POPULARITY
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den şöyle bildirirler: Gözlerinin ışığı, hanımların efendisi, kerîmesi Fâtıma (r.anhâ)'ya: “Ey Fâtıma! Kalk! Kurbanının yanına git! Ve kurban kesilirken şu duâyı oku: “Şübhesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allâh (c.c.) içindir. Onun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslüman olanların ilkiyim.” (En'âm s. 162-163) Muhakkak ki, kurbanından yere damlayan ilk kan damlası ile ömründe işlemiş olduğun her günâh mağfiret olunur. Muhakkak yarın kıyamet günü, kestiğin bu kurbanın kanını ve etini getirip, terazinin sevâplar kefesine koyarlar, yetmiş kat fazlasıyla” buyurdu. (Müslim) Mü'minlerin annesi Aişe-i Sıddîka (r.anhâ)'nın bildirdiği Hadîs-i Şerîf'te: “Âdemoğlu için, Kurban Bayramı Günü, Allâh (c.c.) katında kurban kanı akıtmaktan daha sevgili bir şey yoktur” buyuruldu. (Tirmizi) Yine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki: “Kurbanlarınızı büyük yapınız, yâhud yağlı yapınız. Muhakkak ki onlar, Sırat üzerinde sizin binekleriniz olacaktır.” (Buhari)Haberde geldi ki; “İnsanın yediği her lokma kurban eti, ona Cennette, iki hörgüçlü deve gibi büyük kuş olur.” (Buhari) Selef-i Salihin'den birinin âdeti, bir koyunun değerini fakirlere sadaka vermekti. “Madem ki, kurban bana vâcib değil, niçin bir hayvanın canına kıyayım” derdi.. Rüyâda, kıyameti gördü. İnsanlar bineklerine binmiş, melekler onları cennete götürüyor, kendisi ise yaya olarak gidiyordu. Sebebini sordu. “Bu binekler, dünyada kesilen kurbanlardır” dediler. “Ben de, kurban değerini sadaka verirdim” dedi. “Sen bilmez misin ki, kıymetini vermekle, kurban kesmek bir değildir. Kurban kesmek lâzımdır” dediler. Ondan sonra yaşadıkça hep kurban kesti. Madem ki kurban bu kadar faydalı, bu kadar fazîletlidir, bu ibâdeti kaçırmamalıdır.(Muhammed Rebhami, Riyâd'ün-Nâsıhîn, s.263)
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Âdemoğlu, nahir (kurban bayramının ilk) gününde, Allâh Azze ve Celle'ye kan dökmekten daha sevgili gelen hiçbir amel işlememiştir. Muhakkak kesilmiş olan o hayvanlar kıyamet gününde, boynuzlarıyla, tırnaklarıyla ve kıllarıyla gelirler. Şüphesiz kesilen hayvanın kanı, yere düşmeden evvel, Allâh Azze ve Celle katında yüksek bir mevkiye düşmüş olur. Binaenaleyh bununla nefsiniz hoş olsun.” Zekât nisabına veya ihtiyacından fazla olup da kıymeti, nisap miktarına ulaşmış bir mala malik olan -bu malın ticaret malı olup olmaması arasında fark yoktur- bir müslümanın kurban kesmesi vaciptir. Kurban kesmenin vakti, nahir günü, Zilhiccenin onuncu günüdür, fecrin tuluundan (doğuşundan) itibaren başlar ve Zilhiccenin on ikinci (bayramın üçüncü) günü güneşin batımına kadar devam eder. Efdal olan, nahir günü (bayramın birinci günü) kesmek, ondan sonra on birinci günü kesmek, ondan sonra da on ikinci günü kesmektir. Zilhiccenin on ikinci günü güneş batımına kadar kurban kesmek caizdir; dolayısıyla on ikinci gün (bayramın 3. günü), güneş battığında artık kurban kesmek caiz olmaz. Nahir günü fecrin doğuşundan itibaren, on ikinci günü güneşin batımına kadar kurban kesmek caizdir, gerek gündüz kesilsin gerekse gece kesilsin fark etmez; fakat efdal olan, damarları kesme hususunda hata yapmamak için, gündüz kesmektir. Şehirde ikamet eden kimse kurbanını, açık araziye gönderecek olsa onun, fecrin doğuşundan sonra, bayram namazından evvel kesilmesi caizdir.(Eşref Ali et-Tehânevî, El Muhtasar fi'l Fıkhi'l Hanefi, s.516-518)
Allâh (c.c.) katında günlerin en faziletlisi, Zilhicce ayının ilk on günüdür. Sâlih amellerin, hiçbir vakitte, bu günler kadar makbul olmaz. Bu on günün büyüklüğündendir ki, Allâhü Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîmi'nde: “Velfecri ve leyâlinaşrin…” diye yeminle buyuruyor. Enes bin Mâlik'in (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte: “Bu günlerin her biri, fazilette bin güne, Arife günü ise on bin güne eşittir.” Abdülâzim Münzirî Kudsî'nin (r.a.) kitabında.Müfessirlerin şahı Abdullâh bin Abbâs (r.a.)'in Resûlullâh (s.a.v.)'den bildirdiği hadîs-i şerîfte: “Zilhicce ayının ilk on gününden faziletli ve ondaki amellerden sevgili günler yoktur. O halde bu günlerde tehlîli, tekbîri ve Allâhü Teâlâ'nın zikrini çok yapınız. Muhakkak ki, bu on gün içinde tutulan bir oruç, bir senelik oruçla beraberdir (oruca eşittir). Onda bir amele, birden yedi yüz kata kadar amel yazılır” buyurdu. Bu on gün içinde yapılacak en güzel ve faziletli zikir: “Sübhâ-nellâhi velhamdülillâhi ve lâ ilahe illâllâhü vallâhü ekber”dir. İkincisi: “Lâ İlahe İllâllâhü Vahdehu Lâ Şerike Leh Lehül Mülkü Ve Lehül Hamdü Ve Hüve Alâ Külli Şey'in Kadir”dir. Üçüncüsü: tekbîr, yanî; “Allâhü Ekber Allâhü Ekber Lâ İlahe İllâllâhü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber Ve Lillâhil Hamd” dir. Ebû Hureyre ve Abdullâh İbn Ömer (r.a.e.), Zilhicce'nin ilk on günü dışarı çıkar, çarşılarda dolaşırlar ve yüksek sesle tekbîr söylerlerdi. İnsanlar da onlarla beraber tekbîr söylerlerdi. Zilhiccenin on gününe (günahlardan sakınmak ve sâlih ameller işlemek suretiyle) ikrâm ve hürmet edenin ömrüne Allâh (c.c.) bereket verir. Malını artırır. Çoluk çocuğunu korur. Günâhını affeder. Sevâbını kat kat eder. Ölüm hastalığını kolay kalbini nurlu, terazisini ağır eder.(Muhammed Rebhâmi, Riyâd'ün-Nâsihîn, s.270-271)
Allâhü Teâlâ şöyle buyurmaktadır:“Emir budur, Allâh'ın yasaklarına kimsaygı gösterirse, bu, kendisi için Râbbinin katında şüphesiz hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlarhelal kılınmıştır. O halde o pis putlardankaçının ve yalan sözden sakının.” (Hac s.30)“Beşinci defa da eğer yalan söyleyenlerden ise, Allâh'ın lanetinin kendiüzerine olmasını dilemesidir.” (Nûr s. 7)Allâh Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak doğru konuşmak kişiyiiyiliğe götürür ve iyilik de kişiyi cennetegötürür. Yalan ise günahtır ve günahlarkişiyi cehenneme götürür.” (Buhârî)1. Bir sözü söylemeden önce kendine şusoruyu sor: “Benim bu konuşmam her şeyiişiten ve gören Râbbimi hoşnut eder mi?”Bunu yapabilirsen Allâh'ın izniyle hiçbir yalan ağzından çıkmayacaktır.2. Yalan söylemeye alışmış olsan bileseni bu durumdan kurtaracak bir yol vardır.O da nerede bir yalan söylersen peşindenherkesin huzurunda bunun yalan olduğunuitiraf etmendir. Yukarıdaki tedbirlerle yavaşyavaş yalandan kurtulabilirsin. Biraz zamanalsa da faydasını mutlaka göreceksin.3. Uzun zaman yukarıdaki tedbirleri uyguladığın halde bir fayda elde edemediysen yalan söyleme durumunda kendine birceza uygula. Bu ceza çok ağır da olmasınçok hafif de. Mesela bir öğün yemek yememek veya sadaka olarak bir miktar paravermek gibi cezalar uygundur.(Eşref Ali et-Tehanevi, Tehzîbu'l-Ahlâk, s.64-67)
Bir âyet-i kerimede, mealen şöyle buyrulmuştur: “De ki: Ey nefislerinde israfa giren, haddi aşarak günâh işlemekle nefislerine zulmeden kullarım. Allâh'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Muhakkak ki, Allâh bütün günâhları bağışlar. O Gafur ve Rahîm'dir.” (Zümer s. 53) Âyette geçen “nefis” kelimesi, “zât” mânâsına gelir ve insana emanet olarak verilen bütün organları, duyguları, hissiyatı, akıl ve kalbi içine alır. Aklını yanlış fikirlerle meşgul eden, kalbine bâtıl sevgileri yerleştiren, gözüyle harama bakan, diliyle yalan söyleyen, kısacası kendisine emanet verilen bütün o kıymetli aletleri ve duyguları, yanlış yolda kullanan insanlar “nefislerinde israfa girmiş” kullardırlar. Bu âyet-i kerime ile, insanların böyle bir israftan sakınmaları gereğine işaret edilmiş ve şeytana uyarak böyle bîr hataya düşmeleri halinde de ümitsizliğe kapılmayarak, Allâh (c. c.)'un mağfiretine sığınmaları ders verilmiştir. Her ikisi de “affedicilik” mânâsını ifade eden Gaffar ismiyle Gafur ismi arasındaki ince farkı, İmam Gazâlî (r.âleyh) şöyle açıklar: “Gaffar, tekrar tekrar affeden demektir. Gafur ise, affediciliği tam olup, afv ve mağfiretin en ileri derecesinde bulunan mânâsına gelir.” Bu iki isimden kulun alacağı nasip, iki maddede özetlenebilir: İnsan nefis ve şeytana uyarak bir günâh işlediğinde, derhal tövbe etmeli ve ümitsizliğe düşmemek için Allâh (c.c.)'un Gafur olduğunu hatırlamalıdır. Kulun bu isimden alacağı diğer nasip ise, mü'minlerin hatalarını örtmesi, başkalarına anlatmaması ve onları bağışlamasıdır. İnsan, kendi cüz'î izzetine karşı işlenen küçük hataları affedebilmelidir ki, sonsuz izzet ve azamet sahibi olan Allâh (c.c.)'a karşı işlediği isyanların affını dilemeye yüzü olabilsin. (Mustafa Necati Bursalı, Esmaü'l Hüsna Şerhi,s.1426)
Ebû Hureyre (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kur'an-ı Kerim'i öğreniniz, sonra okuyunuz. Çünkü Kur'an'ı öğrenip okuyan ve teheccüd namazlarında onu okumaya devam eden kimse, içi misk dolu olup, kokusu evin her tarafına yayılan bir kaba benzer. Kur'an-ı Kerim'i öğrenip uyuyan kimse ise ağzı kapatılmış misk kabına benzer.” Abdullah İbn-i Abbâs (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kalbinde Kur'an-ı Kerim'den hiçbir ayet bulunmayan kimse virane bir eve benzer.” Hz. Ali (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim Kur'an'ı okur, sonra onu ezberler, helalini helal, haramını da haram bilirse Allâhü Teâlâ onu Cennet'ine koyar ve ailesinden üzerine Cehennem vacip olan on kişiye şefaat etmek hakkı verir.” İbn-i Mes'ud (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim Allâh'ın Kitabından bir harf okursa buna karşılık ona bir hasene vardır. Bir hasene on misli sevabla karşılanır. Ben “Elif, lâm, mim” bir harftir demem. Doğrusu “Elif” bir harftir, “Lâm” da bir harftir, “Mim” de harftir.” . Abdullah İbn-i Ömer (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Muhakkak bu kalpler kendisine su değen demirin paslandığı gibi paslanır.”, “Onun cilası nedir Ya Resûlallâh?” denilince, Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ölümü çok hatırlamak ve Kur'an okumaktır” buyurdu.Câbir (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kur'an şefaati kâbul edilmiş olan bir şefaatçidir. Davası tasdik edilen bir davacıdır. Kendisine tâbi olanı Cennet'e götürür. Onu arkaya atanı da Cehennem'e düşürür.” Ebû Hureyre (r.a.)'dan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim bir gecede Kur'an-ı Kerim'den on ayet okursa (o gece) gafillerden sayılmaz.” (Zekeriya Kandehlevi, Fezaili Amal, S.213)
Ebû Ubeyde (r.a.) doğası gereği Allâh (c.c.)'a ortak koşmaktan ve putlara tapmaktan hoşlanmazdı. Bundan dolayıdır ki Hz. Ebû Bekir (r.a.) onu tek olan Allâh (c.c.)'a ibâdet etmeye, putlara tapmamaya, cahiliye ahlâkını terk etmeye davet eder etmez, hemen kâbul etti. Hz. Ebû Bekir (r.a.) onunla birlikte Resûlullâh (s.a.v.)'e gitti ve Ebû Ubeyde (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)'in huzurunda müslüman olduğunu ilan etti. Böylece ilk sıralarda müslüman olanlardan oldu. Ebû Ubeyde (r.a.) müşriklerin düşmanlığından çok çekti. Onların başında babası Abdullah b. Cerrah geliyordu. Babası ona saldırgan davranarak hayatını acıya boğdu ve güçleştirdi. Bu sebepten Ebû Ubeyde (r.a.) Habeşistan'a hicret ederek Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine-i Münevvere'ye hicret edene kadar orada kaldı. Uhud savaşında Ebû Ubeyde (r.a.) vuruşanların ön safındaydı. Bir ara “Peygamber öldürüldü” denildiğini duydu ve hasret duyguları içinde Resûlullâh (s.a.v.)'in bulunduğu tarafa koştu. Ebû Bekir (r.a.) diyor ki: “Ben süratle Resûlullâh (s.a.v.)'in yanına doğru koşuyordum. Bir başka yandan da koşarak Ebû Ubeyde'nin geldiğini gördüm. Resûlullâh (s.a.v.)'in parçalanan miğferinden iki halkanın yanağına girmiş olduğunu gördüm. Ebû Ubeyde (r.a.) şöyle dedi: “Ey Resûlullâh'ın yakın arkadaşı! Allâh aşkına, senden bu miğfer parçalarını çıkarma işini bana bırakmanı istiyorum” dedi ve miğfer parçalarını dişleriyle tutarak çekti. Fakat bir de baktık ki Ebû Ubeyde'nin ağzı kan dolmuş, ön dişlerinden iki tanesi miğfer parçalarını çıkarırken düşmüş bulunuyordu.” Ebû Ubeyde (r.a.) hayatı boyunca ön dişerindeki bu eksikle yaşadı. O Uhud savaşında yaşadığı bu aziz hatıra ile iftihar ederdi. Enes (r.a.)'dan Resûlullâh (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Muhakkak her ümmetin bir emîni, güvenilir adamı vardır. Muhakkâk ki bu ümmetin emîni, Ebû Ubeyde b. Cerrah'tır.” (Muhammed Mütevelli Şaravî, Cennetle Müjdelenen On Sahâbî, s.177-178)
Bu gecenin fazileti Kur'an ayetleriyle sabittir. Allahu Teâlâ, şöyle buyurur: “Hâ mîm. Parlak ki tap Kur'ân hakkı için, gerçekten, biz, onu, mü barek bir gecede indirdik. Çünkü biz, (Kur'ân hükümleri ile) korkutanlardanız. Her hikmetli iş o mübarek gecede ayırt edilir. (Rızk, ecel, iyi ve kötülükten ibaret işler bu gecede yazılır.) Bu, (hikmetimizin gereği olan) tarafımızdan bir iştir. Çünkü biz peygamber göndereniz. Peygamberi kitabla gönderişimiz de bir rahmettir, ni'mettir. Gerçekten O Semi'dir. “Bütün söylenenleri işi tir, alimdir.” Her hâli bilir. O göklerin ve yerin ve bütün aralarındakilerin Rabbidir, eğer gerçek ten inanıyorsanız!” (Duhan s. 1-7) Bu geceye iyiliğinin çokluğu ve âlemlere be reket olması sebebiyle, mübarek gece ismi veril miştir. Berat Gecesi'nde bir yıl içinde olacak her çeşit olayların hükmü verilir. Bunun için Resûlullah (s.a.v. buyurdular ki “Allâh (c.c.) bu sene içinde ölecek kimseleri Şaban ayı içerisinde yazar. Ben de ecelimin oruçlu iken gelmesini istiyo rum.” (Buhari) Ber'ât Gecesi de denir. Çünkü Allâhü Teâlâ, bu gecede mü'min kullarına kurtuluş berâti yazdırır. Hadis-i Şerîf'te: “Ber'ât Gecesi kâhinler, büyü cüler, içkiye devam edenler, ana-babasına is yan edenler ve zinaya devam edenler hâriç, Al lâhü Teâlâ bütün müslümanları mağfiret eder”, buyurdu. (Buhari) Başka bir rivayette “haksız yere müslümanlara düşmanlık edenlerin, yol kesici lerin, kibirlilerin” de af kapsamının dışında oldu ğu belirtilmiştir. Ravdat-ül Ulemâ'da yazdığı üzere, faiz yiyen, canlı resmi, heykeli yapan ve söz taşıyı cılar da af kapsamı dışındadır. “Şa'bân-ı Şerif'in onbeşinci gecesi olunca, o geceyi ihyâ ediniz ve gününde oruç tutunuz. Muhakkak ki, Allâhü Teâlâ, “mağfiret olunmak istiyen yok mudur, mağfiret edeyim; rızk istiyen yok mudur, rızk vereyim; istiyen yok mudur ve reyim” buyurur. Bu hâl, sabaha kadar devam eder.” (Buhari, Müslim, Beyhaki) (Muhammed Rebhâmi, Riyadünnasihin, s.278-279
Ey iman edenler! diye başlayan Maide Suresi 51. âyetin ihtiva ettiği hüküm tüm müminleri içine almaktadır. Ayetin iniş sebebinin sadece bir kısım müminler olması, genelliğini etkilemez. Rivayet edildiğine göre, Ubâde b. Sâmit (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)'e demiş ki: “Benim bir takım yahudi dostlarım vardı. Ben Allâh ve Resûlü için onların dostluğunu bırakıyorum; Allâh'a ve Resûlü'ne sığınıyorum.” Abdullah b. Übey de demiş ki: “Ben, felâketlerden korkan birisiyim; dolayısıyla Kaynukaoğullarından olan yahudi dostlarımı ter-ketmiyorum.” Bunun üzerine bu âyet indi: “Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar, birbirinin dostudurlar. Her iki gruptan bir kısım insanlar, diğer gruptan bir kısım in-sanla dostluk kurmuşlardır. Dolayısıyla aleyhinize ve zararınıza olabilecek bir noktada, onlar müttefik durumdadırlar. Hepsi, aleyhinizde bir araya geliyorlar. Durum böyle olunca, onlardan herhangi birisinin dostluğunu, nasıl kafanızdan geçirirsiniz; onlara dost olmayı nasıl düşünebilirsiniz? Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz onlardan olur. Onların dinini benimsemiş olur ve onlarla beraber cehenneme girer. Şüphesiz bu dostluk, onların dinini benimseme biçiminde bir dostluk olursa sonucu böyledir; yoksa onların inancım kâbul etmeden, onlarla sırf alışveriş ve benzeri bir ihtiyaç için arkadaşlık yapmak, ihtiyaçtan dolayı onlarla sohbet etmek, muhatap olmak bu tehdidin kapsamına girmez. Muhakkak ki Allâh, zalim kavmi hidayete erdirmez.” (Maide s. 51) Mü'min kardeşlerini bir kenara bırakıp din düşmanlarını dost edinen; Müslümanların küfür ve sapıklığa düşmelerine seyirci kalan, onları kendi halinde bırakan ve böylece kendi kendisine zulmeden kimseleri doğru yola yöneltmez. Şöyle bir duâ nakledilir: “Ya Rab! Göz açıp kapayıncaya kadar; hatta daha az bir zaman bile; beni, nefsime teslim etme!” (İsmail Hakkı Bursevi, Ruh'ul Beyân Tefsiri, Maide s. 51)
Allâhü Teâlâ'ya imandan sonra farzların en büyüğü, en mühimi namazdır. Namaz imanın alâmetidir, kalbin nurudur, ruhun kuvvetidir. Mü'minin miracıdır.Mü'min bu sayede Hâkk Teâlâ'nın manevî huzuruna yükselir. Allâhü Teâlâ' ya yal-vararak manevî kurbiyyete erer. Allâh (c.c.)'un İslâm'dan önce gönderdiği hak dinlerde de namaz insanlara emro-lunmuştur. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz de ilk vahiyle mükellef olmalarından itibaren namaz kılmak la emrolunmuştu. Şu anda sorumlu olduğumuz namaz ise mi-rac gecesinde farz olmuştur. Namaz, Allâh (c.c.)'u tanıma ve kulluğun hakkını ona vermenin mükemmel bir alâmetidir. İn sanın ruhunda inancı ne derece açık ve kalbinde imam ne kadar uyanık ise, işlerinin Allâh (c.c.)'un emirlerine uygunluğu da, o derecededir. Allâh (c.c.) inancı kalplerde namazla canlandığından, hareketlerimizi O (c.c.)'un emirlerine uy duran direkt sebep namazdır. “Gerçekten namaz kötü işten ve uygunsuzluktan alıkoyar. Muhakkak ki Allâh'ı zikretmek daha büyüktür.” (Ankebut s. 45)Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur: “Kıyamet gününde kulun amelinden ilk sorguya çekileceği husus namazdır. Namazı sağlam olursa felâha ermiş ve kurtulmuştur. Bozuk ise, kaybetmiş ve ziyana uğramıştır. Farz namazlardan bir şey eksik olursa Allâh şöyle buyurur: “Bakın kulumun sünnet namazları var mıdır? Ta ki onlarla farz namazdan olan eksik tamamlansın.” Sonra diğer amelleri de bu şekilde değerlendirilir?” (Tirmizi)
Sabrın fazîleti hususunda, Allâhü Teâlâ sabredenleri birçok vasıflarla nitelemiş ve sabrı, Kur'an-ı Kerim'de yetmiş küsür yerde zikretmiş, birçok hayrı da o sabra bitiştirerek şöyle buyurmuştur: “Biz onlardan, sabrettikleri zaman, emrimizle hidayete ileten imâmlar yaptık.” (Secde s. 24); “Sabretmelerinden dolayı, Râbbinin en güzel kelimesi İsrailoğulları hakkında tamamlanmıştır.” (Araf s. 137); “Muhakkak ki Allâh (c.c.) sabredenlere yaptıkları şeylerin en güzeliyle mükâfaat verecektir.” (Nahl s. 96); “İşte bunlara mükâfaatları, sabretmelerinden dolayı iki defa verilecektir.” (Kasas s. 54) ve “Sabredenlere ecirleri, muhakkak ki hesapsız verilecektir.” (Zümer s. 10) Sabır hariç, her taatın belirlenmiş bir mükâfaatı vardır. Oruç, sabırda olduğu için Cenâb-ı Hâkk, “Oruç benim içindir” buyurmuş, böylece orucu kendisine nisbet etmiştir. Allâh (c.c.) sabredenlerle berâber olduğunu vaadederek, “Sabrediniz, muhakkak ki Allâh (c.c.) sabredenlerle berâberdir.” (Enfal s. 46). Yine Cenâb-ı Hâkk, yardımı sabretmeye bağlayarak, “Evet, eğer siz sabreder ve Allâh (c.c.)'dan ittikâ ederseniz, düşmanlarınız da ansızın size gelecek olurlarsa, Allâh (c.c.) size beş bin melekle yardım edecektir.” (Ali İmran s. 125) buyurmuştur. Yine Allâh (c.c.), sabredenlere vermiş olduğu birçok şeyi, başkalarına vermeyerek, “İşte onlara, Râblerinden mağfiretler ve rahmet vardır. Onlar, hidayete ermiş olanların ta kendileridir.” (Bakara s. 157) buyurmuştur. (Fahruddîn Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu'l-Ğayb, c.4, s.88)
Ramazan Bayramımız mı, Kandilimiz mi, Kurban Bayramımız mı? Biz Muharremlerle, Martlarla başlayan yıllar da biliriz ki, hiçbiri böyle şımarıklıkla, böyle ayyaşlıkla, böyle kumarbazlıkla açılmazdı. Hepsi efendi yıllardı. Memleketimize, herhalde, Beyoğlu'ndan giren, Haliç'i atlayarak Fatih'lere, Aksaray'lara, sonra Rumeli'ye ve Boğaz'ı aşarak önce Kadıköy'lere, Moda'lara ve sonra Üsküdar'lara ve oradan Anadolu'ya geçen bu bunak neyimiz olur: Babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı, yoksa Avrupalılıktan pirimiz mi? İstanbul'un Tepebaşı'ndan Adana'nın Tepebağı'na kadar her yeri bilen, her yere uğrayan bu moruk kimdir, necidir? Bir resmine bakarsanız Havarilere, öteki resmine bakarsanız düzenbaz kâhinlere benzeyen bu iskambil papazı, aramızda neyin nesidir... Bunu hiç merak ettiniz mi? Siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu: O, Haçlı Seferlerinden kalma bir kılıç artığıdır. O zaman silahla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor. O evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyer Lermit* 'tir... Kardeşlerini mukaddes savaşa hazırlamaktan geliyor. O, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki, şu memlekette ocağına incir dikildikten sonra, kılığını değiştirmiş... Ve bizi avlamaya, kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan; çocuklarımızdan başlamıştır. Bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedakârlığının sebebini düşünmediniz mi? Bırakın onun hakkından ben gelirim: İşte sakalını çekince gördünüz... Sakalı elimde kaldı ve altından Lüsifer** çıktı.Bilirsiniz ki casuslar da kıyafetlerini ekseriya böyle değiştirirler. Bu, mezar beğenmeyen hortlağa ya mezarını gösterin yahut bırakın! Haç'ında çarmıha gereyim onu. Tehlikeyi sezer de, kendiliğinden gitmeye kalkarsa, çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız: Muhakkak bir şeyimizi çalmıştır. *Piyer Lermit: İlk Haçlı seferinin düzenlenmesinde önayak olan papaz. **Lüsifer: Hıristiyan akidesinde şeytânı tasvir etmek için kullanılan bir isim. (Ârif Nihat Asya, Noel Baba, 1960)
*9 TEVBE SÛRESİ 14-27 MEALİ N113 M009 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile 14 Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin; onları rezil etsin; onlara karşı size yardım etsin ve iman eden toplumların gönüllerini ferahlatsın. 15 Kalplerinin öfkesini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah, Alim'dir, Hakim'dir. 16 Yoksa sizin içinizden cihat edenleri, Allah'tan, Rasülü'nden ve mü'minlerden başkasını dost edinmeyenleri, Allah ayırt etmeden bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 17 Müşriklere kendi küfürlerini görüp dururken Allah'ın mescitlerini onarmaları yaraşmaz. Onların amelleri boşa çıkmıştır. Ve onlar ebediyyen ateştedirler. 18 Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden, namazı kılan, Zekâtı veren ve Allah'tan başka kimseden korkmayanlar onarır. İşte hidayete ermişlerden olması ümit edilenler bunlardır. 19 (Ey Müşrikler!) Siz, hacıları sulamayı Mescidi Haram'ı ta'mir etmeyi, Allah'a ve âhirete iman eden ve Allah yolunda cihat eden gibi mi kabul ediyorsunuz? Allah katında bunlar eşit değildir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. 20 İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda malları ve canlarıyla cihat edenler, Allah katında derecesi en büyük olanlardır. İşte onlardır kurtuluşa erenler. 21 Onlara Rableri, bir rahmet, hoşnutluk ve içlerinde bol ve ebedi nimetler olan cennetleri müjdeler. 22 Orada sonsuza değin kalıcıdırlar. Muhakkak büyük mükâfat Allah katındadır. 23 Ey iman edenler, eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşı küfrü severlerse onları dost edinmeyiniz. Sizden kim onlardan dost edinirse, onlar zalimlerin ta kendileridir. 24 De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, size Allah'tan Rasülü'nden ve O'nun yolunda cihattan, daha sevgili ise o halde Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasık topluluğa hidayet vermez. 25 Şüphesiz Allah, size birçok yerde ve Huneyn gününde, çokluğunuzla böbürlendiğiniz halde çokluğunuz size hiçbir fayda vermediğinde, yeryüzü geniş olduğu halde size dar geldiğinde ve arkanızı dönüp kaçtığınızda size yardım etti. 26 Sonra Allah, Rasülüne ve mü'minlere sekinetini (güveni) indirdi. Göremediğiniz ordular indirdi ve kâfirleri cezalandırdı. İşte kâfirlerin cezası budur. 27 Sonra Allah, bunun ardından dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah mağfiret ve rahmet edendir. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/tevbe-suresi-14-27-tefsiri
MÜNÂFİKÛN SÛRESİ MEALİ Medine'de, Beni müstalik / Müreysi gazvesinin ardından nâzil oldu. Onbir âyettir. Münafıkların röntgenini çekiverdiği için bu isim verilmiştir. İnsanların görüntüleri ve cazibeli konuşmalarına aldanmamamız istenir. Hiç bir şeyin bizi Allah'ın kitabından alıkoymaması istenir. Ekonomik baskılardan yılmamamız gerektiği, bütün hazinelerin Allah'a ait olduğu vurgulanır ve bizim insanlara yardım etmeye devam etmemiz istenir. بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1 Münafıklar sana geldiğinde: "Biz şahitlik yaparız ki, sen şüphesiz Allah'ın Rasülü'sün." derler. Allah biliyor ki, şüphesiz sen O'nun Rasülü'sün. Allah şahitdir ki, şüphesiz münafıklar yalancıdırlar. 2 Yeminlerini kalkan edindiler de, Allah yolundan alıkoydular. Muhakkak onlar ne kötü şeyler yapıyorlar. 3 Bu, onların iman etmeleri, sonra da kâfir olmaları sebebiyledir. Artık onların kalplerine mühür vuruldu onlar anlamazlar. 4 Onları gördüğün zaman bedenleri hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Sanki onlar giydirilmiş keresteler gibidirler. Her bağırmayı kendi aleyhlerine zannederler. Onlar düşmandırlar. Onlardan sakın. Allah onları gebertsin. Nasıl da döndürülüyorlar? 5 Onlara: "Gelin Allah Rasülü size istiğfar etsin." denildiği zaman başlarını bükerler ve sen onları kibirlenerek yan çizerlerken görürsün. 6 Onlara istiğfar etsen de istiğfar etmesen de birdir. Allah onları ebediyen affetmeyecektir. Allah fasıklar topluluğuna hidâyet vermez. 7 Onlar: "Allah Rasülü'nün yanındakilere yardım etmeyin ki (onun yanından) dağılsınlar" diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'a aittir. Ancak münafıklar bunu anlamazlar. 8 (Münafıklar): "Medine'ye döndüğümüzde aziz olan zelil olanı çıkaracaktır." diyorlar. Halbuki asıl izzet, Allah'a, Rasûlü'ne ve mü'minlere aittir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. 9 Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ın zikrinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar zarara uğrayanlardır. 10 Herhangi birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktir de, sadaka vereyim ve salihlerden olayım" demeden önce, bizim size verdiğimiz rızktan infak ediniz. 11 Eceli geldiği zaman hiçbir kimseye Allah, (ecelini) geciktirmeyecektir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/munafikun-suresi-tefsiri 241027
HACC SÛRESİ 65-78 MEALİ N108 M022 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile. 65 Görmedin mi yeryüzündekileri ve emriyle denizde akıp giden gemileri sizin emrinize verdi. Gökyüzü, yerin üzerine düşmesin diye tutuyor. Ancak O'nun izniyle (gök düşer). Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. 66 O, sizi diriltti. Sonra sizi öldürecek ve sonra (âhirette) diriltecek. Muhakkak insan çok nankördür. 67 Her ümmet için ibadet yeri/yolu kıldık ki, onlar ona göre ibadet etsinler. Bu işlerde seninle çekişmesinler. Rabbine çağır. Muhakkak sen dosdoğru bir yol üzerindesin. 68 Eğer seninle mücadele ederlerse: "Allah yaptıklarınızı daha iyi bilir" de. 69 Allah, kıyamet günü hakkında ihtilaf ettikleriniz şeylerde aranızda hükmedecektir. 70 Bilmez misin Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir. Şüphesiz bu bir kitap (levhi mahfuz)dadır. Şüphesiz bu, Allah'a kolaydır. 71 Allah'tan başkasına ibadet ediyorlar. Allah onun hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onların bu konuda hiç bir bilgileri de yoktur. Zalimlerin yardımcısı yoktur. 72 Onlara apaçık âyetlerimiz okunduğunda kâfirlerin yüzlerinde inkârı tanırsın. Neredeyse kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: "Size bundan (inkâr ve öfkenizden) daha şerlisini haber vereyim mi? O Allah'ın kâfirlere va'd ettiği ateştir. O ne kötü bir dönüş yeridir. 73 Ey insanlar, bir misal verildi, onu dinleyin. Şüphesiz sizin, Allah'tan başka çağırdıklarınızın hepsi bir araya toplansalar bir sineği bile katiyyen yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa onu ondan geri alamazlar. İsteyen de istenen de zayıf kaldı. 74 Allah'ı hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah güçlüdür, kadirdir. 75 Allah meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Şüphesiz Allah işitendir, görendir. 76 Onların önlerindekileri ve arkalarındakileri bilir. Bütün işler Allah'a döndürülür. 77 Ey iman edenler, rukû edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki, kurtuluşa eresiniz. 78 Allah (yolun)da, onun cihadına layık cihat ediniz. O sizi seçti. Dinde size hiç bir zorluk kılmadı. Babanız İbrahim'in dini (gibi kolay kıldı). O (Allah) ,sizi bundan (Kur'ân'dan) önce de, burada (Kur'ân'da) da "Müslümanlar" diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit olsun, siz de bütün insanlara şahit olasınız. Haydi namazı dosdoğru kılınız, zekâtı veriniz ve Allah'a (Allah'ın ipi olan Kur'ân'a) sarılınız. O'dur sizin Mevla'nız. O, ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/hacc-suresi-65-78-tefsiri
HACC SÛRESİ 52-63 MEALİ N108 M022 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile. 52 (Ey Muhammed!)Senden önce gönderdiğimiz her Rasül ve Nebi, bir şey temenni ettiğinde, şeytan onun temennisi içine bir şey atardı. Allah da şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra Allah âyetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hükmünde hikmet sahibidir. 53 (Allah şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki) Kalpleri katı olan ve kalplerinde hastalık olanlara şeytanın attığı bir imtihan olsun. Muhakkak zalimler uzak bir ayrılık içindedirler. 54 Kendilerine ilim verilenler onun, Rabbinden bir gerçek olduğunu bilmeleri, ona iman etmeleri ve kalpleri ona ısınması için (Allah onu şeytanın vesvesesinden korur) şüphesiz Allah, iman edenleri doğru yola iletir. 55 Kâfirler kendilerine (kıyamet) saati ansızın gelinceye kadar veya kısır günün azabı gelinceye kadar, şüphe içinde devam edecekler. 56 Mülk, o gün Allah'ındır. Onların arasında hükmeder. İman edip ameli salih işleyenler naim cennetlerindedirler. 57 İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar için alçaltıcı azap vardır. 58 Allah yolunda hicret eden sonra öldürülen veya ölenlere gelince elbette Allah onları güzel rızkla rızklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızk verenlerin en hayırlısıdır. 59 Onları hoşlanacakları yere sokacaktır. Allah her şeyi bilendir, halim'dir. 60 İşte böyle. Kim kendisine yapılan cezanın misliyle ceza verir de, sonra kendine saldırılırsa, elbette Allah ona yardım eder. Şüphesiz Allah afvedicidir, bağışlayıcıdır. 61 İşte böyle, Allah geceyi gündüze sokar, gündüzü geceye sokar. Ve Allah her şeyi işitendir, görendir. 62 İşte böyle, Allah, hakkın ta kendisidir. O'ndan başka çağırdıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür. 63 Görmedin mi Allah gökten su indirdi de yeryüzü yeşeriverdi. Şüphesiz Allah latif'dir, her şeyden haberdardır. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/hacc-suresi-52-63-tefsiri
MAİDE SÛRESİ 33-43 MEALİ N112 M005 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile 33 Allah'a ve Rasülü'ne harp açanların, yeryüzünde bozgunculuk yapmak için çalışanların cezası, ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden sürülmeleridir. İşte bu, dünyadaki rüsvaylıktır. Ahirette ise onlar için büyük azab vardır. 34 Ancak siz onları ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna. İyi bilin ki Allah afvedicidir, merhamet edicidir. 35 Ey iman edenler, Allah'tan sakının. Ona vesile arayın. O'nun yolunda cihat yapın ki kurtulasınız. 36 Muhakkak o kâfirler var ya, eğer yeryüzünde olanların hepsi ve bir o kadarı daha onların olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verseler onlardan kabul edilmez. Onlar için acıklı azap vardır. 37 Ateşten çıkmak isterler. Halbuki oradan çıkacak değiller. Onlar için devamlı azap vardır. 38 Hırsızlık yapan erkekle, hırsızlık yapan kadının ellerini Allah'tan bir ceza olarak kesiniz. Allah Aziz'dir, Hakim'dir. 39 Kim zulmettikten sonra tevbe eder, durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah bağışlayandır, esirgeyendir. 40 Bilmezmisin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a aittir? Dilediğine azap eder, dilediğini afveder. Allah her şeye gücü yetendir. 41 Ey peygamber, kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla "İman ettik" diyenlerle, küfür içinde koşuşturanlar, Seni üzmesin. Bir de Yahudilerin yalana kulak verenleri, Sana gelmeyen diğer bir toplum için casusluk yapanları, Seni üzmesin. Onlar kelimeleri yerlerinden değiştirirler. "Eğer size şu (lehinizde hüküm) verilirse alın, şu (lehinizde hüküm) verilmezse almayın" derler. Allah birinin fitneye düşmesini isterse sen Allah'a karşı onun lehine hiçbir şey yapamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kişilerdir. Onlar için dünyada rüsvaylık vardır. Ahirette de onlara büyük azab vardır. 42 Onlar yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer Sana gelirlerse aralarında hükmet veya yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen Sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Eğer hüküm verirsen aralarında adaletle hüküm ver. Şüphesiz Allah adaletle hükmedenleri sever. 43 İçinde Allah'ın hükmü olan Tevrat yanlarında iken sana nasıl hükmettirirler? Sonra bunun arkasından da yüz çevirirler. Onlar (Tevrat'a da) iman etmemişlerdir. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/maide-suresi-33-43-tefsiri
Muhakkak kabullenmek zor, hoş gelmeyecek ama tartışmasız gerçek şu: En büyük İsrail. İstediği yeri bombalıyor, istediği gibi yüzbinleri acımadan katlediyor. Dünyanın gözü önünde soykırım yapıyor. Binaları yakıp yıkıyor. Etrafındaki ülkelere füzeler uçaklar gönderip ateş altına alıyor, gözüne kestirdiği yeri işgal ediyor. Zulmettiklerine götürülen yardımları engelliyor, açlığa susuzluğa mahkûm ediyor. Fırınları, hastaneleri, okulları, ibadethaneleri havaya uçuruyor.
*4 NİSA SÛRESİ 95-110 MEALİ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 95 Mü'minlerden özürsüz olarak oturanlarla, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler eşit değildirler. Allah, malları ve canlarıyla cihat edenleri, oturanlar üzerine bir derece üstün kıldı. Allah, her birine güzellik (cennet) va'detti. Allah, mücahidleri oturanlar üzerine büyük mükâfatla üstün kıldı. 96 Kendinden dereceler verdi, bağışladı ve esirgedi. Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir. 97* Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah'ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir. 98 Ancak (mücahitlere katılmaya) yol bulamayan, çareye gücü yetmeyen erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan güçsüz olanlar müstesna. 99 Allah'ın onları afvetmesi umulur. Allah afvedici ve bağışlayıcıdır. 100 Kim, Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde yerleşecek çok yer ve bolluk bulur. Kim, evinden Allah'a ve Rasülüne muhacir olarak çıkarsa, sonra da ölüm kendisine erişirse, muhakkak onun sevabı Allah'a düşer. Allah, bağışlayıcı ve esirgeyicidir. 101 Yeryüzünde sefere çıktığınızda eğer kâfirlerin sizi belaya sokmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda bir günah yoktur. Muhakkak kâfirler sizin için apaçık düşmandırlar. 102 Onların arasında olup, onlara namaz kıldırdığında, onlardan bir kısmı seninle namaz kılsınlar, silâhlarını alsınlar. Secdeyi yaptıklarında (yani birinci rekatı kıldıklarında) arka tarafınıza geçsinler. Namaz kılmayan diğer kısmı gelsin ve seninle namaz kılsınlar, hazırlıklarını ve silâhlarını alsınlar. Kâfirler, sizin silâhlarınızdan ve eşyanızdan gafil olmanızı ve üzerinize birden saldırmayı isterler. Eğer yağmurdan bir eziyet olursa veya hasta iseniz, silâhlarınızı bırakmanızda size bir günah yoktur. Harp hazırlığınızı yapınız. Muhakkak Allah, kâfirler için alçaltıcı azap hazırlamıştır. 103 Namazı kıldığınızda, ayakta, oturarak ve yan üstü yatarak Allah'ı zikrediniz. Korkudan emin olduğunuzda namazı dosdoğru kılın. Muhakkak namaz belirli vakitlerde müminler üzerine farz kılınmıştır. 104 Kâfirleri araştırmada gevşek davranmayın. Eğer siz acı çekiyorsanız, sizlerin acı çektiği gibi onlar da acı çekiyorlar. Onların Allah'tan ümit etmediğini siz ümit ediyorsunuz. Allah her şeyi bilendir. Hakim'dir. 105 Allah'ın gösterdiği doğrultuda, insanlar arasında hükmedesin diye Sana kitabı hak ile indirdik. Sakın hainler tarafında olma. 106 Allah'tan af talebinde bulun (istiğfar et) Allah yarlığayıcı, esirgeyicidir. 107 Kendilerine hainlik yapanları savunma. Muhakkak Allah hainlik yapanı, günah işleyeni sevmez. 108 Gece vaktinde Allah'ın beğenmediği sözü konuşurlarken Allah onlarla beraberdir. İnsanlardan gizlerler, Allah'tan gizleyemezler. Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır. 109 Haydi dünya hayatında onları (hainleri) savundunuz. Kıyamet gününde Allah'a karşı onları kim savunacak veya kim o hainlere vekil olacak? 110 Kim kötü iş yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da Allah'tan af talebinde bulunur, istiğfar ederse, Allah'ı afvedici ve merhamet edici olarak bulur. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/nisa-suresi-95-110-tefsiri-ali-kucuk
*4 NİSA SÛRESİ 66-79 MEALİ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 66 Eğer onlara: "Nefislerinizi öldürünüz veya ülkenizden çıkınız" diye yazmış olsaydık, çok azı müstesna onu yapamazlardı. Eğer onlar kendilerine va'z edilen şeyi yapmış olsalardı, onlar için daha hayırlı ve (imanın) yerleşmesi daha sağlam olurdu. 67 O zaman, onlara tarafımızdan büyük mükâfat verirdik. 68 Ve onları muhakkak dosdoğru yola çıkarırdık. 69 Kim Allah'a ve Rasülüne itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar. 70 İşte bu, Allah'tan bir lütuftur. Bilen olarak Allah yeter. 71 Ey iman edenler, kendinizi koruyacak önlemler alınız. Gurup gurup harbe çıkınız veya topyekün seferber olunuz. 72 Muhakkak içinizden öyleleri vardır ki ağırdan alır da (harpten) geri kalır. Eğer size bir musibet gelirse; "Onlarla beraber olmadığım için Allah bana lütfetti" der. 73 Eğer size Allah'tan bir nimet isabet ederse, sanki sizinle onlar arasında hiç bir sevgi yokmuş gibi; "Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da, büyük ganimetler elde etseydim" diyecektir. 74 Dünya hayatını verip âhireti satın alanlar, artık Allah yolunda harp etsin. Kim Allah yolunda harp eder, öldürülür veya galip gelirse, yakında ona büyük mükâfat vereceğiz. 75 Size ne oluyor ki; Allah yolunda "Ey Rabbimiz, ahalisi zalim olan şu ülkeden bizi çıkar. Bize tarafından bir dost gönder ve bize tarafından bir yardımcı gönder" diyen zayıf bırakılmış erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda çarpış mıyorsunuz? 76 İman edenler Allah yolunda çarpışıyorlar. Kâfirler ise tağutlar (put adamlar) yolunda çarpışırlar. Öyle ise siz şeytanın dostlarını öldürünüz. Muhakkak şeytanın hilesi zayıftır. 77 Görmedin mi? Kendilerine: "(harpten) ellerinizi çekin, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin" denilmişti. Ne zamanki onlara harp farz kılındı, bir de bakmışsın ki onlardan bir kısmı Allah'tan korkar gibi veya daha fazla insanlardan korkmaya başladılar. Ve onlar: "Rabbimiz bize harbi niçin farz kıldın? Yakın bir zamana kadar geciktirseydin" dediler. De ki: "Dünya malı azdır. Allah'tan sakınanlar için âhiret daha hayırlıdır. İplik kadar dahi haksızlığa uğratılmayacaksınız." 78 Nerede olursanız olun, velevki yükseltilmiş burçlarda olun, ölüm size ulaşır. Onlara bir iyilik isabet ederse "Bu, Allah tarafındandır" derler. Eğer onlara bir kötülük isabet ederse "Bu Sendendir" derler. De ki: "Bunların hepsi Allah'tandır." O kavme ne oluyor ki neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar. 79 Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her kötülük de sendendir. Biz seni insanlara rasül olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/nisa-suresi-66-79-tefsiri-ali-kucuk
*4 NİSA SÛRESİ 143-152 MEALİ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 143 Bunlar arasında bocalayıp dururlar. Ne onlardandırlar, ne de bunlardandırlar. Allah'ın sapıttığına sen herhangi bir yol bulamazsın. 144 Ey iman edenler, mü'minlerden aşağı olan kâfirleri yönetici dost edinmeyin. Aleyhinize olmak üzere Allah'a açık bir belge mi vermek istiyorsunuz? 145 Muhakkak münâfıklar, ateşin en alt katındadırlar. Sen onlara yardımcı da bulamazsın. 146 Ancak tevbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar, dinlerini yalnız Allah'a halis kılanlar hariç. İşte bunlar mü'minlerle beraberdirler ve Allah yakında mü'minlere büyük mükâfat verecektir. 147 Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah size neden azap etsin? Allah şükrü kabul edendir, bilendir. 148 Haksızlığa uğrayan hariç, Allah kötü sözün yayılmasını sevmez. Allah her şeyi işiticidir, bilicidir. 149 Bir iyiliği açıklar veya gizlerseniz veya bir kötülüğü afvederseniz, muhakkak Allah afvedicidir her şeye gücü yetendir. 150 Allah'ı ve rasüllerini inkâr edenler, Allah ile peygamberleri arasını ayıranlar, bir kısmına inanır, bir kısmına inanmayız diyenler, iman ile küfür arasında bir yol edinmek isteyenler, 151 İşte bunlar, gerçek kâfirlerdir. Biz kâfirler için alçaltıcı azabı hazırladık. 152 Allah'a ve rasüllerine iman eden, onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayanlara gelince, işte onlara yakında ecirlerini vereceğiz. Allah Ğafur'dur, Rahim'dir. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/nisa-suresi-143-152-tefsiri-ali-kucuk
*4 NİSA SÛRESİ 111-121 MEALİ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 111 Kim günah işlerse, işlediği kendine zarar verir. Allah her şeyi bilendir, Hakim'dir. 112 Kim hata veya günah işlerse, sonra o günahı günahsız birine atarsa, iftirayı ve apaçık günahı kendine yüklemiş olur. 113 Eğer sana Allah'ın fazlı ve rahmeti olmasaydı onlardan bir kısmı seni sapıtmayı kastetmişlerdi. Onlar ancak kendilerini sapıtırlar. Sana hiç bir şeyle zarar vermezler. Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi. Bilmediklerini sana öğretti. Allah'ın sana olan fazlı büyük oldu. 114 Onların fısıldamalarının bir çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi, iyilik yapmayı, insanlar arasını düzeltmeyi emreden fısıldaşma hariç. Bunları Allah'ın rızasını kazanmak için yapanlara yakında büyük mükâfat vereceğiz. 115 Kim, kendisine yol apaçık belli olduktan sonra Rasüle karşı gelir ve mü'minlerin yolundan başkasına giderse, biz onu yöneldiğine kavuştururuz ve cehenneme yaslarız. O ne kötü bir dönüş yeridir. 116 Allah, kendisine ortak koşulmasını asla afvetmez. Şirkin dışındakileri dilediği için afveder. Kim, Allah'a ortak koşarsa (Allah yolundan) çok uzak bir sapıklığa sapar. 117 Müşrikler, ancak Allah'tan başka, dişi tanrıçalara taparlar ve ancak inatçı şeytana taparlar. 118 Allah onu rahmetinden uzak kıldı. O da: "Muhakkak kullarından bir pay elde edeceğim" dedi. 119 (Şeytan diyor ki:) "Elbette onları sapıtacağım. Onlara kuruntu vereceğim. Onlara emredeceğim, hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine emredeceğim Allah'ın yarattığını değiştirecekler." Kim Allah'tan başka, dost olarak, şeytanı dost edinirse apaçık zarardadır. 120 Şeytan onlara vaadde bulunur. Onlara kuruntu verir. Şeytan onlara ancak aldanmayı va'deder. 121 İşte onların yeri cehennemdir. Ondan kurtulacak yer bulamazlar. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/nisa-suresi-111-121-tefsiri-ali-kucuk
Gazzâlî'nin (rahimehullah) yazı nazariyatıyla ilgili görüşlerinden hareketle, son üç yazıda zikrettiğimiz tüm kavramlara ve ıstılahlara, Allah ile kulu arasındaki bağa yani Allah ile başlayıp Allah ile biten ya da Allah ile bitip, Allah ile başlayan akışa mahsus söylediklerimize yetkin bir örnek olarak, İbnü'l-Arabi'nin (rahimehullah) Fusûsu'l- Hikem'in kendisine nasıl ve neden verildiğine dair besmele, hamdele ve salveleden sonra yaptığı şu açıklamaya bakabiliriz. “Muhakkak ben mübeşşirede Resûlüllah'ı (as) gördüm (raeytü). O bana 627 senesi Muharrem'inin son günlerinde, Şamda irâe olundu. Elinde bir kitap vardı. Bana ‘Bu, Fusûsu'l-Hikem kitabıdır, onu al ve insanlara çıkar. Bundan yararlansınlar' diye emretti. Ben de ‘Biz emr olunduğu gibi Allah Teâlâ'yı, Resûlü'nü, yöneticilerimizi dinler ve itaat ederiz; nitekim biz böyle emr olunduk' dedim. Böylece amacı tam olarak anladım, Resûllah'ın emrettiği tarzda bu kitabın ibrazı için niyetimi temizledim, herhangi bir ekleme ve çıkarma yapmaksızın bu kitabı insanlara ulaştırmak için kastımı arındırdım. Ve bu kitabı insanlara ulaştırırken (ibraz ederken) ve diğer bütün hallerde beni üzerinde Şeytan'ın tasallutu olmayan kulları arasına katmasını Allah'tan niyaz ederim. Parmaklarımın yazdığı ve lisanımın söylediği ve kalbimin üzerine şamil olduğu her şeyde bana korunmuşluk yardımıyla (te'yid-i'tisamiyye), münezzehlik makamından gelen aktarımını (ilkâ-i Subbuhiyye) ve ruhani üflemesini tahsis etmesini dilerim. Bu işi yaparken mütehakkim değil, mütercim olayım. Ta ki kalp ve müşahede sahibi ehlullahtan ona vakıf olan kimse, onun nefsani amaçlardan uzak olan mukaddeslik makamından geldiğine tam olarak kanaat getirsin. (Çünkü) nefsani amaçlarda gerçekle yanlış birbirine karışmıştır. Ve umarım ki, Hak Teâlâ duamı dinleyip, seslenişimi kabul eyleye. Şimdi ben ancak bana ilka olunan (kalime atılan) şeyi ilka ederim. Ve ben bu kitap içinde, ancak benim üzerime onunla nazil olan şeyi inzal ederim. Halbuki ben nebi değilim, resul de değilim; ama vârisim ve ahiret (iyiliğim) konusunda harisim.” Daha önce değindiğimiz üzere ilahî meşiyet ve her kime vermişse ona büyük bir hayrın eriştiği hikmet esasından bakarak, resul ya da nebî olup olmadığı bildirilmeyen Hz. Lokman'ın (as) hikmete mazhar olması bunun başkaları için de mümkün olabileceğini göstermektedir. Kaldı ki, İbnü'l-Arabî de Fusûs'un kendisine cisim halinde bir kitap olarak verildiğini söylememekte, bilakis bunun için ilka ve ruhaniyet kelimelerini kullanmaktadır.
ÂLİ IMRÂN SÛRESİ 35-40 TEFSİRİ N089 M003 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 35 Hani Imrân'ın hanımı: "Rabbim, ben karnımdakini hür olarak sana adadım. Benden kabul et. Muhakkak sen işitensin bilensin" demişti. 36 O kız çocuğu doğurunca; "Rabbim ben onu kız olarak doğurdum. Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilir. Erkek, kız gibi değildir. Ben onun adını Meryem koydum. Ben onu ve soyunu, kovulmuş şeytandan sana sığındırırım" dedi. 37 Rabbi de onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi büyüttü. Zekeriyya'yı da ona karşı kefil kıldı. Zekeriyya mihraba her girişinde onun yanında bir yiyecek buldu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" deyince o, "Bu Allah katındandır" dedi. Şüphesiz Allah dilediğini hesapsız rızklandırır. 38 Orada Zekeriyya Rabbine dua etti: "Rabbim, bana katından temiz bir çocuk ver. Muhakkak sen duaları işitensin" dedi. 39 O (Zekeriyya) mihrapta namaz kılarken melekler ona: "Şüphesiz Allah sana, Allah'tan olan kelimeyi doğrulayan, seyyid, iffetli ve salihlerden bir nebi olmak üzere Yahya'yı müjdeler" diye seslendi. 40 Zekeriyya: “Rabbim, bana ihtiyarlık ulaşmışken, hanımım da kısır iken, benim çocuğum nasıl olur?” dedi. Allah: "Öyledir. Allah dilediğini yapar" buyurdu. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/ali-imran-suresi-35-40-tefsiri-ali-kucuk https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/sets/ali-imran-suresi-tefsiri-ali-kucuk
ÂLİ IMRÂN SÛRESİ 146-154 TEFSİRİ N089 M003 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 136 İşte onların mükâfatı, Rablerinden bağışlanma ve altından ırmaklar akan cennetlerdir ki, orada ebedi kalacaklardır. Amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir! 137 Muhakkak sizden önce nice sünnet (şeriat, olay)lar geçmiştir. Yeryüzünde gezin de (Rasülleri) yalanlayanların sonunu görün. 138 Bu, insanlar için bir açıklama ve mûttakiler için yol gösterme ve öğüttür. 139 Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer mü'min iseniz mutlaka en üstün sizsiniz. 140 Eğer size (Uhud'da) bir yara değmişse, o topluluğa da (Bedir'de) benzeri bir yara değmiştir. O günleri biz insanlar arasında dolaştırır dururuz. Bu, Allah'ın sizden iman edenleri belirtmesi ve sizden şehitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez. 141 (Bu) iman edenleri temize çıkarması ve kâfirleri azaltması içindir. 142 Yoksa siz, Allah içinizden cihat yapanları belirtmeden ve sabredenleri belirtmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? 143 And olsun siz, ölümü, onunla karşılaşmadan önce temenni ediyordunuz. İşte siz ona, bakarak gözlerinizle gördünüz. 144 Muhammed, rasülden başka bir şey değildir. Ondan önce de rasüller gelip geçmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse, ökçelerinizin üzerinde geri mi döneceksiniz? Kim iki ökçesi üzerinde geri dönerse, Allah'a hiçbir şeyle zarar veremez. Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/ali-imran-suresi-146-154-tefsiri-ali-kucuk https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/sets/ali-imran-suresi-tefsiri-ali-kucuk
ÂLİ IMRÂN SÛRESİ 136-145 TEFSİRİ N089 M003 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 136 İşte onların mükâfatı, Rablerinden bağışlanma ve altından ırmaklar akan cennetlerdir ki, orada ebedi kalacaklardır. Amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir! 137 Muhakkak sizden önce nice sünnet (şeriat, olay)lar geçmiştir. Yeryüzünde gezin de (Rasülleri) yalanlayanların sonunu görün. 138 Bu, insanlar için bir açıklama ve mûttakiler için yol gösterme ve öğüttür. 139 Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer mü'min iseniz mutlaka en üstün sizsiniz. 140 Eğer size (Uhud'da) bir yara değmişse, o topluluğa da (Bedir'de) benzeri bir yara değmiştir. O günleri biz insanlar arasında dolaştırır dururuz. Bu, Allah'ın sizden iman edenleri belirtmesi ve sizden şehitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez. 141 (Bu) iman edenleri temize çıkarması ve kâfirleri azaltması içindir. 142 Yoksa siz, Allah içinizden cihat yapanları belirtmeden ve sabredenleri belirtmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? 143 And olsun siz, ölümü, onunla karşılaşmadan önce temenni ediyordunuz. İşte siz ona, bakarak gözlerinizle gördünüz. 144 Muhammed, rasülden başka bir şey değildir. Ondan önce de rasüller gelip geçmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse, ökçelerinizin üzerinde geri mi döneceksiniz? Kim iki ökçesi üzerinde geri dönerse, Allah'a hiçbir şeyle zarar veremez. Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir. 145 Hiçbir kimseye Allah'ın izni olmadan ölmek yoktur. (o ölüm) Sûresi belli bir yazıdır. Kim dünya nimetini isterse ona o nimetten veririz. Kim de âhiret sevabını isterse ona o nimetten veririz. Biz şükredenleri yakında mükâfatlandırırız. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/ali-imran-suresi-136-145-tefsiri-ali-kucuk https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/sets/ali-imran-suresi-tefsiri-ali-kucuk
Filistin davasının, belki de tarihinde ilk defa, 7 Ekim'den sonra bütün dünyaya en doğru hâliyle anlatıldığına şahit olduk. Muhakkak önceki nesillerin mücadelesinin bu başarıda çok büyük bir payı vardı. Zaten Hamas'ın bir fikir olmasını sağlayan da bu devamlılıktı. 7 Ekim'de, kuşkusuz, Filistin tarihinde yeni bir safhaya geçildi fakat bu yeni safha yüz yıllık bir tarihin üzerine inşa edildi. Nihaî bir hesaplaşmaya girişildi ve İsrail'e büyük bir cevap verildi. Bu, o günlerde söylenenlerin aksine İsraillilerin beklediği bir cevap değildi. Nitekim o günden sonra neredeyse bütün dünya temelinden sarsılarak Anglosaksonlar ve diğerleri şeklinde ikiye bölündü. ABD ve İngiltere 1917'deki deklarasyon ile İsrail'i kurmuş fakat aradaki bağın göze batmaması için ellerinden gelen bütün gayreti göstermişti. Aradaki bağları görünmez kılmanın en önemli aracı ise Yahudilere karşı geçen yüzyılda Avrupa'da ve Rusya'da uygulanan şiddetti. Siyonist İsrail de ABD ve İngiltere'nin insanlık karşısında suç kategorisine giren eylemlerle anılmaması için üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Bu, onlara geniş bir manevra kabiliyeti kazandırıyordu. Geri planda kalmanın ayrıcalığını sürdüremeyeceklerini 7 Ekim'de anladılar. Bu tarihten sonra İngiltere ve ABD Filistinlilere karşı işlenen bütün suçlara ortak olduklarını gösterdi. Bu, Hamas'ın içinde bulunduğu savaşın büyüklüğünü gösteren en önemli gelişmelerden biriydi. Yaklaşık yüzyılda inşa ettikleri sistem ve zihinlerde oluşan algı derinden sarsılınca ABD ve İngiltere'nin yeni bir politika geliştirmekte zorlandığını gördük. Hiçbir kural tanımaksızın işlenen bütün cinayetlere ortak olduklarını göstermek için ABD, İngiltere ve Fransa'nın birbiriyle yarışa girmesi anlaşılır bir durum değildi. Her ne kadar dışarıdan devşirdikleri bağlı ve bağımlı yapılar da ABD, İngiltere ve Fransa'ya iman tazelemekte yarışsalar da bütün dünyada bu ülkelere ve Batı dünyasına nefretle yaklaşıldığını gösteren örnekler çoğalmaya başladı. İsrail'e destek veren ülkelerin bu nefreti görmediği düşünülemez. Peki, Anglosaksonlar Fransızlarla birlikte niçin geçmişin ihtiyatlı yaklaşımlarını geride bırakarak bütün dünyayı doğrudan tehdit etmeye başladı? Niçin geçmişin temkinli politikalarını bir kenara bırakarak Filistin'de etnik temizliğe giriştiler? Gündeme getirdiğimiz sorulardan anlaşılacağı gibi bu ülkeleri ikiyüzlülükle suçlayarak herhangi bir cevaba ulaşmamız mümkün değil. ABD, İngiltere ve Fransa'nın herhangi bir dini temsil ettiğini de düşünemeyiz. Filistin'de etnik temizlik yaparken İsrailliler de Batı medeniyeti adına hareket ettiklerini her fırsatta dile getirmişlerdir. Elbette Batı medeniyeti ile kastettikleri Anglosakson hâkimiyetiydi. Batı kavramının umumî bir şemsiye olmadığını hadiseler gösterdi. Batı medeniyeti tamlamasında yer alan medeniyet kavramı da umumî bir ifade olmaktan çok uzaktır. Batı medeniyetinin neden ibaret olduğunu da Siyonizm'i tanımlayarak rahatlıkla anlayabiliriz. Siyonizm, en başta İngiltere ve ABD'de ortaya çıkmış, daha sonra Yahudiler tarafından benimsenmiş bir ideolojidir. Bu ideoloji Anglosakson kolonyal yayılmacılığını ürünüydü ve hedefinde Doğu Akdeniz'de Anglosakson hâkimiyetin kurulması vardı.
Emîr-ül Mü'minîn Ali (k.v.) ve Ebû Saîd ve İmrân bin Hasîn (r.a.e.), Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'den şöyle bildirirler: “Gözlerinin ışığı hanımların efendisi, kerîmesi Fâtıma (r.anhâ)'ya: “Ey Fâtıma! Kalk! Kurbanının yanına git! Muhakkak ki, kurbanından yere damlayan ilk kan damlası ile ömründe işlemiş olduğun her günâh mağfiret olunur. Muhakkak yarın kıyâmet günü, kestiğin bu kurbanın kanını ve etini getirip, terazinin sevâblar kefesine koyarlar, yetmiş kat fazlasıyla” buyurdular. Zeyd bin Erkam (r.a.)'in, bu kurbanlar nedir suâline, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz “Babanız İbrahim (a.s.)'ın milletidir” buyurdular. Bizim için onda ne vardır dediklerinde: “Kurbân edilen hayvanın üzerindeki kıllar sayısınca, sahibine sevâb yazılır” buyurdular. Kurban kesmesi gerektiği halde, içindekilerin kurban kesmediği ev inler ve sahibi için bedduâ eder ve: “Allâh (c.c.) sana iyilik yaptırmasın, bende kurban kesmediğin gibi” der. O ev, o sene belâ oklarına hedef olur. İçinde kurban kesilen ev memnun olur, sahibine iyi duâ eder. O evde rahatlıklar, iyilikler sürer. Kimin adına kurban kesilirse, o kişi üzerinde kazâ ve belâ uzaklaştığı gibi, işlemiş olduğu kabahât ve suçları da affedilmiş olur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu konu hakkında şöyle buyurdular: “Kurbanlarınızı büyük yapınız, yâhud yağlı yapınız. Muhakkak ki, onlar Sırat üzerinde sizin binekleriniz olacaktır.” Yine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurarak “İnsanoğlu bu kurban bayramı gününde kan akıtmaktan daha üstün bir amel yapmamıştır. Meğer ki, akrabalar ziyaret edilmiş ola” (Taberani) kurbanın önemi dile getirmişlerdir. Diğer bir hadiste ise şöyle buyrulmuştur: “Gönül hoşnutluğuyla ve sevâbını umarak, Allâh rızası için kurban kesenin kurbanı, ateşe karşı bir örtü olur. ” (Taberani) (Mevlânâ Muhammed Rebhami, Riyadün Nasihîn, s.262-263; İmâm Şarani, Uhudul Kübra, s.256-258)
Allâh (c.c.) katında günlerin en fazîletlisi, Zilhicce ayının ilk on günüdür. Sâlih amellerin, hiçbir vakitte, bu günler kadar makbul olmaz. Bu on günün büyüklüğündendir ki, Allâhü Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîmi'nde: “Velfecri ve leyâlin aşrin...” diye yeminle buyuruyor. Enes bin Mâlik (r.a.)'in bildirdiği hadîs-i şerîfte: “Bu günlerin herbiri, fazîlette bin güne, Arife günü ise on bin güne eşittir.” Abdülâzim Münzirî Kudsî (r.a.)'in kitabında, müfessirlerin şahı Abdullâh bin Abbâs (r.a.)'in Resûlullâh (s.a.v.)'den bildirdiği hadîs-i şerîfte: “Zilhicce ayının ilk on gününden fazîletli ve ondaki amellerden sevgili günler yoktur. O halde bu günlerde tehlîli, tekbîri ve Allâhü Teâlâ'nın “Zikrini çok yapınız. Muhakkak ki, bu on gün içinde tutulan bir oruç, bir senelik oruçla beraberdir (oruca eşittir). Onda bir amele, birden yedi yüz kata kadar amel yazılır” buyurdu. Bu on gün içinde yapılacak en güzel ve fazîletli zikir: “Sübhâ-nellâhi velhamdülillâhi ve lâ ilahe illâllâhü vallâhü ekber”dir. İkincisi: “Lâ İlahe İllâllâhü Vahdehu Lâ Şerike Leh Lehül Mülkü Ve Lehül Hamdü Ve Hüve Alâ Külli Şey'in Kadir”dir. Üçüncüsü tekbîr, yanî; “Allâhü Ekber Allâhü Ekber Lâ İlahe İllâllâhü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber Ve Lillâhil Hamd” dir. Ebû Hureyre ve Abdullâh İbn Ömer (r.a.e.), Zilhicce'nin ilk on günü dışarı çıkar, çarşılarda dolaşırlar ve yüksek sesle tekbîr söylerlerdi. İnsanlar da onlarla beraber tekbîr söylerlerdi. Zilhicce'nin on gününe (günâhlardan sakınmak ve sâlih ameller işlemek suretiyle) ikrâm ve hürmet edenin ömrüne Allâh (c.c.) bereket verir. Malını artırır. Çoluk çocuğunu korur. Günâhını affeder. Sevâbını kat kat eder. Ölüm hastalığını kolay kalbini nurlu, terazisini ağır eder. (Muhammed Rebhâmi, Riyâd'ün-Nâsihîn, s.270-271)
*84 İNŞİKÂK SÛRESİ Mekke'de nâzil olmuştur. 25 âyettir. Bir gün gelip yeryüzünün dümdüz olduğu, gökyüzünün yarıldığı bir anda amellerimizi yazan defterler bize verildiğinde cennete ve nimetlerine kavuşmak, cehennemden uzak olmak için iman ve ameli salihin fayda vereceği bildirilmekte. Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1 Gökyüzü yarıldığında, 2 Rabbine kulak verip haklandığında/itaat gerçekleştiğinde, 3 Yeryüzü dümdüz edildiğinde, 4 İçinde olanları atıp boşaldığında, 5 Rabbine kulak verip haklandığında, 6 Ey insan, şüphesiz sen Rabbine (kavuşuncaya) kadar çabaladıkça çabalayacaksın ve sonunda O'na kavuşacaksın. 7 Kimin kitabı sağ eline verilirse, 8 Kolay bir hesap ile hesaba çekilecektir. 9 Sevinerek ailesine dönecektir. 10 Amma kimin kitabı arkasından verilirse, 11 Hemen ölümü isteyecektir. 12 Ve şiddetli ateşe yaslanacaktır. 13 Çünkü o (Dünyada iken) ailesi arasında (malmülk sebebiyle) şımarmıştı. 14 Şüphesiz o (bu sevinçli durumunun) değişmeyeceğini sanmıştı. 15 Hayır, şüphesiz Rabbi onu gözetiyor. 16 Yoo! Şafak'a yemin ederim, 17 Geceye ve topladıklarına, 18 Dolunaya dönüştüğünde Ay'a (yemin ederim ki), 19 Muhakkak siz halden hale bineceksiniz. 20 Onlara ne oluyor da iman etmiyorlar? 21 Üzerlerine Kur'ân okunduğunda secde etmiyorlar? (Secde âyeti) 22 Aksine o kâfirler yalanlıyorlar. 23 Allah onların birikimlerini bilir. 24 (Rasülüm!) Onları acıklı bir azapla müjdele 25 Ancak iman edip ameli salih işleyenler müstesna. Onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/insikak-suresi-tefsiri-ali-kucuk
*69 HÂKKA SÛRESİ MEALİ N078 M069 Mekke'de nâzil oldu. 52 âyettir. İsyan ve inkâr içinde olduğu için helâk edilen toplumlardan haber verir. Ahireti hatırlatır yaptıklarımızın hesabının görüleceği bildirilir. İman etmeyen, fakire ikram etmeyenlerin kötü sonu bildirilerek bizi uyarır. Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1 Gerçek olan, 2 Nedir gerçek olan? 3 O, gerçeğin ne olduğunu sana ne bildirdi? 4 Semud ile Ad (kavimleri) kıyameti yalanladı. 5 Semud (kavmi) aşırı (bir şeyle) helâk edildiler. 6 Ad (kavmi) ise uğultulu azgın bir fırtına ile helâk edildiler. 7 Onu (fırtınayı), kökünden kazımak için onlar üzerine, yedi gece sekiz gün musallat eyledi. (Eğer orada olsaydın) O kavmi orada, içi boş hurma kütüğü gibi görürdün. 8 Şimdi onlardan geride kalan bir şey görüyor musun? 9 Firavun da, ondan öncekiler de, altüst olmuş (Lût kavmi) de aynı hatayı yapmışlardı. 10 Rab'lerinin Rasûlü'ne isyan ettiler. Bunun üzerine onları şiddetlice yakalayıverdi. 11 Şüphesiz su bastığında (Nuh'un yaptığı) gemiyi de sizi de biz taşıdık. 12 Size bir ibret olsun, anlayışlı kulaklar anlasın diye yaptık. 13 Sûr'a bir defa üfürüldüğünde, 14 Yer ile dağlar kaldırılıp, bir çarpılışta paramparça edildiğinde, 15 İşte o gün olacak olan olur (kıyamet kopar).. 16 Gökyüzü yarılır artık o gün gevşer. 17 Melekler onun (gökyüzünün) etrafındadır. O gün sekiz melek, onların (meleklerin) üstünde Rabbinin arşını taşır. 18 (Ey insanlar!) O gün huzura arz olunacaksınız. Sizden hiç kimsehiç bir şey gizlenemez. 19 Kimin kitabı sağından verilirse: "İşte okuyun kitabımı" der. 20 "Doğrusu, ben hesabımla karşılaşacağıma inanıyordum." der. 21 Artık o hoşlandığı bir yaşantı içindedir. 22 Yüksek bir cennette. 23 Devşirilecekleri yakın. 24 Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin için. 25 Kimin kitabı solundan verilirse: ‘Keşke kitabım bana verilmeseydi" der. 26 "Ve hesabımın ne olduğunu bilmeseydim" 27 Keşke (ölümle her şey) bitmiş olsaydı. 28 Malım bana fayda vermedi. 29 Saltanatım da gitti. 30 (Meleklere) "Onu yakalayın bağlayın" 31 Sonra cehenneme sallayın. 32 Sonra boyu yetmiş arşın olan zincire bağlayın. 33 Çünkü o, yüce Allah'a inanmazdı. 34 Fakirin yemeğine teşvik yapmazdı. 35 Onun için, burada onun hiçbir dostu yoktur. 36 İrinden başka yiyecek yoktur. 37 Onu ancak hata yapanlar yer. 38 Yoooo! gördüğünüze yemin ederim. 39 Görmediğinize de yemin ederim ki, 40 Şüphesiz o (Kur'ân), değerli bir elçinin sözüdür. 41 O bir şair sözü değildir. Ne kadar da az iman ediyorsunuz!? 42 Sihirbaz sözü de değildir. Ne az düşünüyorsunuz. 43 Alemlerin Rabbinden indirilmedir. 44 Eğer Peygamber kendine ait) bazı sözleri bize isnad etseydi. 45 Elbette onun sağ elinden yakalardık. 46 Sonra onun can damarını keserdik. 47 Sizden hiçbiriniz ona engel olamazdı. 48 Şüphesiz Kur'ân, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür. 49 Şüphesiz aranızdaki yalanlayanları biliriz. 50 Muhakkak o (Kur'ân) kâfirler için hasret (iç yarası)'dir. 51 Şüphesiz o (Kur'ân), kesin gerçeğin ta kendisidir. 52 Öyle ise Yüce Rabbinin adıyla tesbih et. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/hakka-suresi-tefsiri-ali-kucuk
ENBİYA SÛRESİ 89-112 MEALİ N073 M021 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile. 89 Zekeriyya'ya da (Lûtfettik). Hani o Rabbine: "Rabbim, beni yalnız bırakma (bana çocuk ver). Varislerin en hayırlısı Sensin" diye dua etmişti. 90 Biz de onun duasını kabul ettik. Ona Yahya'yı bağışladık. Eşini de onun için (doğuma) elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlara koşarlar, ümit ve korku içinde bize dua ederler ve bize karşı saygılı idiler. 91 Irzını koruyan (Meryem'e) de (Lütfettik) ona ruhumuzdan üfürdük. Onu ve oğlunu (İsa'yı) alemlere âyet kıldık. 92 Bir tek ümmet olarak işte bu sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Yalnız Bana ibadet ediniz. 93 İşlerini aralarında parçaladılar (ayrılığa düştüler). Hepsi bize dönecekler. 94 Kim mü'min olarak salih amellerden işlerse çalışması boşa gitmez. Biz onun için yazarız. 95 Helak ettiğimiz ülke halkının (tevbe etmek için dünyaya) geri dönmesi mümkün değildir. 96 Ye'cüc ve Me'cüc (sedleri) açıldığında onlar her bir tepeden saldırırlar. 97 Gerçek va'd (kıyamet) yaklaştı. Kâfirlerin gözleri belerip kaldığında; "Yazıklar olsun bize, biz bundan gafil idik. Hayır biz kendimize zulmetmişiz." derler. 98 Siz ve Allah'tan başka ibadet ettikleriniz cehennem odunudur. Siz, o cehenneme varacaksınız. 99 Eğer onlar ilahlar olsaydılar, cehenneme girmezlerdi. Hepsi cehennemde ebedidirler. 100 Onlar için cehennemde inleme vardır. Onlar (sevindirici bir şey) işitmezler. 101 Bizden kendilerine iyilik geçmiş olanlar, işte onlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır. 102 (Cennetlikler) Cehennemin cayırtısını işitmezler. Onlar canlarının istediği şeyler içinde ebedi kalırlar. 103 Büyük korku onları üzmez. Onları melekler: "Size va'd olunan gününüz işte budur" diyerek karşılarlar. 104 O gün biz, gökleri, kitapları dürer gibi düreriz. İlk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar döndürürüz. Bu üzerimize bir söz olarak. Muhakkak biz onu yapacağız. 105 Muhakkak zikir (Tevrat)den sonra Zebur'da da: "Yeryüzüne salih kullarım varis olacaktır" diye yazdık. 106 Şüphesiz bunda ibadet eden kavim için yeterli nasihat vardır. 107 Biz, Seni ancak, alemlere rahmet olarak gönderdik. 108 De ki: "İlahınız ancak bir tek ilahdır diye an bana vahy olunuyor. Siz Müslüman olacak mısınız?" 109 Eğer yüz çevirirlerse hemen söyle: "Ben size (ayırım yapmadan) eşit olarak bildirdim. Size va'dolunan (kıyamet) yakın mı, uzak mı ben de bilmiyorum. 110 Şüphesiz O, sizdeki açık olanı da bilir, gizlediğinizi de bilir. 111 Bilemem, belki de (cezanın geciktirilmesi) bir imtihandır. Ve bir zamana kadar faydalandırmadır.” 112 (Allah'ın Rasülü) dedi: "Rabbim, hak ile hükmet. Rabbimiz Rahmân'dır, sizin söylediklerinize karşı kendisinden yardım istenilendir.” https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/enbiya-suresi-89-112-tefsiri-ali-kucuk
ENBİYA SÛRESİ 46-73 MEALİ N073 M021 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile. 46 Eğer Rabbinin azabından bir esinti onlara dokunsa; "Eyvah bize, biz gerçekten zalimlerden olduk..!" derler. 47 Kıyamete ait adalet terazilerini koyarız. Hiç bir kimseye hiç bir şeyle zulmedilmez. Eğer (yaptığı) hardal tanesi ağırlığında bile olsa, biz onu getiririz. Hesaba çekici olarak biz yeteriz. 48 And olsun, Musa'ya ve Harun'a, hak ile batılı ayıranı, mûttakilere bir ışık ve öğüt olanı (Tevrat'ı) indirdik. 49 Onlar (mûttakiler), görmeden Rablerinden korkarlar ve onlar kıyametten de korkarlar. 50 İşte bu (Kur'ân) indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Siz onu inkâr mı ediyorsunuz.? 51 And olsun ki daha önce de İbrahim'e rüşdünü (doğruyu bulma ilmini) vermiştik. Ve biz onu biliyorduk. 52 Hani o babasına ve kavmine "Şu ibadet edip durduğunuz heykeller nedir?" demişti. 53 Dediler ki: "Biz babalarımızı onlara ibadet yaparken bulduk." 54 (İbrahim): "Muhakkak siz ve babalarınız apaçık bir sapıklığın içindesiniz" dedi. 55 Dediler ki: "Sen bize hak ile mi geldin, yoksa şakacılardan mısın?" 56 (İbrahim) dedi ki: "Hayır, sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları (ilahlarınızı) da O yarattı. Ben de buna şahitlik edenlerdenim." 57 "Allah'a yemin olsun ki, siz dönüp gittikten sonra putlarınıza bir tuzak kuracağım." 58 Onları (putları) paramparça etti. Ancak, kendisine başvursunlar diye putların büyüğünü bıraktı. 59 Dediler ki: "Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Şüphesiz o zalimlerdendir." 60 Dediler ki: "İşittik ki bir genç onları konuşuyordu. Ona İbrahim deniyor." 61 Dediler ki: "O halde onu insanların gözleri önüne getirin de şahit olsunlar." 62 Dediler ki: "İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?" 63 (İbrahim): "Hayır, şu büyükleri yapmış, eğer konuşuyorlarsa onlara (kırılan ilahlara) sorun" dedi. 64 Kendilerine döndüler ve "şüphesiz siz zalimlersiniz" dediler. 65 Sonra başları üzerine çevrildiler ve "Sen de bilirsin ki bunlar konuşmaz" (dediler). 66 (İbrahim) "Allah'tan başka size hiçbir fayda ve zarar vermeyenlere mi ibadet ediyorsunuz?" dedi. 67 "Yuh size ve Allah'tan başka ibadet ettiklerinize! Akıl etmiyor musunuz?" 68 Dediler ki: "Onu yakın.! İlahlarınıza yardım edin. Eğer bir şey yapacaksanız." 69 Biz dedik: "Ey ateş, İbrahim'e serin ve selamet ol." 70 Ona tuzak kurmak istediler. Biz de, onları en fazla hüsrana uğrayanlar kıldık. 71 Onu (İbrahim'i) ve Lût'u alemler için mübarek kıldığımız yere (hicret ettirerek) kurtardık. 72 Ona İshak'ı bağışladık. Fazladan (torun) olarak Ya'kub'u (bağışladık.) Hepsini salihler kıldık. 73 Onları, emrimizle yol gösteren imamlar (önderler) kıldık. Onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdi. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/enbiya-suresi-46-73-tefsiri-ali-kucuk
*16 NAHL SÛRESİ 33-44 N070 M016 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. 33 Kafirler kendilerine (ölüm) meleklerinin veya Rabbinin emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmettiler. 34 Yaptıklarının cezası onlara isabet etti ve kendisiyle alay ettikleri şey (azab) onları kuşattı. 35 Şirk koşanlar: "Eğer Allah dileseydi, ondan başka hiçbir şeye biz ve babalarımız ibadet etmezdik. (Onun haram kıldıklarından) başka hiçbir şeyi haram kılmazdık." dediler. Onlardan öncekiler de işte böyle yaptılar. Peygamberin üzerine ancak apaçık tebliğ vardır. 36 Muhakkak biz, her ümmete: "Allah'a ibadet edin, tağuttan kaçının" diye bir Peygamber gönderdik. Allah onlardan bir kısmını doğru yola iletti, bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde dolaşın da, yalanlayanların sonu nasıl oldu görün. 37 Sen onların hidâyetine hırslı olsan da, Allah sapıttığına hidâyet vermez ve onlar için yardımcı da yoktur. 38 Onlar yeminlerinin bütün şiddetiyle "Öleni Allah diriltmez" (diye) yemin ettiler. Hayır bu, (Allah'ın)üzerine aldığı gerçek vaaddir. Ancak insanların birçoğu bilmezler. 39 Hakkında ihtilaf ettikleri şeyi açıklamak ve kâfirlerin yalancı olduklarını bilmeleri için (diriltecektir). 40 Bir şeyi (n olmasını) dilediğimiz zaman sözümüz ancak "Ol" dememizdir. O, derhal oluverir. 41 Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Ahiretin mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi. 42 Onlar, sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. 43 Biz, senden önce kendilerine vahy ettiğimiz erkeklerden başkasını Peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (Kur'ân) ehline sorun. 44 (Biz, o rasülleri) deliller ve kitaplarla(gönderdik), onlara ne indirildiğini insanlara açıklayasın diye sana da zikri (Kur'ân'ı) indirdik. Ta ki iyice düşünsünler. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/nahl-suresi-33-44-tefsiri-ali-kucuk
*18 KEHF SÛRESİ 60-82 MEALİ N069 M018 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. 60 Hani Musa, genç adamına "Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar veya uzun yıllar gideceğim" demişti. 61 İkisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık denizde bir deliğe doğru yolunu aldı. 62 Orayı geçince delikanlısına "Kuşluk yemeğimizi getir. Biz bu yolculuğumuzda gerçekten yorulduk." dedi. 63 (Delikanlı) "Gördün mü? Biz o kayanın yanına sığındığımızda, ben balığı unuttum. Onu söylememi bana Şeytan unutturdu. Şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmişti" dedi. 64 (Musa) "İşte aradığımız o" dedi. Bunun üzerine izlerini takip ederek geri döndüler. 65 Tarafımızdan kendisine rahmet verdiğimiz ve katımızdan bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul (Hızır'ı) buldular. 66 Musa ona "Doğruyu bulmam için sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi. 67 (Hızır): "Sen benimle beraber olmaya sabredemezsin" dedi. 68 "İlmini kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?" 69 (Musa): "İnşaallah beni sabredici bulursun ve sana hiçbir işte karşı gelmem" dedi. 70 (Hızır): "Eğer bana tabi olursan, ben sana anlatıncaya kadar bana hiç bir şeyden sorma" dedi. 71 Bunun üzerine ikisi yürüdüler. Gemiye bindiklerinde (Hızır) gemiyi deldi. Musa: "Ahalisini boğmak için mi deldin? Muhakkak sen çok kötü bir iş yaptın" dedi. 72 (Hızır): "Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin demedim mi?" dedi. 73 (Musa): "Unuttuğum için beni azarlama; bana bu işimden dolayı güçlük çıkarma" dedi. 74 İkisi yürüdüler. Bir oğlan çocuğuna rast geldiler. Hemen o çocuğu öldürdü.(Musa): "Bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) tertemiz bir insanı öldürdün öyle mi? Muhakkak sen kötü bir iş yaptın" dedi. 75 (Hızır): "Ben sana benimle beraberliğe sabredemezsin demedim mi?" dedi. 76 (Musa): "Eğer bundan sonra herhangi bir şeyden sorarsam artık benimle arkadaşlık etme. Muhakkak benim tarafımdan ma'zur olmaya eriştin.” 77 İkisi gittiler, nihâyet bir köy halkına vardılar ve köy halkından yiyecek istediler, onları misafir etmekten kaçındılar. Orada yıkılmak üzere bulunan bir duvar buldular ve (Hızır) onu düzeltiverdi. (Musa): "Eğer isteseydin bir ücret alırdın" dedi. 78 (Hızır): "İşte bu, benimle senin aramızın ayrılışıdır. Sana o sabredemediğin şeylerin yorumunu yapacağım" dedi. 79 “(Deldiğim) Gemiye gelince, o denizde çalışan yoksulların idi. O gemiyi ayıplamak istedim, çünkü arkalarında her (sağlam) gemiyi zorla alan bir kral vardı." 80 "(Öldürdüğüm) çocuğa gelince: Onun annesi ve babası mümin idiler. O ikisini azgınlık ve küfrün sarmasından korktuk." 81 "Rableri onlara o çocuktan temizlik yönüyle daha hayırlı merhametçe daha yakın birini versin istedik." 82 (Düzelttiğim) duvara gelince: O, şehirdeki iki yetim çocuğun idi. O duvarın altında o iki çocuğa ait bir hazine vardı. Babaları salih biri idi. Rabbin o iki çocuğun ergenlik çağına erince hazinelerini çıkarmalarını istedi. (Bunlar) Rabbinden bir rahmet olarak (gerçekleşti). Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte o sabredemediğin şeylerin yorumu budur. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/kehf-suresi-60-82-tefsiri-ali-kucuk
“Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ´dasın!” Taha 12 Onun iki ayağı, vadinin hereketiyle temasa geçsin diye, Cenâb-ı Hak ona pabuçlarını çıkarmasını emretmiştir. Bu, Hasan el-Basri, Said İbn Cübeyr ve Mücahidin görüşüdür. Bu, o toprak parçasının tazim edilmesi manasına hamledilebilir. Çünkü o, o «adiyi tazim edebilmesi ve Rabbinin kelâmını dinlerken tam bir huzur içinde olabilmesi çin, oraya yalınayak basması gerekir. Bunun delili, Allah Teâlâ´nın hemen bunun peşinden "Çünkü sen mukaddes Tuvâ vadisindesin" buyurmuştur. Tasavvuf erbabı ise, bu hususta şu izahları yapmışlardır: a) Rüyada bir pabuç görüldüğünde bu, zevce, hanım ve çocuk ile yorumlanır. Buna göre Cenâb-ı Hakk´ın, "pabuçlarını çıkar" ifadesi, onun gönlünün hanımına ve çocuğuna iltifat etmemesine, kalbinin onların işine takılıp kalmaması gerektiğine bir işarettir. Pabuçların çıkarılmasından maksad, dünyaya ve ahirete iltifatı terketmektir. Buna göre Cenâb-ı Hak, Hz. Musa (a.s)´a sanki, "Kalbinin tamamiyle merifetullaha gark olmasını, gönlünün Allah´dan başkasına iitifat etmemesini..." emretmiş olur. Mukaddes Vadî´den murat ise, Celaiullah´ın kudsiyyeti ve O´nun izzetinin taharetidir. Yani, "Sen, marifet deryasına ulaştığında, mahlûkata iltifat etme" demektir. “Ben seni (peygamber olarak) seçtim. Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle.” Taha 13 Bu, "Ben seni, hem peygamberlik, hem de sana vereceğim o kelâmım için seçtim" demektir. Bu ayet, peygamberliğin çalışma ile elde edilemeyeceğine delâlet eder. Çünkü ayetteki, "Ben seni seçtim" ifadesi, bu yüce makam ve mevkiin o bunu hakettiği için değil, sırf Allah Teâlâ´nın onu bu iş için seçtiğinden dolayı meydana geldiğine delâlet eder. Hak Teâlâ´nın "Şimdi vahyolunacak şeyi dinle "hitabında Cenâb-ı Hakk´ın sonsuz heybet ve Celâli gözükmektedir. Buna göre sanki Allah: "Yemin olsun ki sana büyük ve ağır bir iş geliyor. Öyleyse ona hazırlan, aklını ve gönlünü bütünüyle ona ver" buyurmuştur. Böylece Hz. Musa (a.s) için birinci ifadeden nihayetsiz ümid, ikincisinden de nihayetsiz korku doğmuş olur. “Şüphe yok ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.” Hak Teâlânın, "Ben Allah´ım. Benden başka hiçbir ilah yok. Öyleyse Bana ibadet et" ayeti akâid ilminin (inanç ilminin), furû (fıkıh) ilminden daha önce geldiğine, (daha önemli olduğuna) delâlet eder. Çünkü tevhid, ilm-i usulden, ibadet ise ilm-i furûdandır. En Büyük Zikir Namazdır: Ayetteki Benim zikrim İçin..." ifadesi ile ilgili olarak şu izahlar yapılmıştır: a) Bu, "beni hatırlaman için... Çünkü Benim hatırlanmam, bana ibadet olunması ve namaz kılınması ile olur" demektir. b) "Beni, o namazda hatırlaman için...." demektir. Çünkü namaz çeşitli zikirleri ihtiva etmektedir. c) "Ben o namazı, kitablarda zikrettiğim ve emrettiğin için, onu kıl." d) Benim seni medh-ü sena ile zikretmem (anmam) ve senin için bir yâd-ı cemii (güzel nâm) kılmam için..." f) "Zikri Bana has kılman (yani sadece Beni zikretmen) ve Benim rızamı taleb edip kazanmak için... Öyle ki bu namazınla gösterişe kalkışmaz ve bununla başka birşeyi gaye edinmezsin." g) "Tıpkı ihlaslı kimselerin, Rab´erinin zikrini en başta gelen şey yapmaları gibi, sen de Beni zikredip hatırlayasın ve unutmayasın diye..." Nitekim Cenâb-ı Hak bu hususu, "Onları ne bir ticaret, ne de bir alışveriş Allah zikretmekten alıkoymaz..." (Nûr 3) diye beyan buyurmuştur. Vakti Geçen Namazın Kazası h) "Benim zikir vakitlerinde..." demektir. Bunlar da namaz vakitleridir Çünkü Allah Teâlâ "Namaz mü´minler üzerine vakitleri belli bir farz olmuştur" (Nisa, 103) buyurmuştur. "Zikrettiğinde (hatırladığında) namazını kıl. Yani "Bir namazı unutursan, onu hatırladığında kaza et" demektir. Katâde, Enes (r.a)´den, Hz. Peygamber(s.a.s)´in "Kim bir namazı unutursa, onu hatırladığında kılsın. Çünkü o namazın bundan başka kefareti yoktur"
“Ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Resûlüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.” 71 Cenâb-ı Hak, daha sonra bu kimselere bu iki emrine karşılık şu iki vaadde bulunmuştur: Mü´minlerin hayır ve güzel olan işlerine karşılık, işlerinin iyiye götürülmesi... Çünkü kişi Allah´tan itikâ etiği için, amellerini düzeltir. Amel-i sâlih de göğe kaldırılır ve orada muhafaza edilir. Böylece de amel-i sâlih yapan, cennette ebedî bırakılır. Kişinin doğru söylemesine karşılık da günahlarının bağışlanması vaadedilmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Allah, "Kim Allah´a ve Resulüne itaat ederse, muhakkak ki o, en büyük kurtuluşla kurtulmuştur" buyurmuştur. O halde Allah´a itaat, peygambere itaat demektir. Fakat Cenâb-ı Hak, bu iki itaati, itaat edenin fiilinin çok kıymetli olduğunu göstermek için birlikte zikretmiştir. Çünkü bu kimse, bu tek hareketiyle, Allah katında bir ahd, Resul katında da bir "el" edinmiştir. Allah Teâlâ, "Muhakkak ki o, en büyük kurtuluşla kurtulmuştur" buyurmuştur. Cenâb-ı Hak bu kurtuluşu şu iki sebebten dolayı "büyük" olarak nitelemiştir: a) Bu, büyük bir azabtan kurtuluştur. Azabtan kurtulma ise, azabın büyüklüğü nisbetinde büyük olur. Öyle ki bir kimse birisine bir kamçı vurmak istese ve o birisi bundan kurtulsa, bu hususta, "O, büyük bir kurtuluşa erdi" denilmez. Çünkü onun kurtulduğu bu azab, tahakkuk edecek olsaydı da, durum pek fazla farklı olmayacaktı. b) Bu kimse büyük bir mükâfaata ulaşmıştır. Bu da, ebedî olan bir mükâfaatır. Receb'in ilk cuma gecesine Regaib Gecesi denir. Her cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. Allah Teâlâ, bu gecede, müminlere ragibetler (ihsanlar, ikramlar) yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Peygamberimiz (a.s.m)'ın Ramazan ayından sonra en çok oruç tuttuğu ay Receb ayıdır. "Allah'ım! Recep ve Şaban'ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan'a ulaştır." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/259) "Recep ayı Allah'ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır." (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 1/423) "Allah'ın yaratmasını görüp durduğu halde. Allah'ın varlığından şüphe eden kimseye çok şaşarım; ilk yaratılmayı bildiği halde (kıyametin kopmasından sonraki) dirilmeyi inkâr edene şaşarım; her gün ve gece ölüyor ve tekrar diriİiyorken yani uyuyup tekrar uyanıyorken ölümden sonra tekrar dirilmeyi ve haşrı inkâr edene şaşarım. Cennete ve oradaki nimetlere inandığı halde, (sadece) aldanış yurdu olan bu dünya için koşuşturana şaşanm ve başlangıcının atılmış bir damla meni, sonunun da tiksindirici bir leş olduğunu bildiği halde kibirlenen ve övünen kimseye şaşarım." Hadis Seni yücelten kalbindeki davadır. Bir genç bir kızı almak ister şiddetle sever. Kızı alamadığı için intihar eder. Bu davadır. Halbuki dünyada tek kız mı vardı ne bu saplantı? İslamı yüceltme davan kalbinde böyle olacak. İzmir'den sizi izlemeye gidiş geliş 8000 lira harcıyorum hocam benzin 6000 hgs 2000 lira Küfür hep varolacak. Bizim gibi milyon tane vaiz de olsa küfrü yok edemeyecek. Bünyamin gibi milyon tane soykırımcı olsa İslamı yokedemeyecek. Herşey zıddıyla bilinir ve anlaşılır. İslamın zıddı dünyada olmazsa İslamın kıymeti anlaşılmaz. Modası gecmeyen tek elbıse dıkıssız baskısız kefen. Buna hazır ol. Beyazidi Bistami: Gunah ısleme hastalıgına bı recetenız varmı. Tovbe ve nedamet atesıyle gunahları kavurmak. Uyuşturucu mübtelası oğlunu öldüren baba hapse atıldı! Cahil ölene acır; Alim öldürene acır. Cahil malını çaldırana acır; Alim malı çalana acır. Balıkları boyayan sahtekar balıkçı. Muskaya uyuşturucu saklayan adam. Aranamaz olduğu için uyuşturucu taşıyan avukat. Korkularının üstüne git! Agresif ol ve yüzleş onlarla. Sert saldır! Vücudunda bir yer tutulup ağrıdığında, masör kişi o bölgeye sert bir masaj yapar, ödeme dönüşmüş olan kas yapını yumuşatır ve ağrı biter. Hz. Ali'nin felçli gence Kabe'de dua etmesi.
Haya Âbidesi Hazreti Meryem'in İffet İmtihanı *Cenâb-ı Allah'ın, “İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan Meryem'i de an. Biz ona rûhumuzdan üfledik, hem onu, hem oğlunu cümle alem için bir ibret yaptık.” (Enbiya, 21/91) diyerek yücelttiği Hazreti Meryem bütün insanlık için tam bir iffet örneğidir. Öyle ki, temiz ve nezih bir atmosferde, iffetli ve şerefli bir şekilde yetişen Meryem validemiz, o paklardan pak mahiyetiyle adeta mücessem iffet haline gelmiştir. Hazreti Meryem, daha doğmadan ana-babası tarafından mâbedin hizmetine vakfedilmiş bir kutludur. Mâbede adanmış olması sebebiyle çocukluğunu ve gençliğini hep orada geçirmiştir. Zaman gelmiş o, lâhûtî âlemden gönderilen nimetlerle perverde edilmiştir. Bazı camilerimizin mihraplarının üstünde yazılı bulunan, “Zekeriya, onun yanına mâbede ne zaman girse, beraberinde yiyecekler bulurdu. ‘Meryem, bu yiyecekleri nereden buluyorsun!' deyince de o, ‘Bunlar Allah tarafından gönderiliyor. Muhakkak ki Allah dilediğine sayısız rızıklar verir.' derdi.” (Âl-i İmrân, 3/37) âyeti, bu harikulâde hususların ifadesidir. İşte böylesi mânevî atmosferde günlerini geçiren ve lâhûtî âlemin maddî ve mânevî nimetleriyle perverde olan iffet ve namus âbidesi bir kadın, en hassas olduğu konuda bir imtihana tabi tutulur; birden sebepler üstü denecek şekilde hamile kalır. *Bu ne müthiş imtihandır. Hazreti Meryem, kavmine bunu nasıl izah edecektir? Kavminden uzak bir yere çekilmeye karar verir. Aslında onu uzlete çeken şey, iffeti ve namusudur. Doğum sancıları onu kıvrandırmaya başladığı anda, Hazreti Meryem sevk-i ilâhî ile bir hurma ağacına yaslanır ve başına gelen şeyler karşısında derin derin düşüncelere dalar; dalar ve “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!” (Meryem, 19/23) der. “Keşke ölseydim.. unutulup gitseydim!” sözleri her şeyden önce onun iffet duygusunun ifadesidir. *“Keşke bundan evvel ölseydim!” diyor anamız. Evet, öyle bir imtihan ki dağların başına konsa, zannediyorum dağlar toz duman olur. Eğer birine imtihandan azade olarak hem burayı Cennet gibi yaşama hem de öbür tarafta Cennet'e gitme meselesi söz konusu olsaydı, o mübarek validemize olurdu. Fakat gördüğünüz gibi Hazreti Mesih'e ana olmak için, Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'la öbür tarafta bir araya gelmek için presleniyor, presleniyor, presleniyor!.. Bu video 10/05/2015 tarihinde yayınlanan “İmtihan Dünyası” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
“İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde «Allah´a ve ahiret gününe inandık» derler.” “Bunlar Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.” “Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.” Bakara 8-9-10 Açık inkârcılardan ve bilinen İslâm düşmanlarından, gizli olanlar daha tehlikeli oldukları ve bunların doğru yolu bulma ihtimalleri daha zayıf bulunduğu için kâfirlerin en aşağı tabakada olanları bunlardır. Münafıkların ebedî âlemdeki cezaları da diğer inkârcılardan daha ağır olacaktır. İman yönünden münafıklık yanında bir de ahlâk bakımından münafıklık vardır ve Hz. Peygamber müminlerin bundan da sakınmalarını istemiştir. “Münafığın üç belirtisi vardır: Haber ve bilgi verdiğinde yalan söyler, söz verdiğinde yerine getirmez ve kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder” (Buhârî, “Şehâdât”, 28; Müslim, “Îmân”, 25) “İkinci kısım: Kalbte, dil ile inkâr etmekle beraber, bilginin meydana gelmesidir. Bu inkâr, mecburî olursa, sahibi, Cenâb-ı Hakk'ın "Kalbi imanla dopdolu olduğu halde, zorlanan kimse hariç" (Nahi, 106) buyurduğu için, müslümandır. Eğer bu inkâr, kendi isteğiyle olursa, bu kimse İnatçı bir kâfir olur. "Kalbinde zerre ağırlığınca iman bulunan kimse, ateşten çıkar (orada ebedî kalmaz)" "Bedevi Arablar, iman ettik, dediler, de ki: Siz iman etmediniz. Ama, müslüman olduk deyin. Çünkü, iman henüz kalbinize girmedi" Sonra münafık, kâfire nisbetle, çirkin olan bazı şeylerle de muttasıfdır. a-) O, insanların düşüncelerini karıştırmaya yeltenmişken, kâfir ise buna yönelmemiştir. b-) Kâfir, erkeklik tabiatı üzerinedir. Münafık ise, kancıktık tabiatı üzerinedir. c-) Kâfir kendisinin yalan söylemesine razı olmamış, bundan kaçınmış ve sadece doğruyu söylemeye razı olmuşken, münafık ise yalan söylemeyi tercih etmiştir. d-) Münafık, aslî kâfirin aksine, küfrüne bir de alay etmeyi ilâve etmiştir. Küfrünün fazla olmasından ötürü de, Cenâb-ı Hakk, "Muhakkak ki münafiklar, ateşin en alt tabakasmdadıtiar." (Nisa, 145) buyurmuştur. İbn Abbas: “İnsan, insan diye adlandırıldı. Çünkü, ondan bir ahid alındı ama o bu ahdini unuttu.” "Sana beyat edenler yok mu, muhakkak ki onlar Allah'a beyat etmektedirler” (Fetih 10). Bunun tersini ifade etmek içinse, "Biliniz ki, ganimet olarak elde ettiğiniz herşeyin beşte biri Allah'ındır" (Enfal 4) buyurarak, Resulünün almış olduğu hisseyi kendi zâtına nisbet etmiştir. İşte, münafıklar peygamberi aldattıklarında, "Onlar Allah'ı aldattılar" aldatmaya çalıştılar" denilmiştir Şüphesiz Cenâb-ı Hak, iblîs ve zürriyetinin kökünü kazımaya kadirdi. Ne var ki, onları olduğu gibi bırakarak, üstelik onları güçlendirdi. Bu, ya Allah dilediğini yapar ve dilediği hükmü verir olduğundandır veya kendisinden başka hiç kimsenin bilemiyeceği bir hikmetten dolayıdır.” Razi "Allah'ın yaratmasını görüp durduğu halde. Allah'ın varlığından şüphe eden kimseye çok şaşarım; ilk yaratılmayı bildiği halde (kıyametin kopmasından sonraki) dirilmeyi inkâr edene şaşarım; her gün ve gece ölüyor ve tekrar diriİiyorken -yani uyuyup tekrar uyanıyorken- ölümden sonra tekrar dirilmeyi ve haşrı inkâr edene şaşarım. Cennete ve oradaki nimetlere inandığı halde, (sadece) aldanış yurdu olan bu dünya için koşuşturana şaşanm ve başlangıcının atılmış bir damla meni, sonunun da tiksindirici bir leş olduğunu bildiği halde kibirlenen ve övünen kimseye şaşarım." Hadis Ticarette yalan söleme. 8 kilo düşük gösteren ayna! Erimişim hemen sporu bırak Kerem. Tanınmak bazen garip oluyor! Salonda koşarken instaya bakan gençler bu o mu diyor. Yok ya bu çok fit diyor. Muhtar kimle tanıştırsa hocamı tanıyor musun diyor. Hayır diyene hangi dine mensupsunuz diyor. Fifa 24 hediye ettiler indirdim açtım. Ne göreyim? Kadın futbolcularla erkek topçular aynı takımda oynuyor! İzmirden sizi izlemeye gidiş geliş 8000 lira harcıyorum hocam benzin 6000 hgs 2000 lira
“Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar.” Bakara 6 “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” Bakara 7 Küfür (küfr) kelimesinin lugat mânası “örtme”dir, kâfir de “örten” demektir. Fâtiha sûresinde doğru yolda olanlar, doğru yoldan sapanlar ve Allah'ın gazabına uğrayanlardan söz edilmişti. Bakara sûresinin ilk âyetlerinde doğru yolda olanların (müttaki müminler) en önemli özellikleri dile getirildi. Bu âyetlerden itibaren de doğru yoldan sapanların, Allah'ın gazabına uğrayanların ahlâk ve tutumlarıyla âkıbetleri anlatılıyor. Kulakları, dikkat ve idrakleri ilâhî irşada kapalı olan inkârcılara nasihat ve uyarının fayda vermeyeceği, uyarıların ancak gerçeği arayan ve Allah kelâmını dinleyenler üzerinde etkili olacağı açıktır. Sen, müslüman olsunlar dîye İnsanları zorlayacak mısın?" (Yûnus. 99) Cenâb-ı Hakk, Hz. Peygamber (s.a.s,)'e, artık o iman etmeyenlerden ümidini kessin de kendine sıkıntı vermesin diye, onların iman etmeyeceklerini bildirmiştir. Çünkü ümidi kesmek, iki rahatlığın birisidir. "İnzâr", günahlardan menetmek suretiyle, Allah'ın azabından korkutmaktır. Bu ayette müjdeleme değil de inzâr zikredilmiştir. Çünkü, bir şeyi yapıp yapmamada inzârın tesiri, müjdenin (tebşirin) tesirinden daha güçlüdür. Çünkü insanın, zararı savuşturma ile meşgul olması, menfaati elde etmek için uğraşmasından daha önemlidir. Babam Ömer b. el-Hattab bana, Hz. Peygamberin şöyle dediğini anlattı: "Allah'ın sizin hakkınızdaki ilmi, sizi gölgeleyen gök ve sizi üzerinde taşıyan yer gibidir. Nasıl siz, gökten ve yerden çıkmaya muktedir değilseniz, aynı şekilde Allah'ın ilminden de çıkmaya gücünüz yetmez. Nasıl gök ve yer sizi günah işlemeye sevketmiyorsa, bunun gibi Allah'ın ilmi de sizi o günahları işlemeye zorlamıyor" Cenâb-ı Hakk, önceki ayette onların iman etmeyeceklerini beyan edince, bu ayette iman etmemelerinin sebebi olan, "hatm"i bildirmiştir. Onlar düşünmekten yüz çevirip, Allah onlara delillerini serdettiğinde bu delillere ve Kur'ân'a kulak vermeyince, onların bu yaptıkları şey Allah'a nisbet edilmiştir. Çünkü bu yaptıkları şeyin meydana gelişi, Cenâb-ı Hakk'ın, delillerini onlara serdettiği zamana denk gelmiştir. Meselâ, Allah Berâe (Tevbe) Sûresi'nde; "Bu ayetler, onların kötülüklerine kötülük katmıştır" (Ayet, 125) buyurmuştur. Yani onlar, bununla küfürlerine küfür katmışlardır Ulemânın bir kısmı, bu ayetin kâfirlerden hususî bir topluluk hakkında nazil olduğunu; Allah'ın, bu dünyada birçok kâfire cezasını peşinen verdiği gibi, onlara da cezalarını peşin vererek, onlara, bu dünyada kalblerini damgalama ve mühürleme cezasını verdiğini söylemişlerdir. Nitekim, Cenâb-ı Hakk, "Muhakkak ki siz, sebt gününde haddi aşanları bildiniz. Bunun üzerine Biz onlara, aşağılık maymunlar olunuz!" dedik " (Bakara, 65) ve "Muhakkak ki orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Onlar yer yüzünde başıboş dolaşacaklardır. Artık sen, dinden sapmış kimseler hakkında tasalanma" (Maide, 26) buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk, bunlarda kullarının alacakları ibretler ve onların yararına olacak şeyler olduğunu bildiği için, peşin cezalar vermiştir. Bu peşin cezalardan bir kısmı da, kâfirlere vermiş olduğu kalblerini mühürleme ve damgalama cezasıdır. "İşte bunlar, kalblerine imanı yazmış olduğu kimselerdir" (Mücadele, 22) buyurmuştur. Bu durumda melekler, o mümini severler ve onun için Allah'tan mağfiret taleb ederler. Kâfirlerin kalblerinde, meleklerin kendisi vasıtasıyla, Allah nezdinde melun olduklarını bilecekleri bir alâmetin bulunması da söz konusudur. Böylece melekler o kâfire buğz eder ve onu lanetlerler. Bu alâmetin temin ettiği fayda ya meleklere ait bir faydadır; çünkü onlar bu alâmetle onun Allah nezdinde kâfir ve melun olduğunu bildiklerinde, bu onları küfürden iyice nefret ettiren bir şey olur.
“Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.” “Onlar gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.” “Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.” “Evlerinizi (içinde Kur'an okumayarak) kabirlere çevirmeyiniz. Şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden ürker ve uzaklaşır” (Müslim, “Müsâfirîn”, 212) "Kim Allah'ın kitabından bir harf okursa, ona bir hasene (iyilik) vardır. Hasenelere on misli karşılık verilir. Ben demiyorum kî, (elif, lâm, mim) bir harftir. Fakat elif bir harf. lâm, mîm de bir harftir." Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk (r.a.), "Allah'ın her kitapta bir sırrı vardır. O'nun Kur'ân'daki sırrı ise, bazı sûrelerin başlarına gelen hurûf-u mukattalardır" demiştir. Hz Ali (r.a) de, "Her kitabın bir özü vardır. Bu kitabın özü ise, hece harfleridir" demiştir. Yarasanın gözlen güneşin ışığına tahammül edemediği gibi, zayıf akılların da güçlü sırları taşıyamamasıdır. Peygamberlerin akılları fazla olduğu için, nübüvvet sırlarını taşıyabilmişlerdir. Ulemânın da akılları fazla olduğu için, ortalama insanların taşımaya güçlen yetmeyen sırları taşıyabilmelerdir. Batınî bilgiye muttali olan hukemânın akılları çok olduğu için, zahir ulemâsının âciz olduğu şeyleri taşımaya güç yetırmişlerdir. - “Bu Kur'an, şu gördüğünüz harflerden yapılan kelime ve cümlelerden oluşmaktadır. Siz harfleri de biliyorsunuz. O halde haydi yapabiliyorsanız siz de böyle kelime ve cümlelerden oluşan ve Kur'an'a benzeyen bir kitap yazın!” denilmek istenmiştir. "Orada bir baş ağrısı da yoktur." (Saffat 47) "Onda sarhoşluk yoktur" (Saffât. 47) sözünde, cennet içkilerinin dünya içkilerinden üstünlüğü kastedilmiştir. Çünkü dünya içkilerinin aklı giderdiği gibi, ahiret içkileri aklı gıdermez. "Semûd'a gelince. Biz onlara doğru yolu gösterdik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih ettiler" (Fussıiet 17) ayetinin de gösterdiği gibi imkânsız değildir. Cenâb-ı Allah bu ayette hidayete erme olmadığı halde, hidayetin varlığından bahsetmiştir. Dalâletin hidayet karşılığında kullanılmasıdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "İşte bunlar, hidayete karşılık dalâleti (sapıklığı) satın alan kimselerdir" (Bakara 16). “Allah katında en şerefliniz, en müttakî olanınızdır." (Hucurât. 13) "Sana şüphe vereni bırak, şüphe vermeyen şeylere geç" "Kul, mahzurlu şeylerden kaçınmak için, mahzurlu olmayan şeyleri de terketmedikçe muttakîler derecesine ulaşamaz." Hadis “Azıklanın, çünkü azıkların en hayırlısı takvadır.” Hz. Ali (r.a.); "Takva, günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır" demiştir. Vâhidî: "Takva, insanlara karşı dış görünüşünü süslediğin gibi, Cenâb-ı Allah'a karşı sırrını süslemendir." Ebû Hureyre: “Yolda yürürken dikenler görürsen ya yolu değiştirirsin ya da dikene dokunmadan geçmenin bir yolunu arar ve bulursun; işte takvâ da budur; hayatı Allah Teâlâ'nın yasakladığı kötülüklere bulaşmadan yaşamaya çalışmaktır” Uzuvların dillerinin esası ise namaz, zekât ve sadakadır. Çünkü ibadetler, ya bedenî olur ki. bunların en üstünü namazdır, veya malî olur ki, bunun en efdaü de zekâttır. İşte bu sebepten ötürü Hz. Peygamber (s.a.s) namazı, "dinin direği", zekâtı ise 'İslâm'ın köprüsü” diye adlandırmıştır. Müttakînin kötülükleri terketmesine gelince: "Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten nehyeder" (Ankebûı 45) ayetinden dolayı, namaza dahildir. Terk etmek olan takvayı Cenâb-ı Allah, iman, namaz ve zekât demek olan yapmadan, işlemeden önce getirdi, Çünkü kalb. gerçek inanç ve yüksek ahlâk nakışlarını kabul eden bir ayna gibidir. Levhanın ise ilk önce. üzerine güzel nakışların vurulabilmesi için, kötü nakışlardan temizlenmesi gerekir. "Müminler, Allah'a, huzurunda iken iman ettikleri gibi gıyaben de iman ederler; müminlerle karşılaştıkları zaman "iman ettik" deyip, liderleri ile başbaşa kaldıklarında ise "Biz, sizinle beraberiz. O müminlerle alay ediyoruz" diyen münafıklar gibi değil.
Allah'ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz!.. *Ümit denilince genellikle, وَلَا تَيْأَسُوا مِنْ رَوْحِ اللهِ إِنَّهُ لَا يَيْأَسُ مِنْ رَوْحِ اللهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ “Allah'ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez. ” (Yusuf, 12/87) ayet-i kerimesi akla gelmektedir. *Aslında daha pek çok ayet-i kerime ümit zaviyesinden ele alınabilir: Mesela; Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ “Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenlere elbette muvaffakiyet yollarımızı gösteririz. Muhakkak ki Allah, hep iyilik peşinde koşan ehl-i ihsanla beraberdir.” (Ankebut, 29/69) Mücahede, kalblerin Allah'la münasebeti için aradaki engelleri bertaraf etmek demektir. Bu, iktiza ettiğinde müdafaa harpleri gibi bir savaşla da olabilir. Fakat esas olan, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) “büyük cihad” dediği cihaddır; nefisle mücahede, Allah'a yönelme işi. Bu video 23/08/2015 tarihinde yayınlanan “Hal ve Ümit” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada:https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
Kur'an-ı Kerim, “Mü'min erkeklere söyle: (Kendilerine nikâh düşen kadınlar ve başka erkeklerin avret yerleri gibi, bakmaları haram manzaralar karşısında) bakışlarını kıssınlar ve mahrem yerlerini açmaktan ve gayrı meşrû ilişkilerden korusunlar. Böyle yapmaları, kendileri için en nezih ve en uygun davranış şeklidir. Muhakkak ki Allah, onların her davranışından, yaptıkları her hareketten hakkıyla haberdardır.” (Nur, 24/30) buyurmakta ve bir sonraki ayette aynı emirleri kadınlar için de tekrar etmekte; böylece inananları iffetli yaşamaya çağırmaktadır. Şu halde, her mümin elini, ayağını, gözünü, kulağını Allah'ın istemediği şeylere karşı korumak zorundadır. *Bediüzzaman Hazretleri “Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur!” der. Mümin, meşru daire içinde yaşayıp gayr-i meşru sahaya nazar etmemeli, el uzatmamalı, adım atmamalıdır. İffetli bir insan, göz, kulak, el, ayak gibi bütün âzâların helal dairedeki lezzetleriyle iktifâ etmeli, hiçbir şekilde ve hiçbir yolla haram işlememeli, izzet ve haysiyetine dokunacak durumlardan da sakınmalıdır. Evet, o harama elini uzatmamalı, rüşvete tenezzül etmemeli; elini, ayağını, gözünü, kulağını, dilini, dudağını dünya sevdasıyla kullanmamalıdır. Mümin, Allah'ın verdiği o uzuvları ve nimetleri bütün himmetiyle O'na ulaşma istikametinde kullanmalıdır. *Hususiyle çoklarının dünyaya taptığı bu fesat asrında, “mü'minim” dedikleri halde dünyaya taptıkları, villalar arkasında koştukları, yattan yata geçtikleri, bir sarayı az görüp çeşitli sarayları kendileri adına dizayn ettikleri ve nifakın diz boyu, belki gırtlakta bir seviyeye ulaştığı bir dönemde, kendini iman ve Kur'an hizmetine adamış, milli ruhun ikamesine adamış, ruh ve kalb abidesini ikameye adamış insanlara düşen şey, başkalarının deli diyeceği kadar, dünya ve mâfihâyı elinin tersiyle iterek, ukbaya ve cemalullaha ölesiye bir iştiyakla müteveccih olmaktır. “Cennet çepeçevre nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle kuşatılmıştır.” *Cennet insanın nefsaniyetine ağır gelecek şeylerle kuşatılmıştır. Onları aşacaksın. Dikenli tarlaları geçerken ayağına dikenler batacaktır fakat “Ohh, ayağıma diken battı ama Allah yolunda, Rasûlullah'la aynı sofrada, aynı yemeğe kaşık çalma yolunda, Cebrail ile el ele tutma yolunda, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile aynı sofrayı paylaşma yolunda!..” diyeceksin. Meseleyi hep neticeye göre değerlendirdiğinizde dikenlerin batması bile size sunulmuş güller gibi gelecektir Allah'ın izniyle. *Evet, bu yolda mekârih (aklın zâhirî nazarına göre nâhoş, zor, çetin şeyler) yok demek değildir. Ama hedefte mekârihi hiçe indirecek ve sıfırlayacak öyle şeyler var ki!.. “Gelse Celâlinden cefa, yahut Cemâlinden vefa; ikisi de cana safa, lütfun da hoş kahrın da hoş.” diyecek ve Allah yolunda yürüyeceksiniz.
Bu video 11/02/2018 tarihinde yayınlanan "SARP YOKUŞLAR VE MERHAMET" isimli bamtelinden alınmıştır. Yayının tamamını buradan izleyebilirsiniz :http://herkul.org/bamteli/bamteli-sad... On düşünüp bir konuşmak lazım. Hazreti Lokman'a (aleyhisselam) nispet edilir: “Bir varlığın en kıymetli uzvu hangisi?” diye sorulunca bazıları, şurasını-burasını getirirler veya söylerler en kıymetli uzuv olarak. Sonra O (aleyhisselam), “dil” ile “kalb”i getirir. “En kötü uzuv nedir?” diye sorulunca yine o iki uzvu getirir. Demek ki bu iki uzuv, iyi olmada da kötü olmada da insan için çok önemli unsurlar sayılıyor. Kalb, hep istikamet içinde atmalı; lisan da ona tercüman olmaya çalışmalı. İnsan, kalbinden gelmeyen şeyleri konuşmamalı; kalbinde de hep iyi şeyler kurgulamalı, güzel şeyler oluşturmalı ki, ağzından dökülen şeyler de öyle olsun!.. İnsan, kalbine bağlı yaşamaz ise, dilini kalbinin emrine vermez ise, hiç farkına varmadan, “Yapıyorum!” dediği yerlerde dahi çok yıkmalara sebebiyet verebilir. Bir söz var: “Kalbiniz gül gibi olursa şayet, gezdiğiniz her yer, ıtriyat çarşısı gibi kokar!” Fakat kalb, bir zakkum ağacı gibi olursa hafizanallah geçtiğiniz her yerde insanlara bir şeyler batırıverirsiniz. Bu açıdan, evvela kalb, kontrol altına alınmalı, şeytanın menfezleri kapatılmalı; sonra da lisan, onun emrine verilmeli. Aksi halde, “Yapayım!” derken, insan, yıkabilir, hafizanallah. Herhalde geçenlerde bir yazının içinde de vardı: “Kâbe bünyâd-ı Halîl-i Âzerest / Dil, beyt-i Hudâ-i ekberest!” (Bazı nüshalarda: “Dil nazargâh-ı Celîl-î ekberest”) Yani; Kâbe, Âzer'in oğlu Hazreti İbrahim'in binasıdır. Dil (gönül) ise, Allah'ın beytidir, nazargâh-ı İlahîdir; Allah, oraya tecelli eder. Bu tecelliyi, oraya “inme” veya “otağını kurma” şeklinde ifade ederler; fakat bunlar, müteşâbih ifadelerdir; Allah (celle celâluhu) zamandan, mekândan, hayyizden münezzeh ve müberrâdır. “Ne cism u ne arazdır, ne mütehayyiz ne cevherdir / Yemez, içmez, zaman geçmez, berîdir cümleden Allah // Tebeddülden, tagayyürden, dahi elvân u eşkâlden / Muhakkak ol müberrâdır, budur selbî sıfâtullah.” Bunlar, birer selbî sıfattır. Onlar, Zât-ı Ulûhiyete nispet edilmez. Bu açıdan da o müteşâbihi Cenâb-ı Hakk'ın tecellîsi şeklinde anlamak daha uygundur; “Öyle tecelli eder!”. Ama o tecelliler bir yönüyle bir güneşin tecellîsi gibi değildir; hatta bir nuranî varlığın, bir Cebrâîl'in, bir Mikâîl'in, bir İsrafîl'in (aleyhimüsselam) tecellîsi gibi de değildir. Zât-ı Ulûhiyetin azametine uygun bir tecellidir. Öyle bir tecellidir ki hakikaten o tecelli ile siz, O'nu (celle celâluhu) görüyor gibi olma ufkuna ulaşırsınız; lâakal (en azından) O'nun tarafından görülüyor olma durumunu ihraz edersiniz. Bu açıdan, kalbin kontrol altına alınması, onun bir “insanî kalb” haline getirilmesi, çok önemlidir. Bu hususların başında da zannediyorum şefkat, mülayemet, merhamet gelmektedir; Zât-ı Ulûhiyeti bilmenin yanında, bunlar çok önemli şeylerdir. Yine bir sözü hatırlatıyor bu: “İnsanın imandan nasibi, mahlûkata şefkatiyle mebsûten mütenâsiptir!” “Doğru orantılıdır.” Parantez içinde onu hep ifade ediyoruz. “İnsanın imandan nasibi, mahlûkata şefkati nispetindedir!” Varlığa karşı ne kadar şefkat duyuyorsa… Zannediyorum eko-sistemcilerin de bundan alacakları dersler vardır. Bir karıncanın hakk-ı hayatı çok önemlidir; bir sineğin hakk-ı hayatı çok önemlidir. Ne kadar yaşıyorlar onlar? İki ay mı yaşıyorlar, üç ay mı yaşıyorlar? O yaşama sürelerine saygılı olmak, tabiatın bir parçası olarak onları korumak, bir karıncaya ayağını basmamak… Hakk-ı hayatı var onun, yaşama hakkı var. Evet, insanın imandan nasibi, mahlûkata şefkatiyle mebsûten mütenâsiptir.
“Ey Peygamber! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Mümtehine 12) “Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.s), Mekke'nin fethedildiği gün erkekler bey'atleşmeyi bitirince, kadınlarla biate başladı. Kendisi Safa tepesinde, Hz. Ömer (r.a) de oranın altında, Hz. Peygamber (s.a.s)'in emriyle kadınlarla bey'atleşip peygamber (s.a.s)'in tebligatını onlara aktarıyordu. Ebû Süfyan'ın karısı, Utbe'nin kızı Hlnd ise, peygamber (s.a.s)'in, kendisini tanıyacağı endişesiyle başını örtmüş, kıyafetini değiştirmiş olarak, bey'at eden kadınlar arasında bulunuyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), "Sizin, Allah'a herhangi bir şeyi şirk koşmamanız şartıyla, sizinle bey'atleşiyorum" buyurunca, Hlnd başını kaldırdı ve "Allah'a yemin olsun ki, biz, putlara taptık. Şüphesiz sen, erkeklerden olmadığın, onlarla bey'ate konu yapmadığın bir şeyle bizi sorumlu tutuyorsun. Çünkü sen, erkeklerle sadece, müslüman olmaları ve cihâdda bulunmaları konusunda bey'atleştin..." dedi. Hz. Peygamber (s.a.s), "Hırsızlık yapmamanız ... şartı üzere bey'atleşiyorum..." deyince, yine Hlnd, "Ebû Süfyan, cimri bir adamdır. Ben onun malında bir kötülük işledim. Bu sebeple, bilemiyorum, o aldığım mal bana helâl midir, değil midir?" dedi. Bunun üzerine Ebû Süfyan da, "Geçmişte aldığın, gelecekte alacağın herşey, sana helâl olsun..." deyince, Hz. Peygamber (s.a.s) gülümsedi, onu tanıdı ve ona, "Muhakkak ki, Utbe'nin kızı Hind'sin" deyince Hind, "Evet, dedi, binâenaleyh, ey Allah'ın Nebîsi, Allah sana afiyet versin... Geçmişte olanı bağışla..." Ayetteki, ''hırsızlık yapmamaları..." ifâdesi, mallarda, hıyanetten, ibadetlerde de noksanlıklardan nehyetmeyi de içine alan bir ifadedir. Çünkü, "Namazdan çalan kimse, hırsızdan daha hırsızdır" denilmektedir. Ayetteki, "zina etmemeleri..." ifadesi de, gerçek anlamda zinayı ifade eden bir ifade olduğu gibi, ona götüren sebepleri de ihtiva eden bir ifadedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s) "Eller de zina eder; gözler de zina eder. Kişinin ayakları ile avret mahalli de, ya bunlara uyar, onları doğrular, yahut uymaz" buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk, "evlatlarını öldürmemeleri.." ifadesiyle, cahiliyye dönemindekiierin yaptığı gibi, kız çocuklarının diri diri gömülmelerini kastetmiştir. Ve bu ifade, çocuğu ve diğer şeyleri öldürme gibi, her çeşit kötülük hakkında genel bir ifadedir. Ayetteki, "bir iftira uydurup getirmemeleri" ifadesi kocasından olmayan bir çocuğu, kocasına, aileye katmaktan men eden bir ifade olması da muhtemeldir. Nitekim İbn Abbas buna, "Hiçbir kadın, kocasına ondan olmayan bir çocuğu nisbet etmesin, nesebine katmasın..." anlamını vermiştir. Ferrâ da şöyle demektedir: "Kadın, bir çocuk buluyor ve kocasına, "Bu, senden olan, benim cocuğumdur" diyordu. İşte, kadınların elleriyle ayaklan arasında uydurup düzdükleri bühtan budur! Zira, annesi çocuğunu emzirdiğinde, çocuk, annesini elleriyle ayakları arasında bir konumda bulunur. Bu ayet-i kerimenin manası, o kadınları zinadan nehy konusu değildir. Zira, zinadan nehyeden ifade, az önce geçmişti"
Okumanın Değeri Okumayı alışkanlık hâline getirmek bugünkü okulun ve eğitimin başlıca amacıdır. Bütün eğitim ve öğretim kurumları, çeşitli araçlarla bu amacın gerçekleşmesine çalışmaktadır. Çünkü sadece bireylerin gelişmesi için değil, ulusların kalkınma ve yükselme davasında da bu nokta, ihmal edilmeyecek bir gerçektir. Okumak gibi soylu bir hareketten, kitap gibi iyi bir arkadaştan kim vardır ki kendini uzak tutsun, yararını ve gerekliliğini inkâr etsin? Muhakkak ki iyi memur, iyi işçi, iyi tüccar, iyi sanatçı… kısacası iyi vatandaş, daha çok okumuş ve okuyan kimseler arasından çıkmıştır ve çıkacaktır. Hoace Mann (Hos Man), okumanın gücünü şöyle anlatır: “Eğer mümkün olsaydı her karış toprağa buğday eker gibi kitap ekerdim.” Kitap, ruh dengesini sağlayan bir araç, bir teselli ve huzur kaynağı olduğu kadar uygar ve teknik bir gerekliliktir de. Bunun içindir ki toplumlar, uygarlık yolunda ilerledikçe kitaptan uzaklaşmak şöyle dursun, ona yaklaşmakta, ondan ayrılamamaktadır. Bir zamanlar sinema, radyo, televizyon gibi teknik araçlar karşısında kitabın gözden düşeceğini ileri sürenler görüldü ise de yıllar sonra anlaşıldı ki kitap için bir tehlike söz konusu değildir. Kitap hiçbir zaman değerini kaybetmeyecektir. Artık herkesçe benimsenmiştir ki bir insanın kültür ve bilgi düzeyini sadece gördüğü öğrenim derecesiyle değil, okuldan sonra, okuduğu kitaplarla ölçmek mümkündür. Çünkü hayatta, bir iş, bir meslek adamı olarak yapılan okuma, hayat için okumadır. Zoraki ve baskı altında olmayarak yapılan bir okuma, elbette daha verimlidir, daha anlamlıdır ve bir ihtiyacın karşılığıdır. Bu nitelikteki bir okuma insana araştırma, bulma ve bunları birleştirme zevki verir. İşte bütün sorun, bu geliştirici ve planlı okumayı okul sıralarında alışkanlık hâline getirebilmektir. Okuma alışkanlığı olan bir çocuk ise hızlı okuma yeteneği kazanarak kolaylıkla yeni bilgiler edinmenin, anlamanın, hissetmenin zevkini tadacak; okurken sıkılmayacaktır. Okudukları sayesinde kelime hazinesi zenginleşmiş olacağından sözlü ve yazılı anlatımda da güçlük çekmeyecektir. Okuma; önce harf yığınları üzerinde mekanik bir çalışma, sonra da onların altındaki gizli anlamları kavrama demektir. Okuduklarımızdan yararlanabilmede; hızlı okumanın ve tekrarlamanın önemi büyüktür. Ağır giden bir okumadan bazen hiçbir şey anlamak mümkün değildir. Okumaktan zevk alabilmek için hızlı okumak ve okuma tekniğini bilmek gerekir. Kekeleyerek ve karmakarışık konuşarak okuldan çıkan bir çocuk, hayatta okuma zevkini tadamayacağı gibi bildiğini de unutacaktır. Bir eseri tekrar okumak, ilk okumada görülemeyen, sezilemeyen yerleri görmek ve kavramak bakımlarından önemlidir. Kitap, dersini her zaman tekrarlamaya hazır bir öğretmen olduğuna göre her başvuruşumuzda bize yeni bir şeyler öğretecektir. Enver Naci GÖKŞEN
Bu video 24/04/2016 tarihinde yayınlanan “Yürüyün Şeytan ve Avenesine Rağmen!..” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/canli-... “Siz, usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayan; kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin de önünü almaya çalışan insanlar olmalısınız!” *Mü'minlerin en önemli vazifelerinden biri iyilik, doğruluk ve güzelliğin temsilcisi ve teşvikçisi olmalarıdır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ “(Ey Ümmet-i Muhammed!) Siz, insanların iyiliğine olarak ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayar, kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin önünü almaya çalışırsınız; elbette Allah'a inanıyor (ve bunu da zaten inancınızdan dolayı ve onun gereği olarak yapıyorsunuz). Eğer Kitap (Tevrat) Ehli de (sizin gibi) iman etmiş olsaydı, (keşke şimdi olsun etseler,) hiç şüphesiz bu haklarında hayırlı olurdu. Gerçi içlerinde (gerçekten inanmış) mü'minler de vardır, fakat onların çoğu (Din'den çıkmış) fasıklardır.” (Âl-i İmrân, 3/110) *Mü'minlerin aksine münafıklar kötülük ve çirkinliği teşvik edip yayarken, iyilik, doğruluk ve güzelliğin önünü almaya çalışırlar: *اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِن بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ نَسُوا اللّهَ فَنَسِيَهُمْ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ “Erkek olsun kadın olsun, bütün münafıklar birbirinin aynısıdır: kötülük ve çirkinliği teşvik edip yayarken, iyilik, doğruluk ve güzelliğin önünü almaya çalışırlar; ellerini de hayır, iyilik ve Allah yolunda infaktan yana pek sıkı tutarlar. Onlar (hayatlarında kulluk noktasında) Allah'ı unuttular; Allah da (mükâfat noktasında) onları ‘unutup' terketti. Muhakkak ki münafıklar, fasıkların (Allah'a itaatsizlikte, günahta ısrarlı olanların) ta kendileridir.” (Tevbe, 9/67) *Aynı hakikat bir ayet-i kerimede de şöyle ifade edilmektedir: وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُولَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar birbirlerinin velîleri, çok yakın yardımcıları ve birbirlerinin işlerine vekildirler. Usulü dairesinde doğruyu ve iyiliği teşvik edip yayar, yanlışın ve kötülüklerin önünü almaya çalışırlar. Namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılarlar ve zekâtı tastamam verirler; Allah'a ve Rasûlü'ne daima itaat içindedir onlar. Onlardır Allah'ın merhametle muamele edeceği seçkin kimseler. Hiç şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.” (Tevbe, 9/71) Şayet hak yoldaysanız, şeytan ve avenesinin karşınıza çıkması meselesi Kur'ânî bir realitedir. *Hazreti Üstad'ın doktorluğunu yapmış olan Sadullah Nutku Ağabey, “Kızımı gelin edemedim.. oğlumu everemedim.” diye diye ölen ve ruhunu teslim ettikten sonra sol gözü bir türlü kapanmayan bir hastasının halini yorumlarken demişti ki: “Sol göz dünyaya, sağ göz âhirete bakar. Tûl-i emel ile, dünyada daha yapacak işleri olduğunu düşünerek öldüğünden sol gözü açık gitti.” Evet, iki gözünü de dünyaya teksif eden ahireti göremez. Hâlbuki dünyaya dünyalığı ahirete de ebedîliği ölçüsünde teveccüh etmek lazımdır.
Bu podcast yayınında müzakere edilen ayetler: 10: Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir. 11: Bedevîlerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki: «Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile.» Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 12: Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak etmiş bir topluluk oldunuz.
https://www.youtube.com/watch?v=h4rwwyqiI0c YİRMİ ALTINCI SÖZ İkinci Mebhas Eğer desen: Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir? Elcevap: Yedi vech ile. … ALTINCISI [Gayet müdakkik âlimlere mahsus bir hakikattir]: Cüz-ü ihtiyarînin üssü'l-esası olan meyelân, Maturidîce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat Eş'arî ona mevcut nazarıyla baktığı için, abde vermemiş. Fakat o meyelândaki tasarruf, Eş'ariyece bir emr-i itibarîdir. Öyle ise o meyelân, o tasarruf, bir emr-i nisbîdir. Muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur. Emr-i itibarî ise, illet-i tâmme istemez ki, illet-i tâmme vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı ref' etsin. Belki o emr-i itibarînin illeti, bir rüçhâniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibarî sübut bulabilir. Öyle ise, o anda onu terk edebilir. Kur'ân ona o anda diyebilir ki, "Şu şerdir, yapma." Evet, eğer abd, hâlık-ı ef'âli bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref olurdu. Çünkü ilm-i usul ve hikmette, مَالَمْ يَجِبْ لَمْ يُوجَدْ kaidesince mukarrerdir ki, "Bir şey vâcip olmazsa, vücuda gelmez." Yani, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücuda gelebilir. İllet-i tâmme ise, malûlu, bizzarure ve bilvücub iktiza ediyor. O vakit ihtiyar kalmaz.
Bu video 25/12/2016 tarihinde yayınlanan "GÜZEL ÂKIBET MÜTTAKÎLERİNDİR!.." isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Kasas suresinde Kârûn ile alakalı şöyle buyuruluyor: إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لاَ تَفْرَحْ إِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ الْفَرِحِينَ “(Sapkınlardan biri olan) Kârûn Hazreti Musa'nın kavmindendi; fakat (Firavun'la işbirliği yapıp) onlara karşı saldırgan bir hâl aldı. Ona hazineler dolusu öyle bir servet vermiştik ki, anahtarlarını bile güçlü kuvvetli bir grup insan ancak taşırdı. Halkı kendisine, ‘Servetinle gururlanıp şımarma. Muhakkak ki Allah şımaranları sevmez!' diye ikazda bulunurdu.” (Kasas, 28/76) Kârûn, İsrailoğulları'ndandı; Hazreti Musa'nın yanında idi. Fakat servet ve imkan yolları açılınca ona, o servet ile, imkan ile, kuvvet ile, şöhret ile zehirlendi. Kuvvet, ikbal arzusu, dünyevî imkânlar ve hased gibi duygular çoklarını zehirlemiştir; Kârûn da bunlarla zehirlenmiş bir talihsizdir. İnsanı zehirleyen bu türlü şeyler vardır: Bazen kuvvet insanı zehirler; insan farkına varamaz; başı döner, bakışı bulanır, ne yapacağını bilemez hale gelir. Belki de çok defa bu mesele biraz daha onu ileriye götürünce, o sağa-sola saldıran saldırgan bir mahlûk haline gelir, önüne gelen herkesi ısırır. Hatta böyleleri ısıracak kimse bulamayınca kendilerine zarar verirler; hani bazılarının gidip duvarlara tekme attıkları gibi, önlerindeki yemek masalarına tekme atıp onları devirdikleri gibi, yemek tabaklarını elleriyle alıp sağa-sola savurdukları gibi, duvarlara tekme savurdukları gibi, tekme atacak birini bulamayınca, kendi kendilerine tekme atar, kendi kendilerini yumruklarlar, hafizanallah. Bu, zehirlenmenin neticesidir. Dünyevî imkânlar, insanı zehirler. Kuvvet, insanı zehirler. İkbal duygusu, insanı zehirler. Evet, dünyevî imkânlar da insanı zehirler; o insan da sarhoşa döner, ne yapacağını bilemez hale gelir. Zavallı Kârûn, servetiyle, böyle sersemleşmişti. Evvelâ Allah'tan kopmuştu, sonra Hazreti Musa'dan kopmuştu. Kur'an'da zikredildiği yerde, bazen “Firavun, Hâmân, Kârûn” şeklinde sıralanıyor. Fakat siyak-sibak itibariyle servetin insanı çıldırttığı yerde, “Kârûn, Firavun, Hâmân” deniyor ki, orada Kârûn, Firavun'un bile önüne geçiyor. Bazen zehirlenmeler, insanı o hale getirir ki, insanlığından çıkarır. Mesela hased zehirlenmesi, mesela çekememezlik zehirlenmesi, mesela yapamadığı şeyleri başkalarının yapması zehirlenmesi, insanı o hale getirir ki!.. Dünyanın dört bir yanında elli türlü dinî telakkiye sahip insanlar bağırlarını açtıkları halde, hased, yanı başınızda, belki çok defa sizinle beraber secdeye kapanan ve el-pençe divan duran o insanları öylesine zehirler ki, hafizanallah, gâvurdan daha fazla kötülük yapmaya salar onları. Şairin ifadesiyle, öyle bir isyan deryasına yelken açarlar ki, bir kere daha geriye çıkmaya fırsat bulamazlar; o derya, alır sürükler götürür onları, tâ mezar çukuruna kadar götürür; mezar çukuruna kadar, hafizanallah.