Podcasts about necip faz

  • 23PODCASTS
  • 89EPISODES
  • 9mAVG DURATION
  • 1MONTHLY NEW EPISODE
  • Feb 26, 2025LATEST

POPULARITY

20172018201920202021202220232024


Best podcasts about necip faz

Latest podcast episodes about necip faz

Turkish Stories
ANNECİĞİM / Türk Şiiri

Turkish Stories

Play Episode Listen Later Feb 26, 2025 0:42


ANNECİĞİM Ak saçlı başını alıp eline, Kara hülyalara dal anneciğim! O titrek kalbini bahtın yeline, Bir ince tüy gibi sal anneciğim! Sanma bir gün geçer bu karanlıklar, Gecenin ardında yine gece var; Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar, Yaşlı gözlerinle kal anneciğim! Gözlerinde aksi bir derin hiçin, Kanadın uyumuş, çırpınmak için; Bu kış yolculuk var, diyorsa için, Beni de beraber al anneciğim! Necip Fazıl KISAKÜREK

Mevlana Takvimi
ÖĞREN YAŞA, ÖĞRET YAŞAT! - 05 ARALIK 2024 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Dec 5, 2024 2:59


Yakın tarihimize damga vuran gençlik teşkilatı Milli Türk Talebe Birliği'nde 1971'de başlayan dönemde kurumsal/kitlesel faaliyetler yanında kişisel gelişime de çok önem verilmiş; “İslâm'ı öğren, yaşa; öğret, yaşat” düsturu hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Günümüzde ülkemizin yönetiminde ve önemli görevlerdeki pek çok kişi Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında İslâmî değerleri, teşkilatçılığı, birlik ve bareberliğin getireceği neticeleri öğrenmiş ve meyvesini toplamıştır. MTTB'nin Bozkurt olan amblemi 1976 yılında kitap (Kur'an) ile değiştirilmiştir. 1971-80 arası dönemde Fetih Mitingleri düzenlenmiş, Ayasofya'da defalarca namaz kılınmıştır. 56. Dönem Faaliyet Raporundan: “13 Mayıs 1977 Cuma günü 500 kadar, 26 Mayıs 1977 Perşembe günü 1000'i aşkın MTTB'li genç Ayasofya'da namaz kıldı. Namazın, basında akisleri büyük oldu.” Milli Türk Talebe Birliği, 80'lere gelindiğinde, “MTTB vagon olamaz, lokomotiftir” anlayışını tamamen yerleştirmiş, Türkiye çapında 250 civarı şubesi bulunan, Necip Fazıl'ın deyimiyle “madde ve manaya hâkim”, gönüllere girmiş kitlesel bir gençlik hareketi hâline gelmiştir. Nihayet 12 Eylül 1980'de yönetime el koyan askerî yönetim tarafından Milli Türk Talebe Birliği'nin faaliyetleri durdurulmuştur. Hatta 1980 darbesinin yapılmasının örtülü ancak temel sebebinin MTTB'nin önlenemez yükselişinin önüne geçmek olduğu bilinmektedir. Ancak bu ocak hiçbir zaman söndürülememiş, küllense de için için yanmaya devam etmiştir. Nitekim 80 ihtilâlinde MTTB kapatıldıktan sonra tüzüğü gereği, bütün mevcudiyeti ve misyonu MTTB'nin yan kuruluşu olarak 1971 yılında Muhterem Ömer Öztürk tarafından kurulan Fatih Gençlik Vakfı'na devredilmiş, böylece gençliği yetiştirmeye yönelik faaliyetler her şartta aralıksız sürmüştür. Fatih Gençlik Vakfı faaliyetlerini aynı çizgide devam ettirmektedir. (Detaylı bilgi: www.mttb.com.tr; www.fgv.org.tr)

Mevlana Takvimi
KURULUŞUNUN 107. YILINDA M.T.T.B. (MİLLÎ TÜRK TALEBE BİRLİĞİ) - 04 ARALIK 2024 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Dec 4, 2024 2:40


Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Osmanlı'dan günümüze, yakın tarihimizin en büyük gençlik hareketinin adıdır. 1916 yılında Daru'l Fünûn'da okuyan bir grup öğrenci tarafından kurulmuştur. 1931'e kadar kayda değer bir varlık gösteremeyen MTTB, bu yıllarda Teknik Üniversite talebesi olan Tevfik İleri'nin genel başkan olmasıyla faaliyetlerini artırmış, milli ve manevi değerlerin ağır bir kıyıma tâbi tutulduğu baskılarla dolu bu dönemde adından söz ettirmeye başlamıştır. Bu dönemdeTevfik İleri tarafından çıkarılmaya başlanan ve milletin aslî değerlerine üstü kapalı da olsa kısmen değinmeye çalışan “Birlik” Gazetesi, yüksek trajlara ulaşmaya başlayınca, 1933'te hükümet tarafından derhal yayından kaldırılmış, ancak 14 sayı çıkarılabilmiştir. 1936 yılında kapatılan MTTB, 1946 yılında bir grup gencin müracaatıyla yeniden açılmıştır. Bu yıllarda bazı nümayişlerle, milli refleks MTTB tarafından ayakta tutulmaya çalışılmış ancak 1960 darbesini kurum olarak açıktan destekleyecek kadar sistemle entegre bir çizgide faaliyet yürütülmüştür. Bu arada çalkantılı dönemler yaşayan MTTB, 1965 senesinde yeniden milliyetçi-muhafazakar söylemler benimsenmeye başlamıştır. Bu dönem, Milli Türk Talebe Birliği'nin sol kesimden sağa bir geçiş dönemi olmuştur. Aynı yıllarda Milli Gençlik isimli dergi çıkarılmaya başlanmış, Peyami Safa, Necip Fazıl gibi isimler bu dergide yazı yazmışlardır. 1971 yılına gelindiğinde ise Ömer Öztürk'ün genel başkan seçilmesiyle Milli Türk Talebe Birliği'nde yepyeni bir dönem başlamıştır. Milli Türk Talebe Birliği artık günden güne daha çok gence hitap eden kitlesel bir gençlik hareketi haline gelmiş ve gençliğin sokaktan, slogandan, anarşiden koparılıp; eğitime, ilme, kültürel faaliyetlere çekildiği bir dönem olmuştur. (Devamı yarınki yaprakta) (Detaylı bilgi: www.mttb.com.tr; www.fgv.org.tr)

Gerçek gazetesi
Başyazı: Onurlu gelecek için onurlu yürüyüş (Ekim 2024)

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Oct 11, 2024 4:35


Yazın çiftçilerin traktör motorlarının gürültüsünün kapladığı yollarda işçilerin ayak sesleri duyuluyor şimdi! Fernas maden işçileri çalışırken ölmek istemiyoruz diyerek Soma'dan Ankara'ya yüzlerce kilometreyi yürüyerek ovaları geçiyor tepeleri aşıyor. Sendikalı oldukları için işten atılan Eker işçileri işe geri dönmek ve sendika hakkını savunmak için Kemalpaşa'dan Bursa'ya yolları arşınlıyor. İktidarın kemer sıkma politikası yüzünden eğitim-öğretim yılına pislik içindeki okullarda giren eğitim emekçileri, öğrenciler, veliler eğitimden tasarruf olmaz diyerek yürüyor. Aylardır verdikleri mücadeleyle direnişin simgesi haline gelen Polonez işçileri direnişlerini büyütüyor, Anayasal hakları için yollara düşüyor. Elba Bant, As Plastik, MKB Rondo, Tarkett Zemin, Mersen işçileri grev çadırlarından iş, aş, hürriyet yürüyüşüne katılıyor ve güç katıyor. Onlar öncüler. Yolu açıyorlar. Yürüyen işçiler haykırıyor: “Ankara Ankara duy sesimizi!” “Bu gelen işçinin ayak sesleri!”. Ankara işçilerin ayak seslerini duymuyor mu? Ankara'nın gözü Amerikan dolarında, kulağı İngiliz Mehmet'te… İngiliz Mehmet Ankara'da emperyalist sermayenin ısmarladığı işçi düşmanı Orta Vadeli Program'ın kerametlerini anlatıyor. Ankara yollarında “madende can güvenliğimiz yok” diyerek yürüyen Fernas işçilerinin patronu AKP milletvekili Ferhat Nasıroğlu, İngiliz Mehmet'in yanında oturmuş “Sayın Şimşek'in Orta Vadeli Programı, ekonomiye ve piyasalara güven veriyor” diye konuşuyor. Necip Fazılcıların iktidarında işçiler “öz vatanında parya” muamelesi görürken 1.500 kilometre ötedeki Ürdünlü Siniora Food (Polonez) patronu, 2.000 kilometre ötedeki Avusturyalı Rondo patronu, 3.000 kilometre ötedeki Fransız Andros (Eker) ve Mersen patronu Ankara'nın tepelerine bir telefon kadar yakın. İşte Ankara'nın ülkeyi yönetirken kurduğu düzen bu! Sermayenin önünü açan, işçinin emekçinin, ezilenin ensesinde boza pişiren, Anayasa'nın dahi halı niyetine sermayenin ayaklarının altına serildiği, Anayasal haklarını savunan işçinin, polisin jandarmanın postallarıyla tekmelendiği bir istibdad rejimi bu… Elbette ki bu düzenin sahipleri, işçinin ayak sesini duymazlıktan gelecek. Ama işçi, emekçi, köylü bu sesi duymalı. Öncü olan ve yolu açan işçilerin ardında bu hak yürüyüşüne katılmalı. Elbette ki bu düzenin sahipleri, işçinin emekçinin karşısına barikatlar kuracak. Yürüyenler artmalı ayaklar yere daha sert vurmalı. Barikatlar aşılmalı. Elbette ki bu düzenin sahibi bir avuç azınlık, biz emekçi çoğunluğu ırkçılıkla, mezhepçilikle, her türlü ayrımcılıkla bin parçaya bölmeye çalışacak. Patronların kartellerine ve paranın kalleşliğine karşı işçilerin birliği ve halkların kardeşliği ile çıkmalı! Ayrı gayrı bitmeli. Ayşe ile Zeynep, Baran ile Alperen el ele vermeli, omuz omuza yürümeli! Elbette bu düzenin sahipleri, aramızdan kendine işbirlikçiler bulacak. İçimizden çıkanları bize karşı kullanmaya çalışacak. Her şeye rağmen işçi-emekçi, sendikasına üye olmalı, sahip çıkmalı, denetlemeli! Gerektiğinde sendika başkanını da önüne katıp yürümeli! Türk-İş'i, DİSK'i, Hak-İş'i, Kamu-Sen'i, KESK'i, Kamu-İş'i, memleketin mühendis, mimar, tabip odaları, baroları ayrı ayrı değil birlikte meydanlara inmeli! Birleşik İşçi Cephesi ile genel greve, genel direnişe gitmeli! Böylece iş, aş, hürriyet haykırışını, duymayan kulaklara duyurabilir, görmeyen gözlere gösterebiliriz! Böylece işçi düşmanı Orta Vadeli Program'ı çöpe atabilir, İngiliz Mehmet'i “Go Home” diyerek Londra'ya evine gönderebiliriz. Böylece krizin faturasını, krizi yaratan patronlar sınıfına ödetebiliriz. Böylece memleketin boynundaki emperyalist zincirleri kırabiliriz. Böylece işimize, aşımıza sahip çıkabilir, hürriyete kavuşabiliriz. Grevci, direnişçi işçilerin haykırdığı gibi ancak böyle bir mücadele ile çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakabiliriz!

Maksat 114
Anne Baban Senin Cennetin Veya Cehennemindir

Maksat 114

Play Episode Listen Later Oct 3, 2024 38:52


Merhaba arkadaşlar, İsra Suresi'ndeki ayetleri ele aldığımız; kısaca, şefkatin beş mertebesini, "onlara öf bile deme" ayetinin ne anlama geldiğini ve Peygamber Efendimiz'in (a.s.m.) anne baba hakkı konusundaki hadislerine yer veriyoruz. #annebabahakkı #şefkat #anne #baba #babahakkı #risaleinur #itaat #mektubat * Video Linki: https://youtu.be/v8PMlJBN2-U * Bölümler: 0:00 Giriş 0:43 Dinlerken Bunlara Dikkat Et 02:00 Kur'an'da Anne Baba Hakkı İle Alakalı Geçen Ayetler 05:42 Şefkatin Beş Mertebesi 06:40 “Öf Bile Deme” Ayeti Ne Anlama Geliyor? 10:20 Üzerimizde En Fazla Hakkı Bulunanlar 11:05 Baba Hakkı İle İlgili Efendimizin (a.s.m) Söylediği Hadis 12:19 Anne Babaya Her Koşulda İtaat Edilmeli Mi? 18:35 Evladına Hakkını Helal Etmeyen Anne 20:30 Anne Babanın Ölmelerini İstemek 22:50 Necip Fazıl'ın Anne Kalbi Metaforu 23:21 Anne Babaya Bakmanın Kazandırdığı 3 Şey 30:24 Senin Evladın Da Sana Bakmayacak 31:00 Hz. Musa'nın Cennetteki Komşusu 34:00 Veysel Karani'nin Kıssası 37:43 Onlar Sana Allah'ın Emaneti * Fatih Toprakoğlu * Takip Etmeyi Unutma: Instagram: @maksat114bursa⁠ YouTube: @maksat114 Spotify: Maksat 114 ⁠X: @maksat114bursa⁠⁠

Yeni Şafak Podcast
YUSUF KAPLAN - Çorum kampımız da rüya gibi geçti “beşinci mevsim” gibi… (2)

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Sep 1, 2024 8:18


MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu), ülkemizde sadece eğitimin nasıl bizim medeniyet dinamiklerimizden beslenerek birinci sınıf, kabına sığmaz, yeni ve parlak nesiller yetiştirilebileceğini gösterme çabası değil, aynı zamanda ve esas itibariyle Türkiye'de omurga bir gençlik, fikir, kültür ve sanat hareketi olabilecek kapsamlı ve uzun soluklu bir hakikat medeniyeti inşa etme yolculuğu, kaygısı, mücadelesi ve mücahedesidir. Bu nedenle, önce esaslı, üzerinde 40 senedir kafa patlattığım, benden önce de Cumhuriyet döneminde Necip Fazıl'ların, Sezai Karakoç'ların, Nurettin Topçu'ların, Cemil Meriç'lerin, Erol Güngör'lerin, İsmet Özel'lerin “Nasıl Müslümanca bir zihin ve zemin inşa edebiliriz?” sorusunun cevabının izini sürdükleri medeniyet meselesi üzerinde kafa yordukları bir hakikat medeniyeti mefkûresi geliştirme ve bunu zamanla adım adım hayatın her alanına nakşetme uzun yolculuğuna çıkmak kaçınılmazdı.

nas bu kaplan kamp gibi cumhuriyet inci orum necip faz sezai karako cemil meri
Mevlana Takvimi
MUHTEREM ÖMER ÖZTÜRK HAKKINDA SÖYLENENLER - 14 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Aug 14, 2024 2:20


Bir çınar düşünün… Gökyüzüne uzanan dalları, heybetli gövdesi, görünmeyen ama bu muazzam çınarı besleyen ve derinlere salınmış kökleri ile bir ulu çınar… Muhammedî (s.a.v.) kaynaktan sulanmış, sıddîkiyet nesebinden bahçıvanlar eliyle büyütülmüş bir çınar… Gölgesinden herkesin istifade ettiği böyle bir çınarın altında oturarak, çınarın tamamını resmetmenin değil, idrak etmenin bile imkânsız olduğu âşikârdır. Ancak bazı mühim kimselerin ifadeleriyle tarihe not düşmek istedik: “Ömer Öztürk kılavuzdur, En emîn ihvânımdır, mânen görevlidir.” (Hz. Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.)) “Hz. Sami Efendi hazretlerinin senin hakkında söylediklerini yazsaydım ciltler dolusu kitap ortaya çıkardı.” (Ömer Kirazoğlu (r.h.)) “Ömerciğim, mümkün olsa şu kalbimi çıkarıp sana verirdim.” (Necip Fazıl Kısakürek) “Türkiye'nin kaderinde söz sahibi olmasını beklediğimiz, MTTB'nin -Tevfik İleri'den sonra- saygı ile anılacak, ikinci genel başkanı Ömer Öztürk'tür.” (Mustafa Miyasoğlu) “Ömer Öztürk bir ekoldür.” (İbrahim Eken Hocaefendi) “Türkiye'de İslâmi gençlik hareketi Ömer Öztürk ile başlamıştır.” (Korkut Özal) “Sohbetlerinde bulunmak şerefine nail olduğum bu Allâh (c.c.) dostunun kırk küsür yıldır Kur'ân ve Sünnet'e aykırı bir davranışını görmedim.” (Prof. Dr. Erman Tuncer) “Ömer Öztürk, dinamik, kararlı, güven ve huzur veren kişiliği; gençliği, gündemin önünde taşıyan yönetim anlayışı; bilgi, görgü birikimi ile örnek alınacak bir şahsiyet olarak hayallerimize ve belleğimize işlendi. Kendileri, MTTB'yi gerçek kimliğine kavuşturan ve gençliğe yön veren unutulmaz genel başkan olmasından öte hepimiz için hâlen iyi bir “rol modeli” dir.” (Prof. Dr. Abdusselam Uluçam) (Misvak Neşriyat, Hak Yolda Kılavuz Ömer Öztürk

Yeni Şafak Podcast
DURSUN GÜRLEK - Babanzâde Ahmed Naim ailesi ve Necip Fazıl

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Aug 10, 2024 8:27


İçinde bulunduğumuz Ağustos 2024 tarihini esas alarak ifade edecek olursak, büyük İslam âlimi, Sahih-i Buhari Mütercimi, Darülfünun Felsefe Müderrisi, Mehmet Âkif'in aziz dostu, ahlak ve karakter âbidesi Babanzâde Ahmed Naim Bey, âhiret âlemine göç edeli tam 90 yıl oluyor. O, şimdi eserleriyle ve hatıralarıyla gönüllerimizde yaşamaya devam ediyor. Ben bu yazımda, Ahmed Naim'in babasıyla beraber diğer kardeşlerini de tanıttıktan sonra konuyu yine ondan söz ederek bitirmek istiyorum. Önce babasından başlayalım. İlim ve kültür dünyamıza yetiştirdiği evlatlarıyla büyük bir katkıda bulunan Babanzâde Zihni Paşa, son devrin ünlü ilim ve idare adamlarından biridir. Bağdatlı meşhur Baban ailesinden olup, Süleymaniye'de doğmuş, Bağdat'ta okumuştur. Mithat Paşa valiyken mühürdarlığını yaptı. Sonra Bağdat mektupçusu oldu. Birçok mutasarrıflıklarda; Adana, Yanya ve Hicaz valiliklerinde bulundu. “İlim ve İslam”, “Mikyâsü'l-Ahlak”, “Kûvây-ı Maneviyye” , “İslam'da Hilafet” isimli eserleri vardır. İstanbul'da vefat etti ve Edirnekapı Mezarlığına defnedildi. Oğullarından İsmail Hakkı Bey, Bağdat'ta dünyaya geldi. Galatasaray Lisesi ile Mülkiye Mektebinde okudu. Hukuk Mektebinden de diploma aldı. 1908'den sonra Tanin gazetesinde yayınladığı siyasi makalelerle tanındı. Milletvekili ve bir ara da Milli Eğitim Bakanı oldu. Mülkiye Mektebiyle Hukuk Mektebinde Hukuk-ı Esasiye dersleri okuttu. Ali Reşad Bey'le birlikte “Bismark ve Dreyfus” adlı iki eser neşretti. Hukuk-u Esasiye kitabı da yayınlandı. 1913'te Mülkiye Mektebinde ders verirken bir beyin kanaması sonucu sınıfta vefat etti ve Bayezid Camii haziresine defnedildi. Öldüğünde 35 yaşındaydı. Babanzâde İsmail Hakkı Bey, mebus iken kâtiplik görevinde bulunan merhum Abdülaziz Mecdi Tolun, yoklama için kürsüye çıktı. İsimleri okurken İsmail Hakkı Bey'in sırasına gelince yanlışlıkla veya latife olsun diye Babanzâde'yi “Yabanzade” şeklinde okudu. İsmail Hakkı Bey de bu hatayı derhal “Babandır!” itirazıyla düzeltti.

Yeni Şafak Podcast
MEHMET METİNER - Öz güvenimiz tam olsun, kendi gövdemiz üzerindeki de kendi başımız olsun!

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 30, 2024 4:23


Öz güvenin olmadığı yerde hezimet kaçınılmaz olur. Hezimeti derinleştiren şey öz güven yoksunluğudur. Öz güven, kendini bilmektir. Kendindeki gizil gücü bilmektir. Kendinden başkasına güvenmemek veya kendinden gayrısına yaslanmamak değildir. Kendi başına buyrukluk değildir. Kendine tapmak hiç değildir. Öz güven üstad Necip Fazıl'ın dediği gibi, “Kim var?” diye sorulduğunda, sağına ve soluna bakmadan “Ben varım!” diyebilmektir. Hep söyledim. Burada bir kez daha yinelemekte fayda görüyorum. Recep Tayyip Erdoğan'ın bu ülkede yaptığı en büyük devrim “öz güven devrimi”dir. Bu ülkenin insanlarına evvela “Ben varım!” akabinde de “Biz varız!” dedirten bir devrimdir bu. Zihinde başlayan bu devrim, yürekte kök salar ve bedenin tüm uzuvlarıyla dimdik ayakta durmanızı sağlar. “Ben”in “Biz”e dönüşmesi öz güven devriminin doruk noktasıdır. 2019'da başlayan ve 2023'te gözle görülür hale gelen bir husus, Erdoğan'ın kazandırdığı bu devrimin giderek yok olmaya doğru evrilmesidir. Bunun sebeplerini tek tek analiz etmenin yeri burası değil elbet. Sadece başat bir sebebi hatırlatmakla yetineyim: Öz güvenin süreç içinde kibre dönüşmesi. Hep kazanmak, ne yaparsak yapalım veya ne edersek edelim yine kazanırız kibrini beraberinde getirince, kaybetmenin verdiği manevî yıkım bu kez öz güven kaybına yol açtı. Gördüğüm o ki asıl yapılması gereken şey, Erdoğan'ın o başlardaki kurucu ruha uygun öz güveni yeniden güçlü bir biçimde aşılamasıdır. Sadece kazanmak için gelenlerin veya yalnızca iktidar ve güç devşirmek için yanaşanların gücün el değiştirme ihtimali karşısında sergilediği tutumlar da öz güven duygusunu aşındıran faktörlerin başında geliyor. Bu tür insanların tepelerde bir yerlerde olmaları veya itibarlı unvanlara sahip olmaları haliyle tetikleyici bir faktör oluyor. Gördüğüm o ki en büyük sorunumuz giderek ete kemiğe bürünen öz güven yitimi sorunudur. Bu sorun, ancak o kurucu ruhun ete kemiğe büründürdüğü ve dolayısıyla manevî-moral değeri güçlü olan bir siyasi solukla aşılabilir. Bu siyasi solunumun aktörleri elbette çok önemlidir.

Yeni Şafak Podcast
YASİN AKTAY - Kurt Olsa Yapmayacağı Taksimler Ve Müslümanların Rolü

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 13, 2024 7:03


Geçtiğimiz günlerde ekranlara, belki de gazete sayfalarına düşen bir haber: “Dünyanın en zengin % 1'i dünya gelirinin % 45 'ini alıyormuş. Dünyanın % 99 ise kalan % 55 'i alıyor.” Çok özgün, kimsenin bilmediği bir bilgi vermeyen haberlerden, yani bir tür malumu ilam haberlerden. O yüzden kaynağını vermeyi gerekli görmüyorum. Bu tür haberler sıkça başka rakamlarla, başka çarpıcı örneklerle yaşadığımız dünyanın adaletsizliği üzerine bir gerçeği her zaman yüzümüze vurur. Bu durumu en çarpıcı biçimde Necip Fazıl'ın isyankâr şiiri ifade etmiştir belki de: “Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul; Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa”. Yaşadığımız dünyanın gelir adaletsizliği konusundaki bu çarpıcı durumu her türlü muhalefeti, hatta isyanları da hak ediyor. Tabi sistemi bu denge üzerine kuranlar, parayı ellerinde tutanlar sistemin bu şekilde yürümesi için gerekli tedbirleri almakta da o ölçüde mahirler. Gelirden düşük payları alan daha büyük kalabalıklar birleşse dersiniz, isyan etse ve haklarını alsa… Bu fikir de her zaman cazip ve oldukça uyarıcı bir fikir olmuştur. Ama bütün mesele tabi bu kalabalıkları birleştirmekte, bilinçlendirmekte, payın büyüğünü alan küçük azınlığa karşı harekete geçirmekte. 19. Yüzyılda bu adaletsizlik belki daha çarpıcı bir hal almış olmalı ki bu durumu düzeltmeyi misyon edinen bir sosyal bilim literatürü oluşmuş, sosyal bilim yapmakla kalmamış, yani dünyayı yorumlamakla kalmamış bir de önüne geçip yönlendirmeye, değiştirmeye kalkışmış. Marx bu eşitsizlikleri düzeltme misyonuna soyunmuş ve bütün dünya işçilerini birleşmeye ve insanları iliklerine kadar sömüren kapitalizme karşı ayaklanmaya ve bilahare eşitliğe dayalı bir sistem kurmaya davet etmiştir. Ancak bu davetine ilk icabet eden kitlelerinin Bonapartizme gelip takılmasının trajikomik tarihsel anlatımını yapmak da ona nasip olmuştur. Tarihsel şartlar yeterince olgunlaşmamıştır, o yüzden zamanından erken bu ayaklanmaların bu tür sonuçlar doğurması kaçınılmazdı. Bunun doğru zamanı neydi? Bu adaletsizlikler ne zaman tam olarak giderilecekti? Giderilinceye kadar yaşanacak olan zulümler, sömürüler, haksızlıkların hesabı ne olacaktı? Bu sorular tabii ki Marx'ı fazlasıyla aşacak metafizik sularda gezinmesini gerektirecekti. Yukarıda zikrettiğim bu rutin sayılacak haberin paylaşıldığı bir whatsapp grubunda çok değerli bir entelektüel-akademisyen dostumuz yine bu tür bahislerin rutin sayılabilecek bir sorusunu veya uyarısını tekrarladı: “Aslında bu tablo, alternatif bir medeniyet iddiasındaki Müslümanların gelir dağılımı adaletsizliklerine odaklanmaları gerektiğine işaret ediyor. Ama ne yazık ki gelir dağılımı adaletsizliğinin en yüksek olduğu yerler Müslüman coğrafyalar ve Müslüman münevverin hiç dikkatini çekmiyor bu konu.” Müslümanların medeniyet iddiasında olmaları oldum olası mesafeli olduğum bir söylem biçimi. Aslında bir medeniyet Müslümanların tarihsel mücadeleleri, vizyonları, pratikleri ve imkanlarıyla orantılı bir sonuç olarak ortaya çıkar. Tarihte Müslümanlar medeniyet(ler) de kurmuşlardır nitekim. Ama bir medeniyet kurmak için yola çıkmak, bir medeniyet iddiasında bulunmak bambaşka bir şey ve bunun bir İslami hareketin söyleminin merkezinde olmasını tasavvur edemiyorum. Peygamberler kula kulluğa ve onun ürettiği bütün haksızlıklara, zulümlere karşı çıkmışlardır, ilk etapta yıkıcı bir misyondur bu ve bütün yıkıcı misyonlar gibi şiddetli bir dirençle, cezalandırmayla karşılaşıp çoğu sadece uyarılarını yapıp gitmişlerdir. Medeniyet belki ancak muhtemel bir sonuçtur, hedef değil. Gelir adaletsizliğine odaklanmak ise elbette Müslümanların en önemli misyonlarından biri.

Yeni Şafak Podcast
Aydın Ünal - Var git ölüm

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jun 17, 2024 4:44


“Ağızların tadını kaçıranı çokça hatırlayın” diyor Efendimiz. “Ağızların tadını kaçıran”, yani ölüm. İnanan için vuslattır ölüm, yeni bir başlangıçtır, “düğün günüdür”, Hakk'a kavuşmak, Rahman'a yürümek, Hay'dan Hû'ya gitmek, öze, toprağa dönmek, misafirlikten çıkmak, fanilikten kurtulmak, dünya sürgününü tamamlamak, asude bir bahar ülkesine yerleşmektir. İnanmayan için ise bitiş, tükeniş, son, çürüyüş, yok oluştur; yine de şüphedir, tereddüttür, belirsizliktir. İster inansın ister inanmasın, insan için ölüm tatsızdır. Mahiyeti bilinmez yolculuktur. Dünya nimetlerinden, maldan, mülkten, dünyevi zevklerden, güvenli alandan, alışkanlıklardan kopuştur. Korkutur, çünkü ölüm hesaba, mahkeme-i kübraya açılan kapıdır. Bir meşakkatli yolculuktur. “Ölümden ne korkarsın / Çünkü Hakk'a yararsın / Belki ebedi varsın / Ölmek fasit işidir” dese de Derviş Yunus, “Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” dese de Necip Fazıl, “Ölüm: Ebedi diriliş” dese de Sezai Karakoç, geride kalan için hazindir ölüm. İnsanoğlu ölümsüzlüğün sırrını aradı durdu. Lokman Hekim iksiri suya düşürmese ya da eline yazdığı formül yağmurla silinmese, ölümsüz olur muydu insan? Olmazdı. Ölüm var ki hayat var. Gılgamış'ın öldüğünü, Deli Dumrul'un ölmemek için çırpındığını, Karacaoğlan'ın “Var git ölüm” duasının tutmadığını, dünyanın Sultan Süleyman'a dahi kalmadığını gören insan umudunu kesti ölümsüzlükten. Kesti ki yaşamaya başladı o an. Modern insanın bilimi de çare bulamadı ölüme; hatta ölümü açıklayamadı bile. Çaresizlik ve cevapsızlık modern insanı ölümü unutmaya, unutturmaya sevk etti. “Hiç ölmeyecek gibi yaşamak” duygusunu yerleştirdi insana. Ölümü öteledi modern insan, kendinden uzaklaştırdı. Kapının, sokağın, şehrin dışına itti ölümü. Ölümü kendisine değil, başkasına yakıştırdı.

Yeni Şafak Podcast
MEHMET ŞEKER - Kahvehane Deyip Geçemeyiz

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 21, 2024 4:07


Eyüp Sultan Camii avlusunda toplanmıştık. Önümüzde bir tahta at, üstünde yeşil örtü, içinde mütebessim uzanmış bir efsane; kendini Necip Fazıl'ın “azat kabul etmez kölesi” sayan Hilmi Oflaz vardı. Hepimizin Hilmi Amcası. 1998 Mayısının 15'iydi. Hoca sordu “Nasıl bilirdiniz?” Cevap belli. Elbette iyi bilirdik. Hem de çok iyi… Saf hâlindeydik. “Er kişi niyetine” el bağlamıştık. Gözlerim yaş içindeydi. Dokuz gün önce vefat eden babamın cenazesinde tuttuğum pınar gözeleri bu defa durmuyordu. Hem ona ağladım, hem babama, hem kendime. Sonra Hilmi Amcamızı Haliç'e bakan yamaçta üstadının yanına defnettik. Aradan ne çok sene geçmiş. Çeyrek asırdan bir fazlası. Yeni Şafak Pazar Ekinde bu hafta Ayşe Olgun'un Hilmi Oflaz sofra geleneği hakkında yaptığı haber ne güzeldi. Görmeyene tavsiye ederim. (https://www.yenisafak.com/hayat/her-fikre-acik-sofra- 4621811) * Kahvehane, sadece kahve içilen yer değildir. Başka şeyler de içilir. Kıraathane, sadece gazete, kitap, dergi okunan yer değildir. Çok daha fazlasıdır. Sosyal hayatın vazgeçilmez unsurudur o mekânlar. Kahve deyip geçemeyiz. Kültürün merkezidir. Sohbet edilir, çay içilir, tartışılır, kavga bile edilir. Oturulup sessizce düşünülür, efkâra dalınır. Hilmi Oflaz sofrası da kurulur. Zeytin, peynir, domates ekmek ile başlar, pideye ve kebaba kadar çıkar. * Küllük varmış bir zamanlar. Orayı göremedik, kayda geçen hatıralardan ve fotoğraflardan biliriz. Ardından Marmara Kıraathanesi... İlkin, bilmeden, yolumun üstünde olduğu için girmiştim. Sonra birkaç defa daha uğradığım oldu. Ama bizim kuşağın asıl mekânı Erenler adıyla bilinen Çorlulu Ali Paşa Medresesiyle başlar. 80'li yılların ortasında bir gün Selman Cahit ve Haluk Taşkale'yle beraber gitmiştik. Müdavim oluşumuz 90'ların ilk yıllarındadır. Ankara'dan ayrılırken Nihat Genç “Erenler'e uğra, İlhami Atmaca'yı orada bulursun” demişti. * Öyleydi, kimi ararsak, orada bulurduk. Şair, yazar, öğrenci, yayıncı, işsiz, işçi, memur, esnaf fark etmez… Kim bizi ararsa, orada bulacağını bilirdi. Her akşam uğradığımız yerdi. Yazın bahçede, şadırvan etrafında, kışın yüksek kubbenin ve hep aynı sisin altında. İlk uğradığımda İlhami'yi bulamadım ama İbrahim Kiras, Ebubekir Kurban, Şaban Abak, Nusret Özcan ve tek tek saymaya bu sütunun elvermediği pek çok arkadaşı buldum. * Çorlulu zamanla turistik bir kimlik kazandı. Geleni gideni çoğaldı. Şef garson İsmail Abi eskilere rastlayınca akrabasını görmüş gibi davranır oldu. Bir gün Mustafa Kutlu, “Gel bakalım” dedi. Hemen yan taraftaki Sinan Paşa Medresesine girdik. İçeriden yüzlerce kamyon toprak çıkarılıyordu. İlesam lokali olarak açıldı. Bizim ekip, garson Muhittin'le birlikte oraya taşındı. Onu Çorlulu'dan çalmıştık. Medresenin yarısı da Balkan derneklerine aitti. Hilmi Oflaz sofraları oradayken başladı. Birkaç kişiden yardım alarak sofrayı donatır, herkese ikram ederdi. En başta öğrenciler gelirdi elbette. Hatta diyebiliriz ki o sofralar, taşradan gelmiş üniversite öğrencileri için kurulurdu. Barış Abinin dediği gibi, alnı açık, gözü toklar baş köşeye buyururdu. * Gün geldi Sinan Paşa kapandı. Az ilerideki Türk Ocağı'na taşındık. Aynı zamanda Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi olan Kızlar Ağası Medresesi'ni mekân tuttuk. Sanki bir el bizi ileriye doğru sürüyordu. O günlerde Mustafa Kutlu'ya şöyle demiştim: “Ağabey, bu gidişle bizi denize dökecekler.” Yanlış değil, denize döküldük sayılır. Karşı kıyıdan da çıktık, Çamlıca'ya ulaştık. Onun öncesindeyse yıllarca Süleymaniye'deki Antik Kafe'de toplanıldı. Arada Mevlâna İdris'in Eski Kafa'sını da unutamayız tabii. * Akademisyen Ahmet Uysal, İstanbul'daki bu kahvehane geleneğini, uzun süren çalışma sonunda, insan, mekân, tarih perspektifi ve “Ben de Çay Parası Ödüyorum” ismiyle kitaplaştırdı.

Mevlana Takvimi
2. ABDÜLHAMİD HÂN'IN DUÂSI - 30 MART 2024 - MEVLANA TAKVİMİ 2024

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Mar 30, 2024 2:44


“Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helâl etmiyorum! Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar, sarayımı yaksalar, hanümanımı, hanedanımı söndürseler, çocuklarımı gözümün önünde parçalasalar helâl ederdim de, Sevgili (s.a.v.)'in yolunda yürüdüğüm için beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helâl etmem! Allâhım! Mukaddes isimlerine kurban olduğum Allâhım! Ya Âdil! Adaletinle tecelli edersen hepimiz kül oluruz! Bize acı! Resûlü'nün, Sevgili'nin, Kainatın Efendisi (s.a.v.)'in nûrunu kaydeder gibi olduğu için bu hale gelen millete, râhmetinle, fazlınla, lütfûnla tecelli et! Yâ Kâdir! Kundaktaki yavruyu gagasına almış, kaçıran leş kuşunu düşürüp çocuğu kurtarmak ancak senin kudretine sığabilir. Leş kuşlarının gagasında kundak çocuğuna dönen milletimi kurtar Allâhım! Ya Ma‘bud!.. Ömrümde tek vakit farz namazı kaçırdığımı hatırlamıyorum! Ama tek vakit namazım olduğunu iddiaya da nefsimde kuvvet bulamıyorum!.. Huzurunda eğileceğime kaskatı kalıyorum ve duâda ruh teslim edeceğime yatağımda kıvranıyorum! Sana kulluk gösteremeyen bu kulunu affet Allâhım! Eğer, yılları tesbih dizisince süren hükümdarlığımda seni bir kere anabildim, Resûlün (s.a.v.)'e bir an bağlanabildimse, duâmı, o bir kere ve bir an yüzü suyu hürmetine kabul et! Yâ Sübhân! Şu titrek elleri, Kıyâmet gününde sana; “Ümmetim, ümmetim!” diye yalvaracak olan Habîbi (s.a.v.)'in eteğinde, şimdi; “Milletim, milletim!” diye dilenen bu ihtiyarın duâsını geri çevirme! Milletimi evvelâ “Ba'sü ba'de'l-mevtsiz” bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahte kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasib eyle!..” (Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hâkan)

Yeni Şafak Podcast
ÖZGÜR BAYRAM SOYLU - İstanbul'da Seçim Rüzgarları

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Mar 15, 2024 5:12


“Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” dizeleri gibi nicesine mazhar olmuş, Yahya Kemal'den Orhan Veli'ye, Nurullah Genç'ten Necip Fazıl'a, Cahit Sıtkı'dan Attila İlhan'a, nice şaire nice şiire ilham olmuş zamanın eskitemediği anılarla dolu İstanbul. Tarih ve modernitenin eşsiz buluşmasına ev sahipliği yapan, boğazın iki yakasına uzanan, her köşesinde farklı bir hikaye anlatan bu büyülü şehir bugün yerel seçim atmosferine unutulmaz bir iz bırakmaya hazırlanıyor. PROFİL İSTANBUL 31 Mart seçimlerine giderken şehrin seçmen profili büyük önem taşıyor. %50,6'sı kadın seçmenden oluşuyor İstanbul'un. Şehrin geleceğini aydınlatma ve şehrin nefesi olma sorumluluğu ev kadını ya da çalışan statüsü ne olursa olsun gözlerinde sonsuzluğu barındıran kadınlarda. İstanbul'da 18-24 yaş arası seçmen oranı %14,5 seviyelerinde iken 25-44 yaş aralığındaki seçmen oranı %46,8 düzeyinde. 45-64 yaş aralığı seçmen oranı %29,2 ve 65 yaş üzeri seçmen oranı %9,5. İstanbul'un kaderini %14,5'lik mobilize genç seçmen ile %21'lik sosyal refah ve ekonomik durum kıskacındaki 55 yaş üzeri dalgalı, kararsız ve protest seçmen belirleyecek. İstanbul seçmeninin %49,4'ü ilk ve ortaokul, %26,8'i lise, %20,6'sı lisans ve %3,2'si lisansüstü mezunu. Lisans ve lisansüstü mezunlarının yoğun olarak yaşadığı sosyal ağlara yönelik içerik ve kampanyalar diğer seçmen gruplarında karşılık bulmuyor olabilir, hatta bu içeriklerden habersiz dahi olabilirler. Özellikle sosyal medyanın kontrolü ve gücünü elinde bulunduran ancak seçmenin dörtte birini oluşturan bu kitlenin rüzgarına kapılmak 14 Mayıs öncesinde olduğu gibi büyük dramları beraberinde getirebilir. SEÇİM İSTANBUL Seçmen yarın seçim olsa, ideoloji, ekonomik durum ve sosyal refah, şehir yönetimi ve alt yapı hizmetleri, kampanya stratejileri ve adayların imajının ortaya çıkaracağı etkilerden büyük oranda etkilenme potansiyeline sahip. Ayrıca sosyal ve kültürel dinamikler de bu süreçte etkili olma kapasitesini taşıyor. İstanbul seçmeni, şehir yönetim ve alt yapı hizmetlerini unutan ve unutturan, kampanya stratejisi ve aday imajı üzerine kurulu bir iletişim kampanyası ile ulaşım ve kentsel dönüşüm alanında Çilesiz İstanbul vaat eden bir kampanya arasında tercihini yapacak. Kentsel dönüşüm ve alt yapı hizmetlerinin yanı sıra sosyoekonomik faaliyetler ve çevre düzenlemelerine dayalı engelsiz bir şehir vaadi ve toplumun tüm kesimlerinde karşılık bulan hizmet anlayışı eşsiz İstanbul'a olan desteği giderek artırıyor. Hal böyle olunca seçmen gözü yollarda olduğu için kendini de yollara döken ulaşım anlayışını, Cumhurbaşkanı yardımcılığı oyununda “aramızda kalsın kazanıyoruz” tiyatrosunu sergileyen kandırmaca anlayışı test etmeye hazırlanıyor.

Yeni Şafak Podcast
DURSUN GÜRLEK - Cinayet Mahkemesi Reisi Hilmi Bey Ve Necip Fazıl

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Feb 18, 2024 8:51


Eskilerin bildiklerini, duyduklarını, gördüklerini dile getiren eserlerini ben de büyük bir zevkle okuyorum. Bu minval üzere kaleme alınan eserlerden bazılarını, Ali Fuat Türkgeldi'nin “Görüp İşittiklerim”, Lütfi Simavi'nin “Sultan Mehmed Reşad Han'ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim”, Çankırılı Hacı Şeyhoğlu Ahmed Kemal'in “Görüp İşittiklerim”, Münevver Ayaşlı'nın “İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim” değerli dostumuz Turan M. Türkmenoğlu'nun “Sahaflar Çarşısında Görüp İşittiklerim” isimli kitapları teşkil ediyor. Yine bu tarz üzere kaleme alınan “Bildiklerim” isimli eser de Kilisli Rıfat Bilge imzasını taşıyor. Bu zat kültür tarihimizin önemli isimlerinden biridir. Kitabiyat ve lisaniyat âlimi olarak bilindiği gibi, Osmanlı Arşivindeki tasnif hizmetleriyle de tanınmaktadır. Asıl mesleği muallimlik olan Kilisli Rıfat Bey kaleme aldığı birçok kıymetli eserin yanı sıra Şirazlı Şeyh Sadi'nin Bostan ve Gülistan'ını da Türkçemize kazandırdı. Ayrıca hatıralarını da 1945'te Yeni Sabah gazetesinde yayımladı. Bu tefrika daha sonra kitap halinde de basıldı. Ne yazık ki bu ilk baskı fena halde hazırlanmış olup okurken çok kılçıklı balık yer gibi epeyce zorlandım. “Bildiklerim”in bugünlerde yeni baskısı gerekli düzenlemeler yapılarak Büyüyen Ay Yayınları tarafından neşredildi. Ufak tefek tashih hatalarının dışında mükemmel bir hale getirildi. Fazla yer kaplayacağı için eserin muhtevasından bahsetmek istemiyorum, lakin şu kadarını belirtmeden geçemeyeceğim. Kitabın ilk konusunu “Divanu Lügati't-Türk ve Ali Emiri Efendi” teşkil ediyor. Eser, sırf bu bahis için okunmaya, hem de birkaç defa okunmaya değer. Bu hatıratta benim en çok dikkatimi çeken kısım ise “Mahkeme-i Cinayet Reisi Hilmi Bey” başlığını taşıyan bölüm oldu. Meğer bu zat Üstad Necip Fazıl'ın dedesi imiş. İlerleyen satırlarda bunu öğrenince yazıyı ikinci bir defa okuma ihtiyacı duydum. Kilisli Rıfat Bilge'nin hukuk tarihimizin pırlanta isimlerinden biri olan Hilmi Bey'i nasıl anlattığını ben de size nakledeceğim ama önce bu zatı torununun dilinden, Necip Fazıl'ın ifadelerinden kısaca anlamaya çalışalım. Üstad, dedesi hakkında en sağlam bilgileri “O ve Ben”de veriyor. Hilmi Bey, yukarıda da belirtildiği üzere, İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinaf Reisidir. Ve Maraşlı Kısakürekzadelerdendir. Abdülhamid'e atılan bomba hadisesinin tarihi muhakemesini yapmıştır.

Yeni Şafak Podcast
Ömer Lekesiz - Şair A. Ali Ural'ın şairleri

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Feb 9, 2024 5:19


Behçet Necatigil “Ne zaman bir şiir yazmaya kalksam önümde hep Ziya Osman Saba. İnsanın bir kaderi gibi, bir ya da ancak birkaç şairi olmalı.” diyerek sonlandırır Ziya Osman üzerine yazdığı dördüncü yazısını (Düzyazılar 1); böylece önce kendine bir had belirtir, sonra “insanın…olmalı…bir, birkaç” vurgusuyla birazcık artırır şiir zevkinden nasiplendiklerinin sayısını. Şair A. Ali Ural, “Şairin Şairleri” adlı kitabındaki (Şule Yayınları, İstanbul 2023) yazıları yazarken, zannetmem ki Necatigil'in bu sözünü ıskalamış olsun. Yoksa kitabını Yunus Emre'nin “Boncuk değil sır gözü / Gel gidelim ko sözü / Dostu görmez baş gözü / Ayrıksı basar gerek” deyişi ve “Ayrıksı bakış sahibi şairlere…” vurgusuyla “takdim ve tahkim” etmezdi. Fakat kendi adına, Necatigil'inki gibi seçimi açık etmemiş, oradaki “birkaç”ı da 27 şairin portresini birden yazmakla “biraz” aşmış. “Biraz” diyorum çünkü, “birkaç ve biraz”, bir sayıyı ima eder ama belirtmez. O halde, Ural'ın kendi şairlik haddince 26'sı birini, birisi 26'sını işaret edebilen şairlerin isimlerini -kitaptaki gibi vefat/hayat tarihleriyle sıralı olarak- zikretmek zorundayız: Ahmet Haşim, Mehmed Âkif Ersoy, Kemalettin Kamu, Orhan Veli Kanık, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Osman Saba, Yahya Kemal Beyatlı, Âsaf Hâlet Çelebi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nazım Hikmet Ran, Faruk Nafiz Çamlıbel, Aşık Veysel Şatıroğlu, Behçet Necatigil, Ahmet Muhip Dıranas, Necip Fazıl Kısakürek, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreya, Melih Cevdet Anday, Ece Ayhan Çağlar, Attila İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Gülten Akın, Ülkü Tamer, Sezai Karakoç ve İsmet Özel. Ural, vefat eden 26 şairi 6 ila 17 sayfa arasında işlemiş olmasıyla, Necatigil'vari seçimini öğrenmemize imkân vermiyor. Zira sayfa sayıları biraz da ilgili şairlerin hayat malzemesi ve şiir müktesebatıyla alakalı. Şairin Şairleri'ndeki son ve yaşayan tek isim -Rabbimiz ömrünü hayırla ziyade etesin- İsmet Özel. Ural'ın ona ayırdığı sayfanın sayısı 24'ten biraz fazladır! Zikrettiğimiz esasta bu sayının nasıl bir bağlama oturduğunu takdir etmeyi okurlara bırakmamız ise sanırım daha uygun olacaktır.

Ben Buradan Okuyorum
Bellek ve İnşa: Mehmed Âkif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç şiirinde tarih, coğrafya ve medeniyet

Ben Buradan Okuyorum

Play Episode Listen Later Feb 5, 2024 22:13


Mesut Koçak ile Bellek ve İnşa: Mehmed Âkif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç şiirinde tarih, coğrafya ve medeniyet üzerine konuşuyoruz. 

tarih mehmed medeniyet necip faz sezai karako
Yeni Şafak Podcast
Ömer Lekesiz - Yeni Şafak: Tarihe yazılırken tarihi yazmak

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jan 23, 2024 5:09


yeni Şafak otuz yaşında!” Bu, 23 Ocak 1995'te doğup, 29 yıl boyunca hem Türkiye'nin tarihine yazılmaya hem de o tarihi bizzat yazmaya talip olmanın en sade ifadesidir. Ve bu ifade aynı zamanda çileli bir ömrü, zorluklar içinde kat edilen bir dönemi yaşayanlar; toplumsal bir meseleyi, milli bir davayı omuzlarında taşıyanlar için söylenilegelen “Ancak yaşayan bilir” sözünün de bir karşılığıdır. “Kalem ol da yaz derdimi” derdi annem; yaşadığı zorlukların kaleme ve kelama sığmayacağını kastederek... Otuz yaşına giren Yeni Şafak'ın bu 29 yılda maruz kaldığı ya da tanığı olduğu ama ancak yaşayanlarının bilebileceği şeyleri, ayrıca kalem olup yazmaya kalkışmanın da bir hükmü yok üstelik. Zira Yeni Şafak bir günlük gazete olarak yaşanan bu ağır zamanın hem kalemi hem yazanı hem de yazılanıdır; anlamı kendisi olan bir ideogram, kendisini gören bir göz ya da kendi fotoğrafını çeken bir makine olmak gibi... Diğer bir söyleyişle kendini kendisine açarak kendi üstüne kapanan ve asıl kendi üstüne kapanmakla açılan bir mana ve eylemin adıdır Yeni Şafak! Şunu peşinen belirtmeliyim: Bir gazete çıkarmak evvelinde maddi bir eylem ve bir sermaye işidir, zahmeti çok ama kazancı yoktur. Bizde bu işe yönelenlerin “farkı” tam da buradan doğar. Onlar, Allah'a güzel borç vermeyi, O'na verdiklerinin ancak O'nun tarafından kat kat artırılarak kendilerine iade edileceğini ve ödüllerinin de cennet olacağını (Bakara 2/245; Hadid 57/11; Müzzemmil 73/20; Maide 5/12) bilenlerdir. Namık Kemal'in Hürriyet'i (1868), Filibeli Ahmed Hilmi'nin Hikmet'i (1910); Mehmet Akif'in Sırât-ı Müstakîm'i /Sebîlürreşâd'ı (1908); Necip Fazıl'ın Büyük Doğu'su (1943), iç-savaşın Yeni Devir'i (1977)... bu bilgiden doğmuştur. Yeni Şafak hem bu kervanın son halkası hem de öncekilerin maddi imkansızlıklarla ya da siyasal bakılarla yarım kalan hayallerinin tamamlanması, yürüyüşlerinin sürdürülmesidir. Diğer bir söyleyişle Yeni Şafak, Namık Kemal'in 1868 yılında açtığı bayrağın son yirmi dokuz yıldaki taşıyıcısıdır. Sahibinin niyetini böyle çevrelediğimize göre şimdi Yeni Şafak'ın istikametinden söz edebiliriz: Bizde gazete çıkarmak “Hadisata karşı Müslümanca bir tutum sergilemek isteyene; sözü olanın sözünü Müslümanca söylemesine” imkân sunmaktır. Nitekim dergilerimiz dahil bizim matbuatımız mazlumlara sahip çıkma, sesi boğulmak istenenlere ses olma, hakikati söyleme ehliyetine sahip olanları muhataplarıyla buluşturma özelliği taşırlar.

Yeni Şafak Podcast
Yaşar Süngü - Yeni şeyler

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 31, 2023 4:47


Bu nasıl bir dünyâ, hikâyesi zor; Mekânı bir satıh, zamânı vehim. Bütün bir kâinat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim... diyordu şairimiz Necip Fazıl.  Gazzeli kadın bombayla yıkılan evinin önünden dünyaya böyle sesleniyor: “Boyun eğmeyeceğiz. Biz şerefli, haysiyetli, kahraman bir milletiz. Boyun eğmeyeceğiz. Komutanı Muhammed (s.a.v.) olan bir millet, asla boyun eğmez.”  “Türklük veya Müslümanlık iddianızda samimiyseniz, biz de sizin bir parçanızız!” diyor Çin'in yıllardır kademeli soykırımla yok etmeye uğraştığı Uygur Türklerinden bir kardeşimiz. Anne ve babası suçsuz yere toplama kamplarında tutulan ve kimsesiz kalan Rahmetulla Şirbaki'nin sokakta donarak ölmesinden 5 sene geçti. Onun gibi yetim bırakılan yüzbinlerce çocuk Çin'in asimile kamplarında kurtarılmayı bekliyor. Doğu Türkistan'daki toplama kamplarında her yıl 35 bin organ çalındığı söyleniyor. Bu iddiaya karşı bir cevabınız var mı diye soruyoruz.  Colombia Ünv. Filistin asıllı Akedemisyen Rashidi Khalid diyor ki: “ABD nasıl Viet-Kong'a (Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi) mağlup oldu İsrail de Hamas'a mağlup olacak. Çünkü Hamas halktan ve onların nesiller boyu katlandığı koşullardan gelip direnişin vücut bulmuş halidir." Hamas Gazze'dir.  Gazzeli baba, çocuğu bisküvi istediği için evden çıkmış. Döndüğünde evi bombalarla yıkılmış ve ailesi yok olmuştu. Ölen çocuğunun eline bisküviti sıkıştırması yüreklerimizi yaktı. Yürekleri kalanlar için söylüyorum.  Filistinli genç doktor, anlattıklarıyla Gazzeli gençlerin duygularına tercüman oldu: “Hayatımın 23 yılı küle dönüştü, sadece üzerimdeki kıyafetlerle kaldım.” “Büyüyorsun, okuyorsun, kariyer yapıyorsun, yuva kuruyorsun... Hemen gözlerini kapatıp açman kadar kolay olmuyor.” “Şimdi yaşamaya çalışıyoruz. Çalışıyoruz diyorum çünkü göz açıp kapayıncaya kadar bir anı ya da paramparça bir ölü olabiliriz.”

Mevlana Takvimi
ÖĞREN YAŞA, ÖĞRET YAŞAT! - 05 ARALIK 2023 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Dec 5, 2023 2:55


Yakın tarihimize damga vuran gençlik teşkilatı Milli Türk Talebe Birliği'nde 1971'de başlayan dönemde kurumsal/kitlesel faaliyetler yanında kişisel gelişime de çok önem verilmiş; “İslâm'ı öğren, yaşa; öğret, yaşat” düsturu hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Günümüzde ülkemizin yönetiminde ve önemli görevlerdeki pek çok kişi Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında İslâmî değerleri, teşkilatçılığı, birlik ve bareberliğin getireceği neticeleri öğrenmiş ve meyvesini toplamıştır. MTTB'nin Bozkurt olan amblemi 1976 yılında kitap (Kur'an) ile değiştirilmiştir. 1971-80 arası dönemde Fetih Mitingleri düzenlenmiş, Ayasofya'da defalarca namaz kılınmıştır. 56. Dönem Faaliyet Raporundan: -13 Mayıs 1977 Cuma günü 500 kadar, 26 Mayıs 1977 Perşembe günü 1000'i aşkın MTTB'li genç Ayasofya'da namaz kıldı. Namazın, basında akisleri büyük oldu. Milli Türk Talebe Birliği, 80'lere gelindiğinde, “MTTB vagon olamaz, lokomotiftir” anlayışını tamamen yerleştirmiş, Türkiye çapında 250 civarı şubesi bulunan, Necip Fazıl'ın deyimiyle “madde ve manaya hâkim”, gönüllere girmiş kitlesel bir gençlik hareketi hâline gelmiştir. Nihayet 12 Eylül 1980'de yönetime el koyan askerî yönetim tarafından Milli Türk Talebe Birliği'nin faaliyetleri durdurulmuştur. Hatta 1980 darbesinin yapılmasının örtülü ancak temel sebebinin MTTB'nin önlenemez yükselişinin önüne geçmek olduğu bilinmektedir. Ancak bu ocak hiçbir zaman söndürülememiş, küllense de için için yanmaya devam etmiştir. Nitekim 80 ihtilâlinde MTTB kapatıldıktan sonra tüzüğü gereği, bütün mevcudiyeti ve misyonu MTTB'nin yan kuruluşu olarak 1971 yılında Muhterem Ömer Öztürk tarafından kurulan Fatih Gençlik Vakfı'na devredilmiş, böylece gençliği yetiştirmeye yönelik faaliyetler her şartta aralıksız sürmüştür. Fatih Gençlik Vakfı faaliyetlerini aynı çizgide devam ettirmektedir. (Detaylı bilgi: www.mttb.com.tr; www.fgv.org.tr)

Mevlana Takvimi
KURULUŞUNUN 107. YILINDA MTTB (MİLLÎ TÜRK TALEBE BİRLİĞİ) - 04 ARALIK 2023 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Dec 4, 2023 2:29


Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Osmanlı'dan günümüze, yakın tarihimizin en büyük gençlik hareketinin adıdır. 1916 yılında Daru'l Fünûn'da okuyan bir grup öğrenci tarafından kurulmuştur. 1931'e kadar kayda değer bir varlık gösteremeyen MTTB, bu yıllarda Teknik Üniversite talebesi olan Tevfik İleri'nin genel başkan olmasıyla faaliyetlerini artırmış, milli ve manevi değerlerin ağır bir kıyıma tâbi tutulduğu baskılarla dolu bu dönemde adından söz ettirmeye başlamıştır. Bu dönemdeTevfik İleri tarafından çıkarılmaya başlanan ve milletin aslî değerlerine üstü kapalı da olsa kısmen değinmeye çalışan “Birlik” Gazetesi, yüksek trajlara ulaşmaya başlayınca, 1933'te hükümet tarafından derhal yayından kaldırılmış, ancak 14 sayı çıkarılabilmiştir. 1936 yılında kapatılan MTTB, 1946 yılında bir grup gencin müracaatıyla yeniden açılmıştır. Bu yıllarda bazı nümayişlerle, milli refleks MTTB tarafından ayakta tutulmaya çalışılmış ancak 1960 darbesini kurum olarak açıktan destekleyecek kadar sistemle entegre bir çizgide faaliyet yürütülmüştür. Bu arada çalkantılı dönemler yaşayan MTTB, 1965 senesinde yeniden milliyetçi-muhafazakar söylemler benimsenmeye başlamıştır. Bu dönem, Milli Türk Talebe Birliği'nin sol kesimden sağa bir geçiş dönemi olmuştur. Aynı yıllarda Milli Gençlik isimli dergi çıkarılmaya başlanmış, Peyami Safa, Necip Fazıl gibi isimler bu dergide yazı yazmışlardır. 1971 yılına gelindiğinde ise Ömer Öztürk'ün genel başkan seçilmesiyle Milli Türk Talebe Birliği'nde yepyeni bir dönem başlamıştır. Milli Türk Talebe Birliği artık günden güne daha çok gence hitap eden kitlesel bir gençlik hareketi haline gelmiş ve gençliğin sokaktan, slogandan, anarşiden koparılıp; eğitime, ilme, kültürel faaliyetlere çekildiği bir dönem olmuştur. (Devamı yarınki yaprakta) (Detaylı bilgi: www.mttb.com.tr; www.fgv.org.tr)

Yeni Şafak Podcast
İsmail Kılıçarslan - Sınavı geçememek

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 18, 2023 4:48


Sezai Karakoç Üstadımızın vefatının sene-i devriyesi vesilesiyle Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlediği “Uluslararası Sezai Karakoç Günleri”nin hem düzenleme komitesinde hem de konuşmacısı olunca 4 gün sürecek program vesilesiyle buraya, şehre geldim. “Programın ilk gününde konuşan birbirinden kıymetli 11 konuğun ortaklaşa vurgusu neydi?” diye sorarsanız bana, cevabım “Kudüs” olurdu. Bu, burada bir dursun. Türkiye'de “Kudüs” meselesi, 1900'lerin başından bugünlere süregiden başat bir duyarlılık. Kutsal mabedimizin 1940'lardan itibaren işgal edilmeye çalışılmasıyla giderek artan bu duyarlılığın taşıyıcı isimlerini ve bu duyarlılığın tarihi gelişimini anlamak, Filistin ve Kudüs konusundaki toplumsal refleksimizin bugününü de anlamaya yarayacak bence. “Osmanlı münevveri” dediğimiz ve Osmanlı ülkesini “bir bütün olarak önemseyen” insan tipinin Kudüs'e yaklaşımı “bir ilimiz daha elimizden gitmesin” yaklaşımı olmamış. Onlar, Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın ne denli önemli ve simgesel yerler olduğunu “doğal olarak bilen” insanlar oldukları için bu kaybı son derece hayati bir mesele olarak ele almışlar. Mekke'nin, Medine'nin ve Kudüs'ün düşüşünü İstanbul'un, payitahtın düşmesiyle bir tutmuş adamlar bunlar. Üstelik Osmanlı'nın dağılmasını engellemek için çözümü İslam'da, Türklükte, Batı'da, seküler hayat tarzında, modernleşmede falan görüyor olmaları bu duyarlılığı göstermelerine engel teşkil etmemiş. Bütün farklılıklarını bir yana bırakıp Kudüs ve Aksa konusunda çok benzer bir hissiyat geliştirmişler. 1923-1950 arası, yani genç Türkiye Cumhuriyeti kurulup memleketin yönü bütünüyle Batı'ya ayarladığında ve tüm Arap âlemi tümüyle Türklere düşman olarak kodlandığında bile memleketin idarecileri de, aydını da Kudüs ve Aksa meselesine belirgin bir duyarlılık göstermiş. Mustafa Kemal'in de, dönemin diğer siyasal aktörlerinin de Filistin'de olan bitene kayıtsız kalmadığını görmek mümkün. 60'lardan 70'lere doğru gelindiğinde üç farklı damar çıkmış ortaya memlekette. İslamcı-dindar ana damar, bilhassa yetiştirdiği parlak edebiyatçılar ve düşünce adamları üzerinden Kudüs ve Aksa duyarlılığını yaygınlaştırma çabasına girişmiş. Sol-sosyalist ana damar ise o dönemde Filistin davasının yürütücülüğünü sol-sosyalist gelenek sürdürüyor diye “Filistin davası” etrafında kenetlenmiş bir politik duyarlılık geliştirmiş. Bir de seküler-Kamalist ana damar var tabii. Bu ana damar, kendi politik köklerinin bu konuda geliştirdiği refleksi de inkâr ederek “aman bana ne” noktasına ilerlemiş. Bu dönemde Necip Fazıl'ın, Sezai Karakoç'un, Nuri Pakdil'in ve diğer dindar edebiyat ve düşünce insanlarının Filistin, Kudüs ve Aksa konusunda müthiş bir duyarlılık gösterdiğini söylemek mümkün. Bilhassa 70'lerin sonuna doğru Necmettin Erbakan ve liderliğini üstlendiği Milli Görüş hareketinin Kudüs ve Aksa konusunda son derece önemli çalışmalar yaptığını, 12 Eylül Darbesi'nden hemen önce Konya'da, Cumhuriyet tarihinin en büyük eylemlerinden birinin “Büyük Kudüs Mitingi” adıyla yapıldığını da hatırlayalım.

Yeni Şafak Podcast
Ömer Lekesiz - Ey Türk oğlu, dostunu ve düşmanını iyi tanı!

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 9, 2023 4:48


Siyonizm tehlikesinin ayak seslerini duyma ve duyurma konusunda en tesirli mevkutelerden birinin Sırât-ı Müstakîm / Sebîlürreşâd (1908-1966) olduğunu söylemiş ve buradaki yazılarıyla Müslümanlarda coğrafya ve hassaten Kudüs / Filistin şuurunu oluşturan yazarların adlarını zikretmiştik. Bu manada en tesirli ikinci dergisi ise Necip Fazıl'ın Büyük Doğu'sudur (1943-1978). Farmasonluk, Siyonizm ve İngilizlerin politik oyunları merkezinde birçok yazının yayımlandığı bu iki dergide yer alan bir imzaya dikkat çekmek istiyoruz: Cevat Rifat Atılhan! Atılhan, İstanbul'da doğmuş (1892), çocukluğunun ilk yıllarını Şam'da geçirmiş, ilkokulu İstanbul'da okumuş, Kuleli Askeri Lisesi'nden mezun olduktan sonra Mersinli Cemal Paşa'nın emrinde Sina ve Filistin cephelerinde bulunmuştur. Kurtuluş Savaşı'nda Zonguldak-Bartın ve Havalisi Cepheleri kumandanlığına tayin edilmiş, savaştan sonra ordudan ayrılarak yazı dünyasına katılmıştır. 1942'de darbe, 1952'de Ahmet Emin Yalman'a suikast suçlamasıyla yaklaşık on birer ay süreyle tutuklu kalmıştır. Nuri Demirağ ve Hüseyin Avni Ulaş'la birlikte Milli Kalkınma Partisi'ni (1945) kurmuş; bilahare Milli Kalkınma Partisi ile Türk Muhafazakâr Partisi'nin kurucuları arasında da yer alarak, Büyük Doğu Cemiyeti'ne katılmıştır. Atılhan'ın siyasal tarihe mal olmasını sağlayan asıl şey ise, 1951'de -faaliyeti yaklaşık bir yıl süren- İslam Demokrat Partisi'ni (1951-1952) kurarak Müslümanların siyasal partiyle temsili konusundaki ilk denemeyi yapmış olmasıdır. Sebîlürreşâd'taki Farmasonluk hakkında yazılarıyla maruf olan Atılhan, 1950 yılının Mart ayı başında ‘Görünmeyen İnkılap' başlıklı bir tefrika ile Büyük Doğu yazı kadrosuna katılmakla kalmamış, Büyük Doğu Cemiyeti'ne de girmiştir. Ancak, bu sayede Necip Fazıl'la kurduğu ilişki uzun sürmemiştir. 1951 yılı Şubat ayında, İzmir'de başlatılan fesat ve hıyanet hareketini tertip etme suçlamasıyla Cemiyet'ten ihraç edilmiştir (Geniş bilgi için bkz.: Suat Ak, Necip Fazıl ve Büyük Doğu, Büyüyenay Yayınları, 2016). Atılhan'ın bu ihracı, onun aynı zamanda eski bir asker olması bakımından Yalman Suikastı olarak bilinen “resmi provokasyon”da yer almış olma “ihtimali”yle ilişkilendirilerek, İslam Demokrat Partisi'ni kurması da bu minvalde değerlendirildiğinden, nihayetinde İslâmî hareketten adeta tart edilmesine sebep olmuştur. 1964'te Mogadişu'da toplanan İslam Devletleri Kongresi'ne davet edilerek İcra Komitesi Başkanlığı'na seçilmesinin dışında önemli bir siyasi hareketi görülmeyen ve vefatına kadar (1967) yazmayı ve kitap yayınlamayı sürdüren Atılhan'ın, buna rağmen yazı ve yayın hayatında görülmeyişini de yine mezkûr tart edilişine bağlamak mümkündür. Yazı hayatında, çoğunluğu Farmasonluk ve Siyonizm konulu yetmiş dört kitap ve çoğu kitaplaşmamış binlerce makale yazan Atılhan'ın, Necip Fazıl'la ters düşmesiyle İslâmî harekette “problemli” bir şahsa dönüşmesi artık hem İslâmî hareket tarihinin hem de bir mümin olarak onun uhrevi sorgusunun konusudur. Biz asıl konumuz olan Müslümanlarda coğrafya, Filistin / Kudüs şuurunun oluşturulması esasından baktığımızda Atılhan'ın, hayatını milli bir gayretle tamamladığına inanıyor; yerli ve yabancı Siyonistlerin ona olan müfrit düşmanlıklarına göre ona rahmet diliyoruz. Örneğin, dünya Siyonist propagandasının “Türkiye şubesi” olarak bilinen Yahudi Rıfat N. Bali, Atılhan hakkında şunları söylemektedir:

Hizmetten
Güçlü bir gelecek bekliyorsanız... | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Oct 16, 2023 6:47


Kendisine, “Sen hep maziden bahsediyorsun; sen bir harabîsin; gözün mazidedir, âtî değilsin…” diyenlere karşı Yahya Kemal, “Ne harabîyim ne harabatîyim / Kökü mazide olan âtîyim!” diye cevap vermiştir. Evet, bugünü değerlendirmek için dünü bilmek iktiza etmektedir. Güçlü bir gelecek bekliyorsanız sağlam bir kökünüzün olması lazımdır. *Geçmişsiz bir gelecekten bahsedilemez. Geçmiş bir kök gibidir. Gelecek onun üzerinde ser çekmiş, budak salmış ve yayılabilme ölçüsünde yayılabilmiş bir ağaç gibidir. Mutlaka kökümüzle irtibatımızı korumamız lazımdır. Ruh ve mana kökü diyoruz buna; hususiyle bizi biz yapan değerlere.. Üstad Necip Fazıl “Bu milleti gerçek millet yapan İslam'la tanışması olmuştur.” derdi. Biz bir yönüyle o blokaj üzerinde Allah'ın izni inayetiyle gökdelenler gibi yükselmişiz. Değişik dönemlerde devletler muvazenesinde bir muvazene unsuru olmuş ve sözümüzü âleme dinletmişiz. Kur'an-ı Kerim'den Enfes Bir Misal *Geçmişi olmayanların, sağlam bir geçmişe ve geçmiş blokajına bina edilmeyen şeylerin geleceği olması söz konusu değildir. Onlar âtîsiz insanlardır; her şeyi bugüne ve şartlara göre yaparlar. *Kur'an-ı Kerim'in şu teşbihleri sağlam blokaja dayanıp istikbal vad eden ya da köksüzlüğe yenilip kuruyup giden nesiller açısından da değerlendirilebilir: أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءِ تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْأَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ “Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir. Kötü söz ise, gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen değersiz bir ağaca benzer.” (İbrahim, 14/24-25) Bu video 07/06/2015 tarihinde yayınlanan “Tarih Şuuru ve Sulh Ruhu” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...

Hizmetten
Kazanma da Var Kaybetme de! | M. Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Oct 11, 2023 5:21


Bu video 25/02/2018 tarihinde yayınlanan "SADÂKAT İKSİRİ VE DURAĞANLIK ZEHRİ" isimli bamtelinden alınmıştır. Yayının tamamını buradan izleyebilirsiniz :http://herkul.org/bamteli/bamteli-sad... Kur'an-ı Kerim, çok yerde الَّذِينَ آمَنُوا “iman edenler” dedikten hemen sonra وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ “imanları istikametinde sağlam, yerinde, doğru ve ıslaha yönelik işler yapanlar” vasfını nazara veriyor. İman ve sâlih amel. Biz, kendi dilimiz ile “amel” diyoruz fakat Üstad Necip Fazıl, konferansında “İman ve Aksiyon” demişti. Aksiyon kelimesi “amel”i tam karşılar mı; yoksa “fiil”in karşılığı mı? “Fiil” ile “amel” birbirinden farklı şeylerdir; “fiil”, bir iş yapma demektir; “amel” ise, meselenin şuurunda olarak bir mükellefiyeti yerine getirmektir. Şimdi, Allah'a iman ettikten sonra, insanın, imanını teminat altına alması onun hareketine/aksiyonuna bağlıdır. Aksiyon olmadığı takdirde, iman zamanla solar; bir yönüyle taklit yollarına gidilir, bir yönüyle şekle gidilir, bir yönüyle surete gidilir. Nitekim günümüzde “sizin” demeyelim de “benim” gibi çoklarında mesele tamamen şekil, suret ve taklit vadilerinde bocalayıp durmaktan ibaret bir hal almıştır. Ancak “amel” ile, “hâlis amel” ile, “ihlasa iktiran eden amel” ile, “rıza hedefli amel” ile, “aşk u iştiyak en son gaye, aşk u iştiyâk-ı likâullah hedefli amel” ile insan canlı kalabilir. Onun için insanda ister “iman” adına, isterse de “İslam” adına bir durağanlık olduğu zaman, bu durağanlık sebebiyle o insanın hazan vurmuş yapraklar gibi savrulup gitmesi kaçınılmaz olur. Ağacın başında salınıp durma, şebnemlere bağrını açma, aynı zamanda bülbüllere karşı tebessüm etme var iken savrulup giden yapraklar gibi insan da toprağın bağrına savrulur, gübre olur! İnançta, duyguda, düşüncede “amel” ile “iman”ın böyle bir münasebeti olduğu gibi.. onda meselenin durağanlığa tahammülü olmadığı gibi.. iş, durağanlığa gittiği zaman, gidip taklide incirâr ettiği gibi.. aynı zamanda hizmet-i imaniye ve Kur'aniye adına da durağanlık bir felakettir. Bu durağanlık, bazen ülfetten, ünsiyetten dolayı olur. Hazreti Pîr, ona da temas ediyor: Ülfet ve ünsiyet bazen insanı köreltir; o alışkanlık, bazen “Böyle de oluyor!” dedirtir. Oysaki insan, sürekli taşan bir bardak gibi Akif ifadesiyle sürekli bir “lebrîz” içinde olmalı; sürekli bir şey dolmalı oraya ve sürekli o taşmalı. Ve taşanlardan da başkaları istifade etmeli, sürekli. Sürekli taşıp duran bir insan olmalı; his ve heyecanı, herkese yetecek kadar taşıp durmalı sürekli. Hizmet-i imaniye ve Kur'âniyede de öyle… Bir, böyle olur; ülfetten ve ünsiyetten dolayı insan, farkına varmadan durağanlığa girer; ülfet ve ünsiyete yenik düşer. Kalb, bunlar ile renk atar; “latife-i Rabbâniye” artık fonksiyonunu edâ edemez hâle gelir. Bakarsınız bunların gözyaşları da kupkurudur. O konuda “Allah'ım, yaşarmayan gözden Sana sığınırım!” buyurmuş İnsanlığın İftihar Tablosu. Vakıa İmam Gazzâli, “Ağlayan da bazen kaybeder, ağlamayan da!” demiş. Ama bence ağlayıp kaybedenler, işin içine riya katanlar, gözyaşlarını “Âlem görsün!” diye dökenlerdir. Fakat aşk u iştiyaktan dolayı ağlayanlar, âkıbetinden endişe edip ağlayanlar, Cehennemden endişe edip ağlayanlar, “Allah'tan uzak düşeceğim!” diye korkup ağlayanlar, her an onu yürekten hissetmeme, kalbinin ritimlerinde hep “Allah, Allah, Allah!” sesi duymama endişesinden korkup ağlayanlar da vardır. Bunlar kazanır; öbürleri kaybeder. Kazanma da var, kaybetme de var orada. O mevzuda bile durağanlık öldürücü bir zehirdir esasen, kahreden bir zehirdir. Nefis, bunları kullanır; bir yönüyle şeytanı istikbal eder ve şeytan da onun araladığı kapılardan senin latife-i Rabbâniyene senin değil, yani insanın latife-i Rabbâniyesine nüfuz eder, hâkimiyet kurar orada. Orası esasen Cenâb-ı Hakk'ın tecelligâh-ı Sübhâniyesidir: “Dil, beyt-i Hudâ'dır, anı pâk eyle sivâdan / Kasrına nüzul eyleye Rahman, gecelerde.” diyor Hak dostu.

Mevlana Takvimi
YILDIZ İSTİHBARAT TEŞKİLÂTI - 16 EYLÜL 2023 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Sep 16, 2023 2:43


Sultan Abdülhamîd Han'ın haber alma teşkilâtı, gayet ince metodlarla çalışmıştır. Bu teşkilât sayesinde, yabancılarla düşüp kalkanlar ve elçiliklere girip çıkanlar, Beyoğlu eğlence yerlerinde gezip dolaşanlar, bazı postahanelerden Avrupa postalarını gözetleyip kollayanlar, ecnebî vapurlarından çıkıp şehri ziyaret edenler, Avrupa'ya gidenler ve oradan dönenler, bütün idare ve icra cihazlarında söylenip konuşulanlar ve düşünülüp tasarlananlar, malî ve iktisâdi müesselerde, fikrî ve siyasî muhitlerde evrilip çevrilenler, hiçbir müdahale olmaksızın anı anına kayıt ve zaptedilmiştir. Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Hân'ın, bir imparatorluğu tasfiye saatinde ele alıp 33 sene ayakta tutabilmesinin sırları içinde başlıca sepeblerinden biri de işte bu istihbarat teşkilâtıdır. Bir aralık Müşir Fuat Paşa'nın çıkarmak istediği askerî isyan, bu teşkilât sayesinde haber alınmış, başlamadan bastırılmış ve mensuplarından 146 subay ele geçirilerek çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Ermeni meselesinde Sultan Abdülhamîd Han'ın İngiliz Sefirine verdiği cevap, onun istihbarattaki kuvvetini göstermek bakımından akıl durdurucudur: Sefir, Zât-ı Şâhane'ye soruyor: Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz? “Zat-ı Şahane” dudaklarında acı ve tiksintili bir tebessüm, ok gözlerini sefire mıhlayıp cevap veriyor: “Filân gün, filan saatte Karadeniz'in filan noktasına yaklaşıp, karaya, Ermenileri Türklere karşı silâhlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitecilere teslim eden İngiliz gemisinde, Türk başına kaç silâh bulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz.” Sefir, dehşetinden başını tutmuş ve bu ahmak hayret karşısında Sultan Abdülhamîd Han acı gülüşünde devam etmiştir. Sultan Abdülhamîd Han'ın hafiyeleri dâvası, onun vatana hizmet gayesinin yanı başına alınmalı ve bu noktadan da ona hayranlık ve minnettarlık beslenmelidir. (Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan II. Abdulhamid Han, s.235-236)

Hizmetten
“Ben ölünce kimseye haber vermeyin! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 23, 2023 6:38


“Ben ölünce kimseye haber vermeyin, kefenleyin ve cesedimi bir çukura atıverin!” *Allah rızası unvanlı yüce hedefe kilitli o büyük insanlar ibadet, ubudiyet ve hatta ubûdette fani olmuşlardı; Allah kapısının azat kabul etmez bendeleri gibi oturup kalkıp her zaman Hakk'ı hecelemiş, hep Hak'la gecelemişlerdi; fakat yapıp ettiklerini asla yeterli görmemişlerdi. *Hadis ilminin büyük imamlarından, A'meş lakabıyla meşhur Süleyman b. Mihran (rahimehullah) hazretleri tabiîn tabakasının mümtaz simalarındandı. Misafirperverlik gibi güzel hasletlerde numune-i imtisal, fıkhî meseleleri çözmede müşkilküşâ bir fakih ve Efendimiz'in (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) lâl ü güher sözlerini sonraki nesillere ulaştıran en güvenilir ravilerden biriydi. Hayatı bütünüyle amel-i salihle geçen, aynı zamanda hiçbir tûl-i emeli de olmayan A'meş hazretleri, bütün faziletleriyle beraber, kendisini bir hiç olarak görürdü. Vefatına yakın hastalanmıştı. Yanındakiler “Bir doktor çağıralım” deyince “Yahu ne tabibi! Benim için değmez. Beni bana bıraksalar kendimi bir ateşten korun içine bırakıverirdim; elimde olsaydı kendimi şuradaki mezbeleliğe atıverirdim. Siz de öyle yapın. Ben ölünce kimseye haber vermeyin, kefenleyin ve cesedimi bir çukura atıverin!” demişti. *Bir A'meş hazretlerinin bu hissiyatını, bir de “Acaba benim cenazeme de çok iştirak olur mu?” diyen günümüzün bencil, egoist, egosantrist, narsist insanlarını düşünün!.. Öncekiler, göz açıp kapayıncaya kadar günaha girmemişler ve dinin temel disiplinlerini bizlere intikal ettirme mevzuunda sürekli beyinlerini zonklatmış, Üstad Necip Fazıl'ın ifadesiyle, öz beyinlerini burunlarından kusmuşlar. Fakat kendilerine de işte öyle bakmışlar. “Günahlarımdan ya da ölümden değil, küfür üzere ölmekten korkuyorum.” *Bir de Esved b. Yezîd en-Nehaî var ki, aşk derecesinde gönlümün onunla irtibatı olduğu kanaatini taşıyorum. Alkame, İbrahim ve Esved, Nehaî ailesinin abide şahsiyetleri. İmam Rabbani hazretlerinin, “Hakikat-i Ahmediye'yi (aleyhissalatu vesselam) arızasız temsil eden Ebu Hanife'dir” dediği İmam-ı Azam bu Nehaî ekolünde, medresesinde, mektebinde yetişmiş. *Esved b. Yezîd hazretleri bütün hayatını dini omuzunda taşımakla ve halis kullukla geçirmiş. Her zaman dini hecelemiş, hep dinle gecelemiş, başka hiçbir şey düşünmemiş. Ruhunun ufkuna yürüme mevsimi gelince, iki büklüm olmuş, ağlamaya durmuş; endişesi yüz kıvrımlarında, gözünün irisinde okunuyormuş. Demişler ki; “Nedir bu hıçkırıklar, günahlarından mı yoksa ölmekten mi korkuyorsun?” Bunun üzerine o büyük Hak dostu, “Hayır hayır, iş çok ciddi; ben günahlarımdan ya da ölümden değil, küfür üzere ölmekten korkuyorum.” demiş.

Hizmetten
Bakış açısını doğru ayarlayamayanlar! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Jun 20, 2023 7:33


Bakış zaviyesindeki inhiraf ve meselelere yanlış açılardan bakma da bir küfür sebebi olagelmiştir. Bazen fizikî kıstaslarla metafiziği ölçme, bazen sadece metafiziğe ait mülahazalarla fiziği tartmaya kalkma insanı yanlış neticelere götürür. Rabb'i tanıma yolunda, bakış açısının çok iyi ayarlanması şarttır. Yoksa Firavun'un, yüksek kuleler yapıp, o kulelerin başından Allah'ı bulmaya çalışması; Nemrud'un gökyüzüne ok atarak O'nu vuracağını sanması hep yanlış bir bakış açısı ve niyet bozukluğunun sonucudur. 20. asırda, firavunca bir düşünceyi de Gagarin seslendirmiş ve dünyanın etrafında tur atıp geriye döndüğü zaman, “Allah'a rastlamadım” diyebilmiştir. O'nun bu hezeyanına karşılık Necip Fazıl'ın şu sözü çok manidardır: “A be ahmak! Allah'ın fezâda dolaşan bir balon olduğunu sana kim söyledi?” *Mekke müşrikleri, İnsanlığın İftihar Tabosu'na bakarken sadece Abdülmüttalip'ten Ebu Talib'in himayesine kalmış bir yetim görüyorlardı. (O yetime canlarımız kurban olsun!..) Onun maddeten fakirliğini haşa bir eksiklik sayıyorlardı. Mekke'de Velid b. Muğire'yi, Taif'te de Urve b. Mesud'u kastederek, “Bu Kur'ân, Mekke'de ‎veya Taif'teki iki şerefli insandan birine inmeli değil miydi?” diyorlardı. Evet, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), maddî açıdan fakir ‎birisiydi. Ebû Talib'in himayesinde yetişmişti. Dolayısıyla O'nu, o günkü toplum telâkkisine takılarak ‎kabullenemiyor ve hazmedemiyorlardı. Günümüzde Sadece “Hücûmat-ı Sitte” Değil, Belki “Hücumât-ı Sittîn” Mevcut *Maddî virüsler için sürekli bir değişim söz konusu olduğu gibi, manevî hastalıklara sebep olan virüsler de zamana ve şahsa göre değişiklik arz edebilir. Nur Müellifi, “Hücumât-ı Sitte” adıyla meşhur risalesinde şeytanların en tehlikeli altı tuzağını nazara vermiş; “hubb-u cah, korku, tama', ırkçılık, enâniyet ve tenperverlik” olarak sıraladığı bir kısım şeytanî hücumlara karşı müdafaa yollarını göstermiştir. Günümüzde “hücumât-ı sittîn”den de bahsedilebilir; yani o altı asla irca edilebilecek belki altmış hastalık mevcuttur. Bu türlü virüs, zaaf ve boşlukların biri ya da birkaç tanesi her insanda bulunabilir. İnsan, Allah'ın rızasına ve ahiret saadetine yürüdüğü yol güzergâhını emniyete alabilmek için bu boşluklarının farkında olmalı ve her adımını dikkatle atmalıdır. Bu video 06/12/2015 tarihinde yayınlanan “Sıra Bizde” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...

Yeni Şafak Podcast
İhsan Aktaş - Ne yeşil ne sol parti

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jun 19, 2023 4:09


Milli Gençlik Vakfı gençleri üniversitelerde farklı isimlerle dergi çıkarırlardı. Bursa'da üniversite öğrencisiyken bizim çıkardığımız derginin adı da Ahenk idi. Dergiyi çıkarmadan önce İstanbul'da incelemeler ve istişareler yapmıştık. Tecrübeli arkadaşlar abarttığımızı düşünmüş ve “Siz ulusal bir dergi mi çıkaracaksınız, ne bu hazırlık! Biz akşamdan sabaha bir dergi çıkarıyoruz” diye çıkışmışlardı. Ben de haddim olmayarak “İyi de dergiler üç ay sonra kapanıyor!” diye itiraz etmiştim. Niyet, dergimizin uzun ömürlü olması idi fakat bizim dergimiz de Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından kapatıldı, yayın yönetmeni Necip Fazıl Kurt da DGM'de yargılandı. Dergideki yazılarımdan birinin başlığı “Kürtler Bu Ümmetin Yetimleridir” idi. Birinci Körfez Savaşı bitmiş, Kuzey Irak'ta büyük bir boşluk oluşmuş ve Saddam'dan geride kalan silahlar ile PKK'nın Bekaa Vadisi yerine bu bölgeyi merkeze alarak terör faaliyetlerine yoğunluk vereceğini de işaret etmeye çalışmıştım. Özal döneminde Türkiye kabuk değiştiriyordu... Devletin senelerce baskıladığı ne kadar travma varsa, özgürlükten nasibini alınca ortaya saçılmıştı. Birçok kesimin sancıları

Yeni Şafak Podcast
Dursun Gürlek - Ayasofya'ya hizmet eden devlet başkanları

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jun 11, 2023 8:09


Bir önceki yazımın başlığı, “Merhum Tarihçimiz Ziya Nur ve Ayasofya Hasreti” idi. Tabii ki bu hasreti çeken sadece Ziya Nur Aksun değildi. Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu'ndan Refi Cevat Ulunay'a; Necip Fazıl Kısakürek'ten Osman Yüksel Serdengeçti'ye; Arif Nihat Asya'dan Ali Ulvi Kurucu'ya kadar daha birçok yazarımızın ve şairimizin Ayasofya hasretiyle, Ayasofya heyecanıyla, harika yazılar kaleme aldıklarını, duygulu şiirler terennüm ettiklerini biliyoruz. Bizim nesil bu yazıları okuyarak büyüdü. Böylece Ayasofya hasretimiz gitgide büyüdü. Bu tarihi mabed, kurulduğu ilk günden zamanımıza kadar aktüalitesini hiç kaybetmeyen, ilgi odağı olmayı başarıyla sürdüren, yerli yabancı herkesi cezbeden bir ibadethane idi. Tam bir cazibe merkezi olan Ayasofya kiliseyken de, cami iken de ibadethane idi. Müze oluşu arızîliktir ve 86 yıllık bir fetret devri bittikten sonra bu arızîlik de sona ermiştir. Ayasofya bundan böyle asli ve ulvi kimliğine kavuşmanın mutluluğunu yaşamaya devam edecektir. Ayasofya'ya gösterilen büyük alakayı uzun uzun anlatmaya ne hacet, mabedin önünde ziyaretçilerin oluşturduğu hayli uzun kuyruğa, bir an önce içeriye girmek için sabırsızlanan insan seline bakmak yeterlidir. Oradan geçerken bu manzarayı görüp ben de aynı heyecanı duyuyorum. Sadede gelecek olursak, Ayasofya hakkında en coşkulu heyecanı onu inşa eden Bizans krallarıyla beraber Osmanlı padişahları yaşadılar. Banisi olan ‘Jüstinyen'i önceki yazımda bir nebze de olsa anlattığım için Ayasofya'ya İslami kimliğini kazandıran Fatih Sultan Mehmet'le başlayayım ve değişik bir ifadede bulunayım, Fatih sadece Konstantıniyye'yi değil, şehir halkının gönülleriyle beraber Ayasofya'yı da fethetti. Bizans'ın en büyük ve en önemli kiliseleri olan Pantokrator Kilisesi ile Ayasofya Kilisesi, önce Allah'ın inayetiyle, sonra Fatih'in ve şanlı askerlerinin (fetih şühedasının) gayretiyle ele geçirilince İslam'ın nuru çan seslerini susturdu ve “Konstantıniyye” “İslambol” oldu. Fatih şehre girer girmez ilk iş olarak Ayasofya'ya gitti ve iki rekât şükür namazı kıldı. Cuma namazına yetişmesi için gerekli hazırlığın yapılmasını emretti. Bu sırada, bir yeniçerinin avludaki mermerleri koparmaya başladığını görünce fena halde sinirlendi. Hünkâr, mermere sarılan o gafil elde sanatı, güzelliği hırpalamak isteyen bir pençe sezerek haşinleşti ve elindeki gürzle askere engel oldu. Bu olayı Hammer, Ducas'tan şöyle naklediyor: “Nefer, gürzün şiddetinden çok Hünkâr'ın gazabından (gazab-ı şâhânesinden) yarı ölü hale geldi. Birkaç kişi kendisini kucaklayarak oradan uzaklaştırdı. İşte o heyecanlı hengâme, o mahşeri kargaşalık, o şuursuz karışıklık arasında İstanbul'u ayakta tutan ve şehirden tek bir taşın düşmesini imkânsız kılan bu gürz darbesidir!..” Ayasofya'da en muhteşem manzara ilk cuma namazının kılındığı sırada ortaya çıktı. Ahmet Muhtar Paşa, “Feth-i Celil-i Konstantıniyye” isimli eserinde bu ihtişamı olanca renkli çizgileriyle ve nev'i şahsına münhasır üslubuyla anlatmaktadır. Buna göre mimarlar ve işçiler gece gündüz çalışarak Ayasofya Kilisesi'ni Ayasofya Camisi haline getirdiler. Padişah, kumandanları, mücahitleri ve gazileriyle alay halinde içeri girdi. İlahi gulguleler kubbelere doğru yükseliyordu. Hafızlar okumaya, müezzinler selalara ve ezanlara başladılar. Cemaat bir ağızdan tekbir alıyor, kubbede hoş yankılar meydana geliyordu. Akşemseddin hazretleri, saygıyla padişahın koltuğuna girip minbere çıkardı. Etrafa hidayet nurları saçan Peygamber kılıcı elinde parıl parıl parlıyordu. Hazreti Fatih, hutbeyi okuduktan sonra minberden inerek Akşemseddin hazretlerini imamlığa davet etti. Böylece yeni Müslüman olan Ayasofya'da ilk cuma namazı kılınmış oldu.

Yeni Şafak Podcast
Mehmet Şeker - Bir dahakine kesin seçer bu millet

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jun 9, 2023 2:51


Seçim kelimesi kim bilir ne kadar iticidir şu günlerde bazıları için. Duymak bile istemeseler, hak vermek gerekir. Bazıları kimdir, belli. Muharrem Bey'in “Çıkmışsın yenmiş, çıkmışsın yenmiş, yenmiş de yenmiş....” sözüne muhatap olanlar. Tablo hiç değişmiyor. Yenilgi üstüne yenilgi. Hani bu şekilde yenmeyi öğreneceklerdi? Galiba bir yanlışlık var bu hesapta. Harita mı ters tutuluyor, bir kandırmacaya mı maruz kalındı? Zafere giden yol başka tarafta mı yoksa?  Sorumluluk hissedenler, (partinin tepe kadrosu) topluca istifa etti. Kemal Bey başını yukarı kaldırarak havaya bakan ve ıslık çalan pozisyonunda. Yoksa ona “Biz ettik, sen etme” mi dediler? Kadro yenilendi. De ne oldu? Ne olduğu, nasıl olduğu soruldu kendisine. Lütfederek “Tabanımız değişim istedi” diye açıklamada bulundu. Aşk olsun. Mesele taban ise, çözüm basitti. Seçim sonucuna bakınca, tabanları yağlamak gerekirdi. Hepsi bu. İstenen asıl değişimin nerede olduğu, yeterince açık değil miydi? Anlaşılmadı mı, anlatamadılar mı, anlamayı istememek gibi bir durum mu var? Uzaktayız, tam kestiremiyor olabiliriz. Şaka şaka... Ne olduğu besbelli. Vaziyet gayet açık, olabildiğince net. Seste ve görüntüde bir sorun yok. Sadece niyet farklı.  Yine de patronun kim olduğunu herkes bilmeli. Ona göre söz sarf etmeli. Son derece eminim, patron elinden geleni yaptı. Bir numaralı milliyetçi oldu, ülkücü oldu, seyit oldu, hacı oldu, yok hac değil umreydi galiba. Daha neler neler... “Necip Fazıl da şairdi galiba.” Ne kadar taviz gerekiyorsa verdi. Ne makam dağıtılacaksa dağıttı. Kiminle işbirliği yapılacaksa yaptı. Ne vaatte bulunulacaksa bulundu. Alenen ve gizlice her ne istendiyse tamam dedi ve bazılarını da açıklamadı. Israrlı baskılara rağmen açık etmedi. Özerklikse özerklik, salıvermekse salıvermek, alıvermekse alıvermek...  Daha ne yapsın? Kayseri'ye deniz mi getirsin? Her seçmenle birlikte, görünmeden perde ötesine geçip, eliyle mührü istediği yere mi bassın? Kaç milyon tane patron gerekir buna? Yoksa bir hokus pokus ile sandığın içindeki pusulalarda mührün yerini mi değiştirsin? Olağanüstü yetenekleri olduğunu mu sanıyorsunuz? Biraz insaflı olun, o da bir insan Seyit Rıza gibi. Elinizi vicdanınıza koyup bir dakika düşünün. Millet seçmedi işte. Ne yapsın? Belki bir dahakine seçer.

Bir bakışta
Necip Fazıl Kısakürek için Ayasofya'nın yeniden ibadete açılmasının önemi neydi?

Bir bakışta

Play Episode Listen Later May 26, 2023 25:29


40 yıl önce vefat eden şair ve mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek, Ayasofya'nın yeniden cami olarak açılmasına neden çok önem vermişti? Şair ve yazar Dr. Celal Fedai ile konuştuk.

Hizmetten
Kur'an ile yeniden tanışmak lazım! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later May 4, 2023 9:40


Bu video 20/04/2020 tarihinde yayınlanan “ZULÜM, SALGIN ve RAMAZAN” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/zulum-... Hani değişik vesileler ile arz etmişimdir: Doktor İkbal diyor ki: “Hep Kur'an-ı Kerim'i kemâl-i hassasiyetle okurdum.” Hakikaten de öyle okuyordur. Mesela İngiltere'de -zannediyorum- on altı sene kadar kalmış, teheccüdü bir kere kaçırmamış. Oysaki teheccüd, Türkiye'de unutulmuş; “teheccüd” diye bir namaz var mı, yok mu? Kaçırmamış onu orada. Hep Kur'an-ı Kerim'i okuyor, kemâl-i hassasiyetle. “Babam diyordu ki bana: Oğlum, Hazreti Muhammed'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) inmiş Kur'an'ı, O'na inmiş bir Kur'an gibi değil, sana inmiş bir Kur'an gibi oku!” Öyle diyor. Şimdi işin esası, o; hep kendini muhatap olarak ele alma orada… Ama her şeyiyle kendini muhatap olarak alma… “Efendimiz'e ne demiş ise Cenâb-ı Hak, bana diyor bunu; fakat zılliyet planında, izafi planda bana diyor Allah (celle celâluhu) bunu!” Buna kimsenin itiraz etmeye hakkı da yoktur. Bu, öteden beri de öyle anlaşılmıştır. Yeni bir “Kur'an Çağı” yaşanabilir ama İlahi Beyan'ı hallaç edip onda derinleşecek ruh insanlarına ihtiyaç var!.. Şimdi bunu sürekli seslendirmek suretiyle, esasen, yeniden bir “Kur'an Çağı” olabilir, Allah'ın izni-inayeti ile, Hazreti Pîr-i Mugân, Şem'-i Tâbân gibi, bir yönüyle, o Kur'an-ı Kerim'i o ölçüde hallaç ederek… -Üstad Necip Fazıl, “eşya ve hadiseleri hallaç etme” tabirini kullanırdı; “tekvinî emirleri hallaç etme” derdi.- Kur'an-ı Kerim'i bu şekilde hallaç etmek suretiyle… آمَنْتُ بِاللهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ، وَبِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالَى، وَالْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ “Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah Teâlâ'dan olduğuna iman ettim. İnandım: Öldükten sonra dirilmek haktır.” Bu hakikatlerin hepsi, Kur'an-ı Kerim'de var. Bunların hepsini üç tane hakikate ircâ edebilirsiniz. Nitekim etmişler; Gazzâlî de, Hazreti Pîr de ircâ ediyor aynı zamanda. Ama Kur'an-ı Kerim'i öyle duyma çok önemlidir. Duyurma da Kur'an-ı Kerim'i duyanların vazifesidir. İnsan duymuş ise şayet, duyuracaktır onu. “Nasıl oluyor da insanlar -böyle- gâfilâne davranıyor; buna bakmıyorlar?” diyecektir; Sahabe-i Kiram gibi, Tâbiîn-i Izâm gibi düşünecektir: “O Kur'an'ı Kerim ama gözyaşları nerede? Kalbin heyecanı nerede? Kalbin titremesi nerede?!.” Evet, insanlarda o duyguyu oluşturmak lazım. Ölü ruhların elinden alarak onu, hakikaten “Yahu bir kere daha duyayım!” diye namaza koşma ruhunu canlandırmak lazım. Kur'an'ı eline alma, öpme, başına koyma… Ondan sonra da saygı ile onun karşısında iki büklüm olma… Bu, zannediyorum, günümüzde bu mevzuda uzman insanların yapabileceği bir iş… Uzman dediğim, kitapların satırlarında düktor (!), dû-cent (!), dû-cennet (!), profesör değil. Esasen ruh insanları, kalb insanları, his insanları, şuur insanları… Zannediyorum işte bu mevzuda çok ciddî tembihe ihtiyaç var, ısrarla tembihe ihtiyaç var. Önceki senelerde Ramazan boyunca Kur'an-ı Kerim'i meali ile beraber okuyorduk; sabah-akşam okumak suretiyle bir cüz okunuyordu, hiç olmazsa ayda bir kere bir hatim oluyordu. Böyle işleye işleye, belki başkalarına on beş günde bir hatim yapma duygusu aşılanmış olurdu. Hiç olmazsa ayda bir, senede on iki defa Kur'an-ı Kerim'i hatmetme aşılanmış olurdu. İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri, “Nafile namazlarda Kur'an'a bakarak okumada mahzur yoktur.” diyor; onun özel fetvası, tercihi. Hani en azından Kur'an-ı Kerim'i öyle okuma… Hatta ondan evvel de bir mealine bakma, imkânı varsa; sonra namaz kılarken o ruhla okuma. Hani, mealini düşünerek okuma değil de en azından ondan anlayacağı şeyleri anlama mevzuu… Arkadaşlarımızın bazıları yapıyor, şu anda bunu yapıyorlar; yapmaya da devam etmek lazım.

Mevlana Takvimi
“KIZIL SULTAN” İFTİRASI KİMİN İCADI? - 31 MART 2023 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Mar 31, 2023 2:55


Babıâli'de en nâzik makamlar Ermenilerin elindeydi. Tanzimat'tan beri büyük ihtirâslarla yanıp tutuşan Ermeniler, (Hınçak) ismiyle Paris'te bir cemiyet kurmuşlar, sonra cemiyetlerini Londra'ya taşımışlar ve milletlerini birleştirip sosyalizma çerçevesinde idare etmeyi gaye edinmişlerdi. İlerideki anarşist ve ihtilâlci Ermeni komitelerinin ilk nüvesi, entellektüel şekli olan bu cemiyet, güya Osmanlı Devleti'nden Ermeniler adına istiklâl istemiyor, her zamanki teraneyle “ıslahat” ve adâlet diliyordu. Rusya ise Kafkasya'daki Ermenilerin daha fazla çoğalmaması ve o yerlerin git gide aslî Ermeni vatanı yerine geçmemesi için, sınırlarını Osmanlı Ermenilerine kapatmıştı. Bu da Ermenileri kızdırıyordu. Sultan Abdülhamîd Han o harikulade siyasî dehâsiyle bu tezatları sezdi ve Rusya'yı zaif noktasından yakalayıp, onunla Ermeni meselesi üzerinde zımnî bir anlaşmaya vardı. Bu arada bütün Ermeni müesseselerini, hususiyle mekteplerini gözetim altına aldı. Fermanla açılmamış olan ve fesâd yataklarından başka bir şey olmayan Ermeni mekteplerini kapattı. Böylece, 1889 senesi, Türkiye Ermenileri hesâbına, diledikleri gibi at oynatamayacaklarını anladıkları bir yıl oldu. 1890'da Patrik Aşıkyan Efendi Babıâli'ye kafa tutmaya giderken Sultan Abdülhamîd Han, bütün Ermeni kiliselerini, aynı saat, aynı dakikada, incilerinden çatılarına kadar aranması emrini verdi. Kiliseler arandı ve bir kaçında zararlı evrak, gizli haberleşmeler, silâhlar ve bombalar bulundu. Artık Sultan Abdülhamîd Han ile Ermenilerin arası açılmış oluyordu. Artık Ermeniler de, vatanperverlik satan bazı sözde Türkler gibi, Sultan Abdülhamîd Han'a hâin, müstebid, zâlim, gaddar, kızıl sultan yaftalarını takabilirlerdi. “Kızıl Sultan” tâbiri, doğrudan doğruya Ermeni buluşudur ve dünyada bir eşi gelmemiş derecede merhametli bir hükümdara, bu, hakîkate yüzde yüz ters sıfatı yakıştıran Ermenilerdir. Yeni nesiller de bu eski Ermeni buluşunu hakîkat diye kabullenmiş, Ermeni kafasiyle düşünmeye mahkûm edilmiştir. (Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan II. Abdulhamid Han, s.239)

Mevlana Takvimi
II. ABDULHAMİD HAN'IN İSTANBUL'U TERK ETMEMESİ - 30 MART 2023 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Mar 30, 2023 2:50


Bâbıali baskınıyla zoraki hakimiyetlerini tesis eden ittihatçılar, İtilaf Devletleri Donanmalarının Çanakkale'yi zorlaması ve karaya asker çıkarıp İstanbul yolunu açmaya davranması üzerine müthiş bir korkuya düştüler ve hükümet merkezini Anadolu'ya taşımayı düşündüler. Bu arada Sultan Abdülhamîd Han'a da başvurdular ve şöyle dediler: Devlet merkezinin Eskişehir'e kaldırılması ihtimâli vardır. Hatta bu iş için gerekli hazırlıklar da yapılmaktadır. Şevketlû biraderiniz Sultan Reşad Hazretleri, sizi, düşman eline geçmesini mümkün gördükleri payitahtlarında bırakmayacaklanna göre Anadolu'nun hangi köşesine çekilmek istediğinizi ve nereyi tercih buyurduğunuzu soruyorlar. O zaman Sultan Abdülhamîd Han, bütün ümit kapılarını kapayan bu ruhî iflâs ve hezîmet ânında, ayakta ve çarpıcı bir heybet içinde, tane tane şu cevabı verdi: Şevketli biraderimin hakipay-ı şahanelerine arz-ı ubudiyet ederim. Endişeleri tamamiyle gereksizdir. Eğer dokunulmamış ise, Çanakkale'yi ben zamanında, fevkalâde tahkim eylemiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi mümkün değildir. Boğaziçi de öyle. Amma farz edelim ki öyle bir felâket başa geldiği takdirde, Hakanın yapacağı şey, tâcını, halkını terk edip kaçmak değil eyvan-ı payitahtının taşları altında can vermektir. Hazret-i Fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman Bizans İmparatoru Konstantin kaçmayıp, harp ede ede, yıkılan kalelerin altında can vermek celâletini göstermişti. Biz, Fatih'in ahfâdı, Konstantin'den aşağı kalamayız. Zât-ı Şahane'ye böylece arz edin! Rahat olsunlar ve ezelî irâdeye boyun eğsinler! Şuradan şuraya kımıldamasınlar! Düşman buraya giremez. Bana gelince, ben artık bir yere gitmem. Yegâne arzum burada ölmektir. Bu ulvî cevap, ittihatçıların, o sözde gözükara (!) kahramanların yüreğine işledi. Onlar da İstanbul'u terk etmemeye ve sonuna kadar direnmeye karar verdiler. Ve netice malûm... Sırf Abdülhamîd'in rûhî telkini sayesinde boşaltılmayan Payitaht ve çekip giden düşman... Ulu Hakan, hapishanesinden bile İstanbul'u kurtarmıştır. (Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan II. Abdulhamid Han, s.592)

Turkish Stories
Mektup / Turkish Stories C1

Turkish Stories

Play Episode Listen Later Mar 23, 2023 3:20


Mektup 16. yüzyıla kadar mektup duyguların değil haberlerin yükünü çekmiş. Bir nevi gazeteymiş, bir nevi belge. Güvercin ayaklarında taşınmış doğum müjdeleri, güvercin ayaklarında uçmuş ölüm fermanları. Sonra duyguları ve düşünceleri taşımaya başlamış mektuplar. Latinlerle başlamış ilk önce; Çiçero en büyük usta… Mozart, Van Gogh, Puşkin… Binlerce mektup yazmışlar sevdiklerine. Bize gelince, Doğu'da bilgi ve hikmetin tamamı mektuplardan oluştuğu için “Mektubat” adlı eserlerle bu bilgi ve hikmetler aktarılmış. Daha sonraları Abdülhak Hamit, Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ziya Osman Saba unutulmaz mektuplar yazmışlar. Önce romana sonra hikâyeye sızmış mektup. İnsan yazdıklarına da pişman olabilir. Çoğu kez bu pişmanlık, konuşmadan duyulan pişmanlıktan daha ağırdır. “Ağzımdan kaçtı” denilebilir de “kalemimden kaçtı” denilemez. Eğer kalemden kaçılabilseydi, önce yazarı kaçardı ondan. Necip Fazıl'ın eski şiirlerinden birçoğunu reddederek; “Mal sahibi bensem, bunları istemediğim, tanımadığım ve çöplüğe attığım bilinsin.” demesi; eski Arap döneminin en büyük şairi Lebid'in kalemini kırması, kalemden kaçma girişimleridir. Fakat kalemden kaçmak, kaleden kaçmaktan daha zordur. Evet, bu mektuplar bir dosta yazılıyor. Ve “sevgili dost” diye başlıyor. Yazıldığında okuyucular bir postacının elinden mi, yoksa posta kutusundan mı aldı mektuplarımı bilmiyorum. Aynı okuyucular, mektuplarımı topladığım “Posta Kutusundaki Mızıka”yı şimdi kitapçılardan alıyor. Evet, ey dost, sana söyleyeceklerim var. Kelimeler, karınca yuvası gibi kaynıyor zihnimde. İçlerinden biri kâğıda düşüyor, dostluk. Mektubun gelmemesi mektup yazmamı engellemiyor. Asıl, mektup gelmediğinde yazılmalı. Çünkü yazmamak da bir mektuptur; yazılandan daha güçlü satırlar içeren. Susmak ve konuşmak yerini bulduğunda ortaya çıkar melodi. Bu yüzden ağzımızdan kaçmamalı kelimeler. Onlar bizim mahkûmlarımızdır; izin verdiğimizde dışarıya çıkmalılar. Publis Syrus ne kadar haklı: “Konuştuğuma çok kere pişman oldum. Fakat sustuğuma asla!” Mektubun tarihine girip, talihini unuttuk. En son ne zaman mektup yazdığımızı hatırlayabilirsek, belki mektubun talihini değil; ama talihsizliğini hatırlayacağız. İnsanlar birbirine mektup yazmalı. Çünkü mektupta sesin tonu belli olmaz. Çünkü mektup düşünülerek yazılır.

Turkish Stories
Necip Fazıl / Turkish Stories C1

Turkish Stories

Play Episode Listen Later Mar 16, 2023 3:01


Necip Fazıl 26 Mayıs 1905 tarihinde İstanbul'da doğdu. Maraşlı bir soydan gelen Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. İlk ve ortaöğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal, Ahmet Hamdi gibi isimler vardı. İstanbul Edebiyat Fakültesi felsefe bölümü 'nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. Paris'te geçen günlerinden sonra Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Robert Koleji, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı. Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı. Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü. Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergiler ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi (1936) dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla tek parti yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi, Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır. Sık sık kapatılan ve toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıali'de Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferanslarla büyük ilgi topladı. Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla ‘Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) unvanını kazanmıştır. Necip Fazıl Kısakürek, 25 Mayıs 1983'te vefat etmiştir.

49W
Türkiye'yi Neden Hep Muhafazakarlar Yönetiyor? | Türkiye'de İdeolojiler Tarihi VI

49W

Play Episode Listen Later Mar 5, 2023 29:59


Türkiye'de İdeolojiler Tarihi serisinde bu sefer konumuz muhafazakarlık. Muhafazakarlığı anlaşılması güç bir ideoloji yapan şey onun aynı zamanda bir yaşam tarzı olması. Türkiye'de nüfusun çoğunluğu kendisini muhafazakar olarak tanımlasa bile bu insanlar farklı siyasi ideolojilere sahipler. Peki Konya'daki bir muhafazakarla Yozgat'taki bir muhafazakarı birbiriyle birleştiren ya da birbirinden ayıran ne? Türkiye'de muhafazakarlık 100 yıl içinde birkaç büyük dönüşüm geçirdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul'da Yahya Kemal, Samiha Ayverdi ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın temsil ettiği kentli, estetik peşinde koşan, seçkinci muhafazakarlığından Kadir Mısırlıoğlu'nun muhafazakarlığına gelinen süreçte nasıl bir dönüşüm yaşandı? Necip Fazıl Kısakürek bir muhafazakar mıydı yoksa karşı devrimci miydi?

Muhammet KALEM
Canım İstanbul • Necip Fazıl Kısakürek

Muhammet KALEM

Play Episode Listen Later Feb 3, 2023 3:33


Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. ~ •Dinlemek isteğiniz şiirleri yorum kısmına yazarsanız, sizler için yorumlayabilirim. Yeni şiirlerden haberdar olmak için; https://bit.ly/2IObl6a tıklayarak abone olabilirsiniz. ~ Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım... İstanbul, İstanbul... Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta şaha kalkmış Fatih`ten kalma kır at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? .. Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet... O manayı bul da bul! İlle İstanbul`da bul! İstanbul, İstanbul... Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca`da, yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi? Cumbalı odalarda inletir ` Katibim`i... Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak. İstanbul, İstanbul... Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler... Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar... Gecesi sünbül kokan Türkçesi bülbül kokan, İstanbul, İstanbul... Şiir: Necip Fazıl Kısakürek Müzik: #NecipFazılKısakürek #Canımİstanbul #Şiir ~ Tüm Videolar: https://bit.ly/2EyYErA Abone Olmayı Unutmayınız: https://bit.ly/2IObl6a ~ Sosyal Medya Hesaplarım: https://facebook.com/muhammetkalemm https://instagram.com/MuhammetKalemm https://twitter.com/MuhammetKalemm

Mevlana Takvimi
ÖĞREN YAŞA, ÖĞRET YAŞAT! - 05 ARALIK 2022 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Dec 5, 2022 2:52


Yakın tarihimize damga vuran gençlik teşkilatı Milli Türk Talebe Birliği'nde 1971'de başlayan dönemde kurumsal/kitlesel faaliyetler yanında kişisel gelişime de çok önem verilmiş; “İslâm'ı öğren, yaşa; öğret, yaşat” düsturu hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Günümüzde ülkemizin yönetiminde ve önemli görevlerdeki pek çok kişi Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında İslâmî değerleri, teşkilatçılığı, birlik ve bareberliğin getireceği neticeleri öğrenmiş ve meyvesini toplamıştır. MTTB'nin Bozkurt olan amblemi 1976 yılında kitap (Kur'ân) ile değiştirilmiştir. 1971-80 arası dönemde Fetih Mitingleri düzenlenmiş, Ayasofya'da defalarca namaz kılınmıştır. -13 Mayıs 1976 Cuma günü 500 kadar MTTB'li genç Ayasofya'da namaz kıldı. Namazın, basında akisleri büyük oldu. -26 Mayıs 1977 Perşembe günü 1000'i aşkın MTTB'li genç Ayasofya'da ikinci kez namaz kıldı. Milli Türk Talebe Birliği, 80'lere gelindiğinde, “MTTB vagon olamaz, lokomotiftir” anlayışını tamamen yerleştirmiş, Türkiye çapında 250 civarı şubesi bulunan, Necip Fazıl'ın deyimiyle “madde ve manaya hâkim”, gönüllere girmiş kitlesel bir gençlik hareketi hâline gelmiştir. Nihayet 12 Eylül 1980'de yönetime el koyan askerî yönetim tarafından Milli Türk Talebe Birliğinin faaliyetleri durdurulmuştur. Hatta 1980 darbesinin yapılmasının örtülü ancak temel sebebinin MTTB'nin önlenemez yükselişinin önüne geçmek olduğu bilinmektedir. Ancak bu ocak hiçbir zaman söndürülememiş, küllense de için için yanmaya devam etmiştir. Nitekim 80 ihtilâlinde MTTB kapatıldıktan sonra tüzüğü gereği, bütün mevcudiyeti ve misyonu MTTB'nin yan kuruluşu olarak 1971 yılında Muhterem Ömer Öztürk tarafından kurulan Fatih Gençlik Vakfına devredilmiş, böylece gençliği yetiştirmeye yönelik faaliyetler her şartta aralıksız sürmüştür. Fatih Gençlik Vakfı faaliyetlerini aynı çizgide devam ettirmektedir. (Detaylı bilgi: www.mttb.com.tr; www.fgv.org.tr)

Mevlana Takvimi
KURULUŞUNUN 106. YILINDA MTTB (MİLLÎ TÜRK TALEBE BİRLİĞİ) - 04 ARALIK 2022 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Dec 4, 2022 2:31


Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Osmanlı'dan günümüze, yakın tarihimizin en büyük gençlik hareketinin adıdır. 1916 yılında Daru'l Fünûn'da okuyan bir grup öğrenci tarafından kurulmuştur. 1931'e kadar kayda değer bir varlık gösteremeyen MTTB, bu yıllarda Teknik Üniversite talebesi olan Tevfik İleri'nin genel başkan olmasıyla faaliyetlerini artırmış, milli ve manevi değerlerin ağır bir kıyıma tâbi tutulduğu baskılarla dolu bu dönemde adından söz ettirmeye başlamıştır. Bu dönemdeTevfik İleri tarafından çıkarılmaya başlanan ve milletin aslî değerlerine üstü kapalı da olsa kısmen değinmeye çalışan “Birlik” Gazetesi, yüksek trajlara ulaşmaya başlayınca, 1933'te hükümet tarafından derhal yayından kaldırılmış, ancak 14 sayı çıkarılabilmiştir. 1936 yılında kapatılan MTTB, 1946 yılında bir grup gencin müracaatıyla yeniden açılmıştır. Bu yıllarda bazı nümayişlerle, milli refleks MTTB tarafından ayakta tutulmaya çalışılmış ancak 1960 darbesini kurum olarak açıktan destekleyecek kadar sistemle entegre bir çizgide faaliyet yürütülmüştür. Bu arada çalkantılı dönemler yaşayan MTTB, 1965 senesinde yeniden milliyetçi-muhafazakar söylemler benimsenmeye başlamıştır. Bu dönem, Milli Türk Talebe Birliği'nin sol kesimden sağa bir geçiş dönemi olmuştur. Aynı yıllarda Milli Gençlik isimli dergi çıkarılmaya başlanmış, Peyami Safa, Necip Fazıl gibi isimler bu dergide yazı yazmışlardır. 1971 yılına gelindiğinde ise Ömer Öztürk'ün genel başkan seçilmesiyle Milli Türk Talebe Birliği'nde yepyeni bir dönem başlamıştır. Milli Türk Talebe Birliği artık günden güne daha çok gence hitap eden kitlesel bir gençlik hareketi haline gelmiş ve gençliğin sokaktan, slogandan, anarşiden koparılıp; eğitime, ilme, kültürel faaliyetlere çekildiği bir dönem olmuştur.(Devamı yarınki yaprakta) (Detaylı bilgi: www.mttb.com.tr; www.fgv.org.tr)

Mevlana Takvimi
GENÇLİĞE HİTABE-2 - 06 KASIM 2022 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Nov 6, 2022 3:06


“... Kim var?” diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan fert fert “Ben varım!” cevabını verici, her ferdi “Benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir dâva ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik... Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi, cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik... Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik... Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhuş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi, ve daha nesi ve nesi, hâsılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve temmişesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tek başına onlara karşı durabilecek destanlık bir meydan savaşı içinde ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik... Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiçbirini beğenmeyen, onlara “Siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız, bu hallerden hiçbiri başınıza gelmezdi!” diyecek ve gerçek müslümanlığın “ne idüğü”nü ve “nasıl”ını gösterecek bir gençlik... Tek cümleyle, Allâh (c.c.)'un, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisi (s.a.v.)'in alemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O (s.a.v.)'den başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O (s.a.v.)'in düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik... Bu gençliği karşımda görüyorum. Maya tutması için otuz küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında; uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allâh (c.c.)'a hamd etme makamındayım... (Necip Fazıl Kısakürek)

Mevlana Takvimi
GENÇLİĞE HİTABE-1 - 05 KASIM 2022 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Nov 5, 2022 2:49


Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik... “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!” şuurunda bir gençlik... Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk iki buçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hakimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını Allâh (c.c.)'un, Kur'ân'ında “belhüm adal” dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, Türk'ü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören... Bu devreleri, yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik... Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün “dikey”leri “yatay” hale getirecek bir nida kopararak “Mukaddes emaneti ne yaptınız?” diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik... Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün dâvacısı bir gençlik... Halka değil, Hâkk'a inanan; meclisinin duvarında “Hakimiyet Hâkk'ındır” düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hâkk'a kölelikte bulan bir gençlik... Emekçiye “Benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın!”. Kapitaliste ise “Allâh (c.c.) buyruğunu ve Resûl (s.a.v.) emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!” ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik... (Necip Fazıl Kısakürek)

Yeni Şafak Podcast
Serdar Tuncer - Okumak yazmaktan daha zor geliyor

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Oct 22, 2022 4:38


Bir kitap fuarının dinlenme salonunda yazdığı iki kitabı fakire hediye eden genç bir yazar dostumuzla aramızda şu minval bir konuşma geçti: -Kitap okuyor musunuz dostum? -Okuyorum hocam -Kimleri okuyorsunuz peki? -Necip Fazıl, Mevlana... -Necip Fazıl'ın hangi kitaplarını okudunuz? -Çile ve O ve Ben... Zaten biliyorsunuz Üstad'ın bütün kitapları Çile'de vardır. -Bütün şiirleri deseniz tamam ama bütün kitapları derken neyi kast ettiğinizi anlayamadım! Üstelik yüz küsur kitabı var Üstad'ın. Ben sadece bu ikisini okusam Necip Fazıl okudum diyemezdim. -Yani Çile'de hepsi yok mu hocam? -Yok elbette. Bütün kitaplarında ızdırabını çektiği nazlı fikir, tefekkürüne yön veren asil çizgi, anlatma derdine düştüğü hakikat şiir formunda Çile'de mündemiçtir deseniz tamam ama bütün kitapları Çile'de vardır gibi bir hüküm cümlesi kurmak çok abartılı ve tembelliğimizi gizlemeye süslü bir kılıf gibi değil mi sizce de? Öyle okuyanları var ki Üstad'ın, külliyatı birkaç kez devirmekle yetinmeyip Necip Fazıl'ın kitaplarında işaret ettiği yazarların kitaplarını da bir bir mütalaa etmişler de hâlâ Necip Fazıl okudum diyemiyorlar... - Aynen... -Peki Mevlana'nın hangi kitaplarını okudunuz? -Sinan Yağmur'un yazdıklarını... -Öyle mi? Sinan yağmur kitaplarında Mevlana'dan anladıklarını anlatır, onlar Mevlana'ya dair Sinan beyin yazdıklarıdır malum; ama siz Mevlana okudum diyorsunuz. Mesela Mesnevî, Fîhi mâ fîh, Divan-ı Kebir, Mektûbat; bu kitaplara şöyle bir göz attınız mı? -Okumadım. -Mevlana okudum diyebilmek için hiç olmazsa Mesnevî-i Şerîf'i birkaç ayrı şârihin kaleminden okumak gerekir, hatta o da yetmez; bir Mesnevihanın önünde diz kırıp talim etmek icap eder, yanılıyor muyum? -Peki başka okuyup beğendiğiniz kimler var? -Ha deyince aklıma gelmiyor hocam. Bu konuşmanın benzerlerini pek çok farklı mekanda yazar ve şair olduğunu ifade eden dostlarla yapmak zorunda kalan birisi olarak yaşadığım hayal kırıklığını kelimelerle tarif etmeme imkan yok. Bazen mahzun bir tebessüm, bazen sitemle karışık bir nasihat ve bazen de ‘ormanları seviyorsan yazma kardeşim' cümlesiyle içim acıyarak mukabele ettim bu dostlara. 35 senedir okuyan, okuduğu kendisine hâlâ yetmeyen, okumaktan laf açıldığında iyi bir okur olamadığını mahcubiyetle ifade etmek durumunda kalan, takribi yirmi beş senedir bu işlerin içinde yer alan, yayınlanmış altı kitabı olan ve hâlâ kendisinden bahisle yazar denilecek olsa yüzü mahcubiyetle kızaran bir adam olarak, yirmili yaşlarına yeni basmış insanların hayran olunası ve fakat içi boş bir özgüvenle ellerinde tuttukları karalamaları kitap; kendilerini yazar olarak takdim etmelerine bendeniz alışamayacağım sanırım.

Hizmetten
En tehlikeli şey: Şeytanın, münafığı, Müslüman göstermesidir | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Oct 19, 2022 6:45


İslam coğrafyasında en büyük tehlike, nifaktır!.. En tehlikeli şey, şeytanın kâfiri, kâfir yapması değildir; münafıkı, Müslüman göstermesidir. En tehlikeli şey, odur. Haçlının ülkenizi işgal etmesi, çok tehlikeli değildir; çünkü sizin ve onların arasında kırmızı çizgiler vardır. Bir kere onlar, sizin kadınlarınıza kızlarınıza ilişmezler, mâbedinize ilişmezler; ilişmemiş Haçlılar. Fakat münafık, meseleyi öyle bir karıştırır ki, Müslümanlık ile kâfirlik, bir harcın parçaları gibi, farklı kimyevî şeylerin bir araya gelmesi gibi olur. O güzellik, o beriki çirkinlikle bir araya gelince, kömür-elmas birbirine karışır. Siz, anlayın artık meselenin ne olduğunu!.. Günümüzün İslam dünyasında, bu şenaat, bu denaet yaşanıyor. Bazı yerlerde de katmerli yaşanıyor. Bazı yerlerde “müfret” yaşanıyor; bazı yerlerde “müza'âf” yaşanıyor, bazı yerlerde, -Kapadokya gibi- “mük'ab” yaşanıyor. Münafıklar, gemi azıya almış öyle gidiyorlar ki, hakiki Müslümanlara fırsat vermeme, canlarını alma, “Aman vurun, iflah etmeyin!” mülahazasıyla yaşama adetâ şiar haline, ideal haline, gâye-i hayal haline getirilmiş. Böyle bir dünyada, dış dünyadaki insanların Müslümanlığa imrenmesine imkân yoktur. Onun mübarek, dırahşan çehresini, değişik terör örgütleri gibi, bu değişik terör devletleri de öyle kirlettiler ki!.. Zannediyorum yarım asır, bu kirleri yıkamak için uğraşacaksınız, yine de dıştakilerine Müslümanlığın gerçek çehresini göstermede çok zorlanacaksınız; göbeğiniz çatlayacak, şakaklarınız zonklayacak, kasıklarınızı tutacaksınız, Üstad Necip Fazıl ifadesiyle, “öz beyninizi burnunuzdan kusacaksınız!” Bunları dedim ama… “Ger günahım Kuh-i Kaf olsa ne gam yâ Celil / Rahmetin bahrine nisbet ennehû şey'un kalîl”. Belki de bizim günahlarımızdan, münafıklar böyle yüz aldı ve yol aldılar, mesafe aldılar, fırsat buldular. Şimdi hadiselerin lisanıyla “Niye firasetinizi kullanmadınız? Neden doğruyu doğru, eğriyi eğri göremediniz?” deniyor ve dolayısıyla Allah, zâlimin eliyle ensenize şamarlar indirmeye başladı, kulağınızı çekmeye başladı. Adeta, “Mü'min, bu kadar aptal olmamalı! Münafığın arkasından gitmemeli! Aptal koyunlar gibi kurdun arkasından sürüklenmemeli! Karanlık derelere yuvarlanmamalı! Aklınızı başınıza alın da, bir daha münafıkların arkasından sürüklenmeyin! Kendi yolunuzda yürüyün!.. Yürüyün ve önünüzde her zaman Ebu Bekir u Ömer u Osman u Ali'nin sesini-soluğunu duyun!” deniyor. Onların sesi-soluğu, parçalanmış Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın sesi-soluğudur; bir derinliğiyle Ebu Bekir'de, başka bir derinliğiyle Ömer'de, başka bir derinliğiyle Osman'da, başka bir derinliğiyle Haydar-ı Kerrâr, Şâh-ı Merdân, Dâmâd-ı Nebî Hazreti Ali'dedir. Onları (radıyallahu anhüm ecmaîn) takip ederseniz, O (sallallâhu aleyhi ve sellem) rehbere ulaşabilirsiniz. O'na ulaştığınız zaman, Allah'la aranızdaki münasebeti tesis etmiş olabilirsiniz. Sadece, yarım yamalak namazla değil, yarım yamalak oruçla değil, “Müslümanım!” demekle değil, “Biz, İslamî bir idare istiyoruz!” demekle değil… Gerçek Müslüman olmakla.. gerçek Müslüman olmakla, Râşid halifelere ulaşırsınız… Onlar da, elinizden tutarlar, Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'a götürürler. “Referansız Yâ Rasûlullah!” derler. Onlar referans ise şayet, Allah Rasûlü, dergâh-ı nebevisinden sizi kovmaz. Rasûlullah'ın referans olduğunu da, Allah, dergâhından kovmaz. https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...

Hizmetten
"Müslümanların şekle takılıp kalmaları" | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Sep 22, 2022 5:18


Bu video 30/10/2016 tarihinde yayınlanan " VUSLAT İŞTİYÂKI VE TEMİZ KALBLERİN NİYAZI" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... İslam dünyasının gerçek problemi, Müslümanların şekle takılıp kalmaları ve imandan ihsana, ondan da aşk u iştiyâka yürüyememiş olmalarıdır. Bizim toplumun marazı, iman mevzuundaki problemleridir. “Bizim” derken, topyekün “İslam Dünyası”nı kastediyorum. Biz gerçek imanı, Allah'ın istediği manada imanı yitirdik. İlk mektepte, elif-be cüzlerinde olan آمَنْتُ بِاللهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ telkin edildi, “Çocuklar, böyle söyleyin!” dendi; biz de ona kakıldık kaldık, onda derinleşemedik. İmanı, tabiatımızın bir derinliği haline getiremedik. Bu da hayatın her bir faslında, her yaşta, her başta çok olumsuz şekilde farklı tesirler gösterdi. İmanı, İslam ile esas taçlandıramadık. Kaldı ki mesele o iman-ı billah ile, o İslam ile de bitmiyor. Sonrasında Allah'ı görüyor gibi Allah'a kulluk yapma geliyor. Şayet atılan her adım, atfedilen her nazar, kabartılan her kulak, uzatılan her el, kıpırdayan her dudak, Allah'ın görüyor olduğu mülahazasıyla yapılmıyorsa şayet, o mevzuda nasibimiz işte o kadardır. Evet, bizim problemimiz, iman problemidir. Meseleyi dipten ele alıp yeni yetişen nesillerde bu problemi çözeceğimiz âna kadar, âlem-i İslam, bu “dâu'l-‘udâl”dan (tedavisinden aciz kalınan hastalıktan) kurtulamayacaktır. Kur'an-ı Kerim, kaç yerde “iman”ı zikrettikten sonra “amel”e vurguda bulunmuştur; الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ şeklindeki beyanlarıyla imanı müteakiben amele dikkatleri çekmiştir. Necip Fazıl, “iman” ve Fransızca'dan aldığı “aksiyon” sözüyle meseleyi özetlerdi: “İman ve aksiyon.” O aksiyonda da derinleşme, alabildiğine derinleşme. Bir yönüyle, küfürde derinleşen insanlara karşı sarsılmamak için, pes etmemek için, satılmamak için, peylenmemek için o “iman” mevzuunda, “İslam” mevzuunda, “ihsan” ufkunu yakalama. İkinci ufuk, biraz uzak ve biraz zor; keyfiyeti bizim için biraz meçhul; enbiyâya açık. Bununla beraber, bazı Hak dostları, kendilerine öyle bir menfezin açıldığından da bahsediyorlar; o da “Allah'ı görüyor gibi kulluk yapma” şahikası. “Allah (celle celâluhu) tarafından görülüyor olma”, bir kademedir, (“basamak” demeyeyim) bir “zirve”dir. Fakat zirveler üstü bir zirve vardır: “O'nu (celle celâluhu) görüyor gibi olma.” Bu, şahsın “iman”ı içtenleştirmesi, “İslamiyet”i içtenleştirmesi ve “ihsan”da adım adım ileriye gitmesi sayesinde kendisine açılan bir menfezden, “kalb” menfezinden, “latife-i Rabbaniye” menfezinde, “sır” menfezinden veya “hafâ” ya da “ahfâ” menfezinden meseleyi temâşa etmesi demektir. Rasathanesi odur onun; ancak oradan baktığın zaman O'nu görebilirsin, duyabilirsin. Bu da çok aza mukadder olmuştur. İnsan, bir kere “iman”da kemâle ermeyince, “İslam”ı hayatının en büyük meselesi haline getirmeyince, ibadet u tâati kusursuz yerine getirme mevzuunda ölesiye bir ciddiyet göstermeyince “ihsan” kapıları açılmaz ona. “İhsan” kapısı açılınca da o birinci mertebenin hakkı verilmeyince, ikinci mertebenin kapısı açılmaz. Ve işte öyle bir “îmân-ı billah” ve öyle bir “marifetullah”, insanın içinde bir “muhabbetullah”a vesile olur. İnsan, Allah'ı dünyada sevdiği her şeyden daha fazla sever. Peygamberimiz'i (sallallâhu aleyhi ve sellem), sevdiği her şeyden fazla sever.

Yeni Şafak Podcast
Dursun Gürlek - Muhabbet fedaisi Ömer Tuğrul İnançer

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Sep 10, 2022 6:17


Güzel insanlar kafilesinin mümtaz isimlerinden ve tarikat erbabının seçkin simalarından Ömer Tuğrul İnançer Beyefendi'nin vuslat haberini – oğlumun telefonuyla – Babaeski'de aldım ve bir anda teessür deryasına daldım. Eşim Yasemin Hanım da son derece müteessir oldu. Teessürünün tezahürü çehresinde tebellür etti. Sonra “Erişince irciî emri dedim Allah'a, eyvallah” mısraını hatırlayınca biraz olsun teselli buldum. “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” diyerek İstanbul'a dönüş hazırlıklarına başladım. Cenazenin çok kalabalık olacağını tahmin ettiğim için erkenden Fatih Camii'nin yolunu tuttum. Daha sonra oğlum Mehmed de bana refakat etti. Hemen tabutun başına gidip dua etmek istiyordum ama güvenlik görevlileri caminin epeyce uzağından dolaşıp içeri girmem gerektiğini söylediler. Tam o sırada beni tanıyan bir görevlinin müsaadesiyle musalla meydanına dahil oldum. İkindi namazından sonra çok hem de çok büyük bir cemaatle cenaze namazını kıldık. Namazdan sonra İstanbul müftüsü Safi Arpaguş Hoca tezkiyesini yaptı. Arkasından Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ölümün güzelliğini yansıtan, Tuğrul Efendi'nin faziletlerini dile getiren sözler söyledi. Mim harfiyle başlayan kelimelerle söyleyecek olursak mütefekkir, mutasavvıf ve müellif olarak bilinen Ömer Tuğrul İnançer merhumu özellikleriyle ve hizmetleriyle anlatmaya -tabii ki - bu sütun yeterli değildir. Şu kadarını söylemek isterim ki, o tam bir Peygamber âşığı ve evliya bendesi idi. Bu iki hususiyetin dışında, zaten daha başka ne söylenirdi ki... Evet, üslubu sertti, fakat mertçe ifade edilen cümlelerden meydana geliyordu ve buna merhum üstad Necip Fazıl'ın ifadesiyle “mukaddes öfke” deniliyordu. Unutmayalım, Süleyman Nazif merhum da bu konuda “Yavaş tükürük sakal kirletir!” diyordu. Hakk'ın hatırını âli tutan Tuğrul Efendi, aynı zamanda Gönenli Mehmet Efendi gibi müjdeleyici idi. Kurtuluşa götüren yolun yegâne rehberinin Fahr-i Kâinat Efendimiz olduğunu anlatırken gönül dünyamızda sevinç rüzgârları dalgalandırıyordu. Sizin anlayacağınız nasıl konuşulacağını, kalblerin nasıl fethedileceğini çok iyi biliyordu. Mekânı cennet, makamı âli olsun. Kendisiyle son görüşmemizde naçizane kaleme aldığım bir kitabımı imzalayıp takdim etmiştim. Onun da bende imzalı kitapları bulunuyor. Merhum ve mağfur Ömer Tuğrul İnançer, “Evliya Burcu” Bursa'da dünyaya geldi. “Fetih yâdigârı” İstanbul'da irtihal-i dar-ı beka etti. Öyleyse İsmail Hakkı Bursevi hazretleriyle ilgili bir hatırayı rahmete vesile olması dileğiyle nakledelim. 2008 yılının Ramazanıydı. Bu mübarek ayın ilk haftasında, Kubbealtı Kültür ve Sanat Akademisi'nde verilen iftara bendeniz de katılmıştım. Bir ara masadaki arkadaşlarla sohbeti koyulaştırmıştık. Nereden aklıma geldiyse, “Tuğrul İnançer Bey'i göremiyorum, acaba bu akşamki iftara gelmeyecek mi?” diye sorma gereğini duydum. Aradan beş dakika ya geçti, ya geçmedi. Tuğrul Efendi içeri girdi, gelip masamızda yer aldı. Muhabbet faslı olanca halavetiyle devam ederken, İsmail Hakkı Bursevi hazretleri hakkında şu ilgi çekici menkıbeyi anlattı: Büyük Türk mutasavvıfı Bursalı İsmail Hakkı hazretlerinin muhterem hanımı, acaba hangimiz önce vefat edeceğiz diye merak edermiş. Bir gün kocasına, “Aman efendim, bu kadar kitap yazıyorsunuz. Bir Kelam-ı Kadim de lütfedip benim için yazsanız” diye rica eder. Efendi hazretleri “Birkaç gün odama girme de yazıvereyim” buyururlar. İki gün sonra kadıncağız merak eder. Gizlice gelip kapıyı açar. Bir de bakar ki, kırk kadar İsmail Hakkı yazı yazıyor. Büyük bir şaşkınlık yaşar. Hazret, buyurur ki, “Niçin tenbihime aykırı hareket ettin?” Hanım “Efendi, merak ettim. İki gündür bir şey yemediniz. Verilen yemeği de almadınız. Onun için geldim” diye cevap verir. Hazret buyurur ki, “Ben hayatta oldukça bu sırrı kimseye söyleme”. Kadın işte o zaman kendisinin daha sonra vefat edeceğini anlar. Gerçekten de yirmi yıldan fazla yaşar.

Yeni Şafak Podcast
Ömer Lekesiz - Şiraze'nin seyahati

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 23, 2022 4:33


Şiraze dergisi 12. sayıyı, iki ayda bir yayımlanışına göre iki yılı geride bıraktı. Bu 12 sayıyla iki yılın hikayesini bir de Şiraze'nin maddi ve editöryal yükünü omuzlayanlardan sormak gerekir aslında. Ama konunun bu yönü kağıt fiyatlarından şikayette, iyi yazılar temin etmenin güçlüğünde toplanarak, genel olarak dergiciliğin -elbette Şiraze'yi de içine alan- ekonomik ve sosyal problemlerine bağlanır ki, bu da mevcut ekonomik ve sosyal şartlarda sonuç üretmeyecek görüşlerin bolluğunda boğulmaktan başka bir işe yaramaz. Hal böyle olunca Şiraze – ve halen yayımlanabilen diğer nitelikli dergiler- esasında son tahlilde ancak şu söylenebilir: Sözü olan konuşur, derdi olan yazar, iddiası olan yaşar ve ancak bedelini ödemeyi göze alanlarla proje sahibi olanlar dergiler çıkarabilirler. Şiraze de bunları kendi yayım amacında birleştiren ve yoluna istikrarlı olarak devam eden bir kaç dergiden biri. Şiraze ilk sayısından beri dosya ağırlıklı olarak çıkıyor. Kitap kültürü dergisi olması nedeniyle dosya konuları da doğal olarak kültür ve edebiyat merkezli olarak seçiliyor. Hüseyin Su'nun dergicilik yaptığı yıllarda ihdas ettiği ve hakkını vererek uyguladığı bu tarzın iyi yanı, dergiyi yazılar seçkisi olmaktan kurtarıp, yazı gayretini ve haliyle dergiyi daha dinamik kılmasıdır. Zira, bu dosyalarda, çoğunlukla seçilen konuya daha önceden emek harcamış kişiler yazıyor ve bu sayede ilgili konu okurlarına çoğu zaman efradını cami ağyarını mani bir bilgilenme imkanı veriyor. Söz konusu tarzın kötü yanı ise, derginin genel hacminde aslan payının dosya konusuna verilmesi halinde, yeni yeteneklerin kendilerini ispat etme alanın daraltılması, farklı türlerdeki yazı hareketlerinin baskılanmasıdır. Bu bağlamda Şiraze'nin zikredilen iki durum arasında iyi bir denge kurduğunu söylememiz gerekir. Nitekim derginin Temmuz-Ağustos 2022 tarihli 12. sayısı seyahati dosya konusu olarak seçmekle birlikte, yayımlanan yeni kitapları, yazarları takip etmekten geriye kalmadığı gibi, roman, şiir ve öykü türleriyle ilgili yazı ve söyleşileri de ihmal etmiyor. Seyahat yazı ve kitaplarının tür olarak sadece edebiyatın içine çekilmesinin güçlüğü malumdur. Zira seyahat edebi planda belâgatlı bir yol(culuk) ve mekan zevkinin ifadesi olduğu kadar, örneğin meraklısının dokuma sanayinin mazisi hakkında bilgi edinebileceği ilk kaynaklardan da birisidir. Toplumların yaşayışlarının ve bu bağlamda eriştikleri medeni seviyenin aynelyakin kaydı hükmünde coğrafyayı, şehirleri, kültürleri ve sanatları ihtiva eden seyahatin bu yanıyla edebiyata sığmaması normal olduğu gibi, kendi pekinliğinde müstakil bir tür olarak nitelenmesi de mümkündür. Nitekim seyahat konusu Şiraze yazarları tarafından da bu minvalde ele alınmış; kültür-sanat-edebiyat ve ilim ekseninde farklı farklı değerlendirmelerin muhatabı olmuştur. Necmettin Turinay'ın Gölgesi Ufuklara Vurmuş 'Evliyâ-yı Bi-riyâ' yazısında yerli seyahatnamelerin en meşhurlarının bir panoraması verilerek Evliyâ Çelebi merkeze çekilirken, yapılan önemli değerlendirmelerin özetinde -yukarıda zikrettiğimiz çeşitlilik esasında- şu hususun altı çizilmiş: “İçinde yaşadığı mekânlara sığmayan Evliya Çelebi'de realiteyi aşmak isteyen bir arayış söz konusu. Necip Fazıl'ın ifadesi ile, 'varlığın dar hendesesinden' kurtulmak gibi bir arayış bu! Sürekli yer değiştirme, yeni yeni yerler görme arzusu bundan ileri geliyor. Neredeyse sonu gelmez bir tekrara dönüşüyor onun çabaları. Bunun da farkında olan Evliya Çelebi, ruhunda barındırdığı bir aşkınlık ihtiyacı ile tasavvufa, şiire, sanata, daha ötede de rüyaların soyut âlemine evriliyor. O yüzdendir ki rüyaların bu kadar güzel anlatılması Seyahatname'ye bambaşka bir katman daha ilave ediyor...”

Yeni Şafak Podcast
FATMA BARBAROSOĞLU - Bir ibadet olarak kurban kesme

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 7, 2022 9:01


Benim çocukluğumun önemli bir kısmı, üç katlı bir evde geçti. Necip Fazıl'ın “Üst kat: elinde tesbih, ağlıyor babaannem” mısralarını hatırlatan üç katlı bir evdi. Üst katta ağlayan, benim babaannem değildi ama ağlardı. Orta katta biz otururduk. Biz dediğim büyükannem, büyükbabam ve ben. Alt katta hayata dair pek bir fikri olmayan, günü kurtarmak üzere yaşayan komşularımız oldu daima. Her birinden bir suskunluk hikâyesi çıkarılabilecek kadar hanelerine kalabalık, sokağa tenha ailelerdi. Her kurban bayramı öncesi büyükannem, kurbanı hiç olmazsa üç gün önce alması için büyükbabama yalvarırdı. Yalvarışları cevapsız kaldığında, “Hayvan benim kokumu öğrenmezse sıratta beni nasıl tanıyıp da taşıyacak!” diye ağlardı. Hayatı mayalayıp kabartan, kadınların, dini, bir coşku ve his yumağına çevirerek hayata katışları. Kadınlar rasyonelleştikçe, dindarların heyecanı, coşkusu zayıflıyor. Rahmetli büyükbabam, büyükannemin ısrarlarına dayanamaz, bayrama üç gün kala iki tane koçu boynuzlarından tutup çeke çeke eve getirirdi. Kömürlükte, daha onlar gelmeden yataklarını hazırlamış olan büyükannem, bayram sabahına kadar vaktinin çoğunu kurbanlarıyla geçirirdi. Kına yakmalar, elinden ot yedirmeler... Nasıl iltifat edeceğini bilemez bir şekilde, öylece başlarında beklerdi. Ev sahibimiz “İnsan bakıp emek sarf ettiği hayvanı nasıl keser?” diye her seferinde sorgulayan bir üslup takınsa da, büyükannem ümmi insanlarda gördüğüm ve daima çok şaşırdığım basiret ile “Ne yaparsam yapayım Hz İsmail'in yerine koyamam” derdi. Kurbanlıklara onca emek sarf ederken -çünkü gözlerine bağlayacağı tülbentin bile hiç kullanılmamış ve yumuşacık olmasına dikkat ederdi- kendince Hz İbrahim'e yaklaşmaya çalışıyordu.

Hizmetten
"Cansız posterler gibi geliyor bana!" | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Jul 5, 2022 4:35


Bu video 19/02/2017 tarihinde yayınlanan "DERİN VE CANLI MÜSLÜMANLIK" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Maruz kaldığımız musibetleri aşabilmemiz için sığlıktan kurtulmamıza ve daha derin bir kulluk ortaya koymamıza ihtiyaç var!.. Cenâb-ı Hak, bizleri, dinde derinleşmeye muvaffak eylesin!.. Farzıyla, imanın erkân-ı esâsiyesiyle ve İslam'ın esâsâtıyla; yani, sağlam inanmak ve onu sağlam yerine getirmekle!.. Buna Üstad Necip Fazıl, “iman ve aksiyon” sözüyle yaklaşırdı. “Aksiyon”, “amel”i tam karşılar mı? Fransızca bir kelime; münakaşası yapılabilir; kendisi de sorguluyordu onu. Antrparantez burada bir şey söylemek istiyorum: Hutbe, Cuma'nın şartlarındandır, dinlenilmesi lazım. Dolayısıyla hutbe okunurken, salat ü selam yeri geldiği zaman bile, yani Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in adı anıldığında dahi salat u selam getirilmez. Bu, meselenin (hutbeyi dikkatle dinlemenin) önemini ortaya koymaktadır. Bazıları diyorlar ki, “Böyle, içinden söylese acaba olur mu?” Kütüb-i Fıkhiye'de. İçinden… Onun (hutbenin) kemâl-i hassasiyetle dinlenilmesi lazım. Hutbede okunan, Kur'an, hadis-i şerif veya onlardan süzülmüş her ne ise şayet, onu kemâl-i hassasiyetle, Ramazan'da iftar vaktinde size sunulmuş bir içecek gibi yudumlamak lazım. Limonatayı mı çok seversiniz, portakal suyunu mu, soğuk bir suyu mu? “Mâ-i bârid”, Efendimiz'in beyanında da içilmesi gerekli olan şey diye tavsiye edilir. Her neyi seviyorsanız şayet, onu yudumluyor gibi hutbeyi yudumlamak lazım! İmam, Kur'an'ı okurken, onu yudumluyor gibi yudumlamak lazım!.. Cenâb-ı Hak, namazı, tabiatımıza göre, numarası-drobu uygun, tam bize göre bir şey olarak emretmiş. Hakikaten bu el, bu ayak, bu mafsallar… Vücutta, üç yüz küsur mafsal… Namaz kılmak için ne kadar da yakışıyor, başka varlıklara baktığımız zaman. Her defasında derinlemesine onu duymak, namazlaşmak… Dün, aklımdan geçiyordu ki, ara sıra namazla alakalı bir bahsi okusalar; İmam Gazzalî'den mi, Hazreti Pîr'den mi, yoksa daha dûn olan insanlardan mı, namaza ait bir bahsi, tekrar tekrar bize anlatsalar da biz de namazlaşarak namaz kılsak!.. Oruçlaşarak oruç tutsak!.. Allah yolunda tamamen “kul”laşarak, kulluğumuzu “ibâdet” şeklinde değil, “ubûdiyet” şeklinde de değil, ubûdiyet üstü “ubûdet” şeklinde, vücudumuzun bütün derinliklerinde duyarak yerine getirsek!.. Sığlıkla, şu anda yürüdüğümüz yol, yürünmez. Ve bizim, şu andaki sığlığımızla, maruz kaldığımız şeylerden sıyrılma imkânı olmaz! Onları gönül rahatlığıyla atlatamayız. Daha derin kulluğa ihtiyaç var; Peygamberâne bir bakışa, O'nun yolunda, sahabî anlayışında bir bakışa… O camilerde namaz kılan insanları, mübarek kandil gecelerinde veya Cuma namazlarında gördüğüm zaman… Ama İslam dünyasının her yerinde, hususiyle de Kapadokya'da… Camideki cemaati görünce, cansız posterler gibi geliyor bana!..

Bir bakışta
Necip Fazıl Kısakürek'i torunu Emrah Kısakürek anlattı

Bir bakışta

Play Episode Listen Later May 25, 2022 17:36


25 Mayıs 2022, Türk edebiyatı tarihinde Baki'den sonra ikinci "Sultanu'ş Şuara" unvanına sahip olan, şair, yazar ve mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek'in vefatının 39. yıl dönümü. Necip Fazıl Kısakürek'i vefatının yıl dönümünde torunlarından Emrah Kısakürek ile konuştuk.

Günlük Doz: Gündem Bülten, Haber, Tartışmalı Konular
Bayram Özel, Bayram Özet | Necip Fazıl Yorumları | Atom Tokuşturur Muyuz?

Günlük Doz: Gündem Bülten, Haber, Tartışmalı Konular

Play Episode Listen Later May 2, 2022 19:25


Bayram Özel, Bayram Özet | Necip Fazıl Yorumları | Atom Tokuşturur Muyuz? --- Send in a voice message: https://anchor.fm/tonguc/message

SESLİ DÜŞÜNÜYORUM
79: NECİP FAZIL'IN HİKÂYESİ (ÇİLE'Lİ YILLAR)

SESLİ DÜŞÜNÜYORUM

Play Episode Listen Later Apr 22, 2022 16:26


Daha önce Necip Fazıl'ın geçlik yıllarından bohem hayatından bahsetmiştik. Şimdi ikinci yarıya geçiyoruz. İslamî dünya görüşüne gecişi ve bu geçişin sorgusunu bu podcastte bulabileceksiniz. Olayı bir de günümüze bağladım ki mutlaka dinlemelisiniz.

Yeni Şafak Podcast
Dursun Gürlek - Ramazan'ı karşılayan heyecan

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Apr 3, 2022 7:19


Rabbimiz nâmütenâhi şükürler olsun ki, bir mübarek Ramazan ayına daha kavuştuk. Cenab-ı Hak, daha nice 'Ramazan'lara ve bayramlara mülaki olmayı cümlemize nasip eylesin. Bilindiği üzere, “şehr-i Ramazan” ibadet zevkinin ve şevkinin galeyana geldiği mübarek bir mevsimdir. Ve unutmayalım ki, Ramazan medeniyeti gibi bir de Ramazan edebiyatı vardır. Türk edebiyatının gözde isimleri tarafından kaleme alınan oruç eksenli yazılar ve kitaplar böyle güzide bir edebiyat türünün teşekkülüne vesile olmuştur. Bu edebiyat türünden ben de bir hisse almak için -bundan kısa bir süre önce- “Dersaâdet'te Ramazan Akşamları” adıyla bir kitap hazırladım. Yahya Kemal Beyatlı, Mehmet Akif Ersoy, Cenap Şahabeddin, Nihat Sami Banarlı, Refik Halit Karay, Halit Fahri Ozansoy, Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Samiha Ayverdi ve Mehmet Kaplan gibi edebiyatçılarımızın yanı sıra bazı tarihçilerimizin de konuyla ilgili yazılarını bir araya getirdim. Bunların içinde tabii ki Ramazan medeniyetiyle ilgili makaleler de bulunuyor. Özellikle Ord. Prof. Dr. Ahmed Süheyl Ünver'in aynı başlığı taşıyan makalesi büyük önem arzediyor. “Dersaâdet'te Ramazan Akşamları”nda yer almayan harika bir inceleme var ki, o da “Ramazan'ı Karşılama Hazırlıkları” başlığını taşıyor. Merhum Cemaleddin Server Revnakoğlu tarafından kaleme alınan bu makalenin bir bölümünü mübarek ayın ikinci gününde -teberrüken- siz değerli okuyucularıma takdim ediyorum. Aşkla, şevkle ve büyük bir titizlikle hazırladığı cilt cilt eserleriyle İstanbul'un manevi ve deruni hayatını bütün güzellikleriyle canlandıran cennetmekân Revnakoğlu şunları söylüyor: “Evlerin Ramazaniyelik masrafları Recep, Şaban ayları içinde düzülür, çarşı ve pazarda halkın ve cemaatin gelip geçtiği yerlerde, dükkânların ve mağazaların camekânları, vitrinleri boydan boya süslenir, böylece daha da zenginleştirilirdi. İstanbul ve Galata çevresindeki piyasa yerleri, özellikle Yemiş, Asmaaltı cihetlerinde Yağkapanı'nda, Balkapanı'nda, hele hele Mısır Çarşısı'nda ticaret yapan esnafın faaliyetleri, alışverişleri diğer her günden ziyade olurdu. Devrinin İslam üniversitesi haysiyetini taşıyan ve yetiştirdiği benam (namlı) ulemasıyla meşhur olan Fatih Camii başta, Ramazan'a mahsus sergilerle şehrin içinde birinci gelen Bayezid Camii'nin avlusunda biriken kalabalık ve diğer selatin camilerini tıklım tıklım doldurup taşan cemaatin azamet ve kesafeti avlu meydanlarını ve sergi önlerini mahşerden bir nümune haline getirirdi.

SESLİ DÜŞÜNÜYORUM
75: NECİP FAZIL'IN HİKAYESİ (GENÇ KUMARBAZ)

SESLİ DÜŞÜNÜYORUM

Play Episode Listen Later Apr 2, 2022 15:38


Bir dizi de Necip Fazıl Kısakürek için yaptım. Hayatı yazdıklarından daha ilginç adamlardan biri de odur. Kumar masalarından tarikat dergâhlarına uzanan bir yolun hikayesi. Iyi dinlemeler iyi eğlenceler..

MyMecra Podcast
Adamlar Kendi Memleketini Sattı! - Çağrışımlar | Savaş Şafak Barkçin

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Mar 23, 2022 29:01


Çağrışımlar yeni sezonda, yeni konseptiyle kaldığı yerden devam ediyor. Savaş Şafak Barkçin Çağrışımlar'ın bu bölümünde Sahaflar Çarşısı'ndan sesleniyor sizlere... Savaş Şafak Barkçin bu bölümde başlıca şunları anlattı: Dostlar merhabalar. Bugün neredeyiz? Bugün Sahaflar Çarşısı'nda sizlerle bu Çağrışımlar'ı çekiyoruz. Çağrışımlar dedik, canlı bir yerdeyiz, burası bir Sahaf yani kitap satan, eski kitap satan bir yer. Tabi o eski kitap satanlar oldukça azaldı, şimdi daha çok üniversite kitapları vesaire satılıyor... Ama benim gençliğimde burası benim her Cumartesi günü mutat, mutlaka, düzenli öyle kitap falan alacak çok fazla bir paramda yok ama mutlaka gelip bakmak için dolaştığım bir yerdi. Buranın demek ki yaklaşık 40 senelik bir hatırı var bende o yüzden yıllar içinde değişimini de gözlemledim... Şimdi bu arkadaki Sahaflar Çarşısı'ndan başladık ama burası gerçekten çok önemli bir yer ve bizim aslında nereden nereye geldiğimizi, nereden nereye düştüğümüzü çok güzel gösteren bir yer. Biraz ondan bahsedeceğiz... Biraz sonra ben size zaten yerinde göstereceğim, bu Beyazıt Camii hemen Sahaflar Çarşısı'nın yanıdır, onun bir müştemilatı burası fakat Beyazıt Camii haziresi var yani mezarlığı var orada Mustafa Reşit Paşa'nın bir türbesi var. Gideceğiz, biraz sonra ben size orada da anlatacağım biraz... Şimdi bu Mustafa Reşit Paşa bizim aslında batılılaşma, kendini kaybetme tarihimizde çok önemli bir adam. İşin genelde miladı olarak söylenir yani Necip Fazıl vesaire gibi insanları okuduğunuz zaman genelde Mustafa Reşit Paşa'nın bu işin başı olduğu, yabancılaşma tarihimizin ilk önemli şahsiyetlerinden birisi olduğu söylenir. Tabii ki bu doğru ama ondan öncesi de var... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

Tırnak ile, Diş ile: 1001 Şiir
Yalnızlık - Necip Fazıl Kısakürek

Tırnak ile, Diş ile: 1001 Şiir

Play Episode Listen Later Mar 17, 2022 0:50


"Pırıltılar, nağmeler... Renklerle eriyorum."

yaln necip faz
Mevlana Takvimi
ABDULHAMİD HÂN'IN İTTİHATÇILARA TAVSİYELERİ - 10 ŞUBAT 2022 MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Feb 10, 2022 3:03


Abdulhamid Hân'ı ziyârete ve tavsiyelerini almaya gelen Enver Paşa'ya Ulu Hakan'ın nasihati: “Evet, Enver Paşa, şimdi siz de bir harbe girmiş bulunuyorsunuz. Fakat bu iş acele olmuş, hissiyata kapılarak memleket tehlikeye atılmıştır. İnşallah devletimiz ve milletimiz için hayırlı ve şerefli biter. Fakat hafazanallâh, felâketli biterse, ister misiniz ki, bu da bize Anadolu'ya mal olsun? O zaman elimizde ne kalır? Hareket Ordusu ile İstanbul üzerine yürüdünüz, muzaffer oldunuz, şehri zaptettiniz, saraya kadar dayandınız, beni de hal' ettiniz... Hepsi güzel... Unutmayın ki, emrimdeki kuvvetlere aslâ ateş etmemelerini, kan dökmemelerini bildirmiştim. Eğer bir mukavemet görseydiniz bu size pek pahalıya mal olacaktı. Ancak bu sayede hiç kimsenin burnu kanamamıştır. Fakat arkadaşlarının gözü hiçbir şeyi görmemişti. Tedbirlerimi beğenmediler. Beni kaldırıp bir paçavra gibi sokağa attılar. Üstelik 31 Mart hâdisesini benden bildiler. Halbuki bunda hiçbir alâkam yoktu. Asileri tahrik edenler elbet de vardı. Fakat bunlar asla saraya mensup kimseler değildi. Her devirde devletin düşmanları olacaktır. Bunları tahkiksiz, mesnetsiz kuru iftiralarla herkese bulaştırmak vicdani bir hareket değildir. Beni en çok üzen şey, huzurumdan kovduğum bir insanı, beni saltanattan uzaklaştıran kararı tebliğe memur bir heyete katmanız olmuştur. Bu, Emanuel Karuso'dur. Bu Yahudiyi ne diye karşımıza çıkardınız? Bununla Makam-ı Hilafet ve saltanatı elin Yahudisine tahkir ettirdiniz. Selânik'de bir mason locasının üstad-ı âzamı olan bu zat ile, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den beri el üstünde tutulagelen Hilafet, encam bir Yahudi'nin tebligatı ile Hânedan-ı Âli-i Osman'ın bir rüknünden alınmış oldu. İftihar edebilirsiniz. Şimdi iktidardasın, neşen yerinde ve huzur içindesin. İstikbâlin parlak görünmektedir. Fakat bütün bunlara güvenme oğlum, sana son bir nasihât vereyim: “Bugün insanı alkışlayanlar, yarın onu paralamasını da bilirler!.. Dikkat et!.. Allâh millete, devlete zevâl vermesin..!” Doğumunun sene-i devriyesinde Ulu Hakan'ı râhmet ve minnetle anıyoruz. (Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan Abdulhamid Hân)

Mevlana Takvimi
ULU HAKAN ABDULHAMİD HÂN'IN DUÂSI - 09 ŞUBAT 2022 MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Feb 9, 2022 2:58


36 Türk hükümdarı arasında belki en büyüğü ve tarihî hakkı muazzam bir zat mevzuunda Yahudi, dönme, mason, kozmopolit ve emperyalizma, ajanlarıyla el ele, İttihat ve Terakki eşkiyasının imal ettiği ve Cumhuriyet rejimi boyunca devamına şahit olduğumuz yalancı tarihe paydos!... Dünyada her şeyin sahtesi görülmüş, fakat ilim ve tarihin devamlı yalancısına rastlanmamıştır! Abdulhamid Han'ın tahttan indirildiği döneme ait çarpıcı bir tablo şöyledir: “O sene, bütün cephelerde paniğin başladığı, topyekûn, Arabistan'ın elden çıktığı, İngilizlerin Suriye ve Irak'dan, Fransızların Makedonya tarafından ana vatan sınırlarını toslamaya koyulduğu, Moskofların bütün Şark Anadolusunu derinlerine kadar işgâl edip, 1917 Rus ihtilâli yüzünden çekilmek zorunda kaldığı, halkın ekmek yerine saman tozu ve mısır koçanı yediği, yakmaya tezek ve kefen yapmaya bez bulamadığı mevsimde, bir gün Enver Paşa, Talât Paşa'yla beraber, Beylerbeyi'nde Abdûlhamîd'i ziyarete gidiyor. Kendilerini karşılayan muhafız subay, Ulu Hakan'a haber vermeksizin yol gösterdiği için, kapısının önüne kadar geliyorlar. Kapı yarı aralıktır ve Abdûlhamîd, sırtı kapıya doğru, seccade üzerinde duâ etmektedir. Gelenleri görmüyor, gelenler de ona kendilerini göstermiyor. Enver Paşa önde, yarı açık kapıyı biraz daha aralamış, olduğu yerden tabloyu seyretmekte… Abdûlhamîd, elleri hacet dergâhına uzatılmış, gözyaşiyle nemli bir duâ sesi çıkartmakta: “Allâhım; bana yapılanları helâl etmiyorum! Şahsıma yapıldığı için değil, milletime yapıldığı için affetmiyorum! Milletime yapılan fenalıklardan, yarın senin hesap gününde davacıyım!” Öbür İttihatçılara nisbetle içinde bir saffet kırıntısı kalmış olan Enver Paşa, bu duâyı işitince, çarpılıp kalıyor, Hünkarın huzuruna çıkamıyor, geriye dönüyor, Talat Paşa'yı kolundan çekerek sürüklüyor, rıhtımda bekleyen istimbota götürüyor ve orada, ağlaya ağlaya, Talat Paşa'ya diyor ki: “Başımıza ne geldiyse bu zâta yaptıklarımızdan geldi ve daha ne gelecekse o yüzden gelecek!..” (Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan Abdulhamid Han)

MyMecra Podcast
Kahve İçerken Azrail ile Karşılaşan Hoca - B44 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Jan 1, 2022 16:36


Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Cerre Çıkan Hocanın Azrail ile Karşılaşması" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları anlattı; Selamın aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler hatta ve hatta Azrail Aleyhisselamın bir gün gelip kapıyı çalacağını her bir nefes boyunca bilenler... Gelecek ve bi gün kapıyı çalacak, haydi diyecek. O an biz ne diyeceğiz ve ne halde olacağın bakın bu kıymetli işte... Üstad Necip Fazıl Kısakürek rahmet olsun derdi ki; "Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse, Her kapıda ağlayıp, o kapıda gülümse" Orada gülümsemek önemli... Ya da "Bu dünyada renk, lezzet, nakış ne varsa küsüm; Gözümde son marifet Azrail'e tebessüm" Son anda mütebessim bir çehreyle alıp başı gitmek önemli... Şah-ı Nakşibend Efendimiz buyurmuşlar ki; "Muameleler sona nispetledir." Yani başlangıçta ne yaptın, yürürken ne ettin? Tamam, bunlar kıymetlidir ama en son ne halde olduğun işte o önemli... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

Bir bakışta
2021 Necip Fazıl Ödülleri sahiplerini buldu

Bir bakışta

Play Episode Listen Later Dec 28, 2021 11:26


Necip Fazıl Kısakürek'in manevi ve kültürel mirasını yaşatmak amacıyla verilen "2021 Necip Fazıl Ödülleri", Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenen törende takdim edildi. Törenin yansımalarını ve Necip Fazıl'ı, yine ödül töreninin jüri üyelerinden birisi olan yazar Necip Tosun'la konuştuk.

MyMecra Podcast
Pazarı Nazara Çevirmek Lazım - Çağrışımlar | Savaş Şafak Barkçin

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Dec 20, 2021 25:24


Savaş Şafak Barkçin Çağrışımlar'ın bu bölümünde "Medeniyet Ne?" başlığı üzerinde duruyor. Savaş Şafak Barkçin bu bölümde başlıca şunları anlattı; Serdar Tuncer: Abi, yine böyle çok bilmeden üstünde çok konuştuğumuz meselelerden birisini sormak istiyorum. Batı medeniyeti bitti diyoruz, batı artık tükendi ya da hep medeniyet medeniyet diyoruz fakat sorsak desek ki; Medeniyet ne? Cevap alabileceğimiz insan bir elin on parmağını geçer mi emin değilim ya da medeniyet dediğimiz şey nasıl başlar, nasıl biter, neyin nesidir, batı bitti mi? Bu konuları sormak isterim... Savaş Şafak Barkçin: Valla çok isabetli bir soru çünkü bizim gençliğimizde çok yakın zamana kadar medeniyet deyince hep batı kastediliyordu, işte bi son 20 senedir, 30 senedir giderek daha fazla şekilde medeniyet deyince işte bizim medeniyetimiz, İslam medeniyeti, Osmanlı onlar kastediliyor. Yani bu medeniyetin başına konan kelimenin en azından değişmiş olması çok güzel bir şey tabi bunu daha evvel seslendirenler vardı yani Necip Fazıl'ı, Sezai Karakoç'u, Nuri Bey bunlar tabiki İslam medeniyetinden bahsediyorlardı fakat hakim söylem öyle değildi yani devlet katında öyle değil, aydınlar, baydınlar onlar katında öyle değil... Şimdi, medeniyet aslında ilmi bir tarif yani bir kavram. Medeniyet değil de şöbiyette diyebilirsin dolayısıyla bunu bi kere bilmek lazım medeniyet mukaddes bir kavram değil, bir tevhid kavramı değil mesela bereket yerine başka bir şey ikame edelim bereket demeyelim diyemezsin çünkü bereket zaten varlığı olan bir kavram yani bereket diye bir şey var, olgusu var o olgunun kavramı var, bir anlamın kavramı o... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

Hayati İnanç & Selahaddin Kocaaslan — Can Veren Pervâneler
#166 Necip Fazıl, Yahya Kemal, Naili | Hayati İnanç — Can Veren Pervâneler

Hayati İnanç & Selahaddin Kocaaslan — Can Veren Pervâneler

Play Episode Listen Later Dec 10, 2021 25:38


Nâbi'den Şeyh Gâlib'e, Bâki'den Fuzûli'ye nice müstesna değerimizin en güzel şiirleri ile günümüze ve gönlümüze taşınacağı Hayati İnanç ile 'Can Veren Pervâneler' programında... Discord https://discord.gg/gpyGxZW4As Ahmet Çadırcı https://ahmetcadirci.com.tr/podcast/

Mevlana Takvimi
KURULUŞUNUN 105. YILINDA MTTB (MİLLÎ TÜRK TALEBE BİRLİĞİ) - 4 ARALIK 2021 MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Dec 4, 2021 2:29


Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Osmanlı'dan günümüze, yakın tarihimizin en büyük gençlik hareketinin adıdır. 1916 yılında Daru'l Fünûn'da okuyan bir grup öğrenci tarafından kurulmuştur. 1931'e kadar kayda değer bir varlık gösteremeyen MTTB, bu yıllarda Teknik Üniversite talebesi olan Tevfik İleri'nin genel başkan olmasıyla faaliyetlerini artırmış, milli ve manevi değerlerin ağır bir kıyıma tâbi tutulduğu baskılarla dolu bu dönemde adından söz ettirmeye başlamıştır. Bu dönemdeTevfik İleri tarafından çıkarılmaya başlanan ve milletin aslî değerlerine üstü kapalı da olsa kısmen değinmeye çalışan “Birlik” Gazetesi, yüksek trajlara ulaşmaya başlayınca, 1933'te hükümet tarafından derhal yayından kaldırılmış, ancak 14 sayı çıkarılabilmiştir. 1936 yılında kapatılan MTTB, 1946 yılında bir grup gencin müracaatıyla yeniden açılmıştır. Bu yıllarda bazı nümayişlerle, milli refleks MTTB tarafından ayakta tutulmaya çalışılmış ancak 1960 darbesini kurum olarak açıktan destekleyecek kadar sistemle entegre bir çizgide faaliyet yürütülmüştür. Bu arada çalkantılı dönemler yaşayan MTTB, 1965 senesinde yeniden milliyetçi-muhafazakar söylemler benimsenmeye başlamıştır. Bu dönem, Milli Türk Talebe Birliği'nin sol kesimden sağa bir geçiş dönemi olmuştur. Aynı yıllarda Milli Gençlik isimli dergi çıkarılmaya başlanmış, Peyami Safa, Necip Fazıl gibi isimler bu dergide yazı yazmışlardır. 1971 yılına gelindiğinde ise Ömer Öztürk'ün genel başkan seçilmesiyle Milli Türk Talebe Birliği'nde yepyeni bir dönem başlamıştır. Milli Türk Talebe Birliği artık günden güne daha çok gence hitap eden kitlesel bir gençlik hareketi haline gelmiş ve gençliğin sokaktan, slogandan, anarşiden koparılıp; eğitime, ilme, kültürel faaliyetlere çekildiği bir dönem olmuştur. (Devamı yarınki yaprakta) (Detaylı bilgi: www.mttb.com.tr; www.fgv.org.tr)

Yeni Şafak Podcast
Dursun Gürlek - Necip Fazıl'ın Hayran Olduğu Yahya Kemal Yazısı

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 28, 2021 5:39


İki büyük şairimizin iki önemli şiiri en çok iktibas edilen, en fazla okunan şiirler olarak biliniyor. Bu ünlü şairlerimizin biri Rıza Tevfik Bölükbaşı, diğeri de Yahya Kemal Beyatlı'dır. Rıza Tevfik Bey'in “Harap Mabed” başlığı altında yazdığı şiir, Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan Camii'nin, önceki yıllardaki harap ve perişan halini terennüm ettiği için, keza “Sultan Abdülhamid'in Ruhaniyetinden İstimdat” serlevhalı şiiri de bu büyük hükümdardan özür dilemek maksadıyla yazılmış olmasından dolayı büyük ilgi görüyor. Yahya Kemal Bey'e gelince, onun “Ezan-ı Muhammedi” şiiri, ezansız senelere bir tepki olması hasebiyle, “Süleymaniye'de Bayram Sabahı” diye isimlendirdiği şaheseri de, Osmanlı'nın ihtişamını, medeniyetimizin irtifaını, Sinan'ın intizamını, mabedin insicamını olanca ihtişamıyla dile getirmesi münasebetiyle ulvi mevzuları terennüm etme çabasında olan diğer şairlerimize ilham kaynağı oluyor. Yahya Kemal'in sadece şiirleri değil, nesirleri de dikkati çekiyor. Mesela “Ezansız Semtler” ve “Topkapı Sarayı'nda Bir Gün” başlıklarını taşıyan makaleleri şairimizin dini duygularını ve Osmanlı'ya duyduğu muhabbeti konu olması itibariyle büyük alakaya mazhar oluyor. Eski dergi ve gazete sayfaları karıştırılırsa bu yazıların ve şiirlerin ne çok iktibas edildiği görülür. Altın harflerle yazılacak kadar önemli olan bu şiirlerin ve makalelerin bana göre ezberlenmesi gerekir. İçinde bulunduğumuz, daha doğrusu sonuna geldiğimiz Kasım ayının, şairimizin ölüm yıl dönümü olduğunu unutmuştum. Prof. Mustafa Kara hocamızın “Yeni Dünya” dergisinde “Yahya Kemal ve Sessiz Gemi” başlığıyla yayımladığı makaleyi okuyunca konuyu hatırladım. 1 Kasım 1958'de vefat eden ve Boğaziçi'ndeki Âşiyan Mezarlığı'na defnedilen büyük edibimizin “Ezansız Semtler” başlıklı bu güzel makalesi merhum Üstad Necip Fazıl'ın da dikkatini çekmiş olmalı ki, onu, yazının baş tarafına bir dip not koyarak “Büyük Doğu”da yayımlıyor. Dipnot şöyle:

Yeni Şafak Podcast
Mehmet Şeker - Gençlere Güvenen Kazanır

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 22, 2021 3:09


“Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz” demişti Atatürk. Siyasetçiler, devlet adamları her zaman gençliğe güven duyar. Bazıları da öyle görünme gayretine girebilir. Gençlerden korkanlar ise... İşte onların durumu vahim. Çünkü apaçık bellidir ki gençlerden korkanlar, sonu hüsran olan bir yolculuktadır. 'Vah'lar 'eyvah'lar içinde geçer o yolculuk. Kıt azık ve yanlış istikamet ile nereye başka varılır? « Yalnız devlet adamları değil, büyük fikir adamları da gençlik hakkında öyle düşünür. Hatırlayalım... Mehmet Âkif, “Âsım'ın nesli”ne güvenmişti. Tevfik Fikret “Haluk'un nesli”ne bel bağlamıştı. Necip Fazıl, “Büyük Doğu gençliği”ne inanıyordu. Sezai Karakoç'un umudu “Diriliş nesli” idi. Bir anlamda “İhya kuşağı”. Şimdi hatırlayan bile pek azdır ama Attila İlhan da bir ara “Onlar geliyor” sloganıyla çıkış yapmıştı ama çok ısrar etmedi. 'Onlar' dediği, elbette gençlikti.

Yeni Şafak Podcast
Yusuf Kaplan - Bir Kartal Uçtu

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 21, 2021 4:27


Üstad Sezai Karakoç'u dâr-ı bekâya uğurladık. Dünyayı bir sürgün yeri olarak görüyordu. ‹Uzatma benim dünya sürgünümü' demişti. NECİP FAZIL DİRENİŞİN, SEZAİ KARAKOÇ DİRİLİŞİN TOHUMLARINI EKTİ Burada sadece ölümlü dünya hayatından bir an önce kurtuluş değildi kastettiği. Ölümle değil dirilişle ilgiliydi onun derdi burada. Ölü gibi yaşayan insanlığın hakikatle buluşması ve dirilmesiyle, aynı zamanda. Belki de asıl kastettiği anlam buydu gerçekte. Metinlerine ve hayatına baktığımızda bunun böyle olduğunu söyleyebiliriz kolaylıkla. O yüzden güçlü bir diriliş mefkûresi ve felsefesi inşa etti. Necip Fazıl'ın direnişin tohumlarını ekti, Sezai Karakoç dirilişin. Necip Fazıl, bu ülkenin ruh köklerini kurutan yıkımlara karşı fikriyle, sanatıyla ve hayatıyla direndi; büyük bir direniş ve doğuş destanı yazdı. Necip Fazıl olmasaydı, Sezai Karakoç olmazdı. Bunu bizzat kendisi de açık yüreklilikle ve tam da kendine yaraşır bir alçakgönüllülükle itiraf etmekten çekinmemişti. Necip Fazıl'dan bir Sezai Karakoç doğdu. Sezai Karakoç'un henüz gerçek bir fikrî mirasçısı çıkmadı. Ama eseri iyi anlaşılır ve aşılırsa çıkabilir.

ama kaplan bunu belki kartal necip faz sezai karako
Yeni Şafak Podcast
Yusuf Kaplan - Öncü kuşak, medeniyet tasavvuru ve kardeşlik seferberliğinin yeşerttiği umut

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Oct 3, 2021 6:20


Öncü kuşak ve medeniyet tasavvuru yolculuğumuzun I. Anadolu Seferi›ni Selçuklu medeniyetimizin kurucu şehirlerinden Sivas›tan başlatmış, oradan Elazığ ve Malatya'ya uzanmıştık. ANADOLU RUHU VE NECİP FAZIL'IN PALTOSU Anadolu ruhu, bir kıtanın, gönül coğrafyasının adıdır. Bu ruh, iki asırdır can çekişiyor, toparlanıp kendine gelmeyi bekliyor. Anadolu ruhunu, Anadolu kıtası olarak adlandırıp hayata döndüren, şahlandıran ilk kişi, ilk öncü Necip Fazıl Kısakürek üstadımız olmuştu. Onun yaktığı Büyük Doğu meş'alesi büyük doğum'un kıvılcımlarını çaktı. Anadolu Seferleri sırasında verdiğim konferanslarda da söylediğim gibi, bu toprakların ruh köklerine diriltici

MyMecra Podcast
Ölmek İstemediğin Yerde Bulunma! - Biri Bir Gün - B31 | Serdar Tuncer

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Sep 28, 2021 23:46


Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de ölümden bahsediyor. Serdar Tuncer başlıca şunları anlattı; 3 soru sorayım size, bu 3 sorunun etrafında Biri Bir Gün dolaşsın... Bir; insan nerede, ne zaman ve nasıl öleceğini bilebilir mi? Soru bir bu olsun. Tabi ki bilemez Serdar abi demeyin programın sonunda bir daha soracağım çünkü aynı soruyu. Soru iki; insan öldüğü vakit Allah'ın kendisine nasıl muamelede bulunacağını bilebilir mi? Soru üç; insan Allah-u Teala'nın katındaki değerini bilebilir mi? Makbul kimselerden mi yoksa çokta makbul görülmeyen kişilerden mi bunu bilebilir mi?... Gelin bu üç sorunun etrafında beraberce düşünelim bu program ama bir ile başlayalım. Bir neydi? Ne zaman, nerede, nasıl öleceğini insan bilebilir mi bilemez mi? Direkt dediniz ki siz bilemez abi nereden bilecek falan dimi?... Necip Fazıl öyle diyor; Büyük randevu bilsem nerede, saat kaçta Tabutumun tahtası bilsem hangi ağaçta İnsan merak ediyor. Bak bir ağacın gölgesindesin ve belki kader öyle bir tecelli edecek ki o gölgesinde oturduğun ağaç senin tabutunun tahtası olacak... Bu dünyada renk, lezzet, nakış ne varsa küsüm Gözümde son marifet Azrail'e tebessüm Gene üstaddan. Son nefeste bazısı Azrail'i(a.s) görünce böyle mütebessim bir çevreyle hoşgeldin... Hadi Necip Fazıl'dan başka bir şey daha söyleyelim. Diyor ki; Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse Her kapıda ağlayıp son kapıda gülümse O son önemli. Niye? Muameleler sona nispetledir. Hani o en son nasıl gittiğin önemlidir. Mevla bize kelime-i şehadetle, böyle yüzümüzde tebessümle dünyadan göçüp gitmeyi nasip etsin inşallah... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

Kıraathane
Ömer Erdem - Poetik Ayrılıklar, Şiirsel Buluşmalar: Şiirimizde Şefkat, Aşk ve Kavga I

Kıraathane

Play Episode Listen Later Aug 10, 2021 41:08


Şefkat, aşk ve kavga. Çocuğa, çocukluğa bakış; kadına ve erkeğe bakış; sevgiliye, aşk ve arzu duyulan insana bakış; ve bitmek bilmeyen bir mücadele, çatışma, kavga. Şair Ömer Erdem, üst üste iki Şiir Gecesi'nde poetik yaklaşımları, şiire ve dünyaya bakışları farklı şairlerin şiirlerini "şefkat, aşk ve kavga" temaları üzerinden okuyup, çeşitli örnekler aktararak poetik karşıtlıklarla şiirsel buluşmaların izini sürüyor.Bu ilk konuşmada Ömer Erdem'in inceleyeceği iki grup şair var: bir yanda, Tevfik Fikret, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl; diğer yanda Behçet Necatigil, Sezai Karakoç, Cemal Süreya.

bu klar beh malar bulu erdem hikmet poetik cemal s necip faz sezai karako
MyMecra Podcast
Necip Fazıl'ı Kim, Nasıl Avladı? - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Jul 31, 2021 23:15


Serdar Tuncer ile “Biri Bir Gün” kendine has tarzıyla kaldığı yerden devam ediyor. Bu bölümde Serdar Tuncer Necip Fazıl Kısakürek'i anlatıyor. Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Necip Fazıl Kısakürek'i anlatıyor. Serdar Tuncer'in Biri Bir Gün'de anlattığı hikaye; Bir gün bir adam uçurumun kenarında dolaşırken ayağı kayıp düşmüş neyseki çalı varmış ve ona tutunmuş sonra bağırmaya başlamış: - Kisme yok mi? - Kisme yok mi? O anda Hızır as. çıkagelir. - Seni bi şartla kurtarırım. Adam ne diye sorar. - Namaz kılacaksın, oruç tutacaksın, hacca gideceksin, zekat vereceksin... Adam bağırmaya başlar: - Başka kisme yok mi? Tamamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

Tırnak ile, Diş ile: 1001 Şiir
Saçların - Necip Fazıl Kısakürek

Tırnak ile, Diş ile: 1001 Şiir

Play Episode Listen Later Jul 27, 2021 1:16


"Saç tel tel, örtüler hep tül tül düşer. Gözümün değdiği yere gül düşer."

necip faz
Yeditepe Fatih Dergisi
Başkan'dan - M. Ergün Turan

Yeditepe Fatih Dergisi

Play Episode Listen Later May 28, 2021 3:43


“Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...” der Üstat Necip Fazıl Canım İstanbul'da. Bizler de; Yeditepe Fatih'in duyurmak istediği tüm o sesleri, tuvalinde barındırdığı tüm o renkleri, bu topraklarda neşet eden tüm değerleri yaprak yaprak sizlerle buluşturmak istedik ve Yeditepe Fatih Dergisi'nin ilk sayısını Mart 2021'de sizlerle buluşturduk. Birbirinden değerli yazarlar ve kıymetli hocalar tarafından kaleme alınan zengin ve keyifli içeriğe sahip ikinci sayımızın en önemli motivasyon kaynağını; sizlerden aldığımız kıymetli geri dönüşlerin ve ilk sayıya gösterilen teveccühün oluşturduğunu bilmenizi isterim. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message

Yeditepe Fatih Dergisi
Medrese Davutpaşa - Kübra Kuruali Yaşar

Yeditepe Fatih Dergisi

Play Episode Listen Later May 28, 2021 17:35


Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler, Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler… Necip Fazıl Kısakürek Üsküdar vapuru Eminönü'ne yaklaşırken Tarihî Yarımada'ya baktığımızda, İstanbul'un yedi tepesinden ilk altısı hemen bize göz kırpar. Yedincisini görmek için ya Marmara Denizi'ne doğru açılmamız ya da Yenikapı sahilinde bulunmamız gerekir. Tarihçilerin periferi (merkezden uzak, kenar) olarak tanımladıkları Koca Mustafa Paşa - Cerrahpaşa Tepesi, bu sebepten olsa gerek, turist rehberlerinin görülmesi gereken yerler listesinde diğer tepelere göre nadiren yer alır. Aslında Bizans dönemine, fetihten sonraki ilk iskânlara veya sonrasına baktığımızda bölge oldukça canlıdır. Alman Seyyah Hans Jacob Breüning, 1579 yılındaki İstanbul gezisini anlattığı seyehatnamesinde görülmeye değer eski eserlerin en önemlilerinden birinin burada, Avratpazarı adı verilen meydandaki Arkadios Sütunu olduğunu anlatır. Breüning'den, helezon biçimindeki 233 basamaklı merdivenle tepesine çıkıldığını da okuduğumuz sütunun; günümüze ulaşan bazı parçaları İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenirken, kaidesi iki bina arasında sıkışıp kalmıştır. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message

bre emin tarih yedi bizans necip faz cerrahpa yenikap arkeoloji m
İLAHİ NEFESLER
Necip Fazıl Kısakürek

İLAHİ NEFESLER

Play Episode Listen Later May 26, 2021


necip faz
Ortamlarda Satılacak Bilgi
Necip Fazıl Kısakürek - Atatürk ve Gençler - Mina Urgan

Ortamlarda Satılacak Bilgi

Play Episode Listen Later May 21, 2021 18:06


Mina Urgan'ın anılarını yazdığı Bir Dinozorun Hatıraları adlı kitabından ilgimi çeken detaylar. İnstagram: Ortamlarda Satılacak Bilgiler

atat necip faz
Hizmetten
Kadınlar hayatın içinde olmalı | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Apr 14, 2021 3:11


Bu video 17/11/2019 tarihinde yayınlanan "CANLI İRADELER VE SİNERJİ“ isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamını buradan izleyebilirsiniz: http://herkul.org/bamteli/bamteli-can... Kadınlar da bir taraftan dinî disiplinlerde kusur yapmamalı; diğer yandan da mutlaka hayatın içinde olmalı ve sosyal hayatta kendine düşen vazifeleri edaya koyulmalıdır. Şimdiye kadar militarist sistemler, kadınları tamamen hayattan tecrîd etmişler, bir kenara itmişler. Esasen devr-i Risâlet'teki tarz-ı telakkiye muhalif bir tavır idi bu. Esas, dinin kurallarına riayet ederek hayatın içinde olmaları lazım. Bakıyoruz ki biz, Asr-ı Saadet'te tâife-i nisa, beyleri ile beraber savaşın içinde bulunuyorlar. İnsanlığın İftihar Tablosu bile o mübarek annelerimizi, -Cennet'in hûrilerinin önünde olan annelerimizi- savaşa -On yedi savaşa/harekete iştirak ediyor; on yedi defa.- giderken her defasında onlardan bir tanesini alıyor yanına, götürüyor; örnek olsun diye alıp götürüyor. Fakat belli bir dönemde… Hani Emevîler döneminde öyle miydi, bilemiyorum. Abbasîler döneminde ve daha sonra Osmanlılar döneminde de biraz öyle olmuş. Hayatın içine girmek isteyen Kösem gibi, Hürrem gibi sultanlar var ama bunlar bile ölüm ile tehdit edilmişler. Kösem'in kaçıp saklandığından bahsedilir. Belki Hürrem Sultan'a da aynı şeyi yaparlardı ama arkasında Kanunî hazretleri (cennet-mekân, aleyhir-rahmetu ve'l-gufrân) vardı. Bunun gibi; o bize ait bir kusurdur. Bir taraftan dinî disiplinlere milimi milimine riayet etmek, bir tek kusur bile yapmamaya çalışmak, bir tek kusura bin defa “Estağfirullah!” demek… Fakat beri tarafta hayatın içinde olmak; muallim olabilir, doktor olabilir, Allah'ın izni-inayeti ile, üniversite hocası olabilir, talebe olabilir; her şey olabilir. Siz, böyle bir düşünceyi, kendi dünyanız ve gâye-i hayaliniz adına böyle bir mülahazayı realize ediyorsanız şayet, hakikaten bir yönüyle bir diriliş mesajı temsil ediyorsunuz veya veriyorsunuz demektir. Bir “Ba's-u ba'de'l-mevt” - Necip Fazıl merhum öyle derdi: “Ba's-u ba'de'l-mevt.- mesajı veriyorsunuz demektir. İnşaallah daha da geliştirilir; hayatta hâkim hale gelirler. İşte hep âcizâne arz ettim; Hazreti Âişe validemiz, Hafsa validemiz, Meymûne validemiz, Hatice validemiz, Efendimiz'e mesajında, o ulvî mesajında öyle destek oldular ki!.. Eğer onlar, O'nu öyle desteklemeselerdi, bir yönüyle tâife-i nisa ile O'nun arasında koordinasyonu sağlayan nurânî bir ekip olmasalardı, o mesele, hanelere/evlere filan o kadar sürat ile yayılamazdı. Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: https://www.youtube.com/channel/UCVgC...

Hizmetten
Süper yalancılar ve yamacılar | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Apr 10, 2021 5:08


Bu video 17/08/2014 tarihinde yayınlanan "Yalancı ve Yamacılar" isimli Bamtelinden alınmıştır. Tamamını buradan izleyebilirsiniz : http://herkul.org/bamteli/yalanci-ve-... Bediüzzaman diyor ki: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” En olumsuz eyyâmda (günlerde), en olumsuz saatlerde, dakikalarda, saniyelerde ve anlarda dahi her hadiseyi güzel görmek, en azından hadiselerin güzel yanlarını görmek lazım. Zamandan şikayet etmemeli!.. Havanın bütün bütün karardığı, tek bir ışık şulesinin kalmadığı, her şeyin renk attığı, en canlı şeylerin bile partallaştığı, kaldırılıp bir kenara atılabilecek duruma geldiği günlerde bile elden geldiğince işin bir açığıyla, bir menfeziyle yine güzel görmeye çalışmak lazım. Günümüz açısından meseleye bakacak olursak, rahatsızlık verici şeyler vardır, fakat bunlar hiçbir zaman eksik olmamıştır ki!.. Necip Fazıl, bir gazete için “Süper Kâfir” derdi. Süper kâfir bir yalan, bir lafz-ı kâfir ortaya atınca, diğerleri hemen onu paylaşırlar. Hani günümüzde havuz mavuz filan var ya… İnsan girince bazen derinliğini bilmeden çıkamayabiliyor da. Şimdi bu süper yalancılık öyle bir şey ki, bir tane yarım-yamalak yamalı yalanla, yamasız 99 tane yalanı yutturuyorlar. Diğer taraftan, bir yama yamanıyor ama yalancıya bir cesaret daha kazandırılıyor; buudlu, derinlikli yalan söyleme cesareti kazandırılıyor. Bazen mütevazıâne söylemek de yalana inandırma adına çok önemli bir argümandır; bu da kullanılıyor. Süper kâfir yalan söylüyor ve o yalan bir kısım jurnallerde değiştirilerek, haşiyeler düşülerek, şerhler düşülerek toplumun efkârı ifsat ediliyor, toplum paramparça hale getirilmeye çalışılıyor. Bütün bunlar karşısında peygamberane bir azim veya velayetkarane bir azim lazımdır ki insan sarsılmadan bunları görmezlikten gelebilsin. Yani bir tarafta, sürekli yalan söyleyenler.. beri tarafta da o yalanları bazen “sürç-i lisan”la, bazen “maksat-ı şahaneler şu idi” sözüyle, bazen “Düşünceleri böyle idi, ama onu tam ifade edemedi, dolayısıyla da tarif etrafını cami, ağyarını mani olmadı, kusura bakmayın; halkımızın çoğu da böyle sarf nahiv bilmediğinden bunları bilmeyebilir, yanlış anladılar, öyle demek istememişti.” diyerek yamayanlar… Daha fazlası icin web sitemizi ziyaret etmeyi unutmayın: https://hizmetten.com/ Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: https://www.youtube.com/channel/UCVgC... Yorumlar kapalı.

MyMecra Podcast
Durduğunuz Yer, Gördüğünüz Şeyi Belirler - Yol Haritası | Yusuf Kaplan

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Apr 4, 2021 21:27


Yusuf Kaplan ile “Yol Haritası fikir kapılarını zorlamaya kaldığı yerden devam ediyor. Yusuf Kaplan bu bölümde öncülerin önde gelen isimlerinden Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i anlatıyor. Her hafta farklı konularla izleyicilerini fikir kapılarını zorlamaya davet eden Yusuf Kaplan bu bölümde öncülerin önde gelen isimlerinden biri olan Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i işliyor. Yusuf Kaplan başlıca şunları söyledi; Yol Haritası'nın bu bölümünde öncülerin önde gelen isimlerinden Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i işleyeceğiz. İlk önce şunu söyleyeyim; Necip Fazıl'la benim Fatih Sultan Mehmet arasında yaptığım bir karşılaştırma var. İkisini de Fatih olarak adlandırıyoruz. Biri zaten Fatih, İstanbul'u fethetmiş, ikincisi de Necip Fazıl'da bir fetih yapmış o fetih bir şekilde Cumhuriyet sürecinde, modernleşmenin özellikle zirveye çıktığı, islamla ilişkilerimizi sakatlamaya başladığı, islamın önce devletten, devletin bütün kurumlarından bir şekilde uzaklaştırıldığı sonraki süreçte de toplumdan arındırılmaya çalışıldığı bir süreçte, bütün entelejansiyasının celladına aşık tasmalı çekirgelere dönüştüğü bir ülke var Necip Fazıl'ın kendisini içinde bulduğu ortamda yani yok olmanın eşiğine sürüklenen bir ülke. Tam anlamıyla öncülerini yitirmiş bir ülke, öncü kuşaklarını yitirmiş bir ülke. Öncü kuşaklarını yitiren bir ülke, öncü kuşakları olmayan bir ülke kesinlikle geçmişini de göremez, içinde yaşadığı dünyayı da anlayamaz, geleceğe nasıl yürümesi gerektiğini de asla bilemez. Nerede durduğunu göremez, durduğu yerin neresi olduğunu göremez dolayısıyla nerede durduklarını göremeyenlerin nereye, neyle, nasıl, niçin gitmeleri gerektiğini bilebilmeleri imkansız. Durduğunuz yer, gördüğünüz şeyi belirler… Cumhuriyet ile birlikte girdiğimiz modernleşme süreci dolayısıyla laikleşme, sekülerleşme süreci tam anlamıyla islami anlam haritalarının terk edilmesi, hayatın her alanına başta devletin kendisi olmak üzere batılı anlam haritalarının değerlerinin yerleştirilmesidir, bu kadar. Necip Fazıl tam anlamıyla entelektüel olarak Akif'in aksine bizim, bu ülkenin yaşadığı sorunları derinlemesine analiz etmiş. Bu ülkenin sorunlarının nereden kaynaklandığını çok iyi çözümlemiş, yakın tarihi ile ilgili sorunları, modernleşme, sekülerleşme sorunlarını, Türkiye'nin kimlik kaybını, kişilik kaybını, tarihten silinme tehlikesini iliklerine kadar yaşamış dolayısıyla Türkiye'deki entelejansiyanın tam anlamıyla köksüz, metamorfoza uğramış, yabancılaşmış, ruhsuzlaşmış, kendini inkar eden entelejansiyanın bu ülkeyi intiharın eşiğine sürükleyeceğini görmüş ve durun ey kalabalıklar diyerek sadece kalabalıklara değil aslında esas itibariyle entelejansiyaya haykırmış biri Necip Fazıl… Devamı videomuzda… Gelin, Beraber Yürüyelim...

Tarihte Bugün
Tarihte Bugün #84 | 25 Mart

Tarihte Bugün

Play Episode Listen Later Mar 25, 2021 3:13


25 MART 2021 DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1655 - Satürn'ün en büyük uydusu Titan, Christiaan Huygens tarafından keşfedildi. 1807 - Birleşik Krallık Parlamentosu, köle ticaretini yasakladı. 1821 - Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını ilan etti. 1929 - İtalya'da faşist yönetim, genel seçimlerde oyların yüzde 99'unu kendilerinin aldıklarını açıkladı. 1975 - Suudi Arabistan Kralı Faysal, akli dengesi bozuk olan yeğeni Prens Faysal bin Musad tarafından Riyad'da öldürüldü. TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1912 - Ahmet Ferit Tek, Türk Ocağı'nı kurdu. 1935 - Prof. Afet İnan, Türk Tarih Kurumu As Başkanlığı'na seçildi. 1936 - Saatlerin doğru olarak ayarlanabilmesi için İstanbul Rasathanesi'nce hazırlanan iki bildiriyi, Bakanlar Kurulu onayladı. 1959 - Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu dergisinde yayımlanan "Menderes'in Kalesi" başlıklı yazısında, Fuad Köprülü'ye yayın yoluyla hakaret ettiği iddiasıyla açılan davada, bir yıl hapse mahkûm oldu. Büyük Doğu dergisi de bir ay süreyle kapatıldı. 1988 - İstanbul'daki Metris Askeri Cezaevi'nden 29 tutuklu ve hükümlü kaçtı. 2009 BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun Helikopteri Düştü Yerel seçim çalışmaları için Kahramanmaraş bölgesinden Yozgat'a gitmek için havalan BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopteri  25 Mart 2009 tarihinde dağlık alanda düştü. Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekiler ancak üç gün sonra bulunabildiler. Kaza yerine ulaşıldığında helikopterde bulunan herkesin hayatını kaybetmiş olduğu görüldü. Kaza gerçekleştiğinde helikopterdeki İHA muhabiri arayarak yetkilileri bilgilendirmişti. Kaza yerine ulaşıldığında ölenler arasında İHA muhabiri de bulunuyordu. Kazanın oluş şekli ve uzun süre kaza yerine ulaşılamaması beraberinde bir çok tartışmayı getirmiştir. Olayın üzerinde ki sis perdesi halen aydınlanmış değildir.   BUGÜN DOĞANLAR 1611 - Osmanlı gezgin ve yazar Evliya Çelebi, dünyaya geldi. 1835 -  Alman ekonomist ve politikacı Adolph Wagner, doğdu. 1944 -  Türk Hafif Müziği sanatçısı Ayla Dikmen, dünyaya geldi.   BUGÜN ÖLENLER 1976 -  Türk iktisatçı ve tarihçi  Şevket Süreyya Aydemir, hayatını kaybetti. 1995 - Amerikalı sosyolog James Samuel Coleman, vefat etti.

MyMecra Podcast
Anadolu Nuh'un Gemisidir - Yol Haritası | Yusuf Kaplan

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Mar 5, 2021 19:12


Yusuf Kaplan ile 'Yol Haritası' programında Cumhuriyet'in ilk yıllarında edebiyat ne durumdaydı bu konuşuldu. Modern türk edebiyatı anlatıldı. Necip Fazıl Kısakürek'in yaptığı zihinsel devrime giriş amaçlı öncesi kabilinden çağdaş türk edebiyatı konuşuldu. Seküler Türkiye Cumhuriyeti meşrutiyet döneminde ve devlet tarafından desteklenen edebiyatın ürünüdür, dedi Yusuf Kaplan ve ilave etti, Türkiye Cumhuriyeti'ni roman kurdu. Romanın imparatorluğudur, devletidir. Türk romanının büyük isimleri cumhuriyetin kurulmasında büyük rol oynamışlardır. Yusuf Kaplan yine bu bölümde; Yakup Kadri Karaosmanoğlu başta olmak üzere. Tabi aynı zamanda tartışmıştır. Ne kadar rejimin sözcüsü gibi olsa da aynı zamanda alta alta tartışmıştır. Halide Edip Adıvar resmi romancı gibi çalışmıştır. Vurun Kahpe'ye böyle bir romandır. Sonra rejimle araları açılmıştır. Amerikan muhipleri hikayesinin başını çekmişlerdir. Devlet gidiyor, koskoca devlet gidiyor Anadolu havzasına sıkışmış bir devlet var. Bu yüzden her yönden çok fazla mülteci gelmiştir Anadolu'ya.. Anadolu nuhun gemisi olduğunu bir kez daha ispat etmiştir. Balkanlardan kafkaslardan gelen.. Türk toplumu aynı zamanda hicret toplumu. Göçebe bir toplum, tarihi kodlarında bu var. Sadece Balkanlardaki Kafkaslardaki insanların değil, Endonezyanın, Afrikanın, Somalinin de yurdudur Anadolu. Burada bizim dünyamız yıkıldı, Gökkubbe çöktü, bir kültürel inkar yolculuğu gerçekleşti, bu Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ifadesi. Ahmet Hamdi Tanpınar rejimin adamı ama sığ bir adam değil. Ahmet Hamdi, Mehmet Akif 'in nefes alamadığını gördü. Mehmet Akif memleketi terk edecek adam mı? İstiklal Marşı'nı yazan adamın istiklali yok. Oradan çıkacak edebiyat propagandist bir edebiyattır. Şevket Süreyya Aydemir cumhuriyete kadro yetiştiren kadro hareketinin kurucularından birisi. Şevket Süreyya Aydemir'in son kitabı, 'inkılap ve kadrodur' Orada bir cümlesi var, 'her şeyi yıktık yerine yeni bir şey koyamadık.' bitti. Şerif Mardin'de 'modernleşme türklerin islamiyetten uzaklaştırılmasıdır' demişti. Gelinen nokta kaçınılmaz olarak burası olacaktı. Tarih yapan bir toplumun tarihte tatil yapan bir toplum halinde dönüştürülmesidir bu proje. Rusya'daki edebiyatın, tiyatronun, sinemanın propagandist olduğunu görüyoruz. Ayzenştayn, Pudovkin ve bütün genç kuşak hepsi devrimci adamlar ama marksizm yapıyorlar. Türk gençliği bundan etkileniyor mu çok etkileniyor. Mesela Muhsin Ertuğrul sinemayı kuran adamdır, fakat Moskova'da bulunmuştur. Sinema üzerinden sistemin propagandasını yapmak için. Tek parti iktidarında tek adam sineması icad edildi. Romancılardan Halit Ziya Uşaklıgil, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmaoğlu, Reşad Nuri Güntekin, bunlar Türk Romanın enleridir. Bunlar rejimin oturmasında büyük rol oynamıştır. Mesela Çalıkuşu tam bir propaganda romanıdır. Meşrutiyette oluşan kadro tasfiye edilmiş olmasaydı büyük bir atılım yaşanabilirdi. Cumhuriyette kıyısından geçebildik mi hayır tabi ki.. Ahmet Haşim çok büyük bir şairdir. Bizim hayallerimizi, rüyalarımızı Yahya Kemal ile birlikte bize anlatan adamlardır. Yahya Kemal sadece bir şair değildir, bir düşünürdür, tarih felsefecisi, bir şehir felsefecisi. İlginç olan şu, Paris'e gidiyor, Sorel ile tanışıyor. Sorel Fransız milliyetçiliğinin fikir babası.. Yahya Kemal Paris'e gidiyor duvara çarpıyor eve dönüyor. Paris'e gidip eve dönen yok. Bizim dünyamız çalıntı bir dünya, alıntı bir dünya değil. Köklere inemedikleri için göklere yükselmemizi sağlayabilecek modern bir edebiyat inşa edilemedi. dedi... Gelin, Beraber Yürüyelim...

Tırnak ile, Diş ile: 1001 Şiir
Sayıklama - Necip Fazıl Kısakürek

Tırnak ile, Diş ile: 1001 Şiir

Play Episode Listen Later Feb 12, 2021 1:35


"Kedim, ayak ucuma büzülmüş uyumakta. İplik iplik sarıyor sükutu bir yumakta. Hırıl hırıl..."

necip faz
MyMecra Podcast
Modernleşme Felakettir! - Yusuf Kaplan | Yol Haritası

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Jan 28, 2021 24:03


Yol Haritası'nın 4. Bölümünde Yusuf Kaplan 100 kitap listesinden ilk 4'ünün kapağını açtı. Peki neler var o dört kitabın içinde; İslam'ın Dirilişi, İnsanlığı Dirilişi, Yitik Cennet ve Diriliş Neslinin Amentüsü… Dört kitapta Sezai Karakoç 'a ait… Bu vesileyle Yusuf Kaplan bize Sezai Karakoç ‘un fikri izdüşümlerini anlatıyor. ‘Ahlak Anıtı, Düşünür ve Sanatçı' olmak üzere 3 Sezai Karakoç var diye ilave ediyor. Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç arasındaki irtibatı anlatıyor. Bu iki ismin bizim medeniyetimizde nereye denk düştüğünü… Ve bu programda; modernleşme, cumhuriyet sonrası yaşananlar ve İslam tarihi açısından bizim medeniyet yorumumuz ile ilgili bazı sorulara da cevap veriyor. O sorular ise;

Cins Dergi
Türkiye'nin ağabeyi bir adam Fethi Gemuhluoğlu

Cins Dergi

Play Episode Listen Later Jul 8, 2020 6:45


“Onu meydan yeri tanımaz. Fethi Gemuhluoğlu, harp meydanında görünmeyen, fakat ateş hattındakilere sakalık eden, nakliye ve levazım kollarına yön veren, hususi çevrelerde mayası halis bir gençlik yoğuran, gönlü tasavvuf kokusuyla ıtırlı ve dili en murassa Osmanlıca zarfı içinde İslami zevk mazrufuyla nakışlı, son turfanda bir tipti...” Necip Fazıl Kısakürek

Dr. Altay Cem MERİÇ
Sakarya Şiiri Yorumu - Necip Fazıl Kısakürek || Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya !

Dr. Altay Cem MERİÇ

Play Episode Listen Later Jul 4, 2020 15:28


Necip Fazıl Kısakürek ve ölümsüz Sakarya şiirinin bize hissettirdiklerinden bahsettik. Umarım faydalı olur.

Dr. Altay Cem MERİÇ
Seyyid Kutub / Kuranda Edebi Tasvir || Kuran'ın edebi mucizesi , Kuran belagat ve icazul Kuran // 9

Dr. Altay Cem MERİÇ

Play Episode Listen Later Apr 16, 2020 10:12


Seyyid Kutub Kuran'ın edebi mucizesi , Kuran belagat ve icazul Kuran...Kuran ilimleri serimizin bu videosunda icazul Kuran olarak bilinen Kuran'ın belagati ve edebi güzelliği konuları ile ilgili Seyyid Kutub'un görüşlerini incelemeye çalıştık.Eski bir edebiyatçı olan ve sonradan İslami görüşleri edinmiş olan Seyyid Kutub'un durumu bizde Necip Fazıl'ın durumuna benzer.Bu konuya olan vukufiyetinden dolayı incelediğimiz eserden umarım faydalanırsınız.

bu eski kuran edebi necip faz
Mevlana Takvimi
ESAD ERBİLÎ (K.S.) HAZRETLERİ'NİN ŞEHİD EDİLİŞİ - 5 Mart 2020 Mevlana Takvimi

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Mar 6, 2020 2:33


Menemen Hâdisesi 1930 senesinin sonlarında İzmir'in Menemen kazâsında meydana gelmiş, getirilmiştir. (Güya devlete isyân ederek bir askeri öldüren grubu, İstanbul, Rize hatta Kars'taki hocaefendiler organize etmiştir.) Bir tertipten ibaret olan bu hadise ile hedeflenen şey başkadır. Bu hâdise ile o seneye kadar ortadan kaldırılması şu veya bu sebeple mümkün olmamış büyüklerin son kez elenmesi hedeflenmiştir. Hâdisenin başka merkezlerde ve en ufak teferruatı düşünülerek tezgâhlandığı kesindir. Üstelik hâdisenin Menemenlilerle, Nakşilerle ve dindar Müslümanlarla en ufak bir alâkası yoktur. Bunu, katledilen yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay'ın eşi ve oğlu da açıkça ifade etmişlerdir. Kubilay'ın hanımı Fatma Vedide Ersuz, vefât etmeden evvel şunları ifade etmişti: “Ben eşimin katledilmesi olayından sonra bu menfur olayı umumileştirerek Menemenlileri de, din adamlarını da hakir gösterenlerden yana değilim.” Süreçten sonra tarihe kara leke olarak geçecek olan hükümler belli olur. Mahkemede, Esad Erbili (k.s.) hakkında verilen idam cezası yaşı sebebiyle müebbet hapse çevrilir. Oğlu Mehmed Ali Efendi ise idam edilir. Esad Efendi (k.s.) Menemen'de askerî hastahanede tedavi görürken 3-4 Mart 1931 gecesi şehid edilir. Necip Fazıl, Esad (k.s.) Efendi Hazretleri'nin evvela yavaş yavaş zehirlendiğini lakin bu hastalığını arttırmaktan başka bir işe yaramayınca, kaldırıldığı Askerî Hastahanede bir gece damar içi bir şırınga ile tekrar zehirlenerek şehid edildiğini yazmıştır. Hatta anlatıldığına göre, gelen doktor Esad (k.s.) Efendi'nin kaldığı hücreye girip iğneyi yapmaya çalışır ama elleri de titrer. “Evladım sen vazifeni yap, saatimiz gelmişse o tesir eder, Cenâb-ı Hâkk bizi öbür tarafa götürür. Saatimiz gelmemişse de bir şey olmaz, zarar gelmez.” der. **(www.esaderbili.com)**

Kitap İncelemeleri, Edebiyat, Şiir, Roman
Necip Fazıl Kısakürek Şiirleri | 2

Kitap İncelemeleri, Edebiyat, Şiir, Roman

Play Episode Listen Later Sep 4, 2018 14:57


Necip Fazıl Kısakürek'in şiirlerinin seslendirildiği bireysel yayın...

edebiyat necip faz
Kitap İncelemeleri, Edebiyat, Şiir, Roman
Necip Fazıl Kısakürek Şiirleri

Kitap İncelemeleri, Edebiyat, Şiir, Roman

Play Episode Listen Later Jun 16, 2018 15:01


Necip Fazıl Kısakürek şiirleri programı

necip faz