Haftalık Türkçe sinema podcast'i. İletişim: unutulmazpodcastler [at] gmail [dot] com
biz acaip iki film izledik bu ay
Hollywood'un Michelle Yeoh'u yeninden keşfetmesinin en güzel sonuçlarından "Everything Everywhere All at Once", fikirlerle dolup taşan bir film. Bu fikirlerin kimisi işliyor kimisi işlemiyor, ama işleyen fikirler de bize yetiyor. Şimdiden yılın en iyi filmlerinden, bize de hayli şey düşündürttü, zihnimizi filme yaraşır biçimde [plansızca/umursamazca/heyecanla] mikrofona döktük. Keyifle dinleyeceğinizi umarız.
Matt Reeves'in yapıbozumculuğu, kara film türünün reaksiyonerliği, Christopher Nolan'ın düzen seviciliği, Bruce Wayne'in ayrıcalığı, Amerikan liberallerinin endişesi, Batman'in dönüp dolaşıp yine beyaz kurtarıcı olması, 3 saatlik filmin izlenemezliği, ve tabii ki Robert Pattinson'ın çene çizgisi...
"Herkes çocuk sahibi olmak zorunda mı?" şiarıyla yola çıkıp The Worst Person in the World, C'mon C'mon ve The Lost Daughter'ı ele aldığımız yeni bölümümüzle karşınızdayız. The Worst Person in the World ile How to Lose a Guy in 10 Days arasındaki farklar nelerdir, Arda'nın C'mon C'mon'daki çocukla derdi nedir, ve en önemlisi GYLLENHAAL AİLESİNİN EVİNDE NEDEN BU KADAR ÇOK KANEPE VAR??? sorularına yanıt aranırken, konu The Lost Daughter'ın finaline geldiğinde kılıçlar çekiliyor. Dinleyiniz.
Good evening, everyone Thank you for being here to honor my dad's life and work So when Rhea was planning this thing She asked me to help out with A tribute of a certain flavvvaaa Just remember, I'm not a professional
Dünyanın bir kısmı 2022'ye girmiş, bir kısmı 2021'de son saatlerini geçirirken "Licorice Pizza" ve "Annette" tartıştığımız yeni bölümümüzle huzurlarınızdayız. 2022 hepimize uğurlu gelsin!
Defne'nin her şeyi bedensellik üzerinden okuma ısrarından vazgeçmediği, Arda'nın ise "Fransızlar iyi mi, bir sıkıntıları mı var, arayıp sorsak mı?" diye düşünürken dalıp gittiği bir bölümümüze daha hoşgeldiniz. Gözyaşları sel olup akmak üzereyken kaydı son anda bitiriyor, "Titane" ve "Petite Maman" üzerinden annelik, yas, ütopya ve bilimum mevzulara değiniyoruz. Biz bu iki filmi hayli beğendik, umarız siz de hem filmleri sever, hem de sohbetimizden keyif alırsınız.
Selam, son bölümümüzden bu yana bolca ara verdik mi? Verdik. Artık bundan utanmamayı, bunu sahiplenmeyi de öğrendik. Bundan sonra bolca ara verir miyiz? Kim bilir. Bizi böyle kabullenin. Bu garip pre-emptive pasif agresif çıkıştan sonra asıl konumuza gelecek olursak: "The Woman in the Window"dan hareketle hem pandemi filmlerini, hem ("The Girl on the Train" ve "Gone Girl"ü de içine alacak şekilde) "güvenilmez kadın anlatıcı" filmlerini, hem de güvenilmez anlatıcıların sanattaki yerini konuştuk. Çok hoş oldu. Dinleyiniz.
Kısa ve öz tutalım: Bizim Nomadland'le ilgili sıkıntılarımız var. Ona göre dinleyin de sonra papaz olmayalım. Sebepleri bölümde. Tabii o sebepleri duyacağım derken Kerimcan'dan WandaVision'a, Beyaz Show'dan Ayfer Tunç'a uzanan bir serbest çağrışım denizinde yüzmek zorunda kalacaksınız. Bu da bizim farkımız.
Yine evimize kapandığımız bu haftasonu için harikulade bir aktivite: bizim "Bir Başkadır" hakkındaki aşşşşırı orijinal fikirlerimizi dinlemek ister misiniz? Bence bu gece bizde kalın.
“Peyderpey Türkiye Sineması” isimli yeni projemize hoşgeldiniz. Geriye dönük bir bakışla Türkiye sinemasını irdelediğimiz bu projemizde kendimizce seçtiğimiz, “şehirlilik”-“sınıf”-“ahlak” ekseninde meseleleri ele alan filmleri tartışacağız. Bu bölümümüzde Gecelerin Ötesi (1960, Metin Erksan) ve Karanlıkta Uyananlar (1964, Ertem Göreç) özelinde 1950’leri geride bırakıp 1960'lara giren Türkiye'de sınıf meselelerinin sinemaya izdüşümünü irdeledik. Değindiğimiz kaynaklar: Bora Gürdaş. “1960’larda Türkiye’de Siyasi ve Toplumsal Değişimler Bağlamında Görsel Kültür” Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Doktora Tezi. 2015. Sarah Neel-Smith. “Art, Democracy, and the Culture of Dissent in 1950s in Turkey” UCLA Doktora Tezi. 2015. Aslı Daldal. 1960 Darbesi ve Türk Sinemasında Toplumsal Gerçekçilik. Homer Kitapevi, 2010.
“Peyderpey Türkiye Sineması” isimli yeni projemize hoşgeldiniz. Geriye dönük bir bakışla Türkiye sinemasını irdelediğimiz bu projemizde kendimizce seçtiğimiz, “şehirlilik”-“sınıf”-“ahlak” ekseninde meseleleri ele alan filmleri tartışacağız. Bu bölümümüzde Kanun Namına (1952, Ö. Lütfi Akad) ve Namus Uğruna (1960, Osman F. Seden) özelinde 1950’ler Türkiye sinemasının izine düştük. Değindiğimiz kaynaklar: Özön, Nijat. “Türk Sinema Tarihi.” (1962). Baker, Trudy, and Rachel Jones. “Coffee, Tea or Me?” (1967). Hochschild, Arlie Russell. “The Managed Heart: Commercialization of Human Feeling.” (1983). Stinchcombe, Arthur L. “Information and Organizations.” (1990). Suner, Asuman. “Hayalet Ev: Yeni Türk Sinemasında Aidiyet, Kimlik ve Bellek.” (2006). Kaya, Dilek. “Between Tradition and Modernity: Yeşilçam Melodrama, Its Stars, and Their Audiences.” Middle Eastern Studies (2010). https://www.academia.edu/674332/Between_Tradition_and_Modernity_Ye%C5%9Fil%C3%A7am_Melodrama_its_Stars_and_their_Audiences Arslan, Savaş. “Cinema in Turkey: A New Critical History.” (2011). Atakav, Eylem. “Women and Turkish Cinema: Gender Politics, Cultural Identity and Representation.” (2012). Türeli, Ipek. “Istanbul, Open City: Exhibiting Anxieties of Urban Modernity.” (2017).
Evet, geri döndük. Sen millet evinde üç ay otururken bölüm yapma, sosyal mesafelenme kısıtları kalktığı gün sal bölümü. Tam da bize yakışan bir zamanlama. Neyse çocuklar, zaten sosyal mesafelenmeye dikkat etmeye devam edeceğinizi varsayıyoruz. "Normal People"ı hiiiç mi hiç beğenmedik. Zaten beğenmediğimiz şeyler hakkında konuşmak daha bir keyifli. Seviliyorsunuz.
Pazar günkü ödül töreninden önce bazı kategorilerin üzerinden geçtiğimiz kısacık, samimi, sımsıcak, Yeşilçam tadında bir sohbet.
Politik doğruculuk ve Auschwitz'den sonra sanat yapmanın barbarlık olup olmadığı hususunda bir sohbet. Defne'nin bahsettiği Anselm Kiefer'in "Occupations" çalışması için: https://www.tate.org.uk/research/publications/in-focus/heroic-symbols-anselm-kiefer/occupations-heroic-symbols
Ford v Ferrari kisvesi altında "Dad Movies 101" dersi veriyoruz. Oscarlar giderek yaklaşırken "Uzatılmaz Podcastler" ismini taşıyan yeni projemiz/side hustle'ımızla karşınızdayız. "Uzatılmaz Podcastler", adından da anlaşılacağı üzere, Oscar töreninde adı geçecek diye konuşma mecburiyeti hissettiğimiz (herkes bekliyordu çünkü
"Şimdi ben cahil cühela birisi olduğum için... [takip eden 3 dakika boyunca aralıksız konuşuyor.]" - Arda Oscarlar giderek yaklaşırken "Uzatılmaz Podcastler" ismini taşıyan yeni projemiz/side hustle'ımızla karşınızdayız. "Uzatılmaz Podcastler", adından da anlaşılacağı üzere, Oscar töreninde adı geçecek diye konuşma mecburiyeti hissettiğimiz (herkes bekliyordu çünkü
"The Last Jedi, içinde savaş olan Star Wars filmi miydi?" - Defne Oscarlar giderek yaklaşırken "Uzatılmaz Podcastler" ismini taşıyan yeni projemiz/side hustle'ımızla karşınızdayız. "Uzatılmaz Podcastler", adından da anlaşılacağı üzere, Oscar töreninde adı geçecek diye konuşma mecburiyeti hissettiğimiz (herkes bekliyordu çünkü
1917 izleyene sorduruyor: Bana kaderimin bir oyunu mu bu? Oscarlar giderek yaklaşırken "Uzatılmaz Podcastler" ismini taşıyan yeni projemiz/side hustle'ımızla karşınızdayız. "UzatılmazPodcastler", adından da anlaşılacağı üzere, Oscar töreninde adı geçecek diye konuşma mecburiyeti hissettiğimiz (herkes bekliyordu çünkü
Yılın son bölümünü ani bir kararla kaydettik, adeta Uncut Gems kadar kaotik ve heyecan fırtınası bir bölüm oldu. Keşke bu dengesizlik arayışımızı yıllar yılı hesaplanmış ve ince ince kurulmuş bir anlatıya yavaşça yedirerek aktarabilseydik, ama bazı kabiliyetler Safdie Kardeşler’e mahsus. Arda’ya göre “yılın en iyi filmi”, Defne’ye göre ise “başyapıt” ile “meh” arası bir yerlerde olan Uncut Gems, kaçırılmaması gereken bir duygulanım tecrübesi, bitmek bilmeyen bir anksiyete atağı, iki saate yayılmış bir Dinamo Kiev karambolü. Önce izleyiniz, kendinize geldikten sonra bizi de dinleyiniz. Yeni yılda hepinize sıhhat, mutluluk ve başarılar diliyorum efendim. Her şey gönlünüzce olsun, her şey dilediğinizce olsun, her şey her zamankinden daha yüce olsun efendim.
Size Kız Kardeşler hakkındaki düşüncelerimizi anlatalım mı? “Anlat” demekle olmaz, size Kız Kardeşler hakkındaki düşüncelerimizi anlatalım mı? “2019’da izlediğiniz en iyi filmlerdenmiş” demekle olmaz, size Kız Kardeşler hakkındaki düşüncelerimizi anlatalım mı? “Taşra taşra diye kaç bölüm başımızı yediniz, bir daha söyleyin bakalım neden Kız Kardeşler standart bir taşra filmi değil” demekle olmaz, size Kız Kardeşler hakkındaki düşüncelerimizi anlatalım mı? “Kaç bölümdür podcast yapıyorsunuz, hâlâ ‘agency’ kelimesinin Türkçe karşılayıcısını bulma sancılarınızı dinlemek katiyen enteresan değil” demekle olmaz, size Kız Kardeşler hakkındaki düşüncelerimizi anlatalım mı? “Ya o karakterin adı Deli Emine değil Deli Hatice, bir de kaç kere umarsızca üstüne basa basa söylemişsiniz” demekle olmaz, size Kız Kardeşler hakkındaki düşüncelerimizi anlatalım mı? “Defne bir kez daha Emin Alper sinemasına bütünlükçü bir bakış atmış, Arda da ısrarla ‘doğru söylediğini’ tescilleyerek yine bölüme eşsiz katkılarda bulunmuş, yine akla kara ortaya çıktı” demekle... Olur. Buyurun Kız Kardeşler bölümümüze.
Bu bölümde “Marriage Story”yi yerden yere vurduk. Boşa koysak dolmadı, doluya koysak almadı; filmi bir orasından bir burasından tuttuk bir yere oturtamadık. En sonunda filmi ameliyat masasına yatırıp uzuvlarına ayırdık, sonra o uzuvları başka şekilde birleştirdik, bu sefer de ortaya çıkan şey Frankenstein gibi eciş bücüş bir şey oldu o da çok çirkin oldu ya. (Biz neden böyle çirkin analojilerde bulunuyoruz? Bunu da tartışmalı.) Son tahlilde “Marriage Story”nin cinsiyetçilik ithamlarının pek de yabana atılmaması gerektiği sonucunu çıkarmış bulunuyoruz. Hadi Noah Baumbach bir tarafa da, bu Arda’yi ne yapacağız? Car car konuşuyor, sanki pek bir şey anlatıyormuş gibi. Ya vallahi Charlie’den beter, yıldık. ARDA IS CANCELLED. Siz bu bölümü dinlerken kendisi “male feminist” ayağı çekip ikinci dalga feministi tiradı atarken etrafındaki herkesi susturmakta beis görmeyen beyaz nobran egoist erkek arketipine oturup oturmadığını sorguluyor olacak.
Merhaba. Bu bölümümüzde Portrait of a Lady On Fire (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi)’ni böyle ciddili falan akademik bir gözle tartıştık. Unutulmaz Podcastler’den SANAT TARİHİ ŞOV! On sekizinci yüzyılın sanat enstitülerinden girildi, ilham perisi kavramı irdelendi, “male gaze” teriminin mucidi Laura Mulvey’e uğrandı, Antik Yunan mitlerinden dönülüp sanatta “agency” tartışmalarından çıkıldı. Bilgi sağanağına tutulduğumuz bu 45 dakikalık şölen, Çehov’un da dediği gibi “Biraz daha sürse ‘Sanat sanat için midir, yoksa sanat toplum için midir’ anlayacaktık.” Dinleyiniz. Defne’nin bahsettiği Linda Nochlin makalesi: https://www.artnews.com/art-news/retrospective/why-have-there-been-no-great-women-artists-4201/
Parazit (Parasite - Gisaengchung) tartıştığımız yeni bölümümüzle ortamları sallamaya geldik! Bu bölümde neler konuştuk? - HER ŞEYİYLE MÜKEMMEL bir film hakkında podcast yapmanın imkansızlığı, - Parazit’in Us ve Üç Maymun ile çapraz referanslı karşılaştırması, - “Daire” kanalı üzerinden zenginliğin performansı, Aile Şerefi üzerinden zenginliğin ahlaksızlığı okuması, bizim de içselleştirilmiş bir zengin seviciliğe sahip olup olmadığımıza dair sorgulamalar, - “Tabii siz anneleri tarafından size emanet edilen çocuklara her bakımdan yetersiz gördüğünüz bir kadının annelik etmesine şiddetle karşısınız ama” kalıbının anlamı, önemi ve değeri uzerine yersiz bir tartışma. - Parazit’in HARİKA bir film olduğunu söylemiş miydik? Umarız Film Ekimi’nde izlediniz. İzlemediyseniz yakında Başka Sinema’ya geliyor, aman kaçırmayın. İzledikten sonra dönüp bize de bir bakın istedik.
Yıllar yılı bekledim hep bir sevgilim olsun diye Espiriden anlamayan kader bir gün gülsün diye Hayat insana her an gülmüyor Hemen bir sevgili vermiyor Kahpe kader sen bana ne zaman güleceksin Ah bir joker bu ele ne zaman vereceksin Kalbe keder halimi ne zaman göreceksin
(h/t https://ceviri.alternatifim.com/sarkici/jennifer-lopez/jenny-from-the-block) Çocuklar büyüyor ve kadınlar doğuruyor Erkekler çalışmaya gidiyor, bazıları da çalmaya Herkes bir yaşam sağlamak zorunda L O X evet J. Lo evet Bloktan çıktık bu yıl Yokluktan çokluğa gittik bu yıl Herkes taktığım taşlara kızıyor Nereye gittiğimi biliyorum ve nerden olduğumu da Havada LOX duyuyorsun Evet, havaalanındayız d-blokta Bloktan herkesin havalanmaya zorlandığı yerde Yeni bir beyaz t-shirtle , tazesin Hiçbir şeyimiz sahte değil, para kazanıyoruz, konak alıyoruz, kankaları yanımızda getiriyoruz Sahip olduğum taşlar seni aldatmasın Ben hala, hala bloktan Jenny'yim Eskiden çok az şeyim vardı şimdi çok var Nereye gidersem gideyim nerden geldiğimi biliyorum (Bronx'dan!) 'In Living Color' şovu ve film senaryolarından 'On the 6'e J.Lo'ya ve bu manşet klipslerine Miktarlar fazlaca gelirken yerde kaldım Gerçeğim, sanırım sana söylemiştim Gerçekten Oprah'ya gittim Bu sadece benim, hiçbir şey sahte değil, benden nefret etme Aldığın şey gördüklerin Bu şekilde gerçeğe geri dönüyorum, bu işi yaparak Çok büyüdüm Herşey kontrolümde ve bunu seviyorum Dedikodular beni güldürüyor, çocuk Hayatımı ve halkımı seviyorum En başa tanrıyı koyuyorum o zaman gerçek kalmayı unutamam Benim için bu nefes almak gibi Çekleri bozdurmak çaba istiyor Sahip olduğum taşlar seni aldatmasın, şimdi servet Attığın şeyleri geri alıyorsun Doğru rotayı izlesen bile Yıkıcı gençliği yok sayamazsın Bir sure sonra kimle takılacağını biliyorsun Sadece gerçek kal, gelenlerle birlikte En iyisi alçakta durmak, Lox ve J.Lo Bilmiyormuş gibi davranıyorlar, ama biliyorlar
Efkarım birikti sığmaz içime Bin sitem etsem de azdır kadere Gülmeyi unutan yaşlı gözlere Mutluluktan haber ver çiçek tacı
Pixar’ın hiiiç mi hiç merakla beklenmeyen, ama beklenmedik şekilde bekleneni vererek yine mendil ıslattıran yeni eseri Toy Story 4’ü tartışmak için mikrofon başındayız. İlk dakikalarda takımlarımızı seçip (Defne: #TeamGabbyGabby, Arda: #TeamForky) başlangıç noktasında yerlerimizi aldıktan sonra bu kıyasıya mücadeleye giriş yapıyoruz. Arda Toy Story 4’ün baby boomer’ların milenyaller üzerinde kurduğu tahakküme tokat niteliğinde bir isyan teşkil ettiğini savunurken, Defne bu filmde eril tahakkümü pekiştiren bir muhafazakarlık kalesi görmekte ısrarcı. Dostane bir havada geçen ama rekabetten ödün vermeyen bu müsabakada yok yok: Toy Story 4’ün Trump Amerikası içindeki yeri de tartışılıyor, varoluşçuluk/bilinç/sahiplik/kölelik ekseninde çıkarımlar da yapılıyor, Pixar filmlerinin toplumsal cinsiyet hususunda katedemediği mesafe de masaya yatırılıyor. Defne’nin Marina Abramović ve Ulay’ın sahte romantizminin ipliğini pazara çıkarmasıyla yükselen gerilim, Key & Peele’in övülmesiyle tatlıya bağlanıyor. Final düdüğü yaklaşırken ise tempo iyice yükseliyor, en sevilen Pixar filmleri ve en overrated/underrated Pixar filmleri sıralamalarıyla nefes kesen bir finale tanıklık ediyoruz. Dinleyiniz.
Feci off-brand bir şekilde hiç tatava yapmadan bam bam girdiğimiz bu bölümde, ufak tefek pasif agresifler eşliğinde son günlerin fırtınalar koparan filmi “Booksmart”ı tartışıyoruz. Booksmart, “lisenin sonu filmleri” janrıyla (Pretty in Pink, Dazed and Confused, Superbad, Blockers) nerelerde kesişiyor, nerelerde ayrılıyor? Filmin kadın temsilini, kuir tonlarını, ailelerin ortalıkta gözükmemesini, azınlık eksikliğini, ABD yükseköğrenim sisteminin meritokrasi yanılgısıyla ilişkisini nereye koymalı? Bu fırsattan istifade Freaks and Geeks’in lise hikayeleri anlatırken yaptığı devrimi, Bridesmaids’in “feminist film” etiketini ne denli hak ettiğini, Easy A’deki ailenin mikemmelliğini, Netflix’in romantik komedi atılımını tartışırken Olivia Wilde’ı takdir etmekten geri durmuyoruz. Dinleyiniz.
Bu bölümümüzde Nejat Alp'in kadife sesinden dinlemeye alışık olduğumuz nağmeler eşliğinde canımız ciğerimiz, kalplerimizi esir almış Robert Pattinson'un vampirlikten yarasalığa olan yolculuğunu ele aldık. Harry Potter ve Twilight'tan başlayan bu oyunculuk serüveni Cosmopolis, Good Time ve High Life'a uğradıktan sonra The Batman'a dönmeyi nasıl başardı? Robertcığımız ve efsanevi çene çizgisi Bruce Wayne rolünü kotarabilecek mi? Batman'e yerli casting yapsak kimleri seçerdik? Game of Thrones finalinin sızıntıları senaryoyu tutturdu mu? Hepsi ve daha fazlası için dinleyiniz.
Bu bölüme açıklama yazmaya gerek yok. Adet yerini bulsun diye yaptığımız bir bölüm. Vallahi bıktık. Leş gibi bir bölüm oldu, dinlemeyin.
Hurşit Güneş! Adnan Şenses! Özgür Yılmaz! Miles Morales! Peter Parker! Gwen Stacy! Oktay Sinanoğlu! Feyza Hepçilingirler! Phil Lord! Chris Miller! Barry Jenkins! Jean Baudrillard! Elçin Sangu! Bayan Rottenmeier! Tami Erin! Pui Fan Lee! Robert Rodriguez! Ang Lee! Bunlar, "Spider-Man: Into the Spider-Verse" tartışalım diye giriştiğimiz bu bölümde değindiğimiz isimlerin yalnızca bazıları. Anlaşılacağı üzere AŞIRI miktarda BOŞ YAPTIĞIMIZ bu bölümümüzde biz çok eğlendik, set ortamı çok keyifliydi, çok sıcak çok samimi bir şey oldu. E siz de bir şans verirsiniz diye umuyoruz artık.
Unutulmaz Podcastler’in yeni bölümünde bizim güzel manolyamız Beyza B., “canım podcastime saygımla geldim” diyerek aramıza katıldı ve kaç bölümdür beklenen şarkı “The Favourite”i icra etmemize yardımcı oldu efendim. Hayatta nefret ettiğimiz üç şey olan riya, yalan ve nankörlük dolu bu eser bizim için bir kahır mektubuna dönüşmesin diye “nasıl içmem arkadaşım, efkar dolu dertli başım” demekten kendimizi alamadık, bölümün sonu itibarıyla biz yaralı bir kuştuk kimsesizdik berduştuk. Emma Stone’un haddinden büyük gözleri bizim olduğu gibi Olivia Colman’ın da gecelerine doğunca güzel kızın kıymetini kimsesiz yaşayıp bilen kraliçemiz Rachel Weisz’a bir “gitme sana muhtacım, gözümde nursun başımda tacım” dahi demedi, onun yerine herkes gibi ilaçlarını alıp yatmayı tercih etti. Neticede Emma ve Olivia’nın inleyen nağmeleri sarayı sararken biz de Beyza B. ile bir buçuk saatlik bu keyifli sohbet nasıl geçti habersiz, anlamadık. Katılımı bizi mesut ve bahtiyar eyleyen muhterem konuğumuz Beyza B. ile elbet bir gün yeniden buluşacağız, zira eller ayırsa bile yıllar ayırsa bile yollar ayırsa bile biz ayrılamayız efendim.
Yılın belki de son bölümünde 2018'in en çok tartışma uyandıran filmlerinden ROMA’yı dip köşe konuştuk! Sınıf çatışması, kadın dayanışması derken Cuarón'un ROMA'da izleyicisi ile oynadığı sinsi oyunlara yenik düştük mü? ROMA, kaçıncı dalga feminizmine tekabül ediyor? Yoksa ROMA bir süperkahraman filmi mi? ROMA'nın ana karakteri Cleo mu, Cuarón mu, yoksa biz miyiz? Kocaman garaj, küçücük araba bir kastrasyon öyküsü mü, yoksa Fre*d’a yaptırdığımız primler haram mı? Alfonso Cuarón, Meksika'nın Çağan Irmak'ı olabilir mi? Defne duygulanımların esiri olup filme tüylü şeftali muamelesi yaparken (yine şaşırtmadı), Arda günlerdir oynak Kibariye referansını podcaste nasıl sızdıracağım diye uykusuz mu kalıyordu? Corpus Christi olaylarını 32.Gün arşivlerinden mi Cuarón'dan mı dinlemeli? Hepsi ve daha fazlası için dinleyiniz. Kırmızıyı severler Birbirini överler Romanlar böyledirler Çalgısız yaşayamaz ölürler İlle de roman olsun İster çamurdan olsun O da Allah kuludur Her kim olursa olsun Düğün dernek ederler Etsiz yemek yemezler Romanlar böyledirler Çalgısız yaşayamaz ölürler
İbrahim Erkal'ı, Ertem Eğilmez'i, Adile Naşit'i, Münir Özkul'u, Rocky Marciano'yu ve tüm yürekten sevenleri saygıyla anıyoruz. Yandım bir güzelin hasretinden cayır cayır Yandım yollarını gözlemekten gelmez hayır Yandım ellerini, gözlerini, sözlerini özlemekten Yandım çok yandım Ben bu hasretlerde yaşayamam ki Ben bu özlemlerde dayanamam dayanamam ki Yandım onsuzluktan Yandım bir güzelin hasretinden cayır cayır Yandım yollarını gözlemekten gelmez hayır Yandım durmasını, bakmasını, kızmasını özlemekten Yandım çok yandım
- Güney aksanı vardır, eee, bu da, eee, Mississippi Nehri'nin, eee… - Kentucky. - Tabii Kentucky mesela. Onlar da böyle “Whel, I sho’ do like y’all, and if y’all like me too, we have sumthin’ in common faw’ sho” diye başka bir şeyde konuşurlar. Bunun yanında İtalyanlar vardır mesela New York’ta işte Robert De Niro’nun filmlerinde işte gördüğümüz, eee, “Well, u gotta do what u gotta do, a man’s gotta do what he’s gotta do” diye… [Gülüşmeler]
Unutulmaz Podcastler’in yeni bölümünde Ahlat Ağacı’nı enine boyuna, en küçük detayına kadar tartıştık, adeta sündürdük! Hatta sündürme işlemini öyle bir abarttık ki tartışmamızı iki bölüm hâlinde yayınlamak zorunda kaldık. İkinci bölümümüzde filmin ruhuna uygun epizodik bir tartışmayla Nuri Bilge Ceylan’ın aslında politik olup olmadığından, rüya sekanslarının filmdeki rolünden, imam sahnesinden, Türk sinemasının en erotik anlarından bahsetmek suretiyle çizdiğimiz çerçeveyi doldurduk. İşler Freud’a, Ağır Roman’a, Yavuz Turgul’a ve Arda’nın tutarsız film değerlendirmelerine nasıl geldi, açıkçası merak konusu. Dinleyiniz. ----- Sündürme Tarifi İçin Malzemeler (h/t https://www.nefisyemektarifleri.com/sundurme/) 1 adet yumurta 5 yemek kaşığı peynir (kaşar peyniri de olabilir ) 1 tatlı kaşığı tereyağı Sündürme Tarifi Yapılışı Tavamızı ısıtıyoruz, sonra tereyağını koyuyoruz tereyağı eridikten sonra yumurtayı kırıyoruz ,sonra peynirimizi atıyoruz ,peynirler de eridikten sonra alt üst edip 2 dk daha piştikten sonra yiyoruz afiyet olsun.
Unutulmaz Podcastler’in yeni bölümünde Ahlat Ağacı’nı enine boyuna, en küçük detayına kadar tartıştık, adeta sündürdük! Hatta sündürme işlemini öyle bir abarttık ki tartışmamızı iki bölüm hâlinde yayınlamak zorunda kaldık. İlk bölümümüzde Ahlat Ağacı Nuri Bilge Ceylan sinemasında nereye oturuyor, kendisinin bir baba-oğul filmi olduğu kaçıncı dakikasında anlaşılıyor, Türkiye sinemasında taşra temsili gibi meseleleri konuşarak genel bir çerçeve çizdik. Hazır başlamışken Ahlat ağacı’nın botanik kökenlerinden, “self-reflexive” kavramının Türkçe karşılığının ne olması gerektiğinden, Mehpare Çelik’ten ve tabii ki Of Aman Nalan’dan da bahsettik. Dinleyiniz. ----- Sündürme Tarifi İçin Malzemeler (h/t https://www.nefisyemektarifleri.com/sundurme/) 1 adet yumurta 5 yemek kaşığı peynir (kaşar peyniri de olabilir ) 1 tatlı kaşığı tereyağı Sündürme Tarifi Yapılışı Tavamızı ısıtıyoruz, sonra tereyağını koyuyoruz tereyağı eridikten sonra yumurtayı kırıyoruz ,sonra peynirimizi atıyoruz ,peynirler de eridikten sonra alt üst edip 2 dk daha piştikten sonra yiyoruz afiyet olsun.
Unutulmaz Podcastler, 1988’den sonra piyasaya çıkan bütün gişe filmlerini ele aldığı bölümüyle ZIPKIN gibi, FİŞEK gibi, uçaktan atlayan Tom Cruise gibi, helikopterden sarkan Uğur Dündar gibi geri dönüyor! Arda, IMDb’den minimal eforla edinilebilecek bilgileri paketleyip marifetmiş gibi yarım saat boyunca anlatırken Defne “hıhı hıhı, ya geçen gün DON THE DRAGON WILSON filmi izledim ne zaman bitecek bu çilem” dercesine kafa sallıyor. Mesele Die Hard’dan başlayıp Mad Max: Fury Road’a, Marvel Sinema Evreni’ne, Fast and Furious serisine, Jan Claude Van Damme’a, Christopher Nolan’a ve anlamadığımız şekilde Behzat Ç.’ye bağlanıyor. Tom Cruise’un yaşlanmadığını ispat çabasından nice koç yiğitler helak oluyor, ve Bechdel Test tabii ki bir kez daha geçilemiyor. Bu kadar atlama zıplama kavga dövüş arasında ise bizi aklımızda tek bir soru var: “İndim derelerine, bilmem nerelerine, Henry Cavill kaytan bıyıklarını sürse nerelerine?”
Unutulmaz Podcastler, aylar süren uykusundan nihayet uyanıyor, patlayan tavuk misali bomba gibi bir bölümle ortamlara geri dönüyor! Dünya Kupası bekleneni verdi mi? VAR, futbolu öldürdü mü? Arda toksik masküleniteye en sonunda yenik düştü mü? Defne “Unexpected Pilates” isimli yeni bir ekol mü başlatıyor? Türkiye’de kimlerde Big Dick Energy var? Arda Silk Beni’yi, Defne “Yerli Edis” İdo Tatlıses’in James Turrell göndermeli klibini kafasından atabilecek mi? Eskişehir’in kızları yazın ne suyu içer? North by Northwest’in finalinde Ankaralı Ayşe’nin hangi ölümsüz eseri çalmalıydı? Fark ettiğiniz üzere bolca boş yaptığımız bu bölümümüzde ciddi ve sorumluluk sahibi kimliğimizden de ödün vermedik, Tolga Karaçelik’in son filmi Kelebekler’i enine boyuna tartıştık. Yer yer fikir ayrılığına düştüğümüz olmadı mı, oldu; ama bu ayrılıkları da iki medeni insan gibi, yıllar sonra travmalarıyla yüzleşmek için bir araya gelen üç kardeş gibi çözdük. Dinleyiniz.
Unutulmaz Podcastler’in yeni bölümünde sevgili dostlarımız Tuğba B. ve Özgür B.’nin AŞIRI BÜYÜK evlerine konuk olduk, Andrey Zvyagintsev’in fırtınalar koparan son eseri Loveless’ı tartıştık. Tuğba bir saat içerisinde kaç aforizma üretebilir, ürettiklerinin hepsini dövme yaptıracak olsak vücudumuzda yer kalır mı? Özgür ortamlarda Andrey Bey’in ilk uzun metrajını izlemiş tek kişi olmanın ekmeğini yemekten ne zaman vazgeçecek? Yıkık dökük ev görünce kendinden geçen Defne, boş zamanlarında inşaat izlemeye bayılıyor mu? Arda üzerine haftalardır çalıştığı Zvyagintsev telaffuzunu mükemmelleştirip overachiever’lık yaptı mı? Hepsinden öte, Tuğba ve Özgür’ün evinin yüzölçümü Cambridge’in kültür merkezi olmayı kaldırabilecek mi? Hepsi ve daha fazlası için tıklayınız.
Yeni bölümümüzde dünyadaki geek’lerin çocukluk travmalarından başlayıp Gamergate’e, Net Neutrality’ye, Bitcoin’e çıkan yolun başucu eseri Ready Player One’a utanmadan dil uzattık. (Arada Star Wars: The Last Jedi’a da değinmeye çalıştık ama pek beceremedik o işi.) Ready Player One, Spielberg’ün geek kültürü içerisine yerleştirdiği Truva atı olabilir mi? Geek’lik proaktif mi reaktif mi? Steven Spielberg Jobs mu, Wozniak mı, yoksaaa Ertem Eğilmez mi? Ve her şeyden önemlisi, Avatar’ın grafik tasarımcısı utanmıyor mu?
Unutulmaz Podcastler'in son bölümünde (last değil latest mânâsında son, ama last da olabilirdi) kılıçlar çekildi, sinirler gerildi, orta sınıf Avrupa ailesinin yemek masasında yıllar yılı üstü örtülen gerginlikler aniden açığa çıkmışçasına karakter infazları yaşandı. Arda bir haftada üç Haneke filmi izlemenin bünyeye zararlarını irdelerken Defne bu acımasız dünyanın zorluklarına Haneke'yle birlikte göğüs germenin ayrıcalığını hissetmekle meşguldü. Aralarda bir yerlerde Happy End ve The Square de tartışıldı, zaten yaşadığımız duygulanımlar bunlardan ayrı tutulamazdı.
Ana karakteri bilim kadını olan içe dönük uzaylıyla temas bilimkurgularını tartıştık, bu kalabalık türün sayısız örneği içerisinden zorlanarak iki film seçip onları değerlendirdik: Annihilation ve Arrival. Annihilation mı yoksa Kolpaçino mu daha iyi bir stoner filmi? Annihilation'daki Lena'nin mi, yoksa İkinci Bahar'daki Tim'in mi tenure alma şansı daha yüksek? Blair Waldorf Küçük Sırlar'da mıydı yoksa Medcezir'de mi? Uzaylı yumruklayan Will Smith mi, yoksa bize uzaylı dilinde okumayı yazmayı hızlı düzgün saymayı her an dürüst olmayı öğreten Amy Adams mi evladır? Hepsi ve daha fazlası için tıklayın!
Oscars90 Özel Bölümümüzün ikinci kısmında esaslı kategorileri konuştuk, gönlümüzün şampiyonlarını ve bahis favorilerini kıyasladık, geride kalan filmlerin yasını tuttuk ve tabii ki biraz da Armie Hammer övdük.
Oscars90 Özel Bölümümüzün ilk kısmında dünden bugüne Akademi Ödülleri töreninin sunucularını karşılaştırdık, 2017 yılını istişare ettik ve küçümen ödül kategorilerini değerlendirdik!
Sütten Kesilme Öykülerinin devam bölümünde Lady Bird, Boyhood ve Mustang etrafında yuvalarından uçan kuşların peşine düştük.
Call Me by Your Name, Blue is the Warmest Color ve Moonlight etrafında bolca Armie Hammer övdük, artan zamanda da cinselliğini keşfeden ergenleri konuştuk. Aşk Kuzey İtalya'nın şeftali bahçelerinde mi, Paris'in sanat galerilerinde mi, Miami'nin toplu konut projelerinde mi daha güzel yaşanıyor güzelim?
Three Billboards Outside Ebbing Missouri, The Beguiled, Wonder Woman (ve Ufak Tefek Cinayetler) etrafında güçlü kadın karakter yazmayı, patriarkinin yıkılabilme ihtimalini ve Hollywood'un temsil sıkıntısını konuştuk. Aynı zamanda Tarkan'ı ve ailesini kutluyoruz.
Unutulmaz Podcastler'in ilk bölümünde, orta yaşlı beyaz heteroseksüel cis erkek sanatçılar tarafından heder edilen kadın karakterleri konuştuk! IETT, Aronofsky ve Paul Thomas Anderson’a nasıl tepki koyuyor? Anderson, sinema güzellemesi yaptığı Phantom Thread ile dikiş tutturabilecek mi?mother!’ın ve Phantom Thread’in heder ettiği kadın karakterlerin kurtuluşu nerede? Başyapıt yaratma uğrunda her yol mübah mı? Disaster Artist aslında gizli bir Aronofsky hicvi mi? Pekiiii Ezhel’in, mother!’daki tanrı tasviri ile ne ilgisi var? Hepsinin cevabı ilk bölümümüzde!