POPULARITY
Namaz kılacak kimsenin, namaza başlamadan evvel bilmesi icap eden bir takım şartlar (farzlar) vardır ve bunlardan birini kasten veya unutarak yerine getirmemesi hâlinde namaz sahih olmaz. Altısı içinden altısı da dışından olmak üzere bu farzlar şunlardır: Namazın dışındaki farzları: 1. Hadesten taharet: Küçük ve büyük hadesten (cünüb ise gusül, değilse abdest almak) temiz olmak. 2. Necasetten taharet: Bedenin, elbisenin ve namaz kılınacak yerin temiz olması. (Görünür pisliklerden temizlenmek) 3. Setri avret: Avret yerinin örtülmesi. (Erkeğin avret yeri göbekten diz kapağının bitimi yerine kadardır, buna göre göbek, avrete dahil değil, diz kapağı ise dahildir. Kadının avret yeri ise yüz, eller ve ayakların haricinde bedenin tamamıdır) 4. İstikbal-i kıble: Namaza başlamadan kıble yönüne (Kâbe-i Mükerreme'ye) dönmek. 5. Niyet: Kalbin Namaz kılmayı kesin olarak irade etmesi. 6. Vakit: Namazı vaktinin girmesinden sonra kılmak. Namazın içindeki farzları: 1. Tahrime: Namaza “Allâhu ekber” lâfzıyla başlamak. 2. Kıyam: Farz Namazda güç yetiyorsa ayakta durmak. 3. Kıraat: Kıyamda Kur'an okumak. (Uzun bir ayet veya üç kısa ayet okusa farz sakıt yani farzı yerine getirmiş olur. Ancak Fâtiha suresi okumak vacip olduğu için sehven bunu terk ederse sehiv secdesi yapar. İmama uyan kimsenin kıraat yapması gerekmez) 4. Rükû: Kıyamdan sonra eller dizlere dokunacak derecede eğilmek. 5. Secde: Rükûdan sonra alnı, burnu, elleri, dizleri ve ayakları yere değdirmek. 6. Ka'de-i ahire: Namazın sonunda teşehhüd miktarı kadar oturmak. (Eşref Ali et-Tehânevî, El Muhtasar fi'l Fıkhi'l Hanefi,s.148-157)
Oruçlu kimsenin yeme veya içme yoluyla orucunu bozması hâlinde, aşağıdaki şartlarda kendisine kaza ile birlikte kefâret icap eder: Orucun, kişinin üzerine farz olan bir oruç olması; binaenaleyh küçük çocuğun veya yolcunun orucunda olduğu gibi, farz olmayan bir orucu bozmakla kefaret icap etmez. Kişinin Ramazan orucunu bozmuş olması; buna göre kişinin, Ramazan orucundan başka bir orucu bozması durumunda, bu, Ramazan orucunun kazası olsa bile kefaret icap etmez. Kişinin, lezzeti olan veya vücuda fayda veren gıda ve ilâç türü bir şeyi yemesi veya içmesi. Susam kadar küçük olsa bile böyle bir şeyi yediği/içtiği zaman kefaret gerekir. Buna göre çakıl taşı yutma veya hamur yemede olduğu gibi, lezzeti bulunmayan veya vücuda fayda vermeyen bir şey yemesi durumunda kendisine yalnızca kaza gerekir, kefaret icap etmez. Yenilen veya içilen şeyin, insanın tiksindiği bir şey olmaması; binaenaleyh eğer yenilen veya içilen şey, insanın tiksindiği bir şeyse, meselâ kişinin, bir lokma bir şey çiğnemesi, sonra onu ağzından çıkarması, sonra tekrar ağzına sokarak yutması hâlinde yalnız kaza gerekir, kefaret icap etmez. Oruçlu kimsenin cinsî münasebet yoluyla orucunu bozması hâlinde de kendisine kaza ile birlikte kefaret icap eder. Kefaret yalnızca kişinin geceden oruca niyet etmiş olması ve oruca başlaması, sonra da orucunu bozması durumunda gerekir, geceden oruç tutmamaya niyet eden kimseye gerekmez. (Eşref Ali et-Tehânevî, El Muhtasar fi'l Fıkhi'l Hanefi, S,344-345)
Oruç tutan kimse eğer unutarak yer, içer veya cinsî münasebette bulunursa orucu bozulmuş olmaz. Bu hususta unutarak bir kere yemekle birden fazla kere yemek arasında fark olmadığı gibi, az veya çok yemek arasında da fark yoktur. Bir kimse, oruçlu bir şahsın unutarak yediğini görse bakılır, eğer kuvvetli biri olup orucunu tamamlama imkânına sahip olduğu görüşündeyse, oruçlu olduğunu kendisine hatırlatması icap eder. Fakat çok yaşlı olup orucu tamamlamakta zorlanacak olduğu görüşündeyse oruçlu olduğunu hatırlatmaması caizdir. Oruçlu kimsenin saçına ve vücuduna yağ sürmesi, gözüne sürme çekmesi ve güzel koku koklaması caizdir. Sürmenin tadını boğazında hissedecek veya rengini, tükürüğünde veya balgamında görecek olsa bile orucu bozulmuş olmaz, aynı zamanda bu, mekruh da değildir. Oruçlu kimsenin boğazına toz veya sinek girse orucu bozulmaz, fakat kasten sokarsa oruç bozulur. Oruçlu kimse eğer boğazına amber veya öd ağacı dumanı sokarsa yahut tütün içerse orucu bozulur. Fakat dumanının olmadığı yalnızca hoş kokulu bir madde koklarsa oruç bozulmaz. Oruçlu kişinin dişleri arasında yemek veya et artığı kalmış bulunur da onu yiyecek olursa bakılır, eğer nohut kadarsa veya ondan daha büyükse orucu bozulur, eğer ondan daha küçükse orucu bozulmaz. Eğer onu ağzından çıkarır, sonra da tekrar ağzına atıp yiyecek olursa her hâlükârda, yani nohuttan büyük olsa da küçük olsa da orucu bozulur. Oruçlu kişi tükürüğünü yutarsa orucu bozulmaz, tükürüğün az veya çok olması arasında fark yoktur. (Eşref Ali et-Tehânevî, El Muhtasar fi'l Fıkhi'l Hanefi, S.339-340)
7. Farz namazın ilk iki rekâtında Fâtiha'dan sonra tam bir sûre veya üç kısa yahut bir uzun ayet okumak vaciptir. Namaz kılan kimse eğer onu, ilk iki rekâtta okumamışsa son iki rekâtta, Fâtiha'dan sonra okur. Fakat bunu kasten yapmışsa namazı iade etmesi vaciptir, eğer sehven yapmışsa sehiv secdesi yapması vaciptir ve sehiv secdesi yapmışsa namazı sahihtir.8 . İkinci rekâtta, birinci rekâttan daha fazla kıraat yapmaz.9. Fâtiha'dan sonra herhangi bir sûre veya üç kısa ayet okur, üç kısa ayet miktarına eşit uzun bir ayet okusa da caiz olur.10. Evvelâ zamm-ı sûreyi, sonra da Fâtiha'yı okumuş olursa bakılır; eğer bunu kasten yapmışsa namazın iadesi vaciptir, sehven yapmışsa sehiv secdesi yapar ve iade gerekmez.11. Son iki rekâtında Fâtiha'dan sonra zamm-ı sûre okumasında bir beis olmayıp namazı sahihtir, bunun için sehiv secdesi gerekmez.12. Münferit olarak namaz kılan kimse Fâtiha'yı ve zamm-ı sûreyi, kendisine duyuracak şekilde gizli olarak okur, dolayısıyla eğer kendisine duyurmayacak derecede (tamamen içinden) okursa namazı sahih olmaz.13. Kişinin, peltek olup harfleri güzelce yerine getirememesi ve aralarını fark ettirememesi hâlinde harfleri sahih olarak çıkarmaya (tashih-i hurûfa) cehd ve gayret göstermesi gerekir, eğer gayret göstermezse günâh işlemiş olur ve namazı sahih olmaz.14. Herhangi bir namaz için belirli bir sure tayin etmek ve o namazda başka sûre okumamak mekruhtur. (Eşref Ali et-Tehânevî, El-Muhtasar fi'l Fıkhi'l Hanefi, s.158-161)
1. Namaz kılan kimsenin namazda abdesti bozulacak olsa abdest alır ve namazı iade eder.2. Rükûdan tam olarak doğrulmadan evvel secdeye gidecek olursa namazı iade eder. Bu, kasdî olması hâlindedir, eğer sehven olursa sehiv secdesi yapar.3. Eğer secdede alnını yere koymuş, burnunu koymamışsa namazı sahih olur, fakat burnunu koymuş ve özürsüz olarak alnını yere -kasten veya unutarakkoymamışsa namazı sahih olmaz. Kendisinde özür bulunması durumunda ise namaz sahih olur4. Pamuk gibi bir şeye secde ettiğinde, secdede mübalağa yapması gerekir. Öyle ki alnı yere iyice yerleştirip daha fazla yere yapışamayacak derecede sabit kılması gerekir. Eğer mübalağa etmez ve alnı yere iyice yerleştirmezse secdesi sahih olmaz. Bunun kasten veya sehven olması arasında fark yoktur.5. İki secde arasında tam olarak oturmamışsa bakılır, eğer ilk secdeden başını kaldırmamışsa veya çok az kaldırmışsa o, bir secde sayılır ve namazı kesinlikle sahih olmaz, dolayısıyla namazı iade etmesi gerekir. Fakat başını, oturmaya yakın olacak şekle kadar kaldırmışsa kendisinden (zimmetinden) farz, nakıs (eksik) olarak sakıt olur ve yine namazın iadesi icap eder.6. Eğer rükûdan kalkarken “semi'allâhü limen hamideh, Râbbenâ leke'lhamd” dememişse veya rükû ve secdede tesbîhât yapmamışsa veya son oturuşta (ka'de-i ahîre) Resûlullâh (s.a.v.)'e salât u selâm okumamışsa sehiv secdesi vacip değildir, fakat sünnete muhalefet etmiş, aykırı davranmış olur. (Eşref Ali et-Tehânevî, Hanefi İlmihali, s.158-161)
Allâhü Teâlâ nezdinde namazdan daha sevgili bir ibadet yoktur. İşte bu yönden Şer-i Şerif, namaza gösterdiği itinayı hiçbir ibâdete göstermemiştir. Allâhü Teâlâ namazı, kullarının hayatları boyunca istifade ettikleri sonsuz nimetlerinin şükrü için bir vesile kılmıştır. Cuma gününde bu nimetlerin tahakkuku diğer günlere nispetle çok daha fazla olmasından dolayı, hatta ilk insan olan Âdem (a.s.) bu günde yaratılmıştır, Cenâb-ı Hâkk o günde, diğer namazlardan bazı bakımlardan ayrıcalıklı olan hususî bir namazı kullarına emretmiştir. Bilindiği üzere cemaatin hikmetleri ve onda bulunan bir kısım faydalar vardır. Ayrıca cemaatin çokluğu ile onun meyvelerinin de çoğalacağı herkesçe malumdur. İşte bu sebeple Allâhü Teâlâ, insanların muhtelif yerlerden gelerek bir camide toplanmaları ve cemaat hâlinde edâ etmeleri için Cuma namazını kullarına farz kılmıştır. Bu toplanma için Cuma gününü tayin buyurması ise onun, günlerin en faziletlisi ve en şereflisi olması sebebiyledir. Allâhü Teâlâ geçmiş ümmetleri, herhangi bir günü seçerek onu ibadete tahsis etmeleri ve o günde ibadet etmeye son derece yüksek önem vermeleri hususunda serbest bırakmış, bunun üzerine Yahudiler: “Allâh, göklerin ve yerin yaratılışını cumartesi günü tamamladı” diyerek o günü seçmişler, Hristiyanlar ise: “Allâh âlemi yaratmaya Pazar günü başladı” diyerek o günü seçmişlerdir. Allâh Teâlâ da bu ümmet için, günlerin en faziletlisi ve en şereflisi olan Cuma gününü tercih buyurmuştur. (Eşref Ali et-Tehânevî, El-Muhtasar fi'l Fıkhi'l Hanefi, s.261-262)
Enes bin Mâlik (r.a.)'dan naklen Şeyh Ebü'l-Berekât Hibbetullah Sekatî'nin bize haber verdiği üzere, Resûlullâh (s.a.v.) buyurdu: “Receb, Allâhü Te'âlâ'nın ayıdır. Şa'ban benim ayımdır. Ramazan benim ümmetimin ayıdır.” Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e “Yâ Resûlâllah! Receb Allâhü Te'âlâ'nın ayıdır ne demektir?” diye sorulan suâle: “Receb Allâhü Te'âlâ'nın ayıdır. Çünkü Receb, Hakk'ın mağfiretine mahsus bir aydır. Bu ayda çarpışmaya izin yoktur. Bu ayda Allâhü Te'âlâ peygamberlerin dualarını kabul etmiştir. Yine bu ayda Allâhü Te'âlâ evliyasını düşmanlarının elinden kurtarmıştır. Bir kimse Receb ayında oruç tutsa, Allâhü Te'âlâ tarafından üç türlü lütuf ve inâyete mazhar olur. Bunlardan biri Allâhü Te'âlâ onun geçmiş günahlarının tümünü mağfiret eder. İkincisi ondan sonraki hayatında da onu korur. Üçüncüsü mahşer yerinde susuzluktan emin olur” buyurduğunda, orada bulunanlardan bir yaşlı ve pîr-i fânî ayağa kalkıp: “Ya Resûlullâh, ben Receb ayının hepsini oruç tutamam” dediğinde: “Sen Receb ayının birinci, onbeşinci ve sonuncu günleri oruç tut, hepsini tutmuş sevabına kavuşursun. Çünkü sevâblar on misli yazılır. Fakat sen Receb-i şerîfin ilk cum'a gecesinde gâfil olma ki, melekler o geceye Regâib gecesi demişlerdir. Zira o gece, gecenin üçte biri geçtikten sonra göklerde ve yerde bir melek kalmaz, hepsi Kâ'be-i Muazzama ve etrafında toplanırlar. Allâhü Te'âlâ onların bu toplanmalarına muttali' oldukda, onlara hitaben: “Ey meleklerim, dilediğinizi benden isteyiniz” buyurur. Onlar, “Yâ Rabbî, istediğimiz, Receb ayında oruç tutanları mağfiret etmendir” deyip, isteklerini arzederler. Allâhü Te'âlâ: “Ben Receb ayında oruç tutanları mağfiret ettim buyurur” dedi. (Regâib, Berât ve Kadir gecesi namazlarını cemâatle kılmak mekruhtur. Hanefi mezhebine göre nâfile namazlardan ancak teravih namazı cemaatle kılınabilir.) (Abdulkadir-i Geylâni (k.s.), Gunyetü't Tâlibîn, s.272)
Duâ mahalli olan son oturuşta sıradan konuşmalara benzer şekilde duâ etmenin namaza zararı var mıdır? Âlimler, namazda yapılan duâyı üç kısımda incelemişlerdir; 1. Kur'an-ı Kerim veya hadis-i şerif kaynaklı olan dualar. 2. Kur'an-ı Kerim veya hadis-i şerif kaynaklı olmayıp, insanların gündelik ve sıradan konuşmalarını andırmayan ve insanlardan istenilmesi muhâl (imkansız) olan şeyleri içeren duâlar. 3. Kur'an-ı Kerim veya hadis-i şerif kaynaklı olmayıp, insanların gündelik ve sıradan konuşmalarına benzer tarzda insanlardan istenilmesi muhâl olmayan şeyleri içeren dualar. Hanefi alimlerine göre birinci ve ikinci kısımlarda anlatıldığı şekilde duâ etmek namazı bozmaz. Üçüncü kısımda anlatıldığı şekilde duâda bulunmak ise namazı bozar. Buna göre kişinin mesela; “Allah'ım, bana baklava börek gönder, falan hanımla evlendir, borcumu öde...” emsâli şekilde bir duâda bulunması, sahih olan görüşe göre namazı bozar. Fakat “Allah'ım bana afiyet ver, beni affet, bana rızık ver” gibi insanların gündelik ve sıradan konuşmalarını andırmayan ve insanlardan istenilmesi muhâl olan şeyleri içerecek şekilde duâda bulunmak namazı bozmaz. Muaviye b. Hakem es-Sulemiyyi (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: “Muhakkâk ki şu namaz, insanların kelamından hiçbir şeye uygun değildir. Çünkü namaz ancak tesbih, tekbir ve Kuran okumaktan ibarettir.” (Müslim) (Suâlli Cevaplı İslâm Fıkhı, c.2, s.388-389)
1. Rızkın genişlemesi; 2. Mal, ömür ve amellerde bereketin olması; 3. Gam ve kederlerden kurtulmak; 4. Yağmurun yağması; 5. Tabî âfetlerden emîn olmak; 6. Allâhü Teâlâ'nın yardımına nail olmak; 7. Allâhü Teâlâ'nın emriyle, meleklerin, kişinin kalbini sabit kılması; 8. Hakikî izzet ve kuvvetin tahakkuk etmesi; 9. Yüksek mertebelerin kazanılması; 10. İnsanların kalplerinde onun sevgisinin oluşması; 11. Kur'ân-ı Kerîm'in ona şefaat etmesi; 12. Ona isâbet eden noksanlıkların, Allâhü Teâlâ'nın, noksanlığa bedel, başka bir şey ihsan etmesiyle onarılması; 13. Kalbin itminana kavuşması, mutmain bir kalbe sahip olmak; 14. Zikredilen hayırların evlâtlara da sirâyet etmesi; 15. Gaybî müjdelere nail olmak; 16. Ölüm esnasında meleklerin müjdelerine nail olmak; 17. Fakirlik ve iflâstan emin olmak; 18. Az bir şeyle iktifâ etmek; 19. Allâh (c.c)'un gazâbından emin olmak, korunmuş olmak. (Eşref Ali Tehanevi, Hanefi İlmihâli, s.43) ŞİRKTEN VE KÜFÜRDEN KORUNMAK İÇİN OKUNACAK DUÂ “Allâhümme innî e‘ûzü bike en-üşrike ve ene a‘lemü ve estağfiruke limâ lâ a‘lemü.” Türkçe Anlamı: “Allâh'ım! Bilerek şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmediklerim için de senden mağfiret dilerim.” (www.ibadettakvimi.org)
1. İlimden mahrum olmak; 2. Rızkın noksan olması; 3. Allâh (c.c.)'un zikrinden ve insanlardan, özellikle de hayırlı amel sahibi, ebrâr kişilerden uzaklaşmak; 4. İşlerde darlığa düşmek; 5. Kalbin kararması ve zayıflaması, bu sebeple bazen beden de zayıf düşebilir; 6. İbâdet ve tevbeye muvaffâk olamamak; 7. Günahları çirkin görmemek; 8. Allâh (c.c.) katında değersiz olmak; 9. Mahlukâta zarar vermek, zira günâhlar, kıtlık ve yağmurun kesilmesine sebep olur, dolayısıyla canlılar bundan zarar görür ve neticede günahkâra lânet ederler; 10. Aklın fesâda, bozulmaya uğraması; 11. Resulullâh (s.a.v.)'in lânetine uğramak; 12. Meleklerin duâsına dahil olmaktan mahrum olmak, 13. Göklerin ve yerin bereketlerinden mahrum olmak; 14. Gayret, kıskanma ve hayâ duygusunun gitmesi; 15. Allâh (c.c.)'un azâmet ve heybetinin kalpten uzaklaşması; 16. Üzüntü ve kederin çoğalması; 17. Şeytânların kişiye musallat olması; 18. Kalbin ızdırap duyması, mutmain olamaması; 19. Ölüm esnasında Allâh (c.c.)'u zikretmek ve tevbe etmekten mahrum olmak; 20. Allâh (c.c.)'un rahmetinden ümit kesmek. (Eşref Ali Tehanevi, Hanefi İlmihâli, s.43)
Namaz gibi önemli bir ibâdeti müslüman olanın yerine getirmemesi düşünülemez. Hatta o kadar ki sadece baş işareti (imâ) yapabilecek olan bir hastanın dahi namazı terk etmesine ruhsat verilmemiştir. Namaz, bu önemine rağmen terkedilecek olursa onu terk eden hem dünyada hem de ahirette cezalandırılır. Namaz kılmayanların ahirette ki cezalarına ilişkin olarak Allâhü Teâlâ şöyle buyuruyor; “Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: “Sizi Sekar'a (cehenneme) ne soktu?” Onlar şöyle derler: “Biz namaz kılanlardan değildik.” (Müddessir s. 40-43) “Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azâba çarptırılacaklardır.” (Meryem s. 59) Namazı terk etmenin dünyadaki cezasına gelince; Hanefi fakihlerine göre; namazın farz bir ibâdet olduğunu kabul ettiği halde, onu sırf tembelliği veya umursamazlığından terk eden kişinin cezası; hapsedilmesi ve namaz kılıncaya kadar dövülmesidir. Bu durumda ya tövbe edip namazını kılar, ya da hapishanede ölür. Orucu terk edenin cezası da budur. Hanefilere göre, diğer üç mezhebin aksine, müslüman, namaz kılmadığından dolayı öldürülmez. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allâh (c.c.)'dan başka ilâh olmadığına ve benim Allâh Resûlü olduğuma şahadet eden müslüman bir kimsenin kanı (öldürülmesi) asla helâl değildir. Ancak üç şeyden dolayı helâldir; dul kadının zinası, cana karşı can, dini terk edip cemaatten (İslâm'dan) ayrılmak.” (Suâlli-Cevâplı İslâm Fıkhı, c.2, s.9-11)
Hacca gitmeye gücü yeten insanlara, Beytullâh'ı ziyâret etmek Allâh (c.c.)'un bir emridir. Kim Allâh (c.c.)'un emrini inkâr ederse, şunu bilsin ki, Allâh (c.c.)'un hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Hâkk Teâlâ: “Onda apaçık deliller, Makâm-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allâh'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, bu hakkı tanınmazsa, şüphesiz Allâh bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O'na muhtaçtır.)” (Âl-i İmrân s. 97) buyurmaktadır. Hac, İslâm'ın rükünlerindendir. Hac ve umrenin büyük fazîleti bulunmaktadır. Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Mebrûr, Allâh indinde kabul edilmiş olan haccın karşılığı ancak cennettir.” Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Hac ve umreyi birbiri peşi sıra yapın. Zira körüğün, demir, altın ve gümüşün cürufunu yok ettiği gibi hac ve umre de fakirlik ve günâhları yok eder. Mebrûr olan bir haccın sevâbı ancak cennettir.” Yine Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim, yol azığına ve kendisini Beytullâh'a ulaştıracak bineğe sahip olur ve haccetmezse, Yahûdî veya Nasrânî (Hıristiyan) olarak ölmesi arasında hiç fark yoktur.” Bunun delili, Allâh (c.c.)'un, Kitâb'ında şöyle buyurmasıdır: “Hacca gitmeye gücü yeten insanlara Beytullâh'ı ziyaret etmek Allâh'ın bir emridir.” Medîne-i Münevvere'yi ziyaret, Resûlullâh (s.a.v.)'in kabr-i şerîfini ziyaret etmek, mendûbların en fazîletlilerindendir. Binaenaleyh, Allâhü Teâlâ'nın haccetmeye muvaffâk kılmış olduğu kimse, haccı tamamladıktan sonra veya ondan önce, Resûlullâh (s.a.v.)'in kabr-i şerîfini ziyaret etmek için Medîne-i Münevvere'ye gitmelidir. Zira Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim Beytullâh'ı hacceder de beni ziyaret etmezse beni incitmiş olur.” Yine şöyle buyurmuştur: “Kim, ben öldükten sonra beni ziyaret ederse sanki hayatımda iken beni ziyaret etmiş gibi olur.” Resûlullâh (s.a.v.), Mescid-i Nebevî hakkında da şöyle buyurmuştur: “Benim mescidimde kılınan bir namaz, elli bin namaza muadildir.” (Eşref Ali Tehanevi, Hanefi İlmihâli, s.307-310)
İki önemli dava: Ayhan Bora Kaplan ve Sinan Ateş. Kaplan soruşturmasında görevli emniyet personellerinin görevden alındı, haklarında soruşturma başlatıldı. MHP lideri Devlet Bahçeli, "komplo" dedi; AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "kumpas" demedi. Yine de Emniyet'te yaşananlar, Yargıtay seçimi, Sinan Ateş dosyası gibi pek çok başlık AKP-MHP kavgasının sokağa taştığını gösteriyor. Peki cidden böyle mi? İttifak arasında bir kriz var mı, yoksa bu kriz göstermelik mi? Ruşen Çakır ve eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ile konuştuk. Göksel Göksu da son bilgileri aktardı.
Önceki yazımızda Hz. Ukbe b. Nafi'nin (ra), Tanca'yı da fethederek, serin dalgalarıyla atının ayaklarını ıslatan Atlas Okyanusu'na doğru “Rabbim, şayet önümdeki şu deniz olmasaydı ben bu ülkede senin yolunda cihat etmek üzere devam edip gidecektim” şeklindeki nidasını onun cihat konusundaki cehdine örnek olarak vermiştik. Cihat, İslam'ın en muhteşem eylem biçimlerinden biridir. Çünkü hayatın her cephesini kapsar. Nefis terbiyesini “büyük”, silahla yapılan savaşı “küçük” cihat sayan İslam anlayışının mensupları, ezanı yeryüzüne yaymayı cihat olarak değerlendirdikleri gibi, insanın hayatını kolaylaştırıp güzelleştirmek için yeryüzünün imar etmeyi, hem kendine kem de başkalarına hayır ve iyilikte bulunmak üzere ferdî niyet ve eylemlerini terbiye etmeyi… “de” cihat olarak değerlendirirler. Yine o yazımızda Ukbe'nin Ifrikiyye'de Kayrevan adıyla bir şehir kurup, orada bir cami inşa edişinden de söz ederek, görmemizin Rabbimizce nasip edilmesi halinde Kayrevan'ı kaydi ve ayne'l-yakîn bilgilerle ayrıca anlatmayı vaat etmiştik. Rabbimize şükürler olsun o nasip tahakkuk etti ve şimdi sıra vaadimizi yerine getirmeye geldi. Kayrevan hakkındaki kaydi bilginin, kuşatılmasının zorluğunu da değil imkansızlığını peşinen ifade etmeliyiz. Bunun iki nedeni var. Birincisi Ifrikıyye / Tunus tarihinin aynı zamanda bir Akdeniz, Doğu ve Batı Roma, İslam fetihleri ve devletleri, Osmanlı ve Batı sömürgesi tarihi olmasındandır. Bu nedenle Kayrevan hakkında bizim dünyamızdan Belâzürî'ye (ö. 892-93), el-Makdisî'ye (ö. 1233), Ebü'l-Fidâ'ya (ö. 1331) baş vurulması ne kadar gerekliyse Batı dünyasından Braudel'e (ö. 1985) başvurulması da bir o kadar gereklidir. Bir de İslam sanat ve mimarisiyle ilgili boyutu var Kayrevan'ın. Bu konuda çalışanların en meşhurlarından ikisi, Georges Marçais (ö. 1962) ile Creswell'dir (ö. 1974). En iyisi biz bu bağlamda okurlarımızın kolayca erişebilecekleri Osmanlı Devrinde Tunus (Mehmet Maksudoğlu, İnkılab Yay.); Osmanlı Akdenizi (İdris Bostan, Küre Yay.) ve Tunus'ta Osmanlı Mimari Eserleri (Kadir Pektaş, TTK Yay.) adlı kitapları zikredip, el- Makdisî'den bir nakille sürdürelim sözümüzü. Makdisi, Ahsenü't-Tekâsîm'inde 970'li yılların Kayrevan'ı hakkında şu bilgileri vermiştir: “Kayravan bu iklimin (Mağrib ikliminin) merkezidir. Güzel, büyük, ekmekleri ve eti tatlı, zıtlıkları barındıran bir şehirdir. Meyveleri, ovası, dağı, denizi, nimetleri çok, ilmi olan, ucuz bir yerdir. Eti çok tatlı olup beş menni 1 dirhem, incirin beş menni 10 dirhemdir. Üzümünü, hurmasını, kuru üzümünü sorma! Burası iki Mağrib'in limanı, iki denizin ticaret yeridir. Buranın şehrinden daha kalabalık, daha rahatını göremezsin. Çok ülfet sahibi, gürültücü olmalarına rağmen Hanefi, Maliki mezhebinden başka bir mezhep yoktur. Asla tarafgirlik yapmazlar. Onlar Allah'ın nurudurlar, Kendi işleriyle uğraşırlar, kalpleri temizdir. Burası Mağrib'in medar-i iftiharı, sultanın merkezi, ana rükunlardan biridir. Nişabur'dan daha merhametli, Dımaşk'tan daha büyük, İsfahan'dan daha değerli bir yerdir. Ancak, suları az, edepleri hafiftir. Zarif kimse bulunmaz. Sularını sert toprakta biriktirirler, dükkan sahiplerine vergi koyarlar, geçimleri Sabra'dandır. Şehrin çarşıları işlemez, halkı salıverilmiş sürü gibidir, teravihleri kılmazlar. Halka 3x3 milden az yer kalmıştır. Şehrin suru yoktur. Yerdeki depolardan, sarnıçlardan su içerler. Buralarda yağmur suyu birikir. Halife Muiz onlara dağdan su getirmiştir. Bu su ile depolarını, doldururlar, Sabra'daki sarayına bir kısım su girer. Evleri yapışkan çamur ve tuğladandır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allâh ve Resûlü şarabın, meytenin(leşin), domuzun ve putların satışını haram kıldılar.” ”Ey Allâhın Resûlü! Meytenin yağları hakkında ne dersin, onlarla gemiler yağlanır ve insanlar onu aydınlanmak için kullanırlar?” diye sorulunca, Hz. Peygamber(s.a.v.) “Hayır o haramdır” diye buyurdu ve şöyle devam etti “Allâh yahudileri kahretsin, Allâh onlara hayvanların iç yağlarını haram kılınca onlar bunu erittiler ve sonra da satıp bedelini yediler.” (Buhârî, Müslim) Bu ve diğer kaynaklara dayanarak, Hanefi, Şafii, Mâliki ve Hanbeli fıkıh âlimleri ‘kan, leş, domuz ve şarabın kullanılmasını da alış verişini de caiz görmemişlerdir. Dolayısıyla Allâh'a inanan ve haramdan kaçan bir Müslümân domuz yetiştiremez, domuz kesemez, domuzun derisinden, etinden, kılından veya herhangi bir uzvundan istifade edemez, tabaklama yapamaz, alış verişini yapamaz ve tüketemez. Ülkemizde kaçak olarak salam, sosis, jambon gibi ürünlere karıştırılarak ciddi miktarda domuz eti tükettirildiği gibi domuzun derisi ve kılı da bir çok ürünün üretiminde kullanılmaktadır. Sakal tıraş fırçaları, elbise fırçaları, ayakkabı firçaları, berberlerin kullandığı fırçalar hem domuz kılından hem de başka hayvanın kılından yapılmakta, ama yağlı boya fırçaları çoğunlukla domuz kılından üretilmektedir. Bilhassa hamur işlerinin yağlanmasında evlerimizde ve iş yerlerimizde yağlama fırçası olarak genelde yağlı boya fırçası kullanılmaktadır. Bu durumda Müslümân tüketici ne yapmalıdır? Tüketiciler olarak öncelikle cebimizdeki cüzdanı, belimizdeki kemeri, sırtımızdaki deri ceketi ve altımızdaki deri pantolonu, ayağımızdaki ayakkabıyı, deri çanta ve valizlerimizi, evlerimizdeki ve bürolarımızdaki deri koltukları, diş, traş, elbise, boya ve badana fırçalarımızı sorgulamalıyız. Haram olduklarını tesbit edebildiklerimizden derhal vazgeçebilmeliyiz. Yeni alışverişlerimizde, bundan böyle fiyat araştırmasından önce haram mı değil mi sorgulamasını yapmalıyız. Ürünün üzerinde hangi hayvandan yapıldığını bildiren etiket talebinde bulunmalıyız. (Dr. Kamil Büyüközer, www.gimdes.com)
2007-2008 yıllarında Dr. Necdet Subaşı'nın moderatörlüğünde gerçekleşen seri çalıştayların ortaya çıkardığı en önemli gerçek Alevilerin kendi içlerindeki çeşitliliğiydi. Birçok konuda birbirlerinden farklı düşünüyorlardı ki bundan doğal bir şey olamazdı. Bugün Sünni dünyanın da kendi içinde tek bir renk, mezhep ve meşrep olduğunu kim söyleyebilir? Biraz yakından bakıldığında Sünni dünyanın kendi içindeki bütün farklılaşmaları tespit edilebilir. Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli fıkhi mezheplerden Selefi, Sufi meşreplere, Maturidi ve Eşari itikadi mezheplerden, Nakşibendi, Kadiri, Cerrahi, Halveti vs. Sufi tarikatlara ve bunların her birinin alt kollarına kadar gerçekleşen bir dizi çeşitlilik. Bunların hepsi araştırmalara konu olmuş, isteyenin hem pratiğinden hem metinlerinden rahatlıkla takip edebildikleri bir dünya. Alevilikle ilgili sorun şimdiye kadar böyle bir tarihinin, tasnifinin ve incelemesinin yapılmamış olması. Alevilerle ilgili popüler klişelerin dışında uzaktan bakanların elinde bir veri yok. Şimdiye kadar kimse onları bu dikkat ve rikkatle dinlemedi. Devlet yok saydı, halklar ise birbirlerini klişelerle tanıdı. Uzaktan bakınca farklar görünmez olur, klişeler konuşur. Ancak biraz daha özenli dinlemelerin ilk kaydettikleri şeylerden biri Alevilerin Sünniler tarafından Müslüman sayılmıyor olmalarının kendilerini ne kadar rencide ediyor olduğuydu. Çalıştaylar esnasında da en fazla dillendirilen konulardan biriydi bu. Aleviler Müslüman sayılmamaya karşı her zaman bu hassasiyeti sergilemişlerdi.
Biz müslümanların bizleri doğru yoldan saptırmaya çalışanların aldatmacalarına kanmaması için İslâm inanç ve itikâdını silsile hâlinde Resûlullâh (s.a.v.)'e bağlayan kişilerin arkasından gitmesi gerekir. Bu zevât da Ehl-i Sünnet âlimlerimizdir. Türkiye'de milletimiz ağırlıklı olarak Hanefi mezhebine bağlıdır. Dolayısıyla İmâm-ı Âzam Ebû Hanife (r.a.) hazretlerini iyi tanımak ve anlamak gerekir. Onun fıkhını iyi öğrenmek gerekir. Bunlar iyi öğrenildiği takdirde dışarıdan gelebilecek aldatmacaların hiçbirisi Allâh (c.c.)'un izniyle kişiye tesir etmez. İslâm düşmanları yaşamımızı öylesine sarmışlar ki eğitim sistemimizde de onları tesiri vardır. Meselâ eskiden bazı lise kitaplarında Freud okutulurdu. Freud her şeyi şehvetle izâh eden yahudi bir kimsedir. Daha annesinden süt emen bebeğin bile annesine olan şehevî arzularından ötürü bunu yaptığını söyleyen sapık bir insandır. Öyle bir adam ki Allâh (c.c.) muhafaza etsin, o getirdiği hıyânet oklarından birisi insanın kalbine girdiği zaman, bir mürşid-i kâmil bulmadığı takdirde onları kalbinden çıkarması mümkün değildir. Bu zihniyette bir adamın lise ders kitaplarında okutulmasının ne faydası olabilir? Bu sadece bir örnektir, bunun gibi daha nice örnekler saymak mümkündür. Bütün bunlara rağmen şu eğitim sisteminde İmâm-ı Âzam Ebû Hanife (r.a.) hakkında bir şey bulmak mümkün değildir. Çünkü sistem onu tehlikeli kabul eder. Freud'un bir sakıncası yoktur; ama İmâm-ı Âzam Ebû Hanife (r.a.)'ın sakıncası vardır. (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2, s.24-25)
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Türkiye Motorlu Taşıyıcılar Kooperatifleri Merkez Birliği Genel Başkanı Hanefi Oğuz konuk oldu.
Çetin Ünsalan'ın hazırlayıp sunduğu İşte Bunu Konuşalım programına Türkiye Motorlu Taşıyıcılar Kooperatifleri Merkez Birliği Genel Başkanı Hanefi Oğuz konuk oldu.
Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya yakın olduğu iddiasıyla gündeme gelen suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan ve ekibi 7 Eylül'de yurtdışına kaçmak üzereyken gözaltına alındı. Ayhan Bora Kaplan, Ankara Sulh Ceza Hakimliği'nce tutukladı. Boyun çetesine mensup 6 kişi Yunanistan'da öldürüldü. Peki dünden bugüne neler oldu, Türk mafyası nasıl büyüdü, mafya yapılanmasında yargının rolü ne? Gökçe Çiçek Kösedağı sordu, Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ve gazeteci Cengiz Erdinç yanıtladı. Türkiye mafya ve devlet ilişkisini konuşurken muhalefette de yerel seçim tartışmaları başladı. İYİ Parti bugün Genel İdare Kurulu'nda toplanıyor. Medyascope muhabiri Özgecan Özgenç aktardı. CHP'de değişim tartışmaları devam ediyor. Cuma günü CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel'in adaylığını ilan edeceği konuşuluyor. Özel kasım ayında yapılması beklenen kurultayda, Kılıçdaroğlu'nun karşısına aday olarak çıkacak. Kılıçdaroğlu ise Mansur Yavaş'ın adaylığını açıkladıktan sonra dün Ekrem İmamoğlu'nun da adaylığını açıkladı. Medyascope Ankara Temsilcisi Hıdır Göktaş detayları anlattı. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, İSBAK A.Ş.'de elektrikliye dönüştürülen İETT otobüsünün tanıtımının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Kılıçdaroğlu ve Akşener'in açıklamalarına değindi. Ali Deniz Çakır detayları aktardı. Editör: Aliye Altınışık 13.09.2023
Esenyurt'taki ‘tekel bayisi' saldırısını değerlendiren Hanefi Avcı, “Maalesef bu olaylar son zamanlarda hızla artmaya başladı. İnsanlar kendi aralarındaki sorunları yargı ve hukuk yoluyla çabuk çözemezlerse şiddete başvuruyorlar” diyerek sorunların yargı ve hukuk yoluyla hızlıca çözüme kavuşturulması gerektiğini anlattı.
Mister Kemal Kılıçdarson'un Cumhurbaşkanı olma hayalini bitiren ikinci tur yenilgisinden sadece dört gün sonra, Joe Biden sahnede yere kapaklanıp düştü. -Kaderin cilvesidir! Uykucu Joe'nun bu kaçıncı düşüşü, yahu? Dört sene önce Türkiye'deki muhalefete iktidar vadeden Bunak Joe Biden, yerlerde sürünüyor. Bir başka deyişle, ABD ayakta duramıyor! Hangi ABD, bu? Apo ile Fetullah'ın... Kemal ile Meral'in; Pervin ile Mithat'ın; Selo ile Tuncay'ın; Ünal ile Faik'in... İmamoğlu Ekrem ile Dumanlı Ekrem'in; Hanefi ile Kemalettin'in... Dündar John ile Ataklı John'ın... Uğur ile Müjdat'ın; Ertuğrul ile Sedat'ın; Hasan ile Cengiz'in... Cemre ile Feyza'nın; Alçıpan Nagehan ile Payzın Şirin'in... Jeremy ile Daron'un Haydut ABD'si! ÖYLE DEĞİL, BÖYLE Daron Acemoğlu, Financial Times'ın Öğle Yemeği söyleşisinde; 14 Mayıs sonuçları için “Türkiye için üzücü bir gün!” demişti. Hâlbuki... Önce 14 Mayıs, üstüne 28 Mayıs; Türkiye için değil... ABD ile tandemi İsrail ve de AB devletleri için, hayal kırıklığıyla bezenmiş çok üzücü iki gün oldu! Mister Acemoğlu, 2018'de Türkiye'ye IMF programı önermişti. Şayet, Millet İttifakı ile adayı Kılıçdaroğlu seçimleri kazansaydı; Daron'un Sevgili IMF'si Ankara'da törenle karşılanacaktı! WANTED Mister Kemal'in Yeni Başdanışmanı diye tanıtılan Jeremy Rifkin ise kayıplarda! Geçtiğimiz aralık başında CHP'nin “İkinci Yüzyıla Çağrı” adlı buluşmasına “görüntülü” katılıp, sonra bir daha ortalıkta görünmeyen Mister Rifkin... Bay Hesap Uzmanı'nın yönettiği partiye kaç paraya mal oldu, acaba? “Efsanevi Sülün Osman'a bile rahmet okutan Mister Rifkin, ne kadar indira gandi yaptı?” diye soranlar da var!
Bu video 03/05/2019 tarihinde yayınlanan “RAHMET, ÜMİT VE BEREKET AYI RAMAZAN” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Toplumumuzda âdet olmuş, mukabele yapıyoruz. Esasen, Kur'ân-ı Kerim'le meşguliyet bir aya münhasır olmamalı. Selef-i sâlihîne bakılınca görülüyor ki, onların Kur'ân'la irtibatı öyle Ramazan-ı Şerif'e münhasır değildi. Esasen, kütüb-i fıkhiyede de ifade ediliyor bu mesele; üç günde bir Kur'an-ı Kerim'i hatmetme meselesi var, her gün hatmetme meselesi var. Her gün hatmetme epey zor, onun için on beş saat ayırmanız lazım. Keşke insan manasını bilerek okusa!.. Cenâb-ı Hak'tan bize gelmiş bir mesaj. “İlahî mesaj, ne diyor; Allah, benden ne istiyor?” Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) inmiş gibi değil de herkes kendisine inmiş gibi okumalı. Evet, O'na inmiş ama aynı zamanda bana da inmiş gibi; o mülahaza ile okuma. Bu, biraz manayı bilmeye vâbeste. Fakat bizde öyle okunmadığından dolayı, mukabeleler âdettir bizim câmilerde; yani, ibadet edâlı bir âdettir câmilerde onu öyle karşılıklı mukabeleli okuma, birinin okuyup diğerlerinin dinlemesi. “Ne diyor Cenâb-ı Hak onun içinde?” Onu merak etme meselesi hiç söz konusu değil. Evet, selef-i sâlihîn arasında Kur'an-ı Kerim'i üç günde bir hatmedenler olmuş; lâakall (en azından) on beş günde bir hatmetmişler. “Otuz gün” diyen, ben görmedim. Fakat en azından otuz günde bir; yani, her gün bir cüz okumak suretiyle otuz günde bir hatim yapmalı, lâakall. Allah'ın Kelamı'nı, bu kadar zaman içinde tekrar etmeli, hatmi lâakall bir ay içine sığıştırmalı. Burada antrparantez bir hususu daha ifade edeyim: Hanefi fukahasınca, icmâ'a yakın şekliyle, “Namaz kılarken, Kur'an-ı Kerim'e bakarak okumak, namazı bozar!” deniyor. İmam Ebu Yusuf hazretleri, istisnaî olarak, diyor ki: “Nafile namazlarda, Kur'an-ı Kerim'e bakarak okumakta bir mahzur yoktur.” İmam Ebu Yusuf, çok önemli bir şahsiyet; Abbasî döneminde Şeyhülislamlık da yapmış bir insan. Ve “Kitâbu'l-Harâc”ı yazmış; o dönemde devlet adına çok önemli bir kitap o da. O zat, “Nafile namazlarda, Kur'an-ı Kerim'e bakarak okumakta bir mahzur yoktur.” diyor. Günde kıldığımız namazların şu kadarı da nafiledir; şu kadarı farz, şu kadarı nafiledir. Şu rahle gibi Burada da var mı? Şu rahle gibi. bir rahle üzerine koyarak, Mushaf'ı önümüzde bulundurup nafile namazlarda ona bakarak okuyabiliriz. İçinizde hafızlar var ise, hafızsanız onu sadece bir yönüyle fâtih olarak kullanırsınız, yani takıldığınız yerlerde göz ucuyla bir nigâh-ı âşinâ kılarsınız ve tıkanıklığı açarsınız, onunla by-pass yaparsınız. Diğerleri, bütün bütün bakarak okuyabilirler. Fakîr, en azından nafile namazlarda Kur'an'ın hatmedilmesini diliyorum. Allah aşkına, hiç olmazsa her ay Kur'an-ı Kerim'i öyle hatmetseniz; işte senede on iki defa hatmetmiş olacaksınız. Allah Kelamı…
Şafii mezhebinin imamı ve büyük müçtehit olan İmam Şafii ümmetin en büyük alimlerindendir. Ehli sünnet mezhepleri arasında mensubu itibariyle Hanefi mezhebinden sonra gelen mezheptir. İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin vefat ettiği sene dünyaya gelmiştir.
Ebu Hanife'nin İmam Ebu Yusuf'tan sonra gelen en önemli talebesi İmam Muhammed'dir. Müctehid hukukçu ve ikinci kadılkudat yani kadıların kadısıdır. Hanefi mezhebinin oluşumunda ve gelecek nesillere ulaşmasında çok önemli katkıları olmuştur.
Şafii mezhebinin imamı ve büyük müçtehit olan İmam Şafii ümmetin en büyük alimlerindendir. Ehli sünnet mezhepleri arasında mensubu itibariyle Hanefi mezhebinden sonra gelen mezheptir. İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin vefat ettiği sene dünyaya gelmiştir.
Bu video 03/04/2016 tarihinde yayınlanan “Üç Şartı ve Dip Dalga” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi haftanın Bamteli sohbetinde özetle şu hususları dile getirdi: Bir hadisin ifadesiyle, adeta yerin altının üstünden hayırlı olduğu günlerde yaşıyoruz. *Hazreti Bediüzzaman'ın ifadesiyle, bu çağ, bir enaniyet çağı. İnsanlar her şeyi kendi benliklerine ve kendi mülahazalarına göre değerlendiriyorlar; Kitap, Sünnet ve Selef-i Sâlihîn'in sâlihâne yaşamaları umurlarında değil. Heyhat, toplum kendini temelden, dipten böylesine bir çürümüşlüğe terk etmiş. Toplumu sevk ve idare edenler veya o iddiada bulunanlar, işi dipten ele almadıklarından dolayı iş temelden çürümeye başlamış. Aslında, yukarıyı oluşturan ve şekillendiren de o diptir. Halk halk olsa, günümüzdeki müteğallibîn, mütehakkimîn, mutasallıtîn gelip haksız yere sizin işinize, servetinize, malınıza, mülkünüze el koyamazlar. *Hazreti Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) tarafından rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır: عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِذَا كَانَ أُمَرَاؤُكُمْ خِيَارَكُمْ، وَأَغْنِيَاؤُكُمْ سُمَحَاءَكُمْ، وَأُمُورُكُمْ شُورَى بَيْنَكُمْ فَظَهْرُ الأَرْضِ خَيْرٌ لَكُمْ مِنْ بَطْنِهَا، وَإِذَا كَانَ أُمَرَاؤُكُمْ شِرَارَكُمْ وَأَغْنِيَاؤُكُمْ بُخَلَاءَكُمْ، وَأُمُورُكُمْ إِلَى نِسَائِكُمْ فَبَطْنُ الأَرْضِ خَيْرٌ لَكُمْ مِنْ ظَهْرِهَا» “Şayet sizin idarecileriniz en hayırlılarınız, zenginleriniz en cömertleriniz ve işleriniz de kendi aranızdaki istişarenin (ortak aklın) neticesi ise, o zaman sizin için yerin üstü altından hayırlıdır. Fakat yöneticileriniz en şerlileriniz, zenginleriniz en cimrileriniz ve işleriniz de (meşveretten mahrum olarak) cins-i sânîye bırakılmış ise, o takdirde de sizin için yerin altı üstünden daha hayırlıdır.” (Tirmizi, Fiten, 78) *Hadisin mealinde “cins-i sânî” kaydını koyduk; zira işlerin istişare ile götürülmeyip de ona mukabil olarak taife-i nisaya havale edilmesi meselesi, üzerinde ayrıca durulması ve açıklanması gereken bir husustur. *Bu hadis-i şerifin ilk bölümünde, yaşanabilir bir dünya resmeden Rehber-i Ekmel Efendimiz, hadisin ikinci kısmında da onun tersi olarak, dünyayı zindan edecek hususları gayet veciz bir şekilde dile getirmektedir. Mü'min, kendisinin olduğu gibi, uhdesine aldığı eşinin ve çocuklarının helal rızıkla beslenmelerine de azamî derecede dikkat etmek mecburiyetindedir. *İslamî geleneklerimiz ve aile yapımız açısından bir insan, kendisinin olduğu gibi, uhdesine aldığı kimselerin rızıklarının helal olmasına da azamî derecede dikkat etme mecburiyetindedir. Onun için kütüb-i fıkhiyede, helal yoldan ailenin maişetini temin edip edememe durumuna göre, ferdin izdivacının hükmü ele alınmıştır. Buna göre bazı Hanefi fukahasınca harama girecek bir insanın evlenmesinin farz olduğu; ciddi harama girme ihtimali bulunmayan fakat kendini kontrol edememe durumunda olan bir kimsenin ise izdivacının vacip olduğu ifade edilmiştir. *Buna karşılık harama girme endişesi bulunmayan ve kendini de kontrol etmesi kavi görünen bir kimse için izdivacın sünnet olduğu dile getirilmiştir. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), تَنَاكَحُوا تَكْثُرُوا فَإِنِّي أُبَاهِي بِكُمُ الْأُمَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Evlenin, çoğalın, zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” buyurmuştur. *Fıkıh kitaplarında evliliğin hükmünün açıklandığı yerlerde ele alınan bir husus daha vardır: Eğer bir insan eşine, çoluk çocuğuna şüpheli veya haram lokma yedirecekse onun evlenmesinin mekruh olacağı hükmüne varılmış ve böyle birinin evlenmemesinin daha uygun olacağı ifade edilmiştir.
Bu video 03/04/2016 tarihinde yayınlanan “Üç Şartı ve Dip Dalga” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi haftanın Bamteli sohbetinde özetle şu hususları dile getirdi: Bir hadisin ifadesiyle, adeta yerin altının üstünden hayırlı olduğu günlerde yaşıyoruz. *Hazreti Bediüzzaman'ın ifadesiyle, bu çağ, bir enaniyet çağı. İnsanlar her şeyi kendi benliklerine ve kendi mülahazalarına göre değerlendiriyorlar; Kitap, Sünnet ve Selef-i Sâlihîn'in sâlihâne yaşamaları umurlarında değil. Heyhat, toplum kendini temelden, dipten böylesine bir çürümüşlüğe terk etmiş. Toplumu sevk ve idare edenler veya o iddiada bulunanlar, işi dipten ele almadıklarından dolayı iş temelden çürümeye başlamış. Aslında, yukarıyı oluşturan ve şekillendiren de o diptir. Halk halk olsa, günümüzdeki müteğallibîn, mütehakkimîn, mutasallıtîn gelip haksız yere sizin işinize, servetinize, malınıza, mülkünüze el koyamazlar. *Hazreti Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) tarafından rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır: عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِذَا كَانَ أُمَرَاؤُكُمْ خِيَارَكُمْ، وَأَغْنِيَاؤُكُمْ سُمَحَاءَكُمْ، وَأُمُورُكُمْ شُورَى بَيْنَكُمْ فَظَهْرُ الأَرْضِ خَيْرٌ لَكُمْ مِنْ بَطْنِهَا، وَإِذَا كَانَ أُمَرَاؤُكُمْ شِرَارَكُمْ وَأَغْنِيَاؤُكُمْ بُخَلَاءَكُمْ، وَأُمُورُكُمْ إِلَى نِسَائِكُمْ فَبَطْنُ الأَرْضِ خَيْرٌ لَكُمْ مِنْ ظَهْرِهَا» “Şayet sizin idarecileriniz en hayırlılarınız, zenginleriniz en cömertleriniz ve işleriniz de kendi aranızdaki istişarenin (ortak aklın) neticesi ise, o zaman sizin için yerin üstü altından hayırlıdır. Fakat yöneticileriniz en şerlileriniz, zenginleriniz en cimrileriniz ve işleriniz de (meşveretten mahrum olarak) cins-i sânîye bırakılmış ise, o takdirde de sizin için yerin altı üstünden daha hayırlıdır.” (Tirmizi, Fiten, 78) *Hadisin mealinde “cins-i sânî” kaydını koyduk; zira işlerin istişare ile götürülmeyip de ona mukabil olarak taife-i nisaya havale edilmesi meselesi, üzerinde ayrıca durulması ve açıklanması gereken bir husustur. *Bu hadis-i şerifin ilk bölümünde, yaşanabilir bir dünya resmeden Rehber-i Ekmel Efendimiz, hadisin ikinci kısmında da onun tersi olarak, dünyayı zindan edecek hususları gayet veciz bir şekilde dile getirmektedir. Mü'min, kendisinin olduğu gibi, uhdesine aldığı eşinin ve çocuklarının helal rızıkla beslenmelerine de azamî derecede dikkat etmek mecburiyetindedir. *İslamî geleneklerimiz ve aile yapımız açısından bir insan, kendisinin olduğu gibi, uhdesine aldığı kimselerin rızıklarının helal olmasına da azamî derecede dikkat etme mecburiyetindedir. Onun için kütüb-i fıkhiyede, helal yoldan ailenin maişetini temin edip edememe durumuna göre, ferdin izdivacının hükmü ele alınmıştır. Buna göre bazı Hanefi fukahasınca harama girecek bir insanın evlenmesinin farz olduğu; ciddi harama girme ihtimali bulunmayan fakat kendini kontrol edememe durumunda olan bir kimsenin ise izdivacının vacip olduğu ifade edilmiştir. *Buna karşılık harama girme endişesi bulunmayan ve kendini de kontrol etmesi kavi görünen bir kimse için izdivacın sünnet olduğu dile getirilmiştir. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), تَنَاكَحُوا تَكْثُرُوا فَإِنِّي أُبَاهِي بِكُمُ الْأُمَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Evlenin, çoğalın, zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” buyurmuştur.
Bu video 03/04/2016 tarihinde yayınlanan “Üç Şartı ve Dip Dalga” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi haftanın Bamteli sohbetinde özetle şu hususları dile getirdi: Bir hadisin ifadesiyle, adeta yerin altının üstünden hayırlı olduğu günlerde yaşıyoruz. *Hazreti Bediüzzaman'ın ifadesiyle, bu çağ, bir enaniyet çağı. İnsanlar her şeyi kendi benliklerine ve kendi mülahazalarına göre değerlendiriyorlar; Kitap, Sünnet ve Selef-i Sâlihîn'in sâlihâne yaşamaları umurlarında değil. Heyhat, toplum kendini temelden, dipten böylesine bir çürümüşlüğe terk etmiş. Toplumu sevk ve idare edenler veya o iddiada bulunanlar, işi dipten ele almadıklarından dolayı iş temelden çürümeye başlamış. Aslında, yukarıyı oluşturan ve şekillendiren de o diptir. Halk halk olsa, günümüzdeki müteğallibîn, mütehakkimîn, mutasallıtîn gelip haksız yere sizin işinize, servetinize, malınıza, mülkünüze el koyamazlar. *Hazreti Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) tarafından rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır: عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِذَا كَانَ أُمَرَاؤُكُمْ خِيَارَكُمْ، وَأَغْنِيَاؤُكُمْ سُمَحَاءَكُمْ، وَأُمُورُكُمْ شُورَى بَيْنَكُمْ فَظَهْرُ الأَرْضِ خَيْرٌ لَكُمْ مِنْ بَطْنِهَا، وَإِذَا كَانَ أُمَرَاؤُكُمْ شِرَارَكُمْ وَأَغْنِيَاؤُكُمْ بُخَلَاءَكُمْ، وَأُمُورُكُمْ إِلَى نِسَائِكُمْ فَبَطْنُ الأَرْضِ خَيْرٌ لَكُمْ مِنْ ظَهْرِهَا» “Şayet sizin idarecileriniz en hayırlılarınız, zenginleriniz en cömertleriniz ve işleriniz de kendi aranızdaki istişarenin (ortak aklın) neticesi ise, o zaman sizin için yerin üstü altından hayırlıdır. Fakat yöneticileriniz en şerlileriniz, zenginleriniz en cimrileriniz ve işleriniz de (meşveretten mahrum olarak) cins-i sânîye bırakılmış ise, o takdirde de sizin için yerin altı üstünden daha hayırlıdır.” (Tirmizi, Fiten, 78) *Hadisin mealinde “cins-i sânî” kaydını koyduk; zira işlerin istişare ile götürülmeyip de ona mukabil olarak taife-i nisaya havale edilmesi meselesi, üzerinde ayrıca durulması ve açıklanması gereken bir husustur. *Bu hadis-i şerifin ilk bölümünde, yaşanabilir bir dünya resmeden Rehber-i Ekmel Efendimiz, hadisin ikinci kısmında da onun tersi olarak, dünyayı zindan edecek hususları gayet veciz bir şekilde dile getirmektedir. Mü'min, kendisinin olduğu gibi, uhdesine aldığı eşinin ve çocuklarının helal rızıkla beslenmelerine de azamî derecede dikkat etmek mecburiyetindedir. *İslamî geleneklerimiz ve aile yapımız açısından bir insan, kendisinin olduğu gibi, uhdesine aldığı kimselerin rızıklarının helal olmasına da azamî derecede dikkat etme mecburiyetindedir. Onun için kütüb-i fıkhiyede, helal yoldan ailenin maişetini temin edip edememe durumuna göre, ferdin izdivacının hükmü ele alınmıştır. Buna göre bazı Hanefi fukahasınca harama girecek bir insanın evlenmesinin farz olduğu; ciddi harama girme ihtimali bulunmayan fakat kendini kontrol edememe durumunda olan bir kimsenin ise izdivacının vacip olduğu ifade edilmiştir.
Hanefi Avcı Bölüm 5 Hanefi Avcı ve Kemalettin Özdemir
Hanefi Avcı Bölüm 1 Solculara karşı
Hanefi Avcı Bölüm 3 Cemaati tanıma ve sızma
Hanefi Avcı Bölüm 4 Cemaat operasyonu başlıyor
Hanefi Avcı Bölüm 2 Kürtlere karşı Diyarbakır
Sözlükte onda bir anlamına gelen öşür, dinî bir kavram olarak, tarım ürünlerinden verilen zekât demektir. Tarım ürünlerinin zekâta tâbi oluşu Kur'ân-ı Kerîm ile sabittir. Allâh (c.c.), “Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin.” (Bakara s. 267); “... Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hâkkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allâh (c.c.) israf edenleri sevmez.” (En'âm s. 141) buyurmaktadır. Bu ürünlerin zekâtlarının oranı bizzat Resûlullâh (s.a.v.) tarafından belirlenmiştir. Bir hadîs-i şerîfte, “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova ile sulananlarda ise yirmide bir öşür gerekir.” (Buhârî) buyrulmuştur. Hadîs-i şerîfte de belirtildiği gibi, eğer bir arazi yağmur, ırmak, dere suyu ile sulanıyorsa burada üretilen mahsülden onda bir zekât verilir. Fakat taşınarak ve motor gücü gibi belli bir emek ve masraf yapılarak sulanıyorsa bundan da yirmide bir nisbetinde zekât verilir. Hanefi mezhebinde tercih edilen görüşe göre, ot ve odunun dışında kalan bütün tarım ürünleri zekâta tabidir. Öşür için belli bir miktar yoktur; mahsül az olsun, çok olsun içinden zekâtının çıkarılması gerekir. Mahsul için yapılan tohum, gübre (ilaç), işçi ve su yolu açmak gibi hiçbir masraf düşülmez bunlar dikkate alınmaz; yani öşür, masraflar çıkarılmadan mahsûlün tamamı üzerinden hesap edilerek verilir. Genel ilke olarak insan emeği ile ve gelir sağlamak amacı ile yetiştirilen toprak ürünleri zekâta (öşre) tâbidir. Bu niteliklerde olmayıp, tabiatta kendiliğinden yetişen ağaç, kamış, ot ve benzeri şeyler için öşür gerekmez. İnsanlar tarafından kazanç elde etmek üzere yetiştirilen kavak ve kamış gibi ürünlerden ise zekât gerekir. (Ömer Nasuhi Bilmen, İstilâhat-ı Fıkhıyye Kâmusu, c.4, s.125)
İstanbul Beyoğlu'ndaki İstiklal Caddesi'nde 13 Kasım Pazar günü bombalı saldırı düzenlenmiş, altı kişi hayatını kaybetmişti. Ruşen Çakır, eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ile bombalı saldırının tüm boyutlarını tartıştı.
Namaz kılmak, İslam'ın farz ibadetleri arasında yer alır. Kunut Duaları da yatsı namazının hemen ardından kılınan vitir namazının üçüncü rekatında okunmaktadır. Kunut yapmak, Hanefi, Şafi ve Maliki mezheplerinde farklılık gösterse de Kunut Duası 1...
Namaz kılmak, İslam'ın farz ibadetleri arasında yer alır. Kunut Duaları da yatsı namazının hemen ardından kılınan vitir namazının üçüncü rekatında okunmaktadır. Kunut yapmak, Hanefi, Şafi ve Maliki mezheplerinde farklılık gösterse de Kunut Duası 1...
“Fevkalade Hümanist!” ABD'den ibretlik bir haberle başlayalım... California'da bir polis memuru, annesiyle cep telefonuyla konuşan yirmi üç yaşındaki bir siyahiyi “Elinde silah vardı!” yalanıyla öldürdü. ««« Annesi “Tek duyduğum silah sesleriydi. Bana hoşça kal diyemedi” demiş... “Sivil Haklar” avukatı Ben Crump, Rob Adams adlı siyahinin katledilmesinin “Önce vur; sonra soru sor!” klasiğinin son örneği olduğunu söylüyor. BLACK LIVES MATTER 2020 Mayıs'ının sonunda, George Floyd adlı silahsız bir siyahinin Amerikan Polisi tarafından boğularak öldürülmesinin ardından ülkede geniş çaplı bir “Siyah Ayaklanması” patlamıştı. O vakit, Beyaz Saray'da “Sarı Kovboy” Trump oturuyordu. ««« Irkçı polislerin taammüden cinayetleri, Joe Biden döneminde de “gırla gidiyor!” Mevzubahis olan Amerikan Polisi'nin ırkçılığı ise, Beyaz Saray'da kimin oturduğu hiç fark etmiyor! ««« İlk Siyah ABD Başkanı görevde iken... Yani, Mr.Obama'nın ikinci döneminden sarsıcı bir örnek verelim: Sadece 2015 yılında 328 Siyahi Amerikan vatandaşı Yanki polislerce öldürülmüştü. Bu, o vakte kadar “bir sene içinde en fazla siyahın katledildiği” yıldı! YAZILI OLMAYAN KURAL Ezcümle: Siyahların kasten öldürülmesi, Gaddar ABD'nin örtülü devlet politikasıdır. ABD'nin şu “İnsan Hakları” hassasiyeti veya “savunuculuğu” tamamen hikâyedir, bir göz boyamadan ibarettir. Keza... “Dillere destan!” Amerikan Demokrasisi de sadece bir yanılsamadır, gözbağcılıktır! ««« Fetullah ile Apo'nun, Kemal ile Ünal'ın, Nafiz ile Hanefi'nin, Ertuğrul ile Sedat'ın... “Birleşik Putu” ABD'den bahsediyoruz. “EN YOZLAŞMIŞ SEÇİM” Blue TV'de kısa bir süre önce yayınlanan bir Discovery+ belgeseli var: -Unprecedented (Benzeri Yaşanmamış!) ««« Üç bölümlük bu dizi, “Trump'a ve birinci dereceden yakınlarına doğrudan erişimi olan tek yapım” özelliğine sahip... Belgeselin ilk bölümünde, Eski Başkan Donald Trump'ın hayli tartışmalı bir şekilde kaybettiği 2020 Seçimi hakkındaki sözlerine vurgu yapılıyor: “Postayla seçim bu ülke için çok tehlikeli, çünkü hileci onlar... Birçok açıdan hileliler... Demokratlar için yapıldı, bu hileler... Belki de, dünya tarihindeki en yozlaşmış seçim buydu!” “POSTA ARABASI” SOYGUNU Görüyorsunuz... Ultra Muhipleri tarafından “yere göğe sığdırılamayan” Amerikan demokrasisinin gerçek yüzünü açığa vuran, gezegenimizdeki herhangi bir ABD Karşıtı değil... Ya? -Bir önceki ABD Başkanı! ««« Vaziyeti, 2020 Amerikan Yapımı Politik Gerilim filmi “Posta Arabası Soygunu” diye tercüme edebiliriz! Hileli seçimi anlatan filmin başrolünde mi; elbette John Wayne değil, Demokratların Pedofil ve Bunak Başkanı Joe Biden vardı. (Ondan 20 sene önce çevrilen 2000'deki Hileli Başkanlık Seçimi filminin başrolünde ise Cumhuriyetçilerin Haçlı Kralı olan Oğul George Bush oynamıştı!) VARSAYALIM İSMAİL Demokrasisi, içerideki Zillet Muhalefeti ile Batılı devletlerce biteviye “yerden yere vurulan” Türkiye'de... Seçimlerin “posta yoluyla” yapıldığını bir an için düşünelim veya bir lahza varsayalım! -Nasıl büyük bir gümbürtü kopardı, değil mi?
Türkiye'de İslam'ın bütün Müslümanlar için daha sahih veya daha başarılı bir model oluşturma keyfiyeti nedir? Konuya bodoslama dalan bir soru bu, farkındayım. Üstelik “sahih” olmak ile “başarılı” olmak arasında her zaman zorunlu bir ilişki de yoktur. Sahih bir İslam anlayışının her zaman kitleleri ikna etme imkânı olmayabilir, kitleler sosyolojik şartlarına göre hakikatli bir mesajı dinlemeye açık olmayabilir, hatta kendilerini kapatmış olabilirler. Sahih inancın sosyolojik şartlara da tekabül eden gel-gitleri vardır. Sıkıntı zamanlarında insanların dine açıklığı artar, bolluk zamanlarında hazlar ve dünyevi ilgiler insanı dinden de uzaklaştırır mesela. Bunu bütün toplumsal yapılara uyarlayabilirsiniz. Çok farklı bir dağılım çıkar ortaya, ama tabii ki tek faktör olarak alınmamak şartıyla. Dolayısıyla dindarlık ile sekülerlik arasındaki çatışmada ikisinden birinin lehine lineer-doğrusal bir gelişim çizgisi yoktur. Nice peygamberin tarihte uzun yıllar hatta asırlar süren mücadelesinde bir inananlar topluluğu bile kuramadığı Peygamberler tarihinin en bilinen gerçeklerindendir. Bu arada Türkiye adına milliyetçiliği din üzerinden yapmanın bir yolu da Türk İslam'ı diye mevhum bir modele güzellemeler yapmaktan geçiyor. Nedir Türkiye İslam'ı? Tanımı, içeriği nedir? Bu konuda çok konuşanlar bugünden yeni bir din icat etmekten öteye gidemiyorlar, zaten aksi de mümkün olmaz. Böyle bir modellemenin ulus-inşa süreçlerinden farkı yoktur ve bütün inşa süreçleri biraz tarih, biraz etnoloji, biraz kendilik yazımıyla beraber yeni bir icattır, kendine hayranlık, kendini yüceltme ve kendi kendine propagandadır. Sorun, bunu yapanların kendilerini yaptıkları işe fena halde kaptırmaları ve zihinlerinde icat ettikleri şeyi gerçek zannetmeleri oluyor. Kendi vehimleriyle oluşturdukları uyku ortamından uyandırmak kolay değil, uyandırmak isteyene karşı ölçüsüz ve mantıksız tepkiler vermeleri de mukadder. Bu alelade mülahazadan sonra şunu ekleyelim: Türkiye'de İslami hayatın başka İslam ülkelerindeki İslami hayatlara nazaran bir ayrıcalığı varsa bu, zannedildiği gibi şu veya bu İslami anlayışın başka İslami anlayışlara olan üstünlüğünden kaynaklanmaz. Aksine bu ayrıcalık, tarihte bütün din anlayışlarının birbirleriyle yaşamanın bir yolunu bulmuş olmaları, daha açık deyişle uzun ve köklü bir dinsel çoğulculuk deneyiminin gerçekleşmiş olmasından kaynaklanır. Osmanlı'nın İbn Haldun'un ölçülerine göre bile oldukça uzun süren toplum düzeninin bir sırrı bunda yatıyor: Devletin himayesinde ve garantisi altında gerçekleşen çoğulcu dini ve etnik hayat. Herkesin kendi hakikat iddiası olabilir ama bunların toplum düzenini tehdit edecek ve tarafların birbirini yok saymasına veya imhasına götürecek bir kitlesel şiddete dönüşmesinin engellenmesi. Başka dinlerin bu dinsel çoğulculuk ortamındaki güvenli varlığını bir kenara bırakalım, Müslümanların kendi içlerinde çeşitliliği de, Kadızadeli, Sivasi, Bektaşi, Şii, Sünni, Hanefi, Şafii, Dürzi, Selefi, Sufi, Nakşibendi, Kadiri vs. Hepsi de bu çoğulculuk ortamında özgürce başkalarıyla varolmuş, başkalarıyla tartışmış, tartışırken kendini de geliştirmiştir. Bu arada bu bahsettiğimiz ülke Misak-ı Milli sınırları içinde mahdut da değildi. Hindistan'dan Kuzey Afrika ve Balkanlara kadar bütün Müslüman coğrafyanın çeşitliliğini Osmanlı'dan yöneten bir üst ümmet aklından söz ediyoruz.
İmâm el-Kerhi, şöyle demiştir: Oruç tutmamayı mubâh kılan hastalık; ölümle sonuçlanacak veya hastalığın artmasına sebep olacak veya yeni bir hastalığın doğmasına sebebiyet verecek hastalıktır. Bu durumda olan kişiler oruç tutmazlar. İmâm el-Kâsânî, şiddetli açlık ve susuzluk sebebiyle ölüm tehlikesinin bulunduğu hallerde de sanki ölüm tehlikesi bulunan bir hastalıkta olduğu gibi oruç terk etme ruhsatının olduğunu beyân etmiştir. Hastalık veya sefer sebebiyle oruç tutmayan kişinin, sıhhâtine kavuşması muhtemel ise iyileşince, tutmadığı günleri kaza eder. Keza yolcu olan kişi de vatanına dönünce kaza etmelidir. Eğer iyileşmesi muhtemel değilse veya oruç tutamayacak derecede yaşlı ise kaza etmesi gerekmese de Hanefi mezhebine göre tutmadığı günler için fidye vermesi veya varislerine fidye vermeleri için vasiyette bulunması gerekir. Bu fetva istihsanın gereği olup kıyasa göre fidye vermesine gerek yoktur.Bu konuda Hanefi mezhebinin delili şu âyet-i kerimedir: “İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak fidye gerekir.” (Bakara s. 184) Ayrıca iyileştiğinde veya seferden döndüğünde kaza etmeyip daha sonra yaşlılık veya iyileşme ihtimâli olmayan bir hastalığa yakalanması sebebiyle kaza edecek gücü olmaması durumunda da fidye vermesi gerekir. Zira sağlığında kaza etmediği oruçlar zimmetinde borç olarak duruyordur. Bunların güne gün kazası da mümkün değildir. Şu halde fidye verilerek kaza edilmesi gerekli olmuştur. Hastalığı devam etme esnasında ya da sefer esnasında vefât etse üzerine kaza da fitre de vacip olmaz. (Sualli-Cevaplı İslam Fıkhı, c.3, s.368-369)
Hanefi Avcı: Siyasi Suikast Iddiaları Araştırılmalı | Fatih Yapıcı ile Gündem Özel by Artı TV
Editör: Egemen Gök Güne Bakış'ta bu akşam emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ile Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun “Siyasi cinayet kaygım var” açıklamasından yola çıkarak Türkiye'deki siyasi atmosferi, siyasi cinayet iddialarını ve muhalefetin provokasyon endişesini konuştuk.
Kabil Havaalanında dehşet bir izdiham yaşanırken, Amerikan Silahlı Kuvvetlerine bağlı köpekler özel uçakla tahliye edildi! Bir tarafta, hareket halindeki kargo uçağına binebilmek için birbirlerini ezen çaresiz Afganlar... Diğer yanda, özel uçağın koltuğunda ABD'ye seyahat eden Amerikan köpekleri! Yüzüstü bıraktığı işbirlikçi Afganlara, itleri kadar bile kıymet vermeyen “Süper Hümanist!” ve “Acayip Medeni!” ABD'den bahsediyoruz. Apo ile Fetullah'ın, Kemal ile Ünal'ın, Nafiz ile Hanefi'nin, Ertuğrul ile Güneri'nin ABD'si; işte budur. Meksikalı sıra dışı yönetmen Alejandro İnarritu'nun “Paramparça Aşklar ve Köpekler” adlı filmi gösterime girdiğinde, sene 2001'di... 2001'in sonbaharında Amerika Birleşik Haydutlar Devleti, uydurma gerekçelerle Afganistan'ı işgal etti. Yirmi yıl sonra... Kan İçici ABD'nin işgali paramparça oldu! Sattıkları işbirlikçileri umurlarında bile olmadı; yanlarında bir tür Amerikan Askeri konumundaki özel köpekleriyle arkalarına dönüp bakmadan kaçtılar. Taliban'ın kontrolündeki Kabil'den kaçmak isteyen Afganlardan biri, kalkışa hazırlanan Amerikan kargo uçağının iniş takımlarına tutundu ve paramparça can verdi. Kendi ülkelerinde İşgalci-Zalim ABD'ye tutunmak isteyen malum Afganların hazin ve ibretlik sonunu simgeliyordu, adeta.
Güne Bakış: Hanefi Avcı ile 15 Temmuz darbe girişimi by Medyascope
Güne Bakış: Hanefi Avcı ile Sedat Peker'in iddiaları, Salih Gergerlioğlu ile AYM'nin kararı by Medyascope
14 HAZİRAN 2021 DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1777 - Yıldızları ve şeritleri olan ilk ABD bayrağı, Kongre tarafından Amerika Birleşik Devletleri bayrağı olarak kabul edildi. (Önceki bayrakta yıldızların olduğu bölümde İngiltere bayrağının renkleri bulunuyordu) 1789 - Darıdan damıtılarak yapılan ilk viski, Amerikalı din adamı vaiz Elijah Craig tarafından üretildi. Bu tür viskiye Bourbon adı verildi, çünkü bu din adamı Kentucky'nin Bourbon ilçesinde yaşıyordu. 1951 - İlk ticari bilgisayar olan UNIVAC I tanıtıldı ve ilk makine "ABD Nüfus Müdürlüğü"ne tahsis edildi. (İkincisini Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri alacaktır.) 2001 - Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'ın 1996'da oluşturdukları "Şanghay Beşlisi" adlı yapılanmaya, Özbekistan'ın da katılmasıyla Şanghay İşbirliği Örgütü kuruldu. TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1839 - Jandarma Teşkilatı kuruldu. Teşkilatın ilk nizamnamesi olan Asakir-i Zaptiye Nizamnamesi yürürlüğe konuldu. 1937 - Hatay Devleti'nin bağımsızlığı, TBMM'de onaylandı. 1977 - Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Hükümet kurma görevini CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'e verdi. BUGÜN DOĞANLAR 1521 - Türk hezârfen, gökbilimci, mühendis ve matematikçi Takiyüddin, doğdu. 1529 - Avusturya dükü II. Ferdinand, dünyaya geldi. 1946 - Amerikalı iş adamı, siyasetçi, yönetici ve yazar Donald Trump, dünyaya geldi. BUGÜN ÖLENLER 767 - Hanefi mezhebinin kurucusu Ebû Hanîfe, hayatını kaybetti. 1920 - Alman sosyolog Max Weber, vefat etti.
Elif Çakır ve Yıldıray Oğur'un gündemin nabzını tuttuğu Bi' Karar Ver programına, haftanın ikinci günü Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı konuk oldu. Avcı, Sedat Peker'in bildiği her şeyi anlatmasına dikkat çekti: Söylediği konulardan yalan yanlış bulalım ya da baskıyla susturalım denmemeli, bu insan konuşmalı, anlatmalı, anlattıklarının hepsi tahkik edilmeli. En azından anlattıklarına bakılmalı. Kişinin anlattıkları tahminin çok fevkinde.
Güne Bakış‘ta bu akşam, eski emniyet müdürü Hanefi Avcı ile Sedat Peker’in videolarını, Medyascope muhabiri Ufuk Çeri ile Soma davasını konuştuk. Editör: Egemen Gök
CUMA SAATİNDE ALIŞVERİŞ YAPMANIN HÜKMÜ SUAL: 1. Cuma vaktinde alışveriş yapmak haram mı? 2. Şayet bayan tezgâhtar çalışıyorsa veya dükkanın sahibi bayan ise, o vakitte dükkan kapatılmazsa, bu arada yapılan alışveriş yine haram mı? 3. Eğer dükkan sahibi de bayan ise cuma vaktinde yine kapatmak zorunda mı? CEVAP: 1. Cuma günü, Cuma ezânı okunurken alışveriş; Hanefi mezhebine göre tahrimen mekruhdur. Diğer alimlere göre ise haramdır. Haram veya mekruh olması şu âyete dayanıyor: “Ey imân edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allâh'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma s. 9) Yani; burada Allâh (c.c.)'un bir emri vardır ve bu emri yerine getirmek vâciptir. Alışverişi bırakmayan, vâcibi terketmiş, yani haram işlemiş olur. 2. İslâm âlimleri; yukarıda geçen ayetteki haramlılığın; Cuma namazıyla muhatap olan kişileri kapsadığını, kendilerine Cumanın farz olmadığı kişilerin ise bu vakitte alışveriş yapabileceğini bildirmişlerdir. Cuma namazı kendilerine farz olmayan kişiler ise; fıkıh kitaplarında çocuk, kadın ve seferî olanlar olarak geçmektedir. Ancak Cuma vaktinde genel olarak kadın, çocuk ve seferi olanların da namaz bitene kadar alışverişten sakınmaları daha evlâdır. 3. Cuma saatinde kadının işyerini çalıştırmasında kadın açısından sakınca olmamakla bereber, Cuma saatinde işyerinin açık tutulması nedeniyle o saatte Cumanın farziyet şartlarını üzerinde taşıyan birisinin o dükkandan alışveriş yapması mekruh veya diğer görüşe göre haram olduğu için, kadın da bu fiilin işlemesine vesile olduğundan dolayı günâhına ortak olabilir. Bu durumda işyerinin kapalı olması daha uygundur. (İbn Kudâme, El Muğnî, c.2, s.73)