Podcasts about arap bahar

  • 19PODCASTS
  • 64EPISODES
  • 18mAVG DURATION
  • 1EPISODE EVERY OTHER WEEK
  • Sep 6, 2024LATEST

POPULARITY

20172018201920202021202220232024


Best podcasts about arap bahar

Latest podcast episodes about arap bahar

EKSEN
'Erdoğan-Sisi görüşmesi sonrası geriye kalan tek konu Suriye dosyası'

EKSEN

Play Episode Listen Later Sep 6, 2024 84:09


Gökhan Çınkara'ya göre Türkiye ve Mısır ilişkileri süratle iyiye gidecek. Doğu Akdeniz, Afrika Boynuzu ve ekonomik alanlarda işbirliğinin öne çıkacağını dile getiren Dr. Çınkara'ya göre, Arap Baharı sonrası Türkiye'nin geriye kalan son normalleşme dosyası Suriye.

Yeni Şafak Podcast
KADİR ÜSTÜN - Türk-Amerikan ilişkilerinde devamlılık ve değişim

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Aug 23, 2024 6:17


Amerikan seçim sonuçları ve iktidar değişimlerinin neredeyse bütün dünyayı ilgilendiren boyutları olur. Her ne kadar birçok dış politika meselesinde devamlılık esas olsa da hem yeni başkanın profili hem de politika tercihleri Amerikan dış politika önceliklerini belirler. Kasım ayında yapılacak seçimlerde yarışan Trump ve Harris'in son derece farklılık arz eden siyasi kimlikleri Amerika'nın küresel ve bölgesel meselelere yaklaşımında belirleyici olacak. Türkiye'yle ilişkilerin geleceği açısından bakıldığında ise hem devamlılık hem de değişim beklemek yanlış olmayacaktır. Washington'la Ankara arasında dönemsel olarak ortaya çıkan krizlerin her zaman aşılabildiğini söylemek de zordur. Buna rağmen NATO müttefikliğinin getirdiği kurumsal altyapının, Türkiye'nin bölgesel ağır sıklet olmasının ve Amerikan dış politikasının süreklilik arz eden politikalarının ikili ilişkilerde istikrar sağlayıcı unsurlar olduğu söylenebilir. Türk-Amerikan ilişkileri aslında her dönem inişli çıkışlı bir karakter göstermiştir. İlişkilerin en istikrarlı olduğu varsayılan Soğuk Savaş döneminde bile Kıbrıs meselesinin Türkiye'ye yaptırımları gündeme getirmesi bunun bir örneğidir. 1991'deki Irak müdahalesine destek veren Türkiye, 90'lı yıllardaki terörle mücadele bağlamında Kongre'nin insan hakları eleştirilerinin hedefi olmuştur. Türkiye 2000'lerde Irak'ın işgali için kuzey cephesi açmayı reddedince yaşanan krizin orta vadedeki etkileri, 2008'de Obama'nın İslam dünyasıyla ilişkileri düzeltme çabaları bağlamında Türkiye'nin anahtar ülke görülmesiyle aşılmıştır. Arap Baharı'nın başındaki Türkiye'nin bölge için model ülke olabileceği tezinin yarattığı pozitif dinamik, Suriye iç savaşında ABD'nin PKK'nın Suriye kolu olan PYD'yi desteklemesiyle ikili ilişkilerde kanayan bir yara haline gelmiştir.

Yeni Şafak Podcast
TAHA KILINÇ - Hamas'ın Geleceği

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Aug 10, 2024 4:20


İsmail Heniyye'nin İran'ın başkenti Tahran'da şüpheli bir suikasta kurban gitmesinin ardından, İslâmî Direniş Hareketi (Hamas) liderliğine Yahyâ Sinvâr getirildi. Hamas'ı yakından ve içeriden takip edenler için, bu görevlendirme sürpriz değildi şüphesiz. Son birkaç yıldır teşkilât içindeki ağırlığını giderek artıran Sinvâr, Aksâ Tufanı'ndan sonra kitlelere de mal olmaya başlamış bir isim. Dolayısıyla, Sinvâr'ın seçilmesi, Hamas açısından bir tür mecburi istikamet sayılabilir. “Arap Baharı” adı verilen bölgesel türbülânsın oluşturduğu yeni atmosfer ve bilhassa 2013'te Mısır'da gerçekleştirilen askerî darbenin ardından, Hamas içinde bir ayrışma giderek bariz hale gelmişti. İç politik kaygılarla “Siyasal İslâm'la mücadele” konseptini uygulamaya koyan bazı bölge ülkelerinin Hamas'ı “terörist organizasyon” olarak değerlendirmesi nedeniyle, teşkilât saflarında merhum İsmail Heniyye ile birlikte Yahyâ Sinvâr'ın da dâhil olduğu bir kamp, İran'la yakınlaşmaya başladı. Bazı Arap devletlerinin açık düşmanlığına karşın İran'ın Hamas'a sağladığı destek, bu yakınlığın ana gerekçesini oluşturuyordu. Hâlid Meşal'in içinde bulunduğu diğer kamp ise, Türkiye- Katar eksenine yakın duruyor, hareketin istikbali açısından, Hamas'ın bölge ülkeleriyle ilişkilerinde denge politikası gütmenin daha mantıklı olacağını savunuyordu. Hem söz konusu Arap devletlerinin gittikçe artan düşmanlığı hem de 7 Ekim'den bu yana İsrail'in Gazze'de uyguladığı soykırımın korkunç boyutlara ulaşması, İran-Hamas ilişkilerini “stratejik ortaklık” seviyesine yükseltti. Nihayet Yahyâ Sinvâr'ın liderliğe seçilmesi, bu durumun somut bir kanıtı olarak karşımızda duruyor. İran mahfillerinin Hâlid Meşal'in yeniden Hamas liderliğini üstlenmemesi için yoğun şekilde kulis yaptığı, Meşal'in de baskılardan dolayı epey bunaldığı biliniyor. Mevcut atmosferde, Hamas içinde İran'ın desteklediği bir adayın kazanması gayet anlaşılır. Zira Gazze'de yaşanan fiilî durum, “Şimdiye kadar diplomasi ve müzakere kanalları kullanıldı da ne oldu? İnceldiği yerden kopsun!” düşüncesini benimseyen insanların çoğalmasına yol açtı. Keza şu yorum da epey taraftar buluyor: “Arap ve Müslüman kardeşleri, Hamas'ı yeterince desteklemiyor. Hatta birçoğu itiyor, öteki haline getiriyor ve düşmanlaştırıyor. Hamas'a İran'dan başka gidecek kapı bırakmadılar!” Meselenin “konjonktürel mecburiyetler” kısmını bir yana bırakırsak, İran-Hamas yakınlaşması, teşkilâtın geleceğiyle alakalı bazı durumların konuşulmasını gerektiriyor. Şu üç noktanın anlaşılması, özellikle çok mühim:

Yeni Şafak Podcast
TURGAY YERLİKAYA - Yumuşak Bir Karın: Sığınmacılar Konusu

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 4, 2024 5:33


2018 seçimleri ile siyaset alanına taşınan ve 2019 sonrasında siyasi partilerin doğrudan seçim malzemesi haline gelen sığınmacılar konusu, Türkiye'nin kritik ve öncelikli sorunları arasındadır. Öyle ki bazı dönemlerde sığınmacılar üzerinden oluşan toplumsal hareketlilik, kısa sürede manipüle edilebilir bir vaziyet almakta ve bir güvenlik sorununa dönüşebilmektedir. Zaman zaman Batı'daki popülist ve aşırı sağ siyasetin argümanları ile tartışılan bu konunun ne denli önemli olduğu Kayseri ve sonrasında Türkiye'nin muhtelif yerlerinde cereyan eden taşkınlarla daha açık biçimde görüldü. Sosyal medyanın yeterince regüle edilmemiş yapısı ve manipülatif içeriklere kolayca alan açması bu taşkınların yayılmasında doğrudan etkili olabilmektedir. Bireysel adi bir suçu bahane ederek sokağı manipüle eden insanların bir ırka mensubiyetleri nedeniyle onların yaşam alanlarına yönelik mütecaviz hareketleri ve tedhiş eylemleri öncesinde yoğun bir sosyal medya dezenformasyonu olmakta ve kitleler bu yolla galeyana getirilmektedir. Hiç kuşkusuz konunun istihbari yönü ve eylemlerde yer alanların motivasyonları üzerine bir tartışma yapılabilir. Fakat her ne olursa olsun bu tür hadiseleri kitlesel bir eyleme dönüştürme ve Türkiye'nin güvenliğini riske edebilecek bir ortamın tesisi her an için mümkün olabilmektedir. Üç Aşamalı Analiz Uzun bir tarihi olan bu sorunun üç aşamalı analiz edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Birinci aşama Suriye'deki istikrarsızlığın sebebi ve Türkiye'nin yoğun bir sığınmacı hareketliliğine konu olması. İkincisi ise Türkiye'nin sığınmacı politikası ve bu politikaların siyasal alana taşınması. Üçüncü aşama gerçeklikle ilgisi olmayan manipülatif içerikler üzerinden toplumsal gerginlik oluşturarak kaotik bir ortamın tesis edilmesi. İlk aşamada Suriye'nin Arap Baharı sürecine verdiği tepki ve içerideki demokratikleşme taleplerine yönelik katı ve baskıcı tutumu Suriye'yi bir iç savaşın eşiğine getirdi. Esad'ın, rejimi her şeye rağmen ayakta tutma çabalarına bölgesel çıkarları gereği entegre olan Rusya ve İran'ın sürece müdahil olması iç savaşın kanlı bir bilanço oluşturmasına neden oldu.

Yeni Şafak Podcast
İHSAN AKTAŞ - İstikrar Oluşturucu Güç: Türkiye

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 1, 2024 4:16


Bu hafta, Türkiye ile Suriye arasında gelişen diyalog sürecine bakınca, insan ister istemez geriye dönük 15 yıla bir göz atmak istiyor. Arap Baharı, fırtına gibi önüne gelen devletleri yıkıp geçmiş, Tunus demokrasiye geçiş yapmış, Mısır çok partili hayata adım atmış, Libya ise Kaddafi'nin devrilmesiyle sarsılmıştı. Mısır ve Tunus'un demokrasi arayışları destansı bir dille dünya medyasında yer bulurken, Kaddafi'nin taşlanarak öldürülmesi ise insanların içini sızlattı. Kaddafi, halkına iyi davranmış ve istikrarlı bir şekilde Libya'yı güçlü bir devlet olarak yönetmişti; Libya sadece Afrika'nın petrol kaynağı değil, zengin ve güçlü bir ülkeydi. Arap Baharı'nın rüzgârıyla herkes etkilenmişti ancak merak edilen bir konu vardı: 200 yıldır bu bölgelerde etkili olan Batılı devletler ne zaman oyunlarını ortaya koyacaklar ve sular nasıl bulanıklaşacak? Bu insanlar, yıllardır sömürülmeye devam ediyorlar; Batı'nın çıkar ve menfaatleri için demokrasi adına vazgeçeceğini kim düşünebilir ki? Sömürgeciler adım adım işgalci ve sömürücü geçmişlerini hatırlatan adımlar atmaya başladılar. Ancak planlarını yaparken endişelendikleri bir mesele vardı: Türkiye. Türkiye, Erdoğan önderliğinde vesayete karşı kazanılan bir mücadele sonrasında zengin ve güçlü bir ülke olarak altyapısını tamamladı. Türkiye, milli politikaları ile Batı çıkarlarına meydan okuyan bir duruş sergilemeye başladı. Arap Baharı'nın hedeflerinden biri olarak Türkiye'nin yıkılması gerektiği, Suriye iç savaşı sırasında anlaşıldı. Bugün Türkiye'nin küresel vizyonu ve dış politika yetkinliği, 2010'lardaki sorunlarla karşılaşsa sonuçların farklı olacağını gösteriyor. Son on yılda Türkiye, olağanüstü bir birikim oluşturdu. Dünya meselelerini en iyi okuyan liderden bahsediyorsak, o da Erdoğan'dır. Bu gerçeği dünya devletleri de fark etti; sadece Ukrayna-Rusya savaşındaki Türkiye'nin tutumu, Türkiye'nin küresel meselelerdeki konumunu açıkça gösteriyor. Türkiye, neden istikrar oluşturan bir güç haline geldi? İngiltere için, ayak bastığı yerde düzen kurma kültürü vardır. ABD içinse yıkıcılık ve kaos üretmek dışında belirgin bir maharet gözlenmez. ABD'nin Afganistan, Irak ve Yemen'deki yıkıcı etkilerine bakıldığında bu açıkça görülebilir. Libya ikiye bölünmüş ve iç savaş halindeyken, BM'nin tanıdığı meşru hükümete rağmen Mısır, BAE, Yunanistan, Rusya, ABD ve İsrail gibi ülkelerin dengeleri belirlediği dikkat çekiyordu. Türkiye, meşru hükümetin yanında duran tek ülke olarak öne çıktı; bugün Libya'da yüzde yüz bir istikrar oluşmamış olsa da Türkiye'nin etkisiyle dengeli bir durum sağlanmış, iç savaş önlendi. Tarihsel bir misyon olan Türkiye'nin imparatorluk geçmişi, devlet tecrübesi ve liderlik misyonu ile istikrar oluşturan bir güce dönüşmesi açıktır.

Yeni Şafak Podcast
Turgay Yerlikaya - Türkiye ekseni ve politik çeşitlilik: Çin ziyareti

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jun 10, 2024 5:35


2010'a kadar kısmen Batı ile entegre ve bağımlı bir siyaset ekseninde dış politika anlayışı izleyen Türkiye, 2010 ve sonrasında eksenini genişleten ve otonomi arayışında olan bir ülke konumuna evrildi. Ortadoğu ve Afrika sathında genişleyen ilişkilere paralel olarak Rusya ile çeşitli düzeylerde sürdürülen temaslar, Türkiye'nin ekseninin ne olduğu ile ilgili tartışmaları da artırdı. Özellikle Arap Baharı sürecinde demokratik kültür açısından önemli bir örneklik teşkil eden Türkiye, rol model olma konusunda da yeni bir ölçek geliştirdi. Eksen kayması ya da Yeni Osmanlıcılık olarak etiketlenen bu siyasetin temel amacı, kendi çıkarlarını eksen alan bir Türkiye'yi inşa etmekti. Elbette bu tür bir arayışın finansal, askeri ve politik açıdan da çeşitli meydan okumalara muhatap olması kaçınılmazdı. Son günlerde Dışişleri Bakanı Fidan'ın Çin ziyareti ile gündeme gelen tartışmalara bakıldığında, 2010'larla paralel bir içerik ve bağlamın söz konusu olduğu görülmektedir. Batı'dan bakıldığında Türkiye ve Çin arasındaki olası yakınlaşmanın bölgede bir müttefikin kaybı olarak yorumlandığını ve Asya-Pasifik'e kayan güç dengesinde bir aktörün daha yer değiştirme ihtimalinin söz konusu edildiği görülmektedir. Türkiye'nin özellikle alternatif bir güç potansiyeli olma yolunda önemli bir aşama kaydeden BRICS'e katılma ihtimali de bu bağlamda değerlendirilen bir başlık.

Yeni Şafak Podcast
SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN - Güneyimizde Bir PKK Devleti Mi Kuruluyor??

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 29, 2024 6:20


Milliyetçilikler çok çeşitlidir. Bu çeşitlilik, milliyetçiliklere karşı milliyetçilikler olarak da anlaşılabilir. Eğer millet saf bir siyâsal-hukûkî varlık olarak tanınıyorsa buna etnik temelli başka milliyetçiliklerden itirazlar gelecektir. Burada siyâsal kıstaslarla kültürel kıstaslar çatışacaktır. I.Umûmî Harp evvelinde, Wilson prensipleri olarak hatırlanan ve çok dikkât çekici bir şekilde Lenin'den de destek bulan, milletlerin kendi kaderini belirleme hakkı tam da bu itirazları ihtiva etmektedir. II.Umûmî Harb'in akabinde inşâ edilen Yeni Dünyâ Düzeninde bu ilkeler reddedilmese de geriletilmiştir. Yeni düzende, temel olarak mevcut siyâsal sınırların korunması ilkesi kabûl edilmiştir. Ama etnik milliyetçiliklere de kapı kapatılmış değildir. Sanki melez bir anlayıştır bu. Merkezde siyâsî bir gövde korunmakta; ama etnik temelli milliyetçiliklere bu gövde içinde kompartımanlar açılmakta, federasyon tarzı çözümler teşvik edilmektedir. Bahsi geçen anlayış en başta Batı ile; yâni hem kuvvetli feodal köklere sâhip Avrupa siyâsal kültürü ve geleneğiyle olduğu kadar ABD'deki târihsel tecrübelerle de uyumludur. Sovyetler Birliği de benzer bir yapılanma olarak tezâhür etmişti. Bu bakış, sistemik olduğu kadar kaotik sâhalar oluşturmakta işlev görmüştür. Bilhassa Ortadoğu'nun Arap Baharı üzerinden istikrarsızlaştırılmasında ikinci işlevin hayâta geçirilmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bugün Libya, Sûriye ve Irak'da ortaya çıkan manzaralar tam da buna işâret etmektedir. Artık kimse kolay kolay bu devletlerin yeniden siyâsal coğrâfî bir birlik sağlayacağını iddia edecek durumda olamaz. Bu kaotik durum iki şekilde aşılabilir. Bunlardan ilki tam bir ayrışmadır. Meselâ Libya'dan Batı ve Doğu Libya devletleri çıkar. Irak düşünüyorsa; buradan da en az üç devletin neşet edeceğini öngörebiliriz. Irak, kuzeyde, eğer aralarında anlaşabilirlerse Barzânî ve Talabânî kuvvetlerini içine alan bir Kürt Devleti, orta mıntıkalarda bir Sünnî Arap Devleti, güneyde ise Şiî devleti olarak üçe taksim edilebilecek olabilir. Sûriye'ye gelince de manzara farklı durmuyor. Kıyı şeridinde bir Esad rejimin hükmettiği bir Sûriye, kuzeyde ise belki de Irak'takine eklemlenerek büyütülmek istenecek bir PKK Devleti, aşağılarda ise kukla olmasına ihtimam gösterilecek bir Sünnî Arap Devleti kurulabilir. Tabiî bunlar sâdece birer taslaktır.

Yeni Şafak Podcast
TAHA KILINÇ - HAMAS'I İSRAİL Mİ KURDU?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Feb 17, 2024 4:47


Pek çok konuda dedikodu kabilinden söylentilerin gerçek bilginin yerini aldığı ve milyonların ağzında sakıza dönüştüğü ülkemizde, Hamas'la alakalı şöyle bir iddianın dile getirildiğine şahit oluyoruz: “Hamas'ı İsrail kurdu”. İddia sahipleri, 1980'lerin Filistin'ine dair zihinlerinde kurguladıkları senaryoyu sahneye sürüyor: “İsrail, Yâser Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) zayıflatmak için, radikal Filistinli gençlerden bir grup oluşturdu. İsrail istihbaratının desteğiyle ve yönlendirmesiyle FKÖ hedeflerine saldıran bu gençler, daha sonra Hamas'ı meydana getirdi.” Laf burada kalmıyor elbette, günümüze de intikal ediyor: “İsrail'in Hamas'a yönelik saldırıları, tamamen bilinçli bir stratejinin parçasıdır. Hamas, İsrail'in Filistin halkını yok etmek için hazırladığı bir mizansendir.” Hatta bazı yorumcular, hızlarını alamayarak şu noktaya sürükleniyor: “Siyasal İslâmcılar, İsrail'in tuzağına düştü!” Buna benzer değerlendirmeler, daha eski tarihlerde Müslüman Kardeşler Teşkilâtı (İhvân) için de yapılmıştı. Bugün bile İhvân'ı İngilizlerin kurduğunu ve palazlandırdığını, İhvân'ın on yıllar boyunca Londra'dan yönetildiğini ve İhvân mensuplarının İngilizlere çalıştığını ciddiyetle savunan insanlara rastlamak mümkün. Keza, “Arap Baharı” adı verilen bölgesel türbülansı sadece ve sadece “Batılıların Müslümanlara kurduğu tuzak” şeklinde okuyanlar da çoktur: Planlar yıllar önce hazırlanmış, sonra gerekli şartlar oluşturulmuş ve zamanı gelince “düğmeye” basılmıştır. Evet, o esrarengiz “düğme” kelimesi bu tür değerlendirmelerde kilit konumdadır. Ve ne hikmetse, düğme hep bizim sırtımızdadır, düğmeye basanlar da hep Batılılardır ve “dış mihrak”lardır. Müslümanların bastığı tek bir “düğme”den söz edilmez. Ezkaza Müslümanlar bir düğmeye basacak olsa, buna -tabii ki kendi planlarının gerçekleşmesi için- müsaade edenler de yine Batılılardır… Bu tür masa başı ezbere analizler, şu üç sebeple bizi vahim yanılgılara ve algı çarpılmalarına sürükler: 1. Bir şeyi yabancıların yapması ve kurgulamasıyla, zaten var olan hareketlilik ve potansiyellerin “dış mihraklar” tarafından istismar edilerek rotasından saptırılması / saptırılmaya çalışılması, tamamen ayrı şeylerdir. Bunlar birbirine karıştırılırsa, Müslümanların düşmanlarına olağanüstü güçler ve insanüstü yetenekler atfetmek hatasına düşülür. İsrail istihbaratı mesela, adeta “her şeye kâdir” ve “her attığını hatasız vuran usta bir avcı” biçiminde akıllara yerleşir. Kimse Mossad'ın fiyaskolarından ve istihbarat zafiyetlerinden söz etmez olur. 2. Böyle kaba genellemeler, yerel dengeleri göz ardı ettiği ve hadiseleri şekillendiren sebep-sonuç zincirini parçaladığı için, meselelerin doğru biçimde anlaşılmasını imkânsızlaştırır. Örneğin Arap Baharı'nı sadece “dış etkiler” üzerinden okursanız, insanları öfkelendirip sokaklara döken iç sebepleri ıskalamış, diktatör rejimleri de aklamış olursunuz. Böylece, şu kritik kural saf dışı kalır: Hiçbir dış mihrak, iç sebepler olmadan, yazdığı senaryoyu sahneleyemez. 3. En önemlisi: Bu türden yorumlar, İslâm dünyasını, gelen-geçen herkesin istediği gibi at koşturduğu ve mensuplarının sürekli “dış mihraklar”dan gol yediği bir coğrafya olarak; Müslümanları da devamlı ezilen, kandırılan, tokatlanan ve oyun dışına itilen ahmaklar sürüsü şeklinde tanımlar. Oysa Batılılar veya “dış güçler” tasvir edildiği biçimde “mükemmel” senaristler olmadığı gibi, Müslümanların eli de tümüyle armut toplamıyor. Ayrıca her oyun ve senaryonun sahnelenişi sırasında sayısız sürpriz yaşanıyor, gidişat hiçbir zaman başta kurgulandığı biçimde ilerlemiyor.

Yeni Şafak Podcast
Taha Kılınç - Gannûşî'nin suçu ne?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Feb 9, 2024 4:37


Tunus'ta Nahda Hareketi lideri Râşid Gannûşî'nin üç yıl hapis cezasına çarptırıldığı haberini Fas seyahatim sırasında almıştım. Tunus'a da yakın zamanda bir ziyaret yapmış olduğum için, Mağrib coğrafyasının farklı ülkelerindeki siyasî atmosferi sahada değerlendirme ve ülkeleri birbiriyle kıyaslama imkânı buldum. Üstelik Gannûşî'yi daha önceki Tunus seyahatlerimden birinde evinde ziyaret etmiş, kendisiyle mülakat yapmıştım. (O mülakatta, Arap Baharı'nın gidişatına dair sorularıma öylesine ümitvar ve iyimser cevaplar vermişti ki, şaşırmaktan kendimi alamamıştım.) Yıllardır izlediğiniz ve nihayet şahsen de tanıştığınız biri, âhir ömründe tamamen politik ve sübjektif bir davada mahkûm olduğunda, hem onun bütün siyasî serüveni ve hayat çizgisi gözünüzde belirginleşiyor hem de duygularınız -ister istemez- işin içine dâhil oluyor. Rabat sokaklarını adımlarken, 2011'den bugünlere, Râşid Gannûşî'nin Tunus'ta hangi adımları attığını düşündüm: Cumhurbaşkanı Zeynelâbidin Bin Ali'nin devrilmesinin hemen akabinde, Tunus laiklerinin köpürttüğü “İslâmcılar, kimseye hayat hakkı tanımayacak!” tezviratları eşliğinde, yıllardır yaşadığı sürgünden ülkesine dönmüştü. Bütün dünyanın gözü “Arap Baharı'nın beşiği” sayılan Tunus'un üzerindeyken düzenlenen seçimler Nahda Hareketi'ni iktidara taşımış, ancak Gannûşî herhangi bir resmî görev almak yerine, kenarda durarak “âkil adam” pozisyonunu korumuştu. Ekonomik kriz, sosyal bunalım ve rekor boyutlardaki işsizlikle boğuşan Tunus'ta büyük beklentilerle başlayan Nahda iktidarı, kısa süre sonra hoşnutsuzluklara yol açmış; eş zamanlı olarak ülkenin önde gelen solcu liderlerinden ikisi suikasta kurban gitmiş, terör saldırıları da turizmi bitme noktasına getirmişti. Gidişatı derin bir ferasetle okuyan Gannûşî, 2014 genel seçimlerinden sonra partisini “ülkeyi yöneten koalisyon ortaklarından biri” olarak konumlandırmıştı. Nahda'yı “İslâmî hareket” çerçevesinden çıkararak, artık “Müslüman demokrat” olduklarını ilân eden Gannûşî, 2019 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “hukuk adamı” kimliğiyle bilinen Kays Saîd'i desteklemiş, Nahda ve diğer ana akım partilerin teveccühünü kazanan Saîd, yüzde 70'in üstünde oy oranıyla cumhurbaşkanı seçilmişti. Sonrası malum ve trajik: Hukuka riayet edeceği zannıyla desteklenen Saîd'in içinden tam bir otokrat despot çıktı ve Tunus'ta demokratik kuralları tamamen askıya alarak, kendi hâkimiyetini tesis etti. Ülke, Bin Ali devrine geri döndü.

Yeni Şafak Podcast
Taha Kılınç - Fas'tan haberler

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Feb 7, 2024 5:02


Bir süredir Fas'a yolum düşmemişti. Geçtiğimiz hafta, coğrafyamıza aynı hassasiyetlerle bakan bir arkadaş grubuyla yaptığımız beş günlük seyahat, hem Mağrib'i tekrar yoklamamı sağladı hem de Fas-Cezayir ilişkilerinin 2021 yazında tamamen kopmasından sonra ülkede oluşan atmosferi teneffüs etmeme yaradı. Dârulbeydâ'dan (Kazablanka) başladık; sırasıyla Rabat, Fes, Meknes ve Marâkeş'i adımladıktan sonra, yeniden Dârulbeydâ'ya geçerek İstanbul'a döndük. Kısa bir zaman dilimi içerisinde, birbirinden önemli tarihî şehirleri kolaçan etmek, bunu yaparken de nice koyu sohbetlere dalmak epey öğreticiydi. Fas'ta dikkatimi çeken ilk şey, bütün cadde ve sokakların -şimdiye kadar hiç görmediğim bir yoğunlukta- bayraklarla donatılmış olmasıydı. Bayram, tören veya dönemsel bir münasebet yerine, devletin takip ettiği yeni siyasetin bir yansımasıydı bu: “Faslılık” vurgusunu, millî bir kimlik olarak vatandaşın gözüne, kafasına ve kalbine kazımak. Fas, kâhir ekseriyetle Araplardan ve Berberîlerden oluştuğundan dolayı, etnik bir odak yerine “Faslılık” üst kimliğini öne çıkarmak tercih edilmiş. Kral VI. Muhammed, 2011'de “Arap Baharı” patlak verdiği zaman, ülkenin yarısını teşkil eden Berberî nüfusa önemli tavizler vermek durumunda kalmış, Berberîce “resmî dil” olarak her yerde görünür hale gelmişti. Anlaşılan, şimdi, ipin ucunun kaçmaya başladığı fark edilmiş. Söz konusu millî kimlik, Cezayir'le neredeyse bir asırdan bu yana devam eden ölümcül rekabetin de ateşleyici gücü olarak kullanılıyor. Fas Krallığı, resmî -ve gayrı resmî- biçimde kendisini Cezayir'den üstün gören bir yaklaşımı benimsiyor. Cezayir'in, Fas'ın hak iddia ettiği Batı Sahra bölgesindeki ayrılıkçı hareketleri desteklemesi, iki ülke ilişkilerini tam anlamıyla çıkmaza sürüklerken, Cezayir de Arap milliyetçiliği ve Filistin meselesi başta olmak üzere, Fas'a galebe çalabileceği hiçbir konuda bayrağı elinden düşürmüyor.

Yeni Şafak Podcast
SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN - İSVEÇ'E EVET DEMEK; BAZI İNTİBA VE TESPİTLER

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jan 24, 2024 6:16


Nihâyet beklenen gün geldi. TBMM'de İsveç'in NATO'ya üyeliği oylandı ve kâhir bir ekseriyetle kabûl edildi. Mesele basit olarak bir NATO devletinin, başka bir devletin NATO'ya kabûl edilmesini onaylanmasının çok ötesinde. Bu karârın esaslı bir kırılma olduğunu ve Türkiye'nin yakın geleceğini doğrudan alâkadar eden bir niteliği olduğunu baştan idrâk etmek gerekiyor. Bunu sonraki yazımda ele almayı planlıyorum. Bugün sâdece bâzı intibâ ve tespitlerimi ortaya koyacağım. Başlangıçta Türkiye, İsveç ve Finlandiya'nın müracaatının onaylanması husûsunda kendisine verdiği inisyatifi târihsel bir fırsat olarak algıladı. Türkiye Cumhûriyeti ile NATO'nun jeopolitiklerinin 1990'ların başından beri yaşamakta olduğu kesin kopuşun muhasebesini masaya taşımak niyetinde olduğumuzu açıkça ortaya koyduk. Bunda da son derecede haklıydık. NATO, güney komşularımız olan Irak ve Sûriye coğrafyalarını hallaç pamuğu gibi atmış, doğrudan Türkiye'nin varlığını tehdit eden bir PKK devletinin hemen sınırlarımızın başladığı yerde kurulmasını destekleyen ve özendiren bir jeopolitik ve jeostrateji tâkip etmekte ısrarlıydı. Bunu bir hayli geç idrâk ettiğimizi kaydetmeliyiz. Türkiye ile NATO arasındaki ilişkileri sarsan ilk ciddî şokları daha 1974 Kıbrıs Harekâtında ve Haşhaş meselesinde NATO ve ABD tarafından yediğimiz ambargolar sırasında hissettik. Ama bu tecrübeler bizi, 1990'larda NATO'nun komşu coğrafyalarımızı darmadağın etmek yolundaki plânının en büyük adımlarından olan Çekiç Güç harekâtlarına, NATO ezberlerimiz üzerinden uzun seneler boyunca destek vermekten alıkoymadı. PKK'nın münferit bir terör hareketi olduğunu düşünüyor; bunun uluslararası bir plânın parçası olduğunu idrâk edemiyorduk. PKK'ya destek veren Fransa ve Almanya'nın siyâsetlerini, “Canım bunlar Türkiye'yi zâten sevmezler; o sebepler terörü destekliyor” kabilinden yüzeysel değerlendirmelerle, kırgınlık ve kahırlanmalarla geçiştirdik. Askerlerimizin başına çuval geçirilip kelepçelenerek teslim alınmasını, Muavenet gemimizin vurulmasını şaşkınlıkla karşılıyorduk. Zihnimizin bir köşesinde bunların ârızî hâdiseler olduğu, gelip geçeceği yolunda sâbir bir düşünce vardı. Ama en beteri, Turgut Özal'ın “Bir koyup üç alırız” lâfında olduğu gibi, ABD'nin komşumuza saldırmasını Türkiye'nin büyümesi için bir fırsat olarak görmekti. Bunun ileri adımını 2010'lardaki Arap Baharı esnâsında da yaşadık. 2009 Davos ve One Minute çıkışı Türkiye'yi Arap sokağında çok prestijli hâle getirdi. Ama Arap Baharı tabloyu değiştirdi. Arap Baharı'nın doğurduğu dalgaların üzerinde sörf yaparak Türkiye'yi Ortadoğu'da yeniden patron yapacağını zannettik. Arap Baharı'nın nihayette bir NATO işi olduğunu, Arap kamuoylarının evvelâ gazını alıp, NATO'ya arıza çıkaran BAAS rejimlerinin tasfiye edilerek, akabinde NATO'ya sadâkatle çalışacak yeni idârelerin kurulmasıyla alâkalı olduğunu da göremedik. En hazini, 1974'de Kıbrıs müdahalemizi desteklemiş ve uçaklarımızın uçuşunu sağlamakta bize hayâtî bir destek vermiş olan Kaddafi'ye karşı düzenlenen saldırılara katılmamızdı. Hatâ üzerine hatâ yaptıran siyâsetlerdi bunlar. Neticede Katar ve kısmen Libya hâriç tutulacak olursa, tekmil Arap dünyâsından koptuk. Bugün Türkiye husûmeti ile hareket eden çok sayıda Arap devleti ile muhatâbız. 1 Mart Tezkeresi hâdisesinde bir refleks göstererek tepkimizi verdik. Zâten ondan sonrası geldi ve Türk-NATO münâsebetleri düzelmek bir tarafa, her geçen sene daha da kötüleşti. Komşumuz Yunanistan tepeden tırnağa silâhlandırılırken Türkiye adım adım NATO'dan dışlanıyordu. Hava savunma sistemi vermediler. S 400'leri Rusya'dan almamız büyük bir hâdise hâline geldi. Cezâ aldık. Türkiye'yi F35 programından çıkardılar. 2009'dan başlayarak ambargolar gelmeye başladı... NATO güdümlü 15 Temmuz ise cerahati patlatan hâdiseydi. Artık NATO jeopolitikası ile Türkiye'nin menfaatlerinin kesin bir şekilde ayrıştığı gün gibi ortadaydı.

SEYİR HALİ
'Metallica konseri, Arap Baharı'nın işareti'

SEYİR HALİ

Play Episode Listen Later Nov 30, 2023 113:51


Ali Çağatay, Metallica'nın Suudi Arabistan'da vereceği konser için, "Eğer şimdi bir Arap Baharı'ndan bahsediyorsak, bunun işareti Metallica'nın Suudi Arabistan'da vereceği konserdir" dedi.

metallica suudi arabistan arap bahar suudi arabistan'da
Yeni Şafak Podcast
İhsan Aktaş - Yahudi din terörüne karşı Müslümanlar ne yapmalı

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Oct 24, 2023 4:44


Suriye iç savaşında akşam yatıp sabah kalktığımızda İŞİD adında bir örgütle karşılaştık. Bu örgütün İslam dininin hiçbir değerine uymayan bir yapısı vardı. Zaman içerisinde bu örgütün CIA üretimi bir örgüt olduğu anlaşıldı. İsrail ve Siyonistleri, “Yahudilerin İŞİD'i” olarak algılayabiliriz. Sosyal medyada viral olan bir görüntü var. Netanyahu bir hahamı ziyaret ediyor, ona maharetlerinden bahsediyor. Aşırılık yanlısı haham “Fakat henüz Mesih gelmedi, günün bitmesine birkaç saat var. Mesih'in gelmesini kolaylaştır'' diyor. Birinci Dünya Savaşı'ndan bugüne, İslam aleyhine ardı arkası gelmeyen karalama kampanyaları yapıldığı için İslam ile “terör” sözünü bir araya getirip küresel Siyonist medya elliyle yaygınlaştırmak kolaydı. İŞİD'den daha tehlikeli fikirlere sahip olan sapık dini ideolojiye bağlı Siyonistler hakkında din terörü ya da “Yahudi din terörü” ifadesini kullandığınızda terbiye edilmiş birçok Müslüman dâhil herkes meseleye şüpheyle yaklaşır. Filistin'de olan bitene bakın: Ortada bir savaş yok, resmen soykırım var. Müslüman olsun Hristiyan olsun ateist olsun normal insani özelliklerini devam ettiren her bir yaratılmış, bir çocuğun bombalarla paramparça edilmesinden, hastanelerin bombalanmasından, kadın-çocuk demeden herkesin öldürülmesinden zerre kadar da olsa vicdanı sızlar. Vicdanı yoksa savaş hukukuna uygun davranır. Bir gün ahirette hesabını verir fakat dünyada da bunun bir hesap meselesi olduğunun farkında olur. İngiliz medeniyetinin bütün unsurlarının, sapık Yahudi dini örgütü tarafından ele geçirildiğini gün gibi açık bir şekilde görmüş olduk. Biden “Kara harekâtı yapmayın” demesinin hemen sonrasında Hristiyanların kurduğu hastane bombalandı, arkasından bir kilise... Biden koşar adım Tel Aviv'e gitti. AB ülkelerinim tamamı İsrail'in arkasında saf tuttu. Dünya kamuoyu: Devletlerin bu sapık din terörü etkisinde olduğunu fark eden halklar, bütün dünyada sokaklara döküldü. Devletlerin haktan, adaletten ve vicdandan yoksun olduğunu gören vicdanlı insanlar Latin Amerika, ABD, bütün Avrupa ve Müslüman ülkelerin bütün sokakları Filistin davasının arkasında duruyor. Sadece İsrail değil ABD de bu öfkenin maliyetini ödemekte zorlanır. Küresel medyanın tiyatrolarına kargalar dahi gülmeye başladı. Bu namussuzluk ve ahlaksızlığın sürdürülebilir olma imkânı yoktur çünkü sosyal medya çağındayız. Soğuk savaş öncesi günler yaşıyoruz, tek kutuplu dünya son günlerini yaşıyor. Uzun zamandır bir çatışma ile ilgili ABD, Çin ve Rusya ile doğrudan karşı karşıya gelmemişti. Putin hipersonik füzelerin Akdeniz'e ulaşma kapasi-tesinden bahsetti. Çin Akdeniz'e uçak gemileri gönderdi. Müslü-man ülkeler ne yapabilir: Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Müslüman toprakların dizaynı bugünler için yapılmıştır. Paramparça olan coğrafya mümkünse birbiri ile savaşsın, bir öbürüne düşman olsun, sömürge imparatorluğu ustaca Müslümanları sömürmeye devam etsin. Arap Baharı'nda Arap sokağını oluşturan gençlerin, daha iyi bir yaşam ve özgür bir devlet içerisinde yaşama arzusu, küresel çete eliyle Suriye ve Libya'nın istikrarsızlaştırması sonucunu doğurdu. Türkiye'nin Libya hükümetine destek vermesi bugün için Libya'yı dağılmaktan korumuştur.

Yeni Şafak Podcast
İhsan Aktaş - Erdoğan BM'de neyi ihmal etti

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Sep 24, 2023 4:47


Geçtiğimiz günlerde, “Birleşmiş Milletler'in kaybolan fonksiyonunu Erdoğan deruhte ediyor” içerikli bir yazı kaleme almıştım. Ukrayna-Rusya savaşının başlangıç günleri ile G20 Zirvesi'nde yapılan görüşmeler üzerinden bir kıyaslama yapmıştım. Her iki durumda da BM Genel Sekreteri'nden çok, Erdoğan konuşuldu. Mukayese iki dönemin dışında da pek değişmiyor. New York'taki Türkevi nerdeyse ikinci Birleşmiş Milletler fonksiyonu icra etmeye başladı. Merhum Sezai Karakoç eserlerinde sürekli bir “gün dönümü''nden bahseder. Gün döndüğünde rüzgâr arkamızdan esecek, attığımız her taş yerini bulacak, bereket kapıları aralanacak, Maveraünnehir'de fikir ufukları, Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde olduğu gibi, maddi manevi fetihler birbirini takip edecek. Neden gün dönümü hayali kurulmasın ki! Dünyanın adalet ve merhamet medeniyeti tam iki yüzyıldır saldırı altında. Yenildik, yıkıma ve işgale uğradık, kültürel emperyalizme maruz kaldık. Her ümitlendiğimizde tekrar umutlarımız kırıldı, tekrar yenildik. Bu şartlarda her bir Müslüman, her bir Türk kaybettiği değeri aramakta, kaderimiz bizi geri çağırmaktadır. Türkiye Yüzyılı'nın adımları döşenmeye başladığında, Türkiye vizyonunun güvenlikten diplomasiye, ticaretten ikili ilişkilere, vatandaşların gelecek Türkiye özlemine kadar birçok alanda yansımaları görülmeye başladı. Bir imparatorluk bakiyesi olan ülkemizden her zaman büyük beklentiler vardı. Fakat I. Dünya Savaşı'nda yıkıma uğrayan Türkiye'nin, bütün bu taleplere cevap verecek yetkinliği yoktu. Son yirmi yıldır uygulanan kalkınma politikaları, Türkiye'yi gelişmiş ülke statüsüne çıkardı ve Batılı devletlerden bağımsız bir şekilde ortaya konan kalkınma ve gelişme başarısı, geri kalmış bütün ülkelerin dikkatini çekti. Kurtuluş Savaşı sonrasında olduğu gibi, Türkiye'nin bağımsız kalkınma hamlesi, bütün ülkelerin ilgisini çekmiş durumda. Arap Baharı ve Afrika'daki, özellikle Fransa karşıtı ayaklanmalarda Türkiye örnekliğinin rolü büyüktür. Erdoğan'ın, BM kürsüsündeki meydan okumaları yeni değildir. Son on yıldır her bir BM zirvesi hâkim paradigmayı iyi okuyan ve bu paradigmanın ortaya çıkardığı yıkımı iyi gören bir lider olarak Erdoğan, hiçbir kaygı ve endişe duymadan, mazlumların içinde bulunduğu durumu, sömürgeci zalimlerin yüzüne haykırmıştır. Bu zirvede de, Birleşmiş Milletler'in fonksiyonunun büyük devletler eliyle işlevsiz hale getirildiğini güçlü bir şekilde dile getirdi, BM'nin yeniden yapılanmadığı takdirde işlevini yitireceğini vurguladı. Türkiye'nin jeopolitik konumu ve karşı karşıya kaldığı riskleri ve fırsatları, Türkiye'nin bu konudaki güçlü duruşunu ve muhataplarının açmazlarını en ince ayrıntısına kadar ortaya koydu.

Yeni Şafak Podcast
Süleyman Seyfi Öğün - Çin-ABD görüşmeleri

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jun 22, 2023 5:55


Kasırgalar, tabiî bir hâdise olarak ABD'nin Atlantik kıyılarını vurur. Ama siyâsette bunun aksi vârit. Kendisini “Kissinger'dan bile daha mâhir” bir dış siyâset uzmanı olarak ilân eden Biden ve idâresi, dünyânın üzerinden bir siyâsî- askerî kasırga gibi geçiyor. Bu kasırga en başta Avrupa Birliği'ni vuruyor. Avrupa ekonomilerinin, başta Almanya ve Fransa olmak üzere Çin ve Asya ile entegrasyonu kesintiye uğruyor... Dahası, Rusya'dan hayli ucuza temin ettikleri doğal gaz bağlantısı kopuyor. Şimdi aynı gazı, Hindistan ve Çin üzerinden, Yunan armatörlerin lojistiğine ayrıca para dökerek birkaç kat pahalıya almak mecburiyetinde kalıyorlar. Kendisini insan aklının sarsılmaz kalesi olarak gören Avrupa adına akıl alacak bir manzara değil bu. Şaşkın kamuoylarına Soğuk Savaş hâtıralarını hortlatarak Rus düşmanlığını dayatıyorlar. Yetmiyor; başta Almanya olmak üzere çeşitli AB devletlerinden sonra Polonya mahreçli olarak İsveç ve Finlandiya gibi müreffeh; Letonya ve Estonya butik Baltık devlet ve toplumlarına da militarizm yüklüyorlar. Gûya “Rus mezâlimine mâruz kalan Ukrayna'nın imdâdına koşmak için” tartışılması yasak, herkesi alarme eden, muvazzaf kılan bir siyâset bu. Mücâvir her devlet ya depolarındaki silâhları aynî olarak yâhut bütçelerinden ayırdıkları hatırı sayılır meblağlardaki nakitlerle ABD'den silâh alarak Ukrayna'ya hibe etmeye icbâr edilmiş vaziyette. Nihâyet, her devlet, önümüzdeki seneleri plânlarken, askerî harcamalarını artırmak taahhüdünde bulunmaya itilmektedir. Bu sûretle ABD ekonomisinin en diri kalmış sektörü olan savaş sanayii faaliyet kazanacak ve AB'nin birikimlerine çökülebilecektir. ABD bugün mafyalaşan devlete numûne oluşturuyor. Kaos çıkararak, dünyâda birikmiş fonları militarizm üzerinden gasp etmek. Körfez Savaşı ve Arap Baharı, diğer sâikleri de ihmâl etmeden söylemek gerekirse, petrol zengini Arap sermâyesine el koymak için yapıldı. Başardılar da. Aslî ve hakîki sâhibi Irak ve Libya halkları olan Saddam'ın, Kaddafî'nin milyarlarca doları bugün nerede acaba? Öyle geliyor ki, Körfez'de ve daha genel olarak Arap dünyâsında yaptıklarını, biraz modifiye ederek AB için tekrarlıyorlar. Kaos dün Arap dünyâsındaydı; bugün ise Avrupa'da. Çok kısa yoldan ve en keskin tonlamayla ifâde edecek olursak, Atlantik güçleri, AB'ye çöküyor. Bunu Dolar'ın Euro bölgesine saldırması olarak da değerlendirmek mümkün. Hâdisenin bir de Pasifik tarafı var. Tayvan üzerinden Çin baskılanıyor. Almanya'nın Avrupa'da başına gelen Pasifik'te hatırı sayılır fonlara sâhip olan Japonya'nın başına geliyor. Hoş; Japonya'nın, II. Umûmî Harp sonrasından başlayarak neredeyse 80 sene sonra militarizme evrilmesi kendisine bir can suyu olacaktır.

Yeni Şafak Podcast
Yasin Aktay - Kim neyi başardı?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 24, 2022 5:46


Devrimlerin olağanüstü müdahalelerle, darbelerle durdurulduğu Arap-İslam dünyasında I. Dünya Savaşı sonrası oluşmuş düzen tekrar tesis edilmiş durumdadır. Bu tesisin en önemli şartı siyasal alanın tamamen kapatılmış olması, kitlelerin değişim taleplerini ifade etme imkanlarının tamamen yok edilmesidir. Buna mukabil daha önce devrimlere götüren sosyolojik koşullar değişmiş değil, hatta daha hızlı bir gelişim içinde: Kentleşme ciddi bir sanayileşme olmadığı halde artmakta, eğitimli veya eğitimsiz genç nüfus işsizliği daha da artmakta, internet üzerinden sosyal ağlarla dünyayla bütünleşme de paralel bir biçimde gelişmekte ve devletlerin halklarına hizmet sunma kapasitesi de paralel olarak daralmaktadır. İnsan onurunu, haklarını, refahını hiçbir şekilde öncelemeyen yönetimler halka hesap vermek mecburiyeti de hissetmiyorlar. Tamamen kapattıkları siyasal alan dolayısıyla zaten muhalefete hiçbir hayat hakkı tanınmadığı için bu mecburiyeti aslında sadece ertelemektedirler. Her muhalif sesi, hatta muhalefet etme ihtimali olan her insanı hapse atmak suretiyle kitlelerin uzun süre yönetilebileceğine dair bir bakış açısı hâkim. Bu baskılara dayanamayıp isyan edenlerin başına gelebilecekler için Suriye ve Yemen'de yaşananlar yeterli dersler veriyor olmalı. Sosyolojinin, siyaset biliminin, tarihin durduğu, iptal olduğu yerdir Suriye ve Yemen. Yüzbinlerce Müslümanın vahşice, canice akıtılmış kanı, milyonlarca Müslümanın yerini yurdunu trajik bir biçimde terk etmek zorunda kalması ve oluşan büyük insani dram kimin umurundadır? Batılıların umurunda olan tek şey buradan kendilerine bir mülteci dalgasının vurmasının nasıl engellenebileceği. Ama Müslüman ülkelerin İslamcı olmayan yöneticileri için bu olup bitenler sadece müstahakkını bulmuş asi bir halkın kaderi olarak görünüyor. Böylece sürekli gelişmekte olan toplumsal dinamiklere cevap veremiyor olmaları dolayısıyla artan hoşnutsuzluğun barındırdığı büyük patlamalar bu örnekler üzerinden birileri tarafından satın alınmış gibi görünüyor. Arap-Müslüman halklarına reva görülen muamele bu ve Arap Baharı sonrası ortaya çıkan bu manzaraya bakıp hala birileri İslamcıların başarısızlığından söz edebiliyor. Burada İslamcılar başaramadıysa birilerini başarmış olduğu da zımnen anlatılıyor olmalı. O zaman ortada bir başarı da görmemiz gerekiyor. İslamcıların başaramadığını kim başardı mesela?

Yeni Şafak Podcast
Süleyman Seyfi Öğün - Yumuşamalara dâir

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 22, 2022 5:18


Türkiye, son zamanlarda çok taraflı bir hâriciye siyâseti tâkip etmeye başladı. Doğrusunun da bu olduğunu düşünenlerdenim. Kolay bir zanaat değil bu. Bir taraftan mahallî güçlerle sorunlu olacaksınız; diğer taraftan onlarla farklı başlıklarda işbirliği geliştirmeye gayret sarf edeceksiniz. Türkiye-Rusya ve o derecede olmasa bile Türkiye-İran ilişkilerinin hâl-i hazırı tam da bunu gösteriyor. Komşularla sıfır sorun ilkesinin hayâta geçirilmesi, belki hüsniniyetli, lâkin çok idealist bir beklentidir. Zâten pratikteki gelişmeler bunun aslının olmadığını gösterdi. İdealizm, çok defâ kendisinden beklenenlerin tam zıddı olan neticeler doğurur. Yola bu ilkeden hareketle çıktık. Gelin görün ki, sorunlu olmadığımız tek bir komşumuz kalmadı. Bâzılarıyla kanlı bıçaklı olduk. Daha mâkûl olan, sorunlara rağmen, onları büyütmemek; başka sorunlara yansıtmamak, öylesi durumlar mevzubahis olduğunda işbirliği geliştirmek kapasitesi kazanabilmek. Buna hâriciye dilinde kompartman siyâseti de deniliyor. Türkiye de son zamanlarda birinci derecede Rusya; ikinci derecede de İran ile bunu yapmaya çalışıyor. Çok tartışılan bir mesele de “eksen kayması” kavramı üzerinden yapılıyor. Doğrusu, devletler arası ilişkilerde kimin ne ekseni var diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Eğer bir zamanlar vardıysa bile artık olmadığını rahatlıkla ifâde edebilirim. Hâriciyede yapılan vahim hatâlar bu eksen varsayımını fazlaca ciddiye almaktan neşet ediyor. Devletlerarası ilişkilerde hiçbir şey ne münâzara, ne de mukâvele kaldırıyor. Yanlış anlaşılmasın; kaotik, anomik her devletin bildiğini okuduğu bir yapısı yok devletlerarası ilişkilerin. Bize uygun bir kavramla anlatmak gerekirse bu zeminlerde tam mânâsıyla hile-i şer'iye usulleri geçerli. En kabûl edilemez, en olmayacak siyâsetleri, kitabına uydurduktan sonra meşrû kılabiliyorsunuz. Bu kâideler hâricî siyâsetleri herhangi sûrette istikâmet kazandırmıyor. Yâni belirleyici değil; tam aksine, çeşitli yorumlar üzerinden belirlenen konumunda... Arap Baharı'nı kerteriz noktası alacak olursak, bunun en çarpıcı neticelerinden birisinin Türkiye'nin mahallî seviyede yalnızlaştırılması, elinin kolunun bağlanması olduğunu artık rahatlıkla görebiliyoruz. Bu oyuna gelmemek lâzımdı. Ne Sûriye, ne Mısır, ne de İsrâil ile bu durumlara düşmek gerekli değildi. Basit bir kıyaslama bize durumu kavratabilir. 2010'lardan evvel Türkiye, İsrâil ile Sûriye arasında, her iki tarafın da kabûlü ile hakem konumundaydı. Bir anda her ikisiyle de kanlı bıçaklı oluverdik. Çok şükür; Türk devlet aklı, bilhassa 15 Temmuz'dan sonra bu çizgiden çıktı. Astana süreçleri tam da bunu ispatlıyor. Son zamanlarda Suudî Arabistan, BAE, Mısır ve İsrâil ile ilişkileri onarmak yolunda gayretler sarf ediliyor. Doğrusu bu gayretlerin aşırı yorumların konusu olduğunu, aşırı bir beklenti doğurduğunu düşünüyorum. Evet, elimizde bir Rusya tecrübesi var. Türk ve Rus devlet aklı, uçak düşürmekten, sefir cinâyetine kadar muhtelif bâdirelere rağmen kendisini toparladı ve istikrarlı bir çizgiye oturdu. Astana Üçlüsü olarak İran ile de bir mesâi tutturduk.(Âzerbaycan-Ermenistan meselesinde, İran'ın taşkınlıklarına rağmen Türkiye doğrusunu yapıyor ve en azından yangına körükle gitmiyor.) Bu düzelmelerin mutlak bir netice vermesini beklememeliyiz. Dahası, aynı süreçlerin bugünlerde açılım yapmaya gayret ettiğimiz diğer devletler için de vârit olduğunu ummamak lâzımdır. Şimdi tek tek aktörlere bir bakalım... Yunanistan, tezimizi doğrulayan en berrak misâl. Arkasına ABD ve başta Fransa olmak üzere AB'yi alan ve taşkınlığına zirve yaptıran Yunanistan ile yumuşamanın dayandırılabileceği bir matematik yok. Türkiye'nin yapması gereken o zaman isrâfından başka bir şey olmayan istikşâfî görüşmeleri derhâl sonlandırmak ve sert gücüyle profil verip Yunanistan'ı caydırmak. Bunun dışında yapılacak her şey Türkiye'nin zaafı olarak anlaşılacak ve Yunanistan'ın biraz daha cüret kazanmasına yol açacak.

Yeni Şafak Podcast
ERSİN ÇELİK - Terör örgütü yatağı Twitter!

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 21, 2022 4:58


İnsanlığın hayatına 2006 yılında giren ve kullanıcılarına 140 karakterle mesajlar yayınlama imkânı sunan Twitter, aradan geçen 16 yılda hem ciddi dönüşümler yaşadı hem de etkisi büyük toplumsal olaylara “ev sahipliği” yaptı. Örnek vermek gerekirse; 2010'da başlayan Arap Baharı'nı, Türkiye'deki 2013 Gezi kalkışmasını ve ABD'deki Kongre binası baskını süreçlerini Twitter'dan ve sosyal medyadan bağımsız düşünemeyiz. Elde, sosyal medyadaki kaosu besleyen etkileşim verilerinin dışında, kanıtlar da ortaya çıkıyor çünkü. Platformun yeni sahibi Elon Musk'un desteği ile yayınlanan ifşa dosyalarına Amerikan medyası kulak kapatsa da Twitter'ın bir “devlet gibi” davranarak demokrasiye karşı dijital faşizm uygulamalarını devreye aldığını belgeli olarak görmeye başladık. İfşalarda sıra Türkiye'ye yönelik “özel uygulamalara” da gelecek mi bilmiyorum ancak bu yönde büyük bir beklentim var.

Yeni Şafak Podcast
Yasin Aktay - Arap Baharı ve İslamcıların başarısı(zlığı)na dair

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 21, 2022 5:07


13 sene önce Tunus'ta başlayan ve bütün Arap dünyasında domino etkisiyle gelişen olaylarda bir olağanüstülük görüntüsü vardı. Bu da bu işlerin ancak dışardan bir müdahale ile olabileceği kanaatini oluşturuyordu. Oysa bu ülkelerin hepsinde birbirinden etkilenerek, esinlenerek hareketlenmeye hazır çok ciddi sosyolojik koşullar vardı. Bunlar Avrupa'da 1968'de bütün Avrupa'yı etkisi altına alan gelişmelere çok benzer özelliklere sergiliyordu. Bütün bu süreçleri her zaman baştan itibaren kontrol eden bir gücün varlığını düşünmek çok ayartıcı çünkü çok kolay bir düşünme biçimi ve zihnimizde kök salmış “süper güç” vehimlerimizden besleniyor. Dünyada gerçekten çok güçlü ve dünyanın bütün gelişmelerini kontrol altına almak isteyen güçlerin olmadığını söylemek elbette safdillik olur. Ancak ne kadar güçlü bir kontrol arzusu olsa da çoğu zaman sosyal hadiseler kontrol dışında gelişir. Bu büyük güçlerin en büyük marifeti olayları başlatıp istedikleri istikamette sürüklemek değil, çoğu kez başka türlü başlamış olayları kendi kontrollerine alma maharetlerinden gelir. Arap Baharı, iddialarıyla ve vaat ettikleriyle bu güçlerin hiçbir şekilde önayak olabilecekleri bir süreç değildi. Bilakis süreç onların baştan beri tezgahlamış oldukları sistemi tehdit edecek potansiyeller içeriyordu. Mevcut dünya düzeni Müslümanların, kendi aralarında Arapların ve Araplarla Türklerin hiçbir şekilde birleşmemelerini temin etmek üzere kurulmuştur. İslam Dünyası'na mevcut düzeni empoze eden şartlar I. Dünya savaşı sonrası oluşmuştur ve halen devam etmektedir. Bugün Ortadoğu'da yaşanan bütün sıkıntılar bu birleşmeye zorlayan doğal sosyolojik gelişmelere karşı uluslararası siyasi düzenin direncinden kaynaklanıyor. Halklar birbirine çekiyor, bütünleşmeyi istiyor, ama arada bu birleşmeye karşı konulmuş gözetleme kuleleri dikkatle çalışıyor. Arap Baharı çok zorlama müdahalelerle durdurulmayıp başladığı gibi devam etmiş olsa bugün çok daha farklı bir Arap Dünyası, Ortadoğu ve Türkiye ilişkileri olurdu. Arap Baharı'nın durdurulması meselesi tabii ki bazı Arap monarşilerinin basitçe yaşadıkları demokrasi korkusundan ibaret değildir. İslam dünyasındaki demokrasi korkusu sadece Arap monarşilerinde veya bazılarının oligarşilerinde yok, daha büyüğü ABD, İsrail ve Avrupa ülkelerinde var. Çünkü onlar için demokratikleşmiş bir İslam dünyası onların kontrollerinden çıkmış ve Ortadoğu için kendilerince uygun görmüş oldukları düzenin bitmesi demektir. Ortadoğu'da halk-devlet bütünleşmesini sağlamış gerçek bir demokrasi herkesten önce İsrail'in bugünkü varlık şeklini tehdit eder. Çünkü İsrail bugünkü bütün işgalci, yayılmacı ve ihlalci varlığını parçalanmış, halklarıyla kopuk rejimlere borçludur.

Yeni Şafak Podcast
YASİN AKTAY - 17 Aralık, Arap Baharı ve Türkiye

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 18, 2022 5:50


17 Aralık tarihi son 13 yıldır biri bütün dünya için biri de Türkiye için dönüm noktası oluşturan iki önemli olay dolayısıyla takvimde özel bir gün olarak yerini aldı. Arap Baharı denilen süreç Tunus'ta 2010 yılının 17 Aralık ayında bir seyyar satıcının kendisine haksızca muamele eden zabıtayı protesto için kendisini yakmasıyla başlamıştı. Bu süreç Arap dünyasının en az yüz yıldır maruz kaldıkları sömürge ve sömürge-sonrası istibdat şartlarından çıkış yapmak üzere ayaklanmaya başladıkları tarihti. Tunus'ta başlayan bu hareket kısa süre içinde Mısır, Libya, Yemen ve ardından Suriye'ye sıçradı. Ürdün, İran ve Fas'ı da yokladı. Bu Azizi'nin yaktığı bir kıvılcımın bütün bu ülkelere bir alev olarak sıçraması hepsinin üzerinde çöreklenmiş bir gazın patlaması, hepsinde var olan derin rahatsızlıkların birbirinden cesaret bularak ifadesi, toplumsal bir enerji birikiminin dışa vurmasıydı.

Yeni Şafak Podcast
Süleyman Seyfi Öğün - İktidârlar ve muhâlefetler

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 8, 2022 5:40


İran'da yaşanan protesto hâdiseleri üçüncü ayını ikmâl etti. Daha evvel yaşanan ve kısa zaman zarfında bastırılanlardan farklı bir tablo ile karşı karşıyaya olduğumuz muhakkak. Gencecik Kürt kökenli bir İranlı kızın ahlâk polisi tarafından katledilmesi, rejimin on senelere sâri olan baskılarının meydana getirdiği tekmil hissiyatları ateşledi. Kısa bir zaman zarfında İran'ın tamâmına yayılan kitle gösterileri başladı ve bir türlü bitmek bilmiyor. Sanki Arap Baharı'ndan sonra bir Fars Baharı yaşanıyor. Muhtemelen dineceği de yok. Rejim, bugüne kadar yaşadığı en ağır manzara ile yüzleşmek durumunda. Şu ana kadar bildik usulleri uyguluyor ve şiddete müracaat ediyor. Ama bu tatbikatlar hâdiseleri yatıştırmak şöyle dursun, tam aksine azdırıyor. Arada bir rejim tarafından acemice verilen yumuşama mesajlarına da rast geliyoruz. Bunun da sadra şifâ bir tarafı yok. Ahlâk polisinin lağvedilmesi, reformist bâzı kararların hayâta geçirilmesinin, rejimin restorasyonunu temin edip İran'a istikrar getirmeyeceği çok âşikâr. İran'daki kıyam hâli “devrimci” bir mâhiyet taşıyor. Mollalar rejimin topyekûn ortadan kalkmasını arzu ediyor. İran'da kısa bir süre bulundum. Gördüklerim ve orada uzun zamandır yaşayan Türk dostlarımın anlattıklarına dayalı olarak rejimin halk nezdinde fazlaca bir itibârının kalmadığı âşikârdı. Farslar mutedil kültüre sâhip bir zarif millettir. Yaygın bir mutsuzluk ve şikâyet söylemi vardı. İnsanlar söyleniyor; lâkin bunu umutsuzluk ile eşlendirerek yapıyorlardı. Nihâî tahlilde garip bir kabulleniş hissediyordum. Artık bu eşiğin aşılmış olduğunu görüyoruz. Pekiyi de ne olacak? İran'daki muhalefetin yapısına baktığımızda son derecede yaygın olmasına, kitleselleşmesine rağmen bir örgütsüzlük hâli hemen dikkate çarpıyor. Ortada bu tepkileri toplayacak ve yoğunlaştırarak netice alacak bir siyâsal parti mevcut değil. İllâ ki olması da gerekmez. Sivil bir örgüt de aynı vazifeyi görebilir. Meselâ 1980'lerin başında Polonya'da Solidarnosz hareketi muhalefeti örgütlemiş ve netice almıştı. İran'da manzara son derecede dağınık. Bu gibi durumlarda umûmiyetle yerleşik yapılar devreye girer. Bilhassa ordunun ne yapacağı son derecede tâyin edici olur. Romanya'da Çavuşevsku'nun devrilmesi de böyle oldu. Çavuşevsku'nun ordusu halk isyânının yanında yer aldı ve diktatör devrildi. İran'da askerî ve yarı askerî yapılar; daha somut olarak ifâde edecek olursam, İran Ordusu ile Rejim Muhafızları ve Besiç arasında bir bölünmeden bahsediliyor. Eğer bu doğruysa ve derinleşiyorsa İran için bir iç savaş kaçınılmaz demektir. Ama bu yıkıcı iç hesaplaşmadan İran'ın tek parça olarak sıyrılıp sıyrılmayacağı bir başka mevzudur. Arap Baharı'nın nasıl bir felâketle neticelendiğini biliyoruz. Bunun İran için de vârit olacağını düşünüyorum. Elbette bölgesel olarak bundan tekmil komşuların etkileneceğini de hesap etmek gerekir.

Yeni Şafak Podcast
SELÇUK TÜRKYILMAZ - 2013'ten sonra ne değişti?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 27, 2022 5:32


ABD ve Avrupa devletlerinin Suriye'nin kuzeyinde terör koridoru oluşturmak istedikleri malumdur. Bu koridorda terör örgütlerinin eliyle bir terör devleti kurmak istedikleri de bilinmeyen bir hakikat değildir. Koridorun Irak'ın kuzeyinden başlayarak Suriye'nin kuzey sınırlarını boydan boya geçmesi ve Akdeniz'e ulaşması hedeflenmişti. Bu bir yeni harita tasarımıydı ve fiilî duruma dönüşmesi için ne gerekiyorsa yaptılar. Arap Baharı, Akdeniz'i kuşatan Arap ülkelerinde ve devamında da Türkiye'de büyük bir istikrarsızlığa ve çözülmeye sebep olabilirdi. Dönemin koşullarını göz önünde bulundurursak böyle bir çözülmeye yol açtıkları anlaşılır. Akdeniz'e ulaşması tasarlanan terör koridoru da bu coğrafî çözülmenin bir parçasıydı.

Yeni Şafak Podcast
Yasin Aktay - Türkiye'nin değeri ve değerleri

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 26, 2022 6:28


Ayaklarımızı yere sağlam basmayınca, eylemlerimizin ardındaki nedenler sağlam ilkesel nedenlere dayanmayınca rüzgâr ne yandan eserse o yana savrulmak mukadder hale geliyor. Türkiye'nin Arap Baharı sonrası oluşan şartları tersine çevirmek üzere girişilen operasyonlara karşı ortaya koyduğu tavır ve duruş rastgele, basit çıkar hesaplarına dayanmıyordu. Başka hiçbir ülkenin ortaya koymadığı müstesna bir tavırdı Türkiye'nin tavrı, bu da onu bütün dünya ülkeleri arasında müstesna bir yere doğru taşıdı. Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan her zeminde ve BM kürsüsünde göğsünü gererek “dünya beşten büyüktür” diyebiliyorsa, bu süreçlerde ortaya koyduğu ahlaki duruşun ürettiği moral üstünlük sayesinde diyebiliyor. Katar'daki FİFA Dünya Kupasının açılışı öncesi 10 yıl önce “darbeci” diye eleştirdiği için şiddetle eleştirdiği ve ilişkilerini kopardığı Sisi ile el sıkışması karşısında bir “Erdoğan'ın U dönüşü” hikayesine başvurulması, muhalefet açısından tabii ki beklenmeyen bir yaklaşım değildi. Yıllardır Erdoğan'ı Sisi'yle uzlaşmaya davet eden çevrelerin tam da istedikleri şey olduğu için sevinmek yerine onu bu sefer el sıkıştı diye eleştirenler hiç de şaşırtmıyor. Türkiye'de muhalefetin amacı ve tarzı gerçekten ülkenin önünü açacak alternatif yol ve siyasetler önermek değil, her ne yapılırsa yapılsın ona muhalefet etmek nasılsa. Sözümüz, “el sıkışma” dolayısıyla Mısır'ın önemine, gücüne ve iki ülke arasındaki yakınlaşmanın önemine güzellemeler yapalım derken, neredeyse şimdiye kadar takip edilmiş siyasetin tamamını gömmeye kalkışanlara. Ülkelerin dostlukları, ilkeleri olmaz da sadece çıkarları olur edebiyatının gırla işlendiği analizlerin gürültüsünü koparanlar güya Erdoğan'ı destekleyen analizler. Oysa böyle yapmakla Türkiye'nin şimdiye kadar takip ettiği siyaseti, insani meseleler karşısında ortaya koyduğu bütün duruşları anlamsızlaştırdıklarının ve değerli Türkiye'yi değersiz emperyalist dünyanın hizasına yazdıklarının farkına bile varmıyorlar. Türkiye'yi değerli kılan, tam da sadece çıkarlarını düşünen ülkelerden, dünyayı çıkarları uğruna sömürüp fesada boğan ülkelerden yana ortaya koyduğu fark değil midir? Dış politikasında sadece çıkarlarını gözeten bir Türkiye'nin, “dış siyasette çıkarlar” teorisinin en iyi uygulayıcısı olan ve bütün dünyayı iliklerine kadar sömüren İngiltere, Fransa, ABD ve Rusya'dan bir farkı olmayacaksa, Türkiye'nin değeri ne olacaktır? Değerlerini çıkarları uğruna harcamış, özüne ve değerlerine yabancılaşmış bir Türkiye'nin değeri nedir?

Yeni Şafak Podcast
Taha Kılınç - Teopower olarak Şiîlik

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Oct 28, 2022 4:24


Dört yıl kadar önceydi. Safiyyuddîn İshak Erdebîlî'nin (1252-1334) İran'ın Erdebil şehrindeki türbesini ziyaret ederken, Kerbelâ merasimlerinin uzantıları da sokaklarda devam ediyordu. Hatta içeriye davullar, defler ve trampetler çalarak nümayişler yapan kalabalıkların arasından sıyrılarak girebilmiştik. Yüksek ve müzeyyen bir kubbenin altında, korunaklı ve gayet süslü bir kabirde yatan Safiyyuddîn Erdebîlî'nin bugün artık “Şiî anıtmezarı” biçiminde konumlandırılan türbesi, tarih ve coğrafyadaki dönüşümlerin en sarsıcı misallerinden: Arap (veya Kürt) asıllıyken İlhanlılar döneminde Türkleşen bir aileye mensup olan Safiyyuddîn İshak Erdebîlî, Sünnî ve Şâfiî bir mutasavvıftı. Dönemindeki birçok emsali gibi tasavvuf öğretilerini yaymak ve öğrenci yetiştirmekle meşgul olan Erdebîlî'ye, muahhar torunlarından Şah İsmail ve oğlu Tahmasb tarafından yeni bir kimlik giydirildi. Şah İsmail'in dedesi Şeyh Cüneyd'in, Safeviyye tarikatını bir tasavvuf hareketinden militan bir askerî organizasyona dönüştürme süreci, aynı zamanda “Ehl-i Beyt sevgisi” kanalıyla ve dinî metinlerin bâtınî yorumları yoluyla Türkmen kitleleri Alevîleştirme ve nihayet “Safevîleştirme” serüveni haline gelmişti. Bu çerçevede, bir zamanlar Erdebil'de Sünnî ve Şâfiî bir irfan ehli sıfatıyla vazife yapan Şeyh Safiyyuddîn İshak da, “On İki İmam Şiîliğinin temsilcisi Safevîlerin atası” oluverdi. Tarihî karakterlerdeki kimlik değişimleri, elbette coğrafyayı da etkiledi. Vaktiyle Büyük Selçuklu vatanının kalbini teşkil eden bugünkü İran toprakları, Şiîliğin ana üssüne dönüşürken, İslâm âlemindeki ihtilaflar derinleşti ve kökleşti. Günümüzde modern İran devleti, Safevîlerin gerçekleştirdiği tarihî ve coğrafî evrimi, çok daha geniş bir alana yaymanın mücadelesini vermekte, belli başarılar da kaydetmektedir. Bu girişi, sözü Dr. Orhan Karaoğlu imzalı “Teopower [Dinî- mezhebî güç] Olarak Şiilik ve İran Dış Politikası” adlı kitaba (Kitabevi, İstanbul, 2021) getirmek için yaptım. Şiîliği yaymayı dış politikasının merkezine yerleştiren ve bunun için büyük bütçeler ayıran İran'ın mezhepçi karakterine dair ülkemizde yayınlanan en önemli metinlerden biri bu kitap, özellikle bugünlerde altı çizilerek okunmayı hak ediyor. Giriş kısmında Şiîliğin tarihinin ve siyasî projeksiyonunun tahlil edildiği eser, üç ana bölümden oluşuyor: 1) İran İslam Devrimi ve Şiilik, 2) 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, 3) Arap Baharı ve İran Dış Politikası. Birinci bölümde 1979'da İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevî'nin devrilmesinden sonra oluşan yeni devlet yapısının ideolojik katmanları ortaya konarak, Şiî inancının siyasete doğrudan etkileri somut örneklerle anlatılmış.

Yeni Şafak Podcast
TAHA KILINÇ - Karadâvî'nin ardından...

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Sep 27, 2022 5:39


Katar'ın başkenti Doha'nın dış semtlerinden birinde bulunan Ömer bin Hattab Camii'nde, 14 Ocak 2011 Cuma günü, coşkulu bir tören vardı. Cuma namazı kılındıktan sonra cemaat dışarı çıkmamış, önceden duyurulan tören için mihrabın önündeki kürsülere yönelen hatipleri dinlemeye koyulmuştu. Bunlar arasında en coşkulu konuşmayı yapan kişi, hutbeyi de aynı heyecanla irad etmiş olan Prof. Dr. Yûsuf el Karadâvî idi. Coşkusunun ve heyecanının sebebi ise, Tunus'tan gelen bir haberdi: Yaklaşık bir aydır protesto gösterilerinin hedefinde bulunan Cumhurbaşkanı Zeynelabidin Bin Ali, müsrif karısı Leylâ Trâbelsî ve çocuklarıyla birlikte ülkeyi terk ederek Suudi Arabistan'a sığınmıştı. O sıralarda henüz yeni telaffuz edilmeye başlayan adıyla “Arap Baharı”nın ilk meyvesi, Tunus'taki bu değişimdi. Karadâvî, zalimlerin ve diktatörlerin hep benzer akıbetlere maruz kaldığından bahisle, En'âm sûresinin 45'inci ayetine atıf yapmıştı konuşurken...

Yeni Şafak Podcast
Selçuk Türkyılmaz - ABD Afganistan'ı Fransa da Mali'yi terk etmek zorunda kaldı

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Aug 18, 2022 4:42


Sovyetler'in dağılmasından sonra İslam dünyası modern zamanların en büyük istilalarından birini yaşadı. Bu, 1990'ların başından itibaren Doğu ve Batı ilişkilerinde yeni bir dönemin başlaması anlamına geliyordu. Dönemin en belirgin özelliklerinden biri, askerî müdahalelerin yeni istilaya kapı aralamasıydı. Kuşkusuz bu emperyalist hegemonya açısından önemli bir gelişmeydi. Bunun karşısında ise istilayı durdurabilecek yeni bir direnç hattının oluşabileceğine dair inanç yoktu. Direnç hattının oluşumunu engellemek için ideolojik baskılar yoğunlaştı. İslam dünyası ideolojik yönden de kuşatılmıştı. 19. yüzyılda “uygarlaştırma misyonu” Avrupa milletlerinin yayılmacı siyasetinin ideolojik aracıyken 1990'lı yıllarda terör parantezine almak çok daha etkili sonuçlar doğuracaktı. Terör suçlaması, Batı'nın askerî müdahalelerine zemin oluşturabiliyordu. Batı İslam coğrafyasına demokrasi ihraç edecekti. Fakat asıl olarak ülkeleri istila etmek için muhtemel direnç hatlarını çökertmek istediler. 19. yüzyılda hedeflerine büyük oranda ulaştılar. 1990'lardan sonra ise büyük tahribata yol açmalarına rağmen hedeflerine ulaşmadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bilindiği gibi 90'ların başında yeni istilanın tek kurbanı Irak değildi. Kuzey Afrika ülkeleri de yeniden büyük bir istikrarsızlık ortamına sürüklenmişti. Özellikle Cezayir'de büyük yıkıma sebep oldular. Yeni istilanın hedefinde diğer Afrika ülkeleri de vardı. Örneğin Fransa, eski kolonilerine yeniden yerleşmek istedi. Arap Baharı'ndan sonra neo-kolonyalist siyaseti bir kenara bırakıp fiilen varlık gösterdiler. 90'ların başında meydana gelen hadiselerin en önemli sonuçlarından biri, kolonyalist istilanın yenilenme arayışıdır. Tabiri caizse ABD'nin emperyalist siyasetinden Batı Avrupa'nın kolonyalist sistemine dönülmüştür. Bu da son otuz yılı çok daha önemli hâle getirir. Çünkü son aşamada ABD, Afganistan'ı; Fransa da Mali'yi terk etmek zorunda kaldı. Bu, sıradan bir hadise değildir. Evet, İslam'ın merkez coğrafyasının yeni bir çözülme dönemine gireceği düşünülmüştü fakat hadiseler onların bu hedeflerine ulaşamadığını gösteriyor. Bunca yıkıma rağmen İslam coğrafyası çökmedi ve yeni bir çözülme dönemi yaşanmadı. Bunu, her şeye rağmen söylediğimizi ifade etmeliyim. ABD'ye ve Batı Avrupa ülkelerine karşı Afrika'da ve İslam coğrafyasında derin bir tepki var. Bu, Batı basınında da dile getiriliyor. Bunun yerine Rusya ve Türkiye'nin özellikle Sahil bölgesinde ve Kuzey Afrika'da yeni ittifaklarla yerini sağlamlaştırdığı da gündeme getiriliyor. Bu açıdan Fransa ve Türkiye'nin çatışmasından bahsedilmesi üzerinde durulmaya değer bir durumdur. Zira Ukrayna Savaşı'ndan sonra Rusya ve Türkiye'nin, Afrika bağlamında aynı kategoriye konulması ilgi çekici bir gelişmedir. Peki, neden ABD ve Fransa'ya karşı gösterilen tepki Rusya'ya gösterilmiyor? Örneğin Mali'de ya da benzer bir Afrika ülkesinde Rus varlığı tepki çekmiyor da Fransa'nın askerî kuvvetleri siyasî bir öfkeyi tahrik edebiliyor. Aynı soruyu Türkiye için de sorabiliriz. Muhakkak Rusya ve Türkiye aynı kategoriye konulamaz ama bu soruların anlamsız olduğunu da iddia edemeyiz. Türkiye'nin Afrika'da kolonyalist ve emperyalist bir geçmişinin olmamasının anlamı üzerinde çok farklı açılardan durmamız gerekir. Aynı durum Rusya için geçerli midir yoksa onlar Sovyetler döneminin antikolonyalist siyasetinin avantajlarını mı yaşıyor? Türkiye ile Rusya arasında bariz farklar olmasına rağmen bu iki ülkenin Afrika bağlamında aynı kategoriye konulması çok önemli bir gelişmedir.

Yeni Şafak Podcast
Ayşe Böhürler - İç içe geçmiş halkalar

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 22, 2022 5:53


Suriye'yi kim işgal etti? Bu sorunun cevabını verirken 2002'den başlayarak Lübnan'da gelişen sürece göz atmakta fayda var. Şam ile Beyrut arasının arabayla 45 dakika olduğunu söyleyerek başlayalım. 2000'li yıllardan itibaren Lübnan'dan Suriye'nin çıkarılmasını, Suudi Arabistan'ın desteklediği Başbakan Hariri'ye suikasti, İsrail'i işgal ettiği bölgelerden çıkartan İran'ın desteklediği Hizbullah'ın siyasi olarak daha da güçlenmesini, arka plan bilgisi olarak akılda tutalım. Arap Baharı'nın etkisi ve Suriye'de iç savaşın başlamasıyla İran etkisindeki güçlerin Suriye'de konumlanması zor olmadı. İran Suriye'de Esad güçlerinin yanında dururken aynı zamanda Tel Aviv'e de bir füze menzili mesafesi yaklaştı. Rusya ve İran arasında 2013'te güçlenmeye başlayan ittifak için de Suriye yeni bir zemin olmuştu. Denklemin bir parçasında da, IŞİD ile mücadele söylemiyle öne çıkartılan Batı medyasının romantize ederek sunduğu terör örgütü PKK var. İki ülke de kısmen PKK'yı himaye ediyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Reisi Tahran'da bir araya geldiklerinde her tarafın sorun olarak gördüğü mesele farklıydı. Erdoğan net bir şekilde konuştu: “Terör örgütüne topraklarınızda yer vererek, destekleyerek Türkiye'nin barışa hizmet etmesini bekleyemezsiniz.” Ve onlara verilen desteğin kesilmesi gerektiğini tekrarladı. İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'in ise Erdoğan'a “Türkiye'nin Suriye operasyonu hem Türkiye'ye hem Suriye'ye zarar verir, teröristlerin işine gelir” mesajı ilettiği haberlerde yer aldı. Hamaney'in “İran için Türkiye'nin güvenliği kendi güvenliğiyle aynı önemdedir” dediği de aktarıldı. Bu tabii ki böyle değil. Bu cümle İran'ın “taarruf” geleneğinin bir yansımasıydı. Taarruf orada diplomasinin anahtarı. Biz Türkler gibi doğrudan konuşmuyorlar. Konuştukları şeylere de fazla güvenmemek gerekiyor. Tahran'daki zirvenin ertesi günü Irak Zaho'da yaşananları bu çerçevede gördüm. İranlı bir rehber başkanlığında Bir Şii turist grubun bölgede bulunduğu sırada yaşanan ve 8 kişinin hayatını kaybettiği 23 kişinin yaralandığı saldırı duyulur duyulmaz Bağdat ve Kürt Bölgesel Yönetimi Türkiye'yi hedef göstermiş, Batı medyası da Erdoğan ve Türkiye'yi suçlamaya başlamıştı. Tahran'da gerçeklerin açık açık konuşulmasına rıza gösterilmedi... Suudi Arabistan - İsrail yakınlaşması, Filistin meselesinin neredeyse gündemden çıkarılması ve Türkiye'nin gücünün paralize edilmesine ilişkin çabaları bir resimde görmek gerekir. Ukrayna -Rusya savaşının ardından Türkiye - Yunanistan ya da İran anlaşmazlıklarının kışkırtılması da senaryo olarak yazılıp çiziliyordu. Diğer taraftan Ukrayna ve Rusya tahılının kontrollü olarak Türkiye üzerinden dünyaya dağıtılması konusu... BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in Türkiye ziyareti öncesi Zaho saldırısının Türkiye'nin üzerine atılmaya çalışılması üzerine de düşünmekte fayda var. BACAĞINDA GÜLLEYLE YÜZMEYE ÇALIŞMAK... Malum modern Irak devletinin fikir annesi ve baş aktörlerden birisi İngiliz, arkeolog, ajan, gezgin Gertrude Bell'di. Kral Faysal'a aşık olduğu da söyleniyordu. Irak üzerine Arap araştırmacı Ali A. Allawi'nin İş Bankası yayınlarından çıkan 1. Faysal ismiyle güzel bir biyografi kitabı var, tavsiye ederim. Irak, İtilaf Devletleri'nin Osmanlı İmparatorluğu'ndan kesip çıkardığı bir parçaydı. Allawi, Kral Faysal'ın İngiltere'nin boğucu kucağından çıkıp Arap dünyasının lideri olmak için verdiği çabayı anlatırken şöyle der; “Ülkeniz bölünmüş ve yabancı devletlere sunulmuşsa büyüklüğünün ne anlamı kalır? Hele de başlıca müttefikiniz, aynı zamanda bölgenizde istikrarsızlığın ve ihtilafların tohumlarını eken ana unsursa...” Yazar Faysal'ı “bacaklarından birisi zincirlerle gülleye bağlıyken hedefine doğru kulaç sallayan insanüstü bir güce sahip” birisi olarak değerlendirir.

Yeni Şafak Podcast
HÜSEYİN LİKOĞLU - Yaşasın, para gelmiyormuş!

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jun 26, 2022 5:35


Son 10 yıldır Türkiye'nin diz çökmesi için yoga yapanlar, 15 Temmuz'dan sonra umutlarını ekonomik krize bağladılar ve o zamandan bu yana her güne yeni heyecanlarla uyanıyorlar. Gel gör ki Türkiye'nin kendi çıkarlarını önceleyen politikalar izlemesi, onları acayip sinir ediyor. “Eksen kayması”yla başlattıkları süreci “darbe girişimi”ne kadar getirmişlerdi. Son dört yıldır da bu süreci “ekonomik tetikçilik”le sürdürüyorlar. Fotoğrafa biraz daha geniş bakarsak, Barack Obama üzerinden yeni dünya düzeni arayışına giren küreselciler, Ortadoğu'daki işlerini bir an önce halledip, Çin karşısında mevzilenmek için harekete geçtiler. İran ile nükleer anlaşma, Arap Baharı, Mısır darbesi, Suriye iç savaşı derken, işleri -iyice- ellerine yüzlerine bulaştırdılar. İstediklerini elde edememenin sorumlusu olarak da Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye'yi gördüler ve dünyaya bunu yaymaya çalıştılar. Türkiye'nin Mısır'da darbeye karşı çıkması, Suriye'de de terör koridoruna itiraz etmesi bu küresel efendilerin kabul edeceği bir durum değildi. II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan düzende, “her şeye evet diyen ülkeler” safında yer alan Türkiye'nin “itiraz eden Türkiye'ye” evrilmesi canlarını çok sıktı. Sonrası malum. Sırasıyla, ‘Gezi', ‘17-25 Aralık', ‘15 Temmuz' ve 2018 Ağustos'unda başlayıp halen devam eden ‘finansal terör saldırısı'.

Medyascope.tv Podcast
Canavarların Zamanı: Ortadoğu 2011-2021: Hamit Bozarslan ile söyleşi

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Jun 16, 2022 45:19


Ruşen Çakır, Hamit Bozarslan ile “Canavarların Zamanı” kitabı üzerinden Ortadoğu'yu ve Arap Baharı'nı konuştu. Yayını izleyebilirsiniz: bit.ly/39vgs9a

ru zaman ortado arap bahar
Yeni Şafak Podcast
Yasin Aktay - Bugün 23 Nisan

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Apr 23, 2022 6:19


Milli hakimiyetin tesisi yolunda Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 102. yıldönümü. Bunun üzerine bugün çok şey okuyacak çok şey duyacağızdır. Birçok ezber tekrarlanacak, birçok basit hakikat de bu ezberlerin altında gizlenecektir. Öncelikle hatırlanması gereken bir şey en önemli sonucu Osmanlı devletinin yenilmesi ve işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulmuş birçok devlet içinde hala meclis kurumunu açık tutan tek devletin Türkiye olmasıdır. Osmanlı'nın işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulan ülkelerin hepsi işgalci güçlerle anlaşmalarla yöneticiliği tesis edilmiş diktatörlere veya ailelere devredilmiştir. Hiçbirinde bir meclis kurulmadığı gibi o ülkelerin birçoğunda hala işleyen bir meclis ve millet hakimiyeti mefhumundan eser bırakılmamıştır. Çünkü o toprakların ve halkların hepsi kendilerini bir millete ait görmüştür. Millet hakimiyeti aynı zamanda Osmanlı milletine mensubiyetin de ifadesidir ve yerine kurulan yeni devlet üzerinden yeni bir millet tanımı yapmak ve bu mevhum milletin hakimiyeti kavramını tesis etmek o kadar kolay olmamıştır. Aradan geçen yüzyıl içinde laik-Arap milliyetçiliği üzerinden geliştirilmeye çalışılan tanımlar bile İslam'la başedilemediği için sorun yaratmaya devam etmiştir. O yüzden bu toprakları “milli hakimiyet” veya “halk iradesi” gibi kavramlara dayalı kurumlarla kontrol etmek mümkün olmadığı için buralara reva görülen yönetimler diktatörlükler olmuştur. Arap Baharı sürecinde ayağa kalkan halkların “halk istiyor” sloganını merkeze almaları tesadüf olmadığı gibi bu halk isteğinin giderek bütün bu ülkeleri birbirine yakınlaştırması da “kayıp bir milli hakimiyet mefhumuna” olan hasreti de ifade etmiştir. “Halk... istiyor” şeklinde yankılanan sloganlar, “isteyen, irade eden, kararına sahip” bir halk özlemini yansıtıyordu. Bu arada milli hakimiyet düsturuyla hareket etmiş olan TBMM'nin Türkiye'nin ilk meclis tecrübesi olmadığını bugün hatırlatmak durumunda kalıyor olmamız da Türkiye'nin nasıl bir ideolojik tarihyazımına maruz kalmış olduğunu gösteriyor. Oysa Meclis-i Mebusanın Ankara'ya taşınmasıyla ortaya çıkmış bir Meclistir TBMM. Dolayısıyla Hakimiyet-i milliye mefhumunun ilk doğduğu yer de değil. Bu Meclisin çatısı altında Milli Mücadelenin yürütülmüş olduğu ve bugün içinde yaşadığımız devletin kurucu tartışmalarının yapıldığı, sonradan üstünün milli hakimiyet ilkesiyle pek de bağdaşmayacak şekilde örtüldüğü de bir gerçektir. 1. Meclis ile 2. Meclis arasında sadece bir kararla ortaya çıkan açık hakimiyet-i milliye farkı, sonradan ulusal egemenlik olarak ifade edilecek olan temsilin ne kadar söylemsel bir kurgu olabildiğini de gösteriyor. “Hakimiyetin bilâ kayd-u şart millete ait olduğu” ilkesine dayalı olarak kurulan 1. Meclis'te millet kavramı da vatan kavramı da istiklal kavramı da sonradan bu meclisle elde edilen meşruiyet üzerine inşa edilen yeni rejimde bambaşka anlamlara kavuştu. Mesela 1. Mecliste başkanın hemen arkasındaki duvarda asılı olan “Onların işleri aralarında Şûrâ iledir” Ayeti Celilesinin 2. Meclisin toplanmasıyla birlikte apar topar kaldırılması, milli hakimiyetin bir kararı değildi elbet. Haddi zatında 2. Meclis'in oluşumu bile Milli Hakimiyetin işleyişinin bir sonucu değildi. Yine Millî Mücadeleyi bizzat yönetmiş olan ve milleti temsil kabiliyeti oldukça yüksek olan bir Meclisin bir emrivakiyle feshedilme şekli ve gerekçeleri de ardından kurulan 2. Meclisin üyelerinin seçimi de neresinden bakarsanız Milli Hakimiyet kavramının daha başta nasıl bir yara almış olduğunu gösteriyor.

Mundo Sabah Bülteni
⚔️ Dört Tarafı Çatışmalarla Çevrili Ülke

Mundo Sabah Bülteni

Play Episode Listen Later Feb 22, 2022 6:52


Salı sabahından günaydın! Arap Baharı ile Türkiye'nin güney komşularında başlayan iç karışıklıklar, saatin tersi yönünde ilerledi. Tunus, Libya, Mısır, Suriye, Irak, Azerbaycan, Ermenistan derken, sıra kuzey komşularımıza geldi. Rusya'nın Kırım'ı ilhakının ardından Donetsk bölgesindeki ayrılıkçıların bağımsızlığını tanıması, yeni bir çatışmanın başlamak üzere olduğu anlamına geliyor. Gelin şimdi Dünya'dan ipuçları ile bültene başlayalım:-Almanya: Scholz, Putin'e gerilimi düşürmeye ve Rus güçlerini Ukrayna sınırından çekmeye çağırdı.-İsrail, Ukrayna'daki Büyükelçiliğini Kiev'den Lviv'e taşıma kararı aldı.-Putin: Ukrayna sadece Rusya'nın komşusu değil, aynı tarihin bir parçası.-Rusya, Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını tanıdı, bölge halkı kutlama için sokaklara çıktı.-Putin, Rus Silahlı Kuvvetleri'ne, Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerinde barışı koruma misyonları icra etme talimatı verdi.-Zelenskiy, “Ukrayna'nın uluslararası sınırları, Rusya'nın açıklamalarını dikkate almadan olduğu şekilde kalacaktır” dedi.-ABD, Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri ile ticari faaliyetleri yasakladı.-Türkiye: Rusya'nın söz konusu kararını kabul edilmez buluyoruz ve reddediyoruz.-Almanya Federal İstatistik Ofisi'nin verilerine göre ÜFE Ocak'ta aylık yüzde 2.2 arttı. Aralık'ta da yüzde 5 artarak rekor kıran ÜFE yıllık bazda yüzde 25 ile rekor artış kaydetti.-İngiltere Covid-19 kısıtlamalarını ve zorunlu izolasyonu kaldırıyor.-BDDK, Otomotiv kredi limitleri ve vade sayısı artırıldı.

Bir bakışta
Yasemin Devrimi ve Tunus farkı

Bir bakışta

Play Episode Listen Later Jan 13, 2022 26:06


“Arap Baharı” diye akıllara kazanan devrim dalgasının başladığı, Tunus'ta rejim değişikliğinin meydana geldiği 14 Ocak'ın yıldönümünde Dr. Muhammed Hüseyin Mercan ile rejimin değiştiği veya statükonun isyana direnip devam ettiği bölge ülkelerini Tunus'la karşılaştırdık.

Gazete Duvar Podcasts
Orta Dünya… Ortadoğu'da Hristiyan toplumu

Gazete Duvar Podcasts

Play Episode Listen Later Dec 24, 2021 44:06


DUVAR – Gazeteci Sarkis Kassarjian, Ortadoğu Hristiyanlarının inançlarını, Rusya'nın Orta Doğu'daki rolünü ve Arap Baharı'nın Hristiyan toplumu üzerindeki etkisini Hediye Levent'e değerlendirdi.

rusya ortado hristiyan arap bahar hristiyanlar
Yeni Şafak Podcast
YASİN AKTAY - BAE ile yeni ilişkinin adını koymak

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 30, 2021 6:07


Birleşik Arap Emirlikleri ile son zamanlarda yaşanan ve en son geçtiğimiz hafta Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed En-Nahyan'ın Türkiye ziyareti ile önemli bir aşamaya gelen yeni ilişki faslının adını doğru koymak gerekiyor. Bu faslın en az on yıl süren ve neredeyse birçok cephede karşı karşıya kalınan bir husumetin ardından gelmiş olmasının elbette bir muhasebesi olmalı. Öyle ya, Arap Baharı sürecinden itibaren özellikle Ortadoğu'da Türkiye'nin ayak bastığı her yerde karşısına BAE çıkıyordu. Tabii tersi de doğru BAE'nin ayak müdahil olup kendi siyasetini güttüğü birçok yerde de aynı şekilde karşısına Türkiye çıkıyordu. Buzları bu kadar hızlı eriten nasıl bir uluslararası hararet yaşandı da Prens'i Türkiye'ye kadar getirdi?

Yeni Şafak Podcast
Yasin Aktay - Arap Baharı'nda kimin kaybettiğini kim kazandı?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 16, 2021 6:53


Bu yıl 30. yılına giren Tezkire Dergisi, 1991 yılında yayınlanan ilk sayısında misyonunu İslami düşüncedeki derinlik ve süreklilik sorununu dert edinmek olarak koymuştu. 30 yıldır dergi bazı kısa ve uzun sayılabilecek

Yeni Şafak Podcast
YASİN AKTAY - Dört Mevsim Bir Bahar: Arap Devrimleri

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 14, 2021 6:28


Arap dünyasının on yıl önce yakalandığı ani değişim ikliminin bir bahar olarak nitelenmiş olması sonradan yaşananlar ışığında biraz aceleye getirilmiş bir isimlendirme sayılabilir. O iklimin atmosferi içinde bütün Arap dünyasını etkisi altına alan ögürlük, ekmek, adale ve onur taleplerinin etkili birer toplumsal harekete dönüşmesi ve bu etkinin önündeki elli- altmış yıllık diktatörlükleri birer birer devirmesi bir isimlendirme arzusunu da hissettiriyordu. Arap Baharı kavramsallaştırması 1848'de Avrupa'da baş gösteren ve “Halkların Baharı” olarak adlandırılan toplumsal hareketlere ve 1948 yılında Doğu Avrupa'da gelişen ve Prag Baharı gibi isimlerle anılan demokrasi yanlısı hareketlere atıfla aslında ilk önce Batılı çevreler tarafından kullanıldı. Sonradan yaşanan yaklaşık üç yıllık sürecin adı haline geldi.

Yeni Şafak Podcast
Yasin Aktay - "İlk Bahar"

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 5, 2021 6:19


Wadah Khanfar “İlk Bahar” ismini verdiği siyer kitabını “Hz. Peygamber'in Hayatına Dair Stratejik ve Siyasi Bir Okuma”ya bir davet olarak yazmış. Kuşkusuz bu konuda her ne yazılırsa yazılsın, bu Hz. Peygamberin hayatının her yanını ortaya koyamaz. Zaten kitap kendini “strateji” kavramı ve bunun Hz. Peygamberin hayatındaki tezahürünü anlamaya çalışmakla sınırlamış durumda. Bu uyarıyı özellikle bu kitapta da Hz. Peygamber'in nübüvvet, risalet ve klasik siyer kitaplarında görmeye aşına olduğumuz şeyleri de görmeyi bekleyenler için yapmayı nedense gerekli görüyorum. O boyutları ortaya koyan yeterince kitap var ve bu kitap onların bir tekrarı değil, onlara belki ilave olarak okunmalıdır. ARAP BAHARININ ESİN KAYNAĞI “İLK BAHAR” Khanfar, “İlk Bahar” ismini aslında Arap Baharı denilen sürecin karşı-devrimlerle, yani darbelerle kışa çevrilmeye başlandığı bir ortamın atmosferinde düşünüp yazmaya karar vermiş. Belki bu süreçte gerek ülke içi güç dengeleri gerekse de uluslararası dengeler karşısında hızla ulaştıkları bir devrimi sürdürmekte maruz kaldıkları sıkıntıların en fazla hatırlattığı kavramlardan biri oldu strateji. Bütün insanlığa başka türlü onurlu, insanca bir varoluş imkân ve ihtimalini bilfiil bir “ilk bahar” olarak yaşatan, tarihte müstesna bir siyaset, toplum ve medeniyet modeli ortaya koyan ilk Müslümanların hayatı ve mücadeleleri hiç kuşkusuz stratejik bir model de barındırmaktadır. On yıl önce esmeye başlayan yeni Bahar'ın çağımızda insanlığın şiddetle ihtiyaç duyduğu adil, onurlu, insan haklarına saygılı bir iklimi oluşturabilmesi için nasıl bir stratejiye ihtiyaç duyulmaktadır? Mevcut dünya güç dengelerini tamamen değiştirmeyi gerektireceği aşikâr olan bu yolun stratejik müttefikleri kimler olacak, hangi şekilde bu yola katılacaklar? Tarih genellikle bugünün ışığında ve her dem yeniden yazılır. Bundan Hz. Peygamberin sireti de muaf değildir. O sirette “ilk bahar” izlerini aramaya sevk eden günümüzde tamamına ermeyen bahar olmakta, o sirette stratejinin ipuçlarını bulmaya sevk eden şey de günümüzün İslami hareketlerinde eksikliği hissedilen stratejik akıl ve davranıştır.

Politik Merkez - Robot Okuyucu Yayını
İstikrarsızlaştırmanın Metodu

Politik Merkez - Robot Okuyucu Yayını

Play Episode Listen Later Sep 12, 2021


Bu tür istikrarsızlaştırma projeler uzun solukludur. Eğer Akdeniz çanağında bir dönüşüm projesi uygulamaya alındıysa ve örneğin adı Arap Baharı kondu ise gördük ki süre on yılı buldu ama henüz istikrarsızlıktan kurtulmak mümkün olmadı. Ne zaman sonuçlanır bilinmez. Zira sürekli başka istikrarsızlıklar peşi sıra birbirine eklenmektedir. Domino teorisi gibi! Afrika ve Orta Doğu istikrarsız alanlarına Orta ve Güney Asya da eklendi. ABD, Afganistan'da iken Orta ve Güney Asya'da bir denge var gibiydi, şimdi planlı bir güç boşluğu oluşturuldu, buraya başta terör ve çıkar örgütleri, pek çok yapı yerleşti. El bombasının pimi çekildi!

Medyascope.tv Podcast
Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye ile hangi koşullarla barışıyor? Yusuf El Şerif ile söyleşi

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Sep 2, 2021 33:49


Ankara, ABD'de Biden yönetiminin işbaşı yapmasından bu yana bölgesinde sorun yaşadığı ülkelerle ilişkilerini düzeltmeye çalışıyor. Mısır ve İsrail'den sonra Birleşik Arap Emirlikleri ile de üst düzey diyalog ve diplomasi kanalları açılmış görünüyor. Abu Dabi'de yaşayan gazeteci Yusuf El Şerif, Birleşik Arap Emirlikleri'nin Ankara'nın dış politikasında “Arap Baharı ile girdiği yanlış yoldan” dönmesine olumlu bir karşılık olarak ilişkilerin düzelmesi yönünde inisiyatif başlattığını söylüyor.

Bir bakışta
Türkiye-BAE ilişkileri

Bir bakışta

Play Episode Listen Later Sep 2, 2021 9:17


Dr. Necmettin Acar, Türkiye'nin Arap Baharı başladığından beri gerginlik yaşadığı Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkilerinde son dönemde meydana gelen gelişmeleri AA Podcast'tan Faruk Çalışkan'a anlattı.

Bir bakışta
Tunus'ta son gelişmeler: İtidal kazanacak mı?

Bir bakışta

Play Episode Listen Later Aug 3, 2021 25:42


Cumhurbaşkanı Kays Said'in başbakanı azledip meclisin yetkilerini elinden alması ardından Tunus, Arap Baharı'ndaki kazanımlarını kaybederek bir otoriter rejime mi dönüşecek, yoksa uzlaşma kültürü mü galip gelecek? Marmara Üniversitesi'nden Dr. Muhammed Hüseyin Mercan'la Said'in seçeneklerini konuştuk.

Medyascope.tv Podcast
Spektrum (16) - Arap Baharı'nın son kalesi Tunus düştü mü?

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Jul 30, 2021 26:55


Medyascope'un her hafta dünya gündeminin meşgul eden bir konunun enine boyuna incelendiği podcast programının 16'ıncı bölümünde bu hafta, Tunus'ta yaşanan siyasi krizi ele aldık. Arap Baharı'nın çıkış yeri ve yegane başarılı hikayesi olarak bilinen Tunus'ta itibaren neler yaşanıyor? Cumhurbaşkanı Kays Said ne yapmaya çalışıyor? Nahda Hareketi, Said'in açıklamalarına ne tepki verdi? Ülkede bu sürece gelene kadar neler yaşandı? Uluslararası toplum nasıl tepki verdi? Tunus'taki siyasi kriz, ülkedeki kırılgan demokratik düzeni sonlandırır mı? Olası senaryolar neler? Bu bölümümüzde bu sorulara yanıt aradık.

Yeni Şafak Podcast
Süleyman Seyfi Öğün - Tunus Ve Sırıtanlar

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 29, 2021 5:44


Tunus son derecede kritik günler yaşıyor. Cumhurbaşkanı ve ordu üzerinden bir karşı devrim, bir “darbe” girişimi tezgâhlanıyor. Henüz durum vuzuha kavuşmuş değil. Ama kuvvetli ihtimâllerden birisi de bu tezgâhın başarılı olacağı istikâmetinde. Tunus Arap Baharı'nın başladığı yer. Dahası, düne kadar şöyle, böyle “Bahar'ın” devâm ettiği yer olarak biliniyordu. Eğer Tunus'ta darbe başarılı olup, başta Ennahda ve Gannûşi olmak üzere karşı çıkan unsurları sindirirse, 2021 Temmuz sonu îtibârıyla, zâten Mısır'daki darbeden ve Suriye savaşının kördüğümünden sonra zaten hayli zayıflamış olan Arap Baharı'nın nihâyete erdiğini söyleyebileceğiz. Tabiî ki bu gidişâtın Türkiye açısından da çok mühim neticeleri olacağını en başta kestirmek zor değil. Arap Baharı'nın mütecânis bir hareket olduğunu iddia etmiyoruz. Elbette Bahreyn ve Yemen ile Tunus, Mısır, Libya, hattâ Suriye çizgisinde yaşananlar farklıydı. Ama Türkiye îtibârıyla ikinci çizgide yaşananlar daha mühimdi. Eğer başarılı ve tutunumlu olsaydı, bugün bambaşka bir Ortadoğu'yu konuşuyor olacaktık. Öyle olmadı. Evet Hüsnü Mübârek, Kaddafi ve Zeynel Âbidin gibi BAAS kalıntısı diktatörler devrildi. Ama neticeten Libya kaosa sürüklendi. Mısır'da ise kısa vâdeli bir İhvân iktidârı Sîsi tarafından kanlı bir şekilde tasfiye edildi. Kaos Sûriye'ye sıçradı. Esad çok yıpransa da ayakta kalmaya muvaffak oldu. Ayakta kalan tek unsur Tunus'tu. Ümit vermeye devâm ediyordu. Türkiye'nin Libya operasyonu, ilk bakışta çok berrak görülmese de, sırtını Tunus'a dayamaktaydı. Son gelişme, kabûl etmeliyiz ki Türkiye'nin bu ileri hamlesini zora sokacak bir potansiyel taşıyor. Hafter güçleri ve Sisî durumdan çok mes'ud olsa gerekir. Zâten belirsizliğe sürüklenen Cenevre süreçleri, yakın zamanda bir topyekûn hesaplaşmayı gündeme koyuyordu. İşbu gelişmeyle berâber bu kuvvetli ihtimâlin daha da öne çekilebileceğini tahmin etmek zor olmasa gerekir.

NTVRadyo
Tunus: Son kale yıkılıyor mu?

NTVRadyo

Play Episode Listen Later Jul 27, 2021 20:55


Tunus'ta siyasi kriz var. Arap Baharı'nın görece başarılı ülkesinde sokaklar gergin. Ülke nasıl bu noktaya geldi? Darbe girişimi nasıl sonuçlanacak? Türkiye'nin bölge politikaları nasıl etkilenecek? Deniz Kilislioğlu soruyor, ORSAM Başkan Yardımcısı İsmail Numan Telci Beşte Beş'te anlatıyor. (27 Temmuz 2021)

yards kale temmuz darbe tunus arap bahar tunus'ta
Medyascope.tv Podcast
Tunus'ta siyasi kriz - Arap Baharı bitti mi? - Konuk: Dr. Şebnem Gümüşçü

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Jul 27, 2021 42:36


Arap Baharı'nın başladığı ve tek başarı hikayesi olarak görülen Tunus, son on yılın en büyük siyasi krizine sahne oluyor. Cumhurbaşkanı Kays Said'in pazar günkü (25 Temmuz) açıklamasında, ülkedeki siyasi krizi zirveye taşıdığı gerekçesiyle parlamentoyu 30 gün boyunca askıya aldığını duyurdu ve Başbakan Hişam Meşişi'yi görevden aldı. Tunus Meclis Başkanı ve parlamentonun en büyük partisi konumundaki Nahda Hareketi'nin lideri Raşid Gannuşi, Cumhurbaşkanı Said'in bu hamlesini “darbe ve demokrasiye saldırı” olarak tanımladı. Tunus'ta yaşanan son gelişmeleri, siyasi krizin nedenlerini ve bundan sonraki süreçte yaşanabilecek olası senaryoları Middlebury College Öğretim Üyesi Dr. Şebnem Gümüşçü ile konuştuk.

Ölü Yatırım
6 - Beyaz Yaka Blues

Ölü Yatırım

Play Episode Listen Later Apr 11, 2021 29:28


Kariyerin düşkünü, öneri verir kış günü. Peki sen ne yaparsın işe giderken Nirvana dinleyip hayali gitar çalan mutsuz beyaz yakalı? Sana güzel laflar hazırladım. Dinle küçük adam, dinle laptoplu proleter. Anlatılan senin hikayendir, (ya da değildir bilmiyorum). Bölümün konukları: Grup Yorum, Arkadaş Zekai Özger, Linkedin, Another Brick in the Wall Pt. 2, Arap Baharı, Mutsuz Kasiyerler, Neo-Psychedelic Rock, Sugar Daddyler, Newton, Körfez Savaşı, Gökhan Özen'in jet skisiyle kaybolması, Merkür Retrosu, Yetmez ama Evetçiler. Leyloştan Y kuşağına sevgilerle

Medyascope.tv Podcast
Arap Baharı’nın 10. yılı ve sürecin Türkiye’ye etkileri - Konuk: Naci Koru

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Mar 13, 2021 26:08


Medyascope özel yayınında Alphan Telek, konuğu eski Dışişleri Bakan Yardımcısı ve emekli Büyükelçi Naci Koru ile Arap Baharı’nın 10. yılında hem bu süreci hem de sürecin Türkiye dış politikasına etkilerini değerlendirdi.

Medyascope.tv Podcast
Ayşen Uysal ile Başka Siyaset: On yılın ardından “Arap Baharı” #29

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Jan 27, 2021 23:14


Arap dünyasında on yıl önce yaşanan protesto hareketleri bu ülkelerde ne tür değişimleri beraberinde getirdi? Bu hareketleri nasıl anlamlandırabiliriz? Ayşen Uysal yorumluyor. PATREON'dan Medyascope'a destek olabilirsiniz → https://www.patreon.com/medyascopetv Teşekkürler!

Medyascope.tv Podcast
Aytuğ Şaşmaz: "Tunus'ta biraz Arap Baharı'nın da etkisiyle protestolar ülke çapında yayıldı"

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Jan 19, 2021 6:59


Tunus'ta birkaç gündür süren toplumsal protestolar ülke çapında yayılırken, polisin yüzlerce göstericiyi gözaltına aldığı bilgisi paylaşıldı. Tunus'taki protestoları Harvard Üniversitesi'nde araştırmalarına devam eden siyaset bilimci Aytuğ Şaşmaz ile konuştuk.

Aposto! Altı Otuz
Spektrum | Arap Baharı'nın 10. yılı

Aposto! Altı Otuz

Play Episode Listen Later Dec 31, 2020 36:50


31 Aralık 2020 | Arap coğrafyasında başlayan ve tüm dünyayı sarsan Arap Baharı'nın sebepleri, sonuçları ve bugüne etkilerini konuşuyoruz. Keyifli dinlemeler. Görsel: History

Gazete Duvar Podcasts
Küresel Gündem… İlhan Uzgel: Arap Baharı'nın taşıyıcısı İslamcılar olmadı

Gazete Duvar Podcasts

Play Episode Listen Later Dec 24, 2020 22:29


DUVAR - Prof. Dr. İlhan Uzgel ve Mühdan Sağlam'ın hazırladığı Küresel Gündem'in bu bölümünde Arap Baharı'nın 10. yılı ele alınıyor. Uzgel ve Sağlam, Arap Baharı'nın gelişimini ve tarihini, Türkiye dış politikasının bu dönemdeki uygulamalarını ve dönüşümünü tartışıyor.

olmad arap bahar uzgel
Medyascope.tv Podcast
Transatlantik: CAATSA yaptırımları, 10 yıl sonra Arap baharı

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Dec 21, 2020 40:32


Transatlantik: CAATSA yaptırımları, 10 yıl sonra Arap baharı by Medyascope

Medyascope.tv Podcast
Arap Baharı'nın 10. yılı - Erhan Keleşoğlu ile söyleşi

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Dec 17, 2020 30:38


Medyascope özel yayınında Alphan Telek, konuğu araştırmacı, akademisyen Erhan Keleşoğlu ile Aralık 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve bütün Ortadoğu bölgesine yayılan Arap isyanları sürecini ele aldı. Programda bu isyanların bugün nasıl algılandığı ve nasıl evrimleştiği de tartışıldı. PATREON'dan Medyascope'a destek olabilirsiniz → https://www.patreon.com/medyascopetv Teşekkürler!

Gergedan Dergi
Rusya'dan Sevgilerle: 10. Yılında Arap Baharı ve Rusya | Bölüm 11

Gergedan Dergi

Play Episode Listen Later Dec 9, 2020 24:27


Deniz Tunç Kalyoncu ve Oğul Tuna Rusya'dan Sevgilerle'nin bu bölümünde 2010 yılının sonunda başlayan Arap halk ayaklanmalarının Rusya'daki yansımalarını, Rusya'nın Libya ve Suriye iç savaşlarındaki politikasını ve bölgede artan gücünü konuştular.

libya rusya arap suriye arap bahar rusya'dan
TR724 Podcasts
Arap Baharı’ndan Türk Kışı’na! [Alper Ender Fırat]

TR724 Podcasts

Play Episode Listen Later Nov 28, 2020 8:06


Arap Baharı’ndan Türk Kışı’na! [Alper Ender Fırat] by Tr724

ender alper arap bahar
49W
Protestoları Okuma Kılavuzu: Kaçta, Hangi, Ne İle, Niçin, Kimi, Kimden, Neyi, Ne Belli, Neye, Kim?

49W

Play Episode Listen Later Sep 20, 2020 7:48


Son on yıla protestolar damgasını vurdu. Gezi olaylarından Arap Baharı'na, Venezuela'dan Hong Kong'a dünyanın dört bir yanında protestolar yaşandı. Peki insanlar niçin protesto eder? Hangi protestolar başarılı olur? Sokağa inmek suç mu? Şiddet bir işe yarar mı? İnsanları protestolara çeken faktörler neler? Kimler protestolara katılır? Kimler protestolara katılmaz? Yüzde 3,5 kuralı ne demek? Ahmet Arif Günaydın bunlara ve pek çok başka soruya cevap aradı. İyi dinlemeler...

49W
Arap Baharı Sonrası Mısır ve Müslüman Kardeşler

49W

Play Episode Listen Later Jun 28, 2020 9:08


2011'de Mısır'a sıçrayan Arap Baharı, diktatör Hüsnü Mübarek'in devrilmesiyle sonuçlanmış fakat demokratik seçimlerle göreve gelen Muhammed Mursi de bir yıl sonra darbeyle yerinden edilmişti. Tüm bu gelişmelerde Mısır halkının tutumu ne olmuştu? Hüsnü Mübarek nasıl devrildi? Tahrir meydanında kimler vardı? Müslüman Kardeşler başarılı mıydı? Müslüman Kardeşler'in Mısır siyasetindeki yeri ne olacak? Mısır'da Arap Baharı ve sonrasını Ekin Bayur anlattı. Müzik: Ahwak - Zeid Hamdan & Hiba El Mansouri

Medyascope.tv Podcast
Transatlantik: Salgınla küresel mücadele, IŞİD’in geleceği, yeni bir Arap Baharı mı?

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later May 13, 2020 43:16


Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile ABD’de salgınla mücadelenin seyrini; Rusya, Brezilya gibi ülkelerde vaka sayılarının hızla artmasını; salgın atmosferinin IŞİD ve El Kaide gibi örgütleri nasıl etkilediğini ve yaşanan krizin yeni bir Arap Baharı’na yol açıp açmayacağını konuştu.

Kısa Dalga Podcast
Deniz Kandiyoti ile Söyleşi 3: Arap Baharı ve cinsiyetler arası koalisyon

Kısa Dalga Podcast

Play Episode Listen Later Mar 10, 2020 29:59


Alev Özkazanç'ın Arka Pencere serisinde Deniz Kandiyoti ile Söyleşi'nin üçüncü bölümünde Arap Baharı ve sonrasındaki gelişmelerin Ortadoğu'daki kadın-erkek ilişkilerine etkisi konuşuluyor: "Artık kadınlığın, erkekliğin, cinselliğin kontrollü meselesinin toplumsal cinsiyetin ötesinde doğrudan doğruya nasıl bir toplum, nasıl bir devlet, yani can alıcı, biz nasıl bir düzende yaşayacağız sorusu. Erkeklerde ciddi bir uyanış var. Ve bütün dünyada korkunç bir polarizasyon var. İnternete baktığınızda, Amerika’da korkunç işler oluyor. Bir yanda feministleri destekleyen erkekler var, diğer yanda şiddetli mizojen gruplar var. Sitelerinde açık ve seçik, tecavüz edin, vurun, kırın, öldürün şeklinde mesajlar veren, çok öfkeli ve çok tehlikeli tabii çünkü bu adamlar bir iki yerde katliam çıkardılar."

Fularsız Entellik
Suriye ve Tartışamama Kültürü

Fularsız Entellik

Play Episode Listen Later Nov 10, 2019 76:16


İki hafta aradan sonra uzun ve konuklu bir bölümle döndüm.(00:15) Gecikme ve rakamlarla Hindistan seyahati.(03:20) Pers Sarayı'nda darbe.(04:23) Benim cahil Suriye özetim.(05:40) Arap Baharı ve Esad rejiminin 4-6 ay içinde çökmesi öngörüsü.(11:15) IŞİD'in yol açtığı paradigma değişimi.(13:15) Rusya'nın müdahalesi, ABD-YPG ve Rojava Devrimi.(15:28) Üç harfliler: PKK YGP PYD KCK.(17:22) Devletler halkların iyiliği için çalışmaz.(19:50) Barış Pınarı Harekatı.(22:55) 1 milyon Suriyelinin yeniden yerleştirilmesinin psikolojik travması.(24:30) Trump'a iç politika baskısı.(25:15) TR'nin 2011'den beri yanlışları.(26:45) Kutuplaşma artınca hiçbir konuyu tartışamamak.(28:45) Her kesim kendi zaferini ilan ediyor.(32:00) Harekat gerekli miydi?.(35:12) İktidarın kendi manevra kabiliyetini kısıtlaması.(36:52) Entropi gibi sürekli artan yalakalık ve otosansür.(38:55) Barış akademisyenleri.(40:20) Gerçek İskoçyalı ve radikallik yarışı.(41:50) Kısa vadede hızlı kararlar için kurumları çürütmek.(43:15) Eski demokrasi eleştirisi: Yavaş karar alma ve kişisel ihtiraslar.(45:00) 50 senelik plan yapabilme lüksü ve geleceğin geçmişten iyi olacağına inanç.(48:15) Mantıklı tartışma önemsiz mi? Neden Atina modeli daha erken "tutmadı"?(52:35) Faşist toplumlara evrimsel bakış. Goebbels vs Goering.(55:50) 3. Selim döneminde Rus-Osmanlı savaşı. Kosta Rika'nın başarısını nasıl ölçeriz?(1:00:35) Çin'in vatandaşlarını otoriterlik ile mutlu edebilme ihtimali.(1:03:55) Çin'in sisteminin yayılması daha mı kolay?(1:05:55) Cennet.(1:06:53) Cehalet mutluluksa, açık toplum mutsuz mudur?(1:13:27) Avrupalıların hafıza kaybı.(1:15:00) Bu saçma görüşleri için konuğumuza ve destekleri için patronlarımıza teşekkür.***Europcar Kampanya Koşulları: Europcar.com.tr de %30 indirim için "entel" kodunu kullanın: https://www.europcar.com.tr/deals/new-offers/intellectuals***

Defence Turk
Hakimiyet Savaşı: Libya

Defence Turk

Play Episode Listen Later Sep 29, 2019 16:38


Libya'nın Birleşmiş Milletler tarafından tanınmasından itibaren; Arap Baharı'nı, devrim sonrası politik ve ekonomik durumu, devrim sonrası Libya-Türkiye ve Libya ile diğer devletlerin ilişkileri ve mevcut siyasi, askeri, ekonomik durumu hakkında bilgiler

Cuma Adlı Adamlar
Cuma Adlı Adamlar: 8 Ocak 2016

Cuma Adlı Adamlar

Play Episode Listen Later Jan 14, 2016 58:46


Cuma Adlı Adamlar: 8 Ocak 2016 Cuma Adlı Adamlar'da bu hafta konuğumuz kısa bir süre önce yayımlanan " Sonuna Doğru " başlıklı kitabı dolayısıyla E. Ahmet Tonak. Kendisiyle Türkiye ekonomisinin son on-onbeş yılını, Arap Baharı ile başlayan yeni muhalefetin küresel etkilerini konuşuyoruz.

cuma ocak arap bahar
Cuma Adlı Adamlar
Cuma Adlı Adamlar: 8 Ocak 2016

Cuma Adlı Adamlar

Play Episode Listen Later Jan 11, 2016 26:37


Cuma Adlı Adamlar: 8 Ocak 2016 Cuma Adlı Adamlar'da bu hafta konuğumuz kısa bir süre önce yayımlanan " Sonuna Doğru " başlıklı kitabı dolayısıyla E. Ahmet Tonak. Kendisiyle Türkiye ekonomisinin son on-onbeş yılını, Arap Baharı ile başlayan yeni muhalefetin küresel etkilerini konuşuyoruz.

cuma ocak arap bahar
Bilim ve Sanat Vakfı Podcast Kanalı
Arap Baharı'nda Toplumsal Dinamikler | Nurullah Ardıç

Bilim ve Sanat Vakfı Podcast Kanalı

Play Episode Listen Later Jun 25, 2014


Bilim ve Sanat Vakfı'nın 21-25 Haziran 2014 tarihlerinde düzenlediği ''Toplumsal Hareketler'' temalı yaz seminerleri kapsamında, Prof. Dr. Nurullah Ardıç'ın gerçekleştirdiği 25 Haziran 2014 tarihli seminerdir.