Podcasts about levent d

  • 5PODCASTS
  • 201EPISODES
  • 5mAVG DURATION
  • 1MONTHLY NEW EPISODE
  • Mar 14, 2024LATEST

POPULARITY

20172018201920202021202220232024


Best podcasts about levent d

Latest podcast episodes about levent d

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: DİSK kongresinden yükselen ses

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Mar 14, 2024 5:04


Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) 9-11 Şubat tarihlerinde toplanan 17. Kongresi öncesinde gazetemizin Şubat sayısında yayınlanan yazımızda kongrenin, hükümetin yerel seçimler sonrasında işçi ve emekçilere İMF'siz bir İMF programı ile taarruza hazırlandığı bir dönemde toplanmakta olduğunu belirtmiş, buna karşılık işçi sınıfı saflarında henüz ilk kıpırtılar halinde de olsa mücadele eğilimlerinin belirdiğine de işaret etmiştik. Bu mücadele eğiliminin en belirgin örneği olarak da 160 bin metal işçisinin o sektörün patron örgütü MESS'e karşı kararlı ve atak bir tarzda verdiği mücadele sonucunda elde ettiği ciddi kazanımı göstermiştik. DİSK kongresine tam tamına bu mücadeleci ses damga vurdu. Birleşik Metal'in henüz 2023 Aralık ayında topladığı kongresinde başkan seçilen Özkan Atar, sendikası adına yaptığı konuşmada DİSK'in bütününü korumayı dikkatle gözetmekle birlikte yıllardır yürütülmekte olan politikadan çok farklı bir ufku işaret etti. Birleşik Metal başkanı, 160 bin metal işçisi adına konuştuğunu belirterek aslında Türk Metal tabanının da bu sefer gösterdiği kararlılığı sahiplendiğini, yani metal mücadelesinin toplu dinamiğine yaslandığını ilan ediyordu. Atar'ın konuşması DİSK'in gelecek dönemde yürümesi gereken yol bakımından bütünsel bir eylem programını sergiliyordu. Yaklaşan dönemde enflasyonun düşmeden önce bir kez daha patlayacağı gerçeğine dikkat çekerek “yeni protokol/ek zam” mücadelesini şimdiden sınıfın gündemine yerleştirdi. Yani bizim sözünü ettiğimiz sınıf taarruzunu doğrudan hedef aldı. Vergilendirme alanında işçi sınıfının uğradığı soygun karşısında aktif bir hazırlıktan sonra İzmir'den Diyarbakır'a işçi sınıfının yoğunlaştığı her ilde vergi dairelerinin önünde oturma eylemlerinden, gerektirdiğinde işçi sınıfının diğer kesimlerini de katarak “günlük genel grevler”den söz etti Birleşik Metal başkanı. Asgari ücret için milyonları “tribünlerden sahaya indirecek” bir çalışmayı hedef olarak koydu. Bu dinamiğin sesi, Birleşik Metal'in yalnızca başkanından gelmedi. Aynı zamanda tabanın sesine tercüman olan, şube yönetim kurulu üyesi ve kendi fabrikasının baştemsilcisi bir devrimci Marksist işçi, onyıllardır DİSK'e hâkim olan “sosyal diyalog” politikasının artık geride bırakılmasının, sınıf mücadelesi yöntemlerine dönülmesinin gerekli olduğunu berrak biçimde ortaya koydu. Metal işçilerinin tek sınıf mücadeleci örgütü Birleşik Metal'in başkanının DİSK kongresine verdiği mesajın en önemli yanı ise, gür bir sesle sosyalizmi yeniden DİSK'in gündemine getirmesiydi. “Savaşsız, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya özlemiyle, başta kendi ülkemizde olmak üzere, sosyalizmin adil düzeninin yerleşmesi için siyasi mücadelemizi her platformda vermek zorundayız.” DİSK kongresi kürsüsünden Türkiye'ye ilan edilen sınıf mücadelesi programının doruğu böyle formüle edilmişti. İşçi sınıfı içindeki mücadele dinamiği yeni dönem için sosyalizmi de içeren bir programı ortaya koyarken, Türkiye sosyalist hareketinin ana partilerinin çoğunun işçi sınıfından nasıl kopmuş olduğu da bu kongrede yeniden ortaya çıktı. Seçim meydanlarında bir kısmı laiklik propagandasıyla yetinirken bir kısmı da modern küçük burjuvaziye ve eğitimli yarı-proleter katmanlara hitap eden bu partilerin bazıları DİSK kongresine gelmeye zahmet dahi etmemişlerdi! DİSK'in şanlı günlerinde, 1967'den 1980'e, sınıf mücadelesinin öncüsü bu konfederasyonla sosyalist hareketler arasında kurulmuş olan yakın ilişki hatırlandığında bu durum işçi sınıfı sosyalizminin Türkiye'de artık ne kadar nadir bir tür olduğunun çarpıcı bir tablosudur. Bu partilerden biri de kongreye temsilci göndermişti ama temsilci konuşma sırasını bekleyemeden çekip gitmeyi tercih ediyordu. Belki de CHP ile önemli bir seçim toplantısı vardı! DİSK kongresinde şu ya da bu biçimde varlık gösteren sadece üç sosyalist parti vardı. Bizim partimiz Devrimci İşçi Partisi, işçi tabanından delegesinin konuşmasıyla, Genel Başkan Yardımcısı Levent Dölek'in delegelere hitabında söyledikleriyle DİSK'in içinde doğmakta olan yeni sınıf mücadelesi dinamiğinin bir parçası olduğunu ortaya koydu. Gelecek bu dinamiğin olacaktır.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Kadıköy komünizminden Gebze'de patron partisiyle ittifaka… Sınıf siyaseti ne değildir?

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Mar 13, 2024 8:14


Sınıf siyaseti dediğimiz zaman sadece işçilere gitmekten bahsetmiyoruz. Hele işçilerin dertlerinden, geçim sıkıntısından bahsetmekten hiç bahsetmiyoruz. Bu ekonomide işçinin, emekçinin, emeklinin geçim derdinden bahsetmeyeni döverler. Öyle ki AKP bile suçu fahiş zam yapan marketlere atıp bir muhalefet partisiymişçesine geçim sıkıntısından dem vuruyor. Yani mesele sadece işçiye gitmek değil, işçiyle birlikte sermayenin karşısına çıkmak. Fabrikalarda ve işyerlerindeki ekonomik mücadeleden başlayıp siyasetin tüm alanlarına kadar işçi sınıfının çıkarlarını sermayeye, emperyalizme ve devlete karşı savunmak! Tabii işçilere gitmek de şart. Ama gerçekten sınıf siyasetinin anlamını kavrayan için “gitmek” yetmez. Sınıfın içinde mevzilenmek, siyasetin ana üssünü buraya kurmak ve sınıfın mevzilerinden tüm topluma seslenerek siyaset üretmek gerekir. 31 bin TL kira ortalaması olan, gelir ortalamasında ise İstanbul'un en zengin ikinci ilçesi olan Kadıköy'de “komünist” başkan çıkarırsanız bunun sınıf siyasetiyle uzaktan yakından ilgisi olmaz. Bu ilçede yaşamaya muktedir, okumuş etmiş modern küçük burjuvazinin hatta düpedüz burjuvaların “komünist” kimliğe sempatiyle bakmasını “komünizmin” bir potansiyeli olarak görmek, sağlıklı kırmızı yanakları ve parlak montlarıyla komünist başkanın dağıttığı bildirileri alan, onunla film artistiymiş gibi fotoğraf çektiren insanları, halkın ilgisi olarak değerlendirmek komik. Trajikomik olan ise bir de başka sosyalistlerin Maçoğlu'nu eleştirip onunla yarışa girmesi. Kılıçdaroğlu için tüm sola matematik (daha doğrusu aritmetik) anlatan TİP'e şimdi başkaları matematik anlatıyor. İnsan düşünmeden edemiyor. Şu siyasetin matematiği keşke her yerde elverse, Kadıköy'de olduğu gibi her yerde CHP'nin oyları AKP'yi üçe katlasa da sosyalistler aynı öz güvenle ve “bağımsız” siyasetleriyle halkın karşısına çıksalar... Ama işte memleketin demografik yapısı bizim Menşevik küçük burjuva sosyalistlerine her zaman Kadıköy'deki kadar cömert davranmıyor. İşçi sınıfımızı cahil zanneden cahillerden olmayın. Sol fraksiyonların ayırdına varmıyor olabilirler ama hayatın matematiğini iyi bilirler. O matematikle bordrolar okunur, o matematikle ay sonu getirilir. O matematikle çocuklar büyür. Ayrıca işçi sınıfı çok iyi koku alır. İşçinin soldan uzak olması sadece muhafazakârlıktan değildir. İşçi sınıfı CHP'nin yanında durdukça solun üstüne sinen burjuva kokusunu bin kilometreden alır. Tersi de doğrudur. Biz sınıfa gitmeyi seçtik, sınıf içinde mevzilendik, fikirlerimizi yumuşatmadık, orak çekiçli bayrağımızı saklamadık, dediğimizle yaptığımız bir olsun diye uğraştık, sol kimliğe mesafeli olanların sınıf siyasetini nasıl benimsediğini, bağrına bastığını gördük. Bu yoldan yürümeye, örgütlenmeye ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Sermayeden, emperyalizmden, devletten bağımsızlaşan düzen siyasetinden kopan sosyalistlerle sınıf siyasetinin yolunda buluşacağımızı umarız.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Kamu emekçisi için grevli toplu sözleşme yoksa sendika da yoktur

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Feb 7, 2024 4:13


2024 yılı başında KESK ve bağlı sendikaları kongrelerini tamamladılar ve yeni yönetimler belirlendi. Bu kongrelerde tartışmaların odağında olması gereken konunun grevli toplu sözleşme hakkı olması beklenirdi. Grevsiz toplu sözleşme olmaz. Olsa olsa tiyatro olur. Her iki yılda bir Ağustos ayında bu tiyatro oynanmakta, hükümet en fazla üyesi olan yandaş sendikayla danışıklı dövüş içinde kamu emekçilerinin kaderini belirlemektedir. Hangi sendika olursa olsun, kamu emekçisinin hizmet üretiminden gelen gücünü ortaya koyamadıkça üyelerinin ekonomik ve demokratik haklarını koruyamaz ve geliştiremez durumdadır. Bu sebeple de kamu emekçileri işçi sendikalarında olduğu gibi toplu sözleşmeden faydalanmak amacıyla değil, siyasal görüş ya da kimlik mülahazalarıyla sendikalara yaklaşmaktadır. Memur-Sen bu noktada hükümetin gayri resmi sendikası olarak ayrılmaktadır. Bu sendika idareyle iç içe geçmiş, kamu emekçilerinden kimisini mobbingle yıldırarak kimisini de kayırarak 1 milyon üyeye ulaşmıştır. Diğer sendikalar ise kimliklere göre bölünmüş durumdadır. Ne var ki Ortadoğu'dan Latin Amerika'ya dünya turu atılan, LGBT'lerden ekolojiye kadar sayısız konu tartışılan, örgütlenme çalıştaylarından tüzük kurultaylarına bir sürü toplantı kararı alınan bu kongrelerde tek tartışılmayan konu grevli toplu sözleşme hakkı oldu. Grev yapılmaması, yapılan tek grev olan sağlıkçıların 8 Şubat 2022 grevinin de gerçek bir grev gibi örgütlenememesi üzerinde hemen hiç durulmadı. Gelecekte kamu emekçisinin hizmet üretiminden gelen gücünü kullanabilmek, toplu sözleşme tiyatrosunu aşmak için neler yapılması gerektiği hiç tartışılmadı. Sadece mevcut yönetim yapısı değil muhalefette olan sendikal gruplar da bu meseleleri hiç gündeme getirmedi. Elbette sendikanın gerileyişi ve üye kayıpları da gündeme geldi. Ama bu konu da genelde sınıfsal bir perspektifle değil kimlikçiliğin iki ucunda tartışıldı. Bir taraf Kürt hareketinin post-modernizmden etkilenmiş özgün analiz ve politikalarını sendikal krizin aşılmasına bir reçete gibi sunarken, Kürt illerindeki üye sayısındaki artışı örnek gösterirken diğer uçta sanki Kürtler görünmez hale gelse kamu emekçileri içindeki şovenist önyargılar kendiliğinden aşılacak, herkes yine KESK'e koşacak gibi bir hava esiyor. Oysa sınıf mücadelesine odaklanan bir perspektif tartışmanın merkezine grevli toplu sözleşme hakkını koyardı. Kamu emekçisinin en genel ekonomik ve demokratik taleplerini fiili meşru mücadele ve grevle alacak bir mücadele hattına odaklanırdı. Mesele kimlik değil sınıf çıkarı olursa Kürtlerin varlığı zaaf değil güç olur. Şovenizmin etkisi altındaki bir kamu emekçisi de grev günü geldiğinde memleket ayrımı olmadan herkesin greve katılmasını ister. En mücadeleci olanların kıymeti grev zamanlarında daha çok bilinir. KESK'e sınıf sendikacılığı hâkim olursa Türk ve Kürt emekçilerini birleştiren yapısının engel değil vazgeçilmemesi gereken bir kazanım olduğu daha net görülecektir. Kongreler umut vermedi. Tek kazanım belki de sendikal grupların yönetimlerde daha güçlü bir temsiliyetle yer alacak olmasıydı. Her durumda önümüzdeki mücadelelere odaklanmak zorundayız. Memur-Sen'le danışıklı dövüşle belirlenen sözleşme, önümüzdeki altı aylık zam dönemlerinde kamu emekçisini enflasyona ezdirecek şekilde belirlenmiş durumda. Kamu işçilerinin Türk-İş'in hükümetle işbirliği yapması sonucunda belirlenen çerçeve sözleşmesinde de aynı yöntem uygulandı ve bu yüzden işçilerin isyan edişine hep beraber tanık olduk. Bu isyanın bir benzerini, bu yılın ilk yarısından itibaren, yıl sonuna doğru daha da yakıcı bir biçimde kamu emekçileri arasında da görebiliriz. Ne yapacağız? Basın açıklaması mı yapacağız? Randevu alıp bakanlıklara dosya mı sunacağız? Meclisin sözde muhalif düzen partilerini gezip lobi mi yapacağız? Emekçinin gücü dosyalardan, raporlardan, lobicilikten değil üretimden gelir. Ya grev yapacağız ya tiyatro oynayacağız! Şimdiden seçimimizi yapalım. Hazırlanmaya ve örgütlenmeye başlayalım.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Renault'da bir işçi çıkartmadan çok daha fazlası: “Uyanın, değişin, değiştirin!”

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jan 10, 2024 5:40


Aralık ayında Renault fabrikasında bir işçi işten atıldı. Basında haber olmadı. Ama Renault bir süredir bu olayla çalkalanıyor. Levent Turgut. 25 yıl Oyak-Renault fabrikasına hizmet etmiş bir işçi. Fabrikadan birçok ödüller almış. Fabrika yönetimi tarafından da el üstünde tutulan, parmakla gösterilen bir kişi. Kimseyle bir sorunu yok. Neden işten atılmış olabilir ki? Binlerce işçinin çalıştığı fabrikada hemen hemen tüm işçiler tarafından tanınıyor ve çok seviliyor. Liderlik özelliklerine sahip, herkesin derdini dinleyen, sözü de dinlenen birisi… Türk Metal'i bilenler Türk Metal'li fabrikada çalışmış olanlar sanırım anlamaya başlıyordur. Renault'daki son sendika seçimlerinde mevcut yapıya muhalif işçilerin başkan adayı oluyor. Seçimi mevcut yapı kazanıyor ama düşüncelerini ve eleştirilerini söylemeye, fabrikadaki işçilerin duygularına tercüman olmaya devam ediyor. Kendisine beyaz yakaya geçmesi için teklifte bulunuyorlar. Kesinlikle kabul etmiyor. İşyerinde ve sendikada yanlış giden şeyleri düzeltmeye kararlı. Ona güvenen insanları yüz üstü bırakmak istemiyor. MESS sözleşmesi süreci devam ederken, Türk Metal göstermelik eylemlere başlıyor, gelenek olduğu üzere sendika yöneticilerine konfetiler patlatılan yalakalık törenleri tertipleniyor. Levent Turgut “değişim şart” diyerek bir kez daha öne çıkıyor: “Uyanın, değişin, değiştirin!” Bir hafta sonra bir SMS ile “aidiyet duygusunu yitirdiği” gerekçesi ile işten çıkartılıyor. Türk Metal'i bilenler ve Türk Metal'li fabrikada çalışmış olanlar artık “çok bile kalmış” diyorlardır. Bilmeyenler ve tanımayanlar ise hâlâ “sendika ve patron karşıt taraflar değil mi” neden sendikayı eleştirdiği için patron yaptırım uyguluyor diye soracaktır. Sormalıdır da! Cevabını bilenler de sormalıdır. Kimse bu düzene alışmamalıdır. Sormalıdır. Sorgulamalıdır. Levent Turgut atıldıktan sonraki bir paylaşımında soruyor: “Eğer beni işten çıkaran insan kaynakları ise sendika onlardan hesap sormalıydı. Ya da beni işten çıkaran sendikaysa insan kaynakları hadi ordan demeliydi. İkisi de olmadı. Sizce suçlu kim?” 43 yıl geriye gidelim! Evet! Suçluyu orada bulacağız. 12 Eylül 1980'de darbe olur. Bu darbe darbeci general Kenan Evren'in sözleriyle güya “kaybolan devlet düzenini yeniden tesis etmek üçün” yapılmıştır. Gerçekte ise 12 Eylül'ün anlamını dönemin Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Halit Narin söylemiştir: “Şimdiye kadar hep işçiler güldü, artık biz güleceğiz!” 1980'den önce DİSK ve Maden-İş vardır. Bu sendika Kavel'de grev hakkını fiili “yasadışı” grevle kazanmıştır! Grev hakkını yasalara bileğinin gücüyle kazanarak yazdırmıştır. Bu sendikanın efsane lideri Kemal Türkler vardır. Maden-İş'te grevlerde, direnişlerde işçinin sevgisini ve güvenini kazanan işçilerden oluşan sendika kadroları ve yöneticileri vardır. Maden-İş “DGM'yi ezdik sıra MESS'te” diyerek ekmek ve hürriyet mücadelesine öncülük etmiş işçiyi güldürmüştür. 2015'te metalde esen fiili grev ve işgal fırtınası bu düzeni derinden sarsmıştı. O fırtınanın arka planında Türk Metal'e isyan bayrağını çekerek Maden-İş'in bugün devamı olan DİSK Birleşik Metal'e geçişlerin olduğu Bosch fabrikası ile MESS sürecinde Türk Metal sözleşmeye imza atarken Birleşik Metal'in greve çıkması, grev yasaklanmasına rağmen kazanımlar elde etmesi vardı. Birleşik Metal'in grevci fabrikaları ateşse Türk Metal'in örgütlü olduğu Renault gibi fabrikalar ise barut gibidir. Patronların ve sendika ağalarının korkusu ikisi bir araya gelmesin diyedir. Ama nafile Levent Turgut'lar bitmez, işçinin birliği ve mücadelesi engellenemez! Metal işçisi ayrı gayrı demeden birleştiğinde, grev hakkını grevle kazandığında sadece MESS'i değil, sefaleti dayatan 12 Eylül düzenini de ezip geçecektir. Ve o zaman hep birlikte şöyle diyeceğiz: “Şimdiye kadar hep patronlar güldü artık gülme sırası bizde!”

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: “Yeni Anayasa değil yeni düzen gerek”

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Dec 7, 2023 7:27


Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Yargıtay arasında Hatay Milletvekili Can Atalay'ın tutukluluğu ile seçilme ve siyaset yapma hakkının ihlal edilmesi dolayısıyla ortaya çıkan kriz bir süre sonra sıcaklığını yitirdi. Geriye, AYM'nin kaldırılması ya da yapısının değiştirilmesi bağlamında yeni Anayasa tartışması kaldı. Yeni Anayasa tartışmasını iyice ısıtarak gündemin üst sıralarına getiren gelişme ise Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 50+1 sistemini tartışmaya açması oldu. Erdoğan'ın "Mevcutta 50+1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil." diyerek açtığı tartışmayla MHP ile ittifakı mutlak görmediğini ilan etmiş oldu. Nitekim bu mesaj kamuoyunda hızla kabul gördü. Öyle ki Bahçeli MHP grup toplantısında “biz kimsenin sırtına binmedik kimseyi de sırtımıza bindirmedik” diye sert bir çıkış yaparak Erdoğan'a cevap vermek zorunda kaldı. Bu tartışma da yavaş yavaş sönümlenirken yine geride “yeni Anayasa” tartışması kalıyor. Önümüzdeki dönemde herhangi bir bağlamda başlayan ama sonunda yine yeni Anayasa gündemine bağlanan başka siyasi kriz başlıklarına da tanık olabiliriz. Bizim yeni Anayasa tartışmasındaki tutumumuzun özü Devrimci İşçi Partisi 7. Kongresi kararlarının “Yeni Anayasa değil yeni düzen gerek!” başlıklı bölümünde yer alıyor: “Yeni Anayasa burjuvazinin ihtiyacıdır. Bu ihtiyacın bir yönü rejimin burjuvazinin iktidar üzerindeki dolaysız etkisini arttıracak mekanizmaların ihdasıdır. Anayasa tartışmasındaki esas stratejik yön tekelci sermayenin yayılmacı çıkarlarındadır. Türkiye'deki mevcut rejim hâlihazırda yarı-askerî bir karakter taşırken 12 Eylül Anayasası'ndan kurtulma demagojisine ve ‘sivil' anayasa iddiasına asla prim verilmemelidir. Türkiye'nin emekçi sınıfları açısından soyut bir ‘yeni bir anayasa ihtiyacı' yoktur. Yeni anayasanın mecliste hâlihazırda var olan güç dengesi çerçevesinde emekçi sınıflar açısından yararlı olması olanaklı değildir. Dahası, burjuvazi 1982 Anayasası'nın dahi içermek zorunda kaldığı hakları da tırpanlamak istemektedir. Emekçi sınıfların çıkarı istibdadın tadilinden değil devrilmesinden yanadır. Dolayısıyla hürriyet mecliste ya da kamuoyunda yapılacak soyut ve/veya entelektüel tartışmaların konusu değil emekçi halkın devrimci seferberliği ile istibdadın arkasındaki sermaye sınıfı ve emperyalizmle hesaplaşması sorunudur.” Bu perspektif bizim Anayasa tartışmasının temelinde bir danışıklı dövüş ya da gündem manipülasyonu olmadığını, temelinde sermayenin sınıf çıkarlarının yattığını, bizim de işçi sınıfı çıkarları temelinde bir siyasi hatla bu gündeme yaklaşmamız gerektiğini göstermektedir. Tüm bu sebeplerle biz hâkim sınıfların “yeni Anayasa” tartışmasına cepheden karşı çıkarız. Burjuva düzenin gardiyanlarının çekeceği fotoğraf için poz verecek halimiz yok! Bizim bugün odaklanacağımız yer işçi sınıfına ve emekçi halka vurulmuş kelepçelerdir. Bizim Anayasa'ya dair gündemimiz grev hakkıdır. 12 Eylül Anayasası'nın tümden karşısındayız. Ama o Anayasa'ya dahi işçilerin emeğiyle, canıyla, kanıyla kazıdığı grev hakkını sonuna kadar ve yine grevle savunacağız. MESS ve AKP el ele vererek Anayasa'ya kazınmış grev hakkı mevziisini çiğnemeye çalışacaklar yine. İzin vermeyeceğiz! Dünyada ve Türkiye'de burjuva düzenini korumak göreviyle ihdas edilmiş Anayasa Mahkemesi'ni de savunmuyoruz. Ama Anayasa Mahkemesi'nin grev hakkımızı onaylayan ve iktidarın keyfi grev yasağını yasadışı ilan eden kararını da sonuna kadar savunacağız. Nihayetinde biz mevcut Anayasa'yı işçi sınıfından ve ezilenlerden yana kökten değiştirecek yepyeni bir fotoğrafın peşindeyiz. Ekmeğin ve hürriyetin zaferinin fotoğrafını da tartışarak değil burjuvaziyi devirerek ve işçi iktidarını kurarak oluşturacağız.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Türkiye solu CHP'nin başına doğru kişi geçtiğinde değil, CHP'den koptuğunda kurtulur

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Nov 15, 2023 5:32


CHP'nin 39. Kurultayında Kılıçdaroğlu seçimi Özgür Özel'e kaybetti. Özgür Özel, CHP tarihinin 8. Genel Başkanı oldu. Özgür Özel kurultay sürecinde, Osmaniye'de partisinin il örgütünde bir konuşma yaparken vatandaşın biri ona bir kasket hediye etmişti. Özgür Özel de başına kasketi geçirip “Bu, CHP'yi 1970'lerde birinci parti yapan Karaoğlan Ecevit'in şapkasıdır, bu şapkayla, genel seçimleri de yerel seçimleri de kazanacağız.” demişti. Bülent Ecevit, 1972'de İsmet İnönü'yü yine bir kurultay sürecinde devirmiş ve partinin başına geçmişti. Özgür Özel de kurultayda Kılıçdaroğlu'na galebe çalınca Ecevit benzetmeleri daha da fazla yapılır oldu. Tesadüf o ya genel başkanlık seçiminin ertesi günü 5 Kasım da Ecevit'in ölüm yıldönümüne denk geldi. Özgür Özel'in CHP genel başkanı olarak ilk açıklaması da Ecevit'i anmak oldu. Özgür Özel'in Kılıçdaroğlu'ndan ayrı olarak genç olması dışında matah bir özelliği yok. Farklı bir politikası da yok. Zaten Kılıçdaroğlu ne yaptıysa o da hep oradaydı. Şimdilerde Gelecek, Deva, Saadet üçlüsüne verilen milletvekillerinde ve Ümit Özdağ ile yapılan protokol konusunda kendisine danışılmadığını söylüyor. Haklı da olabilir. Ama bunlar işin taktik kısmıydı. Özel'in Erdoğan'ın karşısında bir Amerikan muhalefeti oluşturma stratejisine karşı herhangi bir görüşünü bilmiyoruz. Kurultayda üstüne basa basa, ağzını doldura doldura Gazze'deki direnişe terörist diye saldırarak da bunun altını iyice çizdi. Yine AKP-MHP'nin tabanını, alternatif siyasal İslamcı ve faşist partiler eliyle oyma stratejisine de en ufak bir eleştirisine tanık değiliz. Ama mesele kişiler değil. Mesele, CHP'nin sınıf karakteridir. CHP hiçbir zaman sol da sosyal demokrat da olmamıştır. İsmet İnönü “ortanın solu” tanımını ortaya attığında da Ecevit “ortanın solu” söylemini program haline getirdiğinde de bu böyleydi. Ortanın solu başından itibaren anti-soldu! Biz demiyoruz. “Ortanın Solu” kitabında Ecevit diyor: “… ezilen, yoksulluk çeken insanlarda birikecek isyan duyguları kabarıp taşma noktasına varabilir. Sınaîleşmeye başlamış toplumlarda bu tehlike daha da büyüktür. İşte o zaman aşırı sol akımlar, bu isyan duygusunu, yıkıcı ve yaygın bir sel haline getirebilir. Ortanın solu, bu sele karşı en sağlam duvar, en etkili settir.” Meseleye kimlikçi gözlükle bakarsanız burada “ılımlı sol” görürsünüz, sonra da zaman geçip yaşlandıkça sağcılaştığını zannedersiniz. Meseleye kimlikçi gözlükle bakarsanız kürsüden “CHP, Sosyalist Enternasyonal üyesidir” diye bağırırken bunu solculuk emaresi zannedersiniz. Sınıfsal analizle baktığınızda ise “sosyalist enternasyonalin” işçi sınıfından gelse de ona ihanet etmiş, burjuvalaşmış ve emperyalizmin has partileri haline gelmiş bir “emperyalist-kapitalist enternasyonal” olduğunu görürsünüz. Bu gözle CHP'ye baktığınızda ise tarihinin hiçbir aşamasında Sosyalist Enternasyonal partileri gibi işçi sınıfı ile organik bir ilişkisi olmamış, dolayısıyla işçi sınıfına ihanet bile etmemiş dümdüz bir burjuva partisi görürsünüz. Örneğin, yıllar geçmiş, Ecevit yaşlanmış ama sınıfsal pozisyonu değişmemiştir. Burjuvazinin çıkarı 28 Şubat'ın desteklenmesini gerektirdiğinde Ecevit vazife alır, MHP ile koalisyon kurulması icap ettiğinde Ecevit tabuları yıkacaktır. 1999 depreminde halk enkaz altındayken mezarda emeklilik yasasını bir gece yarısı meclise getirip geçiren Ecevit, 2001 krizinden sonra emperyalizmin mutemedi olarak Kemal Derviş'i işçi sınıfının başına musallat eden 1972'deki ile aynı Ecevit'tir. Bir olayın iki defa tekrarlanmasında ilki trajedi, ikincisi komedi olur dedik. Peki bir olay ya bir değil, iki değil defalarca tekrarlanırsa? Öyle şey mi olur demeyin. Türkiye solunun CHP'ye bel bağlamasının örneklerine ne sayı yeter ne edebiyat literatürü. Ama artık bu hikâye burada bitmeli. Türkiye sosyalist hareketi sol olacaksa CHP'den kopmalı ve yüzünü işçi sınıfına dönmeli. CHP'nin yeni başkanı ile cehenneme kadar yolu var. Bunca olan bitenden sonra hala CHP'nin trenine atlamaya niyetli olan varsa onlara da güle güle!

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Tek beldede sosyalizm olmaz

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Oct 7, 2023 5:53


Seçimlerden sonra ortalık Kılıçdaroğlu'nun aslında AKP'ye ve Erdoğan'a çalıştığını iddia eden komplo teorilerinden geçilmiyor. Bu teorileri dillendirenlerin pek çoğu seçimden önce Kılıçdaroğlu'na oy vermeyenleri kolaylıkla “Erdoğan'a çalışmakla” suçlayabiliyordu. Seçimden önce “piro” diye peşinden koştukları Kılıçdaroğlu'nun işbirlikçiliğini keşfedenlerin gönül gözü mü açıldı birden? Tabii ki hayır. Dün Kılıçdaroğlu'na kurtarıcı olarak bakmak da bugün onu ajanlıkla suçlamak da aynı körlüğün, düzen siyasetinin körlüğünün bir sonucu. Sol, sınıf siyasetini reddedip “ehveni şer” dedikçe beterin beterini gördük her seferinde. “Sandıkta gerileteceğiz” diye diye gerileyen hep solun kendisi oldu. Yerel seçimler yaklaşıyor ve solun düzen siyasetinden kopmaması, sınıf siyasetine yönelmemesi halinde bir kez daha kafasını duvara toslaması kaçınılmaz görünüyor. Belediyeleri sivil toplum örgütü gibi gören liberal yanılsamayı solun saflarından atmak gerekiyor. İstanbul'da, Ankara'da ve başta olduğu her yerde CHP muhalefet partisi falan değildir. Devletin ve iktidarın bir parçasıdır. Burada düzen partilerinin kavgası kent rantını paylaşma kavgasıdır. Solun bu kavgada yeri yoktur olamaz. Dolayısıyla bu kavganın bir tarafı desteklenemez. Sınıf siyaseti emekçi halkın çıkarlarına dayanmalı, rant kavgasına karşı kent topraklarının ve özellikle deprem ve fahiş kiralar dolayısıyla konutların kamulaştırılmasını öne çıkarmalıdır. Dolayısıyla da sosyalistler güçlerini birleştirerek bu programın adaylarını çıkarmalıdır. Sosyalistlerin güç birliği yapması, seçimi kazanmak ve belediyeleri almaktan ziyade emekçi halkı düzen siyasetinden koparacak bir çekim merkezi yaratmak için gereklidir. Sosyalistlerin işi kapitalizmin çözümsüz olduğunu anlatmaktır, kapitalizm denizinin içinde “sosyalist belediye” adaları yaratılabileceğine dair yanılsamalar yaratmak değil. Emekçi halkın herhangi bir temel sorununa özel mülkiyet rejimi ile karşı karşıya gelmeden gerçekçi bir çözüm üretmek mümkün değildir. Mevcut düzende belediyelerin üretim araçlarını devletleştirme yetkisi yok. Taşınmazların kamulaştırılmasında da “kamu yararı” kararı valilik onayına tabi. Kooperatif kurarsınız ama o kooperatiflerin benzerleri AKP'li belediyelerde bile kurulmuş olur. Suyu “kanun izin verdiği” kadar ucuzlatır, belediye işçisine “belediye bütçesi elverdiği” kadar zam yaparsınız. Özel şirketleri devletleştirmediğinizde gider “sosyalist sermaye” kurarsınız. Şimdi bazı yerellerde belediyeler kazanmak, hatta seçim sonucunda “sosyalist belediyeler birliği” kurmak gibi düşünceler epey heyecan yaratıyor. Dersim ve Ovacık modellerinden bahsediliyor. Ama geçmişteki Fatsa örneği bile Fikri Sönmez (Terzi Fikri) ve yoldaşlarının tüm kahramanlığına ve başarılarına rağmen sonuç olarak kapitalizm denizi içinde sosyalist adaların olamayacağını, özellikle merkezi devlet iktidarı burjuvazinin elinde olduğu müddetçe emekçi halkın hiçbir kazanımının güvence altına alınamayacağını kanıtlamıştır. Ama geçmişe de gitmeye gerek yok, Kürt halkının iradesini gasp eden kayyım rejimi ortadadır. Şehirdeki emlak baronlarının elindeki konutları halkın barınma hakkı için kamulaştırma kararı aldık. Belediyeler gıda bankacılığı yapabilir. Ama gıda bağışlarıyla. Biz yoksulu doyurmak için ağaların topraklarını kamulaştırmaya yöneldik. Vali kamu yararı yok dedi! Danıştay'a mı gideceğiz? Vali kararını aştık, halk konutlara fiili olarak yerleşti. Toprak işgalleri var. İşçiler, emekçiler, yoksul köylüler, devrimci bir seferberlikle tufeylinin elinden hakkı olanı söküp alıyor. Emlak baronlarının borazanları, toprak ağaları, kapitalistler basacak feryadı: Vatan elden gidiyor! Terör! Ve kayyım! Hiçbir şey yapılmasın mı? Yapılacak tabii. Ama sadece işçi sınıfının ve emekçi halkın gücüne güvenerek. İktidar perspektifini bırakmadan. Her durumda mevcut düzene ve düzen siyasetine dair yanılsamaları ortadan kaldırarak. Yanılsamaları güçlendirerek ve yeni yanılsamalar yaratarak değil.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Ekonominin yobazları

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Aug 8, 2023 6:23


Rasyonel yani akılcı politikalara dönüş yeni ekonomi politikasının sloganı. Demek ki önceki politika akılcı değildi. Ne diyordu faizle ilgili Erdoğan? “Nas var!” Yani ayet ve hadislere dayanan İslam kuralları… “Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim.” Devam ediyor mu? Hayır. Yanına yardımcı olarak aldığı Cevdet Yılmaz, Hazine ve Maliye Bakanı olarak atadığı Mehmet Şimşek, Merkez Bankasının başına getirdiği Hafize Gaye Erkan (Boğaziçi mezunu ve ABD kariyerli yeni yardımcıları ile birlikte) hepsi de “nas” falan dinlemeden “akılcı politikalar” sloganı ile ekonomiyi faiz artışı patikasına soktu. Faizleri giderek hızlanan bir tempoyla yukarı çekecekleri konusunda güvence veriyorlar. Bu politikanın temposunu belirleyecek olan ise yerel seçim takvimi olacak. Krediyi daraltarak ve alım gücünü düşürerek talebi kısmak yoluyla enflasyonla mücadele programı tüm iktidarlara oy kaybettirir. O yüzden Erdoğan yavaştan alın diyor. Onlar da ekonominin boynundaki faiz kemendini yavaş yavaş sıkıyorlar. Demek ki “nas” söylemi palavraymış. Ama bu herhangi bir palavra değildir. Dini, ayeti, hadisi işin içine katarak bu işi yapmak din istismarcılığıdır. Erdoğan bir Müslüman olarak değil kapitalist bir siyasetçi olarak konuşmaktadır. Temsil ettiği sınıfın ve iktidarının çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapmıştır. Düşük faiz, genişlemeci para ve maliye politikası, İslami kuralların değil sermayenin dünyevi çıkarlarının bir sonucuydu. En çok kredi ile ayakta durabilen KOBİ'lerin çıkarınaydı. Ama onlarla birlikte ihracat odaklı tekelci sermaye grupları da kazandı. Bu politika sayesinde işçisine pul olmuş Türk lirası ile ödeme yapıp, emeğin ürettiklerini dolar ve avroyla satarak büyük kârlar elde ettiler. Bankalar da Merkez Bankasından düşük faizle aldığı parayı daha yüksek faizli devlet tahviline yatırıp geri devlete satarak milyarları kasalarına koydular. Sonunda deniz bitti. Sermayenin çıkarları ekonomi politikasının değiştirilmesini gerektiriyor. Peki, şimdi ne var? “Akılcı politikalara dönüş” sloganıyla dinden akla mı dönüyoruz? Hayır, hala dindeyiz! Ama bu din yine Müslümanlık değil! Para dini! Kapitalizm! Bu dinin en gerici mezhebi de neo-liberalizm! Piyasanın, üretim araçlarının özel mülkiyetinin, kârın meşruluğunun, kapitalizmin ezeli ve ebedi olarak insan doğasına en uygun sistem olduğunun sorgulanmasına zinhar müsaade edilmeyen bir din bu! Aksini iddia eden kim olursa tekfir eden bir dindir bu! Örneğin, üstümüze boca edilen liyakat nurlarından olan, ABD Merkez Bankası referanslı Cevdet Akçay bu dinin papazlarından biridir aslında. Vaktiyle televizyona çıkıp Nebati'yi eleştirir, Merkez Bankası politika faizinin piyasa işleyişine tabi olarak belirlenmesini savunur, Taylor Kuralı'nı bir ayetmişçesine vaaz ederdi. Dünyada geçerli bir rezerv para yani “Dolar” basan ABD ekonomisi esas alınarak geliştirilmiş bu kuralı, parası kendi sınırları içinde dahi hükümsüz olan, kronik cari açık veren, dolar bağımlısı bir ülke için tartışılmaz kural gibi koymak nedir? Sınıfsal çıkarlarının dogmalar arkasına gizlenmesidir. Bunun adı dogmacılıktır ve yobazlıktır! Evet, yobazlık sadece dinde olmaz. Ekonominin de yobazlığı olur. Mesela bu neo-liberal papazlardan Özgür Demirtaş da (zaman zaman cübbeli Ahmet hocaya taş çıkartan performanslar sergileyebiliyor) bir tivit atmış, şöyle diyor: “Üzülerek söylüyorum: Büyük işsizlik geliyor. Son 10 yıldır yapılan ekonomi politikası hataları çok pahalıya patlıyor, patlayacak.” Üzgün falan değilsin, geçelim o timsah gözyaşlarını. İstikrar programının işsizlik getireceğini bile bile bunu savundun durdun. Şimdi uygulama başlıyor. Gayet kötü niyetli biçimde suçu 10 yıllık yanlış politikalara atıyor. Yani yarın “ey işçiler! Patronunuz toplu işçi çıkartma kararı aldığında ona kızmayın onun bir suçu yok” diyecek… “Kusura bakma enflasyonla mücadelenin tek yolu bu! Ekonomi bilimi bunu emrediyor!” diyecek… Geçen dönemde bilimin gereği yapılmadığı için bu faturayı ödeyeceksiniz.”

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Wagner isyanı ile 1917'nin ne ilgisi var?

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jul 9, 2023 6:46


Bir paralı asker şirketi olan Wagner ve lideri/patronu Prigozhin'in silahlı isyanı sadece Rusya'yı değil bütün dünyayı sarsan bir gelişme oldu. Halen karanlıkta olan bir dizi yönü zaman içinde belki aydınlanacaktır. Belki de 15 Temmuz gibi uzun süre sır perdesi aralanmadan kalacaktır. Ancak Putin'in Wagner isyanını 1917'ye gönderme yaparak kötülemesinin üzerinde durmak gerekir. Esasen Wagner bir paralı asker şirketinin isyanıdır. Prigozhin ne derse desin isyanın motivasyonunda şirketin maddi çıkarları önemli bir faktördür. 1917'de ayaklananlar ise silah altındaki işçiler ve köylülerdir. Motivasyonları sınıfsaldır. Çarlık ordusunun askeri disiplinini orta yerinden kıran asker komitelerinin kurulmasında ve cephede devrimci bir ruh durumunun oluşmasında işçilerin ekmek, köylülerin toprak talebi etkilidir. 1917'nin devrimci askerleri emperyalist bir yağma savaşında barışı savunmaktadır. Wagner'in paralı askerleri ise Rusya'nın NATO'ya ve Nazi taşeronlarına karşı haklı savaşında cephede ölümcül bir zaaf yaratmak pahasına darbeye kalkışmıştır.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Nefes almak için

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jun 6, 2023 4:45


Sosyalistler için seçimler kapitalizmden sosyalizme geçiş taleplerinin ve işçi sınıfının devrimci çözümlerinin propagandası için bir fırsat olarak görülmelidir. Ancak son seçimlerde tam tersi bir durum gördük. Sosyalistlerin birçoğu Kılıçdaroğlu'nu desteklemelerine gerekçe olarak devrimin imkansızlığını, sosyalizmin gerçekçi bir alternatif olmadığını anlattı durdu. Seçim bitti sosyalistlerin devrim ve sosyalizm aleyhindeki propagandası bitmedi. Demirel'in 70'lerde meşhur olmuş “petrol vardı da biz mi içtik” sözünü anımsatırcasına “sosyalizm gelecekti de biz mi mani olduk” türünden ifadeler dört yanı sardı. Ne yalan söyleyeyim ben kapitalistinden liberaline, siyasal İslamcısından faşistine sosyalizmin ve devrimin mümkün olmadığına dair bu derece iman eden görmedim. Halbuki tam tersi doğru. Duvar yıkılmış, Sovyetler gitmiş, Çin kapitalistleşmiş, Kuzey Kore Allahlık, Küba kıvranıyor ama yine de dünyanın kapitalistleri devrim ve sosyalizm korkusuyla titremeye devam ediyor. Bizim sosyalistler “bir oy Kemal'e” diyor! Sosyalizmden zaten çoktan vazgeçtiler. Bundan kastımız seçimlerle sosyalizmin geleceğine dair bir ham hayal değil tabii ki. Sosyalizmden vazgeçmek derken, sosyalizmin imkansızlığına iman etmek derken, sınıf mücadelesine olan güvensizlikten, işçi ve emekçi kitlelerin ne yapsak etsek de sosyalizme yönelmeyeceğine dair kesin kanaatten bahsediyorum. Tabii kulağa daha akla yatkın gelen başka bir argüman daha var. Ona da değinmek lazım. Sosyalistler çoğunlukla faşizm gelmesin diye savundular Kemal için topladıkları oyları. Hani faşizm vardı zaten? Daha kaç defa gelecek bu faşizm? “Faşizme karşı faşistlerle cephe!” Meral Akşener'i faşistten saymadılar Ümit Özdağ geldi… Yüzde 50+1'i toplamak için sustular yol verdiler. Nasıl olsa Kemal solcu diye düşündüler. İki tur arasında solcu Kemal'in içinden çıkan faşisti gördük değil mi? Avrupa'nın değme faşistlerinin cesaret edemeyeceği kadar ırkçı-faşist bilbordlarla donattı dört bir yanı. Erdoğan bir gitsin de sosyalizmi o zaman savunuruz dedi pek çokları. Çok mantıklı geliyor insanlara biliyorum. Bir sağduyu var bu söylemin altında. Baskının daha az olduğu bir ortam, kitlelerin zihninin şovenizmle, mezhepçilikle, dogmalarla daha az yıkanması fena mı olur? Olmaz elbette de gerçek hayat öyle değil işte… İnsanlar zihinleri dogmalarla dolu olduğu ya da iktidarın ideolojik hegemonyasının etkisinde olduğu için mücadele etmiyor değiller tam tersine mücadele etmedikleri için bu gerici ideolojilerin etkisi altında kalıyorlar. Kanıtımız gerçek hayattır. Kapitalist sömürüye karşı işçiler her daim mücadeleler içinde oldu. İşgaller, grevler, direnişler OHAL döneminde de pandemide de eksik olmadı. Ve işçilerin bu mücadelelere atılmasına, hatta bu mücadelelerde istibdadın polisiyle jandarmasıyla göğüs göğüse dövüşmesine ne AKP'li ne de MHP'li olmaları engel oldu. Bu işçiler mücadeleye girdikçe aydınlandılar. Sosyalist fikirlerle tanıştılar. Mesela pek çokları Devrimci İşçi Partisi'ne de katıldılar. Önce aydınlanıp sonra mücadele etmediler. Mücadele ettiler ve öyle aydınlandılar, sınıf bilincine kavuştular ve etraflarına sınıf bilincinin ışığını yaymaya başladılar. Bazılarına bu anlattığımın hâlâ hayal gibi geldiğini biliyorum. Böyle bir şeyin olabileceğine akıl sır erdiremiyorlar. Ne diyeyim. Yemin mi edeyim! En iyisi şöyle söyleyeyim. Gelin bizimle takılın biraz. Fabrikalara, tersanelere, emekçi mahallelere gidelim apaçık gerçeği anlattığımızı göreceksiniz. Sınıf mücadelesi alanlarına gelseniz... Her kimlikten memleketten işçilerle emekçilerle sınıf mücadelesinde hemhal olsanız... İşçi sınıfının sosyalist ve devrimci fikirlere ne kadar açık olduğunu göreceksiniz. Haydi sınıfın saflarına! Nefes alırsınız nefes! Umut depolarsınız. Güç alırsınız. Kapitalistler boş yere korkmuyorlar görürsünüz. Bir oy Kemal'e diye verdiğiniz emeklere acır, hürriyet için devrim için sosyalizm için güven ve umutla kolları sıvarsınız!

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Evet, siz SİHA diyorsunuz biz soğan diyoruz!

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later May 7, 2023 5:31


İstibdad cephesi seçimleri soğan ve patates diyenlerle vatan diyenler arasındaymış gibi göstermeye çalışıyor. Vatanı patatesle soğanla mı savunacağız diyorlar. Siz soğan diyorsunuz biz SİHA diyoruz, tank diyoruz diye akıllarınca maytap geçiyorlar. Bağımsızlıktan dem vuruyorlar. Bize diz çöktüremeyecekler edebiyatı tam gaz gidiyor. Bir dakika orada durun! Diz çöktüremeyecekler mi? Yani Erdoğan emperyalizmin karşısında diz çökmedi öyle mi? Hemen Türkiye'de milli egemenliğin ayaklar altına alındığı tartışmasız örnekleri hatırlayalım. Rahip Brunson olayı! Darbeci dediler. Erdoğan “bu can bu tende kaldıkça vermem” dedi Trump'ın bir tweeti ile ilk uçakla Washington'a gönderdiler. Mavi Marmara ihaneti! Siyonistler Gazze'ye giden Mavi Marmara yardım gemisine uluslararası sularda saldırarak 10 Türkiye vatandaşını katletti. 20 milyon Amerikan doları karşılığında İsrail'le anlaşan Erdoğan'ın talimatıyla dava düşürüldü, katiller aklandı. Anlaşma metninde Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak zikredilmesi de bu rezilliğe tuz biber ekti. Suudi Arabistan'ın İstanbul Levent'teki konsolosluğunda Cemal Kaşıkçı katledildi. Bu dava da ücreti mukabilinde derdest edilip katil Suud rejiminin mahkemelerine havale edildi. Son olarak 15 Temmuz'un baş sorumlusu ilan edilen, Libya'da Türkiye'nin askerlerini vuran, Hulusi Akar'ın yeri ve zamanı geldiğinde intikam alacağız dediği Birleşik Arap Emirlikleri de yine dolar karşılığı aklanıp paklandı. Varlık Fonu dükkân sizin denerek eski darbeci yeni dost olan emir hazretlerine sunuldu. Diz çöktüremedikleri halimiz buysa! Şimdi gelelim bu konunun patates ve soğanla ilgisine… Türkiye'nin kendi mahkemeleri üzerinde bile egemenlik kuramadığı bu zillet tablosuna milli savaş uçağımız, uçak gemimiz, tankımız olmadığı için mi maruz kaldık? Hayır! Erdoğan, asker ve sivil müttefikleriyle birlikte iktidara tutunmak, istibdad rejimini finanse etmek için ülkenin döviz rezervlerini har vurup harman savurduğu için, Merkez Bankası net rezervleri eksi 10 milyar dolara düştüğü, SWAP hariç rezervler eksi 60 milyar dolara dayandığı, cari açıkta rekor kırdığımız için istibdad rejimi ekonomiyi adeta bir eroinman gibi dolara bağımlı kıldığı, dolarizasyonun yüzde 70'lere dayandığı, Türk lirasının değeri yerlerde süründüğü için bu durumdayız. Ve evet! Soğan da bu yüzden 30 liraları gördü. Çünkü süper zeka ürünü ekonomi modelleri yabancı sermayeye Türkiye'nin işçisini ucuz emek olarak sunmaya, memleketin birikimlerini Varlık Fonu aracılığıyla bunlar yetmediğinde mahkemeleri bile elinde dolarıyla gelene peşkeş çekmekten başka bir şey değildi. Modelleri safkan kapitalistti! Milli Muharip Uçağın İngiliz projesi olduğunu, Bayraktarlara İngiliz savunma bakanlığının himaye ettiğini, TOGG'un İtalyan arabası olduğunu, Altay tankının henüz yürüyemediğini, İspanyol malı çakma uçak gemisinin makine sistemlerinin arızalı olduğunu, Karadeniz'e bile çıkamadan Sarayburnu'na geri getirilip demir attığını, aslında bir çıkarma gemisi olduğu halde içine yeni nesil tankların giremediğini falan bunların hepsini boş verelim. Arızası düzeltilir, eksiği tamamlanır. Uçurulur yürütülür diyelim. Emperyalizmin dolar silahını hangisiyle vuracaksınız? Memleketin boynuna zincir vuran emperyalist para babaları, petrol şeyhleri, Siyonist katiller sarayda ağırlanıyor, önlerine ziyafet sofraları kuruluyor, tören kıtalarıyla karşılanıyor. Emekçi halkım soğan patates fiyatından şikâyet edince, geçinemiyorum diye feryat edince vatan haini oluyor öyle mi? Gerekirse soğan ekmek de yeriz ama emperyalizme karşı gerçekten direneceksek. Ama hem elinde dolarla kapıya gelene kul köle olacaksınız, hem saraylarda ejder meyveleriyle, manda yoğurtlarıyla sefa süreceksiniz hem de halka soğan ekmek yiyin ama bizi destekleyin diyeceksiniz… Öyle bir dünya yok. Böyle bir dünya olmadığını da er ya da geç göreceksiniz. İşçi sınıfı er ya da geç düzen siyasetinden koparak Türküyle Kürdüyle ayrı gayrı demeden birleşecek ve hesabını kendi soracak.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Yerli ve English

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Apr 19, 2023 7:25


Levent Dölek: Yerli ve English

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Hep patronlar güldü, gülme sırası bizde

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Apr 11, 2023 6:08


Erdoğan milyonları açlık sınırının altındaki ücretlere mahkûm etti. Ülkeyi ağır bir borç batağına soktu. Seçimlere kadar bir kriz yaşanmasın diye de para basmaya, kredi musluklarını açmaya devam ediyor. Sorunları erteledikçe büyütüyor. Adeta seçimden sonra tufan diyor. Yani hastaya aspirin veriyor. Ateş düşüyor düşmesine de bu sefer de beyin kanaması tehlikesi beliriyor. Enflasyon yavaş yavaş yoksullaştırır. Halk için işsizlik beyin kanaması gibidir. Erdoğan bir şekilde iktidarı elinde tutarsa seçim sonrasına ertelenen tüm faturayı halka ödetmeye, işçiyi, emekçiyi, yoksulu bayıltana kadar kemer sıktırmaya hazırlanıyor. Malum bu düzende patronlar kemer sıkmaz, işten çıkarma yapar. Bu da bir işsizlik dalgasını beraberinde getirir. Emperyalistler de tek kuruşunu bırakmazlar. Erdoğan, halka kemer sıktırırken emperyalist tefecilere milyarlarca dolar borç faizini tıkır tıkır ödeyecektir. Emperyalistleri bugüne kadar hiç üzmedi. Yine üzmeyecek. Emekçi halktan itiraz eden olursa da terörist ilan ederek istibdadın sopasını başına indirecek. O halde Erdoğan'a oy yok! Ama Kılıçdaroğlu da aynı şeyi yapacak. Erdoğan'ın vatan, millet, bayrak, ezan diye yaptığının aynısını enkaz devraldık edebiyatıyla yapacak. Esnek çalışmayı dayatan hatta kıdem tazminatı hakkına bile göz koymaya cüret eden bir kemer sıkma programını Millet İttifakı'nın mutabakat metnine aldılar. Kemer sıkma programı demiyorlar adına. Sermaye için güven ortamı diyorlar. Kılıçdaroğlu'na bakarsanız Erdoğan'ın Türkiye'yi Anonim Şirket gibi yönetmesine karşı. Ama yanına Erdoğan'ın CEO'su Babacan'ı almış! Erdoğan gibi Kılıçdaroğlu da para için Londra'nın kapısında. (Merak etmeyin Erdoğan da Körfez'in parasını Londra üzerinden getiriyor!) Emperyalistlere sadece faizleri tıkır tıkır ödemeyi değil daha fazla daha fazla borçlanmayı vadediyor. Kısacası Kılıçdaroğlu sermayeye ve emperyalizme Erdoğan'ın son kullanma tarihi bitti, taze mal geldi diyor! Onlara da oy yok! Cevabını bulmak isteyen o dönemin işçi mücadelelerini anlatan kitapları okuyabilir. Gerçek gazetesinde defalarca yazdık onlara bakabilir. Ya da isteyen artık filmini de izleyebilir. Zafer Aydın, Cihangir Köse ve Nesrin Uçar'ın “İşçilerin Haziran'ı” isimli belgeseli 1 Nisan günü galasını yaptı. Belgesel, 15-16 Haziran 1970'teki işçi ayaklanmasını, işçilerin günlerce İstanbul'u ve Kocaeli'ni zapt ederek fiilen kapatılmak istenen DİSK'e sahip çıktıklarını anlatıyor. Sadece şu kadarını söyleyelim. 15-16 Haziran'ın ardından 12 Mart darbesi oldu, her türlü baskı yaşandı ama işçi sınıfı örgütlü gücünü 70'li yıllara taşıdı. Bunda en büyük pay eninde sonunda DİSK'in kapanmasına engel olmuş olan 15-16 Haziran işçi ayaklanmasındadır. O gün bugün ANAP'ı, SHP'si, DYP'si, DSP'si, ANAP'ı, AKP'si birbiri ardına geldi gitti, gülen hep patronlar oldu. Gülme sırası bize gelecekse yol belli… İşçi sınıfına örgüt gerek, parti gerek, yeni 15-16 Haziranlar gerek! Anketlere bakıp papatya falı açmaya gerek yok. Geleceğe umutla bakmak isteyen işçi mücadelelerine baksın. Son dönemde Erdoğan'ın grev yasağına grev yaparak çöpe atan metal işçileri ne kadar ücret alıyor? Ben yazmayayım araştırın sorun. Atla deve değil. Emeklerinin karşılığı da değil. Ama açlık sınırında da değil! Göreceksiniz ki örgütlü olursak “kırk satır mı kırk katır mı” seçimi yapmak zorunda kalmayız. Gelin seçimimizi 14 Mayıs'tan önce hemen şimdi mücadeleden ve örgütlenmeden yana yapalım. 1 Mayıs'ta meydanlarda buluşalım! Çünkü “hürriyet işçilerle gelecek!”

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Emeklilikte kapitalizme takılmak!

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jan 25, 2023 7:02


Seçimler yaklaşınca bir anda tüm partiler emekli dostu oluverdi ve sonunda EYT yasası çıktı. Yaklaşık 2,5 milyon kişi için emeklilik yolu açıldı. Ancak şimdiden uyaralım. Bu balayı çok uzun sürmeyecek. Çünkü bugün seçim hesapları yaparak EYT'lilerin yanında gözükenler dün EYT'yi yani mezarda emekliliği bu milletin başına bela edenlerdir. Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz ilk yasayı geçiren hükümettir. Abdullah Gül, Ali Babacan, Tayyip Erdoğan ise mezarda emekliği katmerlendirmiştir. EYT hepsinin ortak eseridir. Kemal Kılıçdaroğlu bu süreçte iktidarda olmadı ama o da SSK Genel Müdürü olduğu dönemde 60 yaşında emekliliği ateşli şekilde savunmaktaydı. Hele bir seçimler geçsin. EYT giderek gündemden düşecek, hava tersine dönecek ve günaşırı “aktüeryal denge” lafını duymaya başlayacağız. 90'lı yılların sonlarını hatırlayan kuşaklar bu “aktüeryal denge” kavramına aşinadır. İşçilerin taktığı adla “hop hop Yaşar” (dönemin çalışma bakanı Yaşar Okuyan) dilinden düşürmezdi. Aktüeryal denge özetle sosyal sigorta sisteminde çalışanlardan toplanan primlerle emeklilere yapılan ödemelerin karşılanabilmesidir. Böyle deyince kulağa hiç de kötü gelmiyor değil mi? Aman! Kapitalistler “denge” diyorsa mutlaka size bir fatura çıkacak demektir. Örneğin “bütçe dengesi” konu ediliyorsa peşinden eğitim ve sağlık harcamalarının kısılması, pek çok kamu hizmetinin özelleştirilmesi gelir… Çünkü bütçe açıklarının kapatılması gerekir. Şirketlerden alınan kurumlar vergisini arttırın, servet vergisi getirin derseniz aynı kişiler size ekonominin dengelerini bozmamak gerektiğinden bahsedeceklerdir. Erdoğan cari açığı kapatacağız dedi ve ne oldu? İhracatta rekabet sağlamak için ülkeyi yerli ve yabancı sermaye için ucuz emek cennetine çevirdi! Emeklilik eğer bir hak ise o halde prim de dahil herhangi bir koşula bağlı olmamalıdır. Bunu kapitalistlerin havsalası almaz. Ama Sovyetler Birliği'nde ve işçi devletlerinde emeklilik için kimseden sigorta primi kesilmiyordu. Emeklilik ücretleri ve daha başka birçok hak devlet bütçesi tarafından karşılanıyor ya da hizmet olarak devlet işletmeleri tarafından sunuluyordu. Sosyal sigorta yoktu sosyal güvenlik vardı. Olur mu olur. Toplumsal yaşam özel mülkiyet temelinde ve kapitalist kâr mantığıyla değil kamu mülkiyeti temelinde ve planlamayla düzenlendiğinde olmaz denenler olur. Liberaller bunları söyleyince de zıplarlar SSCB yıkıldı çöktü diye aynı nakaratı söylemeye başlarlar. Evet SSCB yıkıldı ama emeklilerine baktığı için değil. Sebeplerini biliyoruz. Bu sebepler arasında herkese çalışma hakkı ya da eşit ve parasız sosyal güvenlik yok! Defalarca analiz ettik, tartıştık, yazdık, derslerimizi çıkardık. Emin olun bu dersler içinde piyasa anarşisini sosyalist planlamaya tercih etmek yok. İşçilerin sömürülmediği emeklilerin süründürülmediği bir dünya mümkün! 100. kuruluş yılında, bunun yaşanmış kanlı canlı kanıtı olan SSCB'ye selam olsun! Kapitalistlerle ve liberallerle bu konularda anlaşamayız ve anlaşmamız gerekmiyor da… Ama işçiler ve emekçiler zihinlerindeki kapitalist prangalardan kurtulmalı, bir hak istediğimizde bize sanki bir ayrıcalık istiyormuşuz gibi hissettiren hâkim ideolojiden sıyrılmalıdır. Ne EYT ne de emeklilik bütçeye ya da SGK'ya yük değildir. Staj sigortasının başlangıç sayılması için, 9 Eylül günü sigorta girişi olup bir güne takılanlardan aylarla yıllarla EYT'yi kaçıranlara kadar emeklilik hakkının genişletilmesi için mücadele edilmelidir. Bu mücadele ayrıcalık değil hak mücadelesidir. Sermayenin ve parababalarının ayrıcalıklarına karşıdır. Derdimiz SGK'yı batırmak değildir ama mücadelemiz işçiyi sömüren emekliyi süründüren bu düzeni yerin dibine sokana kadar sürecektir.

ama bu aman hele akt erdo sosyal eyl olur emin ancak yakla bunu toplumsal staj kemal k tayyip erdo devlet bah ali babacan abdullah g eyt sscb levent d
Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Baz etkisi değil, enflasyon gaspı

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Dec 15, 2022 7:15


İddiaların aksine enflasyon düşüş trendine girmedi, baz etkisine girdi. Baz etkisi şu: Yıllık enflasyonu bir önceki yılın aynı ayını baz alarak hesapladığınızda baz aldığınız ayda enflasyon ne kadar yüksek idiyse bu yılki enflasyonunuz da göreli olarak düşük çıkacaktır. Resmi TÜİK rakamlarıyla dahi, geçtiğimiz yıl Kasım ayı enflasyonu yüzde 3,51 gibi yüksek bir seviyedeydi. Bu yıl Kasım ayı enflasyonu bir önceki aya göre yüzde 2,88 olarak yine oldukça yüksek bir seviyede açıklandı. Ancak geçtiğimiz yıla göre daha düşük olduğu için yıllık enflasyon yüzde 85,51'den 84,39'a indi. Bu rakam daha da düşecek. Çünkü geçtiğimiz yıl tam da bu dönemde enflasyon fırlamıştı. Yıllık enflasyon için Aralık ayında yüzde 13,58, Ocak ayında ise yüzde 11,10 rakamları baz alınacak. Bu rakamların altındaki her oranda iktidar enflasyon düştü diyecek. Fiyatlar mı düştü? Hayır. Hayat pahalılığı mı azaldı? Hayır. Peki fiyatlar düşecek mi? Hayat pahalılığı azalacak mı? Hayır. Tam tersi olacak. Çünkü Aralık ayında asgari ücret zammı belirlenecek. Normalde ücret zamlarının enflasyona etkisi belirli bir gecikmeyle olur. Ancak Türkiye'deki gibi enflasyon canavarı dizginlerinden boşanmışsa zamlar gecikmeyle değil erkene alınarak yapılır. Nitekim şimdiden bu zamları görmeye başlıyoruz. Ocak'la birlikte daha da güçlü bir zam furyasına şahit olacağız. Ama yine de iktidar enflasyon düştü diyecek. Baz etkisiyle yılı yüzde 67 gibi bir rakamla kapatacağız. Ocak ayındaki muhtemel zam furyasıyla aylık enflasyon iki katına çıksa dahi baz etkisiyle enflasyonun belki de yüzde 59'a indiğini göreceğiz. Öte yandan Ocak ayında açlık sınırı 8.500 liraya yoksulluk sınırı da 27.700 liraya çıkmış olacak. Ama iktidar yine de enflasyon düştü diyecek! İşte size algı operasyonunun şahı! Biz daha da radikal biçimde söyleyelim. Asgari ücret zammının artık bir önemi yoktur. Esas mesele olmanın da ötesinde tek mesele toplu sözleşmedir. Ancak sendikalı ve örgütlü olan işçi, ücretini açlık sınırına endekslenmekten kurtarabilir. Şunu da belirtelim örgütlü olmak sendikalı olmanın bir adım ötesidir. Sendikasına sahip çıkan ama onu denetleyen ve irade sahibi olan bir işçi grubu gerçekten örgütlüdür. Bir örnek! Birleşik Metal-İş'te örgütlü Gebze'deki Chen Solar işyeri yeni toplu sözleşmesini yaptı ve fabrikada en düşük işçi ücretini DİSK'in bahsettiği seviyelere çıkarabildi. Ayrıca asgari ücret zammı yüzde 45'i geçerse bu geçen kısmı doğrudan ücretlere yansıtacak bir düzenlemeyi de sözleşmeye soktu. Sendikalı ve örgütlü işçinin gücüdür bu. Şimdi sıra MESS'te. Metal işçisi asgari ücret seviyesine geriliyor ve buna karşı örgütlü gücünü mutlaka kullanmak zorunda. Örgütsüz olanlar da ne yapıp edip örgütlenmeli. Elbette örgütlenmenin de bedeli var bu ülkede. Patronlar AKP iktidarıyla el ele ne yasa ne anayasa tanıyor yapmadıkları zulmü bırakmıyorlar işçiye. Ama inanın örgütsüz olmanın bedeli örgütlü olmaktan çok daha fazla. Tabii işyerinde ya da bir adım ötede işkolunda verilecek mücadelelerin de kazanımları sınırlıdır. Göreli olarak iyi dediğimiz toplu sözleşmeler dahi zamanla erimektedir. İşçi sınıfının hayat pahalılığına karşı ücretlere her ay enflasyon oranında otomatik zam (Eşel Mobil) talebiyle topyekûn seferberliği gereklidir. Sendikalar rakam tartışması yapmak yerine örgütlenme önündeki engellere odaklanmalı ve Eşel Mobil talebini öne çıkarmalıdır. Nihayet işçinin sorunlarının kaynağı da çözümü de eninde sonunda siyasidir. Ne istibdada boyun eğilmeli ne de Altılı Masalardan medet umulmalı. İşçi sınıfı ekmek ve hürriyet için mutlaka siyaset masasına yumruğunu vurmalıdır. Gasp düzeni ancak böyle son bulacaktır.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Emperyalist boyunduruk ve nükleer beka sorunu

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Nov 12, 2022 5:53


Son dönemde dezenformasyon kavramı çok gündemde. Bu kavram bilhassa iktidar tarafından sansürü meşrulaştırmak için suistimal ediliyor. Ama dezenformasyonun en büyüğü, en esaslısı da yine aynı merkezden çıkıyor. Yıllara yayılan sistematik ve örgütlü bir dezenformasyon faaliyetinin sonucunda nüfusun azımsanmayacak bir kısmı Lozan Antlaşması'nın 2023'te bittiğine, bu antlaşmanın gizli maddeleri olduğuna inandırılmış durumda. Lozan Antlaşması ne 2023'te bitiyor ne de gizli maddeleri var. Bunların hepsi yalan. Ama gizli maddeleri olan antlaşmalar var. ABD ile imzalanan, Türkiye'yi emperyalist boyunduruk altına alan ve ölümcül güvenlik tehditleri yaratan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması bunların başında geliyor. Öyle söylenti falan da değil. Anlaşmanın içinde özellikle de silahlanma ile ilgili işbirliğini düzenleyen eklerinde gizlilik hükümleri açıkça yazıyor. Lozan'la ilgili atıp tutanları gördüğünüz yerde sorun: Bu anlaşmadan ve gizli maddelerinden haberleri var mıymış? Onlara Lozan hakkında hikayeler anlatanlar hiç bunlardan bahsetmiş mi? Bahsetmezler çünkü bu dezenformasyon makineleri, Türkiye'yi mehter marşlarıyla emperyalizmin askeri yapmaya çalışan İslamcı ya da ülkücü görünümlü NATO'cu, Amerikancı, İngilizci piyonlardır. Ülkenin ve milletin bekasını gerçekten dert eden varsa derhal bu kötücül anlaşmayı gündemine almalı ve hesap sormalıdır. Çünkü bu anlaşmayla Türkiye'nin başına örülen çorap bildiğiniz gibi değil. Ukrayna'daki NATO-Rusya savaşında Batı emperyalizmi savaşın sürmesi ve gerilimin tırmanmasına yönelik bir inisiyatif alıyor. Bu tırmanışın en son noktası bir nükleer savaş ve buraya doğru tarihte hiç görülmemiş bir hızla ilerliyoruz. Türkiye de bu olası savaşta NATO'nun ve ABD'nin ileri karakolu konumunda. Ağzından “milli irade” lafını düşürmeyenlerin saldırdığı Lozan Antlaşması'nın arkasında Milli Mücadele ile bağımsızlığını kazanmış bir halkın meşru iradesi varken, adını bile anmaktan imtina ettikleri SEİA, mecliste onaylanmamış, mektup teatileri ile süresi uzatılan korsan bir metindir. İktidarın darbe anayasasını değiştireceğiz derkenki samimiyetini de buradan ölçebiliriz. Türkiye'yi Amerikan boyunduruğuna sokan ve nükleer bir savaş cephesine dönüştüren SEİA, 12 Eylül Anayasası'na bile aykırıdır. AKP ve MHP'nin dilinden düşürmediği beka söyleminin samimiyetini de buradan ölçebiliriz. NATO üyeliği, Türkiye için bir güvenlik şemsiyesi değil başlıca güvenlik tehdididir. SEİA'dan daha büyük bir beka sorunu yoktur. Beka edebiyatını dillerinden düşürmeyenler NATO'nun, SEİA'nın, ABD'nin kitle imha silahlarının bekçiliğini yapmaktadır. Türkiye derhal NATO'dan çıkmalı, SEİA'yı yırtmalı, Amerikan üslerini kapatarak, memleketi ABD'nin nükleer silahlarından arındırmalıdır. Bunu 12 Eylül'ün devamcısı iktidarın da Amerikan muhalefetinin de yapacağı yoktur elbette. Emperyalist zincirleri kıracak güç yine emekçi halkımızdadır. İş ki emperyalist işbirlikçilerinin dezenformasyon kampanyalarına kulaklarımızı tıkayalım, hakikati kuşanalım ve anti emperyalist mücadelede birleşelim.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Nükleer savaş şaka değil! Hele ki İncirlik'te ABD'nin termonükleer bombaları varken hiç değil!

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Oct 9, 2022 5:24


Nükleer savaş şaka değil! Hele ki İncirlik'te ABD'nin termonükleer bombaları varken hiç değil! Sosyal medyada kendinden menkul bir “medya stratejisti” (ülke stratejistten geçilmiyor!) “nükleer savaşta saçınıza asla krem kullanmayın” diye bir tweet attı ve kısa sürede bu paylaşım oldukça popüler oldu. Tabii ki nükleer savaş bu şekilde şakaya alınacak bir konu değil. Bu tip kendinden menkul stratejistleri değil ama nükleer savaş olasılığının kendisini ciddiye almak zorundayız. Ayrıca nükleer tehdidin esas olarak nereden geldiğini de doğru kavramalıyız. Nükleer savaş konusu Rusya'nın Ukrayna'daki ilhak kararının ardından yaptığı bir dizi açıklamayla yeniden popüler oldu. Ama işin esasına baktığınızda nükleer tehdit Batı'dan NATO'dan ABD'den gelmektedir. Rusya'nın dediği özetle şudur: Eğer bir nükleer güç olan NATO, Rusya topraklarına saldırırsa buna nükleer silahlarla cevap veririz. ABD'den sonra SSCB'nin de atom bombasına sahip olmasından ve Soğuk Savaş'ın başlamasından beri dünyanın üzerinde durduğu dehşet dengesinin hatırlatılmasıdır bu. Savaşta karşı tarafın kullanacağı şiddet düzeyini belirleme şansınız olmadığı ve karşı tarafın vicdanına güvenmek gibi bir saflığa düşmediğiniz müddetçe iki nükleer gücün doğrudan gireceği bir savaşın nükleer savaşa dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu açıdan Ukrayna'nın NATO üyesi olması sıradan bir karar değil, en başından itibaren emperyalizmin nükleer savaş tehdidinin bir ifadesi olarak algılanmalıdır. Zira Rusya ile savaşa girmeden önce de Kırım dolayısıyla toprak ihtilafı yaşayan Ukrayna, NATO'ya üye olduğu anda savaş resmen ve fiilen bir NATO-Rusya savaşına dönüşecektir. Dolayısıyla NATO'nun bir üyeye yapılan saldırıya tüm ittifakın cevap vermesini öngören meşhur 5.maddesi var oldukça, başka bir ifadeyle NATO kendi kendini lağvetmedikçe Ukrayna'nın NATO'ya üyeliğini konuşmak Rusya'ya karşı nükleer savaş açmakla eş anlamlıdır. Dolayısıyla Ukrayna'nın NATO üyeliğini destekleyen, Ukrayna'yı İHA ve SİHA'larla silahlandıran, Azov Taburu isimli Nazi gücünün komutanlarına ev sahipliği yapan politika en başta Türkiye'yi ama aynı zamanda insanlığın geleceğini de ateşe atmak demektir. Bu politika derhal terk edilmelidir. Erdoğan'ın asker-sivil müttefikleriyle sözümona denge politikası bir nükleer savaşta beş para etmez. Kül gibi savrulur gider. Türkiye hiç vakit kaybetmeksizin NATO'dan çıkmalı ve İncirlik Üssü'nü kapatarak nükleer silahlara el koymalıdır. NATO'da kalarak pazarlıkla müzakereyle elde edilebilecek bir sonuç yoktur. Eğer böyle bir şey mümkün olsaydı İncirlik Üssü'nün 15 Temmuz darbe girişiminde aktif rol almasının ardından bir şekilde üssün ve bu üsteki nükleer silahların durumunun gündeme getirildiğini görürdük. Tam tersi oldu. Askeri lojmanların bile önüne barikat kuranlar İncirlik'e dokunmadı! Dolayısıyla sadece Türkiye'yi açık hedef olmaktan çıkarmak için değil tüm insanlığı nükleer tehditten kurtarmak için yapılabilecek tek anlamlı ve etkili eylem NATO'dan çıkmak, İncirlik ve Kürecik başta olmak üzere emperyalist üsleri kapatmak ve nükleer silahlara el koymaktır.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Alın teri kurumadan adalet!

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Aug 21, 2022 5:49


Çalışma Bakanı Vedat Bilgin asgari ücret tartışmaları sırasında düşük ücretleri yukarı çekmenin sendikalaşma ile mümkün olduğunu söylemişti. Sadece asgari ücret cenderesinden kurtulmak değil, belirli bir iş güvencesine kavuşmak, çalışma koşullarının nispeten daha insani hale getirilmesini sağlamak da ancak örgütlenmekle mümkün. Olaya ters taraftan bakarsak da sermayenin işçiyi daha yoğun çalıştırarak, emeği daha fazla sömürerek kâr etmesi, sürekli işten atılma tehdidi altında açlık sınırındaki ücretlere, köleliğe benzer çalışma koşullarına razı etmesi için de işçinin örgütlülüğünü kırması sendikalaşmayı engellemesi lazım. Bu sınıf çatışmasının bir orta yolu yok. İşçiler sendikalaşmak için savaşır gibi örgütleniyor. Gizlilik içinde her an nereden saldırı gelecek diye etraflarını kollayarak ilerlemek zorundalar. Yüzde 50+1 üye sayısına ulaşmadan sendikal faaliyet tespit edilirse patron işten çıkarmaya girişiyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde bunu âdet haline getirmiş olanlardan biri Sütaş'ın önünde işten atmaları protesto eden Tek Gıda-İş üyesi işçilerle birlikteydik. Tüm bu işten çıkarmalar haksız ve yasadışı. Ancak işçi hakkını mahkemede aradığında sonuç almak için aylar yıllar geçiyor. İşe iade kararı verildiğinde ise patrona tazminat verip işe başlatmama serbestliği tanınmış durumda. İşçiler bir şekilde gerekli üye çoğunluğunu elde ettiklerinde Çalışma Bakanlığı bu durumu resmi bir yazıyla tespit ediyor. Bu belge geldiğinde ister istemez patronlar sendikal faaliyetten haberdar olmuş oluyor. Yine işçi çıkarmaya girişiyorlar. Örneğin en son Dilovası'ndaki Asen Metal fabrikasında Birleşik Metal-İş üyesi tam 84 işçiyi işten çıkardı patron. Bu çıkarmalar da haksız ve yasadışı. İşten çıkarmanın yanında mutlaka sendikal yetkiye itiraz davası da açıyorlar. İşe iade davaları da sendikal yetki davası da yine yıllar sürüyor. Patronlar mahkemeler daha uzun sürsün diye başka ildeki yetkisiz mahkemelere başvurmayı da âdet haline getirdiler. İstatistiklere göre davaların sonuçlanma süresi ortalama 602 gün! Oysa biliyor musunuz, yasada bu davaların yerel mahkemede en fazla 2 ay, yüksek mahkemede de yine 2 ayda tamamlanması zorunluluğu var. Mahkemelerin hepsi işçiler ve sendika lehine sonuçlansa da yıllar geçtikten sonra o fabrikalarda baskı, mobbing ve ardı kesilmeyen işten çıkarmalarla tek bir sendika üyesi kalmıyor. Anayasada ve kanunlarda güya sendika hakkı var. Sendika üyeliği güya e-devletten bir tuşa basmak kadar kolay. Ama gerçek öyle değil. İstatistiklere göre bir yetki için gerekli üye sayısına ulaşan fabrikaların sadece 4'te 1'inde toplu sözleşme yapılabiliyor. Yani Türkiye'de sendika hakkı fiilen yoktur. Her hak gibi sendika hakkı da işçiler tarafından söke söke alınmaktadır. Sendikalı olmak, insanca koşullarda çalışmak, açlık ve sefalet ücretlerine mahkûm olmamak bir tuş kadar yakın değil ne yazık ki… Bu yolda direniş var, grev var, işgal var! Son dönemde bu yola girenlerden Birleşik Metal-İş'li Smart Solar işçilerinin mücadelesinde yer aldık. Patron diğer patronların izinden gidip işçileri yıldırmaya çalışıp, öncü bir işçiyi işten atınca şalterler indi, fabrika işgal edildi. Atılan işçi geri alındı ve patron sendikayı muhatap almak zorunda kaldı. Ama baskı zulüm bitmedi. Sömürü düzeni yine patronun imdadına koştu, 27 Temmuz'daki dava yine ertelendi. Beklenmedik bir şey değildi elbette ama işçiler bu sefer beklemedi. Smart Solar işçileri yanlarında Asen Metal işçileri ve İzmitli, Gebzeli işçilerle mahkemenin de kapısına dayandı. Alın teri kurumadan adalet istiyoruz, dedi. Hak verilmez alınır! Dediğimiz gibi adalet de bekleyerek gelmeyecek onu da işçiler getirecek.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Türkiye NATO tarafından Rusya ve İran'la savaşa itiliyor!

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jun 7, 2022 5:59


Türkiye NATO tarafından Rusya ve İran'la savaşa itiliyor! Türkiye bilhassa 2016'dan itibaren bir dizi sınır ötesi askeri operasyon düzenledi. Daha önceki sınır ötesi operasyonlarda iktidarın propagandası halktan destek almak için Amerikan ve Batı karşıtı bir sosa bulanıyordu. Biz her seferinde bunun gerçeği yansıtmadığını ortaya koyduk. Özellikle Suriye'de terör koridorunu engellemek adı altında NATO ordusu TSK ve ona iliştirilmiş ÖSO (SMO) vb. Suriyeli tekfirci/mezhepçi (ve birçoğu İngiliz-Amerikan istihbaratının eğit-donat tedrisatından geçmiş olan!) milislerden müteşekkil bir NATO koridoru inşa edildiğini belirttik. Şimdi de durum farklı değil. Ancak gidişat çok daha tehlikeli bir hâl almak üzere. Kuzey Irak'ta PKK unsurlarına yönelik sürdürülen harekât şimdiden İran'la ciddi bir gerginlik yaratmış ve İran'a yakın Haşdi Şabi ile TSK'yı çatışma içine sokmuş durumda. Kuzey Irak'ta sürdürülen askeri operasyona ABD ve İsrail'in son derece sıcak ve sempatiyle yaklaşması, bu iki gücün vekili konumundaki Barzani grubunun TSK'nın operasyonlarına aktif destek sunması bu yüzden tesadüf değil. Şaşırtıcı da değil. Suriye'de yapılacağı söylenen yeni operasyon ise İran'la gerilimi iyice tırmandırmaya ve cepheye Rusya'yı da dahil etmeye aday gözüküyor. İktidar cephesinden ABD'nin sözünü tutmadığına yönelik eleştiriler yapılması, bu operasyonun Finlandiya ve İsveç'in NATO üyeliğine Türkiye'nin çekince koymasının üzerine gelmesi kimseyi yanıltmamalı. Bir kere Finlandiya ve İsveç için YPG'ye destek argümanı gülünç. Çünkü esas ve büyük desteği ABD veriyor ve başka Avrupalı devletler de benzer bir tutum içinde. Onlarla NATO'da birlikte dururken ve birçok alanda işbirliği yaparken Finlandiya ve İsveç için iktidarın veto kozunu öne sürmesini kimse ciddiye almıyor. Nihayetinde Erdoğan bu üyeliklere evet diyecek! Daha önce “NATO'nun Libya'da işi yok” dedikten hemen sonra “NATO'nun Libya'da olması gerek” diye çark ettiğini ve pek çok benzer dönüş yaptığını ve yapacağını tüm muhatapları biliyor. NATO, Erdoğan'ın bu oyunu oynamasına izin veriyor çünkü arka planda Türkiye'yi Suriye'de Rusya ile karşı karşıya getirecek bir plan yürütüyorlar. Yavaş tempoyla da olsa günün sonunda NATO hem Kuzey'de genişleyecek hem de Güney'de Rusya'ya karşı bir askeri cephe daha açabilecekse emperyalistler için “Erdoğan'ın Batı'ya kafa tutan lider” imajının bir zararı yok. Tersine faydası bile var. Bunu, İngiliz istihbaratının başındaki isim olan Richard Moore daha önce Astana süreci bağlamında söylemişti. Türkiye'nin İran ve Rusya ile diyaloğu İngiltere'nin sürece Türkiye üzerinden dahil olmasında olumlu bir rol oynamıştı. Yine Erdoğan değil mi ki “One Minute” dedikten sonra İsrail'e ne istediyse verdi! Mavi Marmara katliamı davasını talimatla düşürdü (üstelik anlaşmanın altında İsrail'in başkenti olarak Kudüs yazılmasını sineye çekerek!), İsrail'le ticaret rekorları kırdı ve şimdi normalleşme adı altında Siyonizmle işbirliğini ileriye taşıyor. Erdoğan'ın Siyonizm karşıtı imajı İsrail'le en pragmatik işbirliklerinin kamuoyuna kabul ettirilmesinde hep kolaylaştırıcı bir rol oynadı. Hâl böyle iken NATO Genel Sekreteri Stoltenberg'in ve ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price'ın ayrı ayrı açıklamalarda birtakım endişelerini dile getirdikten sonra Türkiye'nin NATO müttefikliğinin önemini vurgulamaları ve meşru güvenlik kaygılarını anladıklarını belirtmeleri anlam kazanıyor. ABD zaten Kuzey Irak'taki operasyonlara yeşil ışığı çoktan yakmıştı. Şimdi Suriye için de sarı ışığın yeşile dönmek üzere olduğu görülüyor. Ancak ABD bu süreçte sadece beklemeyecektir. ABD'den ve vekillerinden Türkiye'yi Rusya ve İran'la karşı karşıya getirecek her türlü provokasyon olasılık dahilindedir. Türkiye bir kez daha dombra, mehter marşı ve ilahiler eşliğinde yeni bir Amerikan savaşına doğru itilmektedir.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Şükürsüzlük

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later May 22, 2022 4:40


Şükürsüzlük Erdoğan bir konuşmasında hayat pahalılığından şikâyet eden halkı “şükürsüz” olmakla suçladı. "Halbuki önce elimizdekilere şükredeceğiz sonra daha iyisi, daha güzeli için çalışacağız, mücadele edeceğiz" diye devam etti. Sadece evine ekmek götürebilmek için açlık sınırının altındaki ücretlerle alın teri döken milyonlarca işçiye “isyan etme şükret” diyor. İsyan edersen Allah'a isyan etmiş olursun demeye getiriyor. Lafın gelişi söylenmiş cümleler değil bunlar. Zira Erdoğan'ın bu sözleri bir hafta sonra Diyanet İşleri tarafından Cuma hutbesi haline getiriliyor ve her camide okutuluyor. Tam bir din istismarı örneği! İşçi ve emekçi hayat pahalılığına karşı isyan ederse neden Allah'a isyan etmiş olsun… Hayat pahalılığına sebep olan politikalardan kim sorumluysa ona isyan eder. Peki siyasetin en yetkili makamlarında oturanlar, yaptıklarının sorumluluğuna Allah'ı ortak etmeye çalıştığında buna ne demeli? İtikadi olarak bunun hükmünü biz bilmeyiz; kendimizi ahkâm kesecek konumda da görmüyoruz. Ama işçi ve emekçiler bu duruma nasıl bakıyorlar, bunu aktarabiliriz. Türkiye'nin dört bir yanında işçiler mücadele ediyor. Bu mücadelelerde işçilerin en çok öfkelendiği konu patronların “size ben ekmek veriyorum” havalarına girip işçileri nankörlükle suçlamalarıdır. Bu memleketin işçisi böylelerine “rızkı veren Allah'tır” diye cevap verir. Grevlerde, direnişlerde işçilerin bu inançla attığı bir sloganı da sıkça duyarız: “Açlıktan ölmeyiz, biz bu yoldan dönmeyiz!” Bu tavırdaki insanlar için “şükürsüz” diyebilir miyiz? İşçiler karın tokluğuna gece gündüz demeden, pandemide evde kalamadan, sağlıklarından olarak, aile huzurlarını kaybederek çalışırlar ve patronların kasalarını milyarlarla doldururlar. Kimdir nankör? Bu ülkenin işçisi emekçisi bu sorunun cevabını biliyor ve görüyor. Hatta sarayda oturup bu sözleri söyleme cüreti gösteren kişinin kibrini ve aslında nankörlüğün kendisine yapıldığını ima ettiğini de fark ediyor. Ve saraylardan bakıp tebaası olarak gördüğü halkın şükredip boyun eğeceğini zannedenlerin umduklarının aksine her işçi mücadelesinde, her hak arayışta kula kulluğu reddetmek düşüncesi büyüyor. Emekçi halkımız emin olun ki itikadına bağlı olarak şükrediyor. Ama sana değil! Asla nankör değil! Ama kula kul da değil! Bu iktidarın icraatlarına şükredecekler yok mu? Var elbette… Mesela Merkez Bankasından yüzde 14 faizle para alıp yüzde 25'le geri devlete borç veren bankalar! 285 dolara işçi sömürerek ihracat ve kâr rekoru kıran sanayiciler! Garantili ihalelerden milyarlar götüren beşli altılı yedili oligarklar ve çeteler! İstibdadın yargıyı kendine bağlamasıyla Mavi Marmara katliamını tek kalemde aklayan İsrail! Cemal Kaşıkçı'yı konsoloslukta öldürüp asit kuyusuna attıktan sonra üstünü ücreti mukabilinde “bağımsız” Türk yargısına kapattıran Suud veliahtı! Bazı solcular bu toprakların insanındaki “şükür” ve “tevekkül” inançlarını mücadele etmeye engel olarak görürler. Halbuki biz mücadele içinde tam tersine çokça şahit olduk. Din istismarını her daim kullanışlı bir araç olarak kullanan düzen siyasetini acı bir sürpriz bekliyor. Türkiye işçi sınıfının laikliği benimsemediği için mücadele etmediğini zanneden memleketim solcusunu ise tatlı bir sürpriz. Çünkü sınıf mücadelesi yükseldikçe, din istismarı silahını sermayenin, para babalarının ve despotların elinden almakta bir araç olarak laikliğin işçi sınıfı için ne kadar önemli bir ilke ve kazanım olduğunu işçiler daha iyi kavrayacak. Din istismarından vazgeçemeyen sermaye tarafından ilk elde feda edilen laiklik ilkesi sınıfsal çıkarları laiklikten yana olan işçi sınıfında en sağlam zeminini bulacak

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: AKP kendine ortodoks!

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Apr 23, 2022 4:55


AKP kendine ortodoks! Erdoğan'ın “faiz sebep enflasyon sonuçtur” iddiası çok tartışıldı. Yerleşik iktisat teorisine tamamen zıt olan bu görüşün öne sürülmesini cehalet olarak niteleyenlerle aynı görüşte olmadık. Bu görüşün istibdad rejiminin siyasal finansmanına öncelik veren, müteahhit inşaat sermayesini fonlayan, bilhassa ihracatçı sektörler ve turizm için emek maliyetlerini azaltmayı, ihraç mallarını göreli olarak ucuzlatarak ihracatı arttırmayı hedefleyen politikanın, popülerleştirilmiş bir ifade biçimi olduğunu söyledik. Herhalde AKP iktidarının “batık müteahhitleri kurtaracağız”, “Türkiye'yi yabancı sermaye için ucuz emek cenneti yapacağız” ve “tüm bunlar için Merkez Bankasını ve kamu bankalarını hortumlayarak parti kasası haline getireceğiz” demesini beklemiyorduk değil mi? Erdoğan izlediği ekonomi politikasını “Nas var” diyerek İslami bir kisveye sokarken, Hazine ve Maliye Bakanlığına getirdiği Nureddin Nebati burjuva iktisatçılarına daha havalı görünmek istemiş olacak ki "Biz ortodoks politikaları bir tarafa koyduk. Artık heterodoks politikalar var" diyerek aynı çizgiyi savundu. Ortodoks demek kabaca geleneksel yaklaşıma ve teoriye bağlı kalmak demek. “Geleneksel, ana akım iktisat teorisine bağlı kalmıyoruz sıra dışı politikalar izliyoruz” diyorlar yani. Kulağa hoş geliyor doğrusu. Ama ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz! Erdoğan'ın lafına bakarsanız “Nas var” yani İslam'a göre faiz haramdır! Ama dolar kuru 18 TL'ye fırlayınca ne nas kaldı ne haram! Erdoğan bir gecede “kur korumalı mevduat” ile fiili olarak faiz arttırdı. Hem de ne artış! Döviz kurundaki artışa endekslenmiş ucu açık bir faiz artışıydı bu! Ve Erdoğan ortodoks politika uyguluyordu, döviz kurunu tutmak, enflasyonu dizginlemek için para arzını düşürüyor başka bir ifadeyle faizi arttırıyordu. Konu asgari ücret tartışmasına geldiğinde bu sefer iktisadi ortodoks papazlığına soyunan Çalışma Bakanı Vedat Bilgin oldu. Gerçek açlık sınırının 6.000 lira olduğu, TÜİK'in resmi gıda enflasyonuna göre dahi asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı, işçi ve emekçilerden yeni bir asgari ücret zammı talebinin yükseldiği yerde Vedat Bilgin "Enflasyon ücret artışı sarmalına sebep olacak bu tür yaklaşımları yanlış buluyorum" diyerek asgari ücret için Aralık'ı işaret etti. Enflasyon ücret artışı sarmalı mı? Heteredoks AKP'liler konu sermayenin kârları olunca nasıl da yine ortodoks iktisat kitaplarının tam orta yerinden konuşuyor ama! Merkez Bankası rezervlerini çarçur etmek, oligarkları fonlamak için kamu bankalarını hortumlamak, müteahhitlere köprü için araç, havaalanı için yolcu, şehir hastanesi için hasta garantisini dolarla vermek, Demirören'e bir milyar dolar karşılıksız kredi vermek, şirketlerin vergi borçlarını silmeler, hiç bitmeyen destekler teşvikler ve tüm bunlar dolayısıyla oluşan bütçe açıklarını karşılıksız para basarak ve fahiş faiz oranlarıyla borçlanarak kapatmak enflasyon sarmalı yaratmıyor ama ücret artışı enflasyon sarmalı yaratacak öyle mi? Aldattınız ve aldatmaya devam ediyorsunuz. Yapabilirsiniz ama yapmıyorsunuz. Ama yapacaksınız. Yapmak zorunda kalacaksınız. Çünkü hak verilmez alınır! İşçiler köleniz halk kulunuz değil bunu öğreneceksiniz! Asgari ücret artınca enflasyon ne mi olacak? Onun da çaresi var… Fabrikalar bankalar devletin devlet işçinin olacak! Çare ortodoks ya da heteredoks burjuva iktisadında değil faizsiz ve sömürüsüz düzende yani sosyalizmde!

Onnet Radyo Podcast
Olcay'la Şamata - Konuk Levent Dörter - 24 Mart 2022

Onnet Radyo Podcast

Play Episode Listen Later Mar 24, 2022 42:43


Tamamını dinleyebilirsin.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: İstibdad rejimi nedir? Çaresi kimdedir?

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Mar 15, 2022 3:40


İstibdad rejimi nedir? Çaresi kimdedir? Türkiye bir istibdad rejimi ile yönetiliyor. İstibdad baskıcı ve keyfi yönetim demek. Ama bu tanım yeterli değil elbette. Baskı kim için, kime karşı yapılıyor? Keyfi yönetim ile haklar, hukuki kural ve kaideler kimin için, kime karşı çiğneniyor? Örneğin Ziraat Bankası'ndan Demirören'e verilen 750 milyon dolarlık kredi geri ödenmedi. Bu parayla Doğan medya grubunu alan Demirören sabah akşam iktidarı övüyor. Bu yayın organları halkın dertlerini dillendirmiyor, işçinin mücadelesini göstermiyor. Ziraat Bankası devlet bankası, belli ki bu bankanın varlıkları gasbedilmiş. Ama ne soruşturma var ne kovuşturma! Öte yandan devletin polisi Farplas'ta hakkını isteyen metal işçilerini yaka paça gözaltına aldı, haksız yere işten atılan Migros işçisine ters kelepçe yaptı ve biz bunları televizyonda değil sadece sosyal medyada görebildik. İşte istibdad rejimi budur! Bir başka örnek. Devletin bir anayasası var. Buna göre sendika üyesi olmak bir hak. Hatta sendikalaşmayı engellemek hapis cezasını gerektiren bir suç. Ama bugün işçiler sendika üyesi olduğu için işten atılıyor. Çorlu'da Lila Kağıt, Çerkezköy'de Pas South ve Aksa Jeneratör, Gebze'de Farplas, İstanbul Esenyurt'taki Krom Evye işçileri bu yüzden fabrikalarının önünde direnişteler. Devlet apaçık anayasayı ve yasaları çiğneyen patronlar karşısında üç maymunu oynuyor. Hakkını arayan işçilerin başında ise mutlaka en az bir minibüs dolusu polis ya da jandarma bekliyor. İşte istibdad rejimi budur! Mafya ve çete faaliyetleri, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet, gasp bunların suç olduğuna şüphe var mı? Ancak iktidarın kolladığı mafya itina ile hapisten çıkarılıyor. Bu mafyanın adamları sokaklarda terör estiriyor. Yetmiyor, siyasi açıklamalar yapıp muhalefet liderlerini tehdit ediyor. Diğer yandan hapishaneler muhalif parti liderleri, gazeteciler, öğrencilerle dolu. İşte istibdad rejimi budur! Kadınlar her gün cinayete kurban gidiyor. Birçok cinayette kadınların daha önce şikâyette bulunduğu, koruma talep ettiği, katillerin ise birçok defa şiddet uygulamış olduğu ortaya çıkıyor. Devlet şiddetin hedefindeki kadınları değil şiddetin faillerini koruyor. Çünkü toplumu kontrol altında tutmak için erkeklerin kadınlar üzerindeki baskısı iktidarın işine geliyor. Çünkü kadınların bilhassa da emekçi kadınların mücadelede ne kadar kararlı ve güçlü olduğunu en iyi onlar biliyor. Emekçi kadınların taleplerine karşı sağır olan iktidar bu yüzden nafakanın kaldırılmasını, kürtaj yasağını sürekli gündemde tutuyor. İşte istibdad rejimi budur! 15 Temmuz'da NATO'cu darbe girişimi başarısız oldu. Ama şimdi 15 Temmuz'u bastırmakla övünen iktidar NATO bayraktarlığı yapıyor. Dolar ve doğalgaz için Birleşik Arap Emirlikleri ile, İsrail'le barışıyor ama aynı iktidar Türkü Kürde, Aleviyi Sünniye kırdırıp kardeş kavgasını körüklüyor. Çünkü bir avuç azınlığın hüküm sürmesi için emekçi ve yoksul büyük çoğunluğun bin fırkaya bölünüp birbirine düşmesi gerekiyor. İşte istibdad rejimi budur! Evet, istibdad rejimi budur! Ama sakın! İktidardakilerin takındığı güçlüyüz pozlarına kanıp umutsuzluğa kapılmayın. Aman! İstibdad rejiminin uyguladığı baskıya ve yaydığı korkuya teslim olup başka patron partilerinden, Amerikan muhalefetinden medet ummayın! Bu memleketin emekçi halkını, gençliğini, kadınlarını sindirememiş olması umudumuzdur. Fabrikalardan, tersanelerden, depolardan filizlenen, kurye işçilerinin motorlarıyla dört bir yana taşınan, metal işçisinin çekiciyle dövülen, tekstil işçisinin göz nuruyla örülen, emekçi kadınların ellerinde yükselen ekmek ve hürriyet mücadelesi… İşte geleceğimizi kurtaracak olan budur!

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Geciktirilen adalet

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Feb 6, 2022 5:19


Geciktirilen adalet

adalet levent d
Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Soğan ekmek ekonomisi emperyalizme teslimiyetin sonucudur

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jan 16, 2022 5:12


Soğan ekmek ekonomisi emperyalizme teslimiyetin sonucudur Erdoğan ve AKP iktidarı izlenen ekonomi politikasını “ekonomik kurtuluş savaşı” olarak ilan etti. Bununla ima edilen şey açık. Halkın çektiği çile ekonomik bağımsızlığın bir bedelidir. Eğer soğan ekmek ya da simit yiyerek emperyalist zincirlerden kurtulacak isek ne âlâ… Ama durum böyle değil. Bir kez daha Erdoğan dediğinin tam tersini yapıyor. İktidar emperyalizme karşı mücadele ettiği için değil emperyalizme teslim olduğu için fakirleşiyoruz. Ve daha kötü günler de bizi bekliyor. Dolarizasyon yani yabancı para mevduatlarının toplam mevduata oranı 20 Aralık operasyonundan sonra dahi yüzde 61 gibi bir seviyede. Bunun anlamı Türk parasının artık hükmünün kalmadığıdır. Zaten döviz korumalı mevduat dedikleri de bunun ikrarıydı. TL tamamen dolara bağlanmış oldu. Merkez Bankası resmi olarak 1, 3, 10, 13 ve 17 Aralık tarihlerinde doğrudan döviz satışı ile yaptığı beş müdahalede 7-8 milyar dolara yakın döviz satmıştı. 20 Aralık ve sonrasında ise Merkez Bankası daha önce 128 milyar doları erittiği yöntemle arka kapıdan kamu bankalarını kullanarak döviz rezervlerini satmaya başladı. Artık bu satışları Merkez Bankası resmi duyurularından takip etmek mümkün değil. Ama TCMB bilanço verilerinde görülen rezerv erimesiyle birlikte tahmin edilebiliyor ve bir 7 milyar doların daha bu vasıtayla satıldığı anlaşılıyor. Türkiye'nin döviz rezervleri her türlü hesaplama yöntemiyle suyunu çekmiş eksiye düşmüş vaziyette. Peki bu rezervler tekrar nasıl doldurulacak? İşte bu noktada soğan ekmek ekonomisi devreye giriyor. İşçiye emekçiye yapılan ücret zamları ne kadar cüsseli görünse de yüzde 80'in üstüne çıkan gerçek enflasyon karşısında işçi emekçiyi fakirleştirmektedir. Devlet içerideki açıklarını para basarak kapatmakta, bu da enflasyonun üç haneye doğru gideceğini ve fakirleşmenin hızlanarak artacağını göstermektedir. Ancak TCMB'nin matbaaları dolar basmıyor. Emperyalizme olan borçlar tıkır tıkır ve faiziyle ödenmeli. Bunun için de ihracatçıya ucuz işgücü cenneti vaadi devam ediyor. İktidar halkına soğan ekmek yiyin derken turizm adı altında yabancılara gelin Edirne'yi Van'ı Antalya'yı yağmalayın yeter ki döviz getirin diyor. Ancak ne ihracat ne de turizm gelirleri istibdad rejiminin yarattığı kara deliği kapatacak gibi görünüyor. Bu noktada da tabii ki devreye borçlanma giriyor. Türk lirası dolara teslim! Gümrükler Gümrük Birliği dolayısıyla AB'ye teslim! Ordu NATO'ya teslim! İşçinin emeği emperyalist sömürüye teslim! Çiftçi emperyalist tekellere teslim! Varlık Fonu İsrail köpeği Körfez sermayesine teslim! Ve biz ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz öyle mi? Yok öyle yağma! Ekonomik kurtuluş savaşını biz savunuyoruz. Yani işçi sınıfı devrimcileri ve sosyalistler! Bu savaşın gereği emperyalist zincirlerin kırılması, dış borcun reddedilmesi, fabrikaların ve bankaların işçi denetiminde kamulaştırılması, dış ticaretin ve dövizin devlet tekeline alınması, parababalarına servet vergisidir. Bu savaşta soğan ekmeğe talim etmek, porsiyonları küçültmek yok. Emekçi halk etini, sütünü, yumurtasını yiyecek çünkü bu savaş için güç kuvvet gerek. İşçinin devrimci iktidarı tahsilatı sermayeden yapacak, bedeli emperyalistlere ve işbirlikçilerine ödetecek!

Artı Tv
Ekonomik Kriz Gerçeği | Levent Dölek | Mustafa Sağlamer Ile Artı Hafta Sonu 2

Artı Tv

Play Episode Listen Later Dec 27, 2021 48:31


Ekonomik Kriz Gerçeği | Levent Dölek | Mustafa Sağlamer Ile Artı Hafta Sonu 2 by Artı TV

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: İki buçukuncu ittifak

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Dec 4, 2021 5:15


İki buçukuncu ittifak Emekçi halka Cumhur ve Millet İttifakı arasında bir kutuplaşmayı dayatan düzen siyasetinin karşısına sınıfsal kutuplaşmayı geçirmek bugünün en yakıcı görevi. Buna yüzde 50-50 bölünmeye karşı sömürücü yüzde 1'in karşısında emekçi ve ezilen yüzde 99'un birleşmesi için mücadele etmek de diyebiliriz. Bunu sağlamanın düzen siyasetinin matematiği içinde mümkün olmadığını, siyasetin kimyasını değiştirmek gerektiğini yani düzen siyasetinin yerine sınıf siyasetini geçirmek olduğunu hep söylüyoruz. Dolayısıyla siyasette Cumhur ve Millet İttifakları dışında bir üçüncü ittifaktan bahsedildiğinde, bu tartışma yaygınlaştığında bundan elbette ki memnuniyet duyuyoruz. Ancak tartışmanın yaygınlaşması ne kadar iyiyse “üçüncü ittifak” kavramının hızla sulandırılmakta oluşu da bir o kadar kaygı verici. Son dönemde “üçüncü ittifak” kavramını Demirtaş'tan sonra Türkiye İşçi Partisi de ortaya attı. Önce bir tutum belgesi açıkladılar. Daha sonra başta Erkan Baş olmak üzere çeşitli TİP temsilcilerinin açıklamalarını dinledik okuduk. “Üçüncü ittifak” adıyla ortaya koydukları perspektif az çok belli. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk turdan Millet İttifakı adayına destek. Milletvekili seçimleri için HDP ile birlikte ayrı bir ittifakla seçimlere katılmak ve mecliste bir sosyalist grup oluşturmayı hedeflemek. “Kurtuluş ve kuruluş” süreçleri ile ilgili sarf edilen bir dizi söz var. Gelenek olarak aşamalı devrim aleyhinde epeyce talimli olan bu yapı için aşama içinde aşamalar öngören muazzam açılımlar söz konusu. Mesela kurtuluş aşaması içinde Erdoğan'ın başkanlığı kaybetmesi (eksik bir kurtuluş) ile rejimin parlamenter sisteme dönüşü (daha gerçek kurtuluş) arasında ayrı aşamalar var. Buralarda üzerinde somut olarak tartışılacak tutarlı bir hat henüz yok. O yüzden bu aşamada seçimler başlığındaki taktikleri tartışmak daha doğru. TİP'in cumhurbaşkanlığında açıkça Millet İttifakı'nın yani ikinci ittifakın adayına peşinen oy çağırırken “üçüncü ittifak” iddiasında olması çelişkili. Bu çelişkiyi aşmak için aslında biz bu seçimi bir referandum olarak görüyoruz, adaya değil saray rejimine karşı kim varsa ona oy vereceğiz diyorlar. Ama bu aday Ekmeleddin gibi olmasın da istiyorlar. Peki nasıl olsun? Erkan Baş'ın soyut tariflerini “solcuların midesinin kaldırabileceği kadar sağcı bir aday” olarak somutlayabiliriz. Zira Erkan Baş, siyasal İslamcı ve müteahhit bir işçi düşmanı patron ve CHP'li bir sağcı olan Ekrem İmamoğlu için iki turda da oy vermek için hiçbir koşul öne sürmedik diyor. Bunun, sınıf siyasetinin tamamen dışlandığı bir yaklaşım tarzı olduğu ortada. Referandum iki seçeneklidir. Evet ya da hayır! Millet İttifakı'nın adayı seçildiğinde TİP'in deyimiyle saray rejimine hayır sonucu çıkmış olmuyor. Tam da TİP'in öyle yapmamalıyız dediği şey yapılıyor, Erdoğan'ın yerine saraya başkası gönderilmiş oluyor. Bu adayın aldığı yetkilerle parlamenter sisteme dönüş için ne yapacağı meçhul! Ancak hiç de meçhul olmayan apaçık bir şey var. O da bugünün en yakıcı ve sınıfsal meselesi olan ekonomiyle ilgili. Millet İttifakı bu konuda şimdiden Derviş-Babacan ekolünü benimsemiş durumda. Hal böyle iken Millet İttifakı'nın adayına peşinen destek olma politikasına üçüncü ittifak demek mümkün olamaz. Bu olsa olsa iki buçukuncu ittifak olur. O buçuk da meclis seçimlerine ayrı adaylarla girmekten… Ama orada da tutarsızlık var. Çünkü mevcut rejim zaten meclisi zincire vurmadı mı? Milletvekilleri yetkisiz, denetim gücünden yoksun figüranlara dönüştürülmedi mi? Tek yetkili mevki için oylar burjuva adaya deyip sosyalistlere zincirli mecliste figüranlık için oy istemenin “buçuk” kadar bile değeri olur mu tartışılacaktır. Umarım ki asgari ücret, vergi adaletsizliği gibi acil mücadele başlıkları, MESS sözleşmesi gibi yakın sınıfsal muharebe alanları sosyalistleri düzen siyasetinin anaforlarından biraz olsun kurtararak sınıf siyasetinde buluşturmaya vesile olur.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Hükümetten emekten yana bütçe isteyen sendikaların önce kendi bütçeleri emekten yana olmalı

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Nov 9, 2021 5:12


Hükümetten emekten yana bütçe isteyen sendikaların önce kendi bütçeleri emekten yana olmalı Mecliste 2022 bütçe müzakerelerinin başlamasıyla sendikalardan haklı olarak “sermayeye değil, emekçiye bütçe” talebi geldi. Türk-İş milyonlarca işçi ve emekçinin kanayan yarası olan vergi dilimi sorununu gündeme getirdi ve gelir vergisi oranlarının düşürülmesini talep etti. DİSK ise çok daha somut bir talep yükseltiyor. Asgari ücret ve tüm ücretlerde asgari ücrete denk düşen kısım için gelir vergisi sıfırlansın diyor. Ayrıca DİSK de emekten yana bütçe istiyor ve “pembe tablolar çizmeyi alışkanlık haline getiren siyasi iktidarı uyarıyor”, iktidarı “2022 bütçesi ve asgari ücreti belirlenirken ‘geçinemiyoruz' diye haykıran halkın ekmeği için somut önlemler almaya” çağırıyor. Talepler doğru ve yerinde. Ama yine de bir sorun var. Sendikalar bu talepleri hükümetten istemekten fazlasını yapabilecek durumda. Her iki konfederasyon da birçok işletmede toplu sözleşme yapıyor. Bu sözleşmelerde gelir vergisi yükünü hafifletmek ve patronun üstlenmesini sağlamak mümkün. Örneğin Türk-İş'e bağlı Petrol-İş sendikasının yaptığı Trelleborg sözleşmesinde 1.000 lira tutarında bir iyileştirme yapıldı. MESS grup sözleşmesi süreci başladı. DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş'in sözleşme taslağında yüzde 15'i aşan gelir vergisi ödemelerinin işveren tarafından karşılanması talebi var. Türk Metal de Türk-İş'in çağrısı doğrultusunda taslağını revize ederek bu talebi sahiplenmeli. Yine geldik eğri oturup doğru konuşmamız gereken yere. Türk-İş'in durumu trajikomik. Türk Metal'den beklentimizi yükseltecek bir neden göremiyorum. Ama DİSK tarafından bir hareket gelirse, fabrikalardan baskı olursa durum başka olacaktır tabii. Peki DİSK taleplerinin gerçekten arkasında duracak mı? Yoksa daha önceki dönemlerde olduğu gibi MESS sözleşmesinde yine vergi meselesini pazarlıkta ilk feda edilecekler arasına mı koyacak? Şimdiden enflasyonun altında kalmış olan zam talepleri revize edilecek mi? Yoksa gerçekçilik masalları mı devreye sokulacak? Elbette ki esas mesele bu talepleri dile getirmek sözleşme taslaklarına koymak değil. Bunları almak için nasıl bir hazırlık ve örgütlenme yapılacağı önemli. Burası da zurnanın zırt dediği yer! Hükümetten emekten yana bütçe talep eden sendikalarımız kendi bütçelerini emek mücadelesinin gereklerine göre düzenliyor mu? Tek Gıda-İş dışında direnişçi grevci işçiye 3 bin lira para vererek, işçinin aidatlarıyla biriken fonları, işçinin bütçesini yine işçi mücadelesine harcayan var mı? Otellerde mi grev çadırlarında mı alınacak işçinin hakkı? Direnişçiye, grevciye para verirsek işçi patronla anlaşmaya yanaşmaz, direnişler grevler bitmez diyen kafa nasıl bir kafadır? Her kavgada olduğu gibi sınıf kavgasında da yenmek de var yenilmek de… Ama örneğin MESS'e karşı greve hazırlık yaparken “siz grev derseniz sendikanız tüm gücünüzle arkanızda olacak” dediğinizde, “Birleşik Metal'in fonları yetmezse DİSK var” dediğinizde mi kazanma ihtimaliniz artar yoksa “iyi düşünün para mara yok” dediğinizde mi? Sözleşmenin stratejik fabrikalarında Türk Metal örgütlü, bunu biliyoruz. Ama DİSK ve Birleşik Metal hangi tutumu aldığında o stratejik fabrikalarda hareket yükselir, Pevrul Kavlak hangi durumda işçinin taleplerini almak konusunda daha fazla sıkışır? Cevaplar belli. Yapılacaklar belli. Hükümetten emekten yana bütçe talep edenler önce işçinin aidatlarından oluşan sendikaların bütçesini işçi mücadelesi için seferber edecek. “Hak verilmez alınır” ise bu yapılacak. Mesele sözleşmelerdeki üç beş liralık kazanımlar değil, örgütlü gücüyle, üretimden gelen gücüyle hakkı için mücadele eden işçi ülkenin de kaderine etki edecek gücü elde eder. Ekmek ve hürriyet ancak bu şekilde kazanılır.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek : Emir kulları ve kula kulluğu reddedenler

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Oct 14, 2021 4:17


Emir kulları ve kula kulluğu reddedenler Tüm Türkiye, 23 Eylül günü Tekirdağ Valiliğinin merdivenlerinde yaşananları ibretle izledi. Bir polis şefinin “süpürün” talimatıyla polisler kendilerince valilik merdivenlerini işçilerden temizledi. Oysa tüm Türkiye'nin gördüğü, alnı açık başı dik işçilerin tertemiz direnişi, polisin “pislik” muamelesini elinin tersiyle itip geri iade edişiydi. Öğrenciliğimde çok atılan bir slogan vardı. Sonra Gezi'de de çok atıldı: “Polis simit sat onurlu yaşa” diye. Doğrusu hiç ısınamadım ben bu slogana. Belki polis torunu olmamdandır. Belki insanları hele ki hiyerarşide alt kademede olanları sistemden ayrı birey olarak yargılamayı doğru bulmadığımdandır. Belki ilkokulda oynadığım “Simitçi Mercan” piyesinde simitçi Mercan'ı hor gören Zeynel karakterine gıcık olmamdan, simitçi olmayı sanki aşağı bir işmiş gibi tartıya koymak içime sinmediğindendir. Belki hepsi birden. İşçilerle birlikte gözaltına alındıktan sonra içeride polislerden bazıları küçük çocukları bile darp edecek derecede yapılan zulümden mahcup olup da “biz de emir kuluyuz” dedikçe içimdeki son empati kırıntıları da yok oldu gitti. O slogan dilimin ucuna kadar geldi. Ne demek emir kulu olmak? Bu kadar kolay mı bunu söylemek? Bu askerlikte ucunda ölüm bile olsa emri uygulamak gibi bir şey değil. Tarih önünde yanlış safta olsa bile askerin hayatını daha büyük bir topluluk, amaç ya da beraber savaştığı askerler için feda etmesinde bir erdem vardır. Gerçek askerlerin, düşmanı bile olsa karşısındaki başka bir askere saygıda kusur etmemesindeki neden budur. Ama “emir kulu” lafında onurlu şerefli hiçbir şey yok! Hakkını arayan işçiye saldırmakta, yere yatırdığı işçiye acı çektirmek için hassas yerlerini tekmeleyip sıkmakta, kadın işçileri yerlerde sürüklemekte, savunmasız çocuklara vurmakta onur, şeref, haysiyet aramak boşuna. Memur olmak -ki biz kamu emekçisi demeyi tercih ederiz- emir kulluğu değildir. Kamuya karşı yani halka karşı sorumluluk içerir. Ahlak ve erdemin gereğini bir yana bıraksak bile, kamu emekçisi kanuna aykırı emri uygulamakla yükümlü değildir. Tam tersine kanuna aykırı emri yerine getirmemek memurun yükümlülüğüdür. 15 Temmuz'da Boğaziçi Köprüsü'nde halka karşı silah sıkmayı reddeden ve bunun bedelini darbeci subayın kurşunuyla canını vererek ödeyen Piyade Er Kurtuluş Kaya'yı nereye koyacağız? O da “emir kuluyum” mu deseydi? Sabahtan akşama 15 Temmuz edebiyatı yapıp, dağa taşa 15 Temmuz yazan ve bu istismar üzerinden bir istibdad rejimi inşa edenler bakın şimdi Boğaziçi Köprüsü'ndeki “vur” diyen darbeci subayın yerine geçmiş “süpür” diye bağırıyorlar. Bugün kula kulluğu reddedenler ve bunun için direnip bedel ödeyenler, emir kullarından güçlüdür. O gün hiçbir işçi polisler gibi boynunu bükmedi. Arayıp telefonda ağlayan annesine, telaşlanan eşine, çocuğuna, mahallede konu komşuya, televizyonlara çıkıp tüm millete başları dik mücadelelerini anlattılar. O işçiler ki kendileri gibi bu milletin de eğilen başını yukarı kaldıracaklar. Bu yüzden haydi işçiler sınıf siyasetine! Haydi bu ülkenin onurlu ve güzel insanları mücadeleye! İşçi sınıfına güvenin ve bu hürriyet kavgasında yerinizi alın! Gelecek kula kulluğu reddedenlerindir! Milletlere kulluğu dayatanlar ise tarihin çöplüğüne süpürülüp gideceklerdir!

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: İstibdad hem baskıcı hem pahalı bir rejim

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Sep 11, 2021 4:15


İstibdad hem baskıcı hem pahalı bir rejim İstibdad rejimini en genel ifadeyle baskıcı ve keyfi yönetim olarak tanımlıyoruz. Buna son derece pahalı bir rejim olduğunu da eklemek lazım. Yıllarca liberallerden Kamu İktisadi Teşekküllerinin (KİT) devletin sırtında bir kambur olduğunu dinledik. AKP'li yıllar özelleştirmelerin rekor kırdığı yıllar oldu. Güya devletin sırtından KİT kamburunu attılar ama bu sefer milletin sırtına iyice binen sermayenin kendisi oldu. “Devlet don üretmez” liberal sloganıyla başlayan serüvenin sonunda artık devlet sadece giysi, ayakkabı değil, Tekel'in peşkeş çekilmesiyle içki, sigara, tuz da üretmiyor… Dahası petrol de rafine etmiyor, telefon hizmeti de vermiyor, elektrik dağıtımı da yapmıyor, fabrika zaten kurmuyor ama artık köprü, yol, baraj, hastane de inşa etmiyor. Hepsi özelleştirildi! Eğitim ve sağlık bile elden gitti! “Ödediğiniz vergiler size yol su elektrik olarak dönecektir” sloganıyla toplanan vergilerin döndüğü falan yok, çünkü özel taşeron şirketlere kâr ve rant olarak akıp gidiyor. Erdoğan'ın konuşmalarında prompterden okuduğu bilmem kaç bin kilometre duble yol yaptık, şu kadar köprü bu kadar viyadük, şu sayıda şehir hastanesi bu sayıda bilmem ne diye saydığı listenin tamamının parası, geçiş garantisi, hasta garantisi, kredi garantisi vb. ile emekçi halkın cebinden çıktı ve çıkmaya da devam ediyor. Türkiye'de toplanan vergilerin yüzde 60'ı kaynaktan kesiliyor yani ücretli emekçiler daha maaşları bankaya yatmadan uçup gidiyor. Şirketlerden alınan kurumlar vergisi ise devletin vergi gelirinin sadece yüzde 33'ü. KDV, ÖTV vb. yükü de emekçi halkın sırtında… Vatandaşın vergi borcu olduğunda şahin gibi atılan devlet, patronların vergi borçları söz konusu olduğunda pamuk gibi oluyor. Beşli çetenin 9,5 milyar lira vergi borcunu tek kalemde sildiler. En son haberde bir cumhurbaşkanı kararı ile “Milletin …” diye küfreden Mehmet Cengiz'in kuracağı tesise; gümrük vergisi muafiyeti, KDV istisna ve iadesi, vergi indirimi, SGK işveren primi desteği, gelir vergisi stopaj desteği, azami nitelikli personel desteği, enerji tüketim harcamalarına %50 enerji desteği ve yatırım yeri tahsisi teşviği sağlanmış. Sonra neden Türkiye en pahalı elektriği, en pahalı mazotu en pahalı (ve en yavaş) interneti kullanıyor? Çünkü TÜSİAD'ı MÜSİAD'ı beşli çetesiyle özel sektör ama bilhassa da istibdad rejiminin kendisi doymak bilmiyor. Liberaller devleti küçülteceğiz demişti. En önde de AKP geliyordu. Şimdi istibdad rejiminin bekası için en büyük birimi tüm işi hakkını arayan işçiyi, emekçiyi, kadını, genci dövmek olan Çevik Kuvvetten müteşekkil devasa bir polis teşkilatı besliyoruz. Havuz medyasından paralı trollere kadar devasa bir propaganda makinesini yine halk olarak biz besliyoruz. Dünyanın en çok kamu ihalesi alma rekorunu elinde bulunduran beşli çete, istibdad rejimine iliştirilmiş bir tür partili sermayedir. Bu sermaye gruplarının patronları muazzam bir kişisel servet edinmiş olsalar da asıl işlevleri istibdad rejiminin siyasi olarak finansmanını sağlamaktır. Bu rejim o kadar pahalı ki Cumhurbaşkanı'nın milyarlarca liraya çıkarttığı örtülü ödenek yetmiyor. Erdoğan'ın sürekli seçim ekonomisinin finansmanı düşük faiz politikası ile finanse edilirken bunun Merkez Bankasına maliyeti 128 milyar doların buharlaşması oldu. Doğan medya grubunun havuza katılması ise Ziraat Bankası'ndan Demirören'e peşkeş çekilen 750 milyon dolara mal oldu. Bu ülkede yalan dinlemek bile bedava değil! İstibdad rejimi Türkiye'nin emekçi halkı için tam anlamıyla bir “kendi paramızla rezil oluyoruz” durumudur. Meydanlarda “Kahrolsun istibdad yaşasın hürriyet!” diye haykırırken sadece düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmuyoruz, emekçi halkın küçülen ekmeğinin, milletin yağmalanan birikimlerinin de hesabını soruyoruz.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Sendikaların işi kısa çalışmayı ve ücretsiz izni uzatmak değil işçi mücadelesini savunmaktır!

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jul 13, 2021 5:04


Sendikaların işi kısa çalışmayı ve ücretsiz izni uzatmak değil işçi mücadelesini savunmaktır! Pandemi dolayısıyla uygulanan kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin uygulamaları 1 Temmuz'da kalktı. Kısa çalışmada ve ücretsiz izinde olan toplam 2,5 milyona yakın işçi ve emekçi işsizler ordusuna katılmayı bekliyor. Patronlar işçi ücretlerini, İşsizlik Sigortası Fonu'na yıkarak, milyonlarca işçiyi ücretsiz izin adı altında kıdem ve ihbar tazminatsız işten çıkararak bu uygulamalardan epey faydalandılar. En çok da bu uygulamaları sendikalaşmayı kırmak, işyerlerinde hakkını arayan işçileri yıldırmak için kullandılar. En son TOBB'un nasıl Erdoğan'ın kapısına dayandığını ve son bir uzatma aldığını hatırlıyoruz. Ancak gelinen aşamada deniz bitti. Yağmaladıkları fonda nakit olarak geriye en son 17 milyardan daha az kaldı. Bu rakam da patronların bu fondan her yıl aldıkları teşvik ve destek ödemelerine anca yetiyor. Patronların üzüntüsünü anlamak gayet kolay. İyi de kısa çalışma ve ücretsiz izin bitti diye karalar bağlayan sendikalarımıza ne oluyor? Bir de “işten çıkartma yasağı” uzatılsın demiyorlar mı? Ne “işten çıkartma yasağı”! Öyle bir şey hiç olmadı. O işin etiketiydi. Milyonlarca işçi kıdemsiz, ihbarsız kapı önüne kondu. İşsizlik Sigortası Fonu'ndan günlük 47 lirayla yaşamaya mahkûm edildi. Pek çoğu dayanamadı. Kıdemini ihbarını yakıp daha kötü koşullarda da olsa tam maaş veren bir işe geçmek zorunda kaldı. Sendikalaşan işçileri kıydılar bu uygulamayla. Kalanlara gözdağı verdiler. 25/2 ve Kod29'dan iftirayla işten çıkartmalar zaten aynı hızla devam etti. Bu mu “işten çıkartma yasağı”? El insaf! Bugün Türkiye'de işten çıkartmakta caydırıcı olan tek yasa maddesi kıdem tazminatıdır. İşten çıkartmayı engelleyebilecek tek güç ise işçinin örgütlülüğüdür. Sendikalar kıdem tazminatına sahip çıkmakla, işçiyi örgütlemekle ve iş güvencesini fiili mücadele ile savunmakla mükelleftir. Hem mücadeleyle hak almalı hem de her kazanımla birlikte sınıf bilincini yükseltmeli, mücadeleyi yeni işyerlerine taşımalıyız. İşçi sendikaya üye oluyor, mahkemeleri yıllarca bekliyor, kapı önüne konduğunda direniyor. Kimse nerde o eski işçiler, 80 öncesi başkaydı falan demesin! Bu direnişlerde bir slogan atılıyor: “Açlıktan ölmeyiz biz bu yoldan dönmeyiz”! Bu slogan patrona “bizi açlıkla terbiye edemezsin” demek için atılıyor! Sendika maddi destek vermese de acı acına direniriz demek değil bu! Kaldı ki onu da yapıyor işçiler! Ama sendikanın görevi işçi aidatlarıyla oluşan grev, eğitim, örgütlenme fonlarını bu mücadelelere aktarmak, işçinin direncini hem maddi olarak ama daha önemlisi de manevi olarak arttırmaktır! Bu konuda Tek Gıda-İş'in gösterdiği pratiği olumlu bir örnek olarak zikretmek lazım. Bu örnekler artmalı. Bazı işkollarındaki sendikalarımızın maddi gücü yok. O işkollarında da konfederasyonlar devreye girmeli. Hatta konfederasyonlar arası dayanışma ve işbirliği mekanizmaları kurulmalı. Kimse bahane üretmesin. Hele ki işçiyi açlıkla sınamayı, yorulsun da direnişi kendisi bıraksın diye düşünen var ise iki elimiz yakasından düşmez, kusura bakmasın. Karar alın uygulayın. Tüzük elvermiyorsa tüzüğü değiştirin. İşçi verdiği mücadeleyi kazanacak; direnişini, grevini başarıya ulaştıracak, iş güvencesiyle fabrikasında çalışacak ki sendikaların milyonlar harcayıp yaptırdığı sosyal tesislerden faydalansın, tatilini yapsın, sendikal eğitimini görsün! Sendikalar heybetleriyle işçiye güven versin, patronun da dizlerini titretsin! Bildiğimiz yol budur, sınıf sendikacılığı yoludur!

Gerçek gazetesi
Emekçi Halkın Gerçek Gündemini Konuşuyoruz 23 Mayıs 2021

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jun 4, 2021 89:12


Siyonist saldırı Filistin direnişine tosladı. Esnafa hibe zamlara gitti. İstibdadın kanalizasyonu pislik saçıyor. Vakalar 5 binin altına inmiyor, aşı belirsizliği sürüyor. Emekçi halkın gündemininin tartışıldığı Levent Dölek ve Mehmet Bona'ya, Cemil Ozansü'nün de katıldığı canlı yayının ses kaydını dinleyebilirsiniz.

Gerçek gazetesi
Emekçi Halkın Gerçek Gündemini Konuşuyoruz 30 Mayıs 2021

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jun 4, 2021 101:25


Krizin faturasını işçiye, çiftçiye, esnafa kesen Erdoğan'dan ABD sermayesine açık çek! Mafya, uyuşturucu, işkence, kontrgerilla bataklığından nasıl çıkarız? Mavi Marmara'yı unutma! Levent Dölek ve Mehmet Bona'nın, Emekçi halkın gündemini Şiar Rişvanoğlu'nun katılımıyla tartıştığı canlı yayının podcast kaydını dinleyebilirsiniz.

Dil Yaresi
Özne, yüklem kullanımı

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later May 2, 2021 3:06


Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Siz vatandaşı kör mü zannediyorsunuz?

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Apr 10, 2021 5:16


Siz vatandaşı kör mü zannediyorsunuz? 2015'te sarı sendika Türk Metal'den yaka silken metal işçileri ülkenin büyük sanayi merkezilerini bir deprem gibi sarsan fiili grev ve işgaller gerçekleştirmişti. Depremin merkez üssü Bursa'daki Oyak-Renault fabrikasıydı. Bu eylemlerin ardından birçok fabrikada işçiler toplu halde Türk Metal'den istifa etmiş, Renault'da ise zaman içinde işçiler istifa etmekle kalmamış DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş'e üye olmaya başlamıştı. Rüzgâr DİSK'ten yana esiyordu ama Türk Metal de patronla iş birliği içinde bir korku iklimi yaratmaya çalışıyor, bazı öncü işçiler peyderpey işten atılıyordu. Bir yerde kritik bir aşamaya gelindi, DİSK (Birleşik Metal) e-devletten toplu geçişler için bir tarih ilan etmişti. O tarihte üye olmayanlar da toplu hâlde üye olacaktı. Renault işçisi DİSK'i Birleşik Metal'i istiyor ama korkuyordu, korku duvarı bir aşılsa fabrikanın yetki için gerekli yüzde 50+1'inden çok daha fazlası üye olabilirdi. O aşamada sendikanın tarih vermenin ötesinde bir şey yapması, eyleme geçmesi, işçiye güven vermesi lazımdı. Bu doğrultuda öncü işçiler öneriler yaptılar ama reddedildi. Bunun yerine ne mi yapıldı? Türk Metal'i rezil rüsva edeceği düşünülen bazı ses kaydı ve video görüntülerinin olduğu bunların sosyal medyada dolaşmasıyla zaten sallanan Türk Metal'in yere serileceği söylendi. Ne mi oldu? İlan edilen toplu geçiş tarihinde kimse Birleşik Metal'e geçmedi. Haftalar içinde ise bir avuç öncü işçi dışında Birleşik Metal-İş üyesi kimse kalmamıştı. Bu hikâyeyi bilenler biliyor. Ama bugün bu hikâyeyi tekrar anlatmamızın sebebi sendikal hareketin sorunları ya da iç meseleleri değil. Vesile olan konu ülkeyi günlerdir meşgul eden AKP'li bir kokainman particinin, sosyal medyada ifşa olan maceraları… Memleketteki muhalefetin bu olay karşısındaki hâlleri anlattığımız hikayedeki duruma çok benziyor. Bu vatandaş, AKP İzmir Milletvekili Hamza Dağ'ın sağ kolu, AKP'de önemli yerlere girip çıktığı belli olan bir kişi. Bu kritik ilişkileriyle de lüks arabalar, oteller, kumarhaneler ve kokain partilerinde geçen zengin bir yaşam kurmuş olduğu anlaşılıyor. Kendisini savunurken o kokain değil pudra şekeriydi demesi epey alay konusu oldu. Hamza Dağ'ın toplantılarda telefonunu emanet edecek kadar yakın olduğu bu kişiyle ilişkisini inkâr etmesi, AKP'nin sadece genel merkezde büro çalışanıdır diye savunma yapması da bir o kadar komikti. Acınası olan ise memleketteki düzen muhalefetinin bu mesele üzerinden iktidarı sıkıştırmak üzere büyük fırsat yakalamış gibi heyecanlanan halleri… İşte başta anlattığımız hikâyeyi bize hatırlatan da bu haller oldu. Sadece Renault'da değil neredeyse tüm metal sektöründeki işçiler Türk Metal'in ne olduğunu bilir. Diyebilirim ki metal işçisini Türk Metal'le ilgili şaşırtacak, “vay arkadaş” dedirtecek bir kaset yoktur. Hayal gücünüzün sınırlarını zorlasanız dahi yoktur! İşçi bunların zaten ciğerini bilir. Mesele sizin ne yaptığınız ve yapacağınızdır. Şimdi bu kokainman partici yakalandı diye AKP teşhir olacak, çökecek, dağılacak mı zannedersiniz? “Hani Müslümandınız” diye aklınızca köşeye sıkıştırdığınızda gerçekten köşeye sıkışacaklarını mı düşünürsünüz? Halk zaten bu iktidarın ne olduğunu, yolsuzlukları, kayırmacılığı gördüğü için AKP'den uzaklaşıyor. AKP'lilerin kendisinin bunları bilip görmediğini mi zannedersiniz? Mesele bizim ne yaptığımız, bu memleketin tüm partilerine şu ya da bu oranda oy vermiş, her milletten, memleketten emekçi halkına nasıl bir çözüm sunduğumuzdur. Halkı AKP'den kopmaya çağırmak ve bu çağrıdan sonuç almak için önce düzen muhalefetinden, Amerikan muhalefetinden kopmak, kimlik siyasetini bırakıp sınıf siyasetinde buluşmak gerekiyor. Siz insanların ekmeği için verdiği mücadelede onun yanında oldunuz ve birlikte kavga ettiniz de o insanlar size hayır mı dedi? Sırtını mı döndü? Bize sınıf mücadelesinde hayır diyen de sırtını dönen de yok. Yürüyeceğimiz yol belli!

Dil Yaresi
Sarımsaklasak da mı?

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 11, 2021 3:05


Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Gerçek gazetesi
Levent Dölek: Memleketimden emperyalizm manzaraları

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Mar 10, 2021 3:15


Memleketimden emperyalizm manzaraları Son dönemde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi'nin verdiği bazı kararlar çokça tartışılıyor. Söz konusu kararlar HDP'li Demirtaş, CHP'li Berberoğlu, Sorosçu Kavala ile ilgili olduğunda ve Batı'dan eleştiriler yükseldiğinde Erdoğan hemen emperyalizmin baskılarına direniyormuş pozlarına girip düpedüz yargı üstünde baskı kuruyor ve bağlayıcı olan bu kararların uygulanmasını engelliyor. Pek çoklarının da bu pozlara kanıp Erdoğan'ı ve iktidarını emperyalizme karşıymış zannettiğini görüyoruz. Bazıları da bu konularda Erdoğan'ın çelişkilerine işaret etmek için eski defterleri açıyor. PKK ile yürütülen Kürt açılımı, Erdoğan'ın BOP Eşbaşkanlığı ile övündüğü konuşmaları, George Soros'la Erdoğan'ın aynı masada yaptığı görüşmenin fotoğrafları ortaya saçılıyor. Bunlar doğru, eksiği var fazlası yok. Ama Erdoğan'ın sivil ve asker ortaklarıyla yürüttüğü istibdad rejiminin emperyalizm yandaşlığı geçmişe ait bir olgu değildir. Günceldir, canlıdır, bugünün meselesidir. Demirtaş ve Berberoğlu ile birlikte bir dizi milletvekilini hapse yollayan dokunulmazlıkların kaldırılmasının tekrar tartışıldığı bugünlerde, konuya başka bir açıdan yaklaşıp Erdoğan'ın iktidarlarının esas dokunulmazlarının neler olduğuna bakalım. Milli değerler falan değil! Öyle olsa “milletin …” diyen Cengiz kıymetlisi olmazdı herhalde. Onu geçelim. Manevi değerler deseniz, “Bakara Makara” meselesinden oraların da Erdoğan'ın dokunulmazı olmadığını biliyoruz. Kendi “şahsı” bile değil. Öyle olsa kendisine küfür kıyamet şiirler yazan İngiltere Başbakanı Boris Johnson'ı hediyelere boğmaz, kendisine “aptal olma” diye mektup yazan Trump ile dost olmaktan övünmezdi herhalde. Emperyalizmin suç merkezleri İncirlik Üssü ve Kürecik Radar Üssü, NATO üyeliği, AB ile Gümrük Birliği ve dolar konvertibilitesi… İşte Erdoğan'ın ve istibdad rejiminin dokunulmazları! Lafa değil icraata bakmak şartıyla aksini söyleyebilen beri gelsin. Devam edelim. İstibdad rejimi kendi işine gelmeyen AYM kararlarını uygulatmamak için daha üst bir ahlaki kamuflaj örtüsüne ihtiyaç duyuyor. “Değil mi ki Batı Demirtaş ve Kavala için bastırıyor biz de milli egemenliğimizi savunuyoruz. Bu ülkenin mahkemeleri ne diyorsa o!” Anlatılan hikâye bu. Peki bu hikâyeyi anlatanlar şu günlerde “hukuk reformu” adı altında ne pişiriyor biliyor musunuz? Yabancı sermaye için ticari uyuşmazlıklarda uluslararası tahkim sürecini kısaltacak, kolaylaştıracak ve ucuzlatacak uluslararası arabuluculuk geliyor! Yabancı sermayeye, Singapur Sözleşmesi ülkenin mahkemelerinin üstünde olacak garantisi veriliyor! İşte “yerli ve milli” iktidarın milli egemenlik anlayışı. Bu gerçekleri halkımızın görmesini istiyoruz. Ama görmek de yetmez. Bugün emperyalist boyunduruğa karşı S-400 masallarıyla uyutulmayı reddedip, kanlı canlı sınıf mücadelelerine destek olmak gerek. Amerikan Cargill'e, İsveçli Systemair'e, İspanyol Baldur'a, Alman Döhler'e karşı memleketin direnen işçisine omuz vermek, sesine ses olmak gerek. İşçiler ekmekleri için direnişte. Ve bu direnişlerin ucu tüm memleketi boyunduruk altında tutan istibdadın dokunulmazı emperyalizme dokunuyor. Ekmek mücadelesi hürriyet mücadelesi ile birleşiyor. Yol belli… Değil mi ki Anayasa'da yazan grev hakkı 1963'te Kavel'in fiili greviyle yasalara yazdırıldı. İstibdadın emperyalist sermayeye kalkan olup uygulatmadığı AYM kararları da işgalle, grevle, direnişle uygulatılacak!

Dil Yaresi
Manen mi?

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 10, 2021 3:00


Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
Efkâr derken

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 10, 2021 3:10


Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
Sıkıntı yok mu?!

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 9, 2021 2:37


Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
Bilakis, bilfiil, bilmukabele, bilumum vb

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 9, 2021 3:10


Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
Anlamına göre farklı söylenir: Divan

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 8, 2021 2:57


Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
Bayan! Ahize, avize, aksan, alesta!

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 8, 2021 3:10


Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
Tavlada "carı dü" diyenler!

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 7, 2021 3:13


Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
İlk hecedeki l: Klasik, klasman, klavye

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 7, 2021 3:03


Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
Öyle, Şöyle, Böyle

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 6, 2021 3:08


Öyle, şöyle, böyle nasıl söylenir? Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan cümleler, dizelerle örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
Cari

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 6, 2021 3:11


Cari nasıl söylenir? Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan cümleler, dizelerle örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
Akıbet, encam

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 5, 2021 2:59


Akıbet, encam nasıl söylenir? Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan cümleler, dizelerle örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
Kalp

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 5, 2021 3:08


Kalp nasıl söylenir? Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan cümleler, dizelerle örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.

Dil Yaresi
Asarıatika

Dil Yaresi

Play Episode Listen Later Mar 5, 2021 3:23


Asarıatika nasıl söylenir? Türkiye'nin en tanınmış sesi Levent Dönmez'in NTVRadyo'daki programı Dil Yaresi, bir tür "sesli sözlük" ya da "söyleniş sözlüğü." Levent Dönmez kelimelerin yanlış kullanımına dikkat çekiyor, doğrusunu söylüyor, bazen de usta edebiyatçılardan cümleler, dizelerle örnekler veriyor. Oyuncu, spiker, seslendirme sanatçısı ve diksiyon eğitmeni Levent Dönmez, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehit Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, İstanbul Halk Oyuncuları, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda görev aldı. “Bülbülün Sesi”, “Othello”, “Ayak Bacak Fabrikası” gibi pekçok oyunda oynadı. Yeşilçam'da Ekrem Bora'dan Tarık Akan'a, Kuzey Vargın'dan Kadir İnanır'a ses verdi. Yabancı oyuncular Anthony Hopkins, Anthony Quinn, Burt Lancaster, Clint Eastwood, Robert Redford ve Sean Connery'nin sesi oldu.