkiye maçı değerlendirmesi Şenol Hoca'nın kadrosu Hollanda maçı tahmini Fenerbahçe'nin yenileri Crespo, Meyer, Berisha Beşiktaş Orta Sahası
Bir ayağı diğerinden kısa olduğu için dengesiz, kollarımızı yaslamaktan imtina ettiğimiz masanın yanına öylesine konulmuş; masadan pahalı olduğuna görür görmez kanaat getirdiğiniz ceviz oyma sandalyede, gözlerindeki yaşlara engel olmaya çabalamadan o gerçeği ilk kez kendisi fark etmiş gibi fısıldadı: “İnsanın değişebileceğine dair safça bir inanç geliştirmişim ben.” Nuh nebiden kalma bu yorgun kahvede, tatilcilerin gereksiz mutlulukları arasına sıkıştırdığımız bu hakiki anın tadını çıkartmak ayıp bir şeymiş gibi gelmediğinden bana, yaşlı garsonun “pek güzeldir bizim sakızlımız” diyerek bıraktığı kahveden bir yudum höpürdettim. Dudaklarımla fincanın birleşmesinden kaynaklanan o ses çıkınca, evet, biraz ayıp bir şey yaptığımı düşündüm ama çabuk geçti o his. Çünkü karşımda gözlerinin yaşlarını akıtmaktan çekinmeyen, kısa zamanda kardeşim kadar çok sevmeyi başardığım biri “insanın değişebileceğine dair bir inanç geliştirmişim ben” diyordu ve benim, yani hayatın anlamını çoktan çözmüş de biriktirdiği tecrübelerle herkesin derdine çabucak derman bulabilen İhsan Hoca'nın bir şey demesi gerekiyordu. Böyle anlarda vakit kazanmak çok önemlidir benim için. Söyleyebileceğim en doğru cümleyi en doğru anlamı içerecek şekilde kurmaya da, cümlenin hemen ardından “yani aslında şunu söylemek istiyorum” gibi başlayan yarım açıklamalar yapmamaya da özen gösteririm oldum olası. Tadı pek bir şeye benzemeyen sakızlı kahveden höpürtü dolu bir yudum almamın nedeni de buydu aslına bakarsanız. O vakti kazanmaya çabalıyordum. “İnsan” diyerek başladım söze. “İnsan, sevgili kardeşim, değişir. İnsanın değişmeyeceğine dair bir inanç geliştirmiş olmanın nedeni onu değil, onun içinde bulunduğu durumu suçlamaya çalışman. Anlayarak aklamaya çabalıyor zihnin. Onu ve onun geçmişte yaşadıklarını hesaba katarak bugüne dair bir sağlama yapmaya çalışıyorsun. Onun yaşadıkları yüzünden değişemeyeceğine kanaat getirerek onu değil, değişemiyor oluşunu suçluyor, böylelikle çemberi kapatıyorsun. Bu da seni içinden çıkamayacağın bir dilemmanın kucağına bırakıyor. Nedir peki o dilemma? Değişseydi olurdu ama değişemiyor.” “Peki, yanlış mı düşünüyorum sence abi?” diye sordu. Gözyaşları yavaşlamış, anlattığım meseleye ilgi duymak onu biraz olsun rahatlatmıştı.
Gıda politikası stratejisi, bir ülkenin insanını koruyabilmesi için savunma sanayii kadar hatta belki de ondan da hayatî bir meseledir. Gıda terörü, dünyanın karşı karşıya kaldığı en sinsi ve en yok edici terör biçimi. Bir toplumun genleriyle mi oynamak istiyorsunuz, gıda terörü uygulayın kâfî. Bir ülkenin güvenliği, savunma sanayiinden geçer, geleceği de “midesinden”, diyorum o yüzden. Bir toplumun midesini kontrol eden, o toplumu kontrol eder. Sadece zihnin sömürgeleştirilmesi değil, midenin sömürgeleştirilmesi, tecavüze uğraması da bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felâketlerden biri artık çağımızda. Can boğazdan gelir, diye boşuna dememiş bu toprakların mayasını karan cetlerimiz. Bugün sütunumu, gıda sorununa ayırıyorum. Keyifle ama aynı ölçüde tedirgin olarak okuyacağınız gözlemlerin yer aldığı bir pazar yazısı olacak bu yazı. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi, Zihinsel ve Bedensel Engelliler Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanlığı bölümünde psikiyatr, uzman doktor olarak görev yapan Ömer Türkmen Hoca'nın, gıda terörünün, gıda savaşlarının boyutlarına ve millî gıda stratejisinin neden bir ülkenin güvenliği ve geleceğiyle ilgili olmazsa olmaz hayatî bir strateji olduğuna dair çarpıcı gözlemlerini sizlerle paylaşacağım. Aşağıda okuyacağınız çarpıcı ve sarsıcı fikirler, Türkmen Hoca'nın Facebook sayfasında yer alıyordu. Gerek yöneticilerimizin gerekse halkımızın gıda meselesi konusunda doğru ve sağlam bilgiye ihtiyacı var. O yüzden Hoca'nın gözlemlerine kulak kabartmakta fayda var. Keyifli okumalar...
İsviçre 3-1 Türkiye maçından sonra geçmiş olsun hepimize. Kadro, Şenol Hoca'nın hataları, bu milli takım bizi yanılttı. Uğurcan neden bu kalede? Tatil planlayan oyuncular Fenerbahçe'de yeni hoca konuşmaları
Galler 2-0 Türkiye maçının ardından maçın değerlendirmesi Euro 2020'deki ikinci maçımızda da gol atamadan yenildik. Suçlular kim? Şenol Hoca'nın Kravatı Hiç mi izlemediniz bu rakibi? Eksikler nerede? Ronaldo'nun Coca Cola ile sınavı. Pogba ve Heineken Arnautovic'e ırkçılıktan neden sadece 1 maç ceza? Serdar Dursun Samatta Gitsin
Güçlü Kadınlar serimizde kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu hafta eski dönemlerin korkulu hastalığı Cüzzam'ın tedavisi, kız çocuklarının okutulması ve insan hakları gibi alanlarda büyük başarılara imza atmış, korkusuz bir kadın savaşçıyı konuşacağız. Yani Türkan Saylanı konuşacağız. Bu bölümümüzde, Türkan Hoca'nın 74 senelik ışığıyla herkesi aydınlatan, ilham veren yaşam öyküsünü anlatıyor, onu saygı ve özlemle anıyoruz. O zaman başlıyoruz... Daha fazlası için bizi Spotify'dan takip etmeyi unutmayın. Bölümlerimizi Apple Podcast , Anchor ve Google Podcast üzerinden de dinleyebilirsiniz. Instagram hesabımız: @atistirmaliksohbetler
Muz Orta'nın yeni bölümünde şampiyonluk yarışında değişen dengeler ve haftanın sürpriz sonuçları ele alındı. Beşiktaş'ın olaylı Kasımpaşa maçı, Emre Belözoğlu'nun teknik direktörlük kariyerinin ilk maçı, Galatasaray'ın düşüşü ve Trabzonspor'un üst üste iki beraberliği; her zamanki fütursuz üslupla sizlerle! Kaan, Tarık ve Müjdat'ın hazır ve nazır olduğu yeni bölüm yayında! --- Support this podcast: https://anchor.fm/bosyapma/support
Meşin Yuvarlak bu hafta millilerimizin performansını ele alıyor! Hollanda, Norveç, Letonya üçgeninde 7 puan, 7 puan çok iyi ancak Letonya maçı olmadı, Hollanda ve Norveç'i yendikten sonra liderliğe oynanmalıydı, Şenol Hoca'nın takıntıları, Bireysel Performanslar, Geleceğe dair umutluyuz.. Konuşmacılar: Aleks Özkuyumcu, Tolga Oytun, Ali Hikmet Kalkan #BizimÇocuklar #Türkiye
Tarihte bugün yaşanan olaylar arasında; İskilipli Atıf Hoca'nın idamı, Diyanet İşleri Başkanlığının Türkçe Ezan konusunda genelgesi, Yalta Konferansı, Esat Coşan Hoca'nın vefatı ve daha pek çok önemli konumuz var, hazırsanız başlayalım… DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR1783 - İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ile olan düşmanlığına son verdiğini resmen ilan etti.1789 - George Washington, ABD'nin ilk Başkanı seçildi.1936 - Radyum E sentetik olarak elde edilmiş ilk radyoaktif element oldu.1945 - Birleşik Krallık, Rusya ve ABD'nin bir araya geldiği Yalta Konferansı'nda 1 Mart'a kadar Almanya ve Japonya'ya savaş ilan eden devletlerin San Francisco'da yapılacak konferansa katılmalarına ve BM'ye kurucu üye olabilmeleri kararlaştırıldı.1957 - İlk nükleer denizaltı olan USS Nautilus (SSN-571), yüzeye hiç çıkmadan 60.000 deniz mili katederek, Jules Verne'in ünlü romanı "Denizler Altında Yirmi Bin Fersah"taki hayali Nautilus denizaltısının dayanıklılığı hayata geçirmiş oldu.1976 - Guatemala ve Honduras'taki 7,5 şiddetindeki depremde 22.778 kişi öldü.1980 - Ebu'l-Hasan Beni Sadr, İran İslam Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı oldu.2004 - Facebook kuruldu.TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR1871 Kafkas Kartalı Şeyh Şamil Vefat Etti Kafkasya'da Ruslara karşı verdiği mücadele ile efsaneleşen Şeyh Şamil Medine'de iken 4 Şubat 1871 tarihinde akşam ezanı yaklaşırken vefat etti. Cennet-ül Baki kabristanına defnedildi. Dağıstan'da 1795 yılında başlayan mücadeleli hayatı sevgili peygamberimiz Hz.Muhammed (sav)'in yanında sona erdi.1902 - Paris'te, Birinci Jön Türk Kongresi yapıldı. 1926 - İskilipli Atıf Hoca İdam Edildi Şapka inkılabından bir yıl önce yazdığı Frenk Mukallitliği Ve Şapka adlı eserinden dolayı İstiklal Mahkemesinde yargılanan ve karar günü savunma yapmayan İskilipli Atıf Hoca'ya İstiklal Mahkemesi Başkanı Kel Ali idam hükmü verdi. Oysa davanın savcısı üç yıl hapis istemişti. İskilipli Atıf Hoca 4 Şubat 1926 günü Ankara Samanpazarı'nda asılarak idam edildi. Cenazesi yıllar sonra İskilip ilçesine getirilerek yeniden defnedildi. 1933-Diyanet İşleri Başkanlığı Türkçe Ezan Konusunda Genelge Yayınladı Dersim İsyancıları Karakol Bastı.Tunceli ovacık ilçesi Diztaş Karakoluna 4 Şubat 1938 tarihinde baskın yapan isyancı Kalan aşireti üyelerinden bir grup, karakol komutanı ve 20 askeri şehit etti.1954 - İstanbul'da yakacak, et, ekmek ve çeşitli gıda maddeleri sıkıntısı bir türlü önlenemiyor. İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay, bugün bir açıklama yaparak halktan yardım istedi.1956 - Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yedi Tepe Şiir Armağanı'nı kazandı. Şair, bu ödülü Asu adlı şiir kitabıyla aldı.1985 - Başbakan Turgut Özal, resmî bir ziyaret için Cezayir'e gitti. Cezayir'i ziyaret eden ilk Türk Başbakanı olan Turgut Özal, 1958'de Birleşmiş Milletler'de Cezayir'in bağımsızlığı aleyhinde oy kullanan Türkiye'nin hatalı olduğunu açıkladı.1987 - Yazar Aziz Nesin, kendisine 'vatan haini' dediği için Cumhurbaşkanı Kenan Evren aleyhine tazminat davası açtı.2020 - Van çığ faciası: Van, Bahçesaray'da çığ altında kalan vatandaşları kurtarmaya giden askerler ve kurtarma ekipleri de üzerlerine düşen çığın altında kaldı. Olayda 41 kişi öldü, 75 kişi yaralandı.BUGÜN DOĞANLAR1921 son Osmanlı Padişahı Sultan Vahdettin'in ve son halife Abdülmecid'in torunu Neslişah Sultan dünyaya geldi.1941 - Bedia Akartürk, Türk Halk Müziği sanatçısı DOĞDUBUGÜN ÖLENLER1960 - Galata Köprüsü'nün 2,20 m boyuyla dev Millî Piyango satıcısı Bilecikli Uzun Ömer, VEFAT ETTİ.1987 - Amerikalı psikolog Carl Rogers, ÖLDÜ.2001 Prof.Dr.Esat Coşan Hoca Efendi Vefat Etti.
Osman Hoca'nın iyi hayat tavsiyelerinden 10'unu seçtim-Ahmet Hakan-2 Ocak 2021 by Hürriyet
23 Aralık 2020 tarihli sabah kaydında, her zaman olduğu gibi güldürürken düşündüren bir Nasrettin Hoca fıkrası paylaşılmıştır.
Doç. Dr. Enis Doko
Doç. Dr. Enis Doko
Doç. Dr. Enis Doko
Doç. Dr. Enis Doko
27. Bölümde Kadir Has Üniversitesi Öğr. Görevlisi İsmail Hakkı Polat konuğum oldu. Blockchain konusunu Bitcoin ve felsefesini konuşmaya devam ediyoruz. (00:00) - Açılış - ilk kısmın özeti. (01:52) - Müzik ve Blockchain. (07:18) - Amazon ve Spotify Blockchain kullanıyor mu? (11:20) - Ekonomilere etkisi nasıl olacak? - Süper merkezileşme George Orwell - https://www.dr.com.tr/Kitap/1984/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000064038 - Gelecekte vergi nasıl ödenecek? (19:20) - Hangi meslekler çıkacak karşımıza? Linkedin son araştırma; https://www.linkedin.com/posts/ismailhpolat_linkedinde-en-%C3%A7ok-kazand%C4%B1ran-10-meslek-activity-6678386698231021568-aNui/ (23:00) - Bankacılık tarafında durum nasıl? Kaç kripto para var? https://coinmarketcap.com/ (33:00) - Kapak Olsun Tv konuşmaları. (36:25) - İsmail Hoca'nın bitcoin macerası. (40:44) - Kitap önerileri Kripto para çağı - https://www.goodreads.com/book/show/35049711-kriptopara-a?from_search=true&from_srp=true&qid=YAkK8XT8X8&rank=1 Dünyanın Finansal Tarihi - https://www.goodreads.com/book/show/25737266-paran-n-y-kseli-i---d-nyan-n-finansal-tarihi?from_search=true&from_srp=true&qid=kzp63CC62X&rank=1 Kripto Para Bitcoin - https://www.goodreads.com/book/show/34100933-kripto-para-bitcoin?from_search=true&from_srp=true&qid=zPF9OlIh9f&rank=1 Bitcoin Standardı - https://www.goodreads.com/book/show/36448501-the-bitcoin-standard?ac=1&from_search=true&qid=2k35vCiMut&rank=1 Blokzincir Kripto Paralar Bitcoin Satoshi Dünyayı Değiştiriyor - https://www.goodreads.com/book/show/40579946-blokzincir-kripto-paralar-bitcoin-satoshi-d-nyay-de-i-tiriyor?ac=1&from_search=true&qid=wWh3jcwPJg&rank=1 50 Yıllık Hayal - https://www.amazon.com/Yillik-Hayal-Bitcoin-Saadettin-Konukseven/dp/6052314087 Bildiğimiz paranın sonu: https://www.youtube.com/watch?v=uJpzS2HqkLc (42:39) - Kapanış İsmail Hakkı Polat - https://www.linkedin.com/in/ismailhpolat/ Dünya Trendlerini sosyal medyada takip edebilirsiniz Twitter - https://twitter.com/dunyatrendleri Instagram - https://www.instagram.com/dunya.trendleri/ aykut@dunyatrendleri.com infodunyatrendleri@gmail.com https://www.dunyatrendleri.com
İlk, orta ve lise tahsîlini Adana'da tamâmlayan Hz. Sâmî (k.s.) yüksek tahsîllerini İstanbul'da yaparlar. Hukuk Fakültesini birincilikle bitiren Hz. Sâmî (k.s.) bu arada bir müddet Gümüşhâneli Dergâhı'na devâm ederler. Bu sırada Bâyezıd dersiâmlarından Rüşdü Efendi (Eski Beşiktaş müftüsü merhûm Fuat Çamdibi Hoca'nın babası): “Sâmî Evlâdım, gel seni Şeyhülmeşâyih Es‘âd Erbilî Hazretlerine götüreyim.” der. Bu teklifi kabûl eden Efendi Hazretleri, Rüşdü Efendi ile berâber Kelâmî Dergâhı'na giderler. Bu ilk karşılaşmanın devâmını kendileri şöyle anlatıyorlar: “Üstâdımızın huzûruna varıp ellerini öptük. Rüşdü Efendi Hoca: -Üstâdım bu getirdiğim genç Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddin Efendi'nin evlâdlarından Adanalı Sâmî Efendi, deyince; birden Üstâdımız Es‘âd Efendi Hazretleri: “Hayır! O bizim evlâdımız” buyurdular. Ve orada devâm ettiğim evrâdın ne olduğunu sordular. Günde beşbin zikrullâh, bir cüz Kur'ân-ı Kerîm tilâveti, Delâil-i Hayrât diye cevâb verdim. -Evlâdım hastalık nerede ise tedâviye oradan başlamak lâzım, bu yüzden şimdilik bunları terk edip kalbî zikre başlayacaksın buyurdular ve Fakîre inâbe verdiler.” Akarsu deryâya kavuşmuş, su mecrâını bulmuştu. Cenâb-ı Hakk'ın lûtfu inâyeti ile Hz. Sâmî Efendimiz bir kaç ayda seyr u sülûkunu ikmâl buyurdular. Daha önce iki yıl devâm edilen dergâhta olmayan tecellî burada bir kaç ayda olmuştu el-hamdü li'llâh. Kısa sürede icâzet ve mutlak hilâfet alan Efendimiz Hazretleri mürşid-i kâmilin görevine âid şu kıssaları naklediyorlar: “Gençliğimde dergâha devâm ediyordum. Orada vazîfesi müntesiblerin ayakkabılarının tozunu almak olan bir dervîş vardı. Bir gün onun elindeki bezi aldım, pertavsızın (mercek) altına tutarak bir müddet güneşin altında tuttum. Güneşin harâretinin pertavsız vasıtasıyla bezin üzerine teksîf edilmesi ile bez tutuştu ve yanmağa başladı. Dervîş hayretler içinde kaldı. İşte mürşid-i kâmil, iki cihânın Serveri ve Rahmet Güneşi Nebî salla'llâhu ‘aleyhi ve sellem Efendimizden aldığı nûru müntesiblerden müsâid kimselerin kalblerine teksîf edip, o nûr-ı Muhammedî (s.a.v.) ile kalbleri diriltip kemâle erdiren kişidir, biizni'llâh. Mürşid-i kâmil çobana benzer; çoban dağda koyunları otlatırken bacağı kırılanı orada bırakır mı? Sırtına atıp ağıla kadar getirir. Mürşid-i kâmil de hiç bir evlâdını bırakmaz ve terk etmez bi-izni'llâh.