POPULARITY
**Hakikatin Peşinde Bir Ömür: Selman-ı Farisi** Örnek Nesil serimizin **altıncı bölümünde**, **hakikatin peşinde geçen bir ömrün** sahibi olan Selman-ı Farisi (r.a.)'ın ilham verici hayatına yakından bakıyoruz. Zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Selman (r.a.), **gerçek dini aramak için** evini, ailesini ve rahatını geride bıraktı. Yolculuğu boyunca birçok çile çekti, köle olarak satıldı ama **İslam'la şereflenmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı**. Nihayet Medine'de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile buluştu ve hakikate kavuştu. Hendek Savaşı sırasında **savunma için hendek kazma fikrini önererek** İslam ordusunun zaferine katkıda bulundu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona **"Selman bizdendir, ehl-i beytimdendir."** diyerek büyük bir değer verdi. **Selman-ı Farisi'nin (r.a.) sabır, fedakârlık ve hikmet dolu hayatını keşfetmek için yeni bölümümüz yayında!**
*Yesrib'in İlk Muallimi, Uhud'un Sancağı: Mus'ab ibn Umeyr* Örnek Nesil serimizin *beşinci bölümünde, İslam davasının öncülerinden **Mus'ab ibn Umeyr (r.a.)*'ın fedakârlık ve teslimiyet dolu hayatına yakından bakıyoruz. Mekke'nin en zengin ve asil ailelerinden birinde doğan Mus'ab (r.a.), İslam'la şereflenince her şeyini geride bıraktı. *Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından Yesrib'e gönderilen ilk öğretmen ve davetçi* oldu. Orada İslam'ın hızla yayılmasına vesile oldu ve Medine'deki Müslümanları bir araya getirdi. Uhud Savaşı'nda ise Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) *sancaktarlık görevini üstlendi. Büyük bir cesaretle mücadele ederken şehit edildi. **Üzerindeki elbise kefen olarak yetmediği için ayakları otlarla örtüldü*. *Yesrib'in ilk muallimi, Uhud'un sancaktarı, zühd ve fedakârlığın timsali Mus'ab ibn Umeyr'in (r.a.) ilham veren hikâyesini keşfetmek için yeni bölümümüz yayında!*
Tay Kabilesinin Bileği Bükülmez Efendisi: Zeydül Hayr Örnek Nesil serimizin dördüncü bölümünde, Tay Kabilesi'nin önderi Zeydül Hayr (r.a.)'ın hayatına yakından bakıyoruz. İslam'la müşerref olmadan önce "Zeydül Hayl" (Atlı Zeyd) olarak tanınan bu yiğit sahabe, sahip olduğu sayısız atla nam salmıştı. Heybetli duruşu, gür sesi ve cesaretiyle kabilesinin en önde gelen ismiydi. İslam'ın haberini duyduğunda kabilesinin ileri gelenleriyle birlikte Yesrib'e gitti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in hutbesini dinleyerek şehadet getirdi ve Müslüman oldu. 7 gün boyunca Resûlullah'ın (s.a.v.) yanında kaldıktan sonra, kabilesine İslam'ı anlatmak için yola çıktı. Ancak Medine hummasına yakalanarak vefat etti. Fakat vasiyeti yerine geldi ve kabilesi daha sonra İslam'la şereflendi. Bu cesur sahabenin fedakârlık ve teslimiyet dolu hikâyesini keşfetmek için yeni bölümümüz yayında!
Hayırlı Selef: Osman İbn Maz'un'un Büyük Fedakârlığı Örnek Nesil serimizin üçüncü bölümünde, İslam davasına gönülden bağlı bir sahabe olan Osman ibn Maz'un (r.a.)'ın hayatına yakından bakıyoruz. Müşrik amcası Velid ibn Muğire'nin himayesinde olduğu için zulüm ve işkenceden korunan Osman, arkadaşlarının çektiği sıkıntıları gördüğünde bu ayrıcalıktan rahatsız oldu. Onlarla aynı zorlukları paylaşmak için amcasından himayesini kaldırmasını istedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Osman ibn Maz'un (r.a.) vefat ettiğinde onun alnından öpmüş ve onu "Hayırlı Selef" olarak nitelemiştir. Bu büyük sahabenin fedakârlığını ve Allah yolundaki azmini birlikte keşfetmek için bu bölümü kaçırmayın!
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in sözlerini duymamak için kulağına pamuk tıkayan bir sahabe… Peki, daha sonra ne oldu? Onu İslam'a götüren yolculuk nasıl başladı?
İran, İsrail'i vursa da, vuruyor gibi yapsa da, Çin, Rusya ve evet ABD de bunu istemiyor… Adı geçen her süper gücün kendine göre diğerine zıt stratejik gerekçeleri, bölgede yaşanan çatışmanın üzerinde nedenleri var ve ögelerine ayrılmaları, bunlara bakarak İran'ın da İsrail'i gerçekten vurmayı isteyip istemediğini konuşmak gerekiyor… Herhangi bir ülkenin üç süper gücün hilafına İsrail'i vurması mümkün mü? Bu olay özelinde mümkün… Bu da bizi Tahran'ın ‘içine' taşıyor, tekrarlayalım; İran Cumhurbaşkanı Reisi ve Dışişleri Bakanı Abdullahiyan'ın “tasfiye edilmesi” İran için yeni politik gerçeklik yarattı. Haniye suikastında ve soruşturmasında da gördük. Anladık ki, Tahran çarkı içinde bir dişli takılıyor… Siyasetteki izlerini şuradan izleyebilirsiniz; yeni Cumhurbaşkanı reformist kimliğiyle birlikte Batı'yla daha düzgün ilişkiler kurmak isteyen bir profil. Adaylık sürecinde alenen söyledi. Haniye suikastı bunu çelmeledi, Pezeşkiyan'ın elini bozdu. Yine de Dışişleri Bakanı'nı bile atamadan Cevad Zarif'i stratejik işlerden sorumlu yardımcılığına atadı. Zarif'i anlatmaya gerek yok. İran iç tahterevallisinde nerede oturduğu belli. Biz bu ipucunu/delili sizlerle paylaştıktan 10 gün sonra istifa etti. Neden? İşte o “diş”li ısırdı! Aynı dişli İran dış politikasında esnemek istemiyor. İçeride menfaatlerin dağıtılması konusunda da taraf. Ve yine İsrail'e açık ve güçlü bir cevap verilmesini istiyor. Bu bağlamda Tel Aviv'in savaşı yükseltme arzusunun da paydaşına dönüşüyor… *** Gelelim süper güçlerin stratejik ögelerine ayrılmasına… Çin resmi dili, İsrail'in durdurulmasından yana. İki devletli 1967 çözümünü destekliyor, Filistin örgütlerinin liderlerini bir araya getirip çözüm üretmeye davranacak kadar da ileri gidiyor, Haniye'nin öldürülmesini, “buna karşı” girişim olarak tarif ediyor. Yine de İran'ın İsrail'e fırsat verecek bir karşılık vermesini kesinlikle istemiyor. Sebebi Pekin için hassas bir konu; böylesi durumun geniş Ortadoğu'da, özel olarak Çin'in genel olarak Doğu'nun ilerleyişini sakatlama, özellikle “yatırımlar/yollar” üzerinden ilerlemesini geriletme riski… Rusya açısından yine aynı saikler geçerli olmakla birlikte, ABD ve İsrail'in İran'ı vurması durumunda rejimi düşürme potansiyeli yeşerteceğini, bunun hayati nitelikte jeopolitik kayıp oluşturacağını teşhis etmesi. (Aynı düşünceyi/kaygıyı Çin de paylaşıyor.)
İsmail Heniye Tahran'da bir suîkast neticesinde şehit edildi. İran'ın yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan'ın kutlama törenlerine katılmak için Tahran'daydı. Bu suikast, Beyrut'ta Hizbullah'ın en yüksek rütbeli komutanlarından birisi olan ve şu ana kadar ölüp ölmediği kesinliğe kavuşmamış olan Fuad Şükrü'ye karşı yapılan saldırıdan hemen sonra gerçekleşti. (Muhtemelen o da hayâtını kaybetti). Bu cinâyetlerin fâilinin İsrâil olduğu, tartışmaya meydan vermeyecek kadar âşikâr. Ama bu kadarla yetinmek resmi eksik bırakmak olur. Kendi nam ve hesâbıma,, işin içinde ABD'nin de olduğunu düşünüyorum. Değerlendirmeye, Netanyahu'nun son ABD ziyâreti ile başlamak en doğrusu olur. İnsanlığın utancı olan bir Kongre celsesinde Netanyahu, yalanlarla dolu bir konuşma yaptı. Cumhûriyetçilerin neredeyse tam kadro, Demokratların ise kısmen mahçup, kısmen hesaplı bir şekilde yarı yarıya yer aldığı bu içtimâda, çocuk ve kadın kâtili, savaş suçlusu Netanyahu'yu bir omuzlarına almadıkları kaldı. Konuşması çoşkulu bir şekilde sık sık alkışlandı. Moral depolayan Netanyahu, sırasıyla Biden ve Trump ile görüştü. Biden artık bir siyâsî mevtâ olduğu için bunun üzerinde durma lüzûmu hissetmiyorum. Kamala Harris, ABD'nin İsrâil siyâsetlerinden rahatsız olan Hispanik, Latin kökenli ve siyâhî oyları kaybetmemek için Netanyahu'dan uzak durdu. Yahudî oylara gözünü diken Trump ise İsrâil'in siyonist siyâsetlerine olan desteğini en yüksek perdeden dile getirdi. Netanyahu'nun ABD ziyâretinden gelen haber ve resimler, İsrâil'in suikastlarının habercisiydi. Anladık ki, ABD'nin İsrâil'e olan desteği, ister Kamala Harris seçilsin, ister Trump, herhangi bir kesintiye uğramayacak; gönüllü (Trump) olsun, mızmızlanarak olsun (Harris) devâm edecek. (Kamala Harris'in kocasının da bir Yahudî olduğu unutulmamalı). Netanyahu'nun mutantan ziyâreti esnâsında, muhtemelen daha derinlerde, İsrâil ve Pentagon'un karanlık isimleri, kapalı kapılar arkasında işbaşındaydılar ve bu suikastların ve sonrasında neler yapılacağının plânları üzerinde çalışıyorlardı. Nitekim Beyrut saldırının hemen sonrasında Blinken'ın mutlak sûrette İsrâil'i destekleyeceğini ifâde etmesinin ardından Doğu Akdeniz'deki ABD donanmasına âit gemiler harekete geçti ve Lübnan açıklarına yerleşti. Anlaşılıyor ki, içeride ve Gazze'de sıkışan Netanyahu'nun savaşı büyütmekten ve İran ile kesin bir hesaplaşmayı başlatmaktan başka bir çâresi kalmadı. Bu, tıpkı köpekbalıklarının durumuna benziyor. Bu yırtıcılar için çekilmiş belgesellerden herhangi birini seyretmiş olanların kolaylıkla bilebileceği üzere, köpekbalıkları hayat boyu hareket etmek, yüzgeçlerini çalıştırmak zorunda. Eğer dururlarsa ölüyorlar. Netanyahu da, sıkışmışlığı içinde aynı şeyi yapmak zorunda. Eğer durursa, İsrâil'e ne olur bilmem ama kendisinin biteceği âşikâr. Onun için kimse Gazze'de bir ateşkes beklemesin. Buna Çin'in büyük diplomatik zaferi gibi ilân edilen, FKÖ ile HAMAS'ı uzlaştırdığı söylenen gayretleri de dâhil. Savaş durmayacak; dahası büyüyecek. Gazze'de, neredeyse bir sene geçmesine rağmen istediğini elde edemeyen Netanyahu ve siyonist-faşist kadroların savaşı yaymaktan başka çâresi kalmadı. Lübnan, Sûriye ve Irak toprakları doğrudan bu savaşın yayılma sâhasına işâret ediyor.
Bir eşikteyiz. Kapı aralık, ışık basıyor, parlak bir gelecek mi, nükleer bir ışıma mı, nereye açılır, arkada ne vardır, henüz kestirilemiyor. Bu bulanıklıkta yoluna panikle devam eden şahıslar, şirketler, devletler de var, kendini rüzgâra bırakan da soğukkanlılıkla yönünü bulmaya çalışan da… Ortamın berraklaşana kadar; berraklaşma derken bir iyimserliği değil, bulanıklığın dağılmasını kastediyorum; herkes ve her şey Kasım'daki ABD seçimlerine kilitlendi. Ekonominin tüm parametreleri dahil… Faiz indirimlerini işte böyle bir ortamda tartışmaya başladı Türkiye. Gerçi FED'i beklemeden Kanada Merkez Bankası (iki kere), Avrupa Merkez Bankası, Macaristan Merkez Bankası faiz indirdi. Asıl önemli olansa Çin Merkez Bankasının indirim kararıydı. Çin'in Trump'ın seçilme ihtimaline hazır olduğunun çok önemli bir habercisiydi bu karar. İndirim yönlü bu genel havaya rağmen Japon Merkez Bankası ise faiz artırdı. Kendi parametreleri bunu gerektiriyordu vesaire vesaire. Bu seçimin bu denli belirleyici olmasının başta ABD hegemonyasının gücü olarak yorumlanabileceğini düşünmüştüm. Sonra Netansatan'ı ABD Senatosu'nda konuşurken gördüm. Anladım ki hegemonya falan değil, ABD'nin saldırganlığı ve yalancı şahitlik kabiliyeti mesele. Gerçi yalancı şahit; olay yerinde olmayıp yahut olay hakkında bilgisi olmayıp şahitlik yapana denir. Yani şahidin yalan söylemesinden farklı bir sorundur. Kimi zaman yalancı şahitlikle şahitin yalancılığının karıştırıldığını düşünüyorum. (Yalancı şahit doğruyu da söyleyebilir.) Neyse, ABD Gazze'de yalancı şahit midir, şahit yalancı mıdır önemli değil. ABD hem yalancı şahitlik yapabiliyor (ırak'taki kimyasal silah konusunda olduğu gibi) hem şahitliğine yalan katabiliyor (Gazze'deki katliamı durmaksızın alkışladığı gibi). Alkış putperestlikten miras kalmış bir davranıştır. Bu konuda çok yargılayıcı değilim. Bir iki alkış yeri geldiğinde rahatsız edici değildir. Ama onlarca kez alkış bir cinnet hali sayılmayacaksa tapınmadan başka nedir? İyi niyetli değerlendirsem konuşturmamak için alkışlıyorlar derim. Ama Senato'nun tam anlamıyla bir şakşak (applasue-fest) tapınağı olduğunu veriler gösteriyor.
Tarım Konseyi İcra Kurulu'nun açıklamasından haberdar oldunuz mu bilmiyorum. Kurul, neredeyse canhıraş şekilde “Ne olur anız yakmayın” açıklaması yaptı ve öyle az buz değil, sonuna kadar haklılar. Diyarbakır ve Mardin'de 15 vatandaşımızın ölümüne, binlerce hayvanın ve binlerce dönüm toprağın yok olmasına neden olan yangın biliyorsunuz bir anız yakımı ile başlamıştı. Gelen haberler, hem bölgede hem de Türkiye'nin dört bir yanında çiftçilerimizin “toprağın verimliliğini sağlamanın bir yolu” olarak gördüğü anız yakımına devam ettiği yolunda. Diyarbakır ve Mardin'deki facia yetmemiş anlaşılan. “Sadece Şanlıurfa'da son iki haftada 206 çiftçiye toplam 15 bin dekar arazide anız yaktıkları için 14 milyon TL ceza kesilmiş” diyeyim de tehlikenin farkına varalım. Şunun adını yerli yerince koyalım: Anız yakımı insani değildir, İslami hiç değildir, hele hele toprağın verimliliğini artıran bir uygulama hiç değildir. Anız, ekosistemi yok eden, tarımsal verimliliği ortadan kaldıran, dahası artık “insan da öldüren” bir olgu haline geldi ne yazık ki. Toprak verimliliğini sağlamanın çok daha iyi, çok daha etkili yöntemleri var ve Tarım Bakanlığı bu yöntemler konusunda çiftçiye her türlü desteği veriyor. Bildiğim kadarıyla malç yöntemi toprak verimliği sağlamak açısından hemen hemen en iyi yöntem ve “insanın, börtü böceğin, hayvanların öldüğü, toprağın bittiği” anıza göre çok daha makul. Üstelik kolay ve destek alınabilir bir uygulama. “Babam yakıyordu, ondan gördüm. Onun da babası yakıyormuş” denilerek halledilebilecek bir şey değil bu. Üstelik adını da yerli yerince koyalım, polisiye tedbirlerle de, nasıl yaparsanız yapın etkili denetimle de ortadan kalkmaz. Kesintisiz bir bilinçlendirme ve destekleme sürecine ihtiyacımız var. Anladığım kadarıyla tarım bakanlığı da hem denetim ve tedbir, hem de bilinçlendirme ve destekleme konularında önemli bir çaba sarf ediyor. Diyanetin kırsalda bir cuma hutbesi ile duruma destek vermesinin de etkili olacağını düşünüyorum bu arada. Geçtik insanı, hayvanların, börtü böceğin, ekosistemin öldürülmesinin ne büyük bir günah olduğu çiftçilerimize etkili şekilde anlatılmalı. Diğer yandan STK'lara da büyük ödevler düştüğünü düşünüyorum. STK işbirliklerine açık Tarım Bakanlığı ile hem bilinçlendirme hem de toprak verimliliği artırma konularında inisiyatif kullanabilirler. Toprak, her zamankinden kıymetli ve anızla mücadele bu kıymetin sürdürülebilmesi için çok ama çok önemli. Kutu… kutu.. Vefasızlığın lüzumu yok
Rivayet olunur ki, Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in kızı Esmâ (r.anhâ) şöyle anlattı: “Babamla Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz çıkıp gittiler. Nice olduklarını bilemezdik. Bir gün Kureyşten bir toplulukla beraber Ebû Cehil kapıya geldi”. Ben de: “Ne istiyorsunuz?” diye çıktım. Ebû Cehil bana: “Baban nerede?” diye sordu. Ben de:“Vallâhi nerede olduğunu bilmiyorum. Şimdi burada değil” dedim. Ebu Cehil gayet kötü ve pis nefisli, fena sözlü bir kimse idi. Hemen yüzüme bir tokat attı. Kulağımdan küpem düştü. Sonra dönüp gitti. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz ne oldu ve nereye vardı diye üzüntülü ve karışık düşünceler içinde idik. Hemen bir cin gelip yolda ne vâki oldu ise haber verdi. “Sesini işitirdik, fakat kendisini göremezdik” dedi. Rivayet olunur ki, yolda giderlerken Sürâka bin Mâlik dedikleri kâfir atla yollarını kesti. Ebû Bekir (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz'e bir zarar yetişir diye son derece korku içindeydi. Sürâka'yı görünce ağladı: “Ya Resûlâllah! Kâfirler geldi, bizi bastılar!” dedi. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz: “Ya Ebâ Bekir! Hâşâ ve kellâ ki, kâfirler bize bir zarar versinler!” dedi ve duâ eyledi. Sürâka'nın atının ayakları yere geçti, tutuldu kaldı. Sürâka: “Anladım, benim aleyhimde duâ ettiniz. Ama lütûf ve kerem edip bana âmân verin ve dua edip atımı kurtarın. Vallâhi benden zarar görmezsiniz. Diğer kâfirleri de üzerinizden savarım” dedi. Sürâka bundan sonrasını şöyle anlatmıştır: ”Durdular, duâ edip atımı kurtardılar. Üzerine bindim, yanlarına varıp kâfirlerin kastlarının ne olduğunu onlara haber verdim. Başıma bu iş gelince Resûlullâh (s.a.v.)'in yakın zamanda zuhurunun ne mertebeye varacağını anladım.” Sonunda Sürâka (r.a.) imâna gelip seçkin sahâbelerden olmuştur. Allâh onların hepsinden razı olsun. (İmâm Kastalâni, Mevahib-ü Ledünniye, s.100-101)
Bu bayram; eş, dost, akraba ve aile sohbetlerinin ana gündemi haliyle geride kalan yerel seçimlerdi. Akrabalarım ve sosyal çevrem büyük oranda AK Parti seçmeni. Şaşkınlıkları, üzüntüleri, kızgınlıkları, kırgınlıkları her hallerinden belliydi. Bol bol sohbet ettik, çok makul, mantıklı yorumlar dinledim. Bir amcamız, ‘bak yaz bunları' dedi: “Teravihlerden önce-sonra uzun uzun konuştuk. Anladım ki bizim emsallerin çoğu oy kullanmaya gitmemiş. Kimse kimseyle de sözleşmedi. Erdoğan deyince akan suları durduran adamlar dahi küsmüşler. Neden? Son ana kadar bekledi insanlar. Bir düzeltme yapılmamasına içerlediler. ‘İyi oldu' diyenler de var, seçimleri kaybetmesine üzülenler var. ‘Ne bileyim herkesin gitmeyeceğini' diyorlar. Yine Erdoğancılar ama birikmiş hayıflarını belediye başkanlarından çıkardılar.” Yukarıdaki analizin neredeyse aynısını, seçim sonuçları üzerine yaptığı araştırmadan veriler paylaşan Hakan Bayrakçı da katıldığı bir yayında yaptı: “Sandığa gitmeyen yüzde 8'in ağırlığı 55 yaş ve üzeri. Yüzde 90'ı da AK Parti seçmeni. Çoğunluğu emekli. Resmen sandığa gitmemişler.” Bu veri bundan sonrası için çok önemli. Emeklilerin birbirleri ile sözleşmeden sandığı protesto etmesi, sonraki seçimlerde bir örgütlenmeye dönebilir. Dahası anket şirketleri ve seçim analistleri, kararsız seçmenin gönlündeki partiyi doğru tahmin edemeyebilirler. Kararsız seçmen kararını verse de son ana kadar sandığa gitme ya da gitmeme ihtimali olan yüzde 8'lik bir kitle var artık. Bütün dengeleri altüst edebilecek bir oran ve günümüz sonuçlarına göre üçüncü parti konumunda.
Önceki gün gazetemizde de geniş bir yer aldı. Araştırma şirketi Areda, 31 Mart 2024 yerel seçimleriyle ilgili Türkiye çapında bir çalışma yapmış. Buna göre; AK Parti hem İstanbul'da hem de ülke genelinde açık ara önde... Bize göreyse ‘tehlike çanları' çalıyor... Anladığımız kadarıyla AK Parti cephesinde seçimlerdeki başarıyı “çantada keklik” gibi görenlerin sayısı çok ciddi boyutta... Rehavet tavan yapmış durumda... Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, altyapıda büyük başarılara imza atmış iktidarın aynı başarıyı üstyapıda gösteremediğine dikkat çekip duruyor... Ne hikmetse, sanki kahir çoğunluk onun olumlu tespitlerini algılayıp, uyarılarını zihinlerinden silmek için aşırı çaba harcıyorlar... Cumhurbaşkanı'nın üç konuşmasından üç alıntıyı peş peşe okuyalım... Sonra da karar verelim; seçimler gerçekten çantada keklik mi!? “Türkiye, geçtiğimiz 17 yılda her alanda tarihinin en büyük dönüşümlerine, en büyük reformlarına, en büyük yatırımlarına, en büyük eserlerine, en büyük hizmetlerine kavuşmuştur. Bununla birlikte iki konuda nispeten hedeflerimizin gerisinde kaldık. Biri insan yetiştirme olan eğitim, diğeri ise insanı zenginleştirme olan kültür ve sanattır.” 7 Eylül 2019, Odunpazarı Modern Müzesi Açılış Töreni “...İlim adamı telif eser vermekten ve kendisini takip edecek öğrenciler yetiştirmekten asla geri duramaz. Ülkemiz bu bakımdan maalesef epeyce kurak bir süreçten geçmektedir. Binlerce, on binlerce hocamız olmasına rağmen kendi alanında yeni çığırlar açma potansiyeline sahip telif eser sayımız bir hayli düşüktür. Tercüme eserler dünyanın birikimini ülkemize taşımak bakımından elbette önemlidir, ama bunlar telif eserlerle taçlandırılmadıkça hedeflerimize varmamız mümkün değildir.” 16 Aralık 2023, İlim Yayma Ödülleri Töreni “İtalya›da 15. yüzyıldan kalma bir duvar yazısında şöyle diyor: Yapabilen istemiyor, isteyen yapamıyor, bilen yapmıyor, yapan bilmiyor ve dünya böylece kötüye gidiyor. Ülkemizdeki meselenin kökeninde tam da burada ifade edilen kısır döngü var. Siyasetten edebiyata, sanattan zanaata her alanda yapabilenin istemediği, bilenin yapmadığı, yapanın bilmediği garip bir tabloyla karşı karşıyayız. Gençlerimizin bu gidişatı değiştirmek için niyet sahibi olduğuna ancak yeteri kadar gayret göstermediğine, yeteri kadar cesaret sergilemediğine üzülerek şahitlik ediyoruz. Önümüzdeki dönemde gençlerimizi bu doğrultuda harekete geçirmek için daha çok mekanizmayı çevreye alacak, kendileriyle daha yakın mesai içinde olacağız. Dar kadrocu ve hizipçi anlayışın yerini daha çoğulcu, daha kuşatıcı, daha özgürlükçü, daha liyakatli bir yaklaşım almadan hedeflerimize varamayız.” 20 Aralık 2022, Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri Töreni İnsiyak, içgüdü (instinct), sezgi (intuition) gibi duyarlılıklar, özellikle bizim kültürümüzde, öngörü ve karar süreçlerinde belirleyici rol oynarlar ve bu duyarlılıklar, Sayın Cumhurbaşkanı'nın işaret ettiği üstyapı hasletlerinin gelişmesi ve bir araya gelmesiyle şekillenirler. Seçimler konusunda fikir beyan etmeden, tahlile girişmeden önce yukardaki kavramlar konusunda ne kadar zenginleştiğimizi anlamakta yarar var... Günün sözü “Bilim ve sanat, itibar görmediği toplumları terk eder.” İbn Sînâ Gözümüze takılanlar...
Bugün 12 Aralık 2023. ‘Gazze Soykırımı'nın 66'ncı günündeyiz. Katledilen sivillerin sayısı 20 bine ulaştı. Aralarında 8 binden fazla çocuk var. İsrail'in ağır bombardımanlarıyla tamamen yıkılan bina sayısı 50 bine yaklaştı. O enkazlarda binlerce sivilin cesetleri olduğu biliniyor. Gazze ölüm kokuyor. Cenazeleri defnedecek yer kalmamış durumda. 8 milyar dünyalı, izliyoruz Gazze'yi. “Elden ne gelir?” sorusu çok eskide kaldı. Anladık ve çaresizliğimizle yüzleştik. Ancak İsrail tam olarak bunu istiyor. Bizi yaşarken öldürmek, çaresizliğe mahkûm etmek istiyor. Önceki yazıda da vurgulamıştım, “Gazze acı eşiğimiz oldu” ve İsrail tüm insanlığı gücüyle baskı altına alma deneyleri yapıyor. Üzerimizdeki psikolojik baskıya boyun eğersek ve böyle devam ederse; tükenmiş, refleksleri zayıflamış ve denemelerinden sonuçlar alamamış toplumlara dönüşeceğiz. Gazze'yi bombalarken, izleyicilerini de yavaş yavaş öldürüyor İsrail. Yani soykırımdan beri, kalan bizler de saldırı altındayız. Ne yapacağız peki? Günlerdir sorguluyorum. Gazetecilik mesleğine lanet ederek düşünüyorum. Merhum Başbakan Necmettin Erbakan'a atfedilen, “İsrail laftan anlamaz. İsrail ancak güçten anlar” sözü bugün tüm gerçekliği ile karşımızda duruyor aslında. Şunda çok net olmalıyız: İsrail laftan anlamıyor. Kulaklarını tüm dünyaya kapatan cani bir devlet İsrail ve tüm gücüyle Gazze'yi yok ediyor. Şundan da eminiz ki İsrail ancak güçten anlar. İsrail'i ancak bir güç durdurabilir. Ancak şunu da gördük ki: “O güç” gerçekten yok. Ya da “o gücü” kendisinde görmüyor dünyanın geri kalanı. Elinde atom bombası olan İsrail, Noah Harari gibi fikir haysiyetsizleri aracılığı ile böylesi korkunç bir katliama imza atabileceğinin suflelerini verdirdi. Harari'nin geçtiğimiz ay, Japon televizyonunda yaptığı o onursuz konuşma tüm dünyaya, önüne dikilecek devletlere ve liderlere yapılmış en büyük tehditti. Gördüğümüz kadarıyla bir tek Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ey İsrail sende atom bombası, nükleer bomba var ve bununla tehdit ediyorsun” diyerek İsrail'in asıl amacının ne olduğuna dikkat çekti. İnsanlık bir korku duvarına çarpıp duruyor. Bu duvarı aşmamız gerekiyor. İsrail'e karşı en az Gazze halkı kadar korkusuz, Gazzeli kadınlar gözü kara, Gazzeli çocuklar kadar cesur ve Gazzeli mücahitler kadar cihat şuuruyla hareket etmeliyiz. En azından oturduğumuz yerden, sosyal medyadan ahkâm kesmenin ötesine geçmeliyiz. Madem İsrail güçten anlıyor, o zaman bu gücün inşa edilmesi gerekiyor. Atom bombası yapmaktan bahsetmiyorum tabii ki. Gazze'ye atom bombası atmayı düşünecek kadar gözü dönmüş İsrail'e, bundan sonrasını zindan edecek bir bilinç ve korkusuzluk iklimi inşa etmeliyiz. İsrail nasıl tüm insanlığı ‘Holokost Endüstrisi' ile tahakküm altına almıştı. Özellikle Amerika ve Avrupa halkları 75 yıldır Filistin'de süregelen vahşeti göremeyecek kadar kör edilmişti. Bir kırılma başladı aslında. Gazze, Hamas'ın 7 Ekim'deki Aksa Tufanı harekâtıyla hiç olmadığı kadar sınırlarını genişletti. Filistin halkının haklı ve kahramanca mücadelesi küresel intifadanın kapılarını aralıyor.
Dün yazımızın başlığı “Türkiye'nin güvenliği denizlerde başlar” şeklindeydi. Peki, Hava Kuvvetleri? Hava kuvvetleriniz güçlü olmazsa bağımsız-lığınızı koruya-mazsınız. Bu çağda böyledir. Bu kadar nettir. Türkiye bu yüzden son yıllarda hava kuvvetlerine önemli bir kaynak ayırıyor. Yerli üretimi artırmak ve dışa bağımlılığı azaltmak için müthiş adımlar atıyor. Milli Teknoloji Hamlesi'ne yoğunlaşıyor. İHA/SİHA teknolojisinde geldiğimiz noktayı, bu teknolojinin Dağlık Karabağ'da, Suriye'de, Libya'daki ortaya koyduğu oyun değiştirici rolü biliyorsunuz. Selçuk ve Haluk Bayraktar kardeşler bu teknolojiyi insansız savaş uçağı Kızılelma ile bir üst seviyeye taşıyor. Bunların hepsi hepsi heyecan verici gelişmeler. Ancak Türkiye'nin kısa vadedeki ihtiyaçlarını karşılamak için savaş uçakları konusunda da adım atması gerekiyor. ABD ile yaşanan krizler nedeniyle 5. nesil savaş uçağı projesi F-35'te yokuz. (Yunanistan bu uçakları ediniyor. Ege'deki hava üstünlüğü dengesi açısından kritik bir konu bu.) ABD ile yeni F-16 alımı ve modernizasyon konusunda görüşmeler yapılıyor. Ankara'nın beklentisi 40 yeni F-16 (yeni nesil Blok 70) ve 79 modernizasyon kiti satın almak. Beyaz Saray'dan konuyla ilgili pozitif açıklamalar gelse de -her zamanki gibi- topu Kongre'ye atıyor. ABD'NİN F-16 PAZARLIĞI Aslında olan şu: Washington F-16 satışını siyasi pazarlık haline getiriyor. Pazarlık konusu ise görünürde İsveç'in NATO'ya üyeliği. Her ne kadar Washington'dan “İsveç'in üyeliği ile F-16 satışı iki ayrı konu” açıklamaları gelse de bu pek inandırıcı değil. Hatta Türkiye İsveç'in üyeliğine onay verdiğinde ABD'nin F-16'lar konusunda adım atıp atmayacağı bile soru işareti. Son tahlilde ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanlığı'nı Türk düşmanı Menendez'den devralan Senatör Ben Cardin F-16 satışı için tek meselenin İsveç'in NATO üyeliği olmadığını söyledi. Tam da bu konjonktürde Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler TBMM bütçe görüşmelerinde açıkladı. Buna göre ABD ile F-16 (4'üncü nesil) görüşmeleri yürüten Ankara bir yandan da Eurofighter Typhoon (4,5 nesil) tedariki için Avrupalılarla temas halinde. Bakan Güler “Olursa 40 tane alacağız” dedi. Ancak Almanya'dan kaynaklanan bazı pürüzler olduğunu söyledi. Yapılan açıklamalar İspanya ve İngiltere'nin Eurofighter satışını desteklediğini, bu konuda Almanya'yı ikna etmeye çalıştıklarını gösteriyor. ERDOĞAN'DAN NET MESAJ Konu Berlin seyahati sırasında bir Alman gazeteci tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan'a da soruldu. Gazetecinin sorusu Almanya'nın da Eurofighter satışını siyasi bir pazarlık haline getirdiğini gösteriyor. Özellikle Ankara'nın Filistin'de izlediği insan odaklı dış politika nedeniyle aba altından sopa gösteriliyor. Cumhur-başkanı Erdoğan, tam da bu soruya, “Bizi bunlarla tehdit etmeyin” diyerek çok net bir yanıt verdi. “Almanya verir veya vermez. Bir çok yerden bunları temin ederiz” sözleri bir uyarıdır ve Ankara'nın bundan sonraki adımıyla ilgili ipucu içermektedir. Peki, detaylar ne? Ankara'nın bundan sonraki adımı ne olacak? Konuyla ilgili kaynaklarımı yokladım. Aldığım yanıtları şöyle özetleyebilirim. Bir. Ankara, Eurofighter'ın son ve en gelişmiş versiyonunu almak istiyor. Yapılan planlama önce 20 adet almak. Sonra sayıyı 40'a çıkarmak. İki. Eurofighter alma kararının perde arkasında ABD ile yaşanan F-16 sorunu mu var? Tam olarak değil. Anladığım kadarıyla Ankara envanterde her iki uçağın da olmasını istiyor.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, geçen hafta hutbeye kılıçla çıktı. Kılıç, kından çıkarılmıştı. Cumhuriyetin yüzüncü yıl kutlamaları sırasında ordu komutanlarının da elinde yalın kılıçlar vardı. Ankara'nın seymenleri de yalın kılıç gösterdiler. Kılıçları havalandırmak için olmasa gerek. Bir anlamı olmalı. Mesaj açık. Anlayan gereğini yapsın. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Ya büyük bir savaş, ya büyük bir barış” uyarısı yaptı. Ateşkesin bir mecburiyet olduğunu, katliamın durması gerektiğini söyledi. Gazze'deki can kaybı sekiz bin kişiyi geçmişken, daha kaç kişinin hayata veda etmesi gerekiyor? İsrail'e göre hepsinin. Bize göreyse, bir kişi bile fazla. Ateş derhal durmalı. Sonradan kimse ağlamasın. ABD'li yöneticiler İsrail'i teşvik etmekten geri durmuyor. Ukrayna'daki gibi. “Gazze'yi işgal edin, orayı cehenneme çevirin” tavsiyeleri havada uçuşuyor. Bazıları da ABD'den insanî yaklaşım beklemeye durmuş. Oysa elinden gelmez o. Kitabında yazmaz öyle bir şey. Kendi nüfusundan daha fazla insan öldürmüştür ABD. Dünyanın her tarafında kan dökmüş, döktürmüş ve hâlâ doymamıştır. Doymaya da niyeti yok. Sivillerin ölümü, bebeklerin ölümü, onlar için doğal sonuç. Ortada çok ciddi bir savaş suçu olduğunu bile göremeyecek kadar gözleri dönmüş. Öbür taraf ise daha vahim. Anladık ki İslâm Dünyası diye bir şey yok. İspat, delil isteyene yaşadığımız günler cevaptır. En babayiğit olan, kınamakla yetiniyor. Kına ile kınamak arasında bir bağ var mı, henüz onu da çözemedik. Biz manzarayı iyi gördüğümüzü düşünmekteyiz. “Asıl hedef biziz” diyorlar. “Nihai hedef Türkiye” diyorlar. “Sıradaki biziz” diyorlar. “Son hedef Türkiye olacak” diyorlar. “Kuşatılıyoruz, her tarafımızı kuşattılar” diyorlar. “Dört yanımızda savaş” diyorlar. Derler, çünkü vaktiyle yapılmış bir uyarı hafızalarda duruyor. Erbakan merhum “Eğer bir gün mesele Suriye olursa bilin ki hedef Türkiye'dir” demişti.
İsrail tarafından işgalinden iki yıl sonra, 21 Ağustos 1969 sabahı Kudüs'ten gelen bir haber, dünya çapında milyonlarca Müslümanı hüzne ve öfkeye boğmuştu: Mescid-i Aksâ'nın güney cephesindeki Kıble Mescidi kundaklanmış, çıkan yangında tarihî bina harabeye dönmüş, çok sayıda kıymetli hatıra yok olup gitmişti. Salahaddîn Eyyûbî'nin 1187'de şehri Haçlılardan geri alarak İslâm'a hediye ettikten sonra mescide yerleştirdiği Halep işi muhteşem ahşap minberden geriye sadece birkaç yanık tahta parçası kalmıştı. Yangın güçlükle söndürülürken, dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir ve PR ekibi hemen şu yalana sarıldılar: “Olay, Mescid-i Aksâ'da devam eden restorasyonlar sırasında, işçilerin dikkatsizliği yüzünden yaşandı. Ortada sabotaj yok, Filistinlilerin kendi ihmali var.” Bu yalan tutmayınca, ikincisi tedavüle sokuldu: “Fetih örgütü, İsrail'i köşeye sıkıştırabilmek için, mescidi kendi militanlarına yaktırdı”. Çok geçmeden, görgü şahitlerinin açık ifadeleriyle, saldırganın kimliği hızlıca belirlendi. Kıble Mescidi'ni ateşe veren kişi, Denis Michael Rohan adlı Avustralyalı bir turistti. Hristiyan Siyonist olan Rohan, “Tanrı'yı kıyamete zorlamak istediğini” söylemişti. Aksâ'yı yakmakla “Üçüncü Tapınak”ın inşası için mekân açmak ve böylece Mesih'in gelişini hızlandırmak istemişti yani. (Bu arada, ne zaman Aksâ Yangını'ndan söz açılsa, Golda Meir'e atfedilen şu cümleler sosyal medyaya düşer: “O gece hiç uyuyamadım. Ertesi sabah, Mescid-i Aksâ yakıldığı için bütün Müslümanların İsrail'e hücum edeceğini ve bizimle savaşacağını düşünüyordum. Ama hiçbir şey olmadı. Anladım ki, Müslümanlar derin bir uykudadır.” Oysa Meir'in bu şekilde bir açıklaması yok. Bu sözler, herhangi bir yazılı kaynakta da yer almıyor. Buna rağmen, kulaktan kulağa yayılmaya devam ediyor. Sadece bu örnek bile, Filistin meselesinde doğru bilgi imtihanımızın boyutları hakkında fikir vermeye yetiyor.) İlk şok atlatıldıktan sonra, İslâm dünyasının devlet ve hükümet başkanları, Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz'in çağrısıyla Fas'ın başkenti Rabat'ta bir araya geldi. 22-25 Eylül 1969'da toplanan İslâm Zirve Konferansı'na Türkiye Cumhuriyeti de davet edilmişti. Ancak bu durum, ülke içinde siyasî krize dönüştü. Zirvenin ismindeki “İslâm” kelimesinden alerji duyan CHP muhalefeti -her zamanki gibi- meseleyi laikliğe bağlayarak, böyle bir toplantıya Türkiye'nin katılmaması gerektiğini savunuyordu. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, “Toplantının ismi ne olursa olsun, gündemi bellidir. Gündemde Mescid-i Aksâ'nın yakılması ve Kudüs meselesi bulunmaktadır. Bu konuya Türkiye hiçbir şekilde bigâne kalamaz” şeklinde açıklamalar yapsa da, Rabat'a şahsen gitmeyi göze alamadı ve yerine Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil başkanlığında bir heyeti gönderdi. Türkiye, böylesine önemli ve tarihî bir zirvede, diğer ülkelere nazaran diplomatik açıdan düşük bir seviyede temsil edilmiş oluyordu.
Finans ve yatırım uzmanları kendilerine son günlerde en çok sorulan soruları sayarken, “herhalde cehaletin ve duyarsızlığın zirvesidir bu” dedim. Cinnet aşamasındayız. Bundan sonrası ve ilerisi eğer varsa nereye ve nasıl savrulacağımız konusunda hiçbir fikrim yok. İsrail savunmasız bir şehri bombalarken, çocuklar ve kadınlar ölürken, altın mı alsam borsaya mı girsem, hangi hisseler artar şimdi, yoksa faize mi yatırsam diyen epey çoğunlukta bir kesim varmış. Bana bile sordular; Hocam savaş ortamında nereye yatırım yapalım? “Kendine yatırım yap” dedim. Anladı mı anlamadı mı bilmiyorum. Bu soruyu soruyorsa umurumda da değil zaten. Herkes bunu savaş zannediyor, çünkü İsrailin ağzı bu. Ortada savaşı filan yok. Aylardır israilden dayak yiyen, zulüm gören, evlerinden kovulan ve islam dünyasına, batıya “durdurun bu zalimi” diyen ama kimseden destek bulamayan Filistinlilerin meşru temsilcisi Hamas'ın verdiği sert bir karşılık var. Kediler bile köpeklerden kaçarlar ama sıkıştıklarında başka çareleri kalmadığında saldırmaktan çekinmezler. Son bir aydır Kudüs'te yapılmayan zulüm kalmadı. Filistin halkının meşru temsilcisi olan Hamas çaresizlikten meşru müdafaa hakkını kullandı. Tek gerçek bu. İsrail ve savunucuları tek taraflı bir soykırım yaşandığının üstünü yalan haber ve videolarla örtmekte oldukça ustalar. Bizim ülkemizde bile o kadar insanları kandırabildiklerine göre bu işi organize ve çok profesyonel yaptıkları ortada Bu kadar dezeformasyona yalan haberlere rağmen dünyada israilin yalanlarına inanan halk pek yok. İslam ülkelerinde daha fazla inanan var sanki! ABD'nin göbeğinde, İngiltere'nin başkenti Londra'da, Fransa'da Almanya'da farklı din ve düşüncelerde milyonlarca insan caddeleri doldurarak İsrail ve ABD'ye lanet okuyor. Şimdi herkes israilin gazzede sivilleri bombalamasını bir cümle ile geçip bu savaşı kimin başlattığını ve bu savaştan kimlerin faydalandığına yönelik daracık kafasındaki derin fikirlerini anlatmaya çok hevesli. Sen konudan kaçtıkça onlar üsteliyorlar. Hatta tahrik etmek için “Sen bu konuyla ilgilenmiyorsun, basit görüyorsun, ekonomi alanın ya o yüzden çok önemsemiyorsun herhalde, seni ilgilendirmiyor” diyenler bile oldu. Aslında senin fikirlerini merak ettiği filan yok. Zerrece ilgilendirmiyor senin ne düşündüğün. O kafasındaki hiç kimsede olmayan o derin tahlilleri illa sana söyleyecek. İçinde gaz birikmiş, boşalmaya yer arıyor. Fırsat vermiyorum. Biliyorum ki söyleyecekleri televizyonların, hangi kanalı izliyorsa akşamki tartışma programlarındaki ukalaların cümlelerinin birebir aynısı. Bir versem hem zamanımı öldürecek hem sinirlerimi altüst edecek. İçindeki gazıyla boğulsun diyorum ve uzaklaşıyorum. Bunlardan o kadar çok ki. İnternetten bile araştırma zahmetine girmeden İsrail ve Filistin hakkında derin çözümler yapıyorlar. Okumamışı da aynı kafada okumuşu da. Zaten cehalette birleştik. Diplomalı ile diplomasız arasında bir fark kalmadı. Uçurumu sosyal medya ile kapattık! Şimdinin modası; Bilgiye gerek duymadan fikir sahibi olmak. Herhangi bir konuda kimsenin araştırıp, bilgi edinip fikir sahibi olma niyeti yok amacı da yok, çabası da. Son günlerde en çok sorulan ama cevabını herkesin ‘bildiği'! soru bu; Hamas'ın arkasına kim var?
‘Olay Yeri İnceleme'deki ‘yer' çok geniş... ‘Terör uzmanları'nın yaptıkları da dahil, teröristlerin/saldırının bir başka amacı/hedefi olduğuna yönelik çıkarımlar hayatın akışına eksiksiz, içe sinecek kadar oturmuyor. Denebilir ki, “terörün akışı hayata uymaz”. İyi de.. Terörün akışına ilişkin bu kadar hayat tecrübesi başka hangi ülkede var? Baştan sona doğru ‘teknik analiz' yapıp, sonuç bölümüne, tahayyül yazılmaz. Söylenebilir; ‘benim açımdan olayın giriş-gelişme-sonuç bölümü şöyle yaşanmıştır, hedefi de şurasıdır', tamam. Öylesi de yarımdır ama ‘Ockham'ın Usturası' çalışmıştır... ‘Olasılıklar, zorunluluk olmadan çoğaltılmamalıdır”... Diğer yarıya gelince... “Mesaj” yoktur ortada. Bu köpekler sahipliydi. Onların ısırması kadar sahibinin, “saldır” emri üzerine konuşmayacak mıyız, nedenini merak etmeyecek miyiz?.. Terör saldırısının hedefi de mesajı da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)'neydi... Elde mevcut, mutabakata/akla en yakın kanaat budur. O halde saldırı tekniği açısından iki ihtimal kalır; ya önce TBMM'ye gitmek istediler ve bunu bir noktada/bir nedenle gözleri yemedi, ikincil hedefe yöneldiler. Veya baştan TBMM'ye saldırmanın mümkün olmayacağını değerlendirip, mesajın yine de anlaşılacağı fikriyle-ki doğrudur, ‘ayarlanmış tarih' en üstteki veridir-İçişleri Bakanlığı/Emniyet Genel Müdürlüğü hattına yöneldiler. Yoksa kimse, Ankara'nın kalbindeki bu “güvenlik kompleksinin” iki terörist tarafından-silah ve mühimmatları ne olursa olsun-ele geçirilebileceğini herhalde düşünmüyordur! TBMM'nin, İçişleri'nin/Emniyet'in içine girerek, pozisyon tutmak diye bir şey yok. Hayal bu. Hele TBMM'nin açılış gününde, Cumhurbaşkanı, Bakanlar, Kuvvet Komutanları, yabancı misyon, üst düzey tüm bürokrasi, milletvekillerinin katılacağı bir törenin içine girilebileceğine, mevzi yaratıp/tutulabileceğine inanmak, Ankara'yı, Ankara'nın gerçeklerini bilmemek demek... Keşke, o esnada “tüm bölgede, adı geçen kurumlar ve çevresinde” bulunan silahlı asker, polis, istihbarat personelinin sayısı açıklansa da, kim nereye girer, sonra orada nerede/nasıl çıkar anlaşılsa. Duamız hep onlarladır, altı polisimiz gereğini yaptı, daha nizamiyeyi geçemediler... İlk engeli aşabilseler, mümkün olabilecek en yüksek zayiatı verme konumunda tüm silahlarını kullanacaklardı. Hepsi bu...
Sansürsüz sıcak gündem. Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman, Erkam Tufan Aytav Erdoğan'ın "montaj" itirafında bulunduğu bu sözlerinin videosunu sosyal medya hesabından alıntılayan Kılıçdaroğlu "Montajcı sahtekar" ifadelerini kullandı. "Ben iftiraya uğramaktan yoruldum, bu bana iftira atmaktan yorulmadı. Sen kimin temiz olduğunu, kimin kirli olduğunu herkese göster ya Rabbi. Amin!" "Kılıçdaroğlu, Kandil'dekilerle video çekimleri var, bunları yayınladılar, haydi haydi türü. Anladınız mı? Kandil'dekiler bu şekilde. Ama montaj ama şu bu... Video çekimlerini yaptılar" Kürtler ikinci turda ne yapacak? CHP ve milet ittifakının performansları. Sandıklar kime emanet? Abdülkadir Selvi: “iki defa bunlarla video çekmişler dediniz. ben onu tam anlayamadım. Kim neyle video çekmiş”
Dış politikanın nabzını tutan tek program, analizleriyle gündemi sarsmaya devam ediyor. Küresel bakış açısıyla dünyadaki gelişmeler masaya yatırılıyor, diplomasi analiz ediliyor. Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün, Prof. Dr. Çağrı Erhan ve Avni Özgürel'in konuk olduğu, 4 Mayıs 2023 tarihli Akıl Odası'nda bu hafta: 00:00 Giriş 4:25 14 Mayıs öncesi Batı medyası niye saldırıyor? 6:14 Batı Erdoğan'ı sindiremiyor mu? 8:24 Batı medyası neden Erdoğan'ı hedef alıyor? 11:58 The Economist'in Türkiye ile ne hesabı var? 16:55 Seçim Şudur: Manda mı bağımsızlık mı? 20:16 The Economist neye müdahale etme peşinde? 23:56 Batı medyası 14 Mayıs seçimi ile neden bu kadar ilgileniyor? 28:16 Batı muhalefetin rotasına nasıl müdahale edecek? 35:12 Batı medyası 14 Mayıs seçimi ile neden bu kadar ilgili? 44:18 Türkiye'nin bağımsızlık adımlarına Batı nasıl bakıyor? 51:22 14 Mayıs seçimleri nasıl bir kırılma noktası olacak? 1:03:17 Türkiye'nin attığı adımlardan kimler rahatsız? 1:10:22 Batı medyası kime mesaj veriyor? 1:14:22 14 Mayıs seçimleri nasıl bir kırılma noktası olacak? 1:17:01 Batı 14 Mayıs seçimleri için neden endişeli? #türkiye #batımedyası #seçimler Nedret Ersanel moderatörlüğünde Akıl Odası her salı ve perşembe 20.45'te TVNET'te.
Jumbo AVM’nin Sihirli Dünyası: Ulaş ve Arkadaşlarının Macerası Bölüm 1: Jumbo AVM’ye Gidiyoruz Bir zamanlar, küçük bir şehirde Ulaş adında akıllı ve meraklı bir çocuk yaşarmış. Ulaş’ın en sevdiği şey, hafta sonları annesiyle birlikte şehrin en büyük alışveriş merkezi olan Jumbo AVM’ye gitmekmiş. O gün de gözlerinin parladığı ve heyecanla annesine sarıldığı bir hafta sonu günüydü. Ulaş’ın annesi, “Bugün Jumbo AVM’ye gideceğiz, ama şunu unutma; annenin sözünden çıkma!” demişti. Ulaş da annesine söz vererek, “Tabii anne, senin sözünden çıkmam!” demişti. Bölüm 2: Arkadaşlarla Buluşma Jumbo AVM’ye varan Ulaş ve annesi, alışveriş merkezinde dolaşırken Ulaş’ın okul arkadaşları Ilgın, Onur, Yaren ve Ekin’le karşılaşmışlar. Çocukların anneleri de oradaymış ve hep birlikte alışveriş yapmaya karar vermişler. Çocuklar büyük bir heyecanla alışveriş merkezinde dolaşıp oyunlar oynamaya başlamışlar. Anneleri ise çocuklarına, “Siz bir süre oyun oynayabilirsiniz ama unutmayın, saat 4’te burada buluşacağız.” demişler. Ulaş ve arkadaşları oyun oynamak için Jumbo AVM’nin oyun alanında koşarken, Ulaş’ın gözüne büyük ve gösterişli bir kapı takılmış. Kapının üstünde “Sihirli Dünya” yazıyormuş. Ulaş, “Hey arkadaşlar, şu kapıya bakın! Ne olduğunu merak ediyorum, hadi içeri girelim!” demiş. Arkadaşları da Ulaş’a katılarak, “Evet, hadi girelim. Ama unutmayalım, saat 4’te annelerimizle buluşacağız.” demişler. Bölüm 3: Sihirli Dünya Ulaş ve arkadaşları “Sihirli Dünya” kapısından içeri girmişler ve kendilerini büyülü bir ormanın içinde bulmuşlar. Etrafta konuşan ağaçlar, uçan şekerlemeler ve renkli hayvanlar varmış. Çocuklar büyük bir şaşkınlıkla etrafa bakınıyorlarmış. Birden Ulaş, “Arkadaşlar, burası ne kadar güzel ve eğlenceli! Biraz daha kalmalıyız!” demiş. Onur ise, “Evet, ama annelerimizin sözünü unutmamalıyız. Saat 4’te buluşacaktık, şimdi ne zaman olduğunu bile bilmiyoruz!” demiş. Yaren ve Ekin de Onur’a katılarak, “Evet, annelerimizin sözünden çıkmamalıyız.” demişler. Ulaş ve arkadaşları “Sihirli Dünya”da eğlenceli vakit geçirirken, birden orada yaşayan küçük bir periyle karşılaşmışlar. Peri, “Merhaba çocuklar! Siz buraya nasıl geldiniz?” demiş. Çocuklar periye, Jumbo AVM’den geldiklerini ve annelerinin sözünden çıkmamak için saat 4’te buluşacaklarını anlatmışlar. Peri, “Anladım. O zaman size yardımcı olabilirim. Buradan çıkmak için sihirli bir anahtar gerek. Ama önce bir görevi tamamlamanız lazım.” demiş. Bölüm 4: Görev ve Sihirli Anahtar Peri, çocuklara görevi anlatmış: “Ormanın diğer tarafında, kayıp bir yavru tavşan var. Onu bulup annesine kavuşturmanız gerekiyor.” Ulaş ve arkadaşları hemen bu görevi kabul etmişler ve yola koyulmuşlar. Ormanda maceralar yaşayarak kayıp yavru tavşanı bulmuşlar ve annesine kavuşturmuşlar. Görevi tamamlayan çocuklar, perinin yanına dönmüşler. Peri, “Tebrikler çocuklar, görevi başarıyla tamamladınız! İşte sihirli anahtar. Şimdi kullanarak geri dönebilirsiniz.” demiş. Çocuklar, sihirli anahtarı kullanarak “Sihirli Dünya”dan çıkmışlar ve Jumbo AVM’ye geri dönmüşler. Saat 4’e çok az kalmış ve anneleriyle buluşma noktasına yetişmişler. Sonuç: Annenin Sözünden Çıkmamanın Önemi Ulaş ve arkadaşları, “Sihirli Dünya” macerası sayesinde annelerinin sözünden çıkmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamışlar. Hem eğlenceli bir macera yaşamışlar, hem de annelerinin güvendiği çocuklar olmaya devam etmişler. Ulaş ve arkadaşları, bundan sonra Jumbo AVM’ye gittiklerinde, hep annelerinin sözünü hatırlayarak, maceralarına devam etmişler. Ve masal burada biter. Ulaş ve arkadaşlarının yaşadığı bu eğlence
SEO Şevval ve Nurdan’ın Büyülü Dünya Macerası: Paylaşmanın Önemi Bölüm 1: Şevval’in Büyülü Dünya’ya Gelişi Bir sabah Şevval, uyandığında hiç beklemediği bir manzara ile karşılaştı. Etrafında gördüğü şeyler çok farklıydı: Renkli ağaçlar, konuşan hayvanlar ve şarkı söyleyen bitkiler… Anladı ki kendisi büyülü bir dünyada bulunuyordu. Şevval şaşkın ve bir o kadar da heyecanlıydı. Bu büyülü dünyayı keşfetmeye karar verdi. Şevval ormanda yürürken bir kedi ve tavşanla karşılaştı. Kedi ve tavşan ona, bu dünyanın adının “Büyülü Dünya” olduğunu ve buraya sadece çok özel çocukların gelebildiğini söyledi. Şevval, kendini çok şanslı hissetti ve hemen bu dünyada geçireceği süre boyunca neler yapabileceğini düşünmeye başladı. Kedi ve tavşan, ona buranın sınırlarının hayal gücü olduğunu söyledi. Şevval ne kadar çok şey hayal edebilirse, o kadar güzel maceralar yaşayacağını öğrendi. Şevval’in ilk durağı, Büyülü Dünya’nın en ünlü müzik grubu olan Blackpink’in konseriydi. Şevval, Blackpink’in en büyük hayranlarından biriydi ve onlarla tanışmak onun için büyük bir şanstı. Konsere gittiğinde, kızlarla tanışmak için özel bir fırsat yakaladı ve onlarla sohbet etti. Şevval, onlarla arkadaş olduğu için çok mutluydu ve bu anı hiç unutamayacağını biliyordu. Bölüm 2: Şevval ve Nurdan’ın Tanışması Şevval, Büyülü Dünya’da geçirdiği günlerden birinde Nurdan adında bir kızla tanıştı. Nurdan, Şevval kadar şanslıydı ve o da Büyülü Dünya’ya davet edilmişti. İkisi de birbirlerine çok benziyordu: Neşeli, enerjik ve maceraperesttiler. Şevval ve Nurdan, kısa sürede arkadaş oldular ve birlikte bu büyülü dünyada keşfe çıkmaya karar verdiler. Nurdan ve Şevval, birlikte Büyülü Dünya’nın dört bir yanını gezdiler; renkli şelalelerde yüzüp, uçan balıklarla dans ettiler. Birbirlerine olan sevgileri ve dostlukları ile Büyülü Dünya’nın güzelliklerini daha da büyüleyici hale getirdiler. Birlikte daha önce hiç görmedikleri kadar güzel yerler keşfettiler ve bu dünyada paylaşılabilecek ne kadar çok şey olduğunu anladılar. Bir gün, Büyülü Dünya’da büyük bir festival düzenlendi. Şevval ve Nurdan, bu festivalde herkesle eğlenmek ve paylaşmak istediklerini düşündüler. Kedi ve tavşan da onlara katıldı ve hepsi birlikte büyük bir şölen hazırladılar. Bu şölenin adı “Paylaşmanın ve Dostluğun Festivali” oldu ve tüm Büyülü Dünya halkı bu şölende bir araya geldi. Bölüm 3: Paylaşmanın Önemi Paylaşmanın ve Dostluğun Festivali başladığında, Büyülü Dünya’nın halkı neşe ve mutlulukla doluydu. Herkes hazırladığı yiyecekler, içecekler ve eğlenceleri paylaşarak, bu şölenin tadını çıkarıyordu. Şevval ve Nurdan da kendi hazırladıkları lezzetli yemekleri, içecekleri ve oyunları diğerleriyle paylaştılar. Bu, Büyülü Dünya’nın en güzel ve unutulmaz günlerinden biri oldu. Şevval ve Nurdan, o gün paylaşmanın ne kadar güzel ve önemli bir şey olduğunu anladılar. Büyülü Dünya’da hep birlikte yaşayan tüm canlılar, birbirleriyle paylaştıkları sürece, bu dünya daha da güzelleşiyor ve mutlu oluyorlardı. Bu düşünceyle, Şevval ve Nurdan kendi dünyalarına döndüklerinde de paylaşmanın değerini hiçbir zaman unutmayacaklarına söz verdiler. Şevval ve Nurdan, maceraları boyunca birçok güzel anı biriktirdiler ve Büyülü Dünya’da edindikleri arkadaşları asla unutmadılar. Kedi, tavşan ve Blackpink de onları her zaman hatırlayacak ve onlarla yaşadıkları güzel günleri düşündükçe gülümseyeceklerdi. Sonunda, Şevval ve Nurdan’ın Büyülü Dünya macerası sona erdi ve her ikisi de kendi dünyalarına geri döndüler. Ama artık hayatlarına, paylaşmanın ve dostluğun önemini bilerek devam ediyorlardı. Bu macera sayesinde, ne kadar çok şey paylaşırsak, dünyamızın da o kadar güzel ve mutlu olacağını öğrendiler.
Anladım Ki Arkamızda Kimse Yokmuş! [Mahmut Akpınar] by Tr724
"Bakın misafirimiz hatır için geliyor. Liselere konuşma yapan yazarlardan değil. Bir aksaklık olmasın. Sadece ilgili öğrencileri...” “O dediğiniz çok zor Müdür Bey. Gelen kişi bir fenomen değil. Kimsenin ilgisi olmaz.” “Güzel güzel dinleyecek öğrencileri indirelim konferans salonuna...” “Dinleyeceklerine dair söz veremem. Ama gürültü çıkarmazlar.” “Cep telefonlarını alıyoruz değil mi, konferans salonuna girerken?” “Yok hocam o zaman çok gürültü yaparlar.” “Bütün öğretmen arkadaşlar hazır bulunsun. Özellikle öğle tatiline denk getirdim...” “Bu öğretmen arkadaşların pek hoşuna gitmedi. Bir öğle tatilimiz vardı, kim ki bu dediler.” “Şimdi sırası değil hocanım ama yeri geldi diye söylüyorum. Öğretmen arkadaşlar okulda konuşmacı olarak kimi görmek isterler.” “Ünlü birini isterler.” “Ünlü biri derken...” “Yani etkileşim alacakları bir fenomen isterler. Sormaya gerek yok. Ben gelecek cevapları biliyorum zaten.” “Etkileşim derken...” “Yani hocam şöyle instaya birlikte fotoğrafı konulunca takipçi getirecek, takipçilerini kıskandıracak kişiler.” “Kimmiş böyle kişiler.” “Takipçi sayısı milyonu geçen herkes olabilir. Kim olduğu çok da önemli değil yani.” “Anladım. Yok ya bir şey anlamadım.” “Anlaşılmayacak bir şey yok Hocam.” “Kariyer sahibi kişiler olsun diyorsunuz...” “Evet. Mesela geçen ay... yönetim kurulu üyesi olan... Hanım'ın sunumunu öğrencilerimiz çok beğendi.” “Nasıl çok beğendi. Ben hiç beğenmedim. Sürekli kendini anlattı.” “Gençler kendini anlatan sunumları çok seviyor. Özel hayat paylaşımı gençleri çok etkiliyoo. Sonra kadın çok marka giyinmişti. Kız öğrenciler için bu çok önemli. Sosyal itibarı en çok markalar üzerinden görüyor kız öğrencilerimiz.” “İyi de bilmem nerenin yönetim kurulu üyesi olan o genç hanım hayatta bir şey başarmış değil. Aile mirası, baba nüfuzu ile paraşütle iniş yapmış biri. Anlamıyorum, bizim gençliğimizde biz böyle birileri ile karşılaştık mı hemen mesafe koyardık.” “Madem o kadar karşısınız, niye okulumuza davet ettiniz ki!” “Bazı şeyleri söylemeye mezun değilim Hocanım. Emir demiri kesiyor.” “İyi ki emir demiri kesmiş Hocam. Okulumuzun çok güzel reklamı oldu.” II- “Hoş geldiniz efendim. Sizi kürsüye davet etmeden önce edebiyat hocamız Esma Hanım sizi tanıtan bir konuşma yapacak. Uygun mudur efendim...”
Amerikalılar Bozdağ'a Ne Dedi O Ne Anladı? [Adem Yavuz Arslan] by Tr724
İpek Demir Müzik Habercisi'nde Michael Kuyucu'ya 2022 sonbaharında yayınladığı "Dilli Balım" adlı single'ında düet yaptığı arabesk yorumcusu kim? Bu düeti nasıl hazırladılar?Bir milyonuncu izlenmeyi nasıl aldı?İpek Demir'in 2019 ve 2021 yıllarında yayınladığı "Bıçak Sırtı" - "Anladım"- "Çaresi Aşk" şarkılarının hikayesi ve İpek Demir'in müzik hikayesi
'One Minute' vakası kadar olmasa da, geçtiğimiz Perşembe Prag'da bir araya gelen ‘Avrupa Siyasi Topluluğu'nda yaşanan kimi anlar daha çok tartışılacak... Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir Yunun gazetecinin, “bir gece ansızın gelebiliriz' diyerek, Yunanistan'a saldırabileceğinizi mi söylüyorsunuz” sorusuna, “konuyu anlamışsınız” cevabını vermesinden, ardından da, “sadece sizin için söylemiyorum” diyerek, Suriye'yi, PKK/YPG'yi de-Türkiye için bu manada başka tehdit kim/ne varsa-kattığı yanıttan söz ediyorum... Bu çıkışın iç siyasette de bir karşılığı var; daha 24 saat evvel önünü arkasını düşünmeden ‘başörtüsü' üzerinden Erdoğan'a saldırma aklı/planı kuran, devamında gelecek cevap üzerinde hiç düşünmeden hayata geçiren bir çapsızlığın yaşandığı düşünülürse, “Yunan gazetecinin sorusuna muhalefet liderlerinden hangisi bu cevabı verebilir, ulusal güvenlik ve bağımsızlığı koruyabilir” şüphesini Türk kamuoyunun aklına iyice sokmuştur... Neden biliyor musunuz; Cumhurbaşkanı'nın verdiği cevaplar ister beğenilsin ister beğenilmesin, Ankara aslında Yunanistan'ın şahsında Türkiye'ye saldıran tüm mahfillere, “arkandakinden de, Amerika'dan da korkmuyorum” demiş oldu. Muhalefet liderleri içinde Amerika'ya, hele seçime giderken bunu söyleyecek bir isim/söylem göremiyoruz. Tersi var ama; Amerika'yla ‘normalleşecekler' onlardır...
Ahmet Kurucan | Hocaefendi demedin anladık; ama ne dedin? | 29.09.2022 by Tr724
Ekonomist Prof. Dr. Yılmaz, Merkez Bankası'nın faiz düşürme kararı için “Anladığım kadarıyla hükümet enflasyonu biraz daha düşürerek gitmek istiyor. Hükümet yıl sonundan itibaren düşük faizle kredi genişlemesi sağlamayı düşünüyor. Kredi Garanti Fonu'nun üst sınırı 1 trilyona çıkarıldı. KGF dahil edilerek kamu bankaları kredi sağlayacak” dedi.
Parkinson hastalığının kokusunu alabilen bir kadın, bilim insanlarının bu hastalığın teşhisinde kullanılabilecek bir test geliştirmesine yardımcı oldu. Bilim insanları, insanların nörolojik durumlarını tanımlamaya yardımcı olmak için 72 yaşındaki ...
Senden ayrı, ağlanamaz da! Hemi vallah, hemi billah bu böyle. Sensiz, "To be or not to be" bile olamaz, düşünülemez! Nefes alınır sanılır ama nefes değildir. ~ •Dinlemek isteğiniz şiirleri yorum kısmına yazarsanız, sizler için yorumlayabilirim. Yeni şiirlerden haberdar olmak için; https://bit.ly/2IObl6a tıklayarak abone olabilirsiniz. ~ Leyla'm, Kardeş Çocuk! Bu kadarı da çok oldu. Ne oluyorsun yahu? Gelince bir temiz ıslatıcım seni. Kendine gel! Sen, üzüntüye, kahra lâyık veya müstahak değilsin. Yaşaman, asıl senin yaşaman lazım. Hiç kimse, yaşamayı senin kadar hak edemez. Anladın mı? Sen, öyle birisin işte. Bunu belle, buna inan. Sendeki altın yürek, altın da lâf mı, o cânım yürek, kimselerde yoktur. Seni, güzel eden, dost eden, dayanılmaz eden yine sen'sin. Bunu da öğren. Ve hiçbir kahraman, hiçbir aziz, hiçbir hergele, sana azap veremez! Azabı, sen kendin icat ediyorsun. Beni de böyle berbat ediyorsun. Dün sana bir mektup gönderdim. Allah kahretsin, kardeşim taahhütlü yaptıramamış. İçinde parça parça şiir serpintileri de vardı. Aman, alıp almadığını hemen bildir. Ve bana yaz canım. Yaz, sever misin, kızar mısın, küfür mü edersin, neylersen eyle ama bana yaz. Beni yıkacağından falan korkma. Ve beni korkutma. Bana yazmayacaksın da kimlere yazacaksın. Düşün, İstanbul'a gelme umudum olmasa, çoktan kendime kıyardım. Bilirsin, ölüm benim için çok önemsiz bir şey değilse de bu hususta sabıkalıyım da! Ölürüm ha! Ne güzel yaşıyorduk be! Nasıl da yaşatırsın. Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan, öyle sevdirensin ki... Seni tanımak, seni bir kerecik bile görmek, milyarla yıl yaşamaktan daha dolu, daha hazlı ve daha değerlidir. Ama kime bu sözler, anlayana tabii. Seni anlamak, seni sevmek mühim ve aziz bir iştir. Zor da değil halbuki, ama İNSAN olmak lazım. Nerede beklediğim şiirlerin? Hep kulağıma, kalbme ve beynime fısıldayacaksın da ben mi yazacağım? Gerçi bu, değme şaire nasip değil ama, asıl seninkiler mühim. Buna da inan, bunu da bil, e mi? Sonra ben, böyle istiyorum. Ben, isteyince yapmaz mısın? Biraz da bunun için, bu sebeple yazmalısın. Alışıncaya, sende de yaratıcılığın altın kapıları, bütün kanatlarını açıncaya kadar. Sonrası ne benim ne de senin elinde. Sonrası, alıp götürür... Yalnızlığı, riyayı, canavar azgınlığı, o namussuz ölümü, yıkar, tarumâr eder. Kadeh hiç boşalmaz, rüya hiç bitmez (gerçekleşir çünkü), gençliğin ve güzelliğin, cihanlar durdukça devam eder... Bu, beşinci mektubum. Yine 5-1 mağlubum. Benim de mağlup olmam mukaddermiş meğer. Niye yazmıyorsun hayatım? Canevim, en aziz, en sevgili ve en bir tanem? Bu, “sen" değilsin. Kendini topla, yine "sen" ol. Hemen geleyim mi? Sana ah, bir şeyler yapabilsem, bütün derdim bu şimdi. Şahsi dertlerimi, hastalığımı hep unuttum, bir kenara attım. Ablacığım! Oturup ağlayayım mı yani? Senden ayrı, ağlanamaz da! Hemi vallah, hemi billah bu böyle. Sensiz, "To be or not to be" bile olamaz, düşünülemez! Nefes alınır sanılır ama nefes değildir. Sensiz içilemez, yalnız kalınamaz, dövüşülemez. Sensiz ancak bu kafa, taşa çarpılır. Müstahaktır… Yoksa Kenyalarda, İsveçlerde misin? Aman Allahım! Geberdiğim, bittiğim gündür... Ben, hâlâ buradayım. Bismil'de. Annemler evi onarmak için Diyarbakır'a gittiler. Ben de senin mektuplarını, sağlık haberlerini bekliyorum. Ay sonunda belki giderim. Hep, yaz diyorum ama hiç yazmıyorsun. Basarım kalayı ha! Bir kere bir iki tokadı hak ettin, görürsün bak saçlarını nasıl kökünden koparıcam. Seni gidi inatçı, seni! Kendine kıymakla, kendinden kaçmakla iyi halt mı ediyorsun, sanki. Gözlerinden, burnunun, üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa! Senin, yine senin. (İmza) ~ Tüm Videolar: https://bit.ly/2EyYErA Abone Olmayı Unutmayınız: https://bit.ly/2IObl6a ~ Sosyal Medya Hesaplarım: https://facebook.com/muhammetkalemm https://instagram.com/MuhammetKalemm https://twitter.com/MuhammetKalemm #AhmedArif #LeylimLeylim #Mektup
Rusya Federal Güvenlik Servisi, Rus siyasetinin önemli figürlerinden analist Alexandr Dugin'in kızı ve basın danışmanı Daria Dugina suikastının Ukrayna gizli servis ajanı Natalya Vovk tarafından yapıldığını iddia etti. Gazeteci Daria Dugina, 20 Ağustos gecesi Moskova yakınlarındaki bir otoyolda seyir halindeyken kullandığı aracın uzaktan kumanda ile patlatılması sonucu feci bir şekilde yanarak can vermişti. Rus Ufku Hareketi Başkanı ve Dugin ailesinin yakın dostu Andrey Krasnov, TASS Ajansı'na yaptığı açıklamada, aracın Alexandr'a ait olduğunu ifade etti. Krasnov, “Bu, babanın aracıydı. Daria başka bir araba kullanıyordu ama bugün onun arabasını aldı, Alexandr da farklı bir yoldan gitti. Anladığım kadarıyla Alexandr ya da muhtemelen ikisi birlikte hedefti” dedi. Medya kuruluşu '112' de Dugin ile kızının Moskova dışında bir etkinlikte bulunduğunu ve geri dönüşte beraber seyahat etmekten son anda vazgeçtiklerini belirtti. Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) tarafından yapılan son açıklamada “Dugina suikastının ardında Ukrayna özel servislerinin olduğu ve failin 23 Temmuz'da kızıyla birlikte Rusya'ya gelen Ukrayna vatandaşı Natalya Vovk olduğu” belirtildi. Ria Ajansı, FSB kaynaklarına dayandırdığı haberinde, “Suikastın Ukrayna gizli servisleri tarafından hazırlandığı ve işlendiği, failin, 1979 doğumlu Ukrayna vatandaşı Vovk Natalya Pavlovna olduğu, 23 Temmuz 2022'de kızı Şaban Sofia Mihaylovna ile birlikte Rusya'ya geldiği, Dugina'nın öldürülmesini organize etmek ve yaşam tarzı hakkında bilgi almak için Moskova'da maktulün yaşadığı apartmanda bir daire kiraladığı” bilgisi yer aldı. Haberin devamında Ukrayna gizli servisi ajanlarının maktulü izlemek için Mini Cooper marka bir araç kullandıkları, Rusya'da geçirdikleri süre içinde sık sık plaka numaralarını değiştirdikleri belirtildi. Dugina'nın direksiyonunda olduğu Toyota Land Cruiser Prado marka araç uzaktan kumandayla infilak ettirildi. Ria'ya göre, Vovk ve kızı suikastın hemen ardından 21 Ağustos'ta Rusya'nın batısındaki sınır kenti Pskov üzerinden Estonya'ya geçtiler. HEDEF PUTİN'İN YAKIN ÇEVRESİ Mİ? Yakın zamanda Batı medyasında Ukrayna sabotaj timlerinin Rusya içinde de faaliyete geçtiğine yönelik haberler yer almıştı. Rus lider Vladimir Putin'e yakın isimlerden ve Ukrayna'nın Rusya tarafından işgal edilme politikasında önemli destekçilerinden olan Dugin ve kızını hedef alan suikastta da mesajın Kremlin'e yakın çevreler olduğu iddia edildi. Başkente sadece 20 km mesafede gerçekleşen suikastın, Putin'in yakın çevresine 'güvende değilsiniz' mesajı vermek istediği belirtildi. SALDIRI PLANLIYDI Rusya Soruşturma Komitesi'nden yapılan açıklamada, Dugina'nın, içinde bulunduğu aracın hareket halinde patlatılması nedeniyle hayatını kaybettiği hatırlatıldı. Açıklamada, “Elde edilen bilgilere göre, suikastın önceden planlandığı ve sipariş üzerine işlendiği düşünülüyor” ifadelerine yer verildi. Kimin sorumlu olduğu konusunda da “her türlü ihtimalin değerlendirildiği” belirtildi. Müfettişler ise bir cinayet davası açtıklarını ve tam olarak ne olduğunu belirlemek için adli tıp incelemeleri yapacaklarını kaydetti. “12 RUS GENERALE UKRAYNA KUVVETLERİNCE YAPILAN SUİKASTLARIN ARKASINDA ABD VAR” İDDİASI Ukrayna Gizli Servisi'nin Dugina suikastını tek başına düzenleyecek kabiliyete sahip olup olmadığı çok tartışılacak bir konu sanırım. Aynı şekilde 12 Rus generalin, Ukrayna Özel Kuvvetleri'nce öldürüldüğü gündeme gelirken suikastların arka planında ABD'nin Ukrayna'ya Rus birliklerinin beklenen hareketleri, lokasyonları ve Rusya'nın mobil askeri merkezlerine ilişkin diğer detaylar konusunda bilgi sağladığı iddia edilmişti.
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Bu bölümümüzde, son zamanlarda nasıl dikkat dağınıklığı yaşadığımızı, bu durumun hayatımızda yarattığı etkileri konuşuyoruz. "Artık bir türlü odaklanamıyorum" dediğimiz durumları inceliyor, bu durumla nasıl baş ederiz diye düşünüyoruz. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Open the Interactive Transcript (https://play.easyturkish.fm/episodes/0i7jbf2o79cvrhe) Download transcript as HTML (https://www.dropbox.com/s/0i7jbf2o79cvrhe/easyturkishpodcast3_transcript.html?dl=1) Download transcript as PDF (https://www.dropbox.com/s/95pewr7z89gb1ya/easyturkishpodcast3_transcript.pdf?dl=1) Download vocab as text file (https://www.dropbox.com/s/dyilrdgvk4tap5y/easyturkishpodcast3_vocab.txt?dl=1) Download vocab as text file with semicolons (https://www.dropbox.com/s/chkyr7dzag2eqak/easyturkishpodcast3_vocab-semicolon.txt?dl=1) (for flashcard apps) Show Notes Simpsons: https://www.imdb.com/title/tt0096697/ Better Call Saul: https://www.imdb.com/title/tt3032476/ Interstellar: https://www.imdb.com/title/tt0816692/ The Bear: https://www.imdb.com/title/tt14452776/ Özdemir Erdoğan - Aç Kapıyı Gir İçeri: https://www.youtube.com/watch?v=Dfinmno4rlE Easy Turkish 22: https://youtu.be/9mDnkVUl08k Transcript Intro Müzik Emin: [0:20] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in üçüncü bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Bu bölümümüzde ne hakkında konuşacağız Cihat? Cihat: [0:29] Aslında bölümün konusu tam olarak da bu. "Ne üzerine konuşalım?" falan derken böyle konu seçmekte biraz zorlandık. "Ya şimdi bunun üstüne konuşmayalım bugün.", "Şu olmaz, bu olmaz." diye diye en sonunda böyle seçeneklerimizi tükettik gibi oldu. Sonra aklımıza şey geldi: Tam olarak bu durumdan bahsedelim istedik. Uzun zamandır böyle dikkatimizi toplamakta güçlük çektiğimizden ve bir şeye odaklanıp onu böyle tamamlama konusunda güçlük çektiğimizden bahsediyorduk. Zorlandığımızdan bahsediyorduk. Bu bölümün de konusu biraz da böyle dikkat dağınıklığı diyebiliriz. Çağımızın hastalığı derler ya. Emin: [1:04] Kesinlikle ya. Şu anda zaten çevremizdeki her şey de ona endeksli durumda. Yani gerek YouTube videolarının süresi olsun, filmlerin, dizilerin süreleri olsun her şey buna doğru bir evrim geçirmiş durumda. Artık hiçbir şekilde uzun bir şey tutmuyor, her şey kısa olmak zorunda. Cihat: [1:24] Evet, kesinlikle. Kısa içerikler tükettikçe, özellikle YouTube'dan bahsettin ya, kısa içerikler tükettikçe sana daha fazla kısa içerik önermeye başlıyor. Ben şu anda YouTube'da birer dakikalık videolar izliyorum, otuzar saniyelik. Hani YouTube bir TikTok veya Instagram'a dönüştü benim için. Kısa kısa videolar izliyorum. Çünkü mesela uzun bir video açarsam, uzundan kastım da çok uzun değil bu arada on dakika bile olur, hani yedi sekiz dakika. Atlıyorum yani videoyu. (Evet.) Böyle: "Anladım, anladım, anladım, anladım." diye diye bitirip hemen ya da bitirmeden bir sonraki videoya, ondan sonra başka bir şeye... Sürekli böyle bir şeyler yapıyorum, bir şeylere başlıyorum. Ve hiç sonunu getiremiyorum gibi gelmeye başladı. Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Eski AKP Milletvekili Mehmet Metiner, Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan “Camiamızın osman'la sınav'ı…” başlıklı yazısında ATV'de yayınlanan, yapımcılığını Osman Sınav'ın üstlendiği “Yalnız Kurt” dizisinde Kürtlere yönelik ırkçı, hedef gösterici bir dil kullanıldığını belirterek isyan etti. Metiner, “Yazıklar olsun….Meğer bir Osman Sınav kadar değerimiz yokmuş bizim! Anladık. Not ettik. Unutmayacağız… Reis'e, partimize ve hükümetimize asıl siyasi operasyon çekiliyor” dedi. Ruşen Çakır, Metiner'in yazısı üzerinden AKP'nin Kürt politikasını değerlendirdi. Yayını izleyebilirsiniz: bit.ly/3HmAVJQ
Ziyadesiyle üzgünüm. Ömrümüzü adadığımız davamıza ırkçı-faşist zihniyetli zevatın rota çizmesinden fazlasıyla rahatsızım. Mücadelemizin hiçbir aşamasında yanımızda görmediğimiz bazı zatların bugün baş tâcı edilmeleri yetmiyormuş gibi bize yön tayin edici konuma oturtulmalarından duyduğum rahatsızlık tarifsizdir. Mensubu olduğum Kürt halkının o zat tarafından ırkçı-faşist bir dille tahkir ve tezyif edilmesi karşısında duyduğumuz rahatsızlığı dile getirmemize rağmen o zatın daha iğrenç ötesi sözlerle milyonlarca Kürt'ü düşmanlaştırmasına, milyonlarca Kürt'ün üzerine o ırkçı nefret dilini boca etmesine kendi televizyonumuz olarak bağrımıza bastığımız ATV'nin tekrar fırsat tanımasından duyduğum rahatsızlığı kelimeler tarif etmekte yetersiz kalır. Meğer bizim ve milyonlarca Kürt'ün incinmesinin hiçbir kıymeti harbiyesi yokmuş! Meğer bir Osman Sınav kadar değerimiz yokmuş bizim! Anladık. Not ettik. Unutmayacağız.
Bugün Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Ankara'da mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu'nun konuşuydu. Görüşmeler sonunda yapılan basın toplantısı ilgi ile izlendi. Söylenenleri size haber kanalları aktardı, hatta Twitter hesabımdan ben de yazdım. Bu yazıyı ise "Lavrov'dan anladıklarım" şeklinde yazacağım. Bu aynı zamanda bir sınamadır. Bakalım doğru anlayabilmiş miyim? Ama çok genel bir sözle başlayayım, görüldü ki; Lavrov bildiğimiz diplomat, Rusya bildiğimiz devlet!
Esmiyor Podcast'in ikinci sezonunun yirmi yedinci bölümünde konuğumuz DCube ve kendilerine "Döngüsellik de nereden çıktı?" diye soruyoruz.DCube, sürdürülebilir kalkınma için döngüsel ekonomi modelinde farkındalık yaratmayı, kapasite arttırımını, çözüm tasarımını ve politika geliştirilmesini amaçlayan bir Bilimsel Ar-Ge ve Sosyal Kalkınma kooperatifi. Kendileriyle Kolektif House'daki döngüsel sohbetlerde tanıştık. Bu inanılmaz ekipten Berna Aşıroğlu, Gülcan Ergün ve Başak Demir ile sohbet ettik. İlk kez bir bölümde üç konuğumuz oldu. Ama o kadar güzel ve uyumlu bir enerji vardı ki, sanki tek konukla sohbet ettik.Döngüsellik, döngüsel ekonomi... Bunlar nedir? Son zamanlarda sıklıkla duyduğumuz konseptler bunlar. Mesela sürdürülebilirlik mi, yoksa döngüsellik mi - bunlar birbiriyle alakalı mı? Anladığımız kadarıyla sürdürülebilirlik hedefine varmak için kullanabileceğimiz önemli araçlardan biri de döngüsellik. Aslında geçmişten gelen kadim bilgilerin, modern uygulamalarla harmanlandığı bir konsept döngüsellik. Dinlerken 'E, ben zaten bunu yapıyorum' diyebileceğiniz çok fazla öğeyi içinde barındırıyor. Keyifli dinlemeler! See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Yeni bir yaşımı daha geride bırakıyorum. Bu bölüm kendime hediyem, oğluma da doğum günü dileğim olsun istedim. Doğum hikayemin, doğurma hikayeme etkisini konuştuğum; çocukluğumun kutlamalarından bugünkü pasta mumlarıma olan yolculuğumla dolu kutlamama hoş geldin. • • ig: @annelikiklimi
Sesli Köşe-Tuncay Mollaveisoğlu-'THK uçakları neden yatmış, şimdi anladınız mı?!'
Anladığımız şekliyle yoksulluk nedir, nasıl tanımlanıyor, belli bir coğrafyaya sıkışmış durumda mı ya da yaygınlaşıyor mu? Konuğumuz Tuğrul Özkaracalar ile konuşuyoruz.
Synergy Kendiyas kanalında; pozitif bilimlerin, tıbbın ve diğer çözüm yollarının derman bulamadığı hastalıkların tedavisine ve anlam verilemeyen olayların hakikatine gerçek insan hikayeleriyle ışık tutuyoruz. Hayal ve gerçeğin sınırlarını daha net çizebilmek ve mucizelerin gerçekliğe ne kadar yakın olduğuna şahit olabilmek için takipte kalın. Allah'ın, selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Bu videomuzda gerçek yaşanan bir olayın özeti yer almakta kişinin çektiği sıkıntıları ve nasıl bir düzenin parçası olduğunu sizlerle paylaştık. Aslında yapılan sıkıntılı bölgedeki sıkıntıyı alıp vücudun başka bir yerine taşımak. Biraz yakınlaşmak ve samimiyet ile para vermeyeceğimi söylediğimde kendini biraz çekti. Anladım ki sonunda kendi cinlerini bana musallat etmiş yoğunluğun sebebi bu imiş Hepimize ibret olması ve kişinin de videoda açıkladığı gibi bir taraf bana ailemden ve etrafımdan yapılan büyüler neticesinde sıkıntı çektiğim diğer taraf ise Allah`a karşı gafletten dolayı sıkıntı çektiğim. #synergykendiyas #cinçıkarma #cinsuresi #cinfilmi #cinaremelikzade #cincihoca #cinazabı #cinhikayeleri #cinvideoları #cinbebek Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikToc: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=09
Yokluk üzerine nefis üzerine Rabbim kalemi yarattı. Kaleme yaz dedi. Rabbimin hikmetiyle her şeyi kalem bildi ve her şeyi yazdı. Bu yazdıkları tamamı bir vücut oldu. Yazdıklarının içinde atomlardan, zerrelerden, galaksilerden, cennetten, cehennemden tüm her şeyi var idi. Bu yarattıkları bir suret oldu, bir beden oldu. Bu yarattıklarını bu yazdıklarını Rabbim, Rabbimin ilmindendir. Rabbim yazılanların içerisinde yaratılanlar, Rabbimi görmediler, bilmiyorlardı. Bilmedikleri görmedikleri için anlayamadıkları için bir boşluğa düştüler. Bu bir bedendi bütün, Rabbim hariç Rabbimin yarattıkları bütün her şey bir aradaydı bir vücuttu. Yokluğa düştüler anlayamadılar. Anladıklarını kavrayamadılar. Buna yokluk denir. #synergykendiyas #yokluk #nefis #kalem #vücut #ilim #cennet #atom #melek #şeytan #spiritualtherapy Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikToc: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=09
Partide kriz En yakın kurmayını susturdu, tamam, anladık Tarık Toros Analiz 17 Aralık 202
İnsanlar, Daha Dingin, Daha Sakin Bir Memleket Arıyor | Özlem Zengin Herkese merhaba arkadaşlar. Her hafta perşembe günü buluştuğumuz Peki Sonra'nın yeni bölümünde konuğumuz AK Parti Tokat Milletvekili Özlem Zengin. Bir anne, bir hukukçu ve bir siyasetçi olarak Özlem Zengin'in hayat mücadelesine konuk olduk. Ben Milletvekili Olduğumu Tokat'ta Anladım! AK Parti Tokat Milletvekili Özlem Zengin siyasi yaşantısına dair önemli açıklamalarda bulundu. 2015 yılının kasım ayındaki tekrar seçimde aday gösterilmemesinin kendisini incittiğini söyleyen Özlem Zengin, daha önce İstanbul Milletvekilliği yaptım ama ben asıl Milletvekili olduğumu Tokat'ta hissettim. Dedi. Özlem Zengin, doğup büyüdüğün topraklara hizmet etmenin duygusu ve manevi yönü çok fazla, özellikle milletvekili seçildiğim gün bizim evde babam bir konuşma yapmıştı o sırada evde bulunan hiç kimse göz yaşlarını tutamadı. Dedi. İnsanlar, daha dingin, daha sakin bir memleket arıyor! 2023 ve 2024'teki seçimlere yönelik de açıklamalarda bulunan Özlem Zengin, bugünün koşullarıyla geleceği planlamanın mümkün olmadığını, şartların ve beklentilerin sürekli değişkenlik gösterdiğini ifade etti. Zengin, şu anda insanlar daha dingin, daha sakin bir ülke istiyor bizler de bunu sağlamak için çaba sarf ediyoruz dedi. Özlem Zengin röportajımızı umarım beğenirsiniz. #ÖzlemZengin #Tokat #AKParti 00:00 Peki Sonra 04:03 Hayata dair 09:16 Medya 18:37 Cumhurbaşkanı ile tanışma 23:10 Film ve Diziler 31:28 İBB Yönetimi 33:30 Ayasofya Meselesi 47:06 Anlayışlı Olmak Diğer Röportajlarım: ⭐️ Ufuk Uras: https://www.youtube.com/watch?v=a4Db7OJdxXs ⭐️ Eren Erdem: https://www.youtube.com/watch?v=5AyNc7sCLUE&t=1047s ⭐️ Eyyüp Kadir İnan: https://www.youtube.com/watch?v=dfYR6EYY8n0&t=7s Adem Metan kanalına abone olmak için ► http://bit.ly/ademmetan Sosyal Medya hesaplarım: https://twitter.com/AdemMetan https://www.facebook.com/ademmetan
ABD'nin yeni Ankara Büyükelçi adayı Jeff Flake, daha gelmeden Türkiye'yi tehdit etmeye başlamış. “Erdoğan rejimi” demiş. “Baskı” demiş. “Demokrasi” demiş. “Türkiye ile ilişkimiz de derin zorluklarla karşı karşıya” demiş. “Yeni Rus silahları almaması için Türkiye'yi uyarıyorum” demiş. “Türkiye'yi sorumlu tutacağız” demiş. İçerideki muhalefete sinyaller göndermiş. Terör ortaklarına umut göndermiş. Korku dağıtmış, rüzgâr estirmiş, kuru gürültü yapmış, Washington'da hava atmış. NE O, SANA “GIT ERDOĞAN'I DEVIR” EMRI MI VERDILER? SÖMÜRGE VALISI MISIN SEN! Ne o, seni buraya “sömürge valisi” olarak mı gönderecekler? Kulağına öyle mi fısıldadılar? “Git Erdoğan'ı devir, kahraman ol” mu dediler? “FETÖ'yü, PKK'yı, içeride kurduğunuz ittifakı yanına al ve 2023'e kadar bu işi bitir” mi dediler? “Darbe yaptır, iç savaş çıkar, Erdoğan karşıtlarını örgütle” mi dediler? “Türkiye'yi yeniden kontrol altına al, Suriye'ye dönüştür” mü dediler? “Türkiye'yi durdur, durduramazsan teröre boğ” mu dediler? Ne o Jeff, Biden'ın “muhalefeti destekleyip Erdoğan'ı devireceğiz” diye ifade ettiği “darbe süreci” seninle yeniden mi başlatılacak? Biz bu işin “muhalefet”le bitmediğini, bu ortaklığın öyle yürümediğini, o kirli, o karanlık, o kanlı müdahalelerin ne olduğunu bilmiyor muyuz? Bu sözlerin arkasındaki hesabı okuyamıyor muyuz sence? NE O, ŞEHIRLERIMIZDE YINE BOMBALAR MI PATLATACAKSINIZ! Daha bir seçimi bile doğru düzgün yapamadınız, Kongre binanız işgal edildi, bize demokrasiden mi söz ediyorsun? O demokrasiyi, bu coğrafyada, bir milyondan fazla insanın kanını dökerken düşünecektiniz. O demokrasiyi bu ülkede darbe yaparken, terör örgütlerini organize ederken, sokaklarımızda bombalar patlatırken düşünecektiniz! Sizin hoşunuza gitmeyen her şey “baskı” oluyor değil mi? İnsanların ülkesinin çıkarlarını düşünmesi tehdit oluyor öyle mi? Bu ülkeyi artık parmağınızda oynatamıyor oluşunuz tehlike oluyor, öyle mi? ANLADIK, 2023 IÇ ÇATIŞMA PLANLARI IÇIN GELIYORSUN. SÖMÜRGE DÖNEMI BITTI APTAL! Anladık, sen bu ülkeye “özel görevli” olarak geliyorsun. 2023 iç çatışma tezlerini uygulamak için geliyorsun. Darbe kurgulamak, içeriyi organize etmek için geliyorsun. Bu ülkeye nefret ve kötülükle geliyorsun. Demokrasi söylemi arkasına gizlenmiş bir plan için geliyorsun. Sömürge dönemi bitti aptal! “Eyalet valiliği” misyonu kendinizi kandırmadan başka bir şey değil. Tarihe, dünyaya, ülkelere, küresel güç kaymalarına dikkatli bak. Dünya Washington'daki tiyatrolarla alay gediyor, kendi iç gerilimleriniz ve zaaflarınızı izliyor aptal. Afganistan'dan niye kaçtın, Afrika ve Ortadoğu'dan, Güney ve Orta Asya'dan niye kovuluyorsun dikkatli bak. HANI NE OLDU O HARITAYA? EGE HARITANIZ DA ÇÖKECEK. İçeride ve çevremizde Türkiye karşıtı Cephe kurduğunuzu görmüyor muyuz Jeff! Doğu Akdeniz'de ve Ege'deki üslerinizin amacını bilmiyor muyuz?
O şey yok mu? Neydi la o caddenin adı? Atatürk müydü, İnönü müydü? O caddelerden biri işte. Böyle nehrin kenarından yürüyon da hani cami var. Eski cami. Padişah mı yaptırmış, paşa mı yaptırmış. Hani minaresi var ya la. Neyse. Orada şey oldu biliyon mu? Aslında bak vallaha bilmiyom. Hiç oluru yoktu ki. O prenses, bizim halimizi görüyon. Varsa yeriz, yoksa sokakta kıvırılır yatarız. Onun yatağı kuşun tüyünden olmazsa olmaz. Neyse. Öyle nehir boyu yürüyüp Atatürk Caddesi'ne döndük. İnönü mü la caddenin adı? Hani var ya la. Neyse. Ben buna dedim ki şurada dedim limonata yapıyorlar. Öyle şeyden falan değil, hakiki limondan. İki tane çakak mı dedim. Çakak dedi la. Bi de güldü. Anladım ben neye güldüğünü. Çakak denir mi? Denmez. Ne diyecen? Şurada çok güzel limonata yapıyorlar, birer limonata içelim mi güzel bayan diyecen. Yahut mesela güzel bayan demek de şey olabilir. Öyle dümdüz, kibarcana soracan. Birer limonata içelim mi? Dönmedi benim ağzım işte. Bir de her yanımı ter basmış zaten. Hani sanayide arabanın altına
Alternatif başlığım da şu; ‘Bidencıların yüzüne tükürebilirsiniz'!.. Fena yapışmış ağzımıza.. ‘Kim kurtarır Afganistan'ı' dendiğinde hâlâ, ‘ABD ve NATO liderliğinde daha güçlü ‘koalisyon ordusu' diyenler var.. ‘Diyenler var' deyince ‘az' anlamayın, başkasını akıl eden zaten yok... Hoş, Afganistan'ı geçtik bölgeyi bilen ne kadar, tüm haber kanallarında bu vesileyle gördük.. Sabah gazetede ne okuduysa akşama TV'de pazarlayan, sabaha dediğinin tersine dönen dünyaya uyanan bir vasat. En ufak fikirleri yok... Sosyal medyayı yerden yere vuruyoruz ama dünya hallerine meraklı bir grup var orada ve feraseti ‘popüler Türk entelektüelini' fersah katlar... ‘Böyle bir güç yok'u anlayamadık. Çok zorlanıyoruz. Anlaşalım; ABD yenildi!. Anladınız?. Clear?. Bitti. Over! ABD, Afganistan'dan düştü. Hangi NATO hangi ABD ordusu hangi birleşik görev kuvveti gelip ‘kurtaracaksa' buyursun görelim... Önce Kafkasya'da yenildiler.. Az evvelinde Avrupa'da, ‘Atlantik İttifaktı'nda, hadi yenildiler demeyelim, ‘bozgun' uygundur.. Şimdi Afganistan ve arkası gelirse, Irak, Suriye nihayet, bizim güney sınırımızın tamamında... ««« Amerikan gücündeki çökmeyi görmek için bunlara ihtiyaç yok aslında.. Kabil'de kendisine hizmet edenleri kurtarmak için yırtınıyor hatta yalvarıyor ama bir-iki gerçekten siyasi/maddi desteğe muhtaç ülke dışında yüz veren yok. Afganistan sınırındaki ülkeleri denediler terslendiler, adres göstererek Türkiye'yi denediler terslendiler.. Neler teklif ediyorlar, duysanız siz utanırsınız. Amerikan basını haklarını veriyor doğrusu; Biden yönetimini, Dışişleri ve Savunma Bakanı dahil itin kulağına sokup çıkarıyorlar. Blinken'e canlı yayında, “Başkan Biden, ‘Afganistan'da Saygon'daki gibi elçilikten helikopterle kurtarılan insanları göremeyeceksiniz' demişti, buyrun görüntüler bunlar” dediler.. Yüzünü görmeliydiniz! Uçaktan insanlar düştü... Hani iki resim yayınlanıyor ya.. Biri Vietnam'da elçiliğin damından helikopterle kaçırılan Amerikalılar (1975), diğeri Afganistan'daki.. Yaklaşık 50 yıl diyelim.. Bizde 75 yıldır.. Amerika'nın bu ülkeye yaşattığı rezillik ne zaman başladı? 2001, 11 Eylül. 11 Eylül'ün tohumlarını eken de Amerika. (1979-89) Sonunda kadın, çoluk-çocuk, bebek milyon insanı katledip, tahliye uçaklarının tekerleklerinin altında sivilleri ezip, onursuzca kaçıp gittiler... Soru şu; neden ABD bu kadar ortadayken, sadece biz değil, tüm dünya peşinden gittik?..
Bölüm 40: Ali İsmet ve Murat iletişimde üslubun önemini tartışırken, "anladın mı" ile "anlatabildim mi" arasındaki farkın anlaşılmasını sağlamaya çalışıyor. Canlı Yayın Tarihi: 5 Ekim 2020
"Anladım ama, iş işten geçmiş ola. Şöyle bir etrafıma baktım. Baktım ki yaşamak güzeldi hala..."
Kronos Haber'de öne çıkan başlıklar...
⚽️
Sesli Köşe-Barış Terkoğlu-'Şimdi ‘hanım evladı' kimmiş anladınız mı!'
Nasıl Yani iftiharla sunar. Vorga Can'ın moderatörlüğünde hukukçularımız Kaan Can Yıldırım ve Sinan Lahur günlük hayatımızda okumadan imzaladığımız sözleşmelerin hukuki mahiyetini yorumluyor.
Sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm dahâ önce gelebilir, pişmân olup kalırsın. Yarın tevbe etmeği, bugün etmekden kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. Çünki tevbe, gecikdikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca, hayvana yokuş önünde yem vermeğe benzer ki, fâidesi olmaz. Senin bu hâlin, şu talebeye benzer ki, dersine çalışmayıp, imtihân günü hepsini öğrenirim sanır ve ilm öğrenmek için, uzun zemân lâzım olduğunu bilemez. Bunun gibi, pis nefsi temizlemek için de, uzun zemân mücâhede etmek lâzımdır. Ömür, boşuna geçince, bir ânda, bunu nasıl yapabilirsin? İhtiyârlamadan önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin ve sıkıntı çekmeden önce râhatlığın ve ölmeden önce hayâtın kıymetini niçin bilmiyorsun? O hâlde yazıklar olsun sana ey nefsim! Kışın muhtâc olacağın şeylerin hepsini, niçin yazdan hâzırlayıp hiç gecikdirmiyorsun ve bunları elde etmek için, Allahü teâlânın merhametine, ihsânına güvenmiyorsun? Hâlbuki Cehennemin zemherîri, kışın soğuğundan az değildir ve ateşinin sıcaklığı, temmuz güneşinden aşağı değildir. Bunların hâzırlığında, hiç kusûr etmiyorsun da, âhıret işlerinde gevşek davranıyorsun. Bunun sebebi nedir? Yoksa âhıret ve kıyâmet gününe inanmıyor musun ve kalbindeki bu küfrü, kendinden de mi saklıyorsun? Bu ise, ebedî felâketine sebebdir. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim! Ma'rifet nûrunun himâyesine sığınmayıp da, öldükden sonra, şehvet ateşinin, cânını yakmasından, Allahü teâlânın lutfü ve merhameti ile kurtulacağını sanan bir kimse, kalın elbisesinin himâyesine girmeden, kışın soğuğunun, Allahü teâlânın lutfü ile kendisini üşütmiyeceğini sanan kimseye benzer. Bu kimse, bilemiyor ki, Allahü teâlâ, birçok fâideleri sağlamak için, kışı yaratmış ise de, lutf ve merhamet ederek, elbise yapılacak şeyleri de yaratmış ve insanlara, elbise yapmak için akl ve düşünce vermişdir. Ya'nî, Onun ihsânı, elbise te'mînini kolaylaşdırmakda olup, elbisesiz üşümemek şeklinde değildir. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim! Günâhların Allahü teâlâyı kızdırdığı için, azâb çekeceğini zan etme ve günâhlarımın Ona ne zararı var ki, bana kızıyor deme! Zan etdiğin gibi değil. Seni yakacak olan Cehennem azâbı, senin içinde ve şehvetlerinden meydâna gelmekdedir. Nitekim, insanın hastalığı, yidiği zehrden ve içine giren zararlı şeylerden meydâna gelmekde olup, tabîbin sözlerini dinlemediği için, onun kızmasından hâsıl olmuyor. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim! Ey nefsim! Anladım ki, dünyânın ni'metlerine ve lezzetlerine alışmışsın ve kendini onlara kapdırmışsın! Cennete ve Cehenneme inanmıyorsan, bâri ölümü inkâr etme! Bu ni'met ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! Bunları istediğin kadar sev, istediğin kadar sıkı sarıl ki, ayrılık ateşi, sevgin kadar çok olur. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim! Kıyâmet ve Âhıret | Sayfa : 71
Yalnız Yürümeyeceksin platformuna gönderildi "Artık onlar gibi olmayacağımı anladılar ve şimdi beni olduğum gibi kabul ediyorlar" hikayesinin seslendirilmesinden.
Anladığım kadarıyla okullarda üniversitelerde bulunan çeşitli kulüpler topluluklar içine çeşitli partiler sızıyor ve gençler mutlaka bir partinin militanı haline getiriliyor sonunda da buna uymayan topluluk dışında kalıyor. Bu gibi topluluklara farklı amaçlarla yaklaşan dışardan kişiler veya öğretim üyeleri yüzünden gençlerin çoğu bu gibi topluluklardan uzak durmaya çalışıyor. Geçenlerde yayınlanan anketlerde bu ve benzer nedenlerden dolayı gençler arasındaki örgütlenme düzeyinin yüzde 5'lere kadar düştüğü görülüyor. Geçen akşamki dertleşme beni çook gerilere kendi gençliğime o dönemin tartışmalarına götürdü. O yıllarda Türkiye yine bir ateş topunun içinden geçiyordu. Sokaklarda kıyamet kopuyordu. 71'de askeri Amerikan darbesi sonucu 3 genç asılmıştı! 10 binden fazla kişi gözaltına alınmıştı. yaşadığımız travmayı düşünün!
"9. Mektup - Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar" Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya Müzik: @can_atilla_official - Hamamda İlk Gözyaşları (Akustik Cover) "Kimdi o? Yanındaki kimdi? Ne konuşuyordunuz? İşte buna dayanamam. Kahrolurum. Dün gece ne yaptın? Nereye gittin? Ah otursaydın, beni düşünseydin ya? Eğlenebildin mi bari? Yatarken ne okudun? Sonra iyi uyuyabildin mi? Rüyanda neler gördün? Söylesene.. Anladım artık beni sevmiyorsun. Sevdiğini sanmakla yanılmışım. Zaten çirkin bir adamım ben, sinirliyim. kıskancım. fazla hisliyim. Daima beni seveceğini düşünmemeliydim. Suçluyum. Kendimi sevgilerimin bencilliğinden kurtaramadım. Zayıf, bencil bir adamım öyleyse. Sonra yalancıyım, İki yüzlüyüm. Seninle konuşurken seninle yatmayı düşünüyorum. Sevgiyle elini tuttuğum zaman, aslında kalçalarını tutuyorum, bilmiyorsun. Kendime göre hesaplarım var benim. Yanımda olman gurur veriyor, sevinç veriyor bana. Fakat sana kimse bakmasın istiyorum, kimse konuşmasın seninle. Hep benim ol. Günün her saatinde ve ölünceye kadar benim ol. Beni seviyor musun? Evet mi? Öyleyse söyle. Kimdi o? Yanındaki kimdi? Nereye gidiyordunuz? Seven zalimdir biliyorsun, aşk egoisttir. Sen zalim olma. Anlamıyorsun, anlamıyorsun.... Biraz anla beni. Sana sitem etmeyeceğim artık. Bütün suç benim. Seni bu kadar sevmemeliydim. Şu köhne ve utanmaz dünyada ne bir kimse bu kadar sevilmeye değer ne de bir kimsenin bu kadar sevilmeye hakkı var. Kendimizi ne sanıyoruz? Biz kimiz? Sus cevap verme. Teselliye ihtiyacım yok. Seni bu kadar sevmenin cezasını kendime ödeteceğim. Göreceksin...
GameStop Olayını (Anladığımız Kadarıyla) Açıklıyoruz!
Sara Nilgün Öcal Aldoğan on beş günde bir sosyal hizmet için felsefe problemleri podcastiyle sizlerle
Sara Nilgün Öcal Aldoğan on beş günde bir sosyal hizmet için felsefe problemleri podcastiyle sizlerle
Okan Dedeoğlu ile Taze Gündem Kanalımızın Deprem Özel TAZE konuğu “GEA Arama Kurtarma Ekibi İzmir Bölge Koordinatörü Ahmet DİLDAN” ile “İzmir Depreminde Gerçekleştirilen Mucize Kurtarma Çalışmaları” konusunu konuştuk.Program akışı aşağıdaki gibidir;- Kendinizi tanıtır mısınız?- Ekibinizden biraz bize bahsedebilir misiniz?- Anladığımız kadarıyla ekibiniz gönüllülerden oluşuyor. Nasıl oluyor bu? Herkes gönüllü olabilir mi?- En son İzmir depreminde neler hissettiniz?- Ekibiniz ve siz deprem olduğu ilk andan itibaren nasıl harekete geçtiniz?- Doğanlar Apartmanında yaptığınız çalışmalardan biraz bize bahsedebilir misiniz?- Perincek ailesi ile ilk teması nasıl kurdunuz?- Kurtarılma anında hissettiklerinizi bize biraz anlatabilir misiniz?- Ekibinizin sahada yaptığı diğer gönüllü faaliyetler olduğunu biliyoruz? Neler yapılıyor yaraları sarmak için?- Ekibinize katılmak isteyenler nasıl başvurabilirler? Nasıl bir süreç bekliyor onları?
"Anladığım kadarıyla hazine, yani vatandaşın cüzdanıyla garantili otoyol, köprü, havaalanlarına milletin kaç parasının aktarıldığı, milletten gizlenecekmiş. Milli irade böyle istemiş olmalı ki, Millet Meclisinde hazırlığı var. Yerim sizin demokrasinizi!!" Gündemdeki ilginç haberler, tartışma yaratan konular, ve enteresan olaylar üzerine kendi üslubumda yorumladığım videolar yayınlıyorum. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/tonguc/message
Bu Kitap çok konuşuluyor. Günümüzün kalabalık yalnızlığına ithafen yazılmış ağız tadıyla delirme rehberi. Nilgün Bodur'un 4. Ve muhteşem kitabından kendi sesiyle kendi seçtikleri ve altını çizdikleri. Pandemi döneminde kitap çıkarmaya cesaret ederek ezber bozar yazarın kitabı üç günlük satışla 1 Numara oldu. Yazdığı tüm kitaplar gibi son kitabı “Akıllandım Artık Şimdi Daha Deliyim” ile de en çok satanlarda yer alan Nilgün Bodur'un yeni kitabı, yine herkesin iç sesi oldu... “Bu kitapta, kendi kendine sohbet eden bir kadının büyük tartışmalardan sonra nihayet kendisiyle barışmasını okuyacaksınız ve sanırım her daim aynı konuşmaları kendinizle yaptığınızın farkına varacaksınız. Delirmekten korktuğunuz anları bu kitabı okurken zevkle kucaklayacaksınız. Çünkü yalnız olmadığınızı anlayacaksınız.” KONUŞUN BİRAZ KENDİNİZLE. YALNIZ OLMADIĞINIZI ANLAYACAKSINIZ. EĞER Kİ TARTIŞIRSANIZ, BİLİN Kİ İKİNİZ DE HAKLISINIZ. KENDİNİZLE YÜZLEŞMEYE VAR MISINIZ? YAZDIĞI TÜM KİTAPLARLA, EN ÇOK SATANLARDA YER ALAN ÜNLÜ YAZARDAN ”İNZİVA” KONULU TOPLUM GENELİNE HİTAP EDEN BİR KİTAP DAHA... YİNE HERKESİN İÇ SESİ OLACAK Kitaptan Bir Alıntı : “Kendi kendine konuşana deli derlermiş. Olsun... Başkalarıyla konuşup anlaşılamamak ya da yanlış anlaşılmak yerine, kendimle konuşmayı yeğlerim ben. Başkasının benim için ne düşündüğünü düşünürken delirmekten iyidir; kendi kendime konuşurken delirmek. Madem delireceğim, şanıyla deliririm…” Nilgün BODUR --- This episode is sponsored by · Anchor: The easiest way to make a podcast. https://anchor.fm/app --- Send in a voice message: https://anchor.fm/nilgun-bodur/message
Trotskiy sanki Lenin'in küçük kardeşidir. On yaş kadar küçüktür ondan. Onu belki biraz kıskanmıştır küçük kardeşlerde yaygın olduğu gibi, onunla uzun süre kavga etmiştir. Ama Lenin'i kimse onun kadar iyi anlayamamıştır. Anladığı andan itibaren de iki numarası olmuştur. Aynen devrimin iki numarası olduğu gibi, o Finlandiya'da gizlenirken Ekim ayaklanmasının önderliğini yaptığı gibi.
Yalnız Yürümeyeceksin platformuna gönderildi "Hepimizin asıl duygusunun korku olduğunu anladım" hikayesinin seslendirilmesinden.
Yalnız Yürümeyeceksin platformuna göre "Dünya'nın sadece İslami temellerden ibaret olmadığını anladım" hikayesinin seslendirilmesinden.
Yalnız Yürümeyeceksin platformuna gönderildi "Tesettürün ne tacizi ne de toplumsal ayrışmaları engellemediğini anladım" hikayesinin seslendirilmesinden.
"Aşkın Leyla'sını gördünse söyle. Söz temsili bulup hikayet etme." ~ •Dinlemek isteğiniz şiirleri yorum kısmına yazarsanız, sizler için yorumlayabilirim. Yeni şiirlerden haberdar olmak için; https://bit.ly/2IObl6a tıklayarak abone olabilirsiniz. ~ Hicran destanını kendinden oku, Mecnun'dan duyup da rivayet etme. Aşkın Leyla'sını gördünse söyle. Söz temsili bulup hikayet etme. Yüz bin Leyla doğar alemde her gün, Senin aradığın zevk, sefa düğün. Tutacağın işi önceden düşün; Daha ilk adımda nedamet etme. Sevdanın oduna pek güvenilmez, Tutuşursan eğer kolay sönülmez. Bu yolun hükmüdür geri dönülmez, Canına kıymazsan seyahat etme. İyi bak kabına, olmasın delik, Boşuna taşırsın, gider gündelik. Anında olmalı, ettiğin iyilik, Alem duysun diye, inayet etme. Kâbe'den maksadın varmaktır yâra, Kör gibi tapınma, kara duvara, Hızır'ı ararsan kendinde ara, Bulamadım gibi rezalet etme. Muhabbet herkesin aklını çelmez, Gönül viranesi kolay düzelmez. Alemden çekinme bir zarar gelmez, Sen kendi kendine hıyanet etme. Şen şatır gönlüne hicran dolmasın, Gençliğin gülşeni gamla solmasın. Neyzen gibi aklın yarda olmasın, Özründen çok büyük kabahat etme. ~ Tüm Videolar: https://bit.ly/2EyYErA Leylim Leylim ( A. Arif): https://youtu.be/H8D7sb82zMs Dostlar Beni Hatırlasın (A. Veysel): https://youtu.be/KKgW0Aa5prE Abone Olmayı Unutmayınız: https://bit.ly/2IObl6a ~ Sosyal Medya Hesaplarım: https://facebook.com/muhammetkalemm https://instagram.com/MuhammetKalemm https://twitter.com/MuhammetKalemm
22.dönem milletvekili Emin Şirin Ayasofya tartışmalarını, erken seçim tartışmalarını ve İlker Başbuğ'un ifadeye çağrılmasını Son Tahlilde'de değerlendirdi. Şirin: “İlker Başbuğ'un ifadeye çağrılmasını, Başbuğ için bir fırsat olarak görüyorum. Altında başka bir mana şimdilik aramak istemiyorum. Perinçek, ‘AK Parti'yi ben idare ediyorum' diyor. Bu kadar iddialı konuşmaları var. Şimdi bu hareketlenmeleri biraz da yaklaşmakta olan YAŞ'ın kulis faaliyetlerine bağlamak lazım mı, düşünmeden edemiyorum. Anladığımız kadarıyla gerek Cumhurbaşkanlığı gerekse parlamento sistemiyle seçime gitmek Erdoğan'ın kendisi açısından avantajlı değil. Bu sistemlerle seçime gitmeyecek o net. Siyaseten sıkışma anları çıktığı zaman Ayasofya konusu getirlip konuşuluyor:"
Yapımı devam eden Rize- Artvin Havaalanı kontrol kulesinin çay bardağı şeklinde olacağı açıklandı. Bakın bu her şeyi değiştirir işte... biz gözümüzün önündeki açık mesajları bile anlamamışız bugüne kadar...
Pandemi günlerinde memleketi meşgul eden gündemlerden biri de olağanüstü bir düzeyde artan polis ve bekçi şiddeti. Her geçen gün ülkenin farklı noktalarından kolluk güçlerinin yurttaşlara uyguladığı şiddet haberleri geliyor. Çorlu’dan Kadıköy’e, Beyoğlu’ndan Edirne’ye, Cizre’den Sultangazi’ye virüsün yayılma tehlikesinin azaltılmasına destek olmaktan çok, yurttaşlara gözdağı veren kolluk güçleri kişilerin en temel haklarını ve can güvenliklerini hiçe sayıyor. TKP’nin Sesi bültenindeki Günün Yorumu’nda bugün, iktidardan cesaret alan kolluk güçlerinin sermaye düzenindeki işlevlerine değiniliyor. Korkunun büyüğünün iktidarda olduğuna vurgu yapan sesli bülten, çırpındıkça daha fazla batan siyasal iktidarın zor aygıtını mercekten geçiriyor.
Anladım ki, gecenin yarısı yeni bir bölüm çekme isteğini kafamdan yok etmem gerek. Ayşegülle çektiğim Bölüm 16 - Kocaman Aşk'ın devamı olan bu bölümde, yazdığı mektupla ilgili konuşuyoruz ve konuşurken öyle kendi dünyamızın içindeyiz ki, kafamda kekler pişirken, storyler ekşi mayalı ekmeklerden geçilmez olmuşken ve amuda kalkma hayali ile yaşarken, mektuplarla ilgili hiç bilgimiz yokmuş meğersem. Hayır, senin güvercinin doğru adresi nasıl bulduğu ile ilgili bilgin olsun fakat "aşk mektubundan" başka mektup mu var ki diye ortaya at. Hele Ayşegüle iş mektubu da var dedikten sonra, Ayşegülün "iş mektubu ne yaaa" demesi üzerine mektup türlerini araştırdım. Bu sohbetleri bu yüzden çok seviyorum. Cahil yanımı ortaya çıkarıp sonrasında kapatıyor. Mektup türlerini araştırdıkten sonra, bir utanç tablosu olarak türleri buraya sıralıyorum: Özel Mektuplar Edebî Mektuplar Resmî ve İş Mektupları Açık Mektuplar Ve korkarım Ayşegül iş mektuplarının çeşitleri sandığımızdan çok daha fazla: Sipariş mektupları Satış mektupları Sıkâyet mektupları Alacak mektupları Tavsiye mektupları Başvuru mektupları Biz veda mektubunu yazacak kadar acılar yaşamışken, kimsenin asla yazmamasını dilediğim ve istediğim bir mektup türü daha geldi aklıma. İntihar. Var mı arttıran? Neyse fırında kek var arkadaşlar.
03.04.2020 | Dijital Hayat Bölüm269 - TRT Radyo1 | "Türksat - Özel Yayın" Bilal Eren'in hazırlayıp, sunduğu Dijital Hayat programımızda bu hafta Türksat Genel Müdürü Cenk Şen ile; - Koronavirüs Salgını ve Olağanüstü Durum Nedeniyle Hem İnternet Altyapısı Hem de E-Devlet Kapısı (turkie.gov.tr) Tarafında Alınan Önlemler Neler? - E-Devlet Kapısı Yeni Adıyla Dijital Türkiye, Özellikle Bugünlerde Hayatlarımızı Olumlu Yönde Nasıl Etkiliyor? - Kamu Hizmetlerinin Dijitalleştirilmesi Öneminin Bugünlerde Daha İyi mi Anladık? - Bu Vesile İle Kamunun Tüm Hizmetleri Dijitalleştirilebilir mi? - E-Devlet Kapısı (turkiye.gov.tr) Üzerinde Şu an İçin Kaç Hizmet Mevcut? - E-devlet Kapısı (turkiye.gov.tr) Üzerinden Hangi Kurumlarımız Hizmet Sunuyor? - Bugünlerde En Çok Kullanılan Elektronik Hizmetler Neler? - Yoğun Kullanıma Bağlı Olarak Bir İnternet Yavaşlaması Söz Konusu mu? Hangi Önlemler Alınıyor? Başlıklarını konuştuk. Dijital Hayat, her cuma 15:30'da TRT Radyo1 mikrofonlarında canlı yayında.. Tüm geçmiş ve gelecek yayınlarımız için; www.youtube.com/dijitalhayattv
Ne konuşacağımızı kelimelere dökmeden anlaşabilmek büyük bir lüks mü yoksa gerçek bir kabus mu?
Kısa bir aradan sonra Ece duygusal bir bölümle geri geldi. Ara ara duygularını bastıramadan gözleri dolarken nişanından, ev bulma macerasından, hayatında her şeyin bir sene içinde nasıl değiştiğinden bahsetti. Anladığı şey daha fazlasını istemenin şu an sahip olduklarına bir ihanet olmadığıydı. Şükrederken iyileşmek isteyebilirsin. Fakat ne istiyorsun, ve neden? Evren bencilliği sevmez. Bütünün iyiliğini düşünerek hayatına güzellikleri çekebilirsin ve çekmek için çabalamana gerek yok. Bazen en büyük cesaret, hareket etmemek.Ece'yi Instagram'da takip et
Ömer Faik Anlı ve Tansel Erdem Yılmaz'ın ses verdiği Gayrisafi Fikirler'in 69. bölümümüzle karşınızdayız: Bir Kitabı Okuduğumuzda O Kitabı Anladığımızdan Nasıl Emin Olacağız?Bir kitabı okuduktan sonra onu anladığımızın, daha da genelleyecek olursak herhangi bir şeyi anladığımızın garantisi var mı? Umberto Eco ve bazı anlam problemlerini Nuri Bilge Ceylan filmlerini de masaya alıp irdeledik.Bizi Twitter'da gayrisafikirler adıyla takip edebilirsiniz. Ayrıca iTunes üzerinden yorumlayabilir, ekşisözlük üzerinde entrylerle tanımlayabilir ve gayrisafifikirler@gmail.com'dan bir sonraki bölümlerimizde incelememiz icin sorularınızla baş başa bırakabilirsiniz. Gayrisafi Fikirler'in yeni bölümleri birer hafta arayla salı günleri bilim felsefesinin en popüler haliyle cebinizde!
Ömer Faik Anlı ve Tansel Erdem Yılmaz'ın ses verdiği Gayrisafi Fikirler'in 69. bölümümüzle karşınızdayız: Bir Kitabı Okuduğumuzda O Kitabı Anladığımızdan Nasıl Emin Olacağız?Bir kitabı okuduktan sonra onu anladığımızın, daha da genelleyecek olursak herhangi bir şeyi anladığımızın garantisi var mı? Umberto Eco ve bazı anlam problemlerini Nuri Bilge Ceylan filmlerini de masaya alıp irdeledik.Bizi Twitter'da gayrisafikirler adıyla takip edebilirsiniz. Ayrıca iTunes üzerinden yorumlayabilir, ekşisözlük üzerinde entrylerle tanımlayabilir ve gayrisafifikirler@gmail.com'dan bir sonraki bölümlerimizde incelememiz icin sorularınızla baş başa bırakabilirsiniz. Gayrisafi Fikirler'in yeni bölümleri birer hafta arayla salı günleri bilim felsefesinin en popüler haliyle cebinizde!
Bu bölümde cyberpunk akımının hem bilimkurgu ve diğer sanat akımlarında hem de hayatımızda nasıl etkileri olduğunu konuşuyorum. Bu etkinin neden oldukça sorunlu olduğu, aslında cyberpunk eserlerin söylemek istediğinin tam tersi bir yönde ilerlediğini anlattığım bölümde; neden Elon Musk'ı alkışlamak yerine onu durdurmamız gerektiğini de kısaca açıklıyorum.TG Podcast'in ilk sezonunun da final bölümü olan bu bölümle Eylül ayına kadar kısa bir ara veriyorum. Ancak ara sadece podcast için geçerli. Website ve bülten aktif bir şekilde üretime devam edecek.Bölüm Tavsiyesi: Infinite Detail - Tim Maughanhttp://timmaughanbooks.com/Tuhaf Gelecek'i destekleyin: https://patreon.com/ahmetasabancihttps://tuhafgelecek.com
Dönüm Noktası, 4. bölümünde Insider’ın kurucu ortağı Hande Çilingir’i ağırladı. Hande, Insider’ın tohumlarının nasıl atıldığını ve mühendislik geçmişi olmadan ürün yazılım girişiminin CEO’su olmaya nasıl cesaret ettiğini anlattı. Altı kurucu ortak iletişimi nasıl sağlıyorlar, önemli karar anları ve krizlerle nasıl başa çıkıyorlar? Daha da önemlisi 20 ülkede var olan bir şirketi yönetirken kendilerini nasıl geliştiriyorlar? Insider şirket kültürünü, işe alım sürecini ve benimsedikleri tutumluluk politikasını, Sequoia’dan aldıkları yatırımdan sonra hayatlarının nasıl değiştiğini konuştuk. Yalnızca Hande’yi değil, kurucu ortaklardan Arda Koterin ve Sequoia yatırımcılarından Rohit Agarwal’ı da dinledik. Bu bölümde takipçilerimizden gelen soruları yönelttik. Hande bize Insider tarafından sıcak gelişmelerin olduğunun ipucunu da verdi.
Yunanistan’da SYRIZA hükümetinin 26 Mayıs 2019 tarihinde yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde aldığı ağır mağlubiyeti Türk-Yunan ilişkileri uzmanı akademisyen Herkül Millas ve ANTARSYA Partisi AP adayı Mustafa Çolak AGORA'da Evren Dede'ye yorumladılar.
Emre Alettin Keskin'le "Evrensel Kamil"le neler konuştuk? Van'da başlayan öğretmenlik yolculuğu onu nasıl "Hayal Gücü Merkezi" ne getirdi? “Soru Merak Kütüphanesi”, “Yapabilirim Meclisi” nedir? Öğretmenlik nedir, ne değildir? Kendini öğretmen olarak görüyor mu? Başarı onun için ne ifade ediyor? Cenazesinde insanların hakkında ne söylemesini istiyor? Hayatının son 3-4 senesinde nelere daha fazla hayır demeye başladı? En fazla hediye ettiği kitap hangisi ve neden? Türkiye’de herkesin akıllı telefonunun arkaplanına istediği şeyi yazabilecek olsa ne yazardı? Tüm podcast notları için: 5kisi.com/evrenselkamil
Andım yine Sen'i her şey yâdımdan silindi, Hayalin gönlümün tepelerinde gezindi; Bu bir serap olsa da hafakanlarım dindi... Andım yine Sen'i her şey yâdımdan silindi. Keşke her an aşkınla oturup aşkınla kalksam, Ruhlar gibi yükselip de ufkunda dolaşsam; Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam... Keşke her an aşkınla oturup aşkınla kalksam. Anladım vaslına ermek için artık çok geç, Hicranla yanan gönlüm durmadan inleyecek; İnleyip en taze hislerle hep bekleyecek... Anladım vaslına ermek için artık çok geç... Kalbim bir güvercin kalbi gibi titrerken adından, Ne olur Sana ulaşmam için kanadından; Bana bir tüy ver pervaz edeyim hep ardından... Kalbim bir güvercin kalbi gibi titrerken adından.
Ölümünün ardından Ara Güler'le İstanbul'un Dinliyorum kitabı vesilesi ile 2010 yılı Temmuz'un Açık Radyo Harbiye stüdyolarında Eraslan Sağlam'ın gerçekleştirdiği söyleşiyi arşivden çıkarıp, sunuyoruz. Güler’in fotomuhabirliğini, mesleki ilkelerini, çağdaş fotoğrafçılık hakkındaki görüşlerini paylaştığı söyleşi ve Ara Gülerce fotoğraf öğütleri ile sona eriyor. Söyleşiyi ister ses kaydından dinleyebilir, isterseniz de aşağıdaki yazılı dökümünden okuyabilirsiniz. ** Eraslan Sağlam: 94.9 Açık Radyo Açık Dergi programı devam ediyor, benim için son derece heyecan verici ve biraz da telaşlı bir söyleşi var şu anda. Çünkü konuğumuz Ara Güler, hoş geldiniz! Ara Güler: Merhabalar. ES: Hakikaten benim için son derece zor ve demin de söylediğim gibi heyecan verici sizi burada ağırlıyor olmak. Sizi ‘İstanbul’u dinliyorum’ kitabıyla ilgili olarak ağırlıyoruz burada; 1950-2010 arası çektiğiniz fotoğraflardan oluşan bir kitap yayınlandı, bununla ilgili ağırlıyoruz. Benim çok merak ettiğim bir şey var; ilk fotoğraf çektiğiniz anı hatırlıyor musunuz? AG: İlk fotoğraf çektiğim anı hatırlıyorum ama onlar mühim şeyler değildi çünkü insanların evinde herkesin her zaman bir fotoğraf makinesi vardı. Hani zaten bu fotoğraf makinesi ile çekilenler de fotoğraflar sayılmaz, bunlar hatıra sayılır, böyle resimler zaten çekiliyordu. Yalnız başka bir şey var, herkes zannediyor ki benim fotoğraf ile başladı, halbuki ben sinema ile başladım. Çünkü ben sinema stüdyolarında çalıştım yazları filan, ondan sonra Muhsin Ertuğrul’un tiyatro kurslarına filan devam ediyordum. Yani ben aşağı yukarı tiyatronun içinde büyüdüm, tiyatroyu hep arka sahneden, yani kulisten seyreden adam olmak isterdim. Hayatımda da hem piyes yazarı olmak isterdim yahut da rejisör olmak isterdim, hep böyle fikirlerim vardı. Sonra ben çok iyi hikaye yazardım o zamanlar, bilmem bilir misin? ES: Hayır bilmiyorum. AG: Bilmiyorsun işte, yani hiç o düşündüğün fotoğrafçı değilim ben bir kere! Aslında şu anda bile değilim, fotoğrafçı da hiç olmadım, ben bir gazeteciyim, foto muhabiriyim. Bize hep ‘foto muhabiri’ derler, biz yaşadığımız devri görsel olarak kaydeden adamlarız. Şimdi fotoğrafçının böyle bir endişesi yoktur, fotoğrafçı hoşuna giden şeyi çeker, onu da gider sergi açar falan, gösterir, fiyaka yapar ‘ah ne güzel!’ filan anladın mı? Halbuki bizim işimiz bir vazifedir, o da bu yaşadığım asrın kaydını görsel olarak tutmaktır. Bütün bunlar o kadar mühim şeylerdir ki ileride, sen şimdi bir televizyon ve görsel sanat şeyi olduğuna göre yani öyle yani artık herşeyi de öğreneceğiz, bizden sonraki bütün nesiller bunlara bakarak öğrenecek, nasıl şimdi mesela o Yahudilerin katliamını o dönem filmlerden falan görüyoruz, vs. bütün ilerlemelerin eğer bir görsel kaydı yoksa onlar yarım kalıyor aslında. Öyle değil mi? ES: Evet evet. AG: Atom bombasının patlayışını eğer havadan çekmeselerdi veya o koskocaman global bilmem nesinin verdiği etkiyi tarif edebilir misiniz? ES: Mümkün değil görmesek. AG: Ancak onun büyüklüğü hakkında, bilmem neler hakkında o zaman fikri olacak. Mesela ben sana söylerim, bugünkü mitingde 5 bin kişi vardı. Şimdi senin 5 bin kişin başkadır, fotoğrafçının gördüğü 5 bin kişi başkadır ama senin gördüğün imajiner bir rakamdır, fakat icap ederse fotoğraf içinden negatifini çıkarırsa sayabilirsin. ES: Evet. AG: O tarihi hakiki dökumantasyonu ancak görsel şeyler bırakıyor. Şimdiki vaziyette o da değildi, şimdi yalan tarih de yaratılabiliyor, görsel yalan tarih de yaratılabiliyor. Şimdi senin resmini çıkıp da New York’ta yürüyormuş gibi gösterebilirler, milli emniyet de yakalar seni! ES: Bunu da çok merak ediyorum şundan ötürü, Henri Cartier-Bresson’la sizin ilişkinizi biliyorum, dolayısıyla sizin şunu tercih ettiğinizi de biliyorum, fotoğrafa müdahale etmek değil gördüğün kareyi anında çekip sabitlemekten bahsediyorum. Şu anda da fotoğrafa çok ciddi müdahaleler var çektikten sonra. Siz hem Henri Cartier-Bresson özelinde, hem de kendi fotoğrafa yaklaşımınız özelinde, hem de genel olarak fotoğrafa müdahale ve dijital fotoğrafçılıkla ilgili olarak neler söylemek istiyorsunuz? AG: Şimdi aslında bütün bunlardan başka ortada bu Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, vs. var ya! İnsan haklarına yok efendim tecavüz edilirmiş de bilmem ne! Sen düşünsene artık böyle gördüğün birşeyi habersiz çekmek, herşeyi izin alıp da sonra resim çekeceksin. Böyle fotoğrafçılık olmaz yahu! 4 tane salak yanyana geliyor bilmem Birleşmiş Milletler … komisyonunda, efendim ondan sonra bunlar kendilerini herhalde bir … zannediyorlar, böyle kanunlar çıkacak! Kim dedi bunlara bunlar vardır diye? Yani biz şimdi bu … var oldu diye yalan mı konuşacağız, yani yalan mı yazacağız tarihimizi. ES: Tabii ki değil. Bizim görevimiz tam tersi asıl olan, var olan gerçeği tam göbeğinden işaret ederek yapmak. AG: Ama işte bunlar şimdi ‘büyük hukukçular’ küfür etmemek için söylemiyorum anladın mı kendilerinde bu yetkiyi nereden buluyorlar? Kim verdi bunlara, bunlar kim be? ES: Peki şunu nasıl halledeceğiz Ara bey? Hem izin almak zorundayız fotoğraf çekerken etik olarak, AG: Hayır almayacağız! Cartier-Bresson idama mahkum olurdu hiçbir zaman hiç kimseden izin almadı. ES: Peki nasıl çözeceğiz bunu? İzin de almayacağız, peki çektikten sonra mı diyeceğiz AG: Yahu benim bir arkadaşım vardı adı Bruno Barbey, Magnum’da çalışıyordu, iki kere büyük tazminat ödedi bunun yüzünden. Ne olmuş? İki tane salak karar almış diye. ES: Şunu da çok merak ediyorum Ara bey, ilk çektiğiniz fotoğraflarla ilgili dediniz ki “ben fotoğrafçı değildim, ben basın fotoğrafçısıyım, ben tiyatro ile ilgilendim” dediniz. Çok güzel, peki onlar ilk çektiklerinize dönecek olursak “hatıra idi, fotoğraf değildi” dediniz. Fotoğrafla hatıra arasındaki farkı nasıl ayırabiliriz?AG: Şimdi aslında hepsi dokümantasyona giriyor onu düşünürsen, düşün ki 1870’lerde çekilmiş bir grup fotoğrafında bir kere oradan neler çıkarabilirsin biliyor musun? Bir kere kostüm çıkarabilirsin, en azından kostüm çıkarabilirsin, o zamanki giyimi, örf-adetleri, vs. de çıkarabilirsin. Buna fotoğrafın arkeolojisi deniyor, bunlar fotoğraf okumaktır. Fotoğraf düşündüğümüz kadar enayi bir olay değildir yani, çok da ciddiye alınacak bir olaydır fakat şimdi bizim millete sorsan ne anlar, sokağa çıkıp sorsan fotoğraf nedir diye, hiç umursamıyor yani. Onun için nüfus kağıdındaki fotoğraf mühimdir. ES: Vesikalık fotoğraf. Peki tam da bu anlamda müdahale ve fotoğraf çekimiyle ilgili olarak bienallerde alternatif işler izliyoruz. Sizin bakış açınız ne bienallerdeki alternatif işlerle ilgili? AG: Bienal demekle neyi kastediyorsun? ES: İşte İstanbul’da düzenleniyor, bu yıl da pek çok yerde, İstanbul Modern’de bir ayağı vardı, Tütün Deposu’nda bir ayağı vardı, yani İstanbul Bienali’nden bahsediyorum. Burada sergilenen işlerle ilgili ne düşünüyorsunuz? AG: Valla gidip görmedim ki bir şey düşüneyim. Sonra bunlar bana biraz palavra geliyor bienalmiş, yok bilmem neymiş, kreatif bilmem ne! Bunlara inanmıyorum. ES: Peki o zaman şunu da çok merak ediyorum tam da bu anlamda, son 10 yılda belki de 20 yıla yayabiliriz, küratörlük diye bir kavram var, nedir bu? AG: O nefret! Bu aptallığın bir neticesidir bana sorarsan. Şimdi dünyada hiçbir şey olmayan bütün adamlar küratör olur! İşte o kadar! ES: Peki tamam biz kitaba dönelim; ‘İstanbul’u dinliyorum, 1950-2010’ kitabını yayınlamaya nasıl karar verdiniz ya da yayınlanma süreci nasıl oldu? AG: Onlar karar verdi ben vermedim! Bir de baktım kitabı basıyoruz, ne yapıyorsunuz, kitap basıyoruz dediler, kitap benim yahu dedim, güzel işte biliyoruz diyor! Böylelikle kitap çıktı, şimdi bunun imza günü yapılacak, vb. filan bir sürü şey. ES: Çok güzel olmuş ama hakikaten yani büyük bir zevkle baktım, izledim, inceledim, okudum. AG: Sen biliyor musun bu benim kaçıncı kitabım? ES: Çok olduğunu biliyorum ama sayısını bilmiyorum. AG: Vallahi 50! ES: Nice 50’lere. AG: Hepsi de böyle büyüktür ama bu biraz daha büyüktür, yani bu 4 parmak daha büyüktür ötekilerden. Aslında benim bütün kitaplarım böyle yanyana konduğu zaman aynı yerde durması, onun için bu kitap bazı dik kitap, bazı yan kitap istemiyorum hepsi aynı şekilde olsun istiyorum. ES: Aynı hizada olsun istiyorsunuz. AG: Çünkü o zaman külliye olarak kalabilir senin işler. Çünkü birgün biz gideceğiz, biz öldükten sonra ne olacak? Onları yanyana koymak isteyene, çünkü bir kitap bu kadar olursa, öbür kitap şu kadar olursa yanyana dizemeyecek, bir zorluk çıkaracak. Onun için bunlara dikkat ederek baktım ama hiç ses çıkarmadım böyle basmışlar. ES: Çok güzel basmışlar. Benim için de en güzel özelliğinden biri aynı zamanda çok da hafif olmuş. Sizin dikkatinizi çekmiş miydi? AG: Ne, birinin kafasına düşse adam ölür be! ES: Yok yani hacimli ama hafif olmuş, o yüzden de gayet iyi. 1950-2010 tarihine neye göre karar verildi? AG: Bir karar verilmedi, bana sordular ki bunları ne zaman çektiniz diye, en eskisi bindokuzyüz bilmem kaçta dedim, en son bu filan dedim. Yani en son zamana uysun diye en son bir iki tane yeni çektim ki 2010’a kadar gelsin. ES: Hepsi tabii ki bunu tartışmak ya da söylemek haddime bile düşmez benim, birbirinden müthiş fotoğraflardan oluşan bir kitap ama içinde tabii ki benim izleyici olarak da tav olduğum fotoğraflar var. Bunlardan birini size dışarıda göstermiştim “evimin penceresinden çektim” demiştiniz. O fotoğraftan biraz söz eder misiniz? Yakamoz görüntüsü. AG: Mesela evin penceresinden o gözüküyor, yani deniz görüyorum, adalar filan da gözüküyor. Çünkü ben en üst katta oturuyorum, teyyare gibi bakıyorsun. Fakat orada oturmakla bitmez o iş, orada o kadar çok ışık değişir ki bir günün içinde; onun tadını almak, onu hissetmek, onu beklemek lazım. Ben orada 35 senedir oturuyorum, o görüntü belki 5 kere olmuştur. Çünkü bütün bulutlar kapanmış, sadece bir yerden bir huzme geliyor orayı patlatıyor, o arada bir gemi geçiyor! Bak, bak, bak! Detaya bak, gemi geçmese o kadar mühim değildi, o zaman refleksiyon çekmiş olacağız ama gemi oradan gittiği için bir canlılık geldi. Onun ağırlık merkezi o gemidir, o gemiyi çıkarsan hiçbir şey değildir, nedir bir deniz çekiyorsun, parlamış bir deniz. ES: Anlamayabiliriz bile gemi olmasa. AG: İnsan zanneder ki, a çektim içeride vardı işte, gemi vardı filan ama öyle değil, onların hepsi hesaplıdır biliyor musun? ES: Elbette tabii ki, estafurullah tabii ki. AG: İşte bazısı onun farkında değil. ES: Dediğim gibi hepsi birbirinden muhteşem fotoğraflar ama yine başka bir fotoğrafa dikkat çekmek istiyorum, o da benim için en cazip olan, hatta şu anda tiyatroda yapmış olduğumuz çalışmada da arkadaşlara gösterdiğim, çünkü İstanbul üzerine bir proje yapıyoruz tiyatroda, sizin çektiğiniz bir Beyoğlu fotoğrafı var, İstiklal caddesi fotoğrafı var, herkesi gölge olarak görüyoruz ve biz açtık o fotoğrafı kendi aramızda arkadaşlarla “yahu ışık nerede, nereden çekmiş?” diye bunu biz açıkçası şavullayamadık. Biraz ipucu verir misiniz? AG: Tamam o ışık tam karşıdan gelir, kontromiyerdir o, baksana gölge ne tarafta? Gölge sana doğru, objektife doğru demek ki ışık karşıdan geliyor ama ben ışığın ana şeyini bir şeyin arkasına getirmişimdir, yani onun tam olmasını istememişimdir. İşte bunu istemek mi lazım istememek mi lazım, yapmak mı lazım yapmamak mı lazım? Onu kim veriyor? İşte o senin sanat duygundur anladın mı? ES: Elbette. AG: Odur ama işte bu bazılarında eksik olan odur, fotoğrafta eksik olanlar bütün böyle acayip şeylerdir, en ufak şeylerdir. Bak mesela güzel bir filmin içinde, eski filmleri düşün, bir kedinin buradan çıkıp buraya gitmesi olaydır. ES: Müthiş bir andır, gerçek bir andır. AG: Mesela benim için hayatımdan çıkmayan sokaklar vardır, mesela Rumeli Hisarı’nda bir tane sokak vardır Amiral bilmem ne sokağı, eskiden Arnavut kaldırımıydı şimdi oraya tutmuş asfalt yapmış. Şimdi orada bir sürü tahta konaklar mesela birisi öyle olur birisi böyle olur, ona göre güneş alır orası; bütün onlar da beton apartman olmuş. Yahu o sokağa eski yağan yağmur yağsa bile yağmur kendisi ağlar be! Yani yağmur oraya zor düşer, yağmurla ıslanmayan tabiatın gücünün içinde onu hazmedemeyen bir toprak parçası, kuru bir beton şarkı söyleyemez benim için. Bitmiş yani böyle bütün şehirler. Bak gazete ilanlarına, inşaat ilanlarına bak; bana satmak istediği apartmanın içinde yahu bir Osmanlı orada oturmaz! O binanın içinde sıkılır, bir Osmanlı ölmüştür o zaman, o zaman öldürür, yaşayan bir Osmanlı’yı öldürmek ya da yaşayan bir Türk’ü öldürmek ancak orada yaşamakla olur. Bu pis Amerikan mimarisini buraya sokan büyük bir cinayet işlemiştir. Çünkü aslında kendi folklorunu sevmiyor hep dışarıdaki folkloru seviyor o adam, mimarlık fakültelerinde bu mimari öğretimi verilemezdi, verilmemesi lazımdı, verilse bile bilgi olarak verilmesi lazımdı. Çünkü bütün şeyler verilmelidir o başka ama tatbiki nasıl, mesela herif bana diyor ki benimle geziyor turizmciymiş üstelik “ah burada bir otel olsa 20 katlı, altında da yüzme havuzları olsa” diyor, böyle bir Boğaz düşünüyor herif! Allah belasını versin böyle turizmcinin yani! ES: Korkunç bir şey! AG: Eğer İstanbul’u o kıyafete sokacaksan ben seni öldürürüm ulan! ES: Aynen öyle! Şunu da sizi bulmuşken konuşmamak olmaz, Henri Cartier-Bresson’la olan dostluğunuz, sanatsal anlamda yakınlığınız, bunu Açık Radyo dinleyicileri için nasıl anlatmak istersiniz? Nasıl başladı tanışıklık ve nasıl devam etti? AG: Çok eski bir şey söylüyorsun taş devrinden beri, 1952-53’lerden beri tanıyorum. Onlar o ajansı kurdular, ben eskiden Cartier-Bresson’la ‘Kamera’ dergisi çıkarırdı, o dergide bunların fotoğraflarını takip ederdim, Werner Bischof vardı, daha başka adamlar vardı, Capa vardı onu da tanırım, hepsini tanırım yani. ES: Peki Muhsin Ertuğrul ve tiyatroyla ilişkinizi siz anlattığınız için biliyoruz, tiyatro fotoğrafı çekmeye yöneldiniz mi hiç? AG: Çook, yahu Küçük Sahne’nin bütün fotoğraflarını ben çekiyordum. ES: Sadri Bey, Çolpan Hanım. AG: O Heyecan Başaran’ın zamanında, vs. hepsi, sorsana Mücap’a [Ofluoğlu] o da bu sokakta oturur! ES: Evet o da komşumuz burada oturur, hemen karşımızda oturuyor Filiz [Karabey Ofluoğlu] Hanım’la birlikte. AG: Filiz öldü! ES: Evet. AG: Filiz çok mühimdir, Filiz John Steinbeck’leri filan tercüme etti. ES: Evet çevirileriyle. AG: O Koç Holding’deydi, biz onunla çalıştık. ES: Şu anda üstüne gittiğiniz bir proje var mı? Yapmak istediğiniz bir iş var mı? AG: Ben proje filan yapmıyorum yahu! Canım ne istiyorsa onu yapıyorum. Proje dediğin nedir ki, dünyayı mı kurtaracaksın? Harp mı var yani? Ne oluyor yani? Herkes bir proje yapıyor! Proje ah! Şimdi bir proje yapacak dünya kurtulacak! Türkiye en çok proje üreten yer ve hiçbir yere gelmiyor. ES: Peki bu söyleşiden referansla şunu da sormak istiyorum, dinleyicilerimize de ilgisiz gelebilir size de ilgisiz gelebilir; bu söyleşide inanılmaz müthiş dakikalar geçirdim sayenizde çok teşekkür ediyorum, Türkiye’deki meddahlık kavramıyla ilgili olarak neler düşünüyorsunuz? Sizce meddah ne? AG: Meddah aslında tenkitçidir, tenkit eder yani bir şeyi anlatır, zamanını anlatır, zamanını hicveder, işte odur meddahlık. Karagöz’le Hacivat da öyledir, bütün o orta oyunlarında hikaye budur. Bunlar aslında tiyatroda şeyde vardır, Elizabeth devri tiyatrosunda, müthiştir o kitap. ES: Türkiye’de Metin And’ın bununla ilgili çalışmaları var. AG: Metin And filan yenidir, onlar benim jenerasyonum, sen eskilere bak yahu! Mina Urgan’ın Elizabeth devrinde tiyatrolar, mesela o moralityler oynuyor, bütün bunlar din tiyatrolarıdır. Yani Hristiyanlığın içinde din propagandasıyla ilgilidir. İlk Hindistan’da aynısı Ramayana oyunları vardır, Dionyssos falan bunlar hep din dersi veriliyor tiyatroda dikkat etsene! Sonradan tiyatro olmuşsa ne bileyim daha sonra Baboeuf gibi filan bilmem ne gibi şeyler çıkmış. Daha evvel bunlar hep din, neden bütün Yunan şehirlerinde küçük de olsa büyük de olsa bir tiyatro vardır? Çünkü mabeddir tiyatro, Elizabeth devrinde de öyledir, o moralityler devrinde de öyledir, eski Yunan’da da öyledir, Roma’da da öyledir, Tanrıların hikayesini anlatır. Hindistan’da da öyledir, işte dedim sana Ramayana oyunları, 6 saat sürüyor! Seyredeyim dedim baygınlıklar geldi! Anladın mı olacak iş değil. ES: Bir şeyi daha merak ediyorum çok yormayacağım sizi, basın fotoğrafçılığı alanında bir tartışma yürüyor, o da taraf mı olunmalı tarafsız mı olunmalı? Diğer taraftan da bir anı belgelemekten bahsediyoruz fotoğrafla ilgili olarak. Siz bu tartışmaya nasıl bakıyorsunuz? Yani bir basın fotoğrafçısı size göre neresinden çeker ve neresinden bakmalıdır meseleye? AG: Yahu taraf olmamalıdır kardeşim! Hür olmalıdır, basın her zaman hür olmalıdır, basın istediğini de yapabilmelidir, kimseden de korkmamalıdır. ES: Yani fotoğrafçı kendi politik vizyonuna göre, görüşüne göre fotoğrafa istediği yerden bakabilir mi? AG: Hayır! Gazetecinin politik vizyonu olmaz, olmaması lazım! İstemiyorum onları gazeteci olarak. Bak ben hakiki gazetecilik yaptım Türkiye’de çünkü benim çalıştığım gazetenin adı Time’dı, ben Time’da yetiştim, Stern’de yetiştim, Paris Match’de yetiştim. Evet Hürriyet gazetesinde çalıştım, Hayat Mecmuası’nda çalıştım, onlarda çalıştım ama gazeteciliği ben oradan öğrenmedim, orada bizim gazeteciliğin raconuna ayak uydurdum biraz ama ben hakiki gazeteciliği başka yerden öğrendim. Anladın mı ben hakiki gazetecilik yaptım. ES: Son olarak çok klişe bir soru soracağım size hoşlanır mısınız hoşlanmaz mısınız bilmiyorum ama fotoğraf çekmek isteyenlere ya da fotoğraf sanatçılarına yahut basın fotoğrafçılarına ne tavsiye edersiniz? AG: Evinde otursun hiçbir şey yapmasınlar! Boşver yani bunlar, bir takım şeyleri geçmeyen adamlar böyle şeylerle uğraşmamalı. ES: Geçilmesi gereken şeyler ne? AG: Bir nokta vardır ki onu geçmesi lazımdır, o nokta da tarif edilemiyor zaten! Onu tarif ettiğin zaman zaten başka bir dünya var gelir karşına, o ne gazeteciliktir, ne bir …, … anladın mı? ES: Çok teşekkür ederim misafirimiz olduğunuz için. AG: Merhaba, bak kahveyi bir fırt başlarken çektim bir de şimdi çekiyorum arada bu konuşma ES: Çok konuşturdum kusura bakmayın, tekrar tekrar teşekkür ederim. AG: Eyvallah! ES: 94.9 Açık Radyo Açık Dergi programında bu akşam Ara Güler’le sohbet ettik, ‘İstanbul’u dinliyorum 1950-2010’ kitabıyla birlikte pek çok meseleyi ben dilim döndüğünce sormaya çalıştım ve Ara bey de tabii ki müthiş bir belagatle bunları anlatmış oldu bize. ** Seçil Türkan: Evet Açık Radyo burası ve Açık Dergi’yi dinlemektesiniz şimdi. Foto muhabiri Ara Güler 90 yaşında hayata veda etti. Ölümünün ardından Ara Güler’le ‘İstanbul’u dinliyorum 1950-2010’ kitabı vesilesiyle 2010 yılından Temmuz ayında Açık Radyo Harbiye stüdyolarında Eraslan Sağlam bir söyleşi yapmıştı, o söyleşiyi biz de bu vesileyle sizlere yeniden sunduk arşivden çıkarıp.
Selam Gençler! Bu sefer GpoD’un kaçıncı bölümü olduğunu hatırladığımız fakat yine ne konuşacağımızı bilemeden ağızımızı açtığımız bir GpoD’a hoşgeldiniz! Anladığım kadarıyla biraz remak ve yeni seszonları çekilen (özellikle de FOX dizileri) dizilerden biraz Pepsi’den biraz da Business Intelligence’ten bahsettik. Bence olaylar daha da karışmadan hemen podcasti dinleyin. Patreon destekçilerine ödül [...]
Selam Gençler! Bu sefer GpoD’un kaçıncı bölümü olduğunu hatırladığımız fakat yine ne konuşacağımızı bilemeden ağızımızı açtığımız bir GpoD’a hoşgeldiniz! Anladığım kadarıyla biraz remak ve yeni seszonları çekilen (özellikle de FOX dizileri) dizilerden biraz Pepsi’den biraz da Business Intelligence’ten bahsettik. Bence olaylar daha da karışmadan hemen podcasti dinleyin. Patreon destekçilerine ödül [...]