Podcasts about sezai karako

  • 21PODCASTS
  • 68EPISODES
  • 12mAVG DURATION
  • 1MONTHLY NEW EPISODE
  • May 13, 2025LATEST

POPULARITY

20172018201920202021202220232024


Best podcasts about sezai karako

Latest podcast episodes about sezai karako

Yeni Şafak Podcast
Yusuf Dinç - Yeni dünya düzeni ne zaman başladı

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 13, 2025 8:16


Yarının tarihini yaşıyoruz. Çünkü “tarihte ne zamana dönmek istersiniz,” sorusuna; “yeterince tarihi olay gördüm, bir yere dönmek istemiyorum,” diye cevaplar geliyor artık. Sadece bu da değil, Abdürrahim Karakoç, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, D. Mehmet Doğan ve daha niceleri omuzlarındaki çağ yükünü devredip göçtü buradan. Sonra Tuncay Özilhan şirketini bıraktı, Sezen Aksu teliflerini sattı, Şener Şen son kez Zengin Mutfağı'nı oynayacak.

Kuran Time
Oruç ve Çocuk || Sezai Karakoç | Samanyolunda Ziyafet | Ramazan Yazıları 1

Kuran Time

Play Episode Listen Later Mar 6, 2025 3:46


Hepimizin Ramazan ayı mübarek olsun. Bu güzel ayda Ramazan ayına özel içeriklerle karşınızda olacağız inşallah. Ramazan yazıları serimizde, İmam Gazali'nin İhya'sından ve Sezai Karakoç'un Samanyolunda Ziyafet adlı eserinden oruç ve Ramazan ile ilgili bazı yazıları seslendirerek sizlerle paylaşacağız. İstifadeye medar olması ümidiyle...

bu ramazan sezai karako
Yeni Şafak Podcast
İHSAN AKTAŞ - Türkiye bugünlere nasıl geldi?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Mar 2, 2025 5:42


Dün Kandil'den gelen mesajda, PKK Abdullah Öcalan'ın çağrısı doğrultusunda kendisini feshedeceğini ilan ettiği belirtildi. Bu, Yeni Türkiye'nin ufuklarını yüzyıl ötesine taşıyacak bir zeminin oluşması anlamına gelir. Sezai Karakoç'un bütün yazılarında sıklıkla dillendirdiği bir "Gündönümü" ifadesi vardır. Farklı yazılarda farklı anlamlar ve içerikler kazanıyordu. Türkiye ve bölge ülkeleri için bu, bir gündönümüdür. İki yüzyıldır yenilgi, kayıp ve kara haber almaya alışmış mazlum Anadolu insanı, gündönümünden sonra hep hayırlı haberler alacaktır ve gün dönmüştür. Emperyalistlerin kurmuş oldukları kültürel ve siyasi hegemonyadan dolayı kendi faziletlerimizi dahi korkarak dillendirdiğimiz için Türkiye'de Sayın Erdoğan'ın devrimlerinin neye karşılık geldiğini hâlâ anlayamadık.

Bir bakışta
Sezai Karakoç'un “Medeniyet tasavvuru” kavramı neyi anlatıyordu?

Bir bakışta

Play Episode Listen Later Nov 18, 2024 27:31


Üç yıl önce hayatını kaybeden ve ‘diriliş şairi' olarak da anılan, şair ve mütefekkir Sezai Karakoç, eserlerine de yansıttığı “medeniyet tasavvuru” kavramlarını nasıl yorumluyordu? Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü ve Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan ile konuştuk.

Yeni Şafak Podcast
MUSTAFA KUTLU - Sezai Karakoç için

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Oct 22, 2024 3:30


Büyük şair Sezai Karakoç 16 Kasım 2021 Salı günü aramızdan ayrıldı. Geçen zaman içinde hakkında yazılar yazıldı, toplantılar yapıldı, kitaplar çıkarıldı. Ancak bana göre bilhassa Hatırat'ından yola çıkılarak şu başlık altında yeni çalışmalar yapılabilir: “Hatıraların Işığında Sezai Karakoç Araştırmaları”. Böyle bir girişim için elbette ki Karakoç'un hayatına ve eserine yakın olanların yapacakları çalışmalar olabilir.

ge kas ancak sezai karako
Yeni Şafak Podcast
YUSUF KAPLAN - Çorum kampımız da rüya gibi geçti “beşinci mevsim” gibi… (2)

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Sep 1, 2024 8:18


MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu), ülkemizde sadece eğitimin nasıl bizim medeniyet dinamiklerimizden beslenerek birinci sınıf, kabına sığmaz, yeni ve parlak nesiller yetiştirilebileceğini gösterme çabası değil, aynı zamanda ve esas itibariyle Türkiye'de omurga bir gençlik, fikir, kültür ve sanat hareketi olabilecek kapsamlı ve uzun soluklu bir hakikat medeniyeti inşa etme yolculuğu, kaygısı, mücadelesi ve mücahedesidir. Bu nedenle, önce esaslı, üzerinde 40 senedir kafa patlattığım, benden önce de Cumhuriyet döneminde Necip Fazıl'ların, Sezai Karakoç'ların, Nurettin Topçu'ların, Cemil Meriç'lerin, Erol Güngör'lerin, İsmet Özel'lerin “Nasıl Müslümanca bir zihin ve zemin inşa edebiliriz?” sorusunun cevabının izini sürdükleri medeniyet meselesi üzerinde kafa yordukları bir hakikat medeniyeti mefkûresi geliştirme ve bunu zamanla adım adım hayatın her alanına nakşetme uzun yolculuğuna çıkmak kaçınılmazdı.

nas bu kaplan kamp gibi cumhuriyet inci orum necip faz sezai karako cemil meri
Yeni Şafak Podcast
ÖMER LEKESİZ - Ketebe'nin ‘Sebeb - I Telif'i

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Aug 31, 2024 5:04


Geçtiğimiz ay Lâmiî Çelebi'nin ‘Münâzara-i Bahâr u Şitâ'sıyla, Sezai Karakoç'un Leylâ ile Mecnun mesnevisinin sebeb-i teliflerinden hareketle, yazma ve yazarlık anlayışındaki bozulmanın boyutlarına işaret etmek, daha açık bir söyleyişle azgınlığı kanıksanmış sekülerleşmeye dikkat çekmek için yazdığım 5 yazının mürekkebi kurumadan, Ketebe'nin Ağustos kitapları arasından çıkan Sebeb-i Telif – Osmanlı Literatüründe Açık ve Örtük Yazma Nedenleri'nin elime ulaşmasına sevindim. Zira bu tevafuk, mevcut kültürel ortamda yer alan akademisyen, sivil, sanatçı, edebiyatçı ve şairin… zikrettiğim sekülerleşme karşısındaki duyarsızlığına gösterdiğim duygusal tepkinin, akademik yönden izahı demekti. Editörlüğünü Müstakim Arıcı ile Sami Arslan'ın yaptığı Sebeb-i Telif, FSMÜ Vakfı'nın Yazma Eserler Araştırma ve Uygulama Merkezi'nce başlatılan Osmanlı yazma eserlerine mahsus genel bir çalışmanın, 2022'de sebeb-i telif özelinde TTK, İSAM, FSM DUAM ortaklığında bir sempozyuma taşınıp, burada sunulan tebliğlerin bir kısmının makale olarak hazırlanmasıyla vücut bulmuş. İhsan Fazlıoğlu, Baki Tezcan, Abdülkadir Özcan, Mehmet Emin Güleçyüz, Fatih Bayram, Fatma Sinem Eryılmaz, Tatjana Paić-Vukić, Burcu Gürkan Kıcır, Mustafa Celil Altuntaş, Müstakim Arıcı, Tuba Hacer Korkmaz, Mustafa Altuğ Yayla ve Zehra Bilgin'in makalelerinden oluşan kitapta, ilk yani İhsan Fazlıoğlu imzalı metin aynı zamanda bir mukaddime görevi üstlenmiş. Metninde Sebeb-i telif ve neden kavramının anlamını açıklığa kavuşturmak gerektiğini belirten Fazlıoğlu bunu şöyle temellendirmiş: “Klasik felsefe-bilim geleneğimizde, hemen hepsi bir tür neden anlamına gelen hikmet, illet ve sebeb gibi terimler kullanılırdı. Hikmet, en genel anlamıyla ilahi neden; illet, özsel/metafiziksel neden; sebeb ise zahiri/fiziksel neden anlamına gelirdi. Ancak bugün neden ile gerekçe arasındaki ayrımı da dikkate almak zorundayız. ‘Neden', cause anlamında daha çok maddi/fiziksel ve şimdide vuku bulan bir olgu ve olayın o hâliyle vuku bulmasını mümkün kılan hatta belirleyen geçmişten gelen tüm nedenler zincirini kapsar. ‘Gerekçe' ise reason anlamında bir olgu ve olayı gerçekleştiren failin amacını içeren ve geleceğe yönelik bir atılımı imler. Tam burada failin yani insanın (müellif, mütercim, müstensih vb.) maksadını, garazını, kısaca amacını içerir. Bu nedenle sebeb-i telifte kullanılan sebeb, daha çok failin eser telif ederken akli önceliğe sahip kastının, telif bittiğinde de tam gerçekleşen maksadının bir ifadesidir. Bundan dolayı neden kavramını tüm bunları kuşatan bir çatı-kavram olarak kullanıyor ve aynı zamanda maksadı da içerdiğini düşünüyoruz. Çünkü maksad, yalnızca telifin köklendiği, kaynaklandığı bir eylemin uzantısının son ucu değil, ama aynı zamanda bizatihi eserin örgütlenmesini, tertibini de belirleyen bir etkinliğe sahiptir.” Fazlıoğlu'nun bu temellendirmede edebiyat ortamında daha yaygın olarak kullanılan saik / güdülenme / motivasyon kelimesine neden itibar etmediğini anlayamamış olmakla birlikte, onun 46 maddede özetlediği “İslam Medeniyeti'ndeki Eserlere İlişkin Muhtelif Sebeb-i Telifler”in sonraki yazılarda büyük oranda izlendiğini görüyoruz.

Yeni Şafak Podcast
İHSAN AKTAŞ - AK Parti'nin kuruluş yıldönümünde hükümet icraatları neden konuşulmaz?*

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Aug 12, 2024 5:38


Büyük mütefekkir Sezai Karakoç, Osmanlı Devleti'ni bir aslana benzetir ve Sultan Abdülhamid'in, aslanın pençesinin olmadığını bildiğini söyler. Karakoç, bir devletin pençesinin, onun yetiştirdiği entelektüeller olduğunu belirtir. Abdülhamid, Osmanlı'nın bu açığını kapatmak için tedbirler almış, fakat Mekteb-i Mülkiye ve Tıbbiye'de yetişen gençler, kendisini erken yaşta siyaset sahnesine atmışlardır. Dünden bugüne geldiğimizde, bu pençenin varlığını kısa bir dönem hissettik. 1990'lı yıllarda Bülent Ecevit başbakandı; Ali Bulaç ve Fehmi Koru, bir programda konuk olarak Ecevit'e sordukları sorularla tüm ülkede gündem yarattı. Sol kesim ve Kemalistler, İslamcılar okudu ve seviyelerini yükselttiler. "Geri kaldık" ifadelerini kullandılar. Refah Partisi'nin siyaset birikimi ve geleceğe dair ütopyasıyla tanışmam, çocukluk yıllarıma dayanır. O günden beri, bu fikriyatın dünyayı değiştireceğine olan inancım tamdı. 1994-1997 yılları, Refah Partisi ve Türkiye dindar muhafazakârları için altın yıllardı. İstanbul, Ankara ve Diyarbakır büyükşehir belediyeleri kazanılmış, 40 yıllık kültürel birikim sahneye sunulmuş; siyasal devrim, kültürel ve bilimsel tartışmalarla kimlik kazanıyordu. İstanbul'da kültür ve tarih yeniden yazılıyor; bu milletin tarihi, kültürü, edebiyatı, fikir ve siyaseti her ortamda tartışılıyordu. Erdoğan yönetimindeki İstanbul'da yapılan kültür etkinlikleri, tüm Türkiye'den takip ediliyordu. Doğudan batıdankonferansları, sempozyumlar, küçük etkinlikler, Gösteri Sanatları Merkezi'nin sahneye koyduğu tiyatrolar... Geleneğimizin büyülü atmosferi sayılan Beytül Hikme tartışmalarının mekânlara yayılmış hali gibiydi. Bu etkinliklere dünyanın tüm kıtalarından birinci sınıf bilim adamları, siyasetçiler ve sanatçılar katılırdı. Bizler de bu iklimi doya doya solurduk. Bu bereketli yılların ardından, bizzat yönetimini temsil ettiğim ajans tarafında, İlyas Başsoy'un yer aldığı "Kentim İstanbul" projesi, bugünün yerel yönetim anlayışında ütopya sayılacak düzeyde bir etkinkikti.

Yeni Şafak Podcast
ÖMER LEKESİZ - ‘Bir Çağdayız Ki Eskilerin Başladığı Bizim Sonumuzdur'

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 30, 2024 5:47


Sezai Karakoç, Leyla ile Mecnun mesnevisinin sebeb-i telifine mahsus “Parantez” ara başlıklı ikinci şiirinde, varlığı dikkat edilmeyecek şeylere dikkat etmekten ibaret olduğu için asıl dikkat edilmesi gerekenleri görmeyen ve bu yanıyla asıl kendi cehaletini örtmek için edebiyatta eleştiriyi ve muhalefeti put edinen sabırsız birinin, sebeb-i telife neden kitabının ortasında başvurduğuna dair sorusunu cevaplamaktadır. Şairin çizdiği ilk tabloda niteliksizliği nitelik olarak benimsemiş birinin sorusuna cevap verme tenezzülünde bulunmasını onun gönlünün yüceliğine yorarak, aynı zamanda bununla, şimdikilerin klasik dedikleri tarzı-kadim bir usûlü takip ettiğini fark ederiz. Bu tarz-ı kadim usul evvelde hikmetin ahirde İslam'da cem olunan asil bilginin müntesipleri ve takipçilerince kullanılagelmiştir. Evvelkiler için Platon'un hocası Sokrates'ten naklettiği sohbetleri, şimdi buna diyalog diyoruz- örnek verebiliriz. Bu usûlü en iyi kullanan bir hikmet avcısı olarak Platon, onunla yazının kuruluğuna mahkûm olarak sözdeki sıcaklığın kaybolmasını önlemekle, diğer bir ifadeyle ilk söylenişindeki gerçekliğin korunmasını sağlamakla kalmamış, onu sanki şimdi, bizim şu anımızda sorulan ve cevaplanan sözler manzumesi olarak süreklileştirmiştir. Ahirdeki Müslüman ululara örnek olarak da nesirde Gazzâlî'yi, şiirde Şebüsterî'yi gösterebiliriz. Bunlar velev ki kendilerine soru soran birileri bulunmasın yine de sıkça başvurdukları “Bil ki…” hitabıyla, her devirdeki okurlarını kendi ilk söz alanlarının içinde tutmuşlardır. Ele aldığımız konuyu hatırlatmaya vesile olan bu kısa açıklamadan sonra, şimdi Karakoç'un ikinci şiirini de birlikte okuyup, ardından nihai değerlendirmemizi yaparak bu bahsi kapatalım: 3. PARANTEZ Araya giren bir eleştiri eri Edebiyat Partisinin Sürekli Muhalefet Lideri Dikkat edilmeyecek her şeye dikkat eden Ve bir kalemde geçen dikkat edilmesi gerekenleri Nedir bu yani senin yaptığın dedi Bir kitabı ortalamışken Neden birden başa dönüyorsun İlk söylenecek şeyleri şimdi söylüyorsun Onu da tam söylemiyorsun Sebeb-i telif-i kitap dedim Sabretseydin söyleyecektim Ama sabretmedin Cevap verdi: Kitabın yazılma sebebi belirmemişse Nasıl yazmaya girişirsin Eski huyun bu senin Eskilere inat münacâtları da Sona bırakmıştın eski kitaplarında Hayır, dedim, iş o kadar basit değil Bak sana açıklayayım bir bir Elbet kitap başladığında Yanılma sebebi oluşmuş olmalı ama Söz halinde değil anlam halinde

Yeni Şafak Podcast
ÖMER LEKESİZ - ‘Ve toprak bağırmadıkça kesilen bir kurban gibi'

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 26, 2024 5:04


Önceki yazımızda “Sezai Karakoç'un Leyla ile Mecnun mesnevisindeki sebeb-i telifi başlı başına bir şiir dersidir” demiş ve ilgili ilk şiiri sözde öncelik daima şairindir vurgusuyla birlikte okumak için nakletmiştik. Şimdi o şiirde Karakoç'un ne söylediğine bakalım: Karakoç o şiirinde, 1-Sözün Nizâmî, Molla Câmi ve Fuzûlî örneklerindeki gibi -en büyüklerinden- birer anıt esere dönüşerek hayata ve hayale dair boşlukları bihakkın doldurduğunu, yazılabilecek bir öykünün önünde durmanın ilk bedelinin ise o dolulukta kendi sözünü dolduracak boşluk bulmanın, malayani şeyleri terk edip, ateşten bir işe girişmek ve bunun ilk bedelinin de asıl maksadına ulaşıncaya kadar kuşkular içinde yüzmek, hayat ışığında gözleri kamaşmak, huzurunu kaybetmek, kalemini küflendirmek… demek olacağını bildirmektedir. 2-Bunlara rağmen, kelimeye erişmeye ve onu söylemeye yazgılı olduğunu düşünen kişinin bu eyleminde musır olması gerektiğini, ancak ve ancak şairlerin yaşayamadıklarını yazabildiklerini ama o yazılacak olanı yaşarlarsa susacaklarını hatırlatarak, bunun için korkmadan ölüme dalmayı ve hayatı bizzat onun gözbebeğinden seyretmeyi salık vermektedir. 3-Hayatın gözbebeklerinden görülecek şeylerin başında sevgileri ayaklar altında çiğnenenleri, insanlık onurları kırılanları, hayat suyu zindanlarda tükenenleri, aç susuz ve tekmelenmiş zavallı hayvanları, sevgisizlikten ve yalnızlıktan kavı tutuşacak kadar yürekleri çatlamış olanları, öksüzleri, dulları, yetimleri, köle ve esirleri, çaresiz yoksulların gönüllerindeki burukluğu… işte tüm bunları görerek dinlemekle anlatabilenlerin ancak bizim anılarımız sayesinde bizi anlatabileceklerini söylemektedir. 4-Hilalin hakkının bütünlenmek (ay – dolunay) olması gibi, kelimenin hakkının da mucize kudretine, göklere mahsus güce ulaşmak olduğunu; böylece ses ile nefesin kiyazması olan kelimenin sesin ve nefesin Sahibi'nden talep edilebileceğini, bu talebe erişmenin ise zamanda zamansızlaşmanın, mekanda mekansızlaşmanın, hâlde hâlden yoksunlaşmanın, kararda karasızlaşmanın, durmada duramamanın, gitmekte gidememenin, dönmekte dönememenin, rüyanın çarpılışına şahit olmanın ve ancak bu oluşlar - olamayışlar içinde, bir geçmiş zaman hayalini yani malum talebini perilerin çeşmedeki yansımasından, bir umut ışığından, bir alevin titreyişinden anlayıp, sesin, nefesin ve kelimenin kendi yaratımı ve mülkü olmadığını, bilakis bunbundan tamamen yoksun olduğunu, bunların asıl Sahibi olana muhtaç ve mahkum bulunduğunu idrak etmeye davet etmektedir.

Yeni Şafak Podcast
ÖMER LEKESİZ - ‘Daha iyisini mi yazacaksın içlilikte Fuzuli'den'

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 25, 2024 5:36


Sebeb-i telifin mesneviye mahsus olduğunu, büyüklerimizin bu mirası nesirlerine de taşıyarak yaygınlaştırdıklarını söylemiştik. Geçtiğimiz salı Taha Abdurrahman'ı izdiham nedeniyle dinleyemeyince, sıcak günü dost yüzlerin serinliğinde tamamlayabilmek için Cemal Şakar ve Mustafa Kirenci'yi ikamet ettikleri mahallede ziyaret ettim. Sohbetimizde sebeb-i teliften de söz açıldı. İçimizde Sezai Karakoç'u hem şiiri hem de tefekkürü itibariyle en iyi bilen Kirenci, Hazretin Leylâ ile Mecnun (ki o modern bir mesnevidir) şiirindeki sebeb-i telife dikkat çekmekle kalmadı, bunu (aslında bir son-uç mülahazasıyla) eserinin başında değil de neden sonlarına doğru yaptığını da iletti. Üstadın söz konusu sebeb-i telifi, aslında başlı başına bir şiir dersidir; şiir neden, nasıl, ne zaman (hangi imkanların müşterek tahakkukuyla) yazılır vb. ancak Müslüman bir şairden öğrenilebilecek cevapları da ihtiva eder. Bundan hareketle söylenebilecek çok şey var. Ama şiirindeki manayı tahrif etmeden ondan doğru bahsedebilmek için sözde öncelik daima şairindir ve bu nedenle Leylâ ile Mecnun mesnevisinde İkinci Bölüm'den 2. Şairin Kuşkusu, 3. Parantez adlı şiirleri önce beraber okumayı teklif ediyorum: 2. ŞAİRİN KUŞKUSU Özgür çöllerde bin yılda birikmiş Aşkın ve şirin kıldan ince Kılıçtan keskin sıratlarından geçmiş Sal bedevi türkülerinden cevher seçmiş Nizami Molla Câmi Fuzuli Daha nice ulu şairin kalemiyle Anıt eserlerin en büyüklerinden En anı duru eğilmez bükülmez Benzeri olmaz değişmez dönüşmez Bin zırh ve bin kalkan içinde İpek kadar kaygan Çelikten bir gövde Burç ardında burç Kale ötesinde kale Yaz gündüzünden açık Gizli kış gecesinden gece

Yeni Şafak Podcast
İSMAİL KILIÇARSLAN - İnsanlığın Tek Yahya'sı

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 11, 2024 4:20


Bir kitap sayfasındaki o siyah beyaz fotoğraftaki kadını gördüğümde bir isim vermek istedim ona. Biri diğerinden küçük gözleri, arasına aklar karışmış dalgalı saçları, hafifçe dışrak dişleri, kemikli kuru elleri, puntolu basma eteği ve nasıl kaybettiğini az çok tahmin ettiğim olmayan bacağıyla bu yaşlıca kadının adı “Fatıma” olsun dedim kendi kendime. Elli beş kesindi, hatta belki altmış. Burada, Gazze'nin eş-Şati mülteci kampında yaşıyor olmanın gereği neyse o sinmişti yüzüne. Korkaklık barındırmayan bir acı, tereddütsüz bir cesaret ve biteviye bir “hayatta olma vakarı.” Fotoğraf 1988 yılında çekilmiş. Ben Fatıma'yı elli beş yaşında kabul ettiğime göre Nekbe'de yani 1948'deki büyük sürgünde 15 yaşında bir kızmış. “Ben de amcamın oğlu Ali'yi seviyorum” dizesini elbette daha yazmamıştı Sezai Karakoç ama nedense Fatıma'nın ilk aşkının ismini Ali diye bellettim zihnime. “Nedense” demem lafın gelişi. Adın Fatıma ise seni bir Ali bulacak elbet. Nekbe'de ayrı düşmüşlerdir Ali ile. Evlerinin anahtarlarını “döneceğiz elbet” diyerek sıkı sıkıya göğsüne bastıran anası, ne olup bittiğini anlayamayan erkek kardeşi ve dokunsalar ağlayacak gibi duran babasıyla Fatıma, Yafa'dan Gazze'ye yürümüş, Ali ise ailesiyle Nablus'taki akrabalarının yanına göçmüştür. İçindeki Ali yarası ile on dokuzunda gelin olmuştur Fatıma. Gazzeli bir balıkçıyla evlendirmişlerdir onu. Altı Gün savaşlarında, bir bombardımanda kaybetmiştir bacaklarından birini Fatıma. Yine de ayakta kalmayı başarmaya çabalamış, dik durmaktan başkasını yakıştıramamıştır kendine. Koltuk değneğine değil, tek bacakla yürümeye alışmıştır bu yüzden. Üç oğlu üç de kızı olmuştur Fatıma'nın. Kocası hastalıktan ölmüş, büyük oğlunu Siyonistler şehit etmiş, bir küçüğünü de yoktan yere hapse atmışlardır. Kızlar da gelin olup birer birer yuvadan uçunca Fatıma, burada, eş-Şati'de, en küçük evladı Yahya ile bir başına kalmıştır hayatın tam ucunda. 27 Ocak 1988'dir günlerden. Keith Dannemiller, Şifa Hastanesi'nde Siyonistlerin sebepsiz yere cezalandırarak hastanelik ettiği Filistinlilerin fotoğraflarını çekmiş, “bir de oraya gideyim” diyerek eş-Şati kampına gelmiştir. Sahil kenarındaki bu kampa ayak basar basmaz da Fatıma'yı görmüştür. İsrailli askerlere “oğlumu alamazsınız, onu size vermem” diye diklenen; acısı, cesareti ve vakarıyla Gazze denizinin dibinde bin yıllık bir anıt gibi duran Fatıma'yı. “Götürürseniz oğlum geriye dönmeyecek, onu da almanıza izin vermem” diye bağırıyordu belki de fotoğraf çekildiği anda. Yahut “bunu da alın bunu da. Nasıl olsa şu arkamda duran küçücük çocuk sizin dünyanızı cehenneme çevirecek günü geldiğinde” diye haykırıyordu.

Yeni Şafak Podcast
ÖMER LEKESİZ - Edebiyat Çarkına Çomak Sokmak

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Mar 13, 2024 5:15


Şiiri, edebiyattan ayrı tutarak mimari ve musiki ile sanata dahil etmemizin nedeni, şiirin hem iham ve feyz temelli bir hikmet arayışı hem de sünnetullah esasında ahenge ve ritme tabi olmasındandır ki, bu yanıyla da kadim zamanlardan beri şiir başlı başına bir ilim olarak nitelenmiştir. Şiirin bizim zamanımızda serbest vezinle yazılıyor olması ahengin ve ritmin onun dışına itildiğini göstermez. Zira bu değişim doğrudan tarzı kadim şiir anlayışını yıkma çabasını da siyaseten ihtiva eden edebiyat ideolojisinin ürettiği bir durum olmakla birlikte, sanatla olan zorunlu dirsek teması nedeniyle edebiyat da zevke esas temel unsurlar olması bakımından bunlarsız iş göremez. Bunlardan, son iki yazıdır ele aldığımız edebiyat meselesine tekrar dönecek olursak, Osmanlı'nın son devirlerinde başlayan edebiyatta Garplılaşma hareketinin asıl meyvelerinin Cumhuriyet'te devşirildiğini öncelikle belirtmemiz gerekir. “Harf inkılabı” adıyla alifbadan Latin alfabesine geçilmesi, söz konusu devşirmenin en etkili aracı olmuştur. Bu yolla mevcut kitaplar ve kütüphaneler bir gecede değersizleştirilmiş, dipçik zoruyla sağlanan bu boşluk -sistemin güdümünde- Batı taklidi edebiyat kitaplarının üretilmesiyle doldurulmaya çalışılmıştır. Bu safhadan itibaren devrimlerin benimsenmesi, Kemalizm'in yüceltilmesi, dinin ve dindarlığın karikatürize edilerek kötülenmesi, halkın hemen her düzeyde çağdaşlık, ilericilik örneği olarak Batılı yaşayışa, alışkanlıklara, adetlere… özendirilmesi edebiyat yazarlarının “resmî” uğraşısı haline getirilecek; yeni duruma dahil olmayanların akıbetleri ise Abidin Dino'nun -sanatçıların tümünü içine alan- şu tespitindeki gibi olacaktır: “(Fikret) Mualla'nın çok önemsediği bu tür ressam ve resimlerin son örnekleri Galata'da bulunur. Esrarkeş kahvelerinde son nakkaşlar, içi dolu hindistancevizli, kamış saplı, lüleli nargilelerin ‘ocakçılığını' ederler.” (Gören Göz İçin Fikret Mualla) Halen bitmemiş olan, mevcut gidişata göre bitmesi de mümkün bulunmayan bu süreçte tarzı kadime tabi sanatçıların yani mimarların, hanendelerin, şairlerin, müelliflerin, muharrirlerin… maruz kaldıkları zulüm, yoksulluk ve yoksunluk hikayelerini anlatmaya sayfalar yetmeyecektir. Bunlardan geriye, şairin “Bir zaman imiş ki ilmin müşterisi var imiş / Geldi ve geçti dağıldı bu da bir bazar imiş” beytini de hatırlatan “Ne kendi özümüze sahip çıkabildik ne de Batılılar gibi olabildik” klişesinin bir suçluluk belgesi olarak tekrarlanması kalmıştır. Gerçi edebiyat yazarlarımızın ve okurlarımızın büyük çoğunluğu artık mutludur. Osmanlı lisanına hürmeten roman nazariyesini roman yerine hikaye başlığı altında anlatan Halit Ziya Uşaklıgil'in hassasiyeti zaten kendisiyle beraber ölmüş, evvelkilerin uzun hikaye, milli hikaye gibi adlarla meşrulaştırmaya çalıştıkları roman, yayın pazarında iyi para kazandıran bir uğraş haline gelmiştir. Ahlaki hassasiyetler nedeniyle henüz yaşamakta olan mahremiyet vb. değerlerin pazara çıkarılması da mümkün hale geldiğinde iş daha da kolaylaşacak ve böylece sabah en erken kalkan o gün romancı olacaktır. Edebiyat meselesinde atı alan Üsküdar'ı geçtiği halde, halen “Batı edebiyatı ve estetiği başlı başına bir ideolojidir. İnanış ve zihniyet olarak Batılılardan olmadıkça onların edebiyatını takliden ifa etmek kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlar için bir zillet beyanıdır.” şeklinde çatlak sesler çıkaran, bozuk olmasına rağmen az da olsa işleyen edebiyat çarkına çomak sokmak isteyen birkaç yobazın, radikalin, cihatçının… dünya mühleti de şu dijital imkan ve hükümranlıkta zaten kendiliğinden dolacaktır. Bunun gibi, “Sezai Karakoç ile İsmet Özel'in şiirde ısrar etmeleri, Batılı edebi türlerde kalem oynatmamaları ‘asil bir tenezzülsüzlük'le alakalı olabilir mi?” vb. sorular eşliğinde kimi milli tutumların, vakarlı duruşların hatırlanması ve hatırlatılması da çok uzun ömürlü olmayacaktır.

Yeni Şafak Podcast
Ömer Lekesiz - Şair A. Ali Ural'ın şairleri

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Feb 9, 2024 5:19


Behçet Necatigil “Ne zaman bir şiir yazmaya kalksam önümde hep Ziya Osman Saba. İnsanın bir kaderi gibi, bir ya da ancak birkaç şairi olmalı.” diyerek sonlandırır Ziya Osman üzerine yazdığı dördüncü yazısını (Düzyazılar 1); böylece önce kendine bir had belirtir, sonra “insanın…olmalı…bir, birkaç” vurgusuyla birazcık artırır şiir zevkinden nasiplendiklerinin sayısını. Şair A. Ali Ural, “Şairin Şairleri” adlı kitabındaki (Şule Yayınları, İstanbul 2023) yazıları yazarken, zannetmem ki Necatigil'in bu sözünü ıskalamış olsun. Yoksa kitabını Yunus Emre'nin “Boncuk değil sır gözü / Gel gidelim ko sözü / Dostu görmez baş gözü / Ayrıksı basar gerek” deyişi ve “Ayrıksı bakış sahibi şairlere…” vurgusuyla “takdim ve tahkim” etmezdi. Fakat kendi adına, Necatigil'inki gibi seçimi açık etmemiş, oradaki “birkaç”ı da 27 şairin portresini birden yazmakla “biraz” aşmış. “Biraz” diyorum çünkü, “birkaç ve biraz”, bir sayıyı ima eder ama belirtmez. O halde, Ural'ın kendi şairlik haddince 26'sı birini, birisi 26'sını işaret edebilen şairlerin isimlerini -kitaptaki gibi vefat/hayat tarihleriyle sıralı olarak- zikretmek zorundayız: Ahmet Haşim, Mehmed Âkif Ersoy, Kemalettin Kamu, Orhan Veli Kanık, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Osman Saba, Yahya Kemal Beyatlı, Âsaf Hâlet Çelebi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nazım Hikmet Ran, Faruk Nafiz Çamlıbel, Aşık Veysel Şatıroğlu, Behçet Necatigil, Ahmet Muhip Dıranas, Necip Fazıl Kısakürek, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreya, Melih Cevdet Anday, Ece Ayhan Çağlar, Attila İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Gülten Akın, Ülkü Tamer, Sezai Karakoç ve İsmet Özel. Ural, vefat eden 26 şairi 6 ila 17 sayfa arasında işlemiş olmasıyla, Necatigil'vari seçimini öğrenmemize imkân vermiyor. Zira sayfa sayıları biraz da ilgili şairlerin hayat malzemesi ve şiir müktesebatıyla alakalı. Şairin Şairleri'ndeki son ve yaşayan tek isim -Rabbimiz ömrünü hayırla ziyade etesin- İsmet Özel. Ural'ın ona ayırdığı sayfanın sayısı 24'ten biraz fazladır! Zikrettiğimiz esasta bu sayının nasıl bir bağlama oturduğunu takdir etmeyi okurlara bırakmamız ise sanırım daha uygun olacaktır.

Ben Buradan Okuyorum
Bellek ve İnşa: Mehmed Âkif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç şiirinde tarih, coğrafya ve medeniyet

Ben Buradan Okuyorum

Play Episode Listen Later Feb 5, 2024 22:13


Mesut Koçak ile Bellek ve İnşa: Mehmed Âkif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç şiirinde tarih, coğrafya ve medeniyet üzerine konuşuyoruz. 

tarih mehmed medeniyet necip faz sezai karako
EmreKaraman
Sezai Karakoç - Mona Roza v.2

EmreKaraman

Play Episode Listen Later Jan 3, 2024 4:04


Şiirin yazıldığı kişi konuştu videosu gördüm okumak istedim. Bence güzel oldu ama Sezai Bey böyle düşünmemiştir bence yazarken.

roza bence sezai karako
Yeni Şafak Podcast
Samed Karagöz - Sezai Karakoç'u anmak

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 29, 2023 3:38


Geçtiğimiz günlerde Diriliş şairi Sezai Karakoç'un vefat yıldönümüydü. 2021 yılında vefat eden büyük şair sevenleri ve takipçileri tarafından bu yıl da unutulmadı. Hatta o kadar çok anma ekinliği yapıldı ki hepsini takip etmeyi bırakın hepsinden haberdar olabilmek bile başlı başına bir mesai gerektiriyor. Bu çabaların ve etkinliklerin hepsi muhakkak önemli ama benim nazarımda en önemli ve geleceğe en fazla katkı sağlayacağını düşündüğümden bahsetmek istiyorum. Geçen sene Üstad Sezai Karakoç'un vefatının ilk sene-i devriyesinde Zeytinburnu Belediyesi birçok uzmanı bir araya getirerek son derece önemli bir sempozyum düzenlemişti. Meraklısı hiç şüphesiz bu sempozyumun kayıtlarına Youtube üzerinden erişebilir. Geçen yıl düzenlenen bu sempozyum bu yıl kitap olarak Zeytinburnu Belediyesi tarafından neşredildi: Mütefekkir Şair Sezai Karakoç. Sempozyumda yer alan tebliğler Aykut Ertuğrul ve Asım Öz'ün editörlüğünde bir araya getirilmiş. Ortaya 832 sayfalık hacimli bir külliyat çıkmış. Karakoç kimdir, şiiri neye karşılık gelir, düşüncesi nedir her şey incelenmiş aktarılmış. Sezai Karakoç'a dair söylenmesi gereken (hemen) her şey aktarılmış. Birinci bölüm Hayat, Hatırat ve Matbuat; ikinci bölüm Düşünce, Siyaset ve İslamcılık; üçüncü bölüm Şiir Sağanakları ve Edebiyat Üzerine; dördüncü bölüm Sanat Meseleleri; beşinci bölüm Mütefekkir Şairin Dünyası ve Ötesi başlıklarını taşıyor. Alanında uzman, bazılarının Sezai Karakoç'la doğrudan tanışıklığı olan yaklaşık 50 kişinin ortaya koyduğu bu eser Karakoç'u tanımak isteyen herkese üstadın dünyasını ve tahayyülünü ortaya koymaktadır. Her fikir insanı gibi Karakoç da anlaşılmak ve anlattıklarının uygulandığının görülmesini, yaşanmasını ve Karakoçça söylersek Diriliş'ine vesile olmasını arzu ederdi. Sezai Karakoç bu eserde de layıkıyla ortaya konulduğu gibi sadece çok iyi bir şair değil Türk düşünce dünyası için son derece önemli bir mütefekkirdi. Başta Zeytinburnu Belediye Başkanı Ömer Arısoy olmak üzere, editörler Aykut Ertuğrul ve Asım Öz'e, kitaba bildirileriyle katkı sağlayan herkese bir okur olarak teşekkür ederim. Tate Modern'de Filistin protestosu

Yeni Şafak Podcast
İsmail Kılıçarslan - Sınavı geçememek

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 18, 2023 4:48


Sezai Karakoç Üstadımızın vefatının sene-i devriyesi vesilesiyle Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlediği “Uluslararası Sezai Karakoç Günleri”nin hem düzenleme komitesinde hem de konuşmacısı olunca 4 gün sürecek program vesilesiyle buraya, şehre geldim. “Programın ilk gününde konuşan birbirinden kıymetli 11 konuğun ortaklaşa vurgusu neydi?” diye sorarsanız bana, cevabım “Kudüs” olurdu. Bu, burada bir dursun. Türkiye'de “Kudüs” meselesi, 1900'lerin başından bugünlere süregiden başat bir duyarlılık. Kutsal mabedimizin 1940'lardan itibaren işgal edilmeye çalışılmasıyla giderek artan bu duyarlılığın taşıyıcı isimlerini ve bu duyarlılığın tarihi gelişimini anlamak, Filistin ve Kudüs konusundaki toplumsal refleksimizin bugününü de anlamaya yarayacak bence. “Osmanlı münevveri” dediğimiz ve Osmanlı ülkesini “bir bütün olarak önemseyen” insan tipinin Kudüs'e yaklaşımı “bir ilimiz daha elimizden gitmesin” yaklaşımı olmamış. Onlar, Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın ne denli önemli ve simgesel yerler olduğunu “doğal olarak bilen” insanlar oldukları için bu kaybı son derece hayati bir mesele olarak ele almışlar. Mekke'nin, Medine'nin ve Kudüs'ün düşüşünü İstanbul'un, payitahtın düşmesiyle bir tutmuş adamlar bunlar. Üstelik Osmanlı'nın dağılmasını engellemek için çözümü İslam'da, Türklükte, Batı'da, seküler hayat tarzında, modernleşmede falan görüyor olmaları bu duyarlılığı göstermelerine engel teşkil etmemiş. Bütün farklılıklarını bir yana bırakıp Kudüs ve Aksa konusunda çok benzer bir hissiyat geliştirmişler. 1923-1950 arası, yani genç Türkiye Cumhuriyeti kurulup memleketin yönü bütünüyle Batı'ya ayarladığında ve tüm Arap âlemi tümüyle Türklere düşman olarak kodlandığında bile memleketin idarecileri de, aydını da Kudüs ve Aksa meselesine belirgin bir duyarlılık göstermiş. Mustafa Kemal'in de, dönemin diğer siyasal aktörlerinin de Filistin'de olan bitene kayıtsız kalmadığını görmek mümkün. 60'lardan 70'lere doğru gelindiğinde üç farklı damar çıkmış ortaya memlekette. İslamcı-dindar ana damar, bilhassa yetiştirdiği parlak edebiyatçılar ve düşünce adamları üzerinden Kudüs ve Aksa duyarlılığını yaygınlaştırma çabasına girişmiş. Sol-sosyalist ana damar ise o dönemde Filistin davasının yürütücülüğünü sol-sosyalist gelenek sürdürüyor diye “Filistin davası” etrafında kenetlenmiş bir politik duyarlılık geliştirmiş. Bir de seküler-Kamalist ana damar var tabii. Bu ana damar, kendi politik köklerinin bu konuda geliştirdiği refleksi de inkâr ederek “aman bana ne” noktasına ilerlemiş. Bu dönemde Necip Fazıl'ın, Sezai Karakoç'un, Nuri Pakdil'in ve diğer dindar edebiyat ve düşünce insanlarının Filistin, Kudüs ve Aksa konusunda müthiş bir duyarlılık gösterdiğini söylemek mümkün. Bilhassa 70'lerin sonuna doğru Necmettin Erbakan ve liderliğini üstlendiği Milli Görüş hareketinin Kudüs ve Aksa konusunda son derece önemli çalışmalar yaptığını, 12 Eylül Darbesi'nden hemen önce Konya'da, Cumhuriyet tarihinin en büyük eylemlerinden birinin “Büyük Kudüs Mitingi” adıyla yapıldığını da hatırlayalım.

Bir bakışta
Sezai Karakoç'u, manevi kızı genç şair Zeynep Karaca anlattı

Bir bakışta

Play Episode Listen Later Nov 16, 2023 18:23


16 Kasım 2021'de vefat eden şair ve fikir adamı Sezai Karakoç'u, manevi kızı olarak bilinen genç şair Zeynep Karaca ile konuştuk.

Yeni Şafak Podcast
İsmail Kılıçarslan - Unutmadık, ertelemedik bile

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Oct 14, 2023 4:39


Hafızamız yok zannediyorlar. O yüzden “savaşı Filistin tarafı başlattı” yazacak, yazabilecek kadar alçalıyorlar. Savaşı başlatanın Filistin tarafı olmadığını biliyorlar. Savaşı başlatanın Filistin tarafı olmadığını biliyoruz. Savaşı başlatanın Filistin tarafı olmadığını bildiğimizi de biliyorlar üstelik. Ama yine de soysuzlaşmış zihinleriyle yüzümüze baka baka “savaşı Filistin tarafı başlattı” diyorlar. Müslüman Türkiye'de doğmuş olmanın iliklerinde hissettikleri utancıyla, gâvura yaltaklanır, gâvurdan yana olurlarsa belki gâvur bunlara köpeğe atar gibi biraz kemik atar zannıyla dünyanın gördüğü en korkunç zulmü, en korkunç devlet terörünü, en aşağılık saldırıları “aklımıza sığdırmaya” çabalıyorlar. 20. yüzyılın başından itibaren İngiliz ve Amerikan emperyalizminin tam desteğiyle Filistin coğrafyasında adım adım köpekleşerek yüzbinlerce Filistinliyi “çocuk, yetişkin, kadın, yaşlı” diye ayırmadan sistematik şekilde katleden Siyonist hayvanları savunmaya kadar gerilettiler işi. “Tamam, anladık, gavursunuz” dese bunlara bir Siyonist köpek, zevkten dört köşe olacaklar. Unuturuz zannediyorlar. O yüzden utanmadan, arlanmadan, hiçbir haysiyet kırıntısı taşımadan şunu söylüyor mesela Nuray Mert: “Türkiye'de İslamcılar eskiden Filistin meselesine sahip çıkmazdı. Anarşist faaliyetler olarak görürdü. Ne zaman ki Hamas Filistin'in temsiliyetine soyundu, İslamcılar o zaman ilgi göstermeye başladı.” Bize Necip Fazıl'ın, Sezai Karakoç'un, Nuri Pakdil'in ve daha nicesinin kazandırdığı bir duyarlılıktı “Aksa ve Filistin” duyarlılığı. Necmettin Erbakan Hoca öğretti bize Siyonistlerden nefret etmeyi. 6 Eylül 1980 günü “biz daha büyüğünü yapana kadar”, Türkiye'nin gördüğü en büyük “Kudüs Mitingi”ni Konya'da, Erbakan ve yoldaşları tertip etti. Lanetli 80 darbesine 6 gün, Hamas'ın kurulmasına 7 yıl vardı daha. Dahası, İslamcı bir babanın oğlu olarak hayatımda aldığım ilk kartpostal, üzerinde Marksist Leyla Halid'in olduğu Aksa kartpostalı idi. Hıristiyan Marksist George Habaş'ı hiç kimseler tanımazken İslamcılar selamlıyordu. Niçin unutalım? Nuray Mert'in iki binli yıllarda Tophane'de “masa masa dolaşıp” İslamcı gazetecileri, yazarları dönüştürmeye çabaladığını, bunu başaramayınca öfkeden deliye dönüp İslam'ı, Müslümanları aşağılamaya giriştiğini de unutmadık mesela. “Görevi tamamlayamamış olmanın öfkesiyle” bugün yanına dünyanın bütün kirli odaklarının fonladığı Ruşen Çakır'ı da alıp “ne yapsak da Türkiye'nin Müslümanlığına zarar versek” diye inleyerek uğraştığını da unutmayacağız mesela. 80 darbesini takip eden günlerde Osman Kavala ve kirli yapılanmasının Türkiye'deki solcuları Amerika'nın, Brüksel'in kucağına nasıl oturttuğunu; pek çok Marksist'in, pek çok sosyalistin “bardak” haline nasıl getirildiğini; bu devşirilmiş solcumsuların Filistin davasına destek olmaktan nasıl vazgeçip İsrail savunuculuğuna nasıl sıvandığını nasıl unutmadıysak, bu yaptıklarını da unutmayacağız. Bizi aptal zannediyorlar. Savaş hakkında, Filistin hakkında, İsrail hakkında, İran hakkında, Hamas hakkında, FKÖ hakkında bir tek kendileri bir şeyler biliyor, biz asla herhangi bir şey bilmiyoruz zannediyorlar. BBC'nin, CNN'nin, bilmem hangi zıkkımın Siyonist çete tarafından hazırlanılan haberlerini, iyi İngilizceleri ile berbat Türkçelerine tercüme etmeyi gazetecilik zanneden bu topluluk, “analiz kasma”yı, analiz kasarken de emperyalist efendilerine yaltaklanmayı yaşamaya devam etmenin tek yolu sayıyorlar. Biz tarihin doğru tarafında durmayı her türlü analizden de, bu topluluğun emperyalist efendilerinden de üstün tuttuğumuz için aptal zannediyorlar bizi.

Ahmet Polat
Mona Roza - Sezai Karakoç (Ahmet Polat)

Ahmet Polat

Play Episode Listen Later Oct 3, 2023 6:12


"Yaşamak" adlı albümden. 2023 --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/ahmet-polat04/message

ahmet roza polat sezai karako
Peki Sonra?
Din Söylemimiz Gençlerden Uzaklaşıyor | Prof Dr Mehmet Görmez

Peki Sonra?

Play Episode Listen Later Apr 17, 2023 45:19


Merhaba arkadaşlar... 6 Şubat depremlerinden bu yana ara verdiğimiz röportajlarımıza çok değerli bir isim, Prof Dr Mehmet Görmez hocamız ile başlıyoruz. 15 Yıl Diyanet İşleri Başkanlığı'nda başkan yardımcısı ve başkan olarak görev yapmış, toplumun geniş kesimlerinden değer görmüş, fikirleri, önermeleri, söylemleri ve icraatleri ile ise takdir toplamış bir isim olan Mehmet Görmez Hoca ile geniş zamanlı bir sohbet gerçekleştirdik. Ben hem çok bilgilendim hem de fazlasıyla keyif aldım. Umarım sizler de Mehmet Görmez hoca ile gerçekleştirdiğimiz sohbetimizi beğenirsiniz. Şimdiden herkese iyi seyir dilerim.

Hasan Basri Budak İle Kendine Gel

Merhaba sevgili dostum ben Hasan Basri Budak. "Acele Karar Vermeyin" podcastime hoş geldin. Lao Tzu şöyle söylemiş; “Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının.” Bu hafta seninle paylaştığım hikâyemde seni daha fazla içine döndürmek ve hayatında aldığın kararların muhasebesini yapmanı istedim.Derler ki; Şeytan ön yargıda saklıdır. Acele karar vermek yani peşin hükümde bulunmak emin ol seni daima yanıltır. Çünkü acele karar verdiğin zaman aklın muhakemeyi durduracağı için gerçekleri zamanında fark edemezsin. Demek istediğim sevgili dostum hayatının her alanında peşin hüküm vermekten kaçın. Acele ile verdiğin her kararda yanlış adım atmış olursun. Sana ilham olması ve yaşamına yön vermesi için, podcastimin dışında Sezai Karakoç bir şiirini de paylaşıyorum. "Hep suç bende değil, beni yakıp yıkan bir nazar vardır. O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır. Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır. Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır."Kendin için bir fark yaratmak istiyorsan bu haftaki podcastim senin için. Keyifli dinlemelerBecome a supporter of this podcast: https://www.spreaker.com/podcast/hasan-basri-budak-ile-kendine-gel--5728974/support.

Bir bakışta
‘Birbirine Karışmayan İki Deniz' İsmet Özel ve Sezai Karakoç

Bir bakışta

Play Episode Listen Later Dec 20, 2022 36:41


Edebiyatçı Kamil Yeşil, Şule Yayınları'ndan çıkan son kitabı Birbirine Karışmayan İki Deniz'in hikayesini anlattı. Yeşil bu kitabında, şair Sezai Karakoç ve İsmet Özel'e dair yaşanan tartışmalara ve kendi anılarına yer veriyor.

Yeni Şafak Podcast
MEHMET METİNER - Af dilemeye geldim affa layık olmasam da...

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 28, 2022 5:04


Müthiş bir dizedir bu. Sarsıcı. Düşündürücü. Derin anlamlarla yüklü. Üstad Sezai Karakoç'un dizelerini okurken sadece bir şiir okumuş olmazsınız; o dizelerle birlikte anlamlı bir felsefi yolculuğa da çıkarsınız. Kendi içinize bir yolculuk olur bu kimi zaman. Kimi zaman da pergelin diğer ucuyla dolanır durursunuz bütün bir âlemi.

Bir bakışta
Sezai Karakoç şiirleriyle ne anlattı?

Bir bakışta

Play Episode Listen Later Nov 16, 2022 22:26


Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Turan Karataş ile geçen yıl hayatını kaybeden şair ve mütefekkir Sezai Karakoç'u konuştuk.

Yeni Şafak Podcast
Ömer Lekesiz - Medeniyetçilik ve İslâmcılık

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Aug 20, 2022 4:38


Önceki yazımı, “Tanpınar'a gelince” diyerek bitirmiştim. Sezai Karakoç'un “Bozgunda bir fetih düşü” kuran adam olarak nitelediği Yahya Kemal'in, önceki yazımızda ana hatlarıyla zikrettiğimiz medeniyet anlayışında Avrupa medeniyetiyle ilgi ve ilişki düzeyini belirlemek oldukça zordur, çünkü mesele benzer birçok konuda olduğu gibi cesaretli bir hüküm vermeye dayanınca Yahya Kemal'i orada bulmak zorlaşır. Yahya Kemal'in öğrencisi Tanpınar'ın (v. 1962) bu konudaki duruşu hocasınınkinden çok daha nettir. Onun, bugüne kadar aynı muhteva ve yetkinlikte bir benzeri yazılmamış olan On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi söz konusu duruşu hakkında tek başına delil olarak kullanılabilecek bir ibret levhasıdır. (Dergâh Yayınları, İstanbul 2012) Yine bu bağlamda Orhan Okay'ın Tanpınar'la ilgili kitabındaki Ankara'da Çok Cezerî Bir Garpçı ve Politika Batağında Bir Şair başlıklı metinlerine de başvurulabilir. (Dergâh Yayınları, İstanbul 2010) Hemen her cihetten Garplılaşarak medenileşmenin bir zaruret olduğuna inanan Tanpınar, muhtemelen bu gidişatı sekteye uğratanlar olarak gördüğü Menderes ve arkadaşlarına karşı duyduğu derin kinini 1960 yılı günlüklerinde kesin bir dille ifade etmiştir. Tanpınar'ın medeniyetçilik tahtında Yahya Kemal'den farkı, tarihî yapılarla ve kitâbî eserlerle ilgili hissiyatını, ifade ettiği an ve zeminde sabit tutmaktır; başka bir an ve zeminde eyleme dönüşme ihtimaline ket vurmaktır. Örneğin, üniversite yolundaki sultan kabirlerinden geçerken, onların ruhlarına kazara bir Fatiha okumuşsa, bu okuyuşunu o an ve o kabirlerle sınırlandırmaya, hayatının diğer anlarına ve alanlarına yaymamaya özen göstermiştir. Onun camilerle, türbelerle, tekkelerle ilişkisini daha iyi değerlendirmek isteyenler, Mustafa Kutlu'nun son derece etkili kısa tespitlerine başvurabilirler. Bu yanlarıyla Tanpınar'ın medeniyetçiliği laikçi bir medeniyetçiliktir. Din ve din kültürü ferdî planda kalmalı, hissiyatı aşmamalı, Avrupaî yeni hayata yansıtılmamalıdır. Kendi zamanımızdan baktığımızda Sezai Karakoç ve İsmet Özel'in şair ve münevver kimlikleriyle Tanpınarvâri medeniyetçilikten şiddetle uzak durdukları kadar, medeniyet kavramını kullanma konusunda da, Filibeli Ahmed Hilmi ve Mehmet Akif çizgisine çok uzak olmaksızın temkinli davrandıklarını görürüz. Tanpınar'ın vefat yılına göre, Müslüman münevverlerin medeniyet muhasebeleriyle ve Sağcılık fikriyatı içinde yaşayan medeniyetçilik ideolojisiyle geçen bir yarım asırdan sonra nereye evrildiklerine gelince... Henüz ilgili pratikleri tamamlanmamış olan bu yakın zaman tarihini doğru değerlendirebilmek için, FETÖ bağlantılı köşe yazarlarının planlı olarak 2012 yılında İslamlığın ölümüyle ilgili başlattıkları tartışmaya tekrar bakmamız gerekir. Aslında, söz konusu tartışma kendi doğallığıyla başlatılmadığı ve sahiden doğruyu aramak yerine, FETÖ'den alınmış bir talimatın yürürlüğe koyulmasından ibaret olduğu için fikrî bir kıymete sahip bulunmamaktadır. Yine de ilgili tartışmanın öncelikle AK Partili seçmenler arasında fitne üretme maksadı unutulmaksızın, İslamcılıktaki değişim, farklılaşma, muhafazakarlaşma ve hatta medeniyetçilik ideolojisini üstlenme iddiaları yeniden değerlendirilebilir. Uzlaşma esasıyla toplumun tamamını kuşatacak köklü, yaygın bir değişim ve gelişme vaadiyle 2002 yılında iktidar olan AK Parti'nin bu vaadine uygun moral bir hareketi de başlatması gerekiyordu. Bu moral hareket, öncelikle uzlaşmayı gerektirdiği için, toplumun çok büyük bir kesiminin dahil olacağı İslam ve Türk vurgulu şanlı medeniyet ve buna tabi olarak erişilebileceği öngörülen muasır medeniyet söylemiyle başlatıldı. Bu yönelimin tam adı, dindar muhafazakarlıktan başka bir şey değildi ki bu da Sağcılığın uhdesindeki medeniyetçiliğin aynı zamanda AK Parti seçmeni olan İslamcılar tarafından da devralınması demekti. Konunun asıl düğümü buradaydı ve o düğüm hâlen çözülmeyi bekliyor.

Ölü Yatırım
26 - Sen Kokar İhtimaliyle Naptın? : Haftalık Keşiş Canlı Kayıt Part 1

Ölü Yatırım

Play Episode Listen Later Jul 30, 2022 45:09


Leyloşun bu bölümde konuğu Sinağrit Baba'nın genç subaylarından Fethi Yıldırım Ece Seçkin ile Kürt sorunu, Avon katoloğuna el sürtmek, Pinhani seven 30 yaş üstü hanımlar, Yılmaz Büyükerşen'in balmumu heykelleri, Aria ve Aycell'in birleşip Avea olmaya karar verdiği o tarihi an, Marilyn Manson Fanclub adminiyle kablolu telefondan sexting yapmak, Sezai Karakoç'un kokar ihtimaliyle Muazzez hanıma döşediği akroştiş şiir, Anti - S.O.A.D., Almora dinledik diye bugün flörtlerimizin Özdağcı çıkması ve çok daha fazlası… Aylar sonra nihayet gelen bu bölümde. P.S: Bölümün devamı part 2 halinde gelecek…

Yeni Şafak Podcast
Mehmet Şeker - Bodrum katları insanî değil, kurtarın insanları yer altında yaşamaktan

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 12, 2022 3:42


Ne zaman bir doğal afet olsa, bizim başkan ortalıkta yok. Ya şehir dışında... Ya da bir kuytuda özel buluşmada. Yoksa afetler mi başkanın gidişini takip ediyor? Vallahi anlamak zor. “Yağmur yağdı, böyle oldu” deyip geçemeyiz. Kendisine “Sayın Başkan” denilmesinden çok hoşlanan, bunu belirten, hatta öyle denilmesi için sesini yükselten sayın başkan, sayın başkanlık yapsa ne iyi olurdu. Psikologlar pek çok sorunu çözmek için kişinin çocukluğuna dönmek gerektiğini söyler. Biz de öyle yapalım. Sayın başkan, herhalde çocukken Ayşegül serisini okumuştur. “Ayşegül Tatilde” ve “Ayşegül Gezide” kitaplarının etkisinde çok kalmış olabilir. Büyük bir ihtimal bu. Fakat “Ayşegül Okulda” kitabını sevmediğini tahmin edebiliriz. Onu da beğenseydi, sık tatil yapsa bile, felaket zamanlarında işinin başında bulunmaya çalışır, koşup gelirdi. Yine de bu kadarına şükredip oturalım yerimizde... Veya oturup şükredelim. Ya Baydın gibi uçak merdivenlerini çıkarken, defalarca düşseydi... Konuşurken uyuklasaydı... Söylenmemesi gerekenleri söyleseydi... Not kâğıdına yazılan “son cümleyi tekrar et” gibi uyarıları yüksek sesle okusaydı... Konuşması bitince elini boşluğa uzatıp bekleseydi... Şükür, şükür. Baydın bu hataları yaşlılığından ötürü yapıyor. Bizim şehrin başkanı genç. EYT'liler ile mukayese edince öyle görünmese de bir siyasetçi için toy sayılır. Onun yaptığı hataları da toyluğuna versek olur. Dağı taşı bina ile doldurduk. Dere yatağı, gevşek zemin demeden her tarafa yüksek binalar diktik. Tek katlı bina için bile müsait olmayan yerlere çok katlı binalar kondurduk. Sel geleceği ilk bakışta belli olan yerlerin riskini yok saydık, her türlü afet riskini göz önünde bulundurmayıp uzak tarafa itekledik. Sandık ki gözümüze görünmezse, risk ihtimali de uzaklaşır. Doğal afetlerin bizim görüş alanımızla bir bağlantısı yok; bunu bilemedik. Yalnızca İstanbul'da değil, Karadeniz'den Akdeniz'e, doğudan batıya her tarafta aynı. Son afetin merkezi Esenyurt... Şiddetli yağış sonrası Haramidere taştı. Arazi yapısına bakınca, ne görüyoruz? Derenin, bir gün mutlaka taşacağını haykırdığını... Fakat duyan olmamış. Birileri duysa da zerre kadar aldırış etmemişler. Adı üstünde dere. Başında ise harami var. Kimler harami? Kaç kişiler? Hakikaten kırk mı? Niye bu ismi vermişler? Ali Baba nerede? Düşününce cevapları bulabiliriz. O riskli bölgeye bina yapan da haramidir, bina yapılmasına izin veren de. Orada tarihî bir taş köprü vardır. Haramidere Köprüsü. Çok şık bir mimarî eser. Trafik yoğunluğu yüzünden etrafını sonradan yapılan modern yollar sarmış. Ne girişi var artık ne çıkışı. İşlevsiz hâlde, küsmüş gibi tek başına duruyor. Eminim ki her gün yanından geçenlerin çoğu farkında değil. Hiç görmeyenler bile vardır. Yüzlerce yılı geride bırakmasına rağmen, sapasağlam duruyor fakat kullanılamıyor. Yanına yaklaşmak dahi mümkün değil. O kadar zavallı, o kadar garip ve kimsesiz hâlde ki, dili olsa neler söyler kim bilir? Tarihe saygı olsaydı, o köprüyü korurduk, etrafına yeni yollar yaparken varlığını ve kimliğini dikkate alırdık. Hemen yanı başına binalar yapılmasına izin vermezdik. Sezai Karakoç, çocuklar için risk olmasın diye evlerin balkonsuz yapılmasını ister ‘Balkon' şiirinde. Onun kadar önemli bir husus daha var. Evlerin bodrum katlarına ikamet izni verilmemeli. Sel gelince üç metrelik su dolan yerler insanî değil. Hayvanlar için bile tehlikeli. Ey sayın yetkililer... En sayın yetkililer... Lütfen bu konuyla ilgilenin, insanları bodrumlardan kurtarın. Bu konu çok büyük ciddiyetle ele alınmalı. İnsanların köstebeklerden farkı olsa gerek.

Yeni Şafak Podcast
Taha Kılınç - Sultan Murad'dan İpek'e...

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 8, 2022 4:45


Üsküp'e kadar gelmişken, Kosova'ya geçip Sultan Murad'ı ziyaret etmemek olmazdı. Sabahleyin erkenden yola düştük, sınırda da hiç beklemeyince “Meşhed-i Hüdâvendigâr”a hızlıca vasıl olduk. Kosova'nın başkenti Priştine'den kuzeybatıya Mitroviça yönüne doğru devam ederken hemen sol yakada kalan Meşhed-i Hüdâvendigâr, Osmanlı devletinin üçüncü hükümdarı Sultan Murad Hüdâvendigâr'ın 1389'da Birinci Kosova Savaşı'nın bitiminde şehit edildiği noktaya inşa edilmiş bir makam. Meşhed'in kelime manası da zaten “Şehit olunan yer” demek. Tarihî kaynaklara göre: Savaştan sonra cesetlerin arasında dolaşırken Miloş Obiliç adında bir Sırp tarafından hançerlenen Padişah'ın iç organları şehit düştüğü yere gömülmüş, naaşı ise oğlu Bâyezid'in (Yıldırım) emriyle Bursa'ya götürülerek Çekirge semtine defnedilmiş. Sultan II. Murad döneminde gerçekleşen İkinci Kosova Savaşı'yla (1448) birlikte bugünkü Kosova ve çevresi tamamen Osmanlı toprağı haline gelince, Meşhed ve çevresine ayrı bir ihtimam gösterilmiş, buraya Müslüman ahali iskân edilerek mamur tutulmuş. 1660'da bölgeyi ziyaret eden Melek Ahmed Paşa, Meşhed'in etrafına 500 meyve ağacı diktirmiş, türbeye de bir bekçi tayin etmiş. Meşhed-i Hüdâvendigâr, Sultan Abdülmecid'in 1848 tarihli beratıyla devlet tarafından atanmış resmî türbedarlara kavuşmuş. Buharalı Hacı Ali Efendi ailesi, türbenin bakım ve himayesiyle görevlendirilmiş. Aile zaman içinde “Türbedar” namıyla meşhur ve maruf olmuş. Ziyaretten sonra, avludaki küçük evin kapısına doğru yöneldik. Burada, Türbedar ailesinin son gelini Saniye Teyze ikâmet ediyordu. Tam 50 yıldır Meşhed'de vazifeli bulunan 71 yaşındaki Saniye Teyze, ikram ettiği Türk kahvesi eşliğinde öyküsünü anlatırken mutlu ve gururluydu. Varlık âleminde herkes bir vazife icra ederken, Saniye Teyze'ye de Kosova'ya İslâm'ın bayrağını taşıyan Sultan Murad'ın meşhedinde nöbet tutmak düşmüştü. İlahî taksimatın hikmetlerine akıl-sır ermezdi. Meşhed-i Hüdâvendigâr'dan sonra, Arnavutluk Alpleri'ne sırtını yaslayan şirin İpek şehrine yöneldik. Doğrusunu söylemek gerekirse, İpek'te beklediğimizden daha fazlasını bulduk: Osmanlı'nın Balkan Savaşları neticesinde kaybettiği şehirlerden biri olan İpek, aradan geçen onca fırtınalı ve zor döneme rağmen, daha ilk adımda “Ben bir Osmanlı şehriyim” diyordu lisan-ı haliyle. Çarşı Camii olarak da bilinen Bayraklı Cami'den başladığımız gezimizde tarihî Uzun Çarşı'yı, Müslüman mahallelerini, Hasan Paşa, Defterdar ve Kurşunlu camilerini ziyaret ettik. Camilerde genç cemaatin yoğunluğu bilhassa dikkatimizi çekti. İpek, Mehmed Âkif Ersoy'un babası Tâhir Efendi'nin de memleketi. Temizliğe aşırı dikkatinden ötürü “Temiz” lakabıyla ünlenen Tâhir Efendi, İpek'in Suşitsa köyünden. Sonrasında ilim için İstanbul'a hicret etmiş, oğlu da orada dünyaya gelmiş. İpek'i ve olağanüstü güzellikteki tabiî muhitini görünce, merhum Sezai Karakoç'un Âkif'i yerleştirdiği şu bağlam daha bir anlam kazandı: “Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, doğuş yeri Fatih. Yani tam bir Doğu İslâmlığının, Batı İslâmlığının ve Merkez İslâmlığının sentezi bir çocuk... Çağ, bir batış çağı.

Yeni Şafak Podcast
Yusuf Kaplan - Sakarya ve Kocaeli kitap fuarları: Marmara'da kültürün atar ve toplardamarları

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 14, 2022 6:46


Entelektüel hayatta bir düşüş, bir irtifa kaybı yaşanıyor: Sezai Karakoç'un vefatı, düşünce ve sanat hayatınızın kurucu şahsiyetleri arasında yaşanan yaprak dökümünün son büyük halkası oldu. Sezai Bey'in vefatıyla dünyamızın ışığı kayboldu, ruhu soldu, kalbi durdu sanki. Ama hayat sürüyor... Büyük fikir ve sanat akımları kurudu belki ama yeni ve güçlü fikir, kültür ve sanat akımlarının tohumlarını eken başka yolculuklar ve imkânlar devreye girdi. Medeniyet Tasavvuru Okulu'muz, hem ruh veren eğitim sistemi, kardeşlik ruhunu yeşerten iklimi, ülkemizin en parlak akademik kadrosu ve dünyanın birikimini kuşanarak dünyaya hakikat medeniyetinin sözünü söyleyecek fikir, oluş ve

Wiersze w mieście
Wiersze w mieście 2022 | Turcja | "Ölüm, ve ötesi ebedî diriliş" | Sezai Karakoç

Wiersze w mieście

Play Episode Listen Later Apr 15, 2022 0:47


czyt. Nur Haktan

tesi wiersze sezai karako
Wiersze w mieście
Wiersze w mieście 2022 |Turcja | "Ponad śmierć: wieczne zmartwychwstanie" | Sezai Karakoç

Wiersze w mieście

Play Episode Listen Later Apr 15, 2022 0:37


przeł. YAKUP CAN DOĞRU czyt. Filip Kosior

Yeni Şafak Podcast
Faruk Beşer - Ramazan'a dair söylenmedik bir şey kaldı mı ki söyleyelim?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Apr 1, 2022 4:56


Her Ramazan oruç edebiyatı yapıyoruz ama sanıyorum bunda zorlanıyoruz. Kendimizce teşbihler, temsiller, maneviyat çıkarsamaları yapmaya çalışıyoruz. Çoğu belki de yapmacık, işin hakikatiyle uyuşmayabilir. Ey oruç, tut beni gibi sloganları tekrarlarız. Sezai Karakoç gibi orucun ruhundan söz edenler de var. Öylelerinin anlatımında da yine belki biraz edebiyatın gücü hakim. Geçmişi şöyle bir taradım, ulemamızın yazdıklarına baktım. Gördüm ki orucun maneviyatı konusunda yaşayarak ilk yazanlardan birisi Gazali. “Esrâru's-savm” yani orucun sırları diye bir kitapçığı var. Sonra İzz bin Abdisselam, İbn Receb el-Hanbeli, İbn Hacer, nihayet İmam Rabbani, Şah Veliyyullah Dehlevî ve Bediuzzaman gibi âlimler işin ruhunu yakalamışlar. Çünkü söylediklerini belki de fazlasıyla yaşamışlar. Bu işin edebiyatı da güzel ama edebiyatla anlatılan oruç yine de avam orucu olmanın öteye geçmez. Gazali ve onu izleyenler orucu üç dereceye ayırırlar: 1.Avam'ın orucu: Yeme içme ve cinsel ilişkiden, yani sadece orucu bozar dediğimiz şeylerden uzak durarak tutulan oruç. Bu orucun halis Allah için olmasında bazen şaibe bulunabilir. Çünkü biraz Allah için, biraz sağlık vb. şeyler için tutulmuş olabilir. Yani sadece birisi olsaydı kişi belki de tutmayacaktı. Bu da elbette oruçtur. Herkes önce avamdır, sonra nefsinin duygularını eğiterek havas seviyesine yükselir ve havas orucu tutmaya başlar. 2.Havassın/seçkinlerin orucu. Birinciyi yapar ama ayrıca bütün organlarına da oruç tutturur. Dilini gıybet, yalan, alay gibi ahlaki çirkinliklerden, kulağını bunları ve diğer münkerleri dinlemekten, gözünü haramlara bakmaktan, diğer organlarını yaratılış gayeleri dışına çıkmaktan korur. Resûlüllah (sa) buyurur ki, “Nice oruç tutanlar vardır ki, orucu sadece aç ve susuz kalmaktan ibarettir”. 3.Havassu'l-havas/ seçkinlerin de seçkinlerinin orucu. Bunlar ilk ikisiyle birlikte kalplerine de sahiptirler, kötülükleri kalplerinden dahi geçirmezler. Mümin bu basamaklarda sürekli yükselmeyi hedeflemelidir. Bu duygularla sözünü ettiğim kaynakları yeniden gözden geçirirken dikkatimi çeken hususlardan biri şu oldu: Biz insanlara sahura kalkın, iftarı erken yapın, çok yemeyin, çok Kurân-ı Kerim okuyun, mukabele dinleyin derken belki de onları pasifleştirmiş ve avamlığa razı etmiş de olabiliriz. Tabii ki bu söylenenler önemlidir, ama İslam'ın emir ve yasakları kişilerin seviyesine göre değişir. Biri için en önemli şey, sakin bir mekâna çekilip zikirle meşgul olmak iken diğeri için bu bir görevden kaçma sayılabilir. Bu kadarı ile kalırsa oruç bir bakıma avamın orucu olur. Oysa yapabilenlerin yani bir derece havastan olanların sahada olmaları daha önemlidir. Dünyanın her yerindeki muhtaçlara yardım ulaştırmak, iman ve ahlak krizleri yaşayanların imdadına koşmak, bunun için gerekli iş birliği, bilgi ve beceri donanımını kazanmak, ders halkaları kurmak... İşte bizim daha çok muhtaç olduğumuz böyle bir oruç olmalıdır. Kısaca Ramazan'ı hayata aktarmaktır.

Yeditepe Fatih Dergisi
Keyifli Okumalar

Yeditepe Fatih Dergisi

Play Episode Listen Later Mar 3, 2022 9:53


Diriliş düşüncesinin mimarı şair, yazar ve fikir adamı Sezai Karakoç, 16 Kasım 2021 tarihinde 88 yaşında vefat etmişti. Karakoç, varoluş mücadelesi ve ortaya koyduğu medeniyet tasavvuruyla bir dönemi şekillendirdi, rehber ve öncü oldu. Özellikle 1950'lerden sonra Türkiye'de yaşanan dönüşümü bizzat gözlemleyen Sezai Karakoç, çağdaşları içinde de takdir edilmiş, hem edebiyat dünyasında hem İslam coğrafyasının fikir ve düşünce alanında inşa ettikleriyle ön plana çıkmıştı. Ece Ayhan'ın “Sivil şiirin en iyi şairlerinden'' şeklinde övdüğü, Cemal Süreya'nın “Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir, Nietzsche de bilir, Salvador Dali de sever. Sıkışmış, sıkıştırılmış deha. Alçak gönüllükle katı yüksek uçuyor. Şemsiyesi yok.'' ifadesiyle anlattığı Karakoç'un anlam dünyasını daha iyi idrak edebilmek için hakkında çıkan önemli kitaplardan bir seçki yaptık. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message

Yeditepe Fatih Dergisi
FATİH SEMTİ VE SEZAİ KARAKOÇ

Yeditepe Fatih Dergisi

Play Episode Listen Later Mar 2, 2022 10:29


Merhum ve mağfur Sezai Karakoç üstadımızın (1933-2021) Diriliş'te yayımladığı hatıralarıyla başlayalım. Yıl 1956'dır. “Mart'ta çağrım üzerine ailem (Ergani'den) İstanbul'a geldi. Fatih'te ev tuttuk (…) Süleymaniye, Şehzadebaşı, Fatih camileri bütün ihtişamıyla oradan görünüyordu.” Bu satırlarda dindar bir genç şairin bulunmaz nimet karşısında hissettiği şükrü, âdeta bir ikram hissini içimizde yaşarız. Hatıraların bir başka yerinde de (1966) Sultanahmet Camii'nin estetiğine bir yıl boyunca bakmaya doyamadığını anlatır. O yıl çıkardığı Diriliş dergisi için camiye yakın bir yerde yazıhane kiralamıştır. Ancak o yıllarda enflasyon yaşanmaktadır. İş bulamayan bir kardeşi bunalıma girmiştir. Oturdukları evin inşaatı da hâlâ sürmektedir, ev sahibini çok sevmişseler de yeni bir ev aramak zorunda kalırlar. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message

Selahattin inal GSL
Üstad Sezai Karakoç Anısına...

Selahattin inal GSL

Play Episode Listen Later Jan 15, 2022 23:08


Türkiye'de Liseler arasında yapılmış ilk Podcast olma özelliğini taşıyan Güzel Sanatlar Podcastin ikinci sezonunun bu yeni şovunda Edebiyat Öğretmeni Hatice GEÇİM ve Okul Müdürü Mehtap MEYDANERİçağımızın usta şairlerinden Sezai KARAKOÇ'u anacaklar.      Program konuğumuz Selahattin İnal Güzel Sanatlar Lisesi ailesinden bir isim. Okulumuzdan mezun olmasının yanı sıra, uzun yıllar okulumuzun gitar öğretmenliğini yapan podcast serimizin Kayıt ve Miksajnı düzenleyen, Ahmet Mecbur Efendi Bilim ve Sanat Merkezi Müdür Yardımcısı İbrahim GÖKMEN.    Değerli İbrahim GÖKMEN'in yorumuyla Sezai KARAKOÇ'un en güzel şiirlerinin seslendirileceği Güzel Sanatlar Podcastin bu bölümü de şiir severler için unutulmaz olacak…Müzik düzenleme; İbrahim GÖKMENMüzik Direktörü/ Kayıt/ Miksaj: İbrahim GÖKMENCıngıl: Sezer DİNÇER Yayın Yönetmeni: Şafak YILMAZTÜRK Proje Genel Koordinatörü: Ali MEYDANERİSupport the show (http://cankiriguzelsanatlar.meb.k12.tr/)

MyMecra Podcast
Pazarı Nazara Çevirmek Lazım - Çağrışımlar | Savaş Şafak Barkçin

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Dec 20, 2021 25:24


Savaş Şafak Barkçin Çağrışımlar'ın bu bölümünde "Medeniyet Ne?" başlığı üzerinde duruyor. Savaş Şafak Barkçin bu bölümde başlıca şunları anlattı; Serdar Tuncer: Abi, yine böyle çok bilmeden üstünde çok konuştuğumuz meselelerden birisini sormak istiyorum. Batı medeniyeti bitti diyoruz, batı artık tükendi ya da hep medeniyet medeniyet diyoruz fakat sorsak desek ki; Medeniyet ne? Cevap alabileceğimiz insan bir elin on parmağını geçer mi emin değilim ya da medeniyet dediğimiz şey nasıl başlar, nasıl biter, neyin nesidir, batı bitti mi? Bu konuları sormak isterim... Savaş Şafak Barkçin: Valla çok isabetli bir soru çünkü bizim gençliğimizde çok yakın zamana kadar medeniyet deyince hep batı kastediliyordu, işte bi son 20 senedir, 30 senedir giderek daha fazla şekilde medeniyet deyince işte bizim medeniyetimiz, İslam medeniyeti, Osmanlı onlar kastediliyor. Yani bu medeniyetin başına konan kelimenin en azından değişmiş olması çok güzel bir şey tabi bunu daha evvel seslendirenler vardı yani Necip Fazıl'ı, Sezai Karakoç'u, Nuri Bey bunlar tabiki İslam medeniyetinden bahsediyorlardı fakat hakim söylem öyle değildi yani devlet katında öyle değil, aydınlar, baydınlar onlar katında öyle değil... Şimdi, medeniyet aslında ilmi bir tarif yani bir kavram. Medeniyet değil de şöbiyette diyebilirsin dolayısıyla bunu bi kere bilmek lazım medeniyet mukaddes bir kavram değil, bir tevhid kavramı değil mesela bereket yerine başka bir şey ikame edelim bereket demeyelim diyemezsin çünkü bereket zaten varlığı olan bir kavram yani bereket diye bir şey var, olgusu var o olgunun kavramı var, bir anlamın kavramı o... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

Yeni Şafak Podcast
YUSUF KAPLAN - Teoman Duralı Hocamızın vefatıyla düşünce dünyamız öksüz kaldı!

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 9, 2021 4:50


Üstad Sezai Karakoç'un ardından yaşayan en büyük felsefecimiz Teoman Duralı Hocamızın vefatıyla sarsıldık. Acımız gerçekten büyük. Türkiye iki güzide çınarını, değerini kaybetti. Semamızdan iki yıldız kaydı. Dünyamızın ne kadar kararacağını, Sezai Karakoç'un ve Teoman Hoca'nın yokluğunu iliklerimize kadar hissettiğimiz zaman idrak etmeye başlayacağız. Teoman Hocamıza Allah'tan rahmet, yakınlarına, ailesine ve ülkemize başsağlığı diliyorum. Mekânı cennet, makamı âlî olsun. Hem üstad Sezai Karakoç'un hem de Teoman Duralı Hocamızın cenazelerinde Mehmet Görmez Hocamız gerçekten içi dolu, çok güzel konuşmalar yaptı.

Yeni Şafak Podcast
İsmail Kılıçarslan - Şimdi De İcmâ'yı Mı İnkâr Ettin Lan İsmail!

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 4, 2021 5:25


Mübarek cuma günü yazıyorum yazımı. Ve niyetim vallahi de billahi de herhangi bir kavga çıkarmak değil. Zaten herhangi bir şekilde kavga çıkarmaya niyet ettiğimde canı sağ olası “Sünniliğin kalesi hocalarımız” derhal ekmek paramla korkutuyorlar beni. Biri Yeni Şafak'a şikâyet ediyor, diğeri Semerkand Televizyonu'na “Bu adamı niye çalıştırıyorsunuz?” diyor falan. Aklıma bir Sezai Karakoç cümlesi geliyor: “Sizin ekmek parasından başka derdiniz yok mu?” Fakat bir meselede, kavgaya girmeden, tartışmaya bulaşmadan kendimi izah etmek istiyorum. Çünkü o meseleyi çok ama çok önemsiyorum. O meselenin adı ise “Sünnilik.” Efendim, ben Sünni'yim. Ergenlikte ve gençliğimin erken dönemlerinde yaşadığım bazı “mahalle içi savrulmaları” hesaba katmazsak -ki katmayın lütfen- Sünni olmayı da çok önemseyen bir Sünni'yim. Dahasını da söyleyeyim. Bendeniz Sünni olmayı ve Sünni tavırda kalmayı Müslümanların geleceği adına “olmazsa olmaz bir ana şart” olarak değerlendiriyorum. Hatta genel yayın yönetmenliğini yaptığım Cins Dergisi'nin bidayetinden bu yana ortaya koymaya çalıştığımız temel düşünce aksı da tam burası: Sünniliği, onun oluşturduğu imkânları şehre, dünyaya, geleceğe taşımak ve Sünniliği “bir akıl ve yöntem bütünü” olarak anlamanın imkânlarından faydalanmak. Hal böyle olunca “İsmail Kılıçarslan Şeriatın dört sütunundan biri olan icmâ'yı inkâr ediyor” gibi saçma sapan ithamlara maruz kalınca şöyle düşünüyorum: “Demek ki adamın ayağına çok sağlam bastım.”

Yeditepe Fatih Dergisi
Sezai Karakoç

Yeditepe Fatih Dergisi

Play Episode Listen Later Nov 30, 2021 3:49


Diriliş davasının öncüsü, edebiyat ve düşünce hayatımızın büyük ve değerli ismi üstat Sezai Karakoç'u 16 Kasım 2021 tarihinde kaybettik. Aziz na'şını 17 Kasım Çarşamba günü ikindi namazını müteakip Şehzadebaşı Külliyesi haziresindeki ebedî istirahatgâhına defnettik. Ülkemizin, tüm İslam âleminin başı sağ olsun. Sezai Karakoç'un hepimizde anlamlı bir karşılığı vardır. Kimi şiirini sever kimi hayata karşı takındığı tavra hayrandır. Kimine göre ise mütefekkir, çağımıza damgasını vurmuş bir medeniyet ideoloğudur. Ben burada, Sezai Karakoç ile son görüşmemden söz edeceğim. Kendisini 12 Kasım Cuma günü Fındıkzade'de bulunan Diriliş Yayınları'nda ziyaret ettim. Yemek saatine denk gelmiştim. Beni sofrasına buyur etti, “Siz de yiyin!” dedi. Aç olmadığımı söyleyip kendisine teşekkür ettim. Yayınevinde yemekler genelde dışarıdan getirilirdi, vakit bulduklarında içeride yemek yapıldığı da olurdu. O günkü mönüsünde türlü vardı. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message

Yeni Şafak Podcast
Yasin Aktay - Sezai Karakoç'u heyecanlandıran Türk Devletleri Teşkilatı

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 23, 2021 6:17


Geçtiğimiz hafta ebedi aleme yolcu etiğimiz diriliş şairi merhum Sezai Karakoç'un vefatından sadece birkaç gün önce gerçekleşmiş olan Türk Devletleri Teşkilatı zirvesinden çok heyecanlanmış olduğu yazıldı. Hatta vefatından 3 gün önce kendisini ziyaret eden Zeynep Karaca'ya sağlık durumu elverdiğinde ilk yazmayı isteyeceği yazının bu konuda olacağını da söylemiş. Türk devletlerinin İstanbul'da toplanan zirvesi, geçmiş toplantılara nazaran, çok daha farklı bir hava ve heyecan atmosferinde gerçekleşti. Bu atmosferi yaratan en önemli faktör bu yılki zirvenin Azerbaycan'ın Karabağ'daki Ermeni işgalini Türkiye ile dayanışma halinde bitirmiş olmasıydı. Teşkilatın iki üyesi dayanışma ortaya koyduklarında bir şeyler yapabileceklerini, etkili bir güç haline gelebileceklerini somut bir örnek olarak ortaya koydular. Bu dayanışmayla kazanılan

Yeni Şafak Podcast
Mehmet Şeker - Gençlere Güvenen Kazanır

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 22, 2021 3:09


“Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz” demişti Atatürk. Siyasetçiler, devlet adamları her zaman gençliğe güven duyar. Bazıları da öyle görünme gayretine girebilir. Gençlerden korkanlar ise... İşte onların durumu vahim. Çünkü apaçık bellidir ki gençlerden korkanlar, sonu hüsran olan bir yolculuktadır. 'Vah'lar 'eyvah'lar içinde geçer o yolculuk. Kıt azık ve yanlış istikamet ile nereye başka varılır? « Yalnız devlet adamları değil, büyük fikir adamları da gençlik hakkında öyle düşünür. Hatırlayalım... Mehmet Âkif, “Âsım'ın nesli”ne güvenmişti. Tevfik Fikret “Haluk'un nesli”ne bel bağlamıştı. Necip Fazıl, “Büyük Doğu gençliği”ne inanıyordu. Sezai Karakoç'un umudu “Diriliş nesli” idi. Bir anlamda “İhya kuşağı”. Şimdi hatırlayan bile pek azdır ama Attila İlhan da bir ara “Onlar geliyor” sloganıyla çıkış yapmıştı ama çok ısrar etmedi. 'Onlar' dediği, elbette gençlikti.

Yeni Şafak Podcast
İsmail Kılıçarslan - Bereketli Gündemler Üzerinde

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 22, 2021 5:10


Türkiye sağ olsun, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma bahtiyarlığı vermeyen bir memleket olduğu için kendimizi en karanlık, en meraklı, en heyecanlı gündemlerin içerisinde buluyoruz hep. Misal bugün ben, hangi gündemle ilgili yazsam diğer gündemle ilgili yazmadığım için pişman olacağım. O yüzden en iyisi mi ben, asıl işi kelimelerle ve cümlelerle olan bir köşe yazarını -artık o ne demekse- “kelimeleri dans ettirmekle” suçlayabilen, köşe yazarlarını keyfince azarlayabileceğini düşünen bakan danışmanı hakkında yazayım. Ya da yok yahu. Yazmayayım. Yazınca ne olacak hem? Adam, bir danışman olarak “fikrini beyan etmekten başkaca derdi olmayan” bir yazarı azarlayabileceğini zannediyor en nihayet. Yazınca ne olacak, ne değişecek ki? Hem az daha üzerine gitsem “Benim bakanım düşerse Mekke düşer, Kudüs düşer, İstanbul düşer” falana bağlayacak gibi duruyor. Değmez yani. En iyisi kelimelere dans ettirmeye devam edeyim ben. Bu arada o danışman arkadaştan da samimiyetle özür dileyeyim. Ben ne bileyim Kültür Bakanı'nın o berbat anma metnini yazanın da, “Sezai Karakoç'un cenazesine gitmesek de olur efendim, Yunan turizm bakanı görüşmesi çok önemli” diyenin de bu danışman arkadaş olduğunu? Hayır hayır. Bu konuda net bir bilgiye sahip değilim lakin “bakanını” değil de kendisini savunuyor gibi geldi bana yazdıkları. Ondan böyle söylüyorum. Neyse. O halde gelin size “adam zannettiğim için çok pişman olduğum” birinden, Cemalettin Latiç'ten söz edeyim. Bosna'da siyaseten bir türlü yükselemediği için hırs küpüne dönüşen, sonunda işi “dava arkadaşım” dediği Aliya İzetbegoviç'e, hem de canlı yayında, Sırpların bile atmaktan imtina edeceği iftiraları atmaya vardıran bu adamı adam zannettiğim için çok ama çok özür dilerim herkesten.

Yeni Şafak Podcast
Yusuf Kaplan - Müslümanca duruşun, düşünüşün ve duyuşun mimarı: Sezai Karakoç

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 21, 2021 4:25


Üstad Sezai Karakoç, ruhunu yitiren bir dünyaya ruhu hatırlattı, ruhu terennüm etti, ruhun şarkılarını besteledi; ruhun terennümleri Sezai Karakoç'ta diriltici şarkılara dönüştü. Bunu hayatının her alanında görmek mümkündü. Bir düşünür, bir sanatçı, bir estet, bir tarih felsefecisi ve bir ahlâk anıtı olarak Sezai Karakoç, insanımızın, coğrafyamızın makus talihini yenmesi, diriltici bir ruhla yeniden toparlanıp kendine gelmesi ve insanlığın içine sürüklendiği ontolojik yok oluş felâketinden kurtulabilmesi için ne yapılması, ne tür bir duruş geliştirilmesi ve nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini gösteren ruh dolu kanatlandırıcı

Yeni Şafak Podcast
Yusuf Kaplan - Bir Kartal Uçtu

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 21, 2021 4:27


Üstad Sezai Karakoç'u dâr-ı bekâya uğurladık. Dünyayı bir sürgün yeri olarak görüyordu. ‹Uzatma benim dünya sürgünümü' demişti. NECİP FAZIL DİRENİŞİN, SEZAİ KARAKOÇ DİRİLİŞİN TOHUMLARINI EKTİ Burada sadece ölümlü dünya hayatından bir an önce kurtuluş değildi kastettiği. Ölümle değil dirilişle ilgiliydi onun derdi burada. Ölü gibi yaşayan insanlığın hakikatle buluşması ve dirilmesiyle, aynı zamanda. Belki de asıl kastettiği anlam buydu gerçekte. Metinlerine ve hayatına baktığımızda bunun böyle olduğunu söyleyebiliriz kolaylıkla. O yüzden güçlü bir diriliş mefkûresi ve felsefesi inşa etti. Necip Fazıl'ın direnişin tohumlarını ekti, Sezai Karakoç dirilişin. Necip Fazıl, bu ülkenin ruh köklerini kurutan yıkımlara karşı fikriyle, sanatıyla ve hayatıyla direndi; büyük bir direniş ve doğuş destanı yazdı. Necip Fazıl olmasaydı, Sezai Karakoç olmazdı. Bunu bizzat kendisi de açık yüreklilikle ve tam da kendine yaraşır bir alçakgönüllülükle itiraf etmekten çekinmemişti. Necip Fazıl'dan bir Sezai Karakoç doğdu. Sezai Karakoç'un henüz gerçek bir fikrî mirasçısı çıkmadı. Ama eseri iyi anlaşılır ve aşılırsa çıkabilir.

ama kaplan bunu belki kartal necip faz sezai karako
Medyascope.tv Podcast
Gomaşinen (67): Sezai Karakoç'un ardından

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Nov 20, 2021 16:55


Gomaşinen (67): Sezai Karakoç'un ardından

goma sezai karako
Yeni Şafak Podcast
Ersin Çelik - Şehzadebaşı'nın avlusundaki gençler...

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 20, 2021 5:11


İsmail Kılıçarslan ile o gün telefonda yedi kez konuşmuşuz. Cenaze programı netleştikçe aradı; “Şehzadebaşı'ndan kaldırılacak. Namaz ikindi vakti kılınacak. Hazireye defnedilecek. Dünya Müslüman Alimler Birliği taziye yayınladı. İslam şehirlerinden de gelenler olacak. Her ilde gıyabi cenaze namaz kılınacak...” İsmail, kabuğuna sığmaz bir telaşla hem aradı hem mesaj yazdı. Son olarak geç vakit yine aradı İsmail ve “Biz Fındıkzade'deki evindeyiz. Sabah da burada olacağız. Tabutunu omuzlayıp Şehzedebaşı'na gideceğiz. Kalabalık olsa, gençler gelse iyi olur. Bunu da haber yapalım, duysun insanlar” dedi. Duyması gerekenler duymuştu. Sayısız Sezai Karakoç haberine imza atmış, çok özel anıları, hatıraları derleyip yayımlamış gazeteci Ayşe Olgun'dan okuduk geceden sabaha Fındıkzade'yi: “Dostları, okurları ve sevenleri gece sabaha kadar evinin önünde sessizce bekledi, dualar ise hiç susmadı.” Sezai Karakoç'un Fındıkzade'deki evinin olduğu sokak, İsmail'in ve Şaban Abak'ın arzuladıkları vefaya şahitlik etmişti. (Olur da ileride ihtiyaç duyulursa diye belirtiyorum; gazetemizin Yazı İşleri Müdürü İdris Saruhan fotoğrafladı Ahmet

Yeni Şafak Podcast
İSMAİL KILIÇARSLAN - Sezai Karakoç'un uyandığı gün

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 19, 2021 5:01


Rıdvan Tulum odamın kapısından kafasını uzatıp “Sezai Bey ölmüş abi” dediğinde ilk aklıma gelen şey Taha'nın Kitabı'ndan birkaç dize oldu: “Dört melek ve Kur'an'la / Peygamber soluğuyla / Dirildi Taha / Açtı sofrasını Mikail / Nimetler sofrasını.” Haberi aldıktan dakikalar sonra, Üstadın evine doğru araba sürerken o Hadis-i Şerif gelip yerleşti kalbime: “İnsan uykudadır, ölünce uyanır.” Dünyanın kendisine hiçbir şey yapamadığı, dünyadan da hiçbir şey talep etmeyen insanlar böylece uyandıklarında iki şey oluyor insanın kalbine. Birincisi, dünyanın tenhalaştığını hissediyorsunuz. Bu hüznü getiriyor beraberinde. Sezai Bey'in burada, bu dünyada, aramızda, insanların hizasında yaşıyor olmasının oluşturduğu güven hissi ve güvenlik alanı birden kayboluyor çünkü. “Artık Sezai Bey burada değil, aramızda değil, ne yapacağız?” sorusuyla baş başa kalıyorsunuz.

Kitap Okumaları
Diriliş Neslinin Amentüsü - Sezai Karakoç -Sesli Kitap Tek Parça

Kitap Okumaları

Play Episode Listen Later Nov 18, 2021 93:13


Diriliş Neslinin Amentüsü - Sezai Karakoç -Sesli Kitap Tek Parça

kitap ament sesli sezai karako
Kitap Okumaları
Diriliş Neslinin Amentüsü - Sezai Karakoç -Sesli Kitap Tek Parça

Kitap Okumaları

Play Episode Listen Later Nov 18, 2021 93:46


Diriliş Neslinin Amentüsü - Sezai Karakoç -Sesli Kitap Tek Parça --- Support this podcast: https://anchor.fm/ne-var-ne-yok/support

kitap ament sesli sezai karako
Yeni Şafak Podcast
MEHMET ŞEKER - Sen de anlasaydın ya Mona Rosa

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 18, 2021 4:13


Bir şair hayata veda etti. Koca bir şair. Gençliğinden itibaren yıllar boyunca şiirleri dilden dile, elden ele dolaşsa da, meydanlarda okunsa da şairlik onun için küçük bir süs sayılır. Fikir adamlığı çok daha ağır basar. Düşüncesi, çağları kucaklayacak kadar büyük ve güçlü. Çiçek olsa, her mevsim açan yediveren gülü; ağaç olsa, tek başına bir ormandır Sezai Karakoç.

Yeni Şafak Podcast
YUSUF KAPLAN - Sezai Karakoç: Zaman'ın sesi değil, “ses”in zaman'ı

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 18, 2021 7:47


Üstad Sezai Karakoç, Rabbine kavuştu. Allah (cc) rahmet eylesin. Mekânı cennet, makamı âlî olsun. Dünya ruhunu kaybetti. Ortaya işlenmesi ve geliştirmesi gereken güçlü bir medeniyet mefkûresi koydu. Sanatıyla çığır açtı. Vahyin ışığını yansıtan Nebevî ahlâkıyla İslâm'ın izzetini, Müslümanın haysiyetini korudu. Bu haftaki üç yazımda da Sezai Bey'i yazacağım. Önce bir çerçevesi sunması bakımından bir yazımı tozunu alarak paylaşmak istiyorum.

Bir bakışta
Diriliş şairi, yazar ve mütefekkir Sezai Karakoç “dünya sürgününü” tamamladı

Bir bakışta

Play Episode Listen Later Nov 17, 2021 14:09


Türk edebiyatının önemli isimlerinden Sezai Karakoç, 88 yaşında hayatını kaybetti. Şair, yazar ve mütefekkir Sezai Karakoç'un duruşunu ve mücadelesini, Saadettin Acar anlattı.

Bir2 Laf
Liliyar/Sezai Karakoç

Bir2 Laf

Play Episode Listen Later Nov 17, 2021 2:58


Büyük şaire hürmetle...Ruhu şad olsun.

ruhu sezai karako
Bir2 Laf
Liliyar/Sezai Karakoç

Bir2 Laf

Play Episode Listen Later Nov 17, 2021 2:58


Büyük şaire hürmetle...Ruhu şad olsun.

ruhu sezai karako
Yeni Şafak Podcast
Süleyman Seyfi Öğün - Sezai Karakoç'un Vefâtının Düşündürdükleri

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 17, 2021 4:19


Sezâi Karakoç vefât etti. Allah rahmet eylesin. Sezâî Bey her şeyden evvel kıymetli, kudretli bir şâir olarak bilinirdi. Fikirlerine en uzak olanlar bile onun bu niteliğini teslim eder, saygı duyarlardı. Bir zamanlar Mülkiye'de fakülte arkadaşı olduğu, lâkin siyâsal tercihleri îtibârıyla zıt cenahta yer alan Cemâl Süreya, Turgut Uyar, Ece Ayhan vd. ile edebiyatta buluşmuş, hep berâber İkinci Yeni Grubu olarak bilinen bir akımı inşâ etmişlerdi. Sezâî Karakoç'u, sol cenaha tanıtan ve sekter bir şekilde kurban edilmesine mânî olan başta arkadaşı Cemâl Süreya olmak üzere solcu şâirlerin “takdirleridir”. Diğer taraftan Monna Rosa şiiri, arkasında dünyevî bir aşk hikâyesini taşıdığı için Sezâî Karakoç'u sol çevrelere şirin göstermiştir. Sol, onu daha çok bu hikâye üzerinden tanır. Bunun hâricinde ne diğer şiirlerini, ne de fikirleri hakkında bir bilgi sâhibidirler. Propagandist olmadığı, kamuoyuna kendisini pek göstermediğinden, İsmet Özel için, “keşke bu tuhaf fikirlere kapılmayıp bir şâir olarak kalsaydı” kabilinden söylenenler Sezâî Karakoç için pek söylenmiş değildir. Sezâi Karakoç, siyâsete mistik-ruhçu bir pencereden bakan neslin belki de son temsilcisiydi. Bu bakışın felsefî olarak Bergsoncu bir temele sâhip olduğunu düşünüyorum. Bergson'un “hayat atılımı” olarak tercüme edilebilecek olan Elan Vital kavramıyla örtüşür. Bir zihin ve duygu târifi vardır burada. Yapılmak istenen, millet inşâsına, Hegel'in sittlichkeit dediği bir buud katmaktır. Genel mânâda edebî, daha özel olarak da poetik bir hâldir bu. Daha arkaplânda yatan fikirler ilmik ilmik şiir ile işlenir. Burada dramatik olan felsefî değer taşıyan fikirlerin bir müddet sonra şiirin içinde buharlaşmasıdır. En azından kitlelere intikâl etmesi bu suretle gerçekleşir. Hâsılı fikirler derinliğini kaybeder, şiirde yüzeye vurarak uçuculaşır. Fikir nâmına geride, sâdece ethos'a dâir basitlemeler kalır. Meselâ Nurettin Topçu'nun bu çerçevedeki farkı, bilerek mi tercih etti kestiremiyorum, poetik baskılamaya karşı çıkması, felsefî temelde kalmak istemesidir. Edebiyat unsurunu, fikirlere en yakın bulduğu hikâyecilikle sınırlandırmak istemesini de buna bağlıyorum.

Yeni Şafak Podcast
Ömer Lekesiz - Sezai Karakoç Benim Sabah Yıldızımdır

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 17, 2021 4:49


Gün, hüzün ve üzüntünün rengine bürünürken geldi ağabeyim ve üstadım Sezai Karakoç'un vefat haberi. Rahmet diliyorum; cennette onun adına mahsus bir yerin hazırlanmış olduğunu umuyorum. Sevenlerinin, kendilerini Sezai Karakoç'un evlatları olarak niteleyenlerin ve sevdalılarının başları sağolsun. Karakoç, benim sabah yıldızımdı. Akşam diyarının karanlığına karşı sabah diyarının aydınlığını bana o müjdeledi. Köyümden koparak geldiğim kentin sokaklarında kaybolmamam için bana seslenen de oydu; sevdiğimde, üzüldüğümde, bunaldığımda derdime derman olacak, sevinçlerimi dengeleyecek kelimeleri ondan öğrendim. Hayallerimin renkli uçurtmalarını yırtan rüzgârlardan; çoraklaşan gönlüme bir rahmet umuduyla talep ettiğim yağmurlardan; arzuyla çağırdığım sevdalardan; hayatı idrak edebilmek uğruna kalbimin kırım kırım kırılışlarından... sonra, hep onun davetini tekrarlayarak “Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...”dım gönlümün sükûnetini ve selâmetini. On düşüncemden sekizini, onun tefekkür ikliminden devşirerek yazıya başlayıp, ilk kitaplarımı hazırladığımda, “Bunları Sezai ağabey de okuyabilir” korkusuyla titreyen yüreğimin ritmini, onun vakur duruşuna, taşıdığı ezelî ve ebedî mesaja denk düşürmeye çalıştım. Mütefekkir bir şair ve yazar olmanın ötesinde, onu kalp gözü açık bir zat olarak bildim; yüz yüze hiç görmediğim, hayalimdeki sureti bozulmasın diye fotoğraflarına bile bakmadığım halde onunla sürekli rabıta kurmayı umdum; onun muhtemel evrâd-ı ezkârını tekrar etmeye çalıştım. Karakoç'un bendeki etkisini, hakkını... bu minvaldeki kelimelerle anlatmada ısrar edersem, korkarım ki söz benliğime bağlanacak; babasını anlatmak isterken kendisini anlatan evladın durumuna düşeceğim. Bu nedenle, cümlelerimin altında kurulduğu yazı başlığımı tekrarlamakla iktifa edeyim ve ondan bana kalanları zikrederek zapt edeyim çağlamaya hazır duygularımı: Ondan bana, Peygamber Efendimiz'in emaneti olan Kur'an ve Sünnet'le bağımı kuran, güçlü tutan eserleri kaldı.

Kıraathane
Ömer Erdem - Poetik Ayrılıklar, Şiirsel Buluşmalar: Şiirimizde Şefkat, Aşk ve Kavga I

Kıraathane

Play Episode Listen Later Aug 10, 2021 41:08


Şefkat, aşk ve kavga. Çocuğa, çocukluğa bakış; kadına ve erkeğe bakış; sevgiliye, aşk ve arzu duyulan insana bakış; ve bitmek bilmeyen bir mücadele, çatışma, kavga. Şair Ömer Erdem, üst üste iki Şiir Gecesi'nde poetik yaklaşımları, şiire ve dünyaya bakışları farklı şairlerin şiirlerini "şefkat, aşk ve kavga" temaları üzerinden okuyup, çeşitli örnekler aktararak poetik karşıtlıklarla şiirsel buluşmaların izini sürüyor.Bu ilk konuşmada Ömer Erdem'in inceleyeceği iki grup şair var: bir yanda, Tevfik Fikret, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl; diğer yanda Behçet Necatigil, Sezai Karakoç, Cemal Süreya.

bu klar beh malar bulu erdem hikmet poetik cemal s necip faz sezai karako
Yeni Şafak Podcast
Yusuf Kaplan - Üstad Sezai Karakoç'un Kurban Bayramı Mesajı

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 25, 2021 4:29


Sezai Karakoç, bu ülkenin medar-ı iftiharı, bilge insanı. Yaşayan sahabemiz: Bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, bu dünyayı aşacak bir çağrıda bulunan, çağrısı çağını kuracak bir düşünürümüz. Sevgili Celâl Fedai kardeşimizin o şair dikkatiyle hatırlattığı gibi, dünyanın yaşayan iki büyük şairi (diğeri İsmet Özel elbette) bu ülkenin çocuğu ama sanki onlar yokmuş, yaşamıyormuş gibi hareket ediyoruz. Oysa bu, bizim yok olduğumuzun, yok olmanın eşiğine savrulduğumuzun ürpertici göstergesi! Üstad Sezai Karakoç, insanı silkeleyip kendine getirici bayram mesajları yayınlıyor. Bu Kurban Bayramı'nda da böyle güzel, yol gösterici, ufuk çizgisi çekici güzel bir bayram mesajı yayınladı. Aynen paylaşıyorum...

EmreKaraman
Sezai Karakoç - Mona Roza

EmreKaraman

Play Episode Listen Later Jul 22, 2021 3:29


Şiir

roza sezai karako
MyMecra Podcast
Dünyanın En Büyük İki Şairi Türkiye'de - Yusuf Kaplan | Yol Haritası

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Feb 16, 2021 24:43


Yusuf Kaplan, dünyanın en büyük iki şairinin Türkiye'de yaşadığını söyleyerek başlıyor bu bölüme. Kim bu iki şair ve nasıl bu çıkarımı yaptığını, bağlantılarını kurarak anlatıyor. Sonra Sezai Karakoç ve İsmet Özel'in bizim için neyi ifade ettiğine giriyor. Alman ruhunun felsefesini kimin - nasıl inşa ettiğini ve burada Türkiye'nin Sezai Karakoç ve İsmet Özel'e olan ihtiyacını anlatıyor. Sezai Karakoç ve İsmet Özel yeterince anlaşılabildi mi? Bunu sebepleriyle dinliyoruz Yusuf Kaplan'dan. Nobel ödülünün bu ülkede aslında kime verilmesi gerektiğini, neden Orhan Pamuk'a verildiğini Nobel tarafından yapılan açıklamalarla delillendiriyor. Seküler ve muhafazakar yazar kıyaslaması yapıyor. Ve son bölümde kendisinin Sezai Karakoç'u her yönüyle anlattığı yazısını okuyor. Bizim medeniyetimize dair bir yol haritanız olsun istiyorsanız bu programı kaçırmamalısınız. Gelin, Beraber Yürüyelim...

MyMecra Podcast
Çağımızın Gazali'si Kim Olacak? - Yusuf Kaplan | Yol Haritası

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Feb 2, 2021 25:37


Yusuf Kaplan doğru okumaları yapabilmek için Yol Haritası'na devam ediyor. Bu bölümde Sezai Karakoç kitapları üzerinden Sezai Karakoç'a dair çok önemli ipuçları veriyor. Sezai Karakoç'un günümüzde neyi temsil ettiğini ve nereden beslendiğini anlatıyor. 'Çağımızın Gazalisi kim olacak?' diye bir soru sorup onu ikna edici bir şekilde cevaplandırıyor. Selçuklu, Osmanlı 'nın medeniyetimiz de nereye denk düştüğünü ve neleri başardığını anlatıyor. İmam Gazali'nin tam olarak neyi başardığını ve bugün neden bir Gazali'ye ihtiyacımız olduğunu anlatıyor.. Modernleşme felakettir diye anlattığı bir önceki bölüme atıfta da bulunarak; cumhuriyet modernleşmesinin nelere yol açtığını, zihinleri nasıl etkilediğini anlatıyor. Ve hepsinin merkezine bunları aşabilmiş biri olarak Sezai Karakoç'u yerleştiriyor. Daha bir çok başlık ve günümüze dair daha bir çok hayati çıkarım bu programda konuşuldu... Gelin, Beraber Yürüyelim...

MyMecra Podcast
Niçin 100 Kitap? Nasıl Okunmalı? - Yusuf Kaplan | Yol Haritası

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Jan 28, 2021 17:33


Yusuf Kaplan'ın meşhur 100 kitap listesi. Okumak, ama nasıl? Neden bu 100 kitap? 4 renk kalem ne işe yarayacak? Kitabı okumak, kainatı okumak, kendini okumak... Peki bu ne demek? Yusuf Kaplan, Yol Haritası'nda adım adım izleyiciye rehberlik ediyor. Okumanın nasılını ve niçinini MyMecra 'nın yol arkadaşlarıyla paylaşıyor. Okuma hakkında bütün bildiklerinizi unutun! Sizi 101 bölüm sürecek keyifli bir yolculuğa davet ediyoruz. Sezai Karakoç'tan Arnold Toynbee'ye, Cemil Meriç'ten Roger Garaudy'e, Eflatun'dan Braudel'e ölmeden okunması gereken yüz önemli ismin mutlaka okunması gereken 100 kitabı. Bu serinin 101 bölümü tamamlandığında daha önce hiç kitap okumamışım diyeceksiniz. E o zaman, haydi okumayı okumaya. Gelin, Beraber Yürüyelim...

MyMecra Podcast
Modernleşme Felakettir! - Yusuf Kaplan | Yol Haritası

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Jan 28, 2021 24:03


Yol Haritası'nın 4. Bölümünde Yusuf Kaplan 100 kitap listesinden ilk 4'ünün kapağını açtı. Peki neler var o dört kitabın içinde; İslam'ın Dirilişi, İnsanlığı Dirilişi, Yitik Cennet ve Diriliş Neslinin Amentüsü… Dört kitapta Sezai Karakoç 'a ait… Bu vesileyle Yusuf Kaplan bize Sezai Karakoç ‘un fikri izdüşümlerini anlatıyor. ‘Ahlak Anıtı, Düşünür ve Sanatçı' olmak üzere 3 Sezai Karakoç var diye ilave ediyor. Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç arasındaki irtibatı anlatıyor. Bu iki ismin bizim medeniyetimizde nereye denk düştüğünü… Ve bu programda; modernleşme, cumhuriyet sonrası yaşananlar ve İslam tarihi açısından bizim medeniyet yorumumuz ile ilgili bazı sorulara da cevap veriyor. O sorular ise;

Tarihte Bugün
Tarihte Bugün #22 | 22 Ocak

Tarihte Bugün

Play Episode Listen Later Jan 22, 2021 3:40


DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR1517 - Osmanlı ordusu, Ridaniye Savaşı'nda Memluk ordusunu yendi. Bu savaşın ardından, halifelik Osmanlılara geçti.1905 - Birinci Rus Devrimi başladı. Çar birliklerinin Kışlık Saray'a dilekçe vermek için yürüyüşe geçen işçilere ateş açmaları ve Kanlı Pazar diye anılan günde, 500 işçiyi öldürmeleri üzerine ayaklanmalar baş gösterdi. TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR1932 - İlk Türkçe Kur'an, Hafız Yaşar (Okur) tarafından Yerebatan Camii'nde okundu.1942 - İmla Kılavuzu'nun tüm okul ve iş yerlerinde kullanılması hakkında genelge yayımlandı.1977 - İstanbul'da Saraçhane-Sultanahmet arasında, "Faşizme Ölüm" yürüyüşü yapıldı. Yürüyüşe 5 bin kişi katıldı.1989 - Sovyetler Birliği'nde ilk kez "Uluslararası Güzellik Yarışması" düzenlendi. Yarışmada Türkiye'yi temsil eden Meltem Hakarar birinci seçildi. 2008 Ergenekon Operasyonu yapıldı. Kamuoyunda Ergenekon olayı olarak bilinen operasyonun en önemli ayaklarından birisi 22 Ocak 2008 tarihinde gerçekleştirildi. Bu operasyonda Emekli Tuğgeneral Veli Küçük, avukat Kemal Kerinçsiz, gazeteci Güler Kömürcü, Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın ve Halkla İlişkiler Sözcüsü Sevgi Erenerol, Susurluk davasından tanınan Sami Hoştan'ın da aralarında bulunduğu otuz üç kişi gözaltına alınmıştı. Bu operasyonun başlangıç noktasını Ümraniye'de bulunan el bombaları oluşturmuştu. Bu davanın sanıkları silahlı terör örgütü kurma, yönetme TC hükümetine karşı silahlı isyana tahrik, zorla hükümeti ıskata teşebbüs gibi birçok suç iddiası ile yargılandı. 2013 - Galatasaray Üniversitesi Saray Binası yangını çıktı. Ortaköy Çırağan Caddesi üzerinde bulunan yerleşkede elektrik kontağından çıkan yangın, Feriye Sarayları'ndan olan tarihî binanın pek çok tarihî eser ve kitap ile birlikte küle dönüp kullanılamaz hâle gelmesine sebep olmuştur.BİLİM'DE BUGÜN1939 - Columbia Üniversitesi'nden bir grup bilim insanı, uranyum atomunu parçalamayı başardı.1842 - İlk kez baytar mektebi (veteriner fakültesi) açıldı.SPORDA BUGÜN2006 - Profesyonel basketbol ligi olan NBA'in şu andaki en iyi oyuncusu olan Kobe Bryant, Toronto Raptors karşısında 81 sayı atarak NBA tarihinin Wilt Chamberlain'den (100) sonra, bir maçta en çok sayı atan oyuncusu oldu.BUGÜN DOĞANLAR826 Japonya'nın 55. İmparatoru Montoku dünyaya geldi.1440 Rus çarı - III. İvan (Büyük İvan) doğdu. 1561 İngiliz devlet adamı, filozof ve şair Sir Francis Bacon doğdu.1933 Türk şair, yazar ve siyasetçi Sezai Karakoç doğdu.BUGÜN ÖLENLER1387 Osmanlı sadrazamı Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa hayatını kaybetti.1517 Osmanlı vezir-i azam Hadım Sinan Paşa hayatını kaybetti.1647 Osmanlı devlet adamı ve denizci Koca Musa Paşa vefat etti. 1666 Babür İmparatorluğu'nun 5. hükümdarı (Tac Mahal'i yaptıran) Şah-ı Cihan hayatını kaybetti.

GZT Podcast
Ramazan Yazıları 25 - Sezai Karakoç - Oruç Ülkesi

GZT Podcast

Play Episode Listen Later May 18, 2020 6:14


Herkese merhabalar. Gzt podcast ekibinin hazırladığı, Gerçek Hayat Dergi'nin sponsoru olduğu “Ramazan Yazıları” podcast'ini dinliyorsunuz. Bugün hicri takvime göre 25 Ramazan 1441 Miladi takvime göre ise 18 Mayıs 2020 Pazartesi. Ramazan ayı boyunca muhtelif yazarlardan en güzel ramazan yazılarını sizlerle buluşturuyoruz. Ramazan ayının Alem-i İslam'a ve bütün dünyaya sağlık, sıhhat, esenlik ve güzellikler bahşetmesini diliyoruz. Bugünkü yazımız Üstad Sezai Karakoç'un, “Oruç Ülkesi” başlıklı yazısı. Bakalım ne demiş Üstad Sezai Karakoç. Oruç metafizik âleme açılan pencerelerin ortamıdır mümin için. Fizik karartıların gönül ışığıyla silinişi. Öteleri görüş ve ötelere eriş, maddi perdelerin inceltile inceltile öteyi gösterir hale getirilişi. Oruç, yaşadığımız günlük ve gündelik hayatı adeta bir rüyaya çeviren mutluluk anahtarı. Kanatlanan gün demek oruç ayının gündüzü. Yerçekiminin etkisinin kayboluşu sanki benliğimiz ve eşyamız üzerinde. Namazla, duayla birleşince oruç, büsbütün renklenmiş ve güçlenmiş olarak bizi, fizikötesi donanımların yıldızlı harmanisine bürür. Kalbimiz, İslâm ın kişi için tayin ettiği edimlerle mümin kalbi haline gelir. Oruçla, namazla, hac ve zekâtla, kalb, kalb olur. İnanç, kalbde bu tür tecrübelerin tekrarıyla kökleşir. İnançtan davranışa, davranıştan inanca sürekli bir akış, oruç, namaz ve hac gibi ibadetlerin sağladığı bir kan dolaşımıdır. Sebepsiz değildir oruç, sebepsiz değildir namaz. Mümin kişiliğinin oluşması için temeltaşlarıdır. Bina, ruh binası bunlarla kuruludur. Maneviyatın kalesi, bunlarla yıkılmaz olur, pekişir. Zaman, insanı hep ölüme doğru götürürken, Ramazan gelir, diriliş ayı başlar. Oruç ayı insanı ölüme değil, diriliş aydınlığına götürür. Ab-ı hayatta yıkanmaya, çiğ tanesinde göğü seyretmeye ve gökkuşağının altından geçmeye. Oruçsuzluk ne büyük bir boşluk olurdur, oruç zorunlu olmasaydı mümin için. Tek kişiyle başlar ve biterdi o. Oysa, Ramazan da tüm Müslümanların bir ay oruç tutması, orucu toplum olayı haline getiriyor. Somut halegeliyor toplum ortasında oruç anıtı. Tabiatı daha iyi hissetmek ve dinlemek, onun söylemek istediğini daha iyi anlamak için oruç mucizesine sahiptir Müslüman. Kavramların yeniden yoklanması, tanımların yeniden yapılması için çıkarılmış bir davetiye gibidir oruç gündüzleri ve geceleri. Ve her yıl zayıflayan toplumun din bağı, yeniden güçlenir onunla. Dinin kası ve damarları çalışır hale gelir. Oruç, insanı, yeniden varolma, yeniden yapılanma, yoğrulma yolunda bir ay süren bir çileye tâbi tutar. Riyazetlerin en güzeli, en ilâhisi, en içlisidir o. Oruç, ruhun, madde üzerindeki zaferini ilân için verdiği bir savaşın adıdır. Zorludur bu savaş. Sonunda, hasat derlenir bu iradenin savrulduğu harmandan. Hırsla, ihtirasla dünyaya bağlanmanın, adeta ahireti unutmanın mevsimlerinin geçtiğini, din gününün geldiğini ilân eden bir sancaktır çekilmiş insanlık ufku burçlarına oruç. Oruç, dereceler halinde, belli sürelerde dünyanın tatil edilmesi demektir insan için. Ve ahiretin örtülerinin kat kat açılması demek. Süreklice bir gidiş geliş, bir med cezir dünya ile ahiret arasında. İnsan, bu gidiş gelişledir ki en büyük ilerlemesini yapacaktır ruh ve maneviyat alanında. Gzt podcast ekibinin hazırladığı, Gerçek Hayat Dergi'nin sponsoru olduğu “Ramazan Yazıları” podcast'ini dinlediniz. Bugün Üstad Sezai Karakoç'un, “Oruç Ülkesi” başlıklı yazısını paylaştık. Bir sonraki podcastimizde görüşmek dileğiyle, hoşçakalın.

GZT Podcast
Ramazan Yazıları 15 - Sezai Karakoç - Oruç da acıkır...

GZT Podcast

Play Episode Listen Later May 7, 2020 6:06


Herkese merhabalar. Gzt podcast ekibinin hazırladığı, Ketebe Yayınları'nın sponsoru olduğu “Ramazan Yazıları” podcast'ini dinliyorsunuz. Bugün hicri takvime göre 15 Ramazan 1441 Miladi takvime göre ise 08 Mayıs Cuma. Ramazan ayı boyunca muhtelif yazarlardan en güzel ramazan yazılarını sizlerle buluşturuyoruz. Ramazan ayının Alem-i İslam'a ve bütün dünyaya sağlık, sıhhat, esenlik ve güzellikler bahşetmesini diliyoruz. Bugünkü yazımız Üstad Sezai Karakoç'un, Sütun' adlı kitabında yer alan 'Oruç da Acıkır' başlıklı yazısı. Bakalım ne demiş Sezai Karakoç. Oruç, hiç gecikmeden, yolunu şaşırmadan, tam saatinde, dinç ve genç, tarihin dinamizmini de özünde gaybın bir üfleyişi gibi taşıyarak geldi. Mademki geldi, onu iyi tanımak gerek. Oruç, boş bir çerçeve olarak veya bir mevsim gibi sadece tabiatın bir parçası olarak gelmedi. Tarihin bir parçası olarak geldi. Dolu geldi. Kendindekini boşaltacak. Giderken de dolu gidecek. Dolu gitmeli. Her yılın orucu, büyük "oruç kitabı"na, sabırla ve meleklerin üslubuyla işlenmiş bir sayfa, bir yaprak gibi eklenir. Taşların, ağaç kovuklarının, toz zerrelerinin bile, en keskin bir hafızayla şahitlik yapacağı büyük Hesap Gününde, şüphesiz, "oruç kitabı", en büyük şahitler arasında, dosyasında en çok belge bulunduran suç ve sevap araştırıcıları arasında görünecektir. Demek ki, oruç, çağımıza, göklere mahsus nişanlarla donanmış büyük ve yetkili bir şahit olarak geliyor ve geldi. Orucun susadığı ve âb-ı hayat gibi kanamadığı su Siz sanmayın ki, oruçta yalnız siz susar, siz acıkırsınız. Oruç da susar, oruç da acıkır. Çünkü: Oruç da canlıdır. Sizin gibi. Hatta sizden fazla. Çünkü: Onda, ölümün eriteceği et ve kemik de yok. İnsan, sağken bile ölüme karışıktır. Biz, hayatla ölümün karıştığı bir terkibiz. Sağken, hayat ölüme baskındır ve ölümü kullanır. Sonra yaşlandıkça, ölüm güçleri yavaş yavaş artar ve ölüm yüzdesi, hayat yüzdesinin üstüne çıkar bir gün. İşte o gün ölmüşüzdür, ölüm hayatı kullanmaya başlamıştır. Toplum yaşayışında da böyle. Ecel olarak gelen ölüm, bu hayat-ölüm çatışmasını kesin bir sonuca bağlar. Ama oruç yüzde yüz diri, saf olarak diridir. Net diridir, insan gibi brüt değildir. Bizden daha canlı, bizden daha cıvıl cıvıl olan bu gök varlığı orucun susadığı su, acıktığı yemek nedir öyleyse? Şairin, şair için dediği: Cins şaire mahsus yiyecekler. Deniz yosunları mavilik medüzaları tarzında, Oruca, gök şahidi oruca mahsus besinler, Yükseltilen dualar, derinleşen secdeler, Kur'an sesiyle aydınlanan ikindiler, Allah adıyla diriltilen geceler. diyebiliriz belki. Evet. Oruç da susar, oruç da acıkır. Orucun susadığı ve âb-ı hayat gibi kanamadığı su, Kur'an sesi, acıktığı namaz, örtündüğü merhamet, kuşandığı giyindiği, Allah adının yükseltilmesi, yani cihattır. Ve orucun da iftarı vardır. Oruç müminin kalbinde iftar eder. Onun sofrasında, işte saydığımız, göğe mahsus yiyecekler bulunur. Oruç geldi, ondan bize ölümsüz bir şeyler katılacak demektir Yalnız, insan orucu özlemez, oruç ise insanı özler. Ramazan ayı gelince sıla-ı rahim edenler gibi, meleklerin bile önünde eğildiği insana koşar. Oruç, insana acıkır ve koşar gelir. Oruç geldi, öyleyse oruca yemek taşımalı, su sunmalı, orucun lambasını yakmalı, örtüler atmalı üzerine ki geldiğinden daha zengin gitsin. Verdiğinden daha çok alsın. Yanına gideceği eski oruçlara katacağı, söyleyeceği çok şeyler bulunsun. Çağımız Müslümanlarının portresini eski çağ müminlerinin portrelerinin yanına çizecek ya, bizim öyle bir portremizi çizsin ki, ilerde gün olur ki, o portreyi bize gösterirler, utanmayalım o zaman ondan. Oruç geldi, ondan bize ölümsüz bir şeyler katılacak demektir. Giderken, bizden de ona ölümsüzleşecek birkaç şey katılmalı. Gzt podcast ekibinin hazırladığı, Ketebe Yayınları'nın sponsoru olduğu “Ramazan Yazıları” podcast'ini dinlediniz. Bugün sizlerle Üstad Sezai Karakoç'un, Sütun' adlı kitabında yer alan 'Oruç da Acıkır' başlıklı yazısını paylaştık. Bir sonraki podcastimizde görüşmek dileğiyle, hoşçakalın.